Savunma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Savunma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ağustos 2018 Cuma

ABD GÜVENLİK VE SAVUNMA POLİTİKALARI – 2010

  ABD GÜVENLİK VE SAVUNMA POLİTİKALARI – 2010 
























Prof. Dr. Sait Yılmaz* 
ABD GÜVENLİK VE SAVUNMA POLİTİKALARI – 2010
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü        
19 Temmuz 2010 Pazartesi

  Amerikan Hegemonyasının temel kuramı olan Realizm;

İkinci Dünya Savaşı'ndan bugüne Modernizm düşüncesi temelinde; 1980'lerden 
itibaren siyasi olarak demokrasi, Ekonomik olarak kalkınma (development) ve 
1990'lardan itibaren ise kültürel kod olarak ise iletişim (diyalog) projesi adı 
verilen üç alt konsept ile pratikte uygulama alanı buldu. Bu üç proje ülkeleri 
içten ve dışarıdan saran 'ağ stratejisi' ile pratiğe geçmiştir. 
Amerika, hükmetmeyi değil, kontrol etmeyi amaçlar. Soğuk Savaş sonrası ABD'nin yeni vizyon arayışları içinde sırası ile George H.W. Bush'un "Yeni Dünya Düzeni (The New World Order)", Clinton'ın "Küreselleşme (Globalization)" ve oğul Bush'un "Terörizme Savaş Esnasında Hegemonya (War on Terror)" veya "Demokratik Realizm" anlayışının yerini 2008 seçimleri ile birlikte Obama'nın "Yeni İdealizm (The New Idealism)" vizyonu aldı. Obama dönemi yeni güvenlik stratejisi ve Dört Yıllık Savunma Gözden Geçirme Raporu (QDR 2010)'un yayınlanması ile artık Obama'nın niyetlerini daha iyi sorgulayabiliriz.

Yeni ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi

ABD Başkanı Obama'nın kalem aldığı ve imzaladığı yeni ABD güvenlik stratejisi 
daha cümlesinden "ABD'nin dünya üzerindeki tarihi rolünden, evrenselleştirme 
iddiasından, Amerikan çıkarlarına bağlılığından ve demokrasinin öneminden" dem vurarak işe başlıyor[1]. Sunuş bölümünde Amerikan politikalarının özünde bir değişiklik olmadığını anlıyor, sadece yeni dönemde 'nasıl' olacağı konusunda 
yeni bir şeyler bulma arayışına giriyorsunuz. Genel bir özet yapacak olursak, 
Obama önceliği içeriye; ekonominin düzeltilmesine, iç güvenliğin daha sıkı 
koordinasyonuna ve ABD'nin dışarıda bir şeyler yapabilmesi için iç 
mekanizmaların daha iyi kurgulanmasına vermiş durumdadır. Dışarıya yönelik 
iddialarında bir değişiklik olmamakla birlikte işi ucuza getirmek için ortaklara 
dayanma, müttefiklerle paylaşma gibi unsurlar yanında daha çok yumuşak güce 
dayanmak için diplomatlar, NGO'lar, sivil toplum ve özel sektör arasında yeni 
bir kurgu arayışı öne çıkmaktadır. AB Komisyonu Başkanı Barosso'nun yakın 
zamandaki şikâyetlerini haklı çıkaracak şekilde Avrupa ile ilişkilere hemen hiç 
değinmemektedir.

Ulusal güvenlik stratejisinin odak noktasını 21. yüzyıldaki çıkarlarını daha 
etkili bir şekilde sağlamak için Amerikan liderlik (hegemonya) kurgusunu 
yenilemek oluşturmaktadır. Bir yandan içeride bu kurgu yenilirken dışarıda 
Amerikan çıkarlarına uygun şekillendirmeler devam edecektir. İçeride yapılması 
gerekenler sırası ile: ekonominin uzun vadeli bir gelişme sağlayacak düzlüğe 
çıkarılması; anavatan güvenliği ve ulusal güvenlik yapılarının her seviyede 
entegrasyonu; dünya üzerinde demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi (bildik) argumanlar üzerinden (Amerikan etki ve kontrol sistemini yaymak için) daha kuvvetli bir yapılanmaya gitmek ve bu yapının diğer uluslararası kurumlar ve ortaklar (ülkeler) ile bağlarını güçlendirmek. Söz konusu uluslararası kurumlar içinde NATO, BM, IMF ve Dünya Bankası (WB) adları öne çıkarken ülkeler arasında üç grup ayrımı belirgindir. Birinci grupta önem verdiği; Çin, Hindistan ve Rusya, ikinci grup ise artan önemleri ile Brezilya, Güney Afrika ve Endonezya'dır. ABD'nin bölgesel politikaları için önemli olan üçüncü grup içinde Pakistan ve Türkiye öne çıkmaktadır. Türkiye için Sayfa 42'de Obama özel bir cümle kullanmaktadır; "Türkiye'ye (özellikle bölgesel ortak çıkarlarımız için) 
angaje olmaya devam edeceğiz." Artık nasıl anlarsanız anlayın!

