Yazar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yazar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Kasım 2019 Çarşamba

ATATÜRK ’ÜN KÜRESEL YÖNÜ ÜZERİNE. BÖLÜM 1

ATATÜRKÜN KÜRESEL YÖNÜ ÜZERİNE. BÖLÜM 1

Dr. Bilâl N. ŞİMŞİR*
* E. Büyükelçi, Tarihçi-Yazar 



I Yurtta Barış Dünyada Barış Bağlamında Atatürk Ve Yabancı Devlet Adamları


24 Ekim 1919: Atatürk diyor ki: 

“Milletimiz bugüne kadar çok metaibe ve çok haksızlığa maruz kalmıştır. Binaenaleyh devamlı bir sulhü ezcan-ü dil temenni eder. 

Ancak tehlikenin boğaza sarıldığı yerde mücadele kendinden doğuyor. İzmir’de mücadeleyi kim açtı?...Canına kıyılan bir millet her şeyi göze alır.”1 

18 Kasım 1921: Atatürk, Ankara’daki Azerbaycan Elçisi İbrahim Abilof’un söylevine verdiği karşılıkta diyor ki: 

“Anadolu bu müdafaasiyle yalnız kendi hayatına ait vazifeyi ifa etmiyor, belki bütün Şarka müteveccih hücumlara bir set çekiyor. 
Efendiler, bu hücumlar elbette kırılacaktır. Bütün bu tasallutlar mutlaka nihayet bulacaktır. İşte ancak o zaman garpte, bütün cihanda hakiki sükün, hakiki refah ve insaniyet hüküm sürecektir.”2 

27 Aralık 1921: Gandi Başkanlığında toplanan Hindistan Ulusal Kongresi, Sakarya zaferinden dolayı Mustafa Kemal Paşa’yı kutlamak için şu kararı aldı: 

“Kongre, Mustafa Kemal Paşa’yı ve Türkleri büyük başarılarından dolayı kutlar, Hind halkının sevgilerini kendilerine sunar, Türkiye’nin bağımsızlığının korunması konusunda yardımlarını sürdüreceğini belirtir.”3 

7 Temmuz 1922: Atatürk, İran Elçisinin Ankara’ya gelişi dolayısıyla yaptığı konuşmada şöyle diyor: 

“ Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı, belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. 
Türkiye azim ve mühim bir gayret sarfediyor. Çünkü müdafaa ettiği, bütün mazlum milletlerin, bütün Şarkın davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan Şark milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir. Türkiye şimdiye kadar mevcut olan tarih kitaplarının icabatını değil, tarihin hakiki icabatını takip edecektir... Biz yeni bir tarih yapacağız.” 4 

15 Mart 1923: Atatürk, Adana çiftçileriyle konuşmasında, savaş ve barış hakkındaki kanaatini şöyle anlattı: 

“Behemehal şu ve bu sebepler için, milleti harbe sürüklemek taraftarı değilim. Harp zaruri ve hayati olmalıdır. Hakiki kanaatim şudur: Milleti harbe götürünce vicdanımda azap duymamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı, “ölmeyeceğiz” diye harbe girebiliriz. Lâkin, hayat-ı millet tehlikeye maruz kalmayınca harp bir cinayettir. 

İnşallah iyi ve şerefli bir sulh yapacağız. Sulhun imzasiyle önümüzde bir çalışma devri açılacak...” 5 

2 Kasım 1923: Afganistan Büyükelçisi Sultan Ahmet Han, Afgan Kralı Amanullah Han ve Afgan Devleti adına Türkiye Cumhuriyeti ilanını ve Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın ilk defa Cumhurbaşkanı seçilmesini kutluyor. Kutlarken “Sema-i İslamda Türk’ün birinci defa doğan şu Cumhuriyet yıldızı yeryüzünde bütün İslam milletlerini feyizli ve ümitbahş ziyalarıyla ışıklandıracağına imanımız vardır” diyor.6 

Bugün, günün ağırdığını nasıl görüyorsam, uzaktan, bütün Şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklâl ve hürriyetine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşu, şüphesiz ki terakkiye ve refaha müteveccih vuku bulacaktır. Bu milletler bütün güçlüklerine ve bütün mânilere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen istikbale ulaşacaklardır. 

Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletlerarasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hâkim olacaktır.”7 

8 Temmuz 1937: İran Şehinşahı Rıza Pehlevi, Sadabad Paktı’nın imzalanması dolayısıyla, Atatürk’e şu telgrafı gönderdi: 

“Şark antlaşmasını tespit ve tebyin eden dört dost mem8leket arasında münakit Sadabad Misakı’nın imzalanması münasebetile, siz Ekselansa, en hararetli tebriklerimi bildirmekle bahtiyarız. Bundan sonra çözülmez bir bağla birleşmiş olan memleketlerimiz, bu hadise yolu ile samimi ve verimli işbirliklerini sulhun hizmetine koyabileceklerdir. Siz Ekselansın saadeti ve Türk milletinin refahı 
hakkında en samimi temennilerimizi ifade için bu fırsattan istifade ediyoruz.”9 

8 Temmuz 1937: Irak Kralı Gaziyülevvel, Sadabad Paktı’nın imzalanması dolayısıyla, Atatürk’e şu telgrafı gönderdi: 

“Şark antlaşmasını tespit ve tebyin eden dört kardeş ve dost memleket arasında münakit Sadabad Misakı’nın imzalanması münasebetile, siz Ekselansa en hararetli tebriklerimi bildirmekle bahtiyarız. Bundan sonra çözülmez bir bağla birleşmiş olan memleketlerimiz, bu hadise yolu ile samimi ve verimli işbirliklerini sulhun hizmetine koyabileceklerdir. Siz Ekselansın saadeti ve Türk milletinin 
refahı hakkında en samimi temennilerimizi ifade için bu fırsattan istifade ediyoruz. “10 

