TURGUT Özal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TURGUT Özal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Mayıs 2019 Çarşamba

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 11

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 11



Şimdi, Sayın Demirel’e ilişkin… Benim böyle bir şeyi imzaladığımı kim söyledi, şeyde merak ettim eğer bir şeyse yani böyle bilmem ne kafelerinde… 

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – 8. Ağır Ceza, banka davalarına bakan Mahkemenin Başkanı, “O süreç içerisinde bu tür lisans verme hadisesinin yaygın olduğunu ve hatta o dönemin işte etkin isimlerinden biri ben tam olarak hatırlamadığım için, arkadaşlarımız şimdi sizin isminizin geçtiğini uyarınca söylediler- o dönemde 
böyle lisans ihaleleri veriliyordu.” çok fazla da yani bu sizin sıkıştırıldığınızı gösteriyor. 
TANSU ÇİLLER – Hayır, hayır ben böyle bir şeyi zorla da olsa kesinlikle yapmam. Yani zorlanarak da yapmam, ihale başka bir olay, ihaleye açılmışsa bir şey, bunu bilemiyorum, yani tekrar ediyorum, benim çok karşı olduğum bir şeydi bu yani duruş olarak da çok karşı olduğum bir şeydir dolayısıyla, bunu kim, hangi 
belgeyle veya nasıl, hangi şahitle veya bir şeyde söylüyor? Doğrusu çok şaşırıyorum yani bunu bilmek isterim çünkü gerçekten çok ters olay, bize ters en azından. 

Şimdi, ikincisi 28 Şubat, bir darbe miydi? Zannediyorum ki bundan daha açık söyleyemezdim yani 28 Şubat, bir darbedir, ezber bozan bir darbedir ve bu darbe, eğer milletvekili çoğunluğu azınlık yapılıyorsa ikna odalarında bu darbenin nasıl olduğuna dair bir göstergedir, şeklinde bir açıklamam oldu, yine o dönem 
açıklamalarımda “Bu bir Çankaya darbesidir.” dediğim, sonra tekrar  “Parlamentoya karşı yapılmış bir suikasttır.” dediğim o günün gazetelerinde, o günün beyanlarında, esasen mevcuttur ama bunu bir hukuki platform olarak 
değerlendirmiyorum, bunu daha çok demokrasinin etik kuralları çerçevesinde değerlendiriyorum ama ileri demokrasiler, bununla bağdaşmaz yani böyle olan bir şeyin, bu demokrasidir, demokrasinin gereğidir dememiz de mümkün değildir. Bunu, tekrar ifade etmek istiyorum. 
Şimdi, bundan sonraki bir sualinizde; “Millî Güvenlik Kurulu uygulama mercisi hükûmettir…” anlıyorum 28 Şubata ilişkin soruyorsunuz, kararlarına ilişkin soruyorsunuz. 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – “Beyanlarımızı Meclise götürmeyi düşündük.” diyorsunuz, sizi bu noktaya iten… 
TANSU ÇİLLER – Hayır. Eğer, böyle söylediysem de, böyle tutanaklara geçtiyse yanlış ifade etmiş, söylediğim şey şu: Nihayet, demokrasilerde her şeyin üstünde olan Meclistir, belli bir şey Meclisten geçtiği zaman ancak millî iradenin vazgeçilmez unsuru olur. Millî Güvenlik Kurulu kararları, bazen alınır ve uygulanmaz, bazense hükûmetler hiç alınmamış Millî Güvenlik Kurulu kararlarını, Bakanlar Kurulundan, Meclisten geçirerek uygularlar. Bizim orada yaptığımız şey, tekrar ediyorum, Bakanlar Kurulu süzgecinden geçirerek Meclise 
götürdüğümüz şeyler bizim zaten arkasında olduğumuz şeyler, öyle de olması lazım ama mesela, sekiz yıllık zorunlu eğitimi, biz sekiz yıllık eğitimi mesela Doğru Yol Partisi olarak benimsiyorduk ama zorunlu eğitim farklı bir mecraya sokuyordu olayı. Bizim sekiz yıllık eğitim programımızda vardı ama zorunlu eğitim bir başka olayı ifade ediyor. Yani bütün meslek okullarının bir yerde orta kısımlarının lağvedilmesine… Ve bunu niçin yapıyorsunuz? İşte, imam-hatip okullarını kapatmak için yapıyorsunuz ama onu da o çerçeveye sokuyorsunuz. 
Bunlar doğru değildi çünkü biz meslek okullarına -her şeyin ötesinde, teknik olarak söylüyorum- çok ehemmiyet vermiş bir gelenekten geliyoruz. Yani biz meslek okullarının çoğalmasında çok etkin olduk. Bunun kapatılması doğru değildi ama sekiz yıllık eğitimi uygun görüyorduk. Uygun gördüğümüz kararlar uygulandı ama asıl kilit noktada olan kararlar, yani o günün zorlaması şeklinde ortaya çıkarılabilecek nitelikte olan veya değerlendirilebilecek nitelikte olanlar, tekrar ediyorum, Sayın Yılmaz Hükûmeti kurulduktan hemen sonra icra 
edildi. Söylemek istediğim buydu. Eğer başka bir şey… 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – O zaman zabıtlara yanlış geçmişti, düzelmiş oldu bu vesileyle. 
TANSU ÇİLLER – Onu düzeltmiş olduk böylece. 
Doğrusu, Sayın Ecevit’in Ahmet Necdet Sezer konusunda ortaya attığı isim olarak belirlenen Cumhurbaşkanlığı adayı… Böyle miydi, yoksa yanlış yazılmış mı zaten daha evvelden tutanaklardan? 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Sayın Başbakanım, sizinki değil, o başka bir konuyla alakalı, bilmiyoruz. 
TANSU ÇİLLER – Peki, devam edelim. 
Sayın Ecevit, Ahmet Necdet Sezer’i gündeme getirmiştir. Hatta bir gün bir geç vakit bu geldi bizim önümüze. Hatırladığım kadarıyla, hatta Bilkent’te evde bir toplantı yaptık bu konuda ve biz Doğru Yol Partisi olarak bu ismi değerlendirdik. Bunun kimden çıktığı konusunda benim bir bilgim yok. Yani Haberal bunu 
söylemiş, ondan sonra Ecevit bize bunu getirmiş, onu bilmiyorum ama Sayın Ecevit bize bunu getirdi, çok hızlı biçimde geçirmemiz lazım olduğu konusunda hassasiyeti vardı, biz de geceleyin geç vakit Doğru Yol Partisi olarak toparlandık, değerlendirme yaptık. Zannediyorum ki arkadaşlarımız ilk önce bir miktar frene basmak istediler yanılmıyorsam ama sonuç itibarıyla hep birlikte bunu yapmanın gereği üzerinde duruldu ve bu şekilde geldi. Yani Sayın Ecevit’in Haberal kanalıyla bu ismi alıp almadığı konusunda bir bilgim yok. 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) - Bu da Yanlış anlaşıldı Sayın Başbakan çünkü Ecevit önce Haberal’ın olması noktasında bir düşüncesi bir var iken bu görüşme esnasında, o süreç içerisinde Sayın Yılmaz’la görüşmeye gidiyor, görüşme esnasında bizzat İsmail Hakkı Karadayı Paşa tarafından telefonla aranıyor ve Haberal noktasındaki ısrarından vazgeçip Sezer’i ön plana çıkartıyor. Buna dair bilginiz var mı? 

TANSU ÇİLLER – Uludağ’da İsmail Hakkı Karadayı’yla görüşmem kesinlikle gerçek dışı, böyle bir şey olmadı. Tesadüfen, benim olduğum bir iki gün içerisinde onun da orada olduğu doğrultusunda bir bilgi geldi bana ama bizim kesinlikle böyle bir görüşmemiz olmadı. Dolayısıyla, böyle bir şey söylemiş olmam da gündemde değil, konuşmuş olduğum da doğru değil. 

MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Siz değil efendim, Kalemli söylemişti. Kalemli bize -Meclis tutanaklarında var- sizin görüştüğünüzü söyledi ama… 
BAŞKAN - İsmail Hakkı Karadayı da reddetti bunu. 
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Ama İsmail Hakkı Karadayı da reddetti. 
TANSU ÇİLLER – İsmail Hakkı Karadayı’da… Hatta bu konuda ben hemen bir yalanlama da gündeme getirdim çünkü Özel Yetkili Savcıyla görüştükten hemen sonra böyle bir şey çıktı gazetelerde, hangisiydi bilemiyorum, yani benim sanki böyle bir şey söylediğim doğrultusunda. “Kesinlikle gerçek dışıdır, böyle bir şey 
olmamıştır.” diye hemen bir açıklama yaptım. Dolayısıyla, çok az açıklama yapıyorum, yani çok gerekli görmedikçe hiçbir açıklamada bulunmuyorum, biliyorsunuz belki bu duruşumu ama bu konuya gerekli gördüğüm için hemen yaptım. 