Amerika önceliğini anavatan (iç) güvenliğine vermekte ve en önemli tehdit olarak nükleer silaha sahip İran ve Kuzey Kore'nin adını söylemektedir. Daha sonra sırayı El Kaide almaktadır. Müteakiben, Irak, İsrail-Filistin çatışması ve 
Müslüman ülkeler ile ilgili beklentileri gelmektedir. Güvenlik stratejisinin 
ilginç olan bölümü ulusal kapasitenin geliştirilmesi için öngörülen eylem 
planıdır. Bu bölümde: dünya üzerinde askeri üstünlüğün korunması; diplomatik ve ekonomik vasıtalara daha çok yatırım yapılması; istihbaratın asimetrik tehditler için zamanında bilgi sağlaması; ulusal güvenlik, yardım programları ve (yumuşak güç) mekanizmalarının eğitimi, yenilenmesi ve güçlendirilmesi üzerinde durulmaktadır. Beyaz Saray'daki Anavatan Güvenliği ve Ulusal Güvenlik Konseyi organlarının birleştirildiği ifade edildikten sonra bekleyen yenilikler 
aşağıdaki gibi sıralanmaktadır;

Savunma; Terörle mücadele ve istikrar operasyonlarına öncelik, Amerikan gönüllü sisteminin yaşadığı sıkıntıların aşılması için yeni özendirmeler.

Diplomasi; Hükümetler, uluslararası kuruluşlar, NGO'lar, think-tank'ler, 
üniversiteler ve sivil toplum ile ilişki için yeni hünerler geliştirilmesi.

Ekonomi; Doların değeri, ticaret, dış yatırımlar, bütçe açığı, enflasyon, 
verimlilik ve rekabet gücünün korunması için kalkınmış ülkelerle işbirliği.

Kalkınma; Küresel ekonominin istikrarı için gelişmekte olan ülkelere yardım (!) 
için ekonomik araçlar ve finans kuruluşları ile angaje olmak.

Anavatan Güvenliği; Tehditlerin önceden belirlenmesi, yasal olmayan girişlerin önlenmesi ve terörist bağların ortaya çıkarılmasına odaklanılacaktır.

İstihbarat; Stratejik istihbarata önem verilerek istihbarat toplumun 
kabiliyetleri artırılacak, dış istihbarat servisleri ile işbirliği yapılacaktır.

Stratejik iletişim; Amerikan çıkarlarını geliştirmek ve meşruiyetini sağlamak 
için özellikle kültürel alanda projeler geliştirilecek, ikna kabiliyeti artırmak 
için medya dışında yeni metotlar bulunacak.

Amerikan Halkı ve Özel Sektör; Amerikan değerleri korunurken, özel sektörün yardımıyla diğer ülkelerdeki özel sektör, NGO'lar, vakıflar ve sivil toplum kuruluşları ile yeni fırsatlar, şeffaflık ve bilgi temini için bağlar geliştirilecektir.

ABD Savunma Stratejisi 2010

QDR 2010'a[2] baktığımızda ilk dikkati çeken şey ABD kafa karışıklığının devam 
ettiği oldu. Bunda QDR 2010'un Şubat ayında Ulusal Güvenlik Stratejisi'nin ise 
Mayıs ayında yayınlanmış olması etkili olabilir. Kafa karışıklığının iki önemli 
belirtisi daha önceki QDR'dan farklı olarak Amerikan ordusu için öngörülen 
dönüşüm yerine 'kuvvetin evrimi' terimi kullanılması, bütçeye temel teşkil 
edecek 'kuvvet ölçeği' için muğlak ifadelerin arkasına saklanılmasıdır. QDR 
2010'un ana hatlarını; devam eden kuvvet yapısı dönüşüm çalışmaları, ordu 
personelinin durumunu iyileştirme, Silahlı Kuvvetlerin ABD içi ve dışı organik 
ilişkilerinin geliştirilmesi ve özellikle iş dünyası ile ilişkilerde reform 
çalışmaları oluşturmaktadır.

