diplomasi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
diplomasi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Haziran 2019 Cumartesi

ORTA DOĞUDA ABD NİN AMACI MÜTTEFİKLERİNİ KONTROL EDEBİLMEK.,

ORTA DOĞUDA ABD NİN AMACI MÜTTEFİKLERİNİ KONTROL EDEBİLMEK.,



ABD’nin En Önemli Amacı Müttefiklerini Kontrol Edebilmek

SETA Güvenlik Araştırmacısı Aslan, S-400 meselesi hakkında, "ABD için sorun olan husus, Türkiye'nin kontrol edilebilirlikten çıkması ve kapasitesinin 
bölgedeki Amerikan faaliyetlerini engelleyebilecek seviyeye ulaşması." dedi.


Murat Aslan 
24 Mayıs 2019
Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) Güvenlik Araştırmacısı Murat Aslan, ABD‘nin, Türkiye’nin S-400 füze savunma sistemi satın almasına 
karşı çıkmasının altında yatan sebebin, Türkiye’nin kontrol edilebilirlikten çıkması ve kapasitesinin bölgedeki Amerikan faaliyetlerini engelleyebilecek seviyeye ulaşması olduğu değerlendirmesinde bulundu.

Savunma politikaları ve güvenlik alanında araştırma yapan uzmanlar, Türkiye’nin Rusya ile yaptığı S-400 anlaşmasına ilişkin NATO ve ABD’nin sergilediği 
tutumunun yanı sıra Türkiye’nin ortaya koyduğu tezleri AA muhabirine değerlendirdi.

SETA Güvenlik Araştırmacısı Murat Aslan, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi satın alması üzerine Türkiye’nin NATO’dan çıkarılması 
gerektiğine ilişkin iddialara karşı çıkarak, NATO ve Türkiye’nin bir bütün olduğu, karşı karşıya olmadığının altını çizdi. Aslan, “Türkiye, NATO’nun bir parçası. Dolayısıyla Türkiye ve NATO ifadesi bile bence doğru değil.” dedi.

Öte yandan Türkiye’nin silah tedarikinde yapmış olduğu seçimlerin, NATO’nun tercih alanında olmadığına işaret eden Aslan, her devletin istediği silahı alabileceği değerlendirmesinde bulundu. Aslan, bu nedenle S-400 meselesinin NATO ile Türkiye arasındaki bir sorun olmaktan ziyade, Türkiye ile ABD arasındaki bir sorun olduğu yorumunu yaptı.

Aslan, halihazırda NATO üyesi ülkelerde Sovyetler Birliği döneminden kalmış ve daha sonra tedarik edilmiş Rus silah sistemleri olduğuna işaret ederek, bunun en bariz örneğinin Girit Adası’na konuşlandırılmış S-300 sistemleri olduğunu belirtti.

ABD’nin, Türkiye’nin S-400 satın almasına karşı çıkmasının altında yatan asıl nedenin, teknik nedenlerden kaynaklanmadığını dile getiren Aslan, bilakis ABD’deki silah sanayinin baskısı olduğunu vurguladı.

Aslan, ABD’nin, Soğuk Savaş döneminin ardından Sovyetler Birliği’nin silah pazarı olarak hedeflediği eski Doğu Bloğu ülkelerine silah satmaya başladığını ve dolayısıyla bu ülkelerin tekrar Rusya’dan silah tedarik etmesini istemeyeceğini belirtti. Aslan, bunun olması durumunda Amerikan silah sanayisinin olumsuz etkilenebileceğini kaydetti.

ABD’nin, Türkiye’nin, Rusya’dan S-400 satın almasının NATO üyesi diğer ülkelere emsal teşkil etmesinden endişe duyduğunu dile getiren Aslan, bu bağlamda, ABD’nin en önemli amacının müttefiklerini kontrol edebilmek olduğunu bildirdi. Aslan, “Bu sonuç olarak şunu gösteriyor; S-400 meselesi bir Amerikan problemidir.” diye konuştu.

Aslan, ABD’nin öne sürdüğü teknik nedenlerin sağlam temeller üzerine oturmadığı eleştirisinde bulanarak, “ABD için sorun olan husus, Türkiye’nin kontrol edilebilirlikten çıkması ve kapasitesinin bölgedeki Amerikan faaliyetlerini engelleyebilecek seviyeye ulaşması.” ifadesini kullandı.

ABD’nin yaptırım uygulama olasılığına değinen Aslan, bölge halkının Türkiye’ye duyduğu sevgiyi de “yumuşak güç” olarak niteleyerek, şöyle devam etti:

“ABD eğer yaptırım uygularsa, Körfez’de İran’a karşı ısınan sular, kendi açısından sıkıntı oluşturur çünkü Türkiye yaptırıma maruz kaldığında daha otonom bir politika uygulayacaktır ve bu durum ABD’nin bu bölgede daha da yalnızlaşmasına neden olacaktır. Suriye’nin doğusunda şu anda bin civarında asker bırakacaklar. Irak’ta askerleri var. Türkiye’ye yaptırım uygulayıp bir şekilde karşı karşıya geldiklerinde, Türkiye’nin en büyük gücü olan yumuşak gücüyle muhatap olmak zorunda kalacaklar.”

Aslan, yaptırımların devreye girmesi durumunda, ABD’nin bu sürecin uzun vadeli sonuçlarını düşünmesi gerektiğinin altını çizerek, “Süreç hem Türkiye için yönetilebilir olmalı ama ABD açısından da uzun dönemde yönetilebilir mi değil mi buna bakmak lazım.” dedi.

“Türkiye Acilen kaynaklarını Çeşitlendirmeli”

Savunma Politikaları Araştırmacısı Arda Mevlütoğlu da S-400 meselesinin yakın zamanda bir çözüme kavuşturulamaması durumunda, Türkiye ile ABD arasında daha ciddi bir krizin ortaya çıkabileceği değerlendirmesinde bulundu.

Bu krizin doğrudan NATO’yu ve örgütün çeşitli gerilimlerde müdahale ya da politika üretme kabiliyetini etkileyebileceğine işaret eden Mevlütoğlu, “Mesele birden bire Türkiye-Amerika krizinden, bir NATO iç krizine dönüşebilir.” yorumunu yaptı.

Mevlütoğlu, S-400’ün komplike bir sistem olması sebebiyle Rusya ile devamlı bir iletişim gerektirdiğini belirterek, Rusya ile böyle bir bağlantı kurulmasının NATO müttefikleri tarafından ciddi bir tehdit olarak algılandığını dile getirdi.

ABD’nin, Türkiye’nin S-400 alması durumunda F-35’in bilgisinin Rusya’nın eline geçebileceği yönünde endişe duyduğunu belirten Mevlütoğlu, şunları kaydetti:

“Türkiye’nin, bu bilgilerin Rusya’nın eline geçmemesi için gerekli tedbirleri alabileceğine dair bir güvence ve taahhüdü var. ABD’nin de buna itimat etmesi gerekir çünkü Türkiye, 67 yıldır NATO’nun en önemli üyesi. Hemen hemen her operasyonda yer aldı. Tüm taahhütlerini eksiksiz yerine getirdi. Dolayısıyla Türkiye’nin NATO’nun en köklü üyelerinden birisiyse eğer NATO’nun her şeyine tam destek verdiyse bu konuda da gerekli önlemleri alabileceği yönünde ikna etmesi gerekir.”

ABD’nin olası yaptırımlarına karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiğine de değerlendiren Mevlütoğlu, “Türkiye, kaynaklarını çeşitlendirmeli. Bu kısa vadede hemen uygulamaya konulacak bir şey değil fakat her türlü teknolojide de silah sisteminde de ya da ARGE’de de kaynaklarımızın çeşitlendirilmesi bizim en öncelikli tercihi olması gerekir.” dedi.

Mevlütoğlu, Türkiye’nin kısa vadede acilen müttefikler bulması gerektiğinin altını çizerek, “Türkiye’nin tezlerine hak veren, savunan ya da Türkiye ile fikir birliğini açık şekilde deklare eden ülke, kuruluş ya da akademik bunların sayısının hızla artırılması gerekiyor.” şeklinde konuştu.