Bu arada, evet, bizim, Batı Çalışma Grubunu kamuoyunun önünde açıklamak ve kamuoyunu bu konuda bilgilendirmek konusunda inisiyatifimiz oldu. Yani Batı Çalışma Grubunu otaya çıkaran, bir yerde, Doğru Yol Partisi kanadı olmuştur. Tekrar etmek gerekirse eğer: Meral Akşener “Bunu ne yapalım?” diye bana getirdi, ben de “Bunu kamuoyundan gizlememiz doğru değil, bunu mutlaka ortaya çıkarmak lazım. Bu son derece önemli bir olay.” dedim ama “İlk önce merhum Erbakan’a bunu götür, sonra gereğini konuşuruz.” dedim, o arada 
merhum Erbakan bunu Sayın Cumhurbaşkanına hemen iletmiş, Sayın Cumhurbaşkanı da hemen Türk Silahlı Kuvvetlerine iletmiş ve birdenbire Türk Silahlı Kuvvetlerinin özellikle Güven Erkaya kanadından bize bir bombardıman geldi, Meral Akşener’in üzerinden geldi. Meral Akşener de çok dik durdu orada ve bu bombardımanın asıl hedefinin aslında ben olduğum çok açıktı çünkü Doğru Yol Partisi kanadına yükleniliyordu bu konuda ama mesele bundan ibaret. Zannediyorum ki… 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Yani “Açık darbenin önlenmesine bir gerekçe olmuş mudur?” diye sormuştum. 
TANSU ÇİLLER – Açık darbenin önlenmesinde… 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Şimdi “Uzun süreli bir süreç yaşandı 28 Şubatta. Bu hadiseleri, gizli yapılanmaları sizin ortaya çıkartmış olmanız silahlı kuvvetlerin açık bir darbe yapmasını önlemiş midir?” diye sorum buydu. 
TANSU ÇİLLER – Vallaha, benim kanımı soruyorsanız eğer, benim edindiğim intiba, Türk Silahlı Kuvvetleri belki bir miktar, belki belirli bölümlerinde… 
Çünkü “Türk Silahlı Kuvvetleri” dediğiniz zaman tek vücut bir şeyden de bahsetmiyorsunuz. Belki bir bölümü işte tanklı tüfekli geleneksel bir darbeyi düşündü ama benim algım o ki aslında bu böyle planlanmadı. Yani hiçbir yerinde gerçek bir darbe, bizim anladığımız o geleneksel darbe… Ben çıkarılıp, olayın ezber bozan bir darbeye dönüştürülerek uygulanması konusunda bir kanaat 
oluşmuş, belli bu. Bunun icrası da Batı Çalışma Grubunda görülüyor. Bu Batı Çalışma Grubunun da “Niçin? Biz ne yaparız?”ın tek hedefini, dediğim gibi, Tansu Çiller olarak söylüyorlar. Niye? Tansu Çiller çekilirse Doğru Yol Partisi de göçer, çöker. Bu kadar açık, yani bu kadar açık. 
BAŞKAN – Ahmet Toptaş Bey, buyurun efendim. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Efendim, bizi evinize konuk ettiğiniz için çok teşekkür ediyorum. 
Şimdi, “ezber bozan bir darbe” dediniz ve Meclise bir boğanın salındığını… 
TANSU ÇİLLER – Boğa, İspanyollar boğaları… 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Evet, boğanın salındığını söylediniz. 
Peki, bu boğa kim? Meclise bir boğa salındı, Mecliste dolaşıyor bu boğa yani. 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Biliyorsunuz o boğayı. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Efendim, yani bulmaca çözmeye gitmeyelim. 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Ben de onu söyledim. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Dolayısıyla, Sayın Demirel’in… Biraz önce Değerli Arkadaşım İdris Şahin sizin sözlerinizden yola çıkarak kendi değerlendirmesini yaparken sanki bu darbeyi yapan adamlardan birisinin bir mahkeme hükmünü okur gibi okuduğuna itiraz ettim, o da “Öyle değil. Ben bir tespit yapmak için anlatıyorum.” dedi. 

12. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 10

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 10



TANSU ÇİLLER – Teşekkür ediyorum Sayın Kaya. 

Sorunuza ilişkin olarak Sayın Demirel, bir siyasi figür ve kendisi darbelerden geçmiş birisi, dolayısıyla, kendisinin bazı korkularının olduğu, bazı şeyleri gerçek olarak bir… “Buradan bir şey çıkar, bunu önlemek lazım.” şeklinde bir duruşunun olduğunu düşünmek mümkün, ancak algılanan bir başka boyutunda sanki Sayın 
Cumhurbaşkanı, bu işin tankla, tüfekle olan tarafını önlüyor ama tankla, tüfekle olmayan boyutunda bu siyasi suikast dediğimiz boyutunda, sanki o duyarlılığı göstermiyor ve… 

BAŞKAN - Bir hatırlatma bağlamında bunları ifade etmeme izin verir misiniz? Sayın Demirel’i dinlediğimiz zaman özellikle 28 Şubat sürecinde, ki kendi rolü açısından “Millî Güvenlik Kurulu, anayasal bir kuruluş ve ben anayasal bir kurum, demokratik sistem içerisinde işlettim ve bunun hiçbir yönüyle ne postmodern darbedir, ne darbedir, ne demokrasiyi işlevsiz kılmıştır zira bir muhtırada bile Meclisin faaliyetlerini, Meclis demokratik sistemin dışına çıkar, ne Meclis kapanmıştır, ne tank girmiştir, dolayısıyla, bu tamamen demokratik 
sistem içerisinde siyasal aktörlerle konuşarak çözdüydük.” Problem olarak ifade etti yani tam kelimeler bu olmasa da çizdiği çerçeve buydu, belki bu minvaldeki açıklamalara da yani çerçevesel olan bir şeyi tam derseniz belki de hani daha net bir … yapma imkânınız… 

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Çok özür dilerim, “Sayın Demirel, tankların ve toplarla darbe yapılmasını önledi ama siyasi suikast anlamındaki darbelerle” diye devam ediyordunuz o yarım kaldı herhâlde. 
TANSU ÇİLLER – Evet, siyasi suikast denebilecek ve Meclisin çoğunluğunun azınlığa çevrildiği bir süreçte milletvekili transferlerinin… Aslında bir program çerçevesinde, imzalı bir program çerçevesinde yürütüldüğünü ne kadar biliyordu? Ve netice itibarıyla sonuçta ortaya çıkan tabloda, çoğunluk azınlığa 
çevriliyorsa ve bunu azınlığa çevirme sürecinde korku işletiyorsa, tekrar ediyorum -toplumun hafızasına işlemiş bir eski fotoğraf var, o bir hançer gibi duruyor orada onun altında yapmak daha kolay birtakım şeyleri- ama ikna 
odaları kuruluyorsa, milletvekilleri transfer ediliyorsa ve azınlık çoğunluk yapılana kadar bir zaman süreci tanınıp, o güven oylamasının alınmasına müsaade ediliyorsa ve sonra da ona “tabii şartlar altında kurulmuş bir hükûmet” 
deniliyorsa o zaman bunun demokrasiyle bağdaşır bir tarafı olup olmadığını iyi düşünmek lazım. 

Sayın Demirel, netice itibarıyla bizim partimizin eski Genel Başkanıdır, kendisinin darbelere ilişkin evvelden geçirmiş olduğu birçok şey bize “226 ruhunu” hatırlatmıştır. 226 dediğim şey: “Bulun 226’yı gelin.” yani Meclis çoğunluğunu bulun, gelin. Tabii bunların hepsinde tekrar ediyorum, Sayın Demirel’in, yaşanmışlığının, geçirmiş olduğu darbelerin kendisi üzerinde bıraktığı izlenimlerden doğan çok samimi önleme istekleri olabileceği gibi, başka farklı algıların da gündeme geldiği ve toplumda yankı bulduğu bir süreçten bahsediyoruz. Yani Sayın Erbakan bu doğrultuda hareket ediyor yani daha farklı bir demokrasi sınavı verilebilir miydi? Her şey hukuki olarak devam etmiş de olabilir, böyledir de ama demokrasi etiği açısından bundan sonra yapılacak olan 
bir anayasada, yazılı veya yazısız olarak bu ruhun mutlaka işlenmesi gereğinin altını çizmek istiyorum yani Meclisin çoğunluğu milletçe belirlenir, bu çoğunluk; bu iradenin Meclise yansıttığı aritmetiktir eğer, siz bunun bir bölümünü alıp bir ikna odası süreci içerisinde zorla, korkuyla, menfaatle, her neyse bir başka yere geçiriyorsanız ve o çoğunluğun azınlık olmasını bekliyorsanız sonra da ondan bir hükûmet çıkarıyorsanız ve “Ne güzel işte, demokrasi içinde bu işi hallettik.” diyorsanız o zaman bunun ileri bir demokrasi çerçevesinde yargılandığı zaman 
ne kadar kabul bulacağı ayrı bir sualdir. 

BAŞKAN – İdris Şahin Bey, buyun lütfen. 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Sayın Başbakanım, öncelikle biz de teşekkür ediyoruz , hanenizde bizi misafir ettiğiniz için. 