Amerika'nın savunma öncelikleri: bugünün savaşlarında üstün olmak (Irak ve 
Afganistan'ı tarif diyor ama kazanmak demiyor); (nükleer) çatışmayı önlemek ve caydırmak; rakipleri (büyük güçleri) yenmeye hazırlanmak ve pek çok ihtimalat (doğal afetler, kırılgan ülkeler vb.) bölgesinde başarılı olmak; (asker 
sıkıntısı yaşanan) gönüllü gücünü muhafaza etmek ve geliştirmek. Amerikan 
çıkarlarının tarif ettiği öncelikli coğrafyalar olarak Orta Doğu ve Güney Asya 
seçilmiştir. Ancak, önceki QDR'larda olduğu bu coğrafya ile ilgili düşünceler ve 
kuvvet projeksiyonu üzerine bağlantılar verilmemektedir. Sadece, Afganistan için El Kaide ile baş edilmesinde Pakistan'ın önemine vurgu yapılmaktadır. Irak'ta ise Irak güvenlik güçlerinin eğitilmesinin önemine değinilirken, nasıl bir Irak ve Orta Doğu konusunda açıklama için zaman erken bulunmuştur. Obama da bu konuya değinemediğine göre anlaşılan Orta Doğu ve Irak ile ilgili gelişmeler oldukça derindir.

Kuvvet yapısı ile ilgili olarak Kara Kuvvetlerine istikrar operasyonları 
öncelikli görev gösterilirken, Deniz Kuvvetlerine açık denizlerde kaybol veya 
müttefik gemilerle gez denilmekte, en büyük gelişme ve öncelik Hava 
Kuvvetleri'ne kaydırılmaktadır. Hava Kuvvetleri için büyük miktarda beşinci 
nesil savaş uçağı temin ederek uzak menzilli ve girilmesi zor bölgeleri vurma 
kabiliyeti geliştirilmeye çalışılmaktadır. Bunun dışında özel kuvvetler, ISR 
(istihbarat, gözetleme, keşif) kabiliyetleri ile siber, elektronik ve haberleşme 
gayretlerinin geliştirilmesine vurgu yapılmaktadır. Amerikanın ordusunun 
dönüşümü ile ilgili önemli kararlar DDG-1000 destroyerleri, Geleceğin Muharebe 
Sistemleri vb.) 2011 bütçe çalışmalarına bırakılmaktadır. Amerikan savunma 
yatırımları için; döner kanatlı uçaklar, insansız hava araçları, patlayıcılara 
karşı sistemler, özel kuvvetler, sivil işler, dil ve kültür uzmanlığı ve 
güvenlik yardımları alanına dikkat çekilmektedir.

Sonuç yerine: "Allah'a Uzak, Amerika'ya Yakın Olmak"

Bir Fransız düşünür Amerikan politikalarını yorumlarken şöyle demişti; "Zavallı 
Meksika, Allah'a ne kadar uzak, Amerika'ya ne kadar yakın!". Bunu söylerken 
şüphesiz Meksika'nın içinde olduğu badireler kadar, Meksika'nın başına çorap 
örmeyi kendi güvenliğinin gereği sayan, yanı başındaki Amerika'ya atıf yapmakta idi. Bugünün yeni Meksikaları arasında Pakistan ve Türkiye de var. Bu ülkelerin güvensizliği Amerika için işlerin yolunda gitmesi demek. Bizlere düşen ise demokrasi ve küresel (!) çıkarlar adına bize biçilen rollere ve olup-bitenlere 
razı ve destek olmak. Obama ile de değişen bir şey olmadığı, ABD derin 
devletinin Obama ile ya da onsuz her zaman kendi yolunda gideceği açıktır. ABD, ne dünya üzerindeki hegemonya rolünden ne de evrenselleştirme (Amerikanlaştırma) merakından vazgeçmiştir. Obama ile sadece ABD'nin ekonomi ve güvenlik yapılanmasını gözden geçirme gibi öncelikleri ortaya çıkmıştır. Kısaca ABD'de para ve insan kaynağı sıkıntısı vardır ve kaynaklarını daha dikkatli kullanmak zorunda hatta ucuza getirmek istemektedir. Bunun için de Türkiye gibi bölgesel çıkarlarının payandaları ikna edilmelidir.

Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi (BÜSAM) Müdürü, 
saityilmaz@beykent.edu.tr

[1] The White House: U.S. National Security Strategy, May 2010, Washington.

[2] U.S. Department of Defense: Quadrennial Defense Review Report, February 
2010,



Uzman Hakkında
Sait Yılmaz

Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
sait.yilmaz@yeditepe.edu.tr

Uzmanın Diğer Yazıları

  İsrail’in Kıyamet Senaryosu 
  Orta Doğu’da Kovboy Diplomasisi 
  ABD Çöküyor... 
  Türk-Yunan Savaşı Ne Zaman? 
  CIA ve Analiz 
  Ermenistan’da neler oluyor? 
  Suriye’de Şimdi Neler Olacak? 
  NATO-Rusya Savaşını Kim Kazanır? 
  Bizi Kim, Neden ve Nasıl Takip Ediyor? 
  Rus Suikast Kültürü 
  Sahipsiz Türkçülük ve Türk Dünyası 
  40. Gününde Afrin ve Zeytin Dalı Harekâtı İçin Notlar 
  Suriye’de Bir Çözüme Ne Kadar Yakınız? 
  Afrin Harekatı ve Türkiye’yi Bekleyenler 
  Savaş ve Kahramanlık Üzerine: Kimler Kahraman Olabilir? 
  Orta Doğu’da Rus Realizmi ve Türkiye 
  Rusya İle İlişkilerin Askeri Matematiği 
  Küresel Sermayenin Kudüs’teki İzleri ve Siyonist Plan 
  Kuzey Kafkasya’nın Çalınmış Savaşları 
  21. Yüzyılda İstihbarat 
  Afrika’da Terör ve Sessiz Savaşlar 
  Kuzey Kore Gerçekleri 
  Devlet Adamı ve Kriz Yönetimi 
  Post-Modern İstihbarat 
  Rusya Örtülü Operasyonlarının Dönüşümü 
  ABD-İran Savaş Senaryosu 
  Transatlantik ilişkiler ve Ortadoğu’nun NATO’su... 
  Ortadoğu’da İngiliz İstihbaratı; 1914-1918 
  Suriye'deki İç Savaşın Gerçek Yüzü ve Türkmenler 
  Gelecek 25 Yıl; Büyük Avrasya Projesi (BAP) 
  Türk-Yunan Sorunlarının Neresindeyiz? 
  (H)iç Güvenlik Paketi Bizleri Nasıl Etkileyecek, Hükümetin Hedefi Ne? 
  Ortadoğu’daki Kuzey Kore: Suudi Arabistan 
  Dünya Orduları 2015’e Nasıl Girdi? 
  Ermeni İddiaları ve Gerçekler 
  Aselsan Cinayetlerinin İzini Sürmek... 
  Küresel Terörün Geldiği Aşamayı Nasıl Okumalıyız? 
  Fransa’daki Terör Olaylarının Anlamı 
  2015'e Girerken Uluslararası Güvenlik Ortamı 
  Yükselen Güç Türkiye Masalı 

***

27 Temmuz 2017 Perşembe

Almanya Türkiye'nin Savunma ve Güvenliğini Mi Hedef Alıyor?

Almanya Türkiye'nin Savunma ve Güvenliğini Mi Hedef Alıyor?

Yazar: Cahit Armağan Dilek
24 Temmuz 2017 Pazartesi

Almanya ile Türkiye arasındaki ilişkiler sonu henüz öngörülemeyen bir kötüleşme sürecine girmiş gözüküyor. Son 1-2 yıldır Türkiye ile Almanya arasındaki krizler bitmek bilmiyor. Önce gelişmeleri bir özetleyelim.




Geçen yıl Suriyeli mültecilerin Avrupa'ya geçişi ve geri kabul anlaşması bağlamında ortaya çıkan krizler İncirlik'teki Alman askerlerinin Alman milletvekillerince ziyaret edilmesine izin verilmemesi ile krize yeni bir halka eklenmişti. 16 Nisan'daki anayasa referandumu sürecinde Türk Bakan ve milletvekillerinin Almanya'da miting yapmasına izin verilmemesiyle krizler yeni bir boyut kazandı. Bu arada İncirlik ziyaretine izin çıkmaması nedeniyle İncirlik'teki Alman savaş uçaklarının ve askerlerinin Ürdün'e taşınması kararı alındı ve uygulamaya geçirildi.

Bunu bir Alman medyasına çalışan gazetecinin PKK terör örgütüne yardım yapmak gerekçesiyle Türkiye'de tutuklanması izledi. Hemen peşinden Alman milletvekillerinin Konya'daki askeri üste bulunan Alman askerlerini ziyaretine izin verilemesiyle kriz ve gerginlik büyüdü. Bunu takip eden günlerde İstanbul Büyükada'da insan hakları aktivistleri olarak bilinen aralarında Alman vatandaşının da olduğu kişilerin toplantı halindeyken yakalanıp tutuklanması Alman hükümetinin sert tepkisine yol açtı.

Alman Dışişleri Bakanı önce sabrımız bitti dedi sonra Türkiye politikamızı değiştiriyoruz dedi, peşinden Türkiye'ye gidecek Alman vatandaşlarına güvende değilsiniz tutuklanabilirsiniz uyarısı yaptı. Ayrıca Türk hükümetinin Türkiye'de iş yapan Alman şirketlerini terör bağlamında soruşturduğunu belirtip Türkiye'de iş yapan firmalara kredi veremeyeceklerini ima ettiler. Son açıklamalarında da Türkiye ile ilgili askeri projeleri ve ticari ilişkileri gözden geçireceklerini belirttiler. Hatta Türkiye'nin güvenilir bir ortak olmaktan uzaklaşmakta olduğunu ifade ederek NATO içinde ve diğer askeri ortaklıklarda işbirliğinin tehlikeye girebileceği imasında bulundular.

Almanya'dan gelen bu açıklamalara karşın Türk hükümeti tutuklananların terör suçlamasıyla tutuklandığını, Alman firmalarına yönelik terör soruşturmasının olmadığını, Almanya'nın suçlamalarının haksız olduğunu, Türkiye'ye dayatma yapılamayacağı gibi ifadeler içeriyordu.

Bu kapsamdaki son gelişme ise Türkiye'yi zorda bırakacak türden. Alman İçişleri bakanlığı Türkiye'nin teröre destek veriyor iddiasıyla kendilerine verilen ve 600'den fazla Alman şirketini içeren listenin Türkiye tarafından geri çekildiğini açıkladı. Almanya Cumhurbaşkanının da Türkiye'ye muhtemel yaptırımları destekleyen ve diplomatik anlamda ağır sayılabilecek açıklamasını da unutmamak gerekir.

Almanya krize hazırlıklı, alternatifleri hazır, Türkiye günlük hamleler yapıyor kriz yönetimi yapamıyor

Her iki tarafın açıklamalarına, krizi ele alışlarına bakılıra Almanya'nın baş gösteren krizlerin daha da derinleşebileceğini öngörüp alternatifler hazırladığını ve kartlarını peşpeşe masaya sürdüğünü görüyoruz. Türkiye ise tepkisel bir politika izler görüntüsünde. Halbuki günümüzde hem günlük hayatta, hem meteorolojik şartlarda, hem güvenlik ortamında hem de iç ve dış siyasette olağanüstü beklenmedik gelişmeler yaşanmaktadır.

Bunun içindir ki ülkeyi yönetenler ve kurumlar sorumlu oldukları alanda kriz yönetimi üzerinde çalışmalı, alternatif hal tarzlarını belirlemeli dış politikada karşı tarafın neler yapabileceğini bunların Türkiye'ye etkilerini değerlendirip Türkiye'nin nasıl karşılık vermesi gerektiğini belirlemiş olmalıdır. Bu bağlamda Almanya'nın Türkiye ile krizi kendi lehinde yönlendirmede başarılı olduğunu görüyoruz. Çünkü kriz yönetimine hazırlıklı olmayan Türk hükümeti belki de en son söyleyeceğini ilk hamlede söyleyip onun da gereğini yapamayınca geri adım atmak zorunda kalıyor ve krizde kaybeden taraf oluyor.

Türk-Alman krizinden kim zararlı çıkar?

İki ülke arasında bir kriz yaşandığında sadece tek tarafın kayıplar yaşayacağını düşünmek doğru değil ancak bir tarafın çok büyük zararlar yaşarken diğer tarafın zararlarının simgesel boyutta kalması mümkün. Bunu anlamak için Türkiye ile Almanya arasında ilişkilere özet olarak bakalım.

Ticari ilişkiler dış ticaret açığı Türkiye aleyhinde artarak büyüyor. Türkiye'ye gelen turistler içinde Alman turistlerin payı %11 civarında. Türkiye ihracatının ortalama %10'unun Almanya'ya yapıyor.  İthalatının da yine yaklaşık %10'unu Almanya'dan yapıyor. Almanya ise ihracatının %1.6'sını Türkiye'ye, ithalatının ise %1,3'ünü Türkiye'den yapıyor. Buna göre Almanya'nın dış ticaret listesinde Türkiye en fazla ticaret yapılan 20inci ülke iken Türkiye'nin dış ticaret listesinde Almanya en fazla ticaret yapılan 1inci ülke durumunda. Türkiye'ye doğrudan yatırım yapan ülkeler sıralamasında Almanya %6.3'lük payla 6ncı sırada. Türkiye'de iş yapan yabancı sermayeli şirket sayıları bağlamında ise 6879 şirketle Almanya açık ara 1inci sırada. 

Askeri ilişkiler bağlamında özellikle Türk Deniz Kuvvetlerinin yoğun bağlantıları var. Örneğin denizaltılar ve savaş gemilerinin makineleri Almanya'dan alınıyor. Yine Alman patentli üretilen savaş gemilerinin/denizaltıların birçok yedek parçası bağlamında Almanya ile bağlantılı ve ilişkilerin devamı kritik önemde. Ayrıca tankların motorları (ki şuanda artık alınamıyor) da Almanya'dan alınmak durumundaydı.

Bu bilgiler şunu gösteriyor. Krizin derinleşmesi ve Almanya'nın ambargoyu andıracak tedbirleri uygulamaya geçirmesi, ticari ilişkilerin durma noktasına gelmesi ve turist sayısının azalması halinde Türk ekonomisini hissedilir derecede etkileyecektir. Ayrıca 1991'de tankların PKK'ya karşı kullanılmasını engellemek üzere tank satışlarını durdurduğu gibi şimdi de Türk Deniz Kuvvetlerine yönelik benzer bir ambargoya yönelmesi Deniz Kuvvetlerinin faaliyet etkinliğinin düşmesine yol açabilir. Ege ve Doğu Akdeniz (Kıbrıs ve çevresi)'deki kritik gelişmelerin yaşandığı bu dönemde bu husus Türkiye için istenmeyen bir durum oluşturacaktır.

Almanya demek AB demek

 Ayrıca derinleşecek kriz Almanya'da yaşayan Türk vatandaşlarının durumunu da zora sokabilecektir. Diğer taraftan Almanya'yı sadece Almanya olarak görmek de doğru değildir. İngiltere'nin AB'den çıkma kararıyla birlikte Almanya'nın AB içindeki lider pozisyonu daha da belirginleşmiştir. Dolayısıyla Almanya ile yaşanan her sorun AB ile yaşanan sorun olarak karşımıza çıkması ya da AB'nn diğer üyelerinin de karşımızda Almanya'nın yanında yer almasıyla sonuçlanacaktır. Hollanda, Belçika, Avusturya ile yaşanan ve şimdilik sönümlenen krizler bunun işaretleridir. Ege ve Kıbrıs'ta Yunan tarafıyla yaşanan anlaşmazlıklarda karşımızda ya da masada AB'nin de yer alması bunun bir başka işaretidir. Ege'de Suriyeli mültecilerin Avrupa'ya geçişini önlemek üzere görevlendirilen NATO kuvvetinin Alman amiral ve Alman savaş gemisi liderliğinde sürdürülmesi bunun bir başka örneğidir.

Ne yapmalı?

Almanya Türkiye ile krizi yönetirken Alman hükümetinin yaklaşan seçimleri de dikkate alarak bir iç politika malzemesi olarak kullandığı dikkate alınması gerektiği gibi Almanya'nın artık AB lideri olarak küresel politikalara yöneldiğini, Ortadoğu'ya yönelik politikalarını hayata geçirmek bağlamında Türkiye ile çakışan çıkarları olduğunu da görmek, politikalar ve hal tarzları belirlenirken bunları da dikkate almak gerekiyor.