Uluslararası camiada Türkiye’nin tezlerini dile getiren kanallar olmazsa yalnızlığa itilme tehdidinin ortaya çıkacağını savunan Mevlütoğlu, “Böyle olması durumunda, herkes Amerika’nın tezleri ve argümanlarıyla konuşur hale gelir. Bu da bizim için daha da kötü bir senaryo haline gelir.” ifadelerini kullandı.
[AA, 24 Mayıs 2019]

https://www.setav.org/abdnin-en-onemli-amaci-muttefiklerini-kontrol-edebilmek/

***

31 Ağustos 2018 Cuma

ABD GÜVENLİK VE SAVUNMA POLİTİKALARI – 2010

  ABD GÜVENLİK VE SAVUNMA POLİTİKALARI – 2010 
























Prof. Dr. Sait Yılmaz* 
ABD GÜVENLİK VE SAVUNMA POLİTİKALARI – 2010
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü        
19 Temmuz 2010 Pazartesi

  Amerikan Hegemonyasının temel kuramı olan Realizm;

İkinci Dünya Savaşı'ndan bugüne Modernizm düşüncesi temelinde; 1980'lerden 
itibaren siyasi olarak demokrasi, Ekonomik olarak kalkınma (development) ve 
1990'lardan itibaren ise kültürel kod olarak ise iletişim (diyalog) projesi adı 
verilen üç alt konsept ile pratikte uygulama alanı buldu. Bu üç proje ülkeleri 
içten ve dışarıdan saran 'ağ stratejisi' ile pratiğe geçmiştir. 
Amerika, hükmetmeyi değil, kontrol etmeyi amaçlar. Soğuk Savaş sonrası ABD'nin yeni vizyon arayışları içinde sırası ile George H.W. Bush'un "Yeni Dünya Düzeni (The New World Order)", Clinton'ın "Küreselleşme (Globalization)" ve oğul Bush'un "Terörizme Savaş Esnasında Hegemonya (War on Terror)" veya "Demokratik Realizm" anlayışının yerini 2008 seçimleri ile birlikte Obama'nın "Yeni İdealizm (The New Idealism)" vizyonu aldı. Obama dönemi yeni güvenlik stratejisi ve Dört Yıllık Savunma Gözden Geçirme Raporu (QDR 2010)'un yayınlanması ile artık Obama'nın niyetlerini daha iyi sorgulayabiliriz.

Yeni ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi

ABD Başkanı Obama'nın kalem aldığı ve imzaladığı yeni ABD güvenlik stratejisi 
daha cümlesinden "ABD'nin dünya üzerindeki tarihi rolünden, evrenselleştirme 
iddiasından, Amerikan çıkarlarına bağlılığından ve demokrasinin öneminden" dem vurarak işe başlıyor[1]. Sunuş bölümünde Amerikan politikalarının özünde bir değişiklik olmadığını anlıyor, sadece yeni dönemde 'nasıl' olacağı konusunda 
yeni bir şeyler bulma arayışına giriyorsunuz. Genel bir özet yapacak olursak, 
Obama önceliği içeriye; ekonominin düzeltilmesine, iç güvenliğin daha sıkı 
koordinasyonuna ve ABD'nin dışarıda bir şeyler yapabilmesi için iç 
mekanizmaların daha iyi kurgulanmasına vermiş durumdadır. Dışarıya yönelik 
iddialarında bir değişiklik olmamakla birlikte işi ucuza getirmek için ortaklara 
dayanma, müttefiklerle paylaşma gibi unsurlar yanında daha çok yumuşak güce 
dayanmak için diplomatlar, NGO'lar, sivil toplum ve özel sektör arasında yeni 
bir kurgu arayışı öne çıkmaktadır. AB Komisyonu Başkanı Barosso'nun yakın 
zamandaki şikâyetlerini haklı çıkaracak şekilde Avrupa ile ilişkilere hemen hiç 
değinmemektedir.

Ulusal güvenlik stratejisinin odak noktasını 21. yüzyıldaki çıkarlarını daha 
etkili bir şekilde sağlamak için Amerikan liderlik (hegemonya) kurgusunu 
yenilemek oluşturmaktadır. Bir yandan içeride bu kurgu yenilirken dışarıda 
Amerikan çıkarlarına uygun şekillendirmeler devam edecektir. İçeride yapılması 
gerekenler sırası ile: ekonominin uzun vadeli bir gelişme sağlayacak düzlüğe 
çıkarılması; anavatan güvenliği ve ulusal güvenlik yapılarının her seviyede 
entegrasyonu; dünya üzerinde demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi (bildik) argumanlar üzerinden (Amerikan etki ve kontrol sistemini yaymak için) daha kuvvetli bir yapılanmaya gitmek ve bu yapının diğer uluslararası kurumlar ve ortaklar (ülkeler) ile bağlarını güçlendirmek. Söz konusu uluslararası kurumlar içinde NATO, BM, IMF ve Dünya Bankası (WB) adları öne çıkarken ülkeler arasında üç grup ayrımı belirgindir. Birinci grupta önem verdiği; Çin, Hindistan ve Rusya, ikinci grup ise artan önemleri ile Brezilya, Güney Afrika ve Endonezya'dır. ABD'nin bölgesel politikaları için önemli olan üçüncü grup içinde Pakistan ve Türkiye öne çıkmaktadır. Türkiye için Sayfa 42'de Obama özel bir cümle kullanmaktadır; "Türkiye'ye (özellikle bölgesel ortak çıkarlarımız için) 
angaje olmaya devam edeceğiz." Artık nasıl anlarsanız anlayın!

Amerika önceliğini anavatan (iç) güvenliğine vermekte ve en önemli tehdit olarak nükleer silaha sahip İran ve Kuzey Kore'nin adını söylemektedir. Daha sonra sırayı El Kaide almaktadır. Müteakiben, Irak, İsrail-Filistin çatışması ve 
Müslüman ülkeler ile ilgili beklentileri gelmektedir. Güvenlik stratejisinin 
ilginç olan bölümü ulusal kapasitenin geliştirilmesi için öngörülen eylem 
planıdır. Bu bölümde: dünya üzerinde askeri üstünlüğün korunması; diplomatik ve ekonomik vasıtalara daha çok yatırım yapılması; istihbaratın asimetrik tehditler için zamanında bilgi sağlaması; ulusal güvenlik, yardım programları ve (yumuşak güç) mekanizmalarının eğitimi, yenilenmesi ve güçlendirilmesi üzerinde durulmaktadır. Beyaz Saray'daki Anavatan Güvenliği ve Ulusal Güvenlik Konseyi organlarının birleştirildiği ifade edildikten sonra bekleyen yenilikler 
aşağıdaki gibi sıralanmaktadır;

Savunma; Terörle mücadele ve istikrar operasyonlarına öncelik, Amerikan gönüllü sisteminin yaşadığı sıkıntıların aşılması için yeni özendirmeler.

Diplomasi; Hükümetler, uluslararası kuruluşlar, NGO'lar, think-tank'ler, 
üniversiteler ve sivil toplum ile ilişki için yeni hünerler geliştirilmesi.

Ekonomi; Doların değeri, ticaret, dış yatırımlar, bütçe açığı, enflasyon, 
verimlilik ve rekabet gücünün korunması için kalkınmış ülkelerle işbirliği.

Kalkınma; Küresel ekonominin istikrarı için gelişmekte olan ülkelere yardım (!) 
için ekonomik araçlar ve finans kuruluşları ile angaje olmak.

Anavatan Güvenliği; Tehditlerin önceden belirlenmesi, yasal olmayan girişlerin önlenmesi ve terörist bağların ortaya çıkarılmasına odaklanılacaktır.

İstihbarat; Stratejik istihbarata önem verilerek istihbarat toplumun 
kabiliyetleri artırılacak, dış istihbarat servisleri ile işbirliği yapılacaktır.

Stratejik iletişim; Amerikan çıkarlarını geliştirmek ve meşruiyetini sağlamak 
için özellikle kültürel alanda projeler geliştirilecek, ikna kabiliyeti artırmak 
için medya dışında yeni metotlar bulunacak.

Amerikan Halkı ve Özel Sektör; Amerikan değerleri korunurken, özel sektörün yardımıyla diğer ülkelerdeki özel sektör, NGO'lar, vakıflar ve sivil toplum kuruluşları ile yeni fırsatlar, şeffaflık ve bilgi temini için bağlar geliştirilecektir.

ABD Savunma Stratejisi 2010

QDR 2010'a[2] baktığımızda ilk dikkati çeken şey ABD kafa karışıklığının devam 
ettiği oldu. Bunda QDR 2010'un Şubat ayında Ulusal Güvenlik Stratejisi'nin ise 
Mayıs ayında yayınlanmış olması etkili olabilir. Kafa karışıklığının iki önemli 
belirtisi daha önceki QDR'dan farklı olarak Amerikan ordusu için öngörülen 
dönüşüm yerine 'kuvvetin evrimi' terimi kullanılması, bütçeye temel teşkil 
edecek 'kuvvet ölçeği' için muğlak ifadelerin arkasına saklanılmasıdır. QDR 
2010'un ana hatlarını; devam eden kuvvet yapısı dönüşüm çalışmaları, ordu 
personelinin durumunu iyileştirme, Silahlı Kuvvetlerin ABD içi ve dışı organik 
ilişkilerinin geliştirilmesi ve özellikle iş dünyası ile ilişkilerde reform 
çalışmaları oluşturmaktadır.

Amerika'nın savunma öncelikleri: bugünün savaşlarında üstün olmak (Irak ve 
Afganistan'ı tarif diyor ama kazanmak demiyor); (nükleer) çatışmayı önlemek ve caydırmak; rakipleri (büyük güçleri) yenmeye hazırlanmak ve pek çok ihtimalat (doğal afetler, kırılgan ülkeler vb.) bölgesinde başarılı olmak; (asker 
sıkıntısı yaşanan) gönüllü gücünü muhafaza etmek ve geliştirmek. Amerikan 
çıkarlarının tarif ettiği öncelikli coğrafyalar olarak Orta Doğu ve Güney Asya 
seçilmiştir. Ancak, önceki QDR'larda olduğu bu coğrafya ile ilgili düşünceler ve 
kuvvet projeksiyonu üzerine bağlantılar verilmemektedir. Sadece, Afganistan için El Kaide ile baş edilmesinde Pakistan'ın önemine vurgu yapılmaktadır. Irak'ta ise Irak güvenlik güçlerinin eğitilmesinin önemine değinilirken, nasıl bir Irak ve Orta Doğu konusunda açıklama için zaman erken bulunmuştur. Obama da bu konuya değinemediğine göre anlaşılan Orta Doğu ve Irak ile ilgili gelişmeler oldukça derindir.

Kuvvet yapısı ile ilgili olarak Kara Kuvvetlerine istikrar operasyonları 
öncelikli görev gösterilirken, Deniz Kuvvetlerine açık denizlerde kaybol veya 
müttefik gemilerle gez denilmekte, en büyük gelişme ve öncelik Hava 
Kuvvetleri'ne kaydırılmaktadır. Hava Kuvvetleri için büyük miktarda beşinci 
nesil savaş uçağı temin ederek uzak menzilli ve girilmesi zor bölgeleri vurma 
kabiliyeti geliştirilmeye çalışılmaktadır. Bunun dışında özel kuvvetler, ISR 
(istihbarat, gözetleme, keşif) kabiliyetleri ile siber, elektronik ve haberleşme 
gayretlerinin geliştirilmesine vurgu yapılmaktadır. Amerikanın ordusunun 
dönüşümü ile ilgili önemli kararlar DDG-1000 destroyerleri, Geleceğin Muharebe 
Sistemleri vb.) 2011 bütçe çalışmalarına bırakılmaktadır. Amerikan savunma 
yatırımları için; döner kanatlı uçaklar, insansız hava araçları, patlayıcılara 
karşı sistemler, özel kuvvetler, sivil işler, dil ve kültür uzmanlığı ve 
güvenlik yardımları alanına dikkat çekilmektedir.

Sonuç yerine: "Allah'a Uzak, Amerika'ya Yakın Olmak"

Bir Fransız düşünür Amerikan politikalarını yorumlarken şöyle demişti; "Zavallı 
Meksika, Allah'a ne kadar uzak, Amerika'ya ne kadar yakın!". Bunu söylerken 
şüphesiz Meksika'nın içinde olduğu badireler kadar, Meksika'nın başına çorap 
örmeyi kendi güvenliğinin gereği sayan, yanı başındaki Amerika'ya atıf yapmakta idi. Bugünün yeni Meksikaları arasında Pakistan ve Türkiye de var. Bu ülkelerin güvensizliği Amerika için işlerin yolunda gitmesi demek. Bizlere düşen ise demokrasi ve küresel (!) çıkarlar adına bize biçilen rollere ve olup-bitenlere 
razı ve destek olmak. Obama ile de değişen bir şey olmadığı, ABD derin 
devletinin Obama ile ya da onsuz her zaman kendi yolunda gideceği açıktır. ABD, ne dünya üzerindeki hegemonya rolünden ne de evrenselleştirme (Amerikanlaştırma) merakından vazgeçmiştir. Obama ile sadece ABD'nin ekonomi ve güvenlik yapılanmasını gözden geçirme gibi öncelikleri ortaya çıkmıştır. Kısaca ABD'de para ve insan kaynağı sıkıntısı vardır ve kaynaklarını daha dikkatli kullanmak zorunda hatta ucuza getirmek istemektedir. Bunun için de Türkiye gibi bölgesel çıkarlarının payandaları ikna edilmelidir.

Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi (BÜSAM) Müdürü, 
saityilmaz@beykent.edu.tr

[1] The White House: U.S. National Security Strategy, May 2010, Washington.

[2] U.S. Department of Defense: Quadrennial Defense Review Report, February 
2010,



Uzman Hakkında
Sait Yılmaz

Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
sait.yilmaz@yeditepe.edu.tr

Uzmanın Diğer Yazıları

  İsrail’in Kıyamet Senaryosu 
  Orta Doğu’da Kovboy Diplomasisi 
  ABD Çöküyor... 
  Türk-Yunan Savaşı Ne Zaman? 
  CIA ve Analiz 
  Ermenistan’da neler oluyor? 
  Suriye’de Şimdi Neler Olacak? 
  NATO-Rusya Savaşını Kim Kazanır? 
  Bizi Kim, Neden ve Nasıl Takip Ediyor? 
  Rus Suikast Kültürü 
  Sahipsiz Türkçülük ve Türk Dünyası 
  40. Gününde Afrin ve Zeytin Dalı Harekâtı İçin Notlar 
  Suriye’de Bir Çözüme Ne Kadar Yakınız? 
  Afrin Harekatı ve Türkiye’yi Bekleyenler 
  Savaş ve Kahramanlık Üzerine: Kimler Kahraman Olabilir? 
  Orta Doğu’da Rus Realizmi ve Türkiye 
  Rusya İle İlişkilerin Askeri Matematiği 
  Küresel Sermayenin Kudüs’teki İzleri ve Siyonist Plan 
  Kuzey Kafkasya’nın Çalınmış Savaşları 
  21. Yüzyılda İstihbarat 
  Afrika’da Terör ve Sessiz Savaşlar 
  Kuzey Kore Gerçekleri 
  Devlet Adamı ve Kriz Yönetimi 
  Post-Modern İstihbarat 
  Rusya Örtülü Operasyonlarının Dönüşümü 
  ABD-İran Savaş Senaryosu 
  Transatlantik ilişkiler ve Ortadoğu’nun NATO’su... 
  Ortadoğu’da İngiliz İstihbaratı; 1914-1918 
  Suriye'deki İç Savaşın Gerçek Yüzü ve Türkmenler 
  Gelecek 25 Yıl; Büyük Avrasya Projesi (BAP) 
  Türk-Yunan Sorunlarının Neresindeyiz? 
  (H)iç Güvenlik Paketi Bizleri Nasıl Etkileyecek, Hükümetin Hedefi Ne? 
  Ortadoğu’daki Kuzey Kore: Suudi Arabistan 
  Dünya Orduları 2015’e Nasıl Girdi? 
  Ermeni İddiaları ve Gerçekler 
  Aselsan Cinayetlerinin İzini Sürmek... 
  Küresel Terörün Geldiği Aşamayı Nasıl Okumalıyız? 
  Fransa’daki Terör Olaylarının Anlamı 
  2015'e Girerken Uluslararası Güvenlik Ortamı 
  Yükselen Güç Türkiye Masalı 

***

24 Şubat 2017 Cuma

TÜRKİYE’NİN ENERJİDE DIŞA BAĞIMLILIĞININ TÜRKİYE-RUSYA İLİŞKİLERİNE ETKİLERİ





TÜRKİYE’NİN ENERJİDE DIŞA BAĞIMLILIĞININ TÜRKİYE - RUSYA İLİŞKİLERİNE ETKİLERİ




Barış DOSTERİ 
Özet ;

Bu metin 23 – 24 Eylül 2014 tarihlerinde Kocaeli Üniversitesinde düzenlenen “ Uluslararası Enerji ve Güvenlik Kongresi ” başlıklı konferansta sunulan tebliğdir. 


Türkiye, enerji tedarikinde dısa bağımlı bir ülkedir. Özellikle petrol ve doğalgaz açısından bu bağımlılık, Türk dıs politikasını da derinden etkiler. 
Öncelikle Rusya, Dran, Irak ve Azerbaycan gibi komsularından enerji ithal eden Türkiye’nin, doğalgazda Rusya’ya olan mutlak bağımlılığı, ilk nükleer santralin 
yapımının da yine bu ülke tarafından üstlenilmesi, iki ülkenin diplomatik iliskilerine de yansır. Suriye, Irak, Dran gibi önemli bölgesel konularda 
birbirinden farklı, hatta karsıt politikalar izleyen Ankara ve Moskova arasındaki iliskilerde, enerji her zaman ilk sırada gelir. Türkiye’nin bir numaralı dıs ticaret ortağı olan Rusya, dıs politikasında enerjiyi sadece Türkiye’ye karsı değil, Avrupa’ya karsı da önemli bir diplomatik silah olarak kullanır. Türkiye’nin yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmemesi, elektrik enerjisinde tek kaynağa (doğalgaz), bu kaynağın temininde de tek ülkeye (Rusya) bağımlı olması, enerji güvenliği ve ekonomik istikrar açısından olduğu kadar, dıs politika ve güvenlik açısından da önemli bir sorundur. 

Anahtar Kelimeler: Enerji, güvenlik, diplomasi, bağımlılık, doğalgaz. 

Giriş 

Enerji, uluslararası iliskilerde büyük önem tasır. Siyasette, ekonomide, diplomaside, güvenlikte çok önemli olan bir kaynaktır. Ona sahip olanlar tarafından stratejik bir silah olarak kullanılır. Çetin mücadelelerin, kanlı savasların nedenleri arasında ilk sıralarda gelir. Enerji kaynaklarının dünyadaki dengesiz dağılımı dikkate alındığında, Dngilizlerin ünlü devlet adamı Winston Churchill’in su sözleri daha iyi anlasılır: “Bir damla petrol, bir damla kandan daha değerlidir”. Ülkelerin artan enerji talebinin yanında, artan nüfus da enerji 
alanındaki rekabeti keskinlestirir. Enerjinin çıkarılıp islenmesinden baslayarak, arzında, pazarlanmasında, tasınmasında zorlu bir rekabet söz konusudur. Ancak enerji arz güvenliğinde kolay çözümler yoktur. Enerjinin erisilebilir ve sürdürülebilir olması da kolay değildir. Hem kaynak bazında hem tedarikçi ülkede hem de tasıma güzergâhında çesitlilik sağlanması zordur. Günümüzde aynı anda hem ucuz, hem temiz, hem güvenli, hem de sürekli bir enerji kaynağına sahip olmak için yoğun çaba göstermek, gelismeleri yakından takip 
etmek gerekir. 

Dünyada enerji kaynaklarının tüketim kompozisyonu değisim halindedir. Gelismis ülkelerin yanı sıra gelismekte olan ülkelerin, en basta da Çin’in enerji talebinde büyük artıs söz konusudur. Kömürün ağırlığında bir miktar azalma, petrol, doğalgaz ve nükleer enerji kullanımında ise bir miktar artıs gözlenmekte dir. 

Su ve rüzgâr enerjisinin tüketiminde de artıs gözlenmektedir. 
Enerji üretiminde ise Orta Asya, Hazar ve Ortadoğu, yani Avrasya’nın merkezi ve çevresi öne çıkmaktadır. Ülkelerin büyümesine kosut olarak, enerji tüketimi de 
arttığından, enerji kullanımında tasarruf, verimlilik arayısları önem kazanmakta dır. Farklı enerji kaynaklarının, yeni, yerli ve yenilenebilir kaynakların önemi hızla artmaktadır. 

Enerji kaynağı açısından zengin ülkeler, bu kaynağı diplomaside etkili bir araç olarak kullanırken, tüm devletler, ikili ve çok taraflı siyasette, enerji güvenliğine büyük özen gösterirler. Enerji temininde dısa bağımlı olmanın, dıs politikada manevra sahasını daralttığını bilirler. Enerjiyi, sadece ekonomik gelismenin temel sartı olarak değil, aynı zamanda siyasi bağımsızlığın ve ulusal güvenliğin de temel unsuru olarak kabul ederler. Gelişmiş ülkeler, “enerji politik” denilen enerji siyasetinde, bilimsel bilgiyle beslenen, inisiyatif alabilen, proaktif politikalar izlerler. Bu sayede enerji alanında basarılı adımlar atar, azami kazanç sağlar, kayıplarını en aza indirmeye çalısırlar. 

Dünya birincil enerji tüketiminde, fosil yakıtların ağırlığı devam edecektir ki, özellikle Türkiye’nin çevresinde yasanan siyasi gelismeler, iç savaslar, çatısmalar ve isgaller de, büyük güçlerin, emperyalist merkezlerin, bu hesabı yaptıklarını göstermektedir. Farklı kurulusların ve uzmanların öngörülerinde kimi değisiklikler olsa da, 2020 yılında da fosil yakıtlar, yani petrol, kömür ve doğalgaz en çok tüketilen enerji kaynakları olacaktır. Farklı tahlil ve tahminlerin ortalaması alındığında, petrolün yaklasık yüzde 40, kömürün yaklasık yüzde 30, 
doğalgazın da yüzde 25 oranında tüketileceği hesaplanmaktadır. Kısacası, önümüzdeki yıllarda da fosil yakıtların baskın konumu değismeyecektir. 

Buna karsılık nükleer enerjinin ve hidroenerjinin payları yüzde 3 – 4 düzeyinde tahmin edilmektedir. Diğer yenilenebilir enerji kaynaklarına ise yüzde 1 oranında pay ayrılmaktadır. 
Ancak belirtmek gerekir ki, yukarıda da değinildiği üzere, farklı kurulusların farklı öngörüleri söz konusudur. Örneğin; piyasa değeri olarak dünyanın en büyük enerji sirketi olan Exxon Mobile’ın arastırmasına göre; 2025 yılına kadar doğalgaz, kömürün yerine geçip dünyada en çok kullanılan ikinci enerji türü olacaktır. Sirket, doğalgazın kömürü geçmesine neden olarak çevre kosullarını öne sürmektedir. Kömürden daha çevre dostu bir yakıt olan doğalgaz tüketiminin 2040’a kadar yüzde 65 artacağını öngörmektedir. Kömür tüketiminde ise önümüzdeki yıllarda biraz daha artıs, sonrasında ise sert bir düsüs beklemektedir.2 

1 – Türkiye’nin Dthal Enerji Bağımlılığının Boyutları 

Dünya Enerji Konseyi’nin Türkiye’yle ilgili verilerine göre; enerji talebi artan ülkelerden olan Türkiye’nin enerjide dısa bağımlılık oranı yüzde 72’dir ve toplam ithalatı içinde enerji kalemi yüzde yaklasık 25’lik paya sahiptir. Bu yüksek enerji ithalatı, artan cari açığın en büyük nedenidir. Hem gelismekte olan hem de nüfusu artan bir ülke olarak bu durum, Türkiye açısından sürdürülebilir değildir. Türkiye, petrol ve doğal gazda büyük ölçüde dısarıya bağımlıdır. Ülke bazında ele alındığında, en çok enerji ithal ettiği iki ülke Rusya ve iran’dır. Türkiye, yıldan yıla oranlar küçük ölçüde değisse de, kabaca, kullandığı doğalgazın yüzde 60’ını Rusya’dan ithal etmektedir. Rusya Türkiye’nin bir numaralı dıs ticaret ortağıdır. 
2013 itibariyle iki ülke arasındaki ticaret hacmi, dolaylı kalemlerle birlikte 50 milyar dolara ulasmıstır ve denge Rusya’nın lehinedir. Rusya Türkiye’deki doğalgaz dağıtımında da ortaklıklarla hisse sahibidir. Dç piyasada da enerji sektöründe etkili olmakta, yatırımlar yapmakta, ortaklıklar kurarak, Türk sirketlerini satın alarak gücünü pekistirmektedir. Mersin Akkuyu’da yapımına baslanan Türkiye’nin ilk nükleer santralinin yapımından isletmesine, yakıt tedarikinden yönetimine kadar yüzde yüz Rusya tarafından üstlenilmesi de, Türkiye’nin Rusya’ya olan enerji bağımlılığını artıracak bir diğer unsurdur. 

Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) raporlarına göre; 2011-2013 yılları arasında ham petrol ithalatında Dran ve Rusya’nın payı düsüs eğilimindeyken, Irak’ın payı artmıstır. 2013 yılında 2012 yılına göre, Dran’ın payı yüzde 39’dan yüzde 28’e, Rusya’nın payı yüzde 11’den yüzde 8’e düsmüs, Irak’ın payı yüzde 19’dan yüzde 32’ye çıkmıstır.3 Doğalgazda ise 2013 yılında kaynak ülkeler bazında Türkiye’nin doğalgaz ithalatı söyle gerçeklesmistir: Rusya yüzde 58’le ilk sıradadır. Onu yüzde 19’la Dran takip etmektedir. 

Azerbaycan yüzde 9, Cezayir LNG olarak yüzde 9 paya sahiptir. Nijerya’nın payı ise LNG olarak yüzde 3’tür.4 

Türkiye’de tüketilen doğalgazın yaklasık yarısı elektrik üretiminde kullanılmakta dır. Dlk sıradaki elektrik üretimini birbirine yakın oranlarla (yaklasık yüzde 25’er) sanayi ve konutlardaki tüketim takip etmektedir. Doğalgazda Türkiye’nin yerli üretiminin tüketimi karsılama oranı yüzde 1.5’tir. Bu oran, doğalgazda dısa bağımlılığın süreceğini de gösterir. 2013’te Türkiye’nin toplam enerji ithalatı 55.9 milyar dolar olarak gerçeklesmis, toplam ithalatının yüzde 22.2’sini olusturmustur. Bu fatura aynı zamanda toplam dıs ticaret açığının da yüzde 56’sını olusturmaktadır. 

Türkiye’de zaman zaman enerji temininde yasanan sıkıntılar, petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki dalgalanmalar ve bu ürünlerin ithalatındaki artıslar, yasamın her alanında etkisini göstermektedir. Sanayi üretiminden konutlardaki aydınlanma ya, hane halkının ısınmak için tükettiği yakıttan artan cari açığa dek her alana yansımaktadır. Doğalgazı en çok elektrik üretiminde, konutlarda ve sanayide kullanan Türkiye, al ya da öde ilkesine göre yaptığı anlasmalar ve garantili alım nedeniyle de, dünya ortalamasına göre daha yüksek bir doğal gaz faturası ödemektedir. Bu durum aynı zamanda sanayinin rekabet gücünü olumsuz etkilemekte ve konutlarında doğalgaz kullanan yurttasların bütçesini sarsmaktadır. 

Türkiye’nin 1990 – 2011 dönemi enerjiyle ilgili verileri incelendiğinde 1990’dan bu yana dısarıya bağımlılığın hızla arttığı görülür. Enerji talebini yerli üretimle karsılama oranı 1990’da yüzde 48.1 iken, 2000’de yüzde 33.1’e, 2010’da ise yüzde 29.2’ye gerilemistir. Son dönemde izlenen politikaların sürdürülmesi halinde, birincil enerji tüketiminde yüzde 70’ler düzeyinde olan dısa bağımlılığın süreceği ve daha da artacağı saptanmaktadır. EPDK analizlerine göre; Türkiye’de 2010 – 2030 döneminde yapılacak enerji yatırımlarının toplamı 225 – 280 milyar dolar olarak tahmin edilmektedir. Enerji yatırımlarında en büyük pay makine ve donanıma aittir. Yatırım tutarının asgari yüzde 60’ının makine ve donanım alımına ayrılacağı kabul edilirse, 20 yıllık dönemde 225 – 280 milyar dolar olması tahmin edilen enerji yatırımlarının 135 – 168 milyar dolarlık bölümünün makine ve donanıma harcanacağı görülür. Türkiye’nin enerjideki yüksek bağımlılığı, araç / gereç / donanım dikkate alındığında çok daha yüksek boyutlara ulasmaktadır. Söyle ki, Türkiye, elektrik üretim ekipmanları için 
her yıl 7 – 8.5 milyar doları yurt dısına aktarmaktadır ve birçok alanda olduğu gibi ekipmanlar konusunda da Çin, Türkiye için en büyük kaynak konumunda dır.5  Bu durum, sadece iktisadi iliskilerde değil, siyasi ve diplomatik iliskilerde de sık sık gündeme gelmekte, Türkiye’ye karsı caydırıcı bir koz olarak kullanılmaktadır. Türkiye’nin Malatya’nın Kürecik ilçesine yerlestirilen füze radarı sistemi, yine Türk topraklarına yerlestirilen patriot füzeleri, Suriye gibi konu baslıklarında Rusya ve Dran’la farklı cephelerde olduğu dikkate alınırsa, bağımlılığın siyasi yansımaları daha net görülür. Yüksek enerji bağımlılığı iktisadi boyutunun yanında, siyasette, diplomaside, ulusal güvenlikte de ciddi riskler yaratır. Türkiye, petrol ithalatında Rusya ve İran’a karsı alternatif yaratmıs ise de, doğalgaz temininde bu iki ülkeye karsı ciddi bir seçenek yaratabilmis değildir. Enerji koridoru olmak, enerji dağıtım üssü olarak öne çıkmak amacıyla muhtelif enerji geçis güzergâhları, enerji nakil hatları için projeler üreten veya üretilen projelere katılan Türkiye, muhtelif projelere karsın, bu konuda henüz umduğu sıçramayı yapamamıstır. Ekonomik, stratejik, jeopolitik engelleri asmakta zorlanmaktadır. Ayrıca Türkiye’nin bizzat kendisinin de içinde 
bulunduğu enerji projelerinde zaman zaman Rusya ile ters düsmesi de ( Örneğin; Basarısızlıkla Sonuçlanan NABUCCO gibi) Türkiye’nin Rusya’ya karsı elini zayıflatan bir diğer unsurdur. 

2 – Rusya’nın Enerji Kartı 

Rusya, dünyanın en önemli enerji üreticilerinden biridir. Yeryüzünün en zengin doğalgaz rezervlerine sahiptir. Dünyanın en büyük doğalgaz ihracatçısıdır. Petrol ihracatında da dünyada üçüncü sıradadır. Uluslararası enerji piyasalarında çok etkili bir aktördür. Enerji öncelikli bir ekonomi politikası gütmekte, enerjiyi dıs politikasında çok temel, stratejik bir silah olarak kullanmaktadır. Sadece güçlü bir enerji tedarikçisi olarak değil, aynı zamanda enerji geçis yollarını denetleyen büyük bir devlet olarak da jeopolitik, stratejik, ekonomik ve diplomatik ağırlığını artırmaktadır. Ayrıca, bölgedeki tarihsel konumunu, gücünü, ittifak iliskilerini kullanmakta, bölge ülkeleri üzerindeki ekolojik hakimiyetini pekistirmekte, 
yumusak güç unsurlarını da devreye sokmaktadır. Enerji ihracında pazarını genisletip çesitlendirmekte, güçlü iliskiler içinde olduğu Çin’le enerji alanında dev isbirliği projelerine imza atmaktadır. “Dünyanın fabrikası” olarak nitelenen Çin’in Rusya’dan yaptığı enerji ithalatı, Rusya’nın elini güçlendirmektedir. 

Rusya, her ne kadar son dönemlerde Ukrayna ile yasadığı sorunlar ve Kırım’ın Rusya’ya katılması nedeniyle G 8’den6 dıslanmıs, üyeliği askıya alınmıs ise de bu ülkeler arasındaki en büyük enerji üreticisi ve ihracatçısıdır. Ülke siyasetine devlet baskanı Vladimir Putin’in ağırlığını koymasıyla birlikte benimsenen enerji politikası, petrol ve kömürde göreli olarak liberal ve özel sektöre öncelik tanıyan bir yaklasıma sahipken, doğalgaz ve elektrik üretiminde devlete ağırlık vermektedir. Ülkenin sadece ekonomisinde değil, politik ve diplomatik adımlarında da önemli yer tutan enerji sektöründe, en büyük ulusal enerji sirketi olan Gazprom’a stratejik önem verilmektedir. Bu kurulusun yöneticileri Putin’e yakın isimlerden oluşmaktadır. 

Rusya, dünyanın ve Avrasya’nın en büyük güçlerinden olan Çin’le her alanda gelisen iliskilere sahiptir. İki ülke birbirlerini “stratejik ortak” olarak tanımlamaktadır. Sanghay İsbirliği Örgütü’nde (SDÖ), BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) içinde, 

Birlesmis Milletler Güvenlik Konseyi’nde birlikte hareket etmektedir. Ortadoğu basta olmak üzere, dünyanın sorunlu bölgelerinde izledikleri politikalar büyük ölçüde örtüsmektedir. iki ülke orduları ortak tatbikatlar düzenlemektedir. Çin’in enerji talebenin sürekli arttığı düsünüldüğünde, Rusya ile Çin arasındaki uzun vadeli isbirliğinin, bu bağlamda Gazprom’un önemi daha iyi anlasılır.7 Rusya, Çin’in yanında, Avrupa Birliği’yle ve özellikle de birliğin en büyük ekonomisi olan Almanya’yla enerji alanında yakın iliski içindedir. AB’nin ve Almanya’nın en büyük doğalgaz tedarikçisidir. 

Rusya, Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkelerinde de elektrik ve doğalgaz tasınmasında ve dağıtımında etkisini artırmaya çalısmaktadır. Enerji piyasaları nda kendisi açısından dezavantaj olusturan altyapı sorunlarını, bu alandaki büyük ölçekli yatırımlarla asmakta, eksiklerini gidermektedir. Avrupa’da özellikle Almanya ve İtalya’yla enerji düzleminde yakın iliskileri bulunan Rusya’nın, bu düzeyde olmasa bile, Fransa ve İngiltere’yle de iliskileri gelismistir. Avrupa Birliği Rus doğalgazına bağımlı olduğundan bu durum siyasi iliskilere de yansımak ta, AB’nin doğalgaz talebinin artmasına kosut olarak, ithalat bağımlılığı da artmaktadır. 

Avrupa’nın artan enerji talebi ve Rusya’ya olan bağımlılığı üzerinde önemle durmak gerekir. Zira bu bağımlılık, Batı’nın Rusya’ya karsı blok olarak hareket etmesini zorlastırmakta, Batı içinde çatlak yaratmaktadır. Rusya’nın bölgesel ve küresel diplomaside elini güçlendirmektedir. Söyle ki, AB’nin doğalgaz talebi yıllık 560 milyar metreküptür. Bu miktar dünya doğalgaz talebinin yüzde 17’sini olusturmaktadır. AB’nin doğalgaz üretimi 2013’te 200 milyar metreküp olmustur. Aradaki fark 360 milyar metreküptür, yani AB yüzde 64 oranında ithalat bağımlısıdır. 2030’a gelindiğinde AB’nin doğalgaz tüketimi 760 milyar metreküp olacak, üretimi ise 160 milyar metreküpe inecektir. Yani ithalatı 600 milyar metreküpü bulacaktır. Bu da dıs kaynak bağımlılığını yüzde 80’e tasıyacaktır. AB’ye gelen doğalgazın yüzde 80’i boru hatlarıyla, yüzde 20’si ise LNG olarak Nijerya ve Katar’dan gelmektedir. Boru hatlarıyla gelen 3 ana koridor sunlardır: 

1 – Norveç ve Dngiltere kaynaklı koridor. 

2 – Rusya kaynaklı koridor. 

3 – Afrika üzerinden, Cezayir ve Libya’dan gelen, Akdeniz’den geçen boru hatları. 

2013’te Rusya’dan 136 milyar metreküp doğalgaz ithal eden AB’nin doğalgaz pazarının yüzde 38’i Rusya’nın elindedir. 2030’a gelindiğinde Rusya’nın 
Avrupa’ya 236 milyar metreküp doğalgaz satacağı tahmin edilmektedir ki, bu Avrupa’nın Rusya’ya olan bağımlılığının daha da artacağının isaretidir.8 

Rusya’nın geçtiğimiz yıllarda doğalgaz nedeniyle Ukrayna ile yasadığı sorunlar, son aylarda Kırım’ın Rusya’ya katılması ve Ukrayna’da yasanan gerginlik nedeniyle boyut değistirmistir. Rusya – Ukrayna gerginliğinin siyasi, diplomatik ve askeri boyutunun yanında iktisadi boyutu ve enerji boyutu da vardır. Bu sorunda ABD ve AB her ne kadar Ukrayna’dan yana tavır almıslarsa da, Rusya üzerinde bekledikleri etkiyi yaratamamıslardır. Bunda, Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji bağımlılığının ve özellikle Almanya’nın Rusya’yla olan yakın iliskilerinin payı büyüktür. Almanya’nın Çin ve Dran’la da iliskilerinin gelistiği düsünüldüğünde, bu tercihinin Rusya’yla sınırlı taktik bir adım olmadığı, daha genis boyutlu bir stratejik adım olduğu düsünülebilir. 

Rusya, enerji konusunda çok yönlü, çok boyutlu bir siyaset izlemektedir. Örneğin; İran’la bu ülkenin nükleer faaliyetleri bağlamında isbirliği yapmakta, bu ülkeye teknoloji satmaktadır. Keza ülkenin en büyük enerji sirketi olan Gazprom, bir yandan Irak’taki varlığını güçlendirmekte, bir yandan da Kuzey Irak’taki Kürt Bölgesel Yönetimi’yle temaslarını sıklastırmaktadır. Gazprom, bir yandan Avrupa’da serbestlesen yatırım ortamından yararlanırken, diğer yandan Ortadoğu’da İran ve Irak’ta, Kuzey Afrika’da ise özellikle Libya, Cezayir ve Mısır’da yeni üretim, paylasım ve ticaret anlasmaları arayısındadır. Gazprom’un sirket olarak yeni sahalara yayılısı, devlet merkezli uluslararası politikalarla uyumludur. Kremlin’in dıs politikadaki önceliklerini gözetmektedir. Avrupa pazarındaki serbestleşmeden etkili şekilde yararlanırken, Rusya’nın jeopolitik hedeflerine de, alternatif enerji güzergahlarındaki kontrolünü artırarak aracılık yapmaktadır. Güney Akım Projesi de, Rusya’nın Avrupa’yla kurduğu enerji iliskisinin, ekonomik olmanın ötesinde stratejik önceliklere sahip olduğu kanısını güçlendirmektedir.9 

3 – Türkiye – Rusya Dliskilerinde Enerji Unsuru 

Dıs politika, enerji ihtiyacı dikkate alınmadan yürütülemez. Türkiye gibi, enerjide dısa bağımlı olan (petrolde yüzde 93, doğalgazda yüzde 98 oranında), tükettiği enerjinin büyük bölümünü iki ülkeden (Rusya ve Dran) ve diğer komsu ülkelerden temin eden bir ülkenin, bu yalın gerçek nedeniyle diplomaside eli çok kuvvetli değildir. Rusya ile iliskiler özelinde bakıldığında Türkiye, nükleer santral yapımına 15 yılda toplam 71 milyar dolar ödeyecektir. En büyük ekonomik sorunlarından biri cari açık olan, verdiği cari açığın büyük bölümü de 
enerji ithalatından kaynaklanan Türkiye, bu durumun siyasette, ekonomide, diplomaside, ulusal güvenlikte yarattığı sorunlarla sık sık yüzlesmektedir. Örneğin; petrol fiyatındaki 10 dolarlık artıs, cari açığı 5 milyar dolar artırdığından, enerji faturası konusunda oldukça endiseli bir ülkedir. 

Türkiye ile Rusya arasında ilk doğalgaz anlasması, henüz SSCB dağılmadan önce, 1986’da imzalanmıstır. SSSCB dağıldıktan sonra da iliskiler ekonomik ve politik açıdan hızla gelismistir. Dki ülkenin ekonomik yapıları ve sanayileri, rekabetçi olmaktan çok, birbirinin eksiklerini giderici özelliklere sahiptir. 1986’da imzalanan anlasmaya göre; Türkiye doğalgaz bedelinin bir bölümünü mal ve hizmetle ödeyebilecekken, ilerleyen yıllarda Rusya’dan ithal ettiği doğalgaza karsılık bu ülkeye mal ihraç etmeyi sürdürememistir. Bugüne dek Rusya 
pazarından yeterince yararlanamamıstır. 1997’de Rusya ile ikinci büyük doğalgaz anlasması imzalanmıs ve Mavi Akım olarak bilinen projeyle Türkiye, 25 yıl boyunca Rusya’dan yılda 16 milyar metreküp doğalgaz almayı yükümlen mistir. 2004 Aralık ayında Putin’in Türkiye’ye yaptığı resmi ziyaret sonrasında ekonomik ilişkiler daha da gelişmiştir. 

Rusya, Hazar petrolünün Rusya’yı dıslayarak Bakü – Ceyhan Boru Hattı üzerinden batı pazarlarına tasınmasını ise kendisi için bir yenilgi olarak görmüstür. Bu olayın ve diğer gelismelerin de etkisiyle, ürettiği enerjiyi dünya pazarlarına ulastırmak için, yani sadece üretimde değil nakilde de söz sahibi olabilmek için, sürekli biçimde alternatif yolları gündeme getirmistir. Bu kapsamda Rusya’da üretilen enerjinin dünya pazarlarına ulastırılmasında Türkiye’yi de alternatif bir güzergâh olarak görenler vardır. Ancak belirtmek gerekir ki, ABD’nin, Rusya’nın enerji üretimi ve iletimindeki tekelini kırmaya dönük adımlarını hesaba katan Rusya’da, Türkiye’nin enerji dağıtım üssü, enerji geçis yolu olma çabasını endiseyle karsılayanlar çoğunluktadır. 

Karadeniz ve Türk Boğazlarını kendisi açısından yasamsal önemde gören ve Montrö Boğazlar Sözlesmesi konusunda çok hassas olan Rusya, 2008’de Gürcistan’la yaptığı savas sırasında, Türkiye’nin Montrö Boğazlar Sözlesmesi konusunda gösterdiği hassasiyeti ise takdir etmistir. Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO üyesi olmasına siddetle karsı çıkan Moskova’nın bu kaygılarını Ankara da büyük ölçüde paylasmaktadır. Ancak Ukrayna’da yasanan gelismeler sonrasında Türkiye’nin izlediği diplomasi ve Montrö Boğazlar Sözlesmesi konusunda esnemeye baslayan tavrı, Moskova’da endiseyle izlenmektedir. 

Rusya, ekonomik iliskilerdeki avantajlı pozisyonunu baskı aracı olarak kullanırken, yasanan krizlerde, aslında hassas ve kırılgan olan tarafın Türkiye olduğunu basarılı sekilde Ankara’ya hissettirmistir. Rusya’nın gümrüklerinde Türk mallarına uyguladığı zorlastırıcı rejim hafızalardaki tazeliğini korumaktadır. Rusya sadece Türkiye’den gelen Türk mallarını değil, Türk orjinli ama Avrupa’dan gelen malları bile “kırmızı hat” uygulamasıyla teker teker kontrol etmek suretiyle gümrüklerinde günlerce bekletmistir. Özellikle Türk tekstil ve 
insaat sektörü gümrük krizinden milyonlarca dolar zararla çıkmıstır. Yaz ve sonbahar ayları geldiğinde ise “domates krizi”, “mandalina krizi” adlarıyla neredeyse geleneksellesen bir sebze – meyve krizi yasanmaktadır. Rusya, geçtiğimiz yıllarda birkaç kez, tarım ürünlerinde yüksek oranda ilaç kalıntısı, nitrat ve Akdeniz Sineği bulunduğu gerekçesiyle Türkiye’den bazı tarım ürünlerinin ithalatını durdurmuştur.10 

Türkiye ile Rusya, Suriye’deki iç savasta, Irak siyasetinde, Türkiye’ye yerlestirilen füze kalkanı radarında, ABD’nin Karadeniz’e yönelik hesaplarında ve bu bağlamda Montrö Boğazlar Sözlesmesi’ni esnetmeye hatta mümkünse değistirmeye yönelik politikalarında, Ukrayna’daki son gelismelerde farklı politikalar izlemektedirler. Gelisen iktisadi, toplumsal, kültürel iliskilere, coğrafi yakınlığa, Rus turistlerin Türkiye’ye yönelik ilgisine, Türkiye’nin, Rusya’nın kurucu üye olduğu Sanghay Dsbirliği Örgütü’ne “Diyalog Ortağı” olarak kabul edilmesine rağmen, Türkiye’nin ABD basta olmak üzere Batı Bloku ve NATO ile olan güçlü bağları nedeniyle, Türkiye ile Rusya arasında, güçlü bir yakınlasma yasanmamaktadır. Her ne kadar Türkiye, Avrupa Birliği’yle soğuyan ilişkilerinin de etkisiyle, Sanghay Dsbirliği Örgütü’ne katılmak istediğini birkaç kez dillendirmiş olsa da, mevcut durumda bu üyeliğin gerçekleşmesi olanaksızdır. 

Her ikisi de büyük imparatorlukların bakiyesi ve Avrasya ülkesi olan Türkiye ile Rusya, Soğuk Savas’ın bitip, SSCB’nin dağılmasıyla birlikte, ikili iliskilerde rekabet ve isbirliğini aynı anda düsünmeye baslamıslardır. Özellikle Orta Asya’da bağımsızlıklarını kazanan Türk Cumhuriyetleri’nin ortaya çıkısıyla birlikte, Ankara’nın adımlarına karsı Moskova tedirgin olmustur. Türkiye’nin, eski Sovyet coğrafyasında, Orta Asya ve Kafkasya’da etkili olma çabalarının devamının gelmemesi ve Putin dönemiyle birlikte Rusya’nın “yakın çevre”den baslayarak yeniden öne çıkması sonrasında iki ülke iliskileri hızla gelismeye baslamıstır. Ancak, Rusya özellikle son yıllarda, Türkiye’nin “ılımlı islam” projesine destek verdiğini, bunun da Orta Asya’da radikal akımları güçlendirdiğini düsünmektedir. Dki ülkenin Karadeniz ve Ortadoğu politikalarında da bir rekabet olmakla birlikte, Rusya’nın Avrasya ve Ortadoğu’da artan etkisine kosut olarak, küresel bir aktör olarak da öne çıktığı ve gelişmelere ağırlık koyduğu görülmektedir. 

Dünyanın kanıtlanmıs doğalgaz ve petrol rezervlerinin yüzde 70’ini çevresinde bulunduran Türkiye, dünyanın enerji nakil merkezi, enerji geçis üssü, enerji transit istasyonu olmaya çalısmaktadır. Bu hedef Türkiye’yi heyecanlandır maktadır. Ancak bu hedefe, Rusya’ya rağmen ulasmak olanaksız dır. Türkiye, boru hatları diplomasisi izlemeye çalısırken Rusya’ya karsı net, kararlı, etkili bir siyaset takip edememektedir. Bütüncül, sağlıklı ve etkili bir enerji politikası yoktur. Rusya ise kaynak ülke olarak ve Avrupa’nın doğalgazda kendisine 
olan bağımlılığını bilerek, dinamik ve basarılı bir boru hatları diplomasisi izlemektedir. Özellikle Karadeniz’deki, Hazar ve çevresindeki enerji kaynakları söz konusu olduğunda Rusya’nın bariz bir belirleyiciliği söz konusudur. Ayrıca, Akdeniz’deki, Irak’taki ve Dran’daki enerji kaynaklarının çıkarılması, islenmesi, dünya pazarlarına ulastırılması için de, Türkiye’nin komsularıyla iyi iliskiler içinde olması gerekir. Ancak mevcut tabloda Türkiye; Suriye ve Irak basta olmak üzere komsularıyla irili ufaklı sorunlar yasamaktadır. Bölgesel bir güç olan Dran’la tarihsel rekabet içindedir. Türkiye, en az sorunlu olduğu komsusu olan ve enerji ithal ettiği Azerbaycan’la da, Ermeni açılımı sonrasında gerginlik yasamıstır. Rusya’nın özellikle Suriye ve Dran’la yakın iliskileri, Irak’la gelisen münasebetleri, Azerbaycan üzerindeki nüfuzu dikkate alındığında, Türkiye’nin enerji konusundaki hedefine ulasmasının, enerji köprüsü olmasının, en azından simdilik olanaksız olduğu görülür. 

Sonuç 

Doğalgaz yakıtlı elektrik üretim santrallerinde gaz gereksiniminin hangi ülkeden, hangi anlasmalarla, hangi boru hatlarıyla, hangi yatırımlarla karsılanacağı çok önemlidir. Elektrik üretiminde doğalgaz payının yüzde 30’un altına düsürülmesi hedefine ulasabilmek için, dısa bağımlılığın azaltılması gerekir. Türkiye’nin, yerli ve yenilenebilir enerji kaynakları açısından potansiyeli yüksektir. Kimi değerlendirmelere göre; önümüzdeki 25 yıllık elektrik enerjisi gereksiniminin tamamını yerli kömür ve diğer yenilenebilir enerji kaynaklarının verimli sekilde kullanılmasıyla karsılamak mümkündür. Ancak bunun için planlamaya, enerjide milli politikalara ve sürdürülebilir kalkınmayı önceleyen yaklasımlara gereksinim vardır. Bu kaynakların daha etkin ve verimli kullanılması için, devlet öncülüğün de stratejik planlama yapılması sarttır. Son yıllarda uygulandığı üzere, dileyenin, dilediği yerde, dilediği kaynak veya yakıtla, dilediği teknolojiyle, dilediği zaman aralığında, yeterli denetim olmaksızın yaptığı enerji yatırım uygulamalarından vazgeçilmelidir.11 

Enerjide bağımlılık ekonomide bağımlılık demektir. Ekonomik bağımlılık ise siyasi, askeri, diplomatik, kültürel, teknolojik bağımlılığı getirir. Bu da, ulusal bağımsızlıkla ve milli egemenlikle bağdasmaz. Türkiye, enerji kaynaklarını daha verimli değerlendirmelidir. Enerji iletimindeki kayıp ve kaçağı (üretilen elektriğin beste beri kayıp ve kaçaktır) en alt düzeye çekmelidir. Enerjide kaynak çesitliliği yaratmalı, tek bir kaynağa (doğalgaz) ve bu kaynağın temininde tek bir ülkeye (Rusya) bağımlılığa son vermelidir. Entegre bir enerji politikası izlemeli, bu alanda stratejik planlama yapmalı, kendi kaynaklarını arayıp, üretip, isletmelidir. Fosil yakıtlar arasında petrol ve doğalgaz açısından fakir olan Türkiye, kömür rezervleri açısından asırı zengin olmasa da, fakir bir ülke de değildir. Keza yenilenebilir enerji kaynakları söz konusu olduğunda Türkiye rüzgâr, günes ve jeotermal enerji potansiyeli yüksek bir ülkedir. Dünyanın 7. büyük jeotermal enerji potansiyeline sahip olan Türkiye, bu alana daha çok yatırım yapmalıdır. 

Türkiye kamu öncülüğünde planlamaya öncelik verirken, bu yolla belirsizliklerin, gereksiz yatırımların, çevre dostu olmayan projelerin önüne geçmelidir. Sözde değil, özde bir ulusal enerji politikası saptanmalıdır. Dthal enerjiye bağımlılığı azaltacak yerli, yenilenebilir kaynaklara öncelik tanınmalıdır. Doğalgazda Rusya’ya olan bağımlılığı azaltmak için hem doğalgaza alternatif kaynak arayısına girilmeli, hem de kaynak ülkelerde çesitliliğe gidilmelidir. Enerji politikalarında hedefler gerçekçi, akılcı ve uygulanabilir olmalıdır. 

DİPNOTLAR;


1  Doç. Dr., Marmara Üniversitesi Öğretim Görevlisi 
2 “ Doğalgaz, Kömürün Saltanatını Bitiriyor ”, Hazar World, Ocak 2014, Sayı: 14, s: 4. 
3 www.epdk.org.tr, Petrol Piyasası Sektör Raporu, 2013. 
4 www.epdk.org.tr, 2013 Yılı Doğalgaz Piyasası Sektör Raporu. 
5 Oğuz Türkyılmaz, “Bağımlılığın Öteki Yüzü”, Cumhuriyet Enerji, 4 Aralık 2012, s: 4. 
6 G 8, Dngilizce “Group of Eight” tümcesinden türemis olup, dünyanın GSMH’sı en yüksek olan ülkelerini belirtmek için kullanılır. 
Rusya bu gruba en son katılan ülkedir. Diğer üyeleri sunlardır: ABD, Japonya, Almanya, Dngiltere, Fransa, İtalya, Kanada. 
1975 yılından beri her yıl ekonomi zirvesi düzenleyen bu ülkeler, dünya ekonomisinin yaklasık üçte ikisini temsil ederler. 
7 Süreyya Yiğit, “Türkiye, Büyük Orta Asya ve SDÖ Pekin Zirvesi”, Ortadoğu Analiz, Ağustos 2012, Cilt: 4, Sayı: 44, s: 56. 
8 Samir Kerimli, Türkiye’nin Enerji Merkezi Olması Yolunda TANAP Projesinin Rolü, Hazar Strateji Enstitüsü Yayınları, Dstanbul, 2014, s: 9 – 10. 
9 Sanem Özer, “Doğu Akdeniz’de Enerji Güvenliği ve Savasları”, Ortadoğu Analiz, Aralık 2013, Cilt: 5, Sayı: 60, s: 71. 
10 Fatih Özbay, “Soğuk Savas Sonrası Türkiye – Rusya Dliskileri: 1992 – 2010”, Bilge Strateji, Cilt: 3, Sayı: 4, Bahar 2011, s: 62 – 63. 
11 Oğuz Türkyılmaz, age. 


KAYNAKÇA 

“ Doğalgaz, Kömürün Saltanatını Bitiriyor”, Hazar World, Ocak 2014, Sayı: 14, s: 4. 
  2013 Yılı Doğalgaz Piyasası Sektör Raporu, www.epdk.org.tr 
  Fatih Özbay, “ Soğuk Savas Sonrası Türkiye – Rusya Dliskileri: 1992 – 2010 ”, Bilge Strateji, Cilt: 3, Sayı: 4, Bahar 2011, s: 62 – 63. 
  Oğuz Türkyılmaz, “Bağımlılığın Öteki Yüzü”, Cumhuriyet Enerji, 4 Aralık 2012, s: 4. 
  Petrol Piyasası Sektör Raporu, 2013. www.epdk.org.tr 
  Samir Kerimli, Türkiye’nin Enerji Merkezi Olması Yolunda TANAP Projesinin Rolü, Hazar Strateji Enstitüsü Yayınları, Dstanbul, 2014, s: 9 – 10. 
  Sanem Özer, “Doğu Akdeniz’de Enerji Güvenliği ve Savasları”, Ortadoğu Analiz, Aralık 2013, Cilt: 5, Sayı: 60, s: 71. 
  Süreyya Yiğit, “Türkiye, Büyük Orta Asya ve SDÖ Pekin Zirvesi”, Ortadoğu Analiz, Ağustos 2012, Cilt: 4, Sayı: 44, s: 56. 




*****