Ancak, bir tespit yaparak suallerimi tevcih etmek istiyorum. Gerçek anlamda bu Komisyon çalışmaları esnasında şöyle bir manzarayla karşılaşıyoruz; davet ettiğimiz tüm konuklarımızın başlarında kendilerine lider olarak addettiği isimler konusunda bir sual tevcih edildiğinde; emin olun çok büyük sıkıntılar çekerek, doğruyu direkt söylemenin ötesinde dolanarak bazı şeyleri ifade ettiğini görüyoruz. Bunu sadece zatıalinize mahsus değil, bunu biz evveliyatında dinlediğimiz Sayın Recai Kutan’da da gördük, Sayın Şevket Kazan’da da gördük ve diğer bir kısım siyasi aktörlerde de gördük. 
Şimdi, çok net bir sual, aslına bakarsınız Sayın Kaya’nın sormuş olduğu sual; son derece net ve biz Sayın Demirel’i dinlediğimizde de emin olun, bize o süreci anlatırken sanki normal Anayasa çerçevesi içerisinde, Mili Güvenlik Kurulu çerçevesi içerisinde, yapılmış hadiseler gibi anlattı. Demin de buyurduğunuz gibi “Tankla, tüfekle gerçekleştirilemeyen eylemler.” bu dönem içerisinde maalesef Sayın  Cumhurbaşkanının ve onunla birlikte hareket eden bir kısım isimlerin Doğru Yol Partisinin içerisinde yaptığı bir cerrahi müdahaleyle, Doğru Yol Partisinin zemini başka bir mecraya taşınmış ve siyasal olarak çoğunluk elde 
edemeyeceği anlaşıldıktan sonra da başka bir isme hükûmet kurma görevi verilmiş. Niçin bunu söylüyorum? 
Özellikle siz bunu ifade edemediniz, sizin adınıza belki bizler, yaşanılanları sizinle paylaşmak suretiyle önünüzü açmış oluruz, bu niyetle söyledim çünkü Sayın Demirel’e bizzat ben kendim sordum, dedim ki: Efendim, yani demokrasilerde böyle bir teamül var mı? 278 tane ilave oylarla birlikte 282 tane isim geliyor ve Sayın Çiller, sizinle görüşüyor, 282 ismin olduğunu, bu konuda Sayın Erbakan’ın da destek olacakları noktasında size teklifte bulunuyor, ancak siz, hükümeti kurma yetkisini Sayın Çiller’e; değil Sayın Mesut Yılmaz’a, veriyorsunuz, böyle 
bir şey olabilir mi? Dediğimde bana: ”Ben anayasal hakkımı kullandım.” dedi. 

BAŞKAN – “Noterci değilim, Çankaya’nın noteri değilim.” dedi. 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Evet, “Çankaya’nın noteri değilim, anayasal hakkımı kullandım.” Şimdi, biraz önce ifade ettiniz; “226’yı bulan gelir.” Bu söz; Sayın Demirel’in sözüdür, demokrasilerde sadece yazılı esaslar değil, aynı zamanda teamüller işler, bugün biz her yerde aynı şeyleri ifade ediyoruz; İngiltere’nin bir yazılı anayasası yok ama teamülleri var, asla ve asla bazı şeylerin farklı şekilde yürüyeceği noktasında bir inanç dahi İngiltere’deki demokrasi anlayışında yok. Şimdi, biz burada, Sayın Cumhurbaşkanı: “İmza sahipleri imzalarının arkasında olmadıklarını bana söylediler, 278 imzanın ve bundan dolayı Sayın Mesut Yılmaz’a bu görevi verdim.” gibi bir açıklama yapmıştı o gün bize. 

Şimdi, sizin bu söyleminizden şunu çıkartıyoruz; süreci yayarak, belirli bir süre içerisinde Doğru Yol Partisinden bir kısım milletvekilleri ikna odalarına çekiliyor, bir kısım ara otellerde, ikbal kaygısıyla, belirli bir tehditle ve belirli bir korkuyla ikna ediliyor ve bu şekilde de Doğru Yol Partisinden bir kısım isimler kurulacak olan hükûmete güvenoyu vermek durumunda bırakılıyor, bunların bilfiil başında ve bu organizasyonu yapan isimlerin başında da Sayın Cumhurbaşkanının olduğu görülüyor, bizim dinlediğimiz, edindiğimiz bilgilerle. Bunu söylemekten acaba niye çekiniyoruz? Öncelikle bir bunu öğrenmek istiyorum çünkü artık, millet aydınlanmak istiyor. 

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, şimdi, biz burada Sayın Cumhurbaşkanını yargılıyor gibi bir sonuca varıyoruz. 
BAŞKAN – Yargılamıyoruz. 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Efendim, ben bizzat Sayın Cumhurbaşkanının söylediği sözleri söylüyorum. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Şimdi, sözleri söylüyorsunuz da İdris Bey, “Bir mahkeme kararı gibi de anlaşılıyor.” diyorsunuz yani şöyle oldu, Demirel bunu yaptı, Demirel’in bunun gibi… 
BAŞKAN – Şimdi, değerli Milletvekilim, diğer milletvekillerimizin sorularına yorum katarak da sorabilir yani. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Hayır, yorum başka bir şey efendim. 
BAŞKAN – İdris Bey, böyle bir yargılama yapılmıyor fakat ona dikkat ediyorsanız, öyle bir… 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Ahmet Bey, ben başından beri tüm misafirleri dinleyen bir arkadaşınız olarak söylüyorum ve Sayın Demirel’in bizzat hemen yanı başında bu müdahaleyi kendisine de yapmış olan birisi olarak soruyorum. Şu anda da Sayın Başbakan, “Özellikle güvenoyu noktasında süreci biraz uzatarak kendi arkadaşları üzerinde bir kısım operasyonların gerçekleştiğini” ifade etti. Bunu Sayın Başbakan söyledi, ben de ikisini karşılaştırmak suretiyle böyle bir algının içerisinde olabilir miyiz? Bunu somut olarak söylerlerse bundan 
memnun olacağımızı ifade ettim ve girişte de şunu ifade ettim; herkes kendi liderini korumak gibi bir algı içerisinde, bu şekilde davrandığımız zaman, gelecek nesillere tam demokratik, ciddi anlamda özgürlüklerin tartışıldığı bir ülke bırakabilir miyiz? Samimice ifade ediyorum, güzel bir anayasa yapmanın yolu; gerçekleşen hadiseleri, dünde kalanları, tüm çıplaklığıyla burada ifade etmek değil midir? Bunu Sayın Başbakanımızdan rica ediyorum, uygun görürseniz cevaplarsınız, uygun görmezseniz de tamamen sizin takdirinize bırakıyorum Sayın Başbakanım. 
İkinci sualim ise şu: “28 Şubat kararlarını Meclise götürme düşüncesini eyleme geçiremedik.” diye bir düşünce paylaştınız bizimle. Oysaki, 406 sayılı Millî Güvenlik Kurulu kararlarının uygulama mercii tamamen hükümettir. Ancak bir dönem içerisinde hükûmetinizin bu kararlardan duyduğu rahatsızlık nedeniyle dönemin Meclis Başkanı Mustafa Kalemli’yle Sayın Başbakan Necmettin Erbakan’ın bu şekilde bir girişimde bulunduğu yani askerin bir nevi bildirisi veya ihtarını bir şekliyle Meclisten geçirmek suretiyle veyahut da Mecliste bunun 
reddedilmek suretiyle bir duruş sergileme niyetinizin olduğu ortaya çıkıyor, ancak siz burada özel olarak kendiniz ifade ettiğiniz için söylüyorum; “Yani Meclise götürelim düşüncesi bende hâkim oldu.” dediniz. Oysaki, bunun 
muhatabı Bakanlar Kurulu ve Bakanlar Kurulunda görüşüldükten sonra da ilgili bakanlıklara bildirilebilir. 

Buradaki muradınız neydi? Yani 406 sayılı kararları uygulamamak mıydı, Mecliste bir şekliyle zaman kazanmak mıydı, yoksa Anayasa ve çerçevesinde bu olayın, muhatabının Meclisin olmadığı hepimizce bilinmesine rağmen bu yolu tercih etmekteki niyetiniz neydi? Bunu öğrenmek istiyorum. 

Bir diğer sualim ise şu Sayın Başbakan: Özellikle cumhurbaşkanlığı seçimiyle alakalı olan süreç içerisinde yine dinlemiş olduğumuz tanıklardan birisi; “Bizzat kendisinin bu olaya şahit olduğunu…” ifade etti, “Sayın Haberal’ın ismini, Sayın rahmetli Ecevit’in ön plana çıkarttığı ve rahmetli Ecevit’in, Haberal’ın seçilmesi 
noktasında Sayın Mesut Yılmaz ve diğer muhalefet partileriyle irtibata geçip, karar aşamasına geldiği bir anda, silahlı kuvvetlerden bir telefon aldığını ve Sayın Ecevit’e Sezer’in ismi ön plana çıkartılması gerektiğini ve Sezer’in seçilmesi noktasında bir talepte bulunulduğunu” ifade etti. Bu konuyla alakalı sizinle paylaşılmış bir hadise var mı bu süreç içerisinde cumhurbaşkanlığı seçiminde? Bunu öğrenmek istiyorum. 

Bir de çokça konuşulan, toplumun da merak ettiği, ancak muhataplarından birine sorduğumuzda: “Böyle bir görüşmenin olmadığını” ifade etti. “Sizin, Uludağ’da, İsmail Hakkı Karadayı Paşa’yla bir görüşmenizin olduğunu ve kendisine burada veya başka bir noktada: “Paşam, 278 tane imzalı güvenoyu alabilecek çoğunluğum var, siz de yer yüzünde Cenabıallah’tan sonra en büyük kudret sahibisiniz, benim Başbakanlığım noktasında; bu imzaları da toplamışım, bana destek olmanızı istiyorum.” gibi bir görüşmenizin geçtiği ifade ediliyor. Böyle bir görüşme, oldu mu, olduysa nerede oldu ve bu minval üzerine mi oldu? Bunu öğrenmek istiyorum. 

Bir diğer sualim ise; özellikle döneminizin, Ekonomi Bakanı Ufuk Söylemez Bey, son derece güzel bir sunum gerçekleştirdi Komisyonumuza ve o sunumda: “Kendi hiçbir şekilde dış borçlanma o süreç içerisinde yapmadığınızı ve ekonominin Refahyol Hükûmeti döneminde son derece istikrarlı ve iyi gittiğini” ve yine bizim bir sualimiz sonrasında; “Bunun sebebinin havuz uygulaması mı?” diye kendisine sual tevcih ettiğimizde: “Elbette ki havuz uygulaması çok önemlidir ama tek başına havuz uygulaması da değildi, bu dönem içerisinde,  ekonomik çevreler Refahyol İktidarının iyi gidişinden çok ciddi anlamda rahatsız oldular.” gibi bir düşünce paylaştı, biz de kendisine şunu sorduk: “O dönemde Anadolu sermayesinin yükselişine mani olmak isteyen İstanbul iş çevrelerinin darbede; medyayla, askerle olan ilişkilerle ve bu sürecin, sürekli olarak gündemde tutulmasında ciddi anlamda bir faktör oldu mu?” ve özellikle yine o dönemde dinlemiş olduğumuz tanıklardan birisi de şunu ifade etti: “94-2003 yılları arasında 25 tane banka TMSF’ye devredilmiştir ve özellikle de bu süreç içerisinde otobüs üstünde, fona devredilen bankalar da dâhil olmak üzere bir kısım lisanslar imzalattırılmıştır, o günün siyasilerine…” gibi bir söylemle… 

TANSU ÇİLLER – Bu son, anlayamadım son cümleyi lütfen. 

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Şimdi, birçok banka lisansı verilmişti, 93, 94 ve 2003 yılları arasında TMSF’ye devredilen 25 banka içerisinde Komisyonumuzda ifade veren dönemin 8. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı da yapmış olan Mustafa Ak’ın, bir ifadesinde dedi ki: “Seçim otobüsü üzerinde bile banka lisansı 
verilmesine ilişkin kararların imzalandığını biliyorum.” 

TANSU ÇİLLER – Bana ilişkin mi bunu söyledi? 

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Hayır, hayır o döneme ilişkin ve sizin ekonomi profesörü olarak ve ülkemize Başbakanlık yapmış bir isim olarak: “Bu 25 TMSF’ye devredilen banka ve gidişatla alakalı bu davalara bakan yargıcın, yargı eliyle bir çırpıda görev değişikliği cihetine gidilmiş ve bu yargılamaların bir kısmı akamete uğratılmış.” Bizzat, biz bunu, kendi beyanından aldık. Bu süreç içerisinde sorum şu: Söz konusu, 25 bankanın fona devri nedeniyle milyarlarca dolar kamu zararı oluşmuş, acaba 28 Şubat sürecinin bu zarara ne ölçüde etki ettiğini düşünüyorsunuz yani pek çok dinlediğimiz tanıklar, açık bir darbeden ziyade ekonomik bir darbe olduğu kanaatindeler, buna siz de katılıyor musunuz? 

Son sualim de Sayın Başbakanım şu; özellikle Batı Çalışma Grubu evraklarının ortaya çıkması nedeniyle, silsile yoluyla Sayın Orakoğlu, İçişleri Bakanınız Meral Akşener’e, Meral Akşener Hanımefendi de: 
“Zatıalinizin o da bu yolla sizlerle bunun Başbakan tarafından Cumhurbaşkanına götürülmesi noktasında telkinde bulunarak, Cumhurbaşkanına götürüldü, daha sonra ise Cumhurbaşkanı, gereğini yapması gerekir iken, bunun tekrar muhataplarına geri döndürmek suretiyle bu belgeleri vermesi nedeniyle, 28 Şubat süreci içerisinde açık bir darbenin gerçekleşmediğini ve açık darbenin oluşmamasının en önemli sebebinin de bu belgelerin o dönem içerisinde açığa çıkmış olması ve bundan bir şekilde silahlı kuvvetlerin de haberdar olmasını 
öne sürenler var.” Bu görüşe de katılıyor musunuz? 

Teşekkür ederim. 

Tutanaklarda “Sayın Çiller vermiştir.” şeklinde. Hayır, orada bir yanlışlık var, ben tam dinledim onu, Sayın Başbakanın götürmesini istemiştiniz doğru mudur bu öneri? 
TANSU ÇİLLER – Ben, Sayın Meral Akşener’in bunu Başbakana, merhum Erbakan’a götürmesini istedim. 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Tamam doğru, doğru. 
TANSU ÇİLLER – Benim düşüncem, Sayın Erbakan’la bizim onu bir tezekkür edeceğimizdi yani kendi aramızda, o götürecek, biz bir tezekkür edeceğiz fakat bu olmadan Sayın Erbakan, Sayın Cumhurbaşkanına götürüyor meseleyi ve Sayın Cumhurbaşkanı da -yani benim bildiğim bir olay- bunu Türk Silahlı Kuvvetlerine bir biçimde götürüyor ve hemen oluyor bu çünkü arkasından Güven Erkaya –Deniz Kuvvetlerinin başında olması sıfatıyla ve nedeniyle bu konuda çok ciddi bir girişimde bulunuyor- Sayın Meral Akşener’e karşı ama tabii asıl 
hedefte olan Tansu Çiller çünkü Meral Akşener, Tansu Çiller’in yeni Bakan yaptığı ve aralarında bu konuda ve diğer konularda bir akışkan bir ilişkinin olduğu, bir resimle karşı karşıyasınız, ona saldırıyorsunuz ama asıl saldırmak istediğiniz öbürü, mesele bundan ibaret. 

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Çok özür diliyorum, tutanaklarda; lisans ihalesini bunu sağlayan isim olarak zatıalinizin ismi geçmiş, ona dair değerlendirmenizi yaparsanız -arkadaşlarımız uyardı- sizin isminizi vererek, otobüs üstünde lisans sözleşmesi imzaladığınız noktasındaki bir beyan. 

TANSU ÇİLLER – Şimdi, ben ilk önce şu lisanstan başlayayım yani hemen son olduğu için. Ben, bütün Başbakanlığım zamanında en büyük rezistansı koyan, başbakanlardan biriyim hiç şüphesiz, özellikle bu dönemde. Yeni banka kurulmaması açısından çünkü her yeni banka; bir rant, bir kesimden diğer kesime aktarılmış çok ciddi bir ranttır. Buna benden önce başlamış, benden önce başlamış ve sonuca gelmiş birtakım bankalar hariç, Hazine Bakanlığımdan itibaren, buna son derece karşı çıktım yani bu bir şey değil, bu benim 
temel felsefelerimden bir tanesiydi. Bu arada başlamış süreçler vardı, belli bir noktaya gelmiş, belli bir noktadan geri dönmeyenler, bunlar; oldu o araları ama bizim bütün yaptığımız şeyde, bizden sonra furya hâlinde banka verilmesinin en önemli banka kurma yetkisi verilmesinin en önemli nedeni; ondan önce bizim çok ciddi ölçüde bunu sıkmamız oldu. Yalnız, bakın koalisyonlara ilişkin size bir şey daha söyleyeyim: Koalisyonlar, belirli bakımdan demokrasi açısından yararlı bir işlevi var. Nihayet, temsil konusunda bir araya getiriyorsunuz, herkes 
temsil ediliyor ama koalisyonlarda hâkim değilsiniz olaya, sizin hayır dediğinizi bir başka bakanlık kanalıyla yani başbakanlar öyle tek başına iktidar gibi falan tek başına olayları götüremiyor, sizin haberiniz olmadan, birilerinin, birilerinin bakanının altından, birilerinin bir şeyinin altından bir şey yapıldığını görüyorsunuz. 
Anlatabiliyor muyum? 
Yani bu öyle, hele şimdi tek başına iktidar olarak yaşayan arkadaşlarıma ben hep şunu söylemiştim o zaman da arkadaşlarıma; şu nimeti iki seneliğine keşke Cenabıallah bize de kısmet etse de şu milletlimize gerçekten yapabileceklerimizi yapsak çünkü bizim kurduğumuz koalisyonlarda ve hatta bakanlarınıza bazen 
egemen olamıyorsunuz, tek başına bir iktidarda olabileceğiniz kadar yani dolayısıyla, orada birtakım şeyler kaymış olabilir ama benim bu konuda önü çekmem, bilmem şuralarda, buralarda tepelerde bilmem ne imzalamam, tam karşı görüşte olduğum bir olaydan bahsediyoruz. Dolayısıyla, tekrar ediyorum, başlamış birtakım süreçler olabilir, benim haberimin olmadığı süreçler olabilir ama ben temelli buna çok karşı koyduğum için zaten bizim çekilmemizden sonra 97’de furya hâlinde bankalara yetki verildi ve bu bankaların başlarına vesaire de çeşitli insanlar geldi, onları Komisyonunuz eminim inceleyip, görecektir- bunların bir bölümü de bu 28 Şubat sürecinin etkin isimleri oldu, zaman zaman. Dolayısıyla, söylemek istediğim şey; benim tam karşısında olduğum bir noktaya işaret ediliyor, ben banka verilmesine topyekûn, koyabildiğim rezistansı, sonuna kadar koyan bir siyasi ve ekonomik anlayıştaydım yani bunun bilinmesini isterim. 

11. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 9

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 9



O dönemde mesele şuydu: “Güvenlik güçlerinin özellikle askerî cenahında acaba bir zafiyet söz konusu olur mu Refahyol’la birlikte?” diye bir sual, sorgu vardı. Öyle bir düşünce çerçevesinde değil ama İçişleri Bakanlığında özel harekâtın yeniden güçlendirilmesi ve polisin de çok etkin olabilmesi doğrultusunda İçişleri 
Bakanlığının yaptığı birtakım çalışmalar vardı. Bu çalışmalar çerçevesinde sanki bu, “Çiller çetesi” gibi lanse edildi -hâlen de- toplumun hafızasının morfik alanında bu yankılar uyandırıldı ve bu çerçevede sanki benim verdiğim bu mesaj “Devlet hukuk devleti değil de, hukuk dışı her şeyi yapın.” demişim gibi bir kalıba sokuldu. O yapılan zirvede, Cumhurbaşkanlığı zirvesinde yine hatırladığım kadarıyla ben bu konunun üzerine sonuna kadar gidilmesi gerektiğini, “Sonuna kadar gidelim, gidilecek her yere kadar araştırılsın.” ama ülkenin güvenlik  güçlerinin orada polise de işaret ediyordum- zaaf içinde ve topyekûn bir töhmet altında bırakılmamasını, önemli olanın bu olduğunu çünkü terör mücadelesinin devam ettiği bir süreçte bunun güvenlik güçlerinin bütün motivasyonunu yok edecek bir noktaya taşınmasının millete bir miktar getireceği yükü büyük yükü hatta- işaret ederek konuştum. Dolayısıyla buradaki bütün çerçeve, çizilen çerçeve bundan ibaretti. 

Doğrusu, onun ötesinde, bu, siyasi çerçevede ortaya konulmuş olan ve bir darbe şeklinde onun bir enstrümanı hâline getirilmiş olan, Sayın Baş’ın ifade ettiği, “siyasi suikastlar” diyelim, “siyasi yok etmeler” diyelim, “siyasi cinayetler” diyelim bir yerde yani faili meçhuller aranıyorsa eğer, bu çerçevede meselenin ele alındığı zaman, görülen bütün bu bilgilerin topluma, toplumun hafızasının morfik alanına yerleştirilmiş bir bilgi kirliliğinin yayıldığını görüyorsunuz ve zaten “siyasi suikast” dediğimiz şey de böyle oluyor. Toplum nezdinde bir siyasetçiyi 
bitirmenin yolu, aslında onunla ilgili birçok yanlış bilgiyi aksini yayamayacak bir konumda olan bir kişi için yüklerseniz, bu, netice itibarıyla siyasi bir suikasta götürüyor çünkü yok ediyor onu, yok ediyor. Bu, tabii, bizim alışık olmadığımız bir kavram, ezber bozan bir kavram, tıpkı darbenin illa tankla yapılması gibi, tankla, tüfekle yapılması gibi; tıpkı işte darbeler bir tarihte yapılır, bir kesittir, 27 Mayıs gibi. Bu bir süreç olduğu gibi burada da siyasi suikastların sadece silahla yapılamayacağı, toplumun hafızasının morfik alanına bir bilgi kirliliği enjekte 
ederek bunun yaygınlaşması ve onun, o siyasetçinin doğru bilgi alamayan halkın verdiği kararlara -doğru bilgi alamayan doğru karar veremiyor- muhatap olması ve dolayısıyla yok edilmesi meselesi. Bu, tabii, yeni bir kavram olarak Türk siyasetine girmiştir ve incelenmelidir. Sayın Başkanın da söylediği şey zannediyorum bu idi ve buna işaret etmiş oldum. Dolayısıyla, doğrusu o rapordan da haberim olmadığı için onun ayrıntılarına giremiyorum. 

BAŞKAN – Eğer eksik kalan bir husus olursa, o raporu eğer Değerli Milletvekilimiz bize de sunarsa… Benim hatırladığım kadarıyla Susurluk Komisyonunda böyle bir rapor yok… 

MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Ben size veririm. 
BAŞKAN - …dolayısıyla hani kaynağı Susurluk Komisyonu olarak gösterdiğinizde... Kaynağı da önemlidir çünkü MİT’in Başbakanlığa yazdığı bir evrakın… Sayın Başbakanın Başbakanlık yaptığı döneme ilişkin bir rapordan söz ediyorsanız bunun teyidini sağlayabileceğimiz resmî yerler var elbette. Ondan sonra soruyu daha net olarak sorar, belki yazılı olarak da cevaplandırmasını isteyebiliriz. 
TANSU ÇİLLER – Şunu da ifade etmek isterim… 
BAŞKAN – Başbakanım, çok özür dilerim, buyurun, devam edin. Daha sonra da sözü Atila Kaya’ya vereceğim. Sizin ilave etmek istediğiniz bir konu varsa… 
TANSU ÇİLLER – Ufak bir şey daha var. 
Sayın Erbakan’a ben -belki bu, Sayın Şeker’in de duymak istediği şeylerden biridir- o dönemde yapılan Meclis araştırmasında “Sonuna kadar gidelim.” tavsiyesinde bulunan birisiyim ancak Sayın Erbakan bunun bir dönem sonra devamını istemedi. İşin tuhaf tarafı bizden sonra, bunun üzerinde çok konuşanlar yani işte “Bu mutlaka incelenmelidir, ortaya çıkacaktır, çıkarılmalıdır; şunlar şunlar oldu, Çiller de bunun içindeydi; şöyleydi, böyleydi…” vesaire diyenler ondan sonraki dönemlerin hiçbirinde de bununla ilgili daha onun ötesine giden bir şey yapmadılar. O sırada dikkat çekecek… 

BAŞKAN – Sayın Başbakanım, kastınız, sizden sonraki kurulan Hükûmet mademki bunun… Dolayısıyla siz “Daha iyi bir soruşturmayı yapabilirlerdi.” diyorsunuz değil mi? 
TANSU ÇİLLER – Evet, aynen onu diyorum, hiçbir şey yapılmadı. 

O dönemde benim ilgimi çeken… Bunu kimseyi töhmet altında bırakmak için söylemiyorum, sadece meselenin yanlış bilgilendirme veya eksik bilgilendirmeyle nasıl bir yanlışa götürüleceğine işaret etmek için söylüyorum. Benim orada dikkatimi çeken bir başka olguya da işaret etmek isterim: O zaman o Komisyona çağrılan birtakım insanlar -bunların bir bölümü komutanlardı, vesaire- gelmediler Komisyona. Ondan sonra da bunlar çağrılmadı. Anlatabiliyor muyum? Yani tekrar bir şeye işaret etmiyorum, sadece o zamanın bazı 
yaşanmışlıklarına işaret ediyorum. Dolayısıyla bazı şeyler duyduğum için bunu söylüyorum, “Çiller istemedi de araştırılmadı.” 

MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Hayır, Sayın Başbakanım. Ben o olayla ilgili, yani sizin 22/12/96 tarihinde Cumhurbaşkanının Başkanlığında toplandığınızda Sayın Mesut Yılmaz sizi itham eden bazı konuşmalar yapıyor, diyor ki: “Ömer Lütfi Topal’ın öldürülmesinde İstanbul Emniyeti failleri yakaladı, adamlar da zaten ‘Biz yaptık.’ diyorlar. Hiçbir gizli saklıları yok. Ama bunun üstüne gidilmedi, Emniyet Müdürünün üstüne gidildi.” Bunun üzerine Sayın Cumhurbaşkanı diyor ki: “Evet, bana da geldi Emniyet Müdürü, görüştüm, Emniyet Müdürü bana bunları söyledi: ‘Biz adamları yakaladık ama Ankara bunları elimizden aldı.’ diye Mehmet Ağar’ı 
şikâyet ediyor.” O konuşmanın içeriği bu, sizi suçladıkları yer burası, yani “Niçin müdahale edilmedi?” anlamında söylüyor. Yakalanan silahların Hospro şirketinden alındığı, o şirketin bu silahları MOSSAD’dan aldığı, bu silahların bir kısmının Susurluk’taki aracın arkasından çıktığı… 

BAŞKAN – İnanın çok fazla milletvekilimiz soru sormak istiyor, bekliyor. Saat 13.30, rica ederim. 
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Peki, o zaman şu son şeyi sormuştum, cevap vermemişti Sayın Başbakan. 
BAŞKAN – Eksik kalan hususlar olursa yazılı olarak versin dedik. 
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Yok ama bu önemli, bunu mutlaka duymak istiyorum. 
BAŞKAN – Buyurun. 
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Özellikle, İsrail’e gittiğiniz -Eymür’ün ifadesi bu- müsteşarla birlikte onların dışarı çıkartıldığı, Ağar’la sizin MOSSAD’la görüştüğünüzü iddia ediyor. 

TANSU ÇİLLER – Ben bir görüşmeyi yaptım İsrail’de. Yaptığım görüşme özellikle PKK konusunda istihbarat alışverişine ilişkindi ve bu istihbaratın çok gizli kalması gereği vardı, talep onlardan gelmiş bir talepti. Dolayısıyla, o gün PKK’nın çok ciddi istihbaratının İsrail’in elinde bulunduğu, nokta istihbaratının olduğu… 

MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Pardon... Efendim, görüştüğünüz kimdi? Kayıtlara geçsin diye söylüyorum. 

TANSU ÇİLLER – Vallaha, Rabin de vardı orada -Rabin de vardı yanlış hatırlamıyorsam- başkaları da vardı belki, bilemiyorum, yani şu anda tam olarak zaten bizim taleplerimiz ve onların gerisini ben dinlemedim yani benim meselem de değildi. Bir Başbakan olarak benim sadece söylediğim şey, bunun bizim için bu ilişkilerde önemli bir merhale olacağı ve bu istihbaratın iki istihbarat arasında ve yayılmadan… Onlar bunun tamamen gizli kalması üzerine çok ısrarcıydılar ama o gün yaptığım konuşmaların içeriğinde bütün benim söylediğim ve benim onunla kısıtlı kaldığım olay PKK’ya ilişkin nokta istihbarattı. 
BAŞKAN – Atila Kaya Bey, buyurun lütfen. 
ATİLA KAYA (İstanbul) – Teşekkür ediyorum. 
Sayın Başbakan, ben de teşekkür ediyorum zatıalinize bizleri evinizde misafir ettiğiniz için. 
Sayın Başkanım, müsaadenizle, ben öncelikle soru soran arkadaşlarımızın sorularında dile getirdikleri ve hem partimizi ve daha doğrusu bizim hareketimizi de ilzam eden -kayıtlara geçmesi bakımından- bir iki hususa dikkat çekmek istiyorum. 

Birincisi: Biraz önce Sayın Şeker MİT raporunu okurken bir “ülkücü mafya” tabiri geçti, bir de Azerbaycan’daki bir darbe girişiminde 22-23 civarında ülkücünün ve nizamı alem ocaklarından insanların öldüğü yolunda… 
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Buradan okudum. 
ATİLA KAYA (İstanbul) – Evet, rapordan okundu. Ben de kayıtlara geçmesi anlamında söylüyorum. 
BAŞKAN – O raporu çok merak ettik şimdi. 
ATİLA KAYA (İstanbul) – Aslında burada Sayın Başbakan da ifade etti, 28 Şubat dönemi, yani o süreç daha doğrusu, bir yönüyle önemli ölçüde özelleştirmeler yoluyla, banka kurmalar yoluyla belli ülke kaynaklarının belli insanlara ya da gruplara aktarıldığı bir dönem. İşte bu dönemde âdeta bütün bu kirli ve karmaşık ilişkilerin üzerine bir şal örtülmüş ve o şalın üzerine de “ülkücü mafya” ibaresi yazılmak suretiyle, yani toplumun dikkati başka yöne çekilmek suretiyle bütün o olup bitenlerin toplumun gözünden kaçırılma sürecidir. Dolayısıyla yani bu “Ülkücü Mafya” diye nitelendirilen insanların ülkücü hareketle -ki ben o tarihlerde Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı yapıyordum hiyerarşik ve organik anlamda hiçbir zaman bir ilişkileri ve bağları olmamıştır. 

O darbe meselesinde de, Azerbaycan’daki bu Dağlık Karabağ işgal edildiği zaman Türkiye’den gönüllü bir şekilde Azerbaycan’a gidip oradaki kardeşlerimize yardım eden, hatta savaşan insanlar olmuştur, yaralanan insanlar olmuştur, esir düşen arkadaşlarımız olmuştur ama hiçbir ülkücü Azerbaycan’daki bir darbe girişiminin içinde olmamıştır ve o 23 isim de hayalî bir şeydir, 23 ülkücünün öldürülmesi durumu da hayalî bir durumdur. 

Bunu özellikle belirtmek istedim. 

Bir de Sayın Önder burada yok ama ben bir şeyi söylemek istiyorum. Aslında, sizin Başbakanlığınız dönemi, gerçekten de terörle mücadele anlamında çok önemli adımların atıldığı -bana göre- ve çok önemli de sonuçlara ulaşıldığı bir dönem olmuştur Türkiye’de. O sorunun içerisinde geçen, işte, “Kürtlere zulüm”, “Kürt halkına zulüm” vesaire gibi şeyleri kabul etmemiz mümkün değildir bizim. Bir de yine bir tabir geçti “Nevruz’un Türkleştirilmesi” diye. Doğu Türkistan’dan Balkanlara kadar hatta Müslüman olmayan bütün bazı Türk toplulukları; gibi Çuvaşlar gibi, Gagavuzlar gibi, bunların hepsinde ortak bir bayramdır Nevruz Bayramı. Dolayısıyla, böyle bir şey yani Türk olan bir şeyi nasıl Türkleştireceksiniz? 

Bir şeyde bir temennimi dile getirip bir soru yönelteceğim son olarak. Bir kitap yayınlandı, zannediyorum sizin basın danışmanlığınızı yapmış Mehmet Bican, “28 Şubatta Devrilmek” diye. Orada da sizin bu 28 Şubatla ilgili o kararların alındığı tarihten sonra “yani tankın önüne çıkmak, tankın işte eğer böyle bir şey 
olursa, bir niyetinizi” ifade ettiğinizi yazıyor orada. Aynı şekilde siz de burada dile getirdiniz, bu hareketlerin içinde bulunan askerlerin emekliye sevk edilmesi yönünde bir girişiminiz olmuş ama merhum Erbakan Hoca’yı, o konuda anlaşılan ikna edememişsiniz, keşke bu hadise gerçekleşmiş, bunları yapabilmiş olsaydınız belki tarihin akış seyri de başka türlü olurdu, diyorum. Soru olarak da: Şimdi, şöyle bir şey var 28 Şubatla ilgili, dönemin Sayın Cumhurbaşkanına atfedilen şöyle bir şeyi var, deniliyor ki; “Sayın Demirel, 28 Şubat darbesini önleyen 
isim olmuştur.” Siz, hem o kitapta hem de biraz önce ifade ettiniz, o kararlardan sonra daha doğrusu size yetkinin verilmemesinden sonra yaptığınız bir açıklama var, diyorsunuz ki: “Bu bir Çankaya darbesidir.” yani benim sorum şu: Sizce, Sayın Demirel, gerçekten de o dönemde bir askerî darbe olacaktı da bunu birtakım girişimlerle önleyen bir kişi mi olmuştur, yoksa darbecilerin gerçekleştirmek istedikleri ya da ulaşmak istedikleri hedefe aracılık eden bir pozisyonu mu olmuştur? Bu konudaki görüşünüzü öğrenmek istiyorum, teşekkür ediyorum. 

10. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 8

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 8



Sayın Başbakan, buyurun. 

TANSU ÇİLLER – Onlarla ilgili İçişleri Bakanlığına defalarca… İçişleri Bakanlığı nezdinde defalarca konuşuldu ve benim sorduğum bütün sualler çerçevesinde “Biz gerekli her türlü önlemi alıyoruz öldürülmemesi için. Araştırılıyor ve bütün bunların hepsi için gerekli her şey yapılıyor.” şeklinde her defasında izahat aldık. 

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Mutmain oldunuz mu? 
TANSU ÇİLLER – Siz bütün faili meçhullerin hepsine, benden sonra ve benden önce mâni olabildiniz mi, mâni olunabildi mi? 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – İkna oldunuz mu anlamında. “Mutmain oldunuz mu?” dedim, “Mâni oldunuz mu?” demedim. 
TANSU ÇİLLER – Efendim? 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – İkna oldunuz mu? 
TANSU ÇİLLER – Tatmin oldum mu? 

Şimdi, öyle bir dönemdesiniz ki şöyle şeylerle karşılaşıyorsunuz: “Ne oldu?” diye soruyorsunuz. “PKK kendi arasında hesaplaşma içinde.” deniyor, “Hizbullah’la PKK hesaplaşma içinde.” deniyor. Ve bunların hepsini ortaya çıkarmak mümkün olmuyor, bugüne dek de olmadı. Yani o gün ben gereğini yapamadım, peki bunca yıldır bunca zaman geçti benim üstümden, ne oldu da bulunmadı? Ben siyasette de değilim. Yani söylemek istediğim şey acı olaylar, hepsi çok acı olaylar ama bunların muhatabı elbette o günün Başbakanı değil. Eğer 
öyle olsaydı bütün başbakanların aynı sualle karşı karşıya kalınması gerekir çünkü aynı şeyleri yaşadılar. 

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Öyle düşünüyorum ben de, bütün başbakanların sorumlu olduğunu. 
TANSU ÇİLLER – Peki başka sorumlu olan yok mu Sayın Önder? 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Ama burada sizle baş başayım. 
TANSU ÇİLLER – Acaba PKK’nın siyasetçiyle iş birliği yaptığı, onunla birlikte adam öldürdüğü şeklindeki birtakım mülahazalar karşısında sizler ne yapıyorsunuz? 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sizin itham ettiğiniz siyasetçi bugün hâlen Mecliste ve saygın bir parlamenter. Bu konuda dikkatinizi çekiyorum. 
TANSU ÇİLLER – Hayır, ben sizi itham etmiyorum. Ben sizi katiyen itham etmiyorum. 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Siz milletvekillerini gerekçe olarak gösteriyorsunuz. Orhan Doğan, rahmetlik oldu, Leyla Zana da Parlamentomuzun saygın bir vekilidir. 
TANSU ÇİLLER – O günkü nedenleri söylüyorum Sayın Önder. O gün… 
BAŞKAN – Bu konuyu eğer tamamladıysanız Sayın Başbakan, diğer milletvekillerimize söz vermek istiyorum. 

Var mı sorularda eksik kalan, cevaplandırmamız gereken? 

TANSU ÇİLLER – Vallahi, şu aşamada bir de bir şey daha var galiba. Bu “Türk Silahlı Kuvvetlerinin sizin aleyhinize bir şey yapacağına inanmıyorum çünkü onlarla birlikte çok iş birliği yaptınız.” dediniz, daha sonra da “Bunu, bu darbeyi hepimize karşı Türk Silahlı Kuvvetleri yaptı aslında.” dediniz. Çelişki var gibi geliyor bana. 
Yani evet, o dönemde Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve bütün güvenlik güçlerinin düzgün çalışması için gerekli her şeyi yapmaya çalıştık, bütün imkânları sağladık. Nihayet, bu ülkenin güvenlik güçleriyle başkasının güvenlik güçleri değil, başka da güvenlik güçlerimiz yok, ithal edecek güvenlik güçlerimiz de yok- ne varsa onlarla hukuk çerçevesinde yapılacak her şeyi yaptık diye düşünüyorum. 

Bir de bir şey daha var bana sorduğunuz. Bir şeyden bahsettiniz… 

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Özgür Ülke gazetesinden… 
TANSU ÇİLLER – Özgür Ülke gazetesindeki olayı hiç hatırlamıyorum yani böyle bir olaydan… 
BAŞKAN – Olmazsa bıraksın Sayın Önder, siz bunu yazılı da sonra cevaplandırabilirsiniz eksik kalmasın diye düşünüyorsanız. Bir gizli belge sundu Komisyona, bir örneğini size bırakalım… 
TANSU ÇİLLER – Tamam, hayhay. 
BAŞKAN – Onun üzerinde çalışma yapıp yazılı olarak… 
TANSU ÇİLLER – Bir de bir başka belgeden daha bahsetti, ondan hiç haberim yok. 
BAŞKAN – Biz size bir örnek olarak bırakalım, o konuyu siz cevaplandırırsınız yazılı olarak Sayın Başbakan. 
TANSU ÇİLLER – Hayhay. 
BAŞKAN – Tamam mıyız? 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Tamam. 
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Gaziantep Milletvekili Mehmet Şeker Bey’e söz veriyorum. 

Buyurun Sayın Şeker. 

MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Sayın Başbakanım, öncelikle bizleri evinizde misafir ettiğiniz için teşekkür ederim. 

Sözlerime başlamak istiyorum. Sizin rahmetlik Erbakan’la hükûmet olduğunuz dönemle ilgili, o zaman MİT raporları Başbakanlığa geliyor, direkt Başbakanlığa gelen MİT raporları da var. 

TANSU ÇİLLER – Refahyol’u soruyorsunuz, değil mi? 
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Evet, Refahyol dönemini soruyorum. 

Burada da 17/12/1996 tarihinde, ekleri olan, eklerinde teferruatlı pek çok bilgiler olan bir rapor var. Bu rapordan haberiniz oldu mu? Yani size Sayın Başbakan… 

TANSU ÇİLLER – Nedir o rapor? 
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – MİT’in işte bu Susurluk’la ilgili… Kişiler arası ilişkileri, nelerin olduğunu, kimlerin ne yaptığını, kimlerin kimlerle nasıl ilişki içerisinde olduğunu tanımlayan bir raporu var. Hatta bu raporu ilk önce Sayın Doğu Perinçek Demirel’e götürüyor -MİT raporunu- böylece de basına yansımış oluyor, yoksa bu rapor direkt, büyük ihtimalle Başbakana gitmiş bir rapor olarak geçiyor ama çok detaylı bir rapor bu. Bundan haberiniz var mıydı? 

Bu raporun içerisinde, Susurluk raporunda -Sönmez Köksal imzasıyla bir rapor bu- tabii, çok iddialar var bununla ilgili. İşte, bir yerinde de sizin kara para aklama işinde birileriyle gizli ortak olduğunuz iddia ediliyor. Yani bu iddiaları ben söylemiyorum, o zamanki MİT raporunda olan iddialar. Yine bu rapora göre, bunlarla ilgili sizin bir örgüt kurduğunuzu iddia ediyor. Bu raporun içerisinde bu örgütle ilgili… Onu da size detay olarak şöyle söyleyeyim: “Sayın Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller’in eşi Özer Uçuran Çiller’in, İçişleri 
Bakanı Elâzığ Milletvekili Mehmet Ağar’ın, MİT Kontrterör Merkezi Başkanı Mehmet Eymür’ün, Emniyet Genel Müdür Müşaviri Korkut Eken’in, Emniyet Özel Harekât Daire Başkan Vekili İbrahim Şahin’in, ülkücü mafya şeflerinden Abdullah Çatlı ve Alaattin Çakıcı‘nın yer aldığı belirtilmiştir.” Böyle bir iddia var, bu yapılan işleri burada anlatıyorlar. Azerbaycan’da bir darbe tertibi, İran’da savaş kışkırtması, Çeçenistan’da bir provokasyon, Avrasya feribotunun kaçırılması, uyuşturucu ticareti, Tarık Ümit, Askar Simitko, Lazım Esmaeili cinayetleri, 
nükleer madde kaçakçılığı, Manukyan’a bombalı saldırı gibi pek çok iddialar var. Bunlarla ilgili bilginizi öğrenmek istiyorum. 

Yine, Susurluk’la ilgili, kişiler arasındaki ilişkileri çok açık ve net ortaya koyan bir rapor bu, ama bu kişilerle ilişkili -benim takip ettiğim kadarıyla- yargı yoluyla herhangi bir şey yapılmamış çünkü çok iddialar var, özellikle de Mehmet Ağar’la ilgili çok ciddi iddia var. 

Yine, Azerbaycan’la ilgili bu raporda Ayvaz Gökdemir’in -rahmetlik, benim de hemşehrim- Devlet Bakanı olduğu dönemde Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, İbrahim Şahin ve Korkut Eken’in planladığı, MİT’in olayı Demirel’e bildirmesi sonucu Cumhurbaşkanının da Aliyev’i haberdar etmesiyle darbe girişiminin başarısızlığa uğratıldığı… MİT Müsteşarlığı bunları “Bizim bu işlerle ilgimiz yoktur.” diye belirtiyor. Yine bu noktada, Kutlu Savaş ve arkadaşları tarafından darbeyi planlayanlar da şöyle adlandırılıyor: İşte “Ayvaz Gökdemir’in desteği Kamil Yüceoral Türkiye’den katkı sağlıyor- Azerbaycan eski Cumhurbaşkanı Ayaz Muttallibov, eski Başbakan Suret Hüseynov, OMON birlikleri komutanı Ruşen Cevadov, burada yine MİT’in Bakü temsilcisi Ertuğrul Güven, TİKA görevlisi Ferman Demirkol, Din Hizmetleri Müşaviri Abdülkadir Sezgin’in ihmali, kusuru ve tertibiyle bu olay oluşturulmuş.” deniliyor. 

Bu rapordan haberiniz var mı? 

Yine, iddia edilen, 22 Mayıs 1996’da bu 500 milyar liralık, sizin, örtülü ödenekten harcamanızla ilgili… 
Sizin açıklamanız, sizin ağzınızdan yine doğrulatmak amacıyla söylemek istiyorum: “Bu sırlar açıklanırsa millet ayağa kalkar, dünya ayağa kalkar. İnsanlar, milletler birbirine düşer, Türkiye çöker. Rejim tehdit altına girer, 
herkes altında kalır. Halka halka, zincir zincir o ülkeden buraya her gün büyüyerek devam eder.” demişsiniz. 

Susurluk’ta, yine bu raporda, Mercedes’te bulunan silahların büyük bir kısmının MOSSAD’ın aracılığıyla, MOSSAD’la irtibat kuran Ertaç Tinar aracılığıyla alındığı, bunların bir kısmının PKK’yla mücadele adı altında Hizbullah terör örgütüne verildiği; bunlarla ilgili, o dönemde, bilginiz var mı? Bu silahların bir kısmının, 
biliyorsunuz, bu Susurluk’ta ortaya çıkan silahların bir kısmının da bu silahlardan olduğu, bu alınan silahların önemli bir kısmının ise Hizbullah’ın depolarında yakalandığı iddia ediliyor ve sonuç olarak Azerbaycan’daki darbe olayları sırasında, girişimi sırasında 23 tane ülkücü ve nizamı alemci, Büyük Birlik Partisi gençlik örgütünden insanların öldüğü iddia ediliyor. Bu rapordan haberiniz oldu mu? Sayın Başbakan size bundan bahsetti mi? 

O ölüm listesi, basında açıklanan listeyi açıkladınız, onu tekrar şey yapmak istemiyorum. 

Yine, Mehmet Eymür, Aralık 2011’de gözaltına alınıyor, Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığında ifadesi alınıyor. Diyor ki: Susurluk olaylarının öncesinde İsrail’e gittiklerini, MOSSAD’la görüşme yapıldığını ve bu görüşmeden sizinle birlikte -Müsteşar Sönmez Köksal’la berabermiş- onların dışarı 
çıkartıldığını, dönemin Başbakanı Tansu Çiller’le Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın MOSSAD ile görüştüğünü cumhuriyet savcısına verdiği ifadede de söylüyor. Böyle bir görüşme oldu mu, açıklarsanız seviniriz. 

Bir de bunlarla ilgili... Ben, tabii, bilmiyorum, MOSSAD’la, devlet yapılanmasında Başbakanın bir başka ülkenin istihbarat örgütüyle görüşmesi nedir, ne değildir; bununla ilgili bilgiyi verirseniz sevinirim. 

Bir de sizin, en son, bütün bu Susurluk olayıyla ilgili Sayın Cumhurbaşkanının sizleri toparladığı, 22/12/1996 tarihinde Çankaya Köşkü’nde Sayın Süleyman Demirel Başkanlığında tüm siyasi liderler ile yapılan bir görüşme var, bu görüşmenin de tutanakları var. Bunlarda da önemli şeyler konuşuluyor o dönemle ilgili. 
Bazılarını sizlerin de kabul ettiğiniz, işte böyle bir çetenin olduğu, devletin içerisinde böyle bir organizasyonun olduğu, o organizasyonun içerisinde devlet görevlilerinin suistimalinin olduğu, bunları önlemeye yönelik neler 
yapılabileceğiyle ilgili çok detaylı, 40-50 sayfalık bir görüşme var Cumhurbaşkanının yanında. O zamanki siyasi parti liderleri var. Herkesin bu konuyla ilgili hemen hemen hemfikir olduğu yani Türkiye’de yasa dışı işlere 
bulaşmış bir organizasyonun olduğu söyleniyor. Bununla ilgili bilginizi alacaktım. 

Şimdilik bunları sormak istiyorum. 

Teşekkür ederim. 

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Değerli Milletvekilimize. 

Benim, öncelikle, şunu da hatırlatmada bulunmam gerekir belki. 28 Şubat dönemini, siz, başlangıçta, sunum bölümünüzde ifade ederken Sayın Başbakan, bunun aslında bir süreç olduğunu yani tarih ve takvimi fiilen gerçekleşmiş bir darbe olmadığı için aslında birtakım bazı vakıaların önceden hazırlandığını veya daha sonrasına da, çok uzun zaman daha etkilerinin sürdüğünü söylediniz. Biz de bu incelemeleri yaparken aslında belli bir dönemin, özellikle faili meçhuller, karanlık cinayetler yani daha ziyade askerî yetkililerin veya güç kullananların “devlet aygıtı” dediğimiz -derin manada söylüyorum bunu- aslında belli mekanizmaları işletmek adına, belli işlerin planlamak suretiyle yapıldığı ve aslında burada yine de bir şekilde hedefte yine siyasi iradenin veya demokratik yollarla seçilmiş kişilerin olduğunu görüyoruz. Aslında bunları bu çerçevede sorulan sorular olarak da değerlendirin çünkü biz Komisyon olarak bunların tek tek incelemesini yapamayacağız ama asıl, siyasi suikastların ve bu alandaki yok etme yöntemlerinin de ayrıca araştırılması için bir komisyon kurulmasını Meclise 
önereceğiz. Zira, bunlar aslında demokratik sistemi işlemez hâle getiren en önemli olaylar diye düşünüyoruz. Bu sorularda o tarihsel öncelikler açısından belki sıralama böyle gidiyor. Arkadaşlarımızla bu karanlık dönemlerin aslında aydınlatılması adına da bildiğiniz noktalar varsa paylaşmanızı bu anlamda.. Bu mesele Türkiye'nin çok gündeminde olan ve aslında o dönem siyasilerinin bu konuları yeteri kadar soruşturmadığı, üstüne gitmediği, dolayısıyla da gitmedikleri için de biraz cesaret verdikleri gibi iddialar o dönemde de dile getirilmişti. Bugün tekrar aynı minvalde bir değerlendirme sorusu olarak ele alırsanız… 

Teşekkür ediyorum. 

TANSU ÇİLLER – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. 

Sayın Şeker’in öncelikli olarak Susurluk’la ilgili bir raporu gündeme getirdiğini görüyoruz. Ben doğrusu bu raporu görmedim ama bunun içinde olan bazı şeylerin anlaşılıyor ki bir iddia safhasında olduğu ve sonra bu Azerbaycan’a ilişkin ve burada geçen bazı şeylere ilişkin Devlet Güvenlik Mahkemesinde yargılamanın yapıldığı anlaşılıyor ve raporda yazılanların asılsız olduğu görülüyor. Burada Ayvaz Gökdemir ve Mehmet Ağar da sanık olarak yargılanmış. Oradaki bazı terimlerde de okurken acaba “İddia ediliyor.” şeklinde mi diye geçiyor diye… 

MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Bu, MİT’in Başbakanlığa verdiği rapor. 
TANSU ÇİLLER – Evet, çünkü burada anlaşılıyor ki bir yargı sürecinden geçmiş bu. 
BAŞKAN – Sayın Çiller, Susurluk Komisyonuna verdiği rapor… 
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Hayır, hayır. MİT’in Başbakanlığa verdiği… 
BAŞKAN – Hayır, ben kaynak olarak nereden edindiğinizi soruyorum. 
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Bu, Susurluk raporlarının içinde de var, Komisyonun raporlarında… 
BAŞKAN – Susurluk Komisyonunun raporlarından aldığınız bir konu, öyle mi? 
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – 17/12/1996 tarihli, yaklaşık 28-30 sayfalık bir rapor. Millî İstihbarat Teşkilatının Başbakanlığa gönderdiği bir rapor. 
BAŞKAN – Doğrudur yani Başbakanlık da… Bu, Komisyon raporundan mı edinilmiş bir şey diye merak ettiğim için… 
TANSU ÇİLLER – Ben bu raporu görmedim ama dediğim gibi, böyle bir mahkeme sürecinden geçtiği anlaşılıyor ve Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesinde bir yargılama yapılıyor bu konuda ve raporda yazılanların asılsız olduğu görülüyor ve sanık olarak da Ayvaz Gökdemir ve Mehmet Ağar var bu mahkemede. Dolayısıyla bu konuda benim ilave edecek bir şeyim yok, bu raporun içeriğinin de doğrusu ne olduğunu bilmiyorum. 

Bunun dışındaki sorduğunuz şey Susurluk’a ilişkin. Susurluk’ta -zannediyorum- Çankaya toplantısına işaret ettiniz. Evet, Aralık 96’da -tahmin ediyorum- bizim böyle bir Çankaya zirvemiz oldu. Bu Çankaya zirvesinde, hatta benim açıklama durumunda olduğum bir şeye de değindiğimi hatırlıyorum, o da ben o 
dönemde “devlet için kurşun atan ve kurşun yiyen” tabirini kullanmıştım, bunu da açıkladığımı orada hatırlıyorum. Şöyle ki, Susurluk olayından sonraki günlerde -yine hatırladığım kadarıyla- bizim bir başka şeyi yaptığımızı çok iyi biliyorum çünkü “Yapılmaması lazım.” diye söylenmişti o dönemde. Medyanın dağıtım tekeli vardı -bu birkaç gün sonra idi, hemen Susurluk’tan sonra- biz dağıtım tekelini kaldırdık ve çok büyük bir tepki geldi, ters tepki geldi. Bu tepkiyle birlikte bu mesele daha çok alevlendirildi ve ben bunu hep, uzun zamandır söylediğim için şahsıma yönelik bir kampanya burada benimle birlikte yürütülmeye başlandı. 

9. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***