İkili ilişkilerde dengenin büyük oranda Almanya lehinde bozulmuş olması illaki Türkiye'nin kaybedeceği zarar göreceği anlamına gelmiyor. Ancak şuan oluşan durum ve denge Türkiye aleyhinde bir sonucun habercisidir. Almanya krizde insiyatifi ele geçirmiş gibi ve daha sert açıklamalarla adeta Türkiye'ye yüklenmeye devam ediyor. Süreç ekonomik/ticari bir ambargoya dönüşmese de ya da Almanya iş bu yönde tırmandırmayacak olsa da dış politikanın en önemli unsuru olan askeri gücün kullanılmasını sekteye uğratacak şekilde Türkiye aleyhinde bir durumu yaratacak şekilde sınırlı tutabilir. Ve görünürde sınırlı olan bu durum Türkiye için kritik bir durum yaratacaktır. Yani Almanya'nın alacağı tedbirlerin sonucunda Türkiye'nin savunma ve güvenliğini olumsuz etkileyecek bir durum oluşabilir. Almanya böylelikle hem ekonomik bir zarar görmez hem de Türkiye'yi kendi politikalarına uygun davranmak zorunda bırakabilir.

Bu bağlamda ayrıca 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Almanya'nın kendi ülkesine sığınan FETÖcülere yönelik tavrı, darbe girişimi öncesinde ortaya çıkan değişik gizli dinleme olayları, FETÖ ve PKK dahil Türkiye'ye karşı terör eylemlerinde bulunan örgütlere yönelik koruyucu yaklaşımı Almanya'nın Türkiye'nin savunma ve güvenlik alanında zafiyet oluşmasında zımnen de olsa dahil olduğunu işaret etmektedir. Ayrıca bugün AB lideri konumundaki Almanya'nın geçmişte de Türkiye'nin AB üyesi olmasını engelleyen asli güç olduğunu da unutmamak gerekir.

Ancak durumu iyi analiz eden, gerçekçi değerlendiren, milli güç unsurlarının farkında olan, karşı tarafın zayıf ve kuvvetli yönlerini iyi analiz eden bir Türkiye kendi çıkarlarına en uygun hal tarzını kabul ettirecek güçtedir. Bu kapsamda örneğin Almanya'nın hasbelkader zengin olduğunu söylemenin gerçeklerle yakından uzaktan bir ilgisi yoktur. Almanya'nın nasıl zengin olduğu milli güç unsurlarının iyi bir analiziyle çok net şekilde ortaya çıkacaktır. Yeter ki karar alama sürecini kurumsal olarak uygulasın yeter ki devletin kurumlarının bilgi birikimin farkına varsın. Tabi bu arada evrensel değerlerin ve kavramların da özünü kavrayarak genel yaklaşım ve suçlamalardan vazgeçsin.

Türkiye, Almanya ile yaşanan krizin karşı tarafın bir gazetecinin ya da bir insan hakları aktivistinin tutuklandığı iddialarıyla derinleştiğini hatırlayarak, bir anlamda empati yapmayı, terör ifade özgürlüğü fikir hürriyeti basın özgürlüğü gibi alanlarda evrensel değerler bağlamında daha dikkatli adımlar atmalıdır. Kişiler üzerinden değil de ilkeler ve değerler üzerinde hareket edildiğinde tutarlı olunacağı bununda başarı getireceği unutulmamalıdır. Unutulmaması gereken diğer husus da dış politikanın en önemli hatta belki de tek destek unsuru olan askeri güç yani Ordu'nun olduğudur. İşte Türk hükümeti hem iç hem de dış politikasını belirlerken ve uygularken askeri gücünün etkisiz hale getirecek sonuçların oluşmasına izin vermemeyi esas almalıdır.

Bugün Suriye'de Irak'ta, Ege'de Kıbrıs'ta dış politikada etkisiz kalınmasının arkasında dış cepheyi yani Atatürk'ün deyimiyle gücü kuvveti temsil eden Türk Ordusunun kumpas davaları ve sonrasındaki FETÖ darbe girişimiyle caydırıcılığın zedelenmesi olduğu görülmelidir. Belki de bunun içindir ki ABD ve Almanya Türkiye ile krizleri tırmandırıp kendi politikalarını dayatma cesareti bulabiliyorlar. 


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2017/07/24/8680/almanya-turkiyenin-savunma-ve-guvenligini-mi-hedef-aliyor


***