9 Temmuz 1937: Afganistan Kralı Mohammed Zahir Han, Sadabad Paktı’nın imzalanması üzerine, Atatürk’e şu telgrafı gönderdi: 

“ Dört kardeş ve dost memleketlerimiz arasında imzalanan Sadabad misaki münasebetile siz Ekselansa en hararetli tebriklerimi arza müsaraat ediyorum. Sadabad misakının bizim dört memleketimizin tesanüt ve kardeşliği ve sulhun muhafazası için en müessir bir âmil olacağına kaniim. Bu fırsattan istifade ederek Ekselansın şahsi saadeti ve Türkiye’nin refah ve istikbali için en samimi temennilerimiz arz ederim.”11 

II Atatürk’ün Ölümü Dolayısıyla Yabancı Devlet Adamlarının Söylediklerinden 

Örnekler.,
 10 Kasım 1938: Türkiye’nin Paris Büyükelçisi Suat Davaz, Ankara’ya şunları telledi: 

“Bu sabah bir taraftan ajansların ve diğer taraftan radyoların verdiği alîm haber, her Türk’ün kalbini dondurduğu ve durdurduğu gibi bizim de kalplerimizi parçaladı. Yegâne tesellimiz O’nun lâyemut oluşudur... 

Bu ziyaı elimi haber alan Reisicumhur Mösyö Albert Lebrun, askerî maiyetinden Kolonel Chaudessolle’ü göndererek...Atatürk’ün elim ufulü dolayısıyla...Türk Milletinin matemine iştirak etmiştir. Reisicumhur bu elim ziyaın Fransa için de bir matem teşkil ettiğini ifade etmiştir...Dahiliye Nazırı Albert Saro’nun akşam gazetesine vaki beyanatında, Atatürk’ün üfûlünun Türkiye için azîm bir ziyâ 
olduğu gibi Fransa ve sulh için de sonsuz acı bir ziyâ teşkil ettiğini bildirerek alenen ve resmen taziyede bulunmaktadır. Maruzdur.”12 

10 Kasım 1938: Türkiye’nin Berlin Büyükelçisi Hamdi Arpağ Ankara’ya şunları telledi: 

“Atatürk’ün irtihali burada duyulur duyulmaz elyevm Berlin’de bulunmayan Führer ve Hariciye Nazırının telefonla vaki emirleri üzerine Devlet Nazırı Dr. Maysner, Führer namına, ve Hariciye Kâtibi Umumisi Baron Vayseger Hariciye Nazırı namına Büyükelçiliği bizzat gelerek taziyede bulunmuş ve sade Türkiye’nin değil bütün Avrupa’nın ve bu meyanda Türkiye’ye karşı dostluk hisleri ile 
mütehassis olan Almanya’nın büyük bir şahsı kaybetmiş olduğunu ilave eylemişlerdir...”13 

10 Kasım 1938: Fransa Cumhurbaşkanı M. Albert Lebrun, Atatürk’ün ölümü dolayısıyla, TBMM Başkanı ve Türkiye Cumhurbaşkanı Vekili Abdülhalik Renda’ya şu telgrafı gönderdi: 

“Hayatını yurdunu yeniden şerefle diriltmeye hasretmiş olan hararetli yurtseverin ve Büyük Devlet Adamı’nın göçtüğü şu anda, derin bir heyecanla Türkiye’nin matemine katılırım. O’nun, akıllı ve barışçı metodlarla gerçekleştirilen eseri, milletler tarihinde seçkin bir yer tutacaktır. Türk Milletine samimi dostlukla bağlı bulunan Fransız Milleti, Türkiye Cumhuriyeti’nin bugün uğradığı kaybı, elim bir sempatiyle duymaktadır.” 14 

10 Kasım 1938: Türkiye’nin Varşova Büyükelçisi Ferit Tek Ankara’ya şunları bildirdi: 

“ (Polonya) Hariciye Nazırı, Polonya Hükûmeti’nin Atatürk’ü büyük bir Devlet adamı olmak üzere selamlayacağını ifade etti. 
Cenaze merasiminde Polonya Sefiri, Fevkalâde murahhas olarak Reisicumhuru temsil emrini almıştır. Vakit müsait ise orduyu temsil için dahi bir General kendisine iltihak edecektir. Biri Reisicumhur, diğeri ordu namına iki çelenk vazolunacaktır. Resmi tedfin günü Polonya’da bütün Devlet müessesatı ve Belediye matem bayrağı çekeceklerdir. Merasim günün iş’arı mercudur.”15 

10 Kasım 1938: Türkiye’nin Bürkreş Elçisi Hamdullah Suphi Tanrıöver Ankara’ya şunları telledi: 

“Reisicumhurun vefatı haberi burada çok derin teessür uyandırmıştır. Telgrafın buraya gelmesinden hemen sonra Baş Mabeynci Kral namına ve Hariciye Nazırı Hükûmet namına Elçiliğie gelerek taziyelerini bildirmişler, Baş Mabeynci Türk milletinin uğradığı kayıptan duyduğu çok derin ve samimi teessürü Türk milleti ve hükûmetinin bilmesini Kralın bilhassa arzu ettiğini, Hariciye Nazırı 
da Romanya hükûmeti namına, cihan tarihinde o kadar büyük ve asil rol oynamış bir simanın kaybı ile kendilerinin çok kıymetli bir dost kaybettiklerini acı bir surette duyduklarını beyan eylemişlerdir. Resmi dairelerde bayraklar matem alâmeti olarak yarıya indirilmiştir. 
Gazeteler hususi nüshalar çıkararak halkı haberdar eylediler ve yarın da merhumun eserini tanıtmak üzere fevkalâde nüshalar çıkaracaklar. 
Elçilikte açıklmış olan defter-i mahsusa Hükûmet erkânı, ecnebi sefirler, sabık Nazırlar, maruf birçok zevat imza etmekte, taziyelerini bizzat ifade etmektedirler.” 16 

10 Kasım 1938: Romanya eski Dışişleri Bakanı N. Titulesco, Türkiye Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras’a şu telgrafı çekti (çeviri): 

“Büyük, şanlı ve bilge Cumhurbaşkanı Atatürk’ün ölümüne pek üzüldüm. En içten başsağlığı dileklerimi kabul buyurmanızı ve Hükûmetinize sunmanızı rica ederim. Öyle büyük bir Şefi yakından tanımış olmayı ve Balkan Paktı dolayısyla onunla birlikte yan yana çalışmış olmayı kendim için her zaman nadir bir ayrıcalık sayacağım. Bu acı anda içten dostluk duygularıma lütfen inanmanızı özellikle rica ederim.” 17 

10 Kasım 1938: Yunanistan Başbakanı Metaxas, Türkiye Başbakanı Celal Bayar’a şu telgrafı çekti (çeviri): 

“Yunan Hükûmeti, Yunan halkı ve ben, dost ve müttefik Türkiye’yi pek derinden sarsan millî matemi, en büyük acıyla paylaşıyoruz. Bu yaslı anda bütün Yunanistan, kendisine karşı pek büyük bir sempati beslediği asil dost milletin yanındadır. Seçkin Şef, kahraman asker ve Türkiye’nin aydın yaratıcısının hatırasına saygı besleyen Yunanistan, Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk’ün, Türk-Yunan Antantı’nın baş mimarı ve Türk ve Yunan milletlerini barışçı işbirliği ülküsü etrafında birleştiren sarsılmaz dostluk bağlarının da kurucusu olduğunu hiçbir zaman unutmayacaktır. Yunanistan, güçlü eseriyle Türk milletinin kaderini çizmiş olan Büyük Ölü’nün duygulandırıcı hâtırasını sadakatle yaşatacaktır.”18 

11 Kasım 1938: Fransa İçişleri Bakanı Albert Sarraut, Paris-Soir gazetesinde “Atatürk” başlıklı bir yazı yayınladı. Daha önce Büyükelçi olarak Türkiye’de bulunmuş ve Atatürk’ü yakından tanımış olan Sarraut şunları yazdı: 

“Başkan Atatürk’ün ölümü, o güzelim Türkiye için muazzam bir kayıptır; O’nun kahramanlığı ve dehasıdır ki, Türkiye’yi bağımsızlığa kavuşturmuş ve kalkınma yoluna koymuştur. O’nun ölümü Fransa için de bir kayıptır; çünkü Atatürk, Fransa’nın sadık ve içten bir dostuydu. Bu ölüm, barış davası bakımından da bir kayıptır, çünkü O, Devlet Başkanı olarak, yüksek bir vicdanla, yorulmadan barışı 
korumak için çaba harcıyordu...”19 

11 Kasım 1938: Hatay Devleti Reisi Tayfur Sökmen, Türkiye Cumhurbaşkanı Vekili Abdülhalik Renda’ya şu başsağlığı telgrafını gönderdi: 

“Türk âleminin ve bütün Şark’ın Ulu Atasının ebedi ziyaı Hatay’ısonsuz teessürlere gark etmiştir. Büyük Önderin, rejimini ve aydınlattığı izleri takip edecek olan Türk milletinin ve Türk varlığının izleri üzerinde, bütün varlığımızla yürüyeceğimizi ağlayarak arz ederim.” 20 

11 Kasım 1938: Türkiye’nin Londra Maslahatgüzarı Kadri Rizan Ankara’ya şunları telledi: 

“Büyük felaket haberini resmen bildirmek üzere dün akşam Hariciye Nezaretine gittim. Nazır Meclis’te meşgul olduğu cihetle Müsteşar ile görüştüm. Son derece müteellim ve müteessir olduklarını, kederimize bütün kalpleri ile iştirak ettiklerini bizi de mütehassis edecek bir lisan ile ifade etti. Türkiye’nin büyük bir şef, cihanın harikulade beynelmilel bir sima, İngiltere’nin büyük bir dost gaip ettiklerini söyledi.”21 

11 Kasım 1938: Türkiye’nin Tahran Büyükelçisi Enis Akaygen Ankara’ya şunları telledi: 

“Reisicumhurmuz Atatürk’ün ebedi ufulü daolayısile Saray-ı Şehinşahi ve Hükûmet bir ay resmi matem ilan etmiştir. Şehinşah Hazretleri tedfin merasiminin sonuna kadar İran’da askerî ve resmi diğer emakin üzerine ve ecnebi memleketlerdeki İran mümessilliklerinde bayrağın yarıya çekilmesini emir buyurmuştur. Bu irade-i Şehinşahi bugün bütün gazetelerde ilan edilmiştir.” 22 

11 Kasım 1938: Sovyetler Birliği Merkez İcra Komitesi Reisi Kalinin, Türkiye Cumhurbaşkanı Vekili Abdülhalik Renda’ya şu telgrafı çekti (çeviri): 

“Dost Cumhuriyetin, ismi büyük Türk milletinin istiklal ve refahı için olan kahramanca mücadelesinin bütün devresini sembolize eden yüksek Başkan Kemal Atatürk’ün vefatı haberlerinden pek ziyade müteheyyicim. 
Bu acı vesileyle samimi taziyelerimi kabul buyurunuz.”23 

11 Kasım 1938: Sovyet Dışişleri Bakanı Litvinov, Türkiye Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras’a şu telgrafı çekti (çeviri): 

“Türkiye istiklalinin ve barış davasının yorulmaz mücadelecisi ve Türk-Sovyet dostluğunun bânisi yüksek devlet adamı Kemal Atatürk’ün ölümü haberlerinden pek ziyade mütessir ve müteheyyiç olarak samimi ve candan taziyelerimi arza müsaraat eylerim.”24 

12 Kasım 1938: Türkiye’nin Kahire Elçisi Şevki Alhan şunları telledi: 

“ Atatürk’ün vefatı kendisini saygı ile seven bütün Mısır’da büyük acı uyandırdı. Matbuat, yazılarında O’nun yarattığı ölmez eserlerden bahsederek milletimize derin taziyelerini sunuyorlar.* Sureti mahsusada İskenderiye’den gelen Başmabeynci, Majeste Kralın, Meclis Reisi parlemanın taziyelerini, Hariciye Nazırı ile müsteşarı ayrı ayrı gelerek hükûmetin teessürlerini tebli ettiler. Diğer taraftan Kral ailesine mensup prens ve prensesler ile pekçok dost Mısırlılar acılarını bildirmek üzere âcizlerşni ziyaret ettiler. Hükûmetin kararile 
cenaze merasiminin sonuna kadar Parleman ve resmi devair bayraklarının yarıya indirileceği maruzdur.”25 

* Bir örnek: 11 Kasım 1938 günlü El Ahram gazetesi şunları yazmıştı: 

“Mustafa Kemal öldü. O, Türk milletinin atası ve son asırların yetiştirdiği en büyük adam. Türkiye’yi kulluktan kurtaran, istilacılara karşı saldırı ateşini yakan, savaş meydanlarında ona başbuğluk edip kurtuluş sahiline çıkaran adam öldü...Tarih onun adını ebedileştirecektir...
Bütün Şark âlemi, Türk milletine en derin taziyelerini sunar. Dün ölümünü öğrendiğimiz Atatürk’ün, dünyanın en büyük adamı olduğunu tarihin kaydetmesi hiç de uzak değildir...” (Ayın Tarihi, II. Teşrin 1938 No. 60 Mükerrer, sç 194) 

13 Kasım 1938: Türkiye’nin Sofya Elçisi Şevki Berker Ankara’ya şunları bildirdi: 

“Başvekil, Atatürk’ün cenaze merasiminde bulunmak üzere Kral namına Saray Nazırı General Panof’u, Hükûmet namına General Daskalof’u ve ordu namına da Sofya garnizonu kumandanı General Bukakşi ve 72 nefer, 5 zabit ve 6 zabit vekilinden mürekkep bir kıtayı asker, ye göndermeye karar verdiklerini söyledi...Kral’ın Atatürk’e karşı beslediği yüksek takdir hislerile merhumu müşarileyhin vaktiyle Ataşemiliter olarak Bulgar ordusu ile temasını ve Bulgaristan’a karşı gösterdiği dostluk hislerini ve Harbi Umumide Türkiye-Bulgaristan ordularının silah arkadaşlığını nazarı itibara alarak bu merasime hakiki bir dostluk tezahürü ile iştirak etmek arzusunu izhar ettiğini 
ve bunu da ilk defa olmak üzere bize karşı yaptığını söyledi.” 26 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

29 Temmuz 2018 Pazar

AKP’NİN SORUNU NASIL AŞILACAKTI VE SN. RECEP TAYYİP BEYİN SONU NE OLACAKTI ? BÖLÜM 1



AKP’NİN SORUNU NASIL AŞILACAKTI VE SN. RECEP TAYYİP BEYİN SONU NE OLACAKTI ?  BÖLÜM  1 


ARALIK 2006 Yazar Milli Çözüm Dergisi

04 Aralık 2006

Milli Görüş gibi Hak bir davaya ve Erbakan Hoca’ya hıyanete kalkışmış, bu yüzden hidayetleri kararıp basiretleri bağlanmış, dış projelere işbirlikçilik karşılığı taşındıkları geçici makamlarla gururlanıp enaniyetleri kabarmış kadroların, bu millete ve ülkeye kalıcı ve kapsayıcı hizmetler yapacaklarına inanmak, benim imanıma, Kur’an’ıma, aklıma ve vicdanıma uymamaktadır. Onbeş yıllık iktidarları boyunca, icraatlarının çoğu da, hem İslami kurallara hem de Milli çıkarlarımıza aykırıdır. Zaten AKP iktidarının yaptığı en
büyük iki tahribat:

1- Müsned (sarih Ayet ve sahih Hadis senetli-destekli) İslamiyeti laçkalaştırıp
yozlaştırmak, Ulvi dinimizi siyasi istismar aracı yapmaktır. Kur’ani prensipleri Batı Demokrasisinin bir aksesuarı gibi kullanmaktır.

2- Müsbet Milliyetçiliği ise ırkçılık ve ayrımcılık gibi yorumlayıp, Milli birlik ve dirlik bağlarımızı koparacak derecede, köken ve kültür farkını kışkırtmaktır. Oysa aziz Milletimizin manevi mayası İSLAMİYET, tarihi kimyası müspet
milliyetçilik olmaktadır.

Ama kaderin, bunları kullanarak ve “Hayrül Makirin” sıfatına uygun olarak bazı büyük inkılaplara zemin hazırlayıcı adımlar attırması ve müstehak oldukları kuyularını kendilerine kazdırıp, intikamını işledikleri suçun cinsinden alması bir sünnetullahtır.

Başbakan Binali Yıldırım’ın, "Dünyada (Türkiye gibi) aynı anda bu kadar terör örgütüyle mücadele eden başka hiçbir ülke bulunmamaktadır. Bunun sebebi ise; emperyal hayallerin ülkemizin civarındaki komşularımız üzerindeki hesaplarıdır. Suriye'de, Irak'ta son 5-6 yıl içerisinde yaşanan istikrarsızlık, otorite boşluğu terör örgütleri için mükemmel bir ortam oluşturmuştur. Burada en büyük zararı gören ülke de Türkiye olmuştur. Şimdi dünya, DEAŞ ile yatıyor, DEAŞ ile kalkıyor... Onlar DEAŞ ile yalandan mücadele ediyor, sadece lafını yapıyor. Asıl mücadeleyi yapan, sadece Türki’yedir... Amerika'nın da bir halt
ettiği yok, diğerlerinin de bir şey yaptığı yok. Laftan başka bir şey yok. YPG’ye PYD’ye açıkça silâh veriyorlar, 'Türkiye'de daha fazla anarşi olsun, daha fazla terör olsun' diye bunları yapıyorlar. Bu dostluğa sığmaz. Yeni yönetimden beklentimiz artık bu kepazeliğe bir son vermesidir. Biz yeni yönetimi sorumlu tutmuyoruz bundan. Çünkü bu Obama yönetiminin marifetidir. Terör örgütünü kullanarak terörle mücadele etmek, mafyayı kullanarak mafyayı alt etmek gibi bir şeydir" (Yani ABD bir mafya devletidir ve bunlara nasıl güvenilecektir?) Şimdi bunlara soruyoruz: Siz "Türkiye ile mi bir olacaksınız, yoksa bu alçak terör örgütlerine kucak mı açacaksınız?" çıkışları haklıydı, ama hem çok geç kalınmıştı hem de bunların gereği halâ yapılmamaktaydı.

Ayrıca Başbakan Binali Yıldırım, "Irak'ta otorite olmazsa, Suriye'de otorite olmazsa, (buralarda) devlet kalmazsa herhalde biz güvende olamayız. Onun için (biz bu ülkelerle) ilişkilerimizi düzeltmekle başladık." Sözleriyle tarihi bir
itirafta bulunmuşlardı.

Sn. Binali Yıldırım bu çıkışlarıyla:

1- ABD, AB ve İsrail’in, Irak ve Suriye’de otorite boşluğu oluşturup terör örgütlerine zemin hazırladıklarını,

2- Suriye ve Irak’ın, emperyalist Siyonist hesaplar için karıştırılıp parçalandığını ve AKP Türkiye’sini de bu işgallerde taşeron olarak kullandıklarını,

3- Bu sinsi ve şeytani odakların asıl nihai hesaplarını ise; Türkiye’yi kuşatıp karıştırmak ve parçalamak üzerine kurguladıklarını,

4- Ve sonunda açıkça terör örgütlerine arka çıkıp Türkiye’yi yalnız bıraktıklarını ve arkadan vurduklarını,

5- Böylece Milli Çözüm Dergimizin ve diğer duyarlı çevrelerin yıllardır uyardıkları gerçeklerin farkına yeni vardıklarını itiraf etmiş olmaktalardı.
Ama halâ Amerika’nın, hem FETO kalkışmasında, hem DEAŞ-PYD kışkırtmasında merkez karargâh olarak kullandığı İNCİRLİK Üssü’nün bu hainlere kapatılmaması ve Türkiye’nin aynı mahfillerce telefon talimatıyla yönetilmesinin yolunu açacak “BAŞKANLIK” sisteminin savunulması, yapılan itirafların bile sonuçsuz kalacağı kuşkusunu uyandırmaktaydı.

Rahmetli Mahir Kaynak 2006 sonlarında çıktığı İskele Sancak isimli bir açıkoturum programında garip iddialar dile getirmişti. Eski istihbaratçı Prof. Mahir Kaynak, yürüyen süreçle ilgili şunları söylemişti. “Türkiye’de
Sn. Erdoğan, ülkeye başbakan olarak getirilirken eşi yeni tesettüre girmişti. Türkiye’de bu iktidar iyice ehlileştirilince bundan sonraki süreçte AKP iktidarı başörtüsü sorununu da çözecektir. Çünkü Türkiye’de başörtü sorunu sunidir”
anlamında laflar etmişti.

Ardından Mahir Kaynak:

“Türkiye’de iktidarı halk seçer, halk getirir halk götürür” sanılması bir yanılgıdır. ABD dahil hiçbir ülkede iktidarlar kendi iç dinamikleri ile o makama taşınmamaktadır. Burada ya hükümeti istifaya zorlayacaklar ya da başka şeyler yaşanacak ve iktidar gizli dayatmalara razı olacaktır” yorumlarını dile getirmişti.

28 Şubat Sırları ve Recep Tayyib Bey’in “Sırçalanması”

Bu anlatacaklarımız 04 Aralık 2006 tarihli Milli Çözüm Dergimizde de yazılmıştı ve önemli bir rapordan alıntı yapılmıştı: Sizlere şimdi aktaracağım olayları bana nakleden, uzun yıllar Türk Silahlı Kuvvetleri'nde görev üstlenmiş ve görev yaptığı her kademede, statü ve rol'ünün bütün gereklerini fazlasıyla yerine getirmiş seçkin bir Türk Subayıdır. Benim de, ender arkadaşlarımdan birisi konumundadır. İşte onun iki anısı: "27 Şubat günüydü, çok değer verdiğim bir büyüğüm bana telefon ile ulaşmış ve "Komutanım, fakirhanemize gelebilir misiniz; Hoca Efendinin (Necmettin ERBAKAN’ı kastederek) bir müşkülü var" ricasında bulunmuşlardı. Ben saat 17:30 civarında arkadaşımın bürosundaydım. Büroda Erbakan'ın çok güvendiği milletvekillerinden biri de vardı. Selamlama ve hâl hatır sormadan sonra konuya giriş yapıldı. 28 Şubat günü yapılacak MGK toplantısı öncesi Erbakan'a ulaşan bazı bilgiler ortaya konuldu ve değerlendirmem soruldu.

Kendilerine kısaca değerlendirmemi yaptıktan sonra, ana hatları ile şunları aktardım:

Org. Çevik BİR bu olayın beyni değildir, esas beyin Ahmet ÇÖREKÇİ'dir. Çevik BİR, mükemmel bir maşa yerindedir. Bedeli mukabilinde 'her şeyi' yapan bir tıynettedir. Sizleri yıkmak için aleyhinizde kullanılan malzemenin kaynakları iki çok değerli(!) milletvekilinizdir. Birincisi A.G; ikincisi A.L.Ş. Bu gelişmelerin asıl sebebi; 'Laik' düzenin korunması değildir. İstanbul Dükalığı'nın Anadolu Kaplanları karşısında zorlanması ve gerilemesidir. İkinci sebebi; kurmuş olduğunuz 'havuz sistemi', 'rantiye'yi' rahatsız etmiştir. Rantiye sülüklerinin yaşaması için, devletin onlara borçlanması gerekmektedir.

Türkiye'nin baronları, bu borçlanmalar yolu ile İLLUMİNATİ'ye yıllık olarak
75 milyar dolar aktarıvermektedir, Erbakan Hoca’nın Havuz sistemi bu işi
engellemektedir.

Üçüncü sebebi; gündeme getirilen 'kesintisiz eğitim' sistemi; aslında Türkiye'nin orta tabakası ile fakir kesiminin, yükseköğrenim yapmasını engellemenin bir girişimidir. Bu oyuna gelmeyin. Bunun için, konuyu dayatan Türk Silahlı Kuvvetleri üst yönetiminin malum kesiminden bir şeyler isteyin... Bu nedenlerle, hemen bu gece bir 'Basın Toplantısı' metni hazırlayın. Bu metinde, hükümetin TSK'nın bazı unsurları tarafından 'tehdit' edildiğini beyan ederek, hem HÜKÜMET'ten hem de MİLLETVEKİLLİĞİ'nden İSTAFA'nızı açıklayın. Ayrıca yarınki MGK'da, TSK'daki cuntanın dayatmaları gündeme
gelirse siz de şu teklifi yapın: “Hükümetimiz, kesintisiz eğitim için, MEB bütçesine bütçede verilen ödenek kadar bir ek ödenek ayıracaktır, bu konuda TSK'nın duyarlılığı da dikkate alınarak Savunma Sanayi Fonu'ndan % 20 kesinti yapılarak, bu kesinti MEB bütçesine aktarılacaktır!”

Ve yine son günlerde, 'emir-komuta' zinciri dışına kayarak; TSK çok başlıymış gibi algılanan, 'demokrasi' dışına çıkan, haddini aşan, yasa tanımaz bazı generaller hakkında Yüksek Askeri Şura'nın yarın toplanarak haklarında gerekli işlemi yapması sağlanmalıdır.

Eğer bu teklifleriniz onaylanırsa yola devam kararı alın, HAYIR denilirse, MGK
toplantısına bir sonraki gün devam edilmesi kararını verip çıkın ve Basın Toplantısı yaparak, daha önceden hazırladığınız metinle hükümetin İSTİFA'sını açıklayın. Yok eğer MGK'da dümen suyuna girerseniz, sonunuz olacaktır ve sizin yerinize onların emirlerini yapacak birileri bulunacaktır. Direnir ve istifa ederseniz, ileride tek başınıza iktidar şansı yakalanacaktı. Ama bu dediklerimin aksi yapıldı, bu olaylar onların sonunu hazırladı. Türkiye için de en büyük felaketin yolu açıldı."

Bu deneyimli ve milli gayretli emekli subayımızın tespit ve tavsiyeleri, zahiren ve milli bir hükümeti kurtarma penceresinden çok doğru ve değerli görüşleriydi. Ama evrensel siyaset ve yüksek strateji açısından yanlış ve tehlikeliydi. Ve Erbakan Hoca, geçici ve küçük parti hesaplarını değil, kalıcı ve büyük ülke çıkarlarını tercih etmişti. Çünkü malum ve mel’un merkezlerin; REFAH-YOL’un iktidardan uzaklaştırılmaması durumunda, “Büny esindeki Milli ekiple, kirli cepheyi çatıştırmak suretiyle ordumuzu yıpratma ve Türkiye’nin yıkılışını kolaylaştırma hıyanetlerini” sezmiş hükümetini ve partisini feda ederek, ülkeyi ve geleceğimizi koruma feraset ve faziletini göstermişti.

Diğer olay da, Sn. Recep T. Erdoğan’la alakalıydı.

"O süreçte Sn. Erdoğan hakkında Devlet Güvenlik Mahkemesini devreye sokmuşlardı.

Yine aynı arkadaşım beni bürosuna çağırmış ve sonra AKP milletvekili olan RTE'nin avukatı ile tanıştırmıştı. Avukat bana, "Erdoğan’ı nasıl kurtarabiliriz?" diye sormuşlardı.

Ben de araştırmam gerektiğini söyleyip ayrıldım. Kısa bir araştırmadan sonra Sn. Erdoğan’ın mahkûm olması için Kürt Baron'un 1 trilyon 250 milyar TL, yardımcısı ve Ermeni dönmesi bir Büyükşehir Belediye Başkan'ının da 750 milyar TL'lik bütçe oluşturduklarını saptadım. Aslında bütün bunlar Sn. Erdoğan’ı sıkıştırma ve hizaya sokma hazırlıklarıydı. İki gün sonra, malum avukatla aynı büroda buluştuk ve kendilerine şunu aktardım: “2
trilyon 100 milyara bu iş kapanır. Parayı bulun ve dediğim kişilerle temasa kurun, Sn. Erdoğan’a hiçbir şey olmayacaktır, bu tezgâhlar ehlileştirme operasyonlarıdır!.”

Bu sözlerim üzerine malum avukat boynuma sarıldı ve akla gelmeyecek dualarla bana teşekkürler yağdırdı. Aradan 10 gün geçmişti ki, arkadaşım beni yine bürosuna çağırdı ve; "Komutanım hiç ses çıkmadı, neler oluyor sizce?" diye sızlandı. Avukat arkadaşını aramasını söyledim, o da dediğimi yaptı. Yaptığı konuşmasını bana dinlettirecek şekilde telefonu ayarladı. Karşısına çıkan avukat arkadaşıma şunları açıklamıştı:

"Artık vazgeçtik, Allah'ın takdirine sığınıyoruz. Böylesi daha iyi olacaktır!"
Arkadaşım bana şaşkın ifadelerle bakarken ben olayı çakmıştım. Şaşıran arkadaşıma şunları hatırlattım: “Demek oluyor ki dış güçler, AKP'yi ve Recep Beyi tek başına iktidara getirmeye kararı almışlardı. Milletvekili olmak istiyorsan tam zamanıdır. Sıralamaya bakmadan aday ol ve yerini sağlamlaştır!”

Arkadaşım, bana: "Haydi canım, bu kanaate nerden vardın?" deyince, 'Milletvekili Genel Seçimleri'nden sonra görüşürüz', deyip oradan ayrıldım. Sonrasında hiç görüşemedik, çünkü dediğimi yapmış ve milletvekili olarak TBMM'ye kapağı atmıştı!" Evet işte sizlere 28 ŞUBAT gerçeğinin perde arkası ve AKP’nin iktidar macerası!

Bu arada şu gizli gerçeği de hatırlatmış olalım: Yenilikçi takımının Milli Görüşten ayrılma sürecinde, güya Erbakan’a bağlılık rolüyle, Tayyip bey ve yoldaşlarına zahiren çok sert davranıp kışkırtan ve partiden kopmalarına bahane hazırlayan ise Oğuzhan Asiltürk ve Şevket Kazan olmaktaydı… Ama şimdi aynı Oğuzhan ve Recai Kutan sıklıkla Sn. Erdoğan’la buluşmakta, önemli tayin, terfi ve ihale işlerinde aracılık yapmaktalardı.

Bir hayal aleminde küresel çetenin reisine Dünyayı nasıl yönettiklerini merak ettiğimi hatırlattım. Basit bir soruya cevap veren bir insanın edasıyla konuşmaya başladı:

Aslında yöntemimiz çok basit ve kolaydır. Saat yönünde dönen bir dişliyi düşünün anlayacaksınız. Eğer siz hareketin bu yönde olmasını istemiyorsanız, dişliyi ters yöne zorlarsınız. Oysa biz bu dişlinin yanına uygun başka bir dişli koyarız ve hareketi saatin ters yönüne çevirmeyi sağlarız. Yani var olan gücü değiştirmek yerine, onun potansiyelini kendi istediğimiz yöne çevirir ve kullanırız. Milliyetçiden ülkesi aleyhine yararlanmak, dindara inançlarının yasakladığı şeyleri yaptırmak, sosyalisti kapitalizmin en uç çizgisinde kullanmak mümkündür ve işte biz bunu yaparız. Biz bu dişlileri belirler
ve onları devreye sokarız. İşimiz bir mühendisinkine benzer ve bu nedenle bizim toplum mühendisliği yaptığımız sıkça gündeme taşınır. Bizim için insanların bir şeye inanması yeterlidir ve bu inancın niteliğinin bize bir engeli bulunmamaktadır. Uygun dişliler aracılığıyla hareketi istediğimiz yöne çevirmeyi başarırız. Mesela siz PKK ile mücadele ettiniz, büyük bedeller
ödediniz ama sonunda bizim önceden planladığımız Kürt oluşumuna razı olacak duruma gelip dayandınız. 1980’de dünyanın en bağımsız ülkelerinden biri idiniz ama şimdi daha fazla bağımsızlık isteyenlerin gayretleri ile global dünyanın bir parçası olup çıktınız. Şu anda İslam dünyasında bazı gruplar inançları için mücadele ettiğini sanmaktadır, ama bu inancın bir şiddet ve nefret kültürüne dönüşmesinden başka bir işe yaramamaktadır.

Dünya üzerindeki sol hareketi, onu bir düşünce akımı olmaktan çıkarıp şiddet kullanan solcular eliyle bitirdiğimizin halâ farkına varılamamıştır. Bütün bunları gerçekleştirirken “Yedek çarklarla yön değiştirme ve kendi hedeflerimize hizmet ettirme” yöntemini kullanmışızdır.

2 Cİ BÖLÜM  İLE DEVAM  EDECETİR..

***

Üç Tarafından Kürdistan ile Kuşatılmış Türkiye

Üç Tarafından Kürdistan ile Kuşatılmış Türkiye,

Üç Tarafından Kürdistan ile Kuşatılmış Türkiye! 

Yazar: Ümit Özdağ 


PKK ve BDP’li temsilcilerin saldırganlıklarının arttığı bir dönemden geçiyoruz. AKP Hükümeti, PKK ve BDP’lilerin politikaları ve eylemleri için özürler ürettikçe PKK/BDP’nin saldırganlıkları azalmayacak artamaya devam edecektir. Başbakan yardımcısı Bülent Arınç, “Katılımların yüksek olduğu kanaatinde değiliz. Bu katılımların amacının ölecek veya öldürecek nitelikte değil başka amaçlarla olduğunu biliyoruz. Gelecek kaygısı. Yani dağa çıkışlar eskiye oranla daha nitelikli bir hal aldı” diyerek PKK/BDP adına özür dilemektedir.[1] PKK’ya katılımların gelecek endişesi ile yapıldığı ifadesi, gelecekte PKK’nın Güneydoğu Anadolu’da insanlara iş ve aş verebileceğinin de dolaylı ifadesidir. 

Bir BDP milletvekili, Türkiye’nin üç tarafı “Kürdistan ile çevrili” diyerek, adeta, sadece Suriye, Irak ve İran’ın değil, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’ı da yok saymaktadır. Bu saldırgan yaklaşım, aslında Türkiye’de yaşanan meselenin de bir insan hakları ve demokrasi meselesi değil, toprak ve egemenlik meselesi olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır. Esasen, PKK/BDP’liler, sadece Türkiye’nin güney ve doğu sınırları dışında bir Kürdistan’dan bahsetmemekte yetinmemekte, Iğdır-Sivas-Mersin arasında kalan coğrafyayı da Kürdistan olarak, büyük Kürdistan’ın parçası olarak görmektedirler. PKK’nın Türkiye’den koparmayı hedeflediği coğrafya budur. Bazı PKK’lı/Kürtçü stratejistler, Iğdır’a kadar uzanan PKK yayılmasının Rize üzerinden Karadeniz’e açılabileceğini böylece Büyük Kürdistan’ın hep Karadeniz hem Akdeniz’den denizlere açılmasının mümkün olduğunu düşünmektedir. 

PKK’lılar ve Kürtçü teorisyenler, Iğdır, Sivas, Mersin alanının Kürdistanlaştırılmasının demografik bir savaş olarak görmektedirler. Öcalan 1989’da şöyle demektedir: “Kürt nüfusu ikiye katlanırken Türkler 
yerinde sayıyor. Ve önümüzdeki 2000’li yıllara doğru Kürt nüfusunun Türk nüfusunu aşması işten bile değil. Bu çok önemli. Nasıl bir dönem Türkler doğudan Rum asıllı Anadolu’ya doğru akıp halkı Rum olan devlet içinde yer aldılarsa da, hem de saldırı ruhuyla bu topraklarda kendilerine yer açtılarsa, biraz daha değişik de olsa benzer bir tarzda Kürtlerin akışı var. Gene doğudan batıya. Şimdiden İstanbulları biliyorsunuz. İzmirler, Adanalar milyonlarca Kürt’e sahip. Hem de en aktif en dinamik kesimler… Türkler ise biraz rehavette!”[2] 

Bu yaklaşım ile hareket eden PKK/BDP geleneği şimdi şöyle demektedir: Iğdır’da ister Azeri ol ister zenci Kürdistan’da yaşadığını bileceksin. BDP’nin Iğdır’da belediye seçimlerini kazanmasından hemen sonra BDP’nin önde gelen temsilcilerinden birisi Pelvin Buldan, 29 Mart seçimlerinde Kürdistan' sınırlarını belirledik. Yani, Van'ı aldık, Siirt'i aldık, 86 yıllık geleneği bozarak Iğdır'ı aldık” amaçlarının ne olduğunu açık bir şekilde ortaya koymuştur.[3] 

AKP Hükümeti, PKK açılımı sürecinde almış olduğu kararlar ile Başbakan Erdoğan adını vermediği bir “tek millet”ten bahsetse de ayrı bir “Kürt milletleşmesi” sürecini güçlendirmektedir. AKP tarafından demokratikleşme adı altında atılan her adım “etnik kimliğin kurumsallaştırılması” sürecinin bir parçasıdır. 

Kısa vadede AKP’nin attığı etnik hakların kurumsallaştırılması televizyon, Kürtçe eğitim, Dersim söylemi, “devlet haksızlık yaptı özür dileyelim” politikaları sahte bir rahatlama sağlayacak, ancak etnik kimliğin kurumsallaştırılması ülkemizi bir arada tutan Türk milli kimliğini eritecek ve nihayet Türkiye’de iki milletli bir yapıya dönüşülecektir. 

Ayrı milletleşme sürecine giren ve demografik savaş duygusu ile hareket ettirilen bir yapının varacağı nokta son kertede kişi başına milli gelirin Avrupa’da birinci olduğu Belçika’da Valonlar ile Flamanların vardığı noktadan çok farklı olmayacaktır. 

Üstelik, Irak parçalanmış kuzeyine bir Kürdistan yerleştirilmiştir. Şimdi Suriye parçalanmakta ve Kuzeyine bir Kürdistan yerleştirilmektedir. Bunu İran’ın parçalanmasının izlemesi hedeflenmektedir. 

AKP Hükümetinin izlediği ayrı milletleşme sürecini ile Türkiye’nin milli birliği ve toprak bütünlüğünü muhafaza etmesi mümkün görünmemektedir. 

Bugün PKK’nın ulaşmış olduğu nokta PKK’nın gücünden değil, Türkiye’yi yöneten kadronun PKK ile mücadele etmemesinden kaynaklanmaktadır. 

Bundan dolayı mevcut kötü gidiş bir süre daha devam edecektir. Türkiye dibe vuracaktır. Bu arada PKK’nın şımarıklığı artarak devam edecektir. Ancak sonunda Türk Milletinin büyük bir bölümü (Hepsi değil. İstiklal Harbi’nde de hepsi katılmadı. Daha kötüsü düşman yanında yer alanlarda vardı. Bugün ihanet içinde olanlar kimin çocukları zannediyorsunuz.) ülkenin ve milletin bölünme noktasına geldiğini gördüğü an arkalarında en çok % 6 destek olan PKK’lılar ile nihai bir hesaplaşma içine gireceklerdir. Bu hesaplaşma sonucunda Türkiye’nin üç tarafı Kürdistan mı yoksa ne ortaya çıkacaktır. 

[1] http://siyaset.milliyet.com.tr/-herkes-tef-gibi gergin-/siyaset/ydetay/1741273/default.htm 

[2] İki Bine Doğru, 22.10.1989 

[3] Habertürk, 28 Nisan 2009, “Kürdistan’ın sınırlarını çizdik” 

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 

http://www.21yyte.org/ adresinden 31.07.2013 10:57 tarihinde indirilmiştir