Yekta Güngör Özden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yekta Güngör Özden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ocak 2017 Salı

Atatürkçü Gençlik



Atatürkçü Gençlik




Yekta Güngör Özden




Hızla değişen dünya ve ülke koşulları toplumları ve bireyleri de etkilemektedir. Bu doğal bir oluşumdur. Ancak, etkilemenin olumlu ve olumsuz yanlarını iyi belirlemek, yararsızlıklardan kaçınıp yararlıları yeğlemek gerekmektedir. Toplumların ileri gitmeleri, kalkınmaları, geleceklerini güvenceye bağlamaları böylece olanaklıdır. Türkiye’mizin 1919’da başlayan Ulusal Kurtuluş Savaşı sürecini utkuyla bayraklaştırıp tüm tutsak uluslara örnek olacak bir atılımı gerçekleştirdikten sonra başarmaya çalıştığı çağdaşlaşma koşusu yeterince kavranamamıştır. Büyük ATATÜRK’ün kaynağını oluşturduğu Türkiye Aydınlanması yalnız ülke topraklarının yayılmacı ve sömürgeci yabancılardan kurtarılmasını değil, çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne taşıyacak bir yenilenmeyi ve yapılanmayı amaçlıyordu. Bağımsızlık, özgürlük ve ulusal egemenlik temelinde bir soylu yükselişi anlatan bu düşünce usa, bilgiye ve bilime dayanmakta idi. “Yurtta barış, dünyada barış” özdeyişiyle açıklanan, her tür gericiliğe ve aşırı akımlara karşı olan bu anlayış yine ATATÜRK’ün önderi olduğu TÜRK DEVRİMİ’yle yaşama geçirilmiştir. ATATÜRK İLKELERİ’nin çizdiği yolda kazanılan aşamalar tüm dünya uluslarının beğenisiyle karşılaşmış, Türkiye Cumhuriyeti 1920-1930’lu yıllarının en iyi, en demokratik devletleri arasında sayılmış, ATATÜRK de Yunanistan Başbakanı Venizelos tarafından Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmiştir. Kimseye borçlanmadan, Osmanlı borçlarını ödeyerek, millileştirme yaparak, Türk parasının dolara eşit değerini koruyarak, ülkemizin her yerini yollar, demiryolları, okullar, barajlar, yapılarla donatıp bayındır kılarak başarılanlar TÜRK MUCİZESİ’nin barış dönemini simgelemektedir. 19 yılda kurtuluşu, kuruluşu, yeniden yapılanmayı sağlamak, küller ve yıkıntılar içinden modern cumhuriyete ulaştırmak, tebaadan kişilikli bireye, ümmetten ulusa taşımak inanılması güç bir oluşumdur. Şimdilerde Türk islam sentezi gündeme getirilerek saptırılmak, geriye çekilmek istenmekte, dinsel ağırlık yinelenmektedir. 

Önleyen Laikliktir.

Tüm bunlar kendini eğtimenin, halkına inanıp güvenmenin, bilgi ve deneyimin, hukuka saygının, yurduna bağlılığın kazandırdıklarıdır. 

Son yıllarda kimi kişi ve kuruluşun siyasal dogmalara kendini kaptırıp Türkiyemize özgü yaşamak felsefesi, her gün kendini yenileyen düşün dizini olan Atatürkçülüğe karşı çıkıp yalpalaması, Atatürkçülük özlediklerini vermekten uzakmış sanarak siyasal kutuplar arasında gidip gelmesi, küreselleşmeyi ve globalleşmeyi kavramadan, Batı’nın baskı, dayatma, oyun ve ödün bekleyen aldatmacalarını değerelendirmeden sapkınlığa düşmüşçesine aymazlık içinde olması üzüntü vermektedir. İnsan haklarına dayanan demokrasinin yönetimdeki biçimi, ulusal yaşama geçişi olan cumhuriyeti daha gerçek ve geçerli kılma çabaları yerine, düşkırıklığı, umutsuzluk ve karamsarlık yayarak, kusurlu yöneticilerini, 1950- 2000 sapmalarını, savsaklamalarını unutarak laik cumhuriyeti suçlaması, her kurumdan daha yeni, her zaman yeni olana Atatürkçülük yerine “Yeni Atatürkçülük” önermesi yaralayıcı olmaktadır. Stalin, Hitler, Peten, Salazar, Franko, Mussolini ve daha nice diktatör, nice sultan gitti, Tito unutuldu ama ATATÜRK evrensel kişiliğiyle Türkiyemizle özdeşleşerek kurumlyaşmış niteliğiyle yaşamaktadır. 

Laik cumhuriyetimizi emanet ettiği, Bursa Söylevi’nde de izlenecek yolu ve yöntemi açıkladığı TÜRK GENÇLİĞİ, süslü sözlere, alıntılara dayanan kopyacılığa, kendini kanıtlama gösterilerine, şimdilik Atatürkçü görünen sahtecilere, her şeyi yozlaştıran çıkarcılara, dün başka-bugün başka olup yarın başka olacaklarını açık-kapalı söyleyen ruhsal ve beyinsel bozukluğu bilinenlere, döneklere, çıkarcılara asla kanmamalıdır. Kökten Dincilerin, etnik soykırımla devleti yıkıp toprak edinmeye çalışan yabancılara kuklalığı içine sindiren sayrılıların, dost görünerek bizi arkadan vurmaya çalışan yabancıların, kimi komşu ülkelerin amaçları birdir. Sevr’i yeniden gündeme getirmek, Lozan’ı geçersiz kılmak. AB kapısında oyalama, azınlık dayatması, Kıbrıs ve Ege ödünleri bunun kanıtıdır. İçimizdeki kimi sapkınlar da köktendincilerle etnik ayrımcıların ortaklığını, yarattıkları dehşeti ve vahşeti unutturarak bir tehlike olmadığını söyleyip yazmaktadır. Her şey apaçık ortadadır. Sağlık, yaşam, çevre, yaşam pahalılığı, eğitim-öğretim, üniversite, işsizlik, doğal kaynaklar, ekonomi, yargı bağımsızlığı, uygarlık vb. sorunlar bırakılıp şeriatçıların kurtarılması çabaları hızlandırılmakta, Anayasa ve yasaların değiştirilip düzeltilmesi yerine bunları araç kılarak sonuç alınmak istenmekte, çocuksu gösterilerle halk uyutulmaktadır. Medyanın bir kesiminin şakşakçılık, çıkarcılık, aydınlatma yerine aldatma izlenceleriyle neden olduğu karışıklık, 1980 sonrasında gelişen “ Köşe Dönücülük ”le birleştiğinde toplumsal dokudaki olumsuz değişmeler daha iyi anlaşılır. 

İnanç özgürlüğünü en geniş boyutuyla ve en iyi biçimde yaşayan müslümanların Türkiye’de olduğunu unutup dinsel sömürüye kaçanların, Lozan Barış Antlaşması ve Bulgaristan’la imzalanan antlaşmada sayılanlar dışında Türkiye’de azınlık olmadığnı unutanların, her türk yurttaşının her yönden eşit olmasına karşın tersini savlayıp yayanlarla yaygınlaştıran ayrılıkçıların çoğulcu katılımcı kurallar ve kurumlar düzeni demokrasiyi kuralsızlık ve sorumsuzluk düzeni göstermek isteyen yaygaracıların, insan haklarını ve özgürlüklerini koruyup güçlendirmeyi bırakıp kötüye kullanarak sömüren bağnazların ve siyasal oyuncuların kötülüklerini gidermek başlıca yükümlülüktür. Sahte dindarlar, sahte demokratlar, sahte milliyetçiler, sahte Atatürkçüler laik cumhuriyetimizi gölgeleyip karartmak, yıpratıp yıkmak için çabalarını sürdürmektedirler. Yapay Atatürkçüler, geçek Atatürkçüleri yobazlarla birlikte “putçuluk”la suçlarken kendileri ATATÜRK’ü özde yıkıp sözde savunarak, büst dikip resim asarak, nutuk atıp rozet takarak putlaştırmışlardır. “Atatürk tabusu” yapay Atatürkçülerle Atatürk düşmanlarının, sağ ve sol şaşkınların ortak ürünüdür. İrticanın Serv’le tırmanışını gizlemeye çalışarak gericiliğe destek verenlerin tıpkı “Laikperest, laikçi, jakoben” suçlamalarıyla sürdürdüğü, laiklik paranoyasıyla sergilediği sapkınlığın önünü amigolar, kuklalar, maşalar, çeteler, mafyalar, sakıncalı örgütler gibi. Yabancıların belli adreslere gelip belli kişilere görüşmesi hala kimilerini uyaramamıştır. 

ABD ile AB’nin karşılıklı paslaşarak gündemde tuttukları “Sözde Ermeni Soykırım Tasarısı” kapalı gözleri, sağır kulakları, duyarsız yürekleri, kerpiç beyinleri iyileştirememiştir. Uygarlık olanakları, ortak evrensel değerlerde birleşme, birbirinin toprak tümlüğüne, devlet varlığına, bağımsızlığına tam saygı ve eşiktlikle, barış içinde yaşama durumuna kimsenin bir diyeceği olamaz. Küreselleşmeyi bu çağdaş gerekler dışına çıkarıp uluslararası para kuruluşlarının yeni sömürü aracı türü uygulamayı bağımsızlığı karakteri bilen kimseye benimsetemezsiniz. Batı’nın çelişkili, ikilemli, çıkarcı ve bencil tutumu geleceğe ilişkin kuşkuların, çekinmelerin nedenidir. Bunları gözardı edip “ne olursa olsun, Avrupa Birliği olsun!” demek, tam üyelikten önce ödünlere katlanmak, tam bağımsızlıktan dönüp yarı tutsaklığa, ekonomik bağımlılığa düşmektir. Atatürk’ün bir bilim devleti olarak kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza değin bağımsız yaşatma andıyla onurlanan Gençlik buna olur veremez.
1930’ların dünya ekonomik buhranını tüm güçlüklere karşın atlatan, II. Dünya Savaşı’nın ateşini ülkesine yaklaştımayan, hiç bir iç ve dış dayatmayla değil doğrudan kendi isteğiyle 1950’de iktidarı değiştirerek demokrasiyi yeğlediğini kanıtlayan Türkiye ancak 10 yıl önce birleşen, hala topraklarında yabancı askerler bulunduran Almanya’dan, diktatörlükten yeni kurtulan ülkelerden demokrasi dersi alacak değildir. İçimizdeki tüm olumsuzlukları, ayrılıkları, bozukluk ve kötülükleri bilgiyle, uygar ve yürekli tutumlarla aşacak, kuruluş yıllarının coşkusu, onuru ve devingenliğiyle laik cumhuriyetimizi yücelteceğiz. En büyük gücümüz, geleceğin güvencesi olan gençliktir. En büyük Türk, en büyük Türk miliyetçisi, en çağdaş milliyetçi olan, insanlık ülküsüne yürekten bağlı olan ATATÜRK’ün yolu ve yönü hepimiz için başka hiçbir şey aratmayacak güzellliklerle doludur. “Altıok”la özetlenen ve herbiri altınok olan ilkeleri bizi sonsuza taşıyacak ışıklı düşün demektir. Atatürkçe çalışarak, Atatürkçe düşünerek, Atatürkçe yaşayarak, O’nu aşma çabasıyla O’na yaraşır olmayı erdem bilerek görevimizi başaracağız. O’nu örnek alacağız. Umutsuzluğa düşmeyecek, O’nun sözlerini anımsayacağız. Yoktan var olgusu, ölüm-kalım savaşını, çevremizde, uzak-yakın kimi ülkelerde gençleri gözetip sorumluluk bilincimizi dokuyacağız. Karşılıklı sevgi, saygı, güvenle, kavgayı değil, barışı seçerek doğrularda, yararlılarda, gerçekte birleşeceğiz. TÜRKİYE’de ve ATATÜRK’te birleşmek onurda, erdemde, en iyide buluşmak ve kucaklaşmaktır. 
Kışkırtmaları, hukuktanımazlıkları iterek bilgiyi ve kişiliği önemseyerek, ulusal değerleri ve çıkarları üstün tutarak çalışıp kendimizi aşmaya, yenilemeye çalışarak umut ve güven kaynağı olacak, ilkelerden asla ödün vermeyeceğiz. 

Andımız Adımızdır.

Gençlerimiz siyasal oluşumlarla ilgilenmeli, siyasal partilerde görev alıp nitelikli yurttaşların örgütteki çoğunluğunu sağlamalıdır. Partilerüstü kavram, kurum ve ilkelerde birleşmeli, ulusal konularda parti ayrımı gözetmeksizin anlaşma ve dayanışma içinde olmalıdırlar. Terörün bitiği söylentileri giderek yayılmaktadır. PKK terörünün yurt içinde azaldığı gözlense bile yurtdışında yuvalanma, yığınak yapma ve hazırlıklar için aynı değrelendirme yapılamaz. Bu terör bitse bile köktendinci terör artarak sürmektedir. Terörün yalnız öldürme olayları sanılması da yanlıştır. Üniversitelerde, eğitim- öğretimi engelleme biçimindeki şeriat kışkırtması da bir terördür. Meyanın bir kesiminin tutumu da bir tür terördür. Trafik terörü de böyledir. Parti terörü, tarikat kadrolaşması, aşırı milliyetçi yerleşme ve kendi adamlarıyla devlet birimlerini doldurma böyledir.

Yargı kararları dinlenmemekte, kişiler için özel yasa çıkarılmakta, anayasaya aykırı yetki yasalarıyla KHK’ler için yıllar önce verilen kararlar, söylenenler ve yazılanlar unutulup yanlışlar ve yanılgılar yinelenmektedir. Sakıncalı eylemler, etkin ve çağdaş yaptırımlarla önlenecek yerde medyaya hoş görünmek için indirimler, ertelemeler getirilmekte, Türk Ceza Yasası’nın 312. maddesi saldırganların yararlanması için boş yere ilerde pişmanlık duyuracak biçimde değiştirilmek istenmektedir. Karşılıklı restleşmeler, gereksiz ve çocukça övgüler ve yergilerle demokrasiye kıyılmaktadır. Demokrasi zıtlaşma, hukuk inatlaşma kaldırmaz. Gençler bölünmemeli, kamplara ayrılmamalıdır. 

Tüm olaylar, kişiler, ilgili kavramlar, değerler, kurumlar gözetilerek özetle değindiğim olumsuzlukların giderilmesi, bir daha yaşanması için “bilinçli yuttaş, bilinçli toplum ilkesi” benimsenmelidir. Gerçeğe koşmalı, bunu sağlayacak bilime ağırlık verilmelidir. İnanmak ve dua etmekle değil, düşünmek ve çalışmakla güçlenebiliriz. Yazgıcılığı bırakıp yaratıcılığa bakmalıyız. Gençlerimiz istediklerini okusunlar ama hepsinden önce Atatürk’ün Büyük Söylev’ini okusunlar. Alçakgönüllü ve güleryüzlü olsunlar. Kişiliklerine düşkün ve tutkun olsunlar. Bilgi donanımıyla, insanlığa katkıyla, üretmekle, yurduna ve ulusal değerlere bağlılıkla övünsünler. Eğilip bükülmeden, ezilip çiğnenmeden, başı dik, alnı açık, yüzü ak yaşamak, gerçek yaşamaktır. Aydınlık savaşımcıları olarak gençleri selamlıyorum. 

Bu nedenle gençlerle birlikteyim. Gençlerin iyi yetişmesini, iyi yerlere gelmesini, ülke yönetiminde etkin olmalarını, herşeyi ve heryeri gençleştirmelerini istiyorum. Öğrencilik yıllarımda başladığım toplumsal çalışmaların, gençlerin eğitiminde ne ölçüde yararlı olduğunu biliyorum. İçte ve dışta Türkiye düşmanlarının desteklediği terör örgütü başının mesajını ayakta alkışlayan kandırılmış gençlerin bulunduğu toplumda Türkiye’yi Türkiye yapan Atatürk ilkelerini savunan usu özgür, bilgisi özgür, inancı özgür, yüksek karakterli ve sağlam yapılı Atatürkçü gençlerin varlığı kıvanç nedenidir.

Partizan liderlerinin şakşakçısı, devleti, ülkeyi ve ulusu kendi dar açılarından değerlendiren siyasal robotlar durumundakiler yanıldıklarını göreceklerdir. Ulusun değerlerini de iyi geleneklerini koruyup güçlendiren öbür uluslarla uygar ilişkiler kurarak barış içinde insanlığa katkıda bulunan, çalışmalar ve çabalarla bağımsızlık ve özgürlük konusundaki özenini vurgulayan, ülkedeki her yurttaşı kucaklayarak hep birlikte en iyi duruma ve düzeye gelmeyi ilke edinen çağdaş milliyetçilik, kötülüklerin, saplantıların, tutarsızlıkların karşısındadır. Çıkarına düşkün olan bireyler, toplumu kemirir. Ulusal kimliğini yadsıyan da yurttaş olduğunu savunamaz. Haklı olmayanın Allah’ı vatanı olmayanın dini olmaz. Değerlerimizi savunup korumak yerine yıpratmak ve yıkmak yapılabilecek kötülüklerin en ağırıdır. Atatürkçü olmayı suç sayma görünümlü çirkinlikler hepimizi yürekten üzmektedir. Yalan-dolanla, yağma ve talanla, kapkaççılıkla, şaklabanlıkla birşeyler sağladığını, biryerere geldiğini sananlar, kendi karanlıklarında yıkılır ve unutulurlar. Çürümüşlükle kokuşmuşluk en kötü belirtilerdir. Sakıncalı oluşumlar gençliğin duyarlılığıyla giderilecek kınanan davranışı olanlar gençliğe bakıp utanılacak, gençliğin uygar tepkileri ve çağdaş tutumuyla kendilerini düzelteceklerdir. Nasıl, Atatürk bizi 1919’larda birleştirmişse, kimi oyunlara gelmeden, kimi yapaylıklara aldanmadan Atatürkçülük’le Kemalizm’i, Mustafa Kemal Atatürk’ü birbirinden ayırmadan yine Atatürk’te birleşeceğiz. Yeniden Atatürk! Yeniden Atatürkçülük! Gençlerimiz kimilerinin kışkırtmasıyla birbirinden kopmamalı, birleşerek, daha sıkı dayanışma içinde kendilerini kanıtlamalıdır. Önce siyaset gençleşmelidir. Genç düşünce, en sağlıklı düşüncedir. Tembelliği, