Suriyede etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Suriyede etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Temmuz 2019 Salı

Suriye’de Bölgesel ve Küresel Stratejik Hesaplaşma.,

Suriye’de Bölgesel ve Küresel Stratejik Hesaplaşma., 



Ali SEMİN
BİLGESAM Orta Doğu ve Güvenlik Uzmanı
15.05.2018

Orta Doğu bölgesinin tarihsel arka planına bakıldığında pek çok iç savaşa ve bölgesel-küresel güç mücadeleye sahne olduğu görülmektedir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’dan sonra 1948 yılında başlayan Filistin-İsrail veya Arap-İsrail savaşının ardından 1980-1988 Irak-İran savaşı, Irak’ın 1990 yılının Ağustos ayında Kuveyt’i işgali ve 11 Eylül hadisesiyle Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin önce Afganistan’ı işgal etmesi, Orta Doğu’nun güç dengelerini değiştirerek bölgemizde yeniden harita ve sınır tartışmalarına yol açmıştır. Bütün bu gelişmelere ilave olarak Orta Doğu’da Aralık 2010’da meydana gelen Arap ülkelerindeki halk gösterileri veya Arap uyanışının bölgede güç boşluğunu ve bölgesel-küresel rekabetlerin de dengesini değiştirmiştir. Arap ülkelerindeki halk gösterileri Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’deki otoriter yönetimlerin değişmesine yol açarken, aynı zamanda Orta Doğu’da baş gösteren devlet dışı silahlı milis güçleri bölgesel istikrarsızlığı ve kaosu ortamına ciddi zemin hazırlamaktadır. Söz konusu kaos ortamının ve iç savaşın en tepesindeki ülke olan Suriye’de yaşanan olaylar, ülkeyi bölgesel istikrarsızlığın ve terör örgütlerinin alan bulmasında önemli bir konum haline getirmiştir.

Bu bağlamda Orta Doğu’da Arap uyanışının yol açtığı kaotik süreçte Suriye iç savaşı günümüz itibarıyla artık uluslararası çapta önemli bir güvenlik sorunudur. 2011 yılının Mart ayından bu yana halk gösterileriyle başlayarak iç savaşa dönüşen Suriye krizinin çözümü konusunda gerek Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve Arap Birliği gerek uluslararası örgütlerin ve küresel güçlerin girişimlerinde atılan adımların çoğundan herhangi bir somut sonuç alınmamıştır. Suriye krizinin iç savaşa evirilmesi bölgesel ve küresel güçlerin dış politikasındaki Orta Doğu stratejileri üzerinde ciddi kırılmalara ve dengesizliklere neden olduğu da ifade edilebilir.

MAKALENİN DEVAMINI DERGİMİZE ABONE OLARAK OKUYA BİLİRSİNİZ...

Ali SEMİN
BİLGESAM Orta Doğu ve Güvenlik Uzmanı



http://stratejistdergisi.com/entries/d%C4%B1%C5%9F-politika/suriye-de-b%C3%B6lgesel-ve-k%C3%BCresel-stratejik-hesapla%C5%9Fma

1 Kasım 2017 Çarşamba

Suriye’de Sınırlanan Avrupa Savunma İşbirliği

  Suriye’de Sınırlanan Avrupa Savunma İşbirliği 



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü  
Suriye Krizi İzleme Merkezi
03 Eylül 2013 Salı

Suriye’de Sınırlanan Avrupa Savunma İşbirliği
Sezgin Mercan


Suriye iç savaşı gerek ulusal, gerek bölgesel gerekse de uluslararası düzeylerde etkiler yaratan niteliği ile varlığını korumaya devam ediyor. Savaşın etkileri 
Avrupa ülkelerinden de yakından hissediliyor. Çünkü Suriye iç savaşı Avrupa ülkelerinin hem kendi aralarında, hem ABD ile olan ilişkilerini tartıştırttığı 
gibi, bir de dış politikalarını ve uluslararası alandaki konumlarını da tartıştırtıyor. Aslında şimdi, Arap Baharı sürecinin İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya gibi önde gelen Avrupa ülkelerinin dış politikalarında etkinlik güdüsü ile yarattığı birikim, Suriye iç savaşında ortaya çıkıyor. Bu noktada ilginç olan husus ise, bu birikimin, Suriye’deki son gelişmeler üzerine bu ülkeye yönelik olarak askeri güç unsurlarının ya hiç kullanılmaması ya da kullanımının sınırlanması şeklinde ortaya çıkıyor oluşundadır. Bir başka deyişle, birikim, ilgili aktörleri ya diplomatik girişimlere ya istihbarat çalışmalarına ya da Suriye’deki muhalif hareketin desteklenip güçlendirilmesine yönlendirmektedir.   



Arap Baharı sürecinin Avrupa ülkelerinde yarattığı birikim çeşitli aşamaların bir sonucu olmuştur. Bu aşamalardan biri Suriye iç savaşı ise diğeri de yakın 
geçmişte yaşanılan Libya krizidir. Birikimin askeri güç unsurlarının kullanılması yoluyla ortaya çıkması, daha önceden karşı karşıya kalınan bir durum olmuştur. Hatırlanacağı üzere, 2011’deki Libya krizinde İngiltere, Fransa ile ortak bir tutum takınarak birlikte hareket etmişti. Libya krizinin, İngiltere'nin güvenlik ve savunma meseleleri karşısında, ABD'ye endeksli geleneksel tutumunun değişim sürecine girdiğini gösterdiği dahi düşünülmüştü. İngiltere ile Fransa arasındaki işbirliği de ABD’nin o dönemde geri planda kalmasının sonucunda pekişmişti. İngiltere’nin o dönemde Libya üzerinde uçuşa yasak bölge ilan edilmesini isterken ABD'ye danışmadığını bilmekteyiz. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden, ABD'nin tutumunun ne olacağını görmeden askeri 
müdahale yanında, uçuşa yasak bölge ilanı konusunda ikinci bir kararın çıkarılmasına çalıştığını da hatırlıyoruz.

İngiltere ile Fransa arasındaki bu işbirliği örneği, dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy ve İngiltere Başbakanı David Cameron'ın 
ülkelerinin dış politikalarını pragmatizm eksenine kaydırmasının bir göstergesi olmuştu. Fransa ve İngiltere'nin o dönemdeki stratejik yakınlaşması belli 
pragmatik gerekçelere dayanmıştı. O dönemde Fransa ve İngiltere’nin Libya'da Shell, BP, Eni ve Total'in sözleşmelerinin devamı için ayrıcalık kazandığı 
gündeme gelmişti. Bu işbirliği ve yakınlaşmanın bir hukuki temeli de vardı elbette. O da 2 Kasım 2010 tarihli Savunma İşbirliği Anlaşması[1] idi. Savunma 
İşbirliği Anlaşması, Avrupa’nın en büyük iki savunma bütçesine sahip İngiltere ile Fransa arasında, NATO ve Avrupa Savunması faaliyetlerini destekleyecek 
şekilde, nükleer güç unsurları üzerinde dayanışmayı, askeri işbirliğini ve uluslararası krizlere stratejik ortaklık temelinde birlikte müdahale edileceğini 
öngören bir anlaşma statüsündedir. Libya'daki askeri operasyonda da iki ülke bu anlaşmaya dayanarak birlikte hareket etmiştir. Son üç yıllık dönemde, 
uluslararası krizlere askeri müdahale söz konusu olduğunda Avrupa’dan İngiltere ve Fransa’nın öne çıkmasının sebebi de aslında budur.

Şimdi aynı öne çıkış, yine İngiltere ile Fransa arasındaki savunma işbirliğine dayalı refleksle gerçekleştirilmiştir. Fakat bugün, Arap Baharı süreci 
kapsamında Libya örneğinden sonra gelinen nokta itibariyle, Suriye'de Esad sonrasında ne olacağı sorusu, Avrupa ülkelerini, Suriye’de iç savaşın başladığın 
günden bu yana oldukça düşündürmektedir. Bunu, Suriye'deki olayların başlangıcından itibaren geçen süre zarfında İngiltere, Fransa ve Almanya'nın 
tutum ve girişimlerinden anlamak mümkündür. Başlarda, Avrupa ülkelerinin Esad hükümetinin yıkılmasının ardından Suriye'deki kimyasal ve biyolojik silahların ve tesislerinin kontrolünü sağlamak için askeri bir kara gücü oluşturmanın planlamasını yaptığı haberleri basına yansımıştı. Fakat önde gelen Avrupa ülkelerinin Suriye'ye askeri güç gönderme konusunda temkinli oldukları da görülmüştü. İngiltere, Fransa, ve Almanya dışındaki çoğu AB ülkesi Suriye’de 
askeri koruma gücünün oluşturmasına karşı çıkmıştı. Suriye krizinde ülkedeki Esad muhalefetinin örgütlenmesi, kurumsallaşması ve insani durumun 
iyileştirilmesi üzerine odaklanılmıştı. Bunu desteklemek içinde istihbarat faaliyetleri artırılmıştı. Böylece de ABD, İngiltere, Fransa, Almanya arasında 
Suriye'deki koşullarla ilgili istihbarat paylaşımı yapılmıştır. Almanya'nın dış istihbarat servisi olan BND'nin Başkanı Gerhard Schindler’in, dış istihbarat 
servisi olarak Suriye ve Afganistan'a odaklanacaklarını açıklaması bunun bir örneği olmuştur. İngiliz istihbaratının da Suriye'yi ağırlıklı olarak Güney 
Kıbrıs'tan izlediği, aldığı bilgileri ABD ve Türkiye'ye verdiği, bu bilgilerin Özgür Suriye Ordusu'na ulaştırılmasını da onayladığı haberleri yerli ve yabancı 
basında yer almıştır.

Suriye’de Esad yönetiminin kimyasal silah kullandığı iddialarıyla gündeme gelen askeri müdahale konusu, Batı kanadından özellikle ABD, İngiltere, Fransa, 
Almanya ve İtalya’nın gündemini kurumsal açıdan üst düzeylerde oldukça meşgul etmiştir. Aynı zamanda konu, kamuoylarının da gündemine yoğun şekilde yansımıştır. Bu ülkelerde, Suriye’ye askeri müdahalenin desteklenip desteklenmediğini ölçen çeşitli kamuoyu yoklamaları yapılmaya başlanmıştır. 
Hükümetler ya tartışmanın başında askeri müdahaleye karşı çıkmış, ya da konunun ‘dinlendirmeye bırakma’ diyebileceğimiz türde bir tutumla parlamentolara taşınmasına zemin hazırlamıştır. Yani hükümet başkanları inisiyatif kullanarak operasyon kararı vermemişlerdir. Hatta İngiltere’de olduğu gibi hükümetler, Batı ittifakında, ülkenin uluslararası konumunda ve kendilerine muhalif partiler karşısında zora düşme pahasına koşullar netleşmeden askeri operasyon düzenlememeyi tercih etmiştir.

İngiliz Hükümeti, İngiliz Parlamentosu’nun Suriye’de kimyasal silah kullanıldığı kesinleşmeden İngiltere’nin bir askeri operasyona dahil olması teklifini 
reddeden oylamasının gereğini yapmıştır. Son durum itibariyle, İngiltere şu sonuçlarla karşı karşıya kalmıştır: 

1- İngiltere'nin Suriye’ye yönelik bir askeri operasyona katılma olasılığı düşmüştür. 
2- Atlantik ittifakının önemli bir ayağını oluşturan askeri işbirliği artık mutlak olmaktan çıkmıştır. 
3- İngiltere'nin uluslararası askeri krizlere yaklaşımında 'Almanya soğukkanlılığı' sergileyebilecek olduğu görülmüştür. 
4- Uluslararası müdahalelerde halk iradesinin kararlara daha fazla yansıtılıp dikkate alınacak olduğu su yüzüne çıkmıştır. 
5- Hükümetlerin uluslararası müdahalelerde çok maliyet ile az maliyet arasında denge kurmaya daha fazla özen göstermeye başladığı anlaşılmıştır.

Almanya, Suriye’de ya da başka bir ülkede kimyasal silah kullanımının kabul edilemeyeceğini, böyle bir kullanım olduğunda buna müdahale edilmesi gerektiğini savunmuş, ancak aktif bir askeri müdahaleye katılım konusunda gönüllü olmamıştır. Hele de genel seçimlere haftalar kala, Almanya Başbakanı Angela Merkel’in, kamuoylarında tartışmalı olan askeri müdahaleye destek kararı vermesi çok da gerçekçi bir beklenti olmayacaktır. Bunu yaptığı takdirde Merkel, Sosyal Demokratların eline hükümeti seçim öncesi zora sokacak büyük bir koz vereceğinin farkındadır. Almanya, aslında Suriye iç savaşına müdahil olma konusunu parlamenter zeminde İngiltere ve Fransa’dan önce tartışmıştı. Muhalefet partileri konumundaki Yeşiller Partisi ve Sol Parti Merkel Hükümetinin 
parlamentoya danışmadan ya da bilgi vermeden Suriye meselesiyle ilgili olarak Almanya'yı olası bir çatışma ve ya savaş içine sokabileceğinden kaygı 
duyduklarını ve Türkiye'deki Alman ajanlarının Akdeniz'de konuşlanıp Özgür Suriye Ordusu'na aktarılmak üzerine bilgi topladığı düşünülen Alman deniz 
kuvvetlerine ait askeri geminin varlığı gündeme taşımışlardı. Bu durum karşısında Almanya Savunma Bakanlığı bir açıklama yapmış ve geminin Doğu 
Akdeniz'de bilgi toplamak amacıyla tutulması şeklinde bir uygulamanın uzun süreden beri var olduğuna işaret etmişti. Yani Alman hükümeti üzerinde 
parlamenter baskı daha önceden oluşmuştu.

Fransa ise bu açıdan günümüze kadar daha rahat bir süreç geçirmiş, Suriye ile ilgili bir tampon bölgenin oluşturulması ve sınırlı bir uçuşa yasak bölge ilan 
edilmesi, dolayısıyla da askeri müdahalenin gerçekleştirilebileceği fikrini dahi benimseyebilmişti. Sarkozy dönemi ile birlikte Fransa’nın uluslararası alanda 
aktif, etkin, müdahaleci ve ABD müttefiki bir konuma geldiği gözlenmiştir. 

Hollande’ın cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte Fransa’nın Orta Doğu genelinde ve Suriye, Lübnan, Libya özelinde liderlik işlevi yürütme çabasının devam ettiği 
görülmüştür. 2007’den itibaren giderek artan ABD-Fransa yakınlaşması, Suriye krizinin ittirmesiyle güvenlik zemininde daha da artmıştır. Hatta son 
gelişmelerde de görüldüğü üzere Fransa, Suriye’ye askeri operasyon konusunda ABD’den dahi daha fevri karar alabilecek bir ülke konumuna düşmüştür. ABD ve 
İngiltere’de yaşanan parlamento süreçleri Fransa’yı frenlemiş ve Fransız Parlamentosu’nun da Suriye konusunda görüş bildirecek olması gündeme gelmiştir. 

Hollande dönemi ile Fransa’nın ABD’nin sağ kolu olma yolunda ilerlediği yönündeki tespitimiz[2] Suriye krizi ile test edilmeye devam etmektedir. 

Fransa’nın Suriye’ye yönelik askeri operasyonu aktif olarak destekleyeceğini açıklaması ve askeri hazırlığını yapması gibi son gelişmeler de bu varsayımı 
desteklemektedir. Yukarıda belirtildiği üzere, İngiltere ‘Almanya’laşırken Fransa adeta ‘İngiltere’leşmiştir. Fransa’nın karşı karşıya kaldığı tabloda, 
Hollande’ın operasyonda aktif yer alma kararı ile ABD ve İngiltere’nin mevcut tutumları arasındaki ikilemin olduğu göz ardı edilmemelidir. Demokrasinin beşiği 
olarak tanımlanan Fransa’da hükümetin Fransız Parlamentosu’nu ülkedeki yarı başkanlık sisteminin de etkisiyle dikkate almaz tutumu, başkanlık sistemi ile 
yönetilen ABD’de Kongre kararının beklendiği şartlar altında bir başka ikileme işaret etmiştir. Mevcut koşullarda Fransa’nın Suriye’ye yönelik sınırlı bir 
askeri operasyonda ABD’ye aktif askeri destek sağlamaya en istekli Avrupa ülkesi olduğu açıktır.    

İtalya ise, zaten Suriye’de kimyasal silah kullanılması tartışmaları gündeme geldiğinde beri olası bir askeri operasyona karşı olduğunu, bunun ancak 
Birleşmiş Milletler zemininde, onun kararıyla olabileceğini ve aksini desteklemeyeceğini açıklamıştır. İtalya’nın duruşu, Esad’ın uluslararası 
mahkemece yargılanmasının sağlanması yönündedir. Tüm bu hususlardan anlaşılabileceği üzere, Suriye’ye askeri müdahale konusu uluslararası hukuka 
uygunluk ve meşruiyet sorunu ile karşı karşıyadır. Uluslararası hukuk koşullarının sağlanamadığı noktada meşruluk arayışları devreye girmektedir. 
Askeri operasyon için sağlanan meşruiyet operasyonun da sınırlarını belirlemektedir.

Son olarak dikkat çekmek gerekirse, Avrupa’da, her ne kadar yukarıda bahsedilen birikim askeri müdahale seçeneğini tartıştırmış ve ülkelerde farklı karar süreçleri işlemiş olsa da, gelinen son nokta itibariyle, ki bu da askeri müdahalenin sınırlı olmasıdır, Suriye’ye müdahalenin niteliği tartışılırken 
ortak bir noktaya gelinmiştir. İngiltere, Fransa ve Almanya’nın Suriye konusunda geldiği son ortaklık noktası, 2003’teki Irak müdahalesinde dış politika 
ortaklığı açısından büyük bir ayrışma yaşayan AB’nin, Suriye krizinde ortak bir dış politika tutumu sergileyebilmesine de yansıma potansiyeli taşımaktadır.

[1] Bkz. https://www.gov.uk/government/news/uk-france-defence-co-operation-treaty-announced--2


[2] Bkz. http://www.21yyte.org/arastirma/fransa/2012/05/31/6621/fransa-abdnin-sag-kolu-mu-oluyor


Uzman Hakkında
Sezgin Mercan

Avrupa Birliği Araştırmaları Merkezi
mercan.sezgin@gmail.com
Takip et: @https://twitter.com/sezginmercan

Avrupa’da siyasi, ekonomik, sosyal ve askeri bütünleşme; 
Bütünleşme kuramları; AB ortak dış, güvenlik ve savunma politikası; 
AB Genişlemesi; AB’nin küresel ve bölgesel politikaları

Uzmanın Diğer Yazıları

  Mültecilerin ‘Refah’ Arayışları: Gelecek Avrupa’da mı? 
  Türkiye-Almanya İlişkileri Ne Anlatmak İstiyor? 
  Avrupa’nın ‘Propaganda Savaşları’nda Suriye Sınavı 
  Sezgin Mercan, 23.10.2013 Çarşamba günü saat 09.20'de KANAL B'de Türkiye-AB 
  ilişkilerini 2013 İlerleme Raporu üzerinden değerlendirecek. 
  Suriye’de Sınırlanan Avrupa Savunma İşbirliği 
  Avrupa’dan ‘Gezi Parkı’na Ulaşan Mesajları Doğru Anlamak 
  ‘Barış ve Ortak Kader Proje’liğinden ‘Hasta Adam’lığa AB 
  Yeniden Gümrük Birliği Meselesi 
  Türkiye-AB İlişkilerine İngiltere Modeli 
  AB’nin 2012’den 2013’e Uzanan Dış Politika Gündemi 
  Avrupa Bütünleşmesinin Sistem Sorunu Nedir? 
  Avrupa Birliği Suriye’de Ne Kaybediyor? 
  AB Sosyal Modelinde Hegemonya ve Vatandaş İlişkisi 
  Türkiye-AB İlişkilerinde Ne Olması Bekleniyor? 
  Türk Uçağının Düşürülmesi Avrupa’da Neyi Tetikleyecek? 
  AB-Rusya İlişkilerinde Üçüncü Devre 
  Fransa ABD’nin Sağ Kolu mu Oluyor? 
  Fransa'da Solun Hollande Alternatifi 
  Avrupa Birliği'nin Kafkasya'daki Varlığı 
  Avrupa Birliği'ni Düşündüren 'Bahar' 
  Birleşik Krallık'ta İskoçya'nın Bağımsızlığı Sorunu 
  Suriye Meselesi Fransa için Yeni Fırsat Alanı mı? 
  AB'nin İnkar Yasası Karşısındaki Suskunluğu 
  Avrupa'da Aşırı Sağın Yükselişini Anlamak 
  Negatif Müzakere Sürecinden Pozitif Gündeme 
  Türkiye-Fransa-AB Ekseninde Ermeni Soykırımı İddialarını İnkar Yasası Meselesi 


Ahlatlıbel Mah. 1825 Sokak No: 60 İncek/Çankaya/Ankara 
Tel: +90 312 489 18 01 | Belgegeçer: +90 312 489 18 02 | 
Elektronik Posta: bilgi@21yyte.org 


***

15 Şubat 2016 Pazartesi

Aynaya Bakmayan Adam


Aynaya Bakmayan Adam




Ali İhsan Gürcihan 
Açık İstihbarat
Tarih:26/08/2013 
Türü:İç Politika 
www.acikistihbarat.com
26.08.2013



 Binlerce yıldır  gözlenen  gerçeği bir cümlede özetlemiş.Sizinle aynı fikirdeyim.

İnanıyorum ki gün gelecek ;

Keskin nişancı bir katilin öldürdüğü Esma kızın,

Kimyasal silahlara kurban giden bebelerin,

Irak’ta,Suriye’de,Mısır’da Orta Doğu projeleri adına mezhep
savaşı ile birbirine kırdırılan masumların AHI,  bu kanlı tabloyu yaratan sorumlular,uygulayıcılar   ve onların destekçilerinden mutlaka çıkacaktır….


Başbakan ..

Her zaman ve her yerde konuşan,

Her konuşmasında “Onlar” diye durmadan sataşan,

Kendi gibi düşünmeyenleri sürekli ötekileştiren,

Yersiz ve gereksiz tekrarlarla insanları kine sürükleyen,

Sanırım aynaya da hiç bakmayan olağan dışı bir insan.. 

Son günlerde diyor ki ;

“ ALMA MAZLUMUN AHINI ÇIKAR AHESTE AHESTE ”

Haklısınız Başbakan..

Atalarımız boşa söylememiş.

Binlerce yıldır  gözlenen  gerçeği bir cümlede özetlemiş.Sizinle aynı fikirdeyim.

İnanıyorum ki gün gelecek ;

Keskin nişancı bir katilin öldürdüğü Esma kızın,

Kimyasal silahlara kurban giden bebelerin,

Irak’ta,Suriye’de,Mısır’da Orta Doğu projeleri adına mezhep 
savaşı ile birbirine kırdırılan masumların AHI,  bu kanlı tabloyu yaratan sorumlular,uygulayıcılar   ve onların destekçilerinden mutlaka çıkacaktır…. 

Aheste,aheste yaptıkları bu zulmün hesabını vereceklerdir..    
                   
Ve de aynı içtenlikle  inanıyorum ki ;

Gün gelecek ;

Cilvegözü ve Reyhanlı’da ölen masum insanlarımızın da,

Aşırı güç kullanımı sonucu ölen,yaralanan gençlerimizin de,

Yanlış bilgi ve önyargılar sonucu hatalı kararlara  kurban         

giden vatandaşlarımızın da,

Siyasi danışmanınızın da ifade ettiği gibi Cumhuriyetle hesaplaşma 
adına açılan "Ergenekon", Balyoz ve benzeri davalarda yapılan 
haksızlıklar sonucu mağdur edilen insanlarımızın da,

Sanık sandalyesine oturtulan evlatlarının,eşlerinin,babalarının 
karar davasına bile alınmayan, alınmadıkları gibi otoban üzerinde 
biber gazı ile terörist muamelesi  yapılan sanık ailelerinin AHI’da, 

Gün gelecek aheste,aheste çıkacaktır.

Her nedense sizlerin daha inançlı olduğunuzu iddia ettiğiniz  yaklaşım  ve edeple ifade edecek olursam ;

“Allah,zulme uğrayan insanın yaptığı bedduayı mutlaka kabul eder  ve onun öcünü zulüm edenden alır.”


Evet Başbakan kısaca ve açıkçası ;

Bunca yanlış ve haksızlıklardan sonra ne yazık ki istemesem de , ben de beddua ederek bu Atasözünde ifade edilen sonucu  bekleyenlerden ve gerçekleşmesi için de bedduayı bırakıp  
dua edenlerdenim…

Kalın sağlıcakla….                     


http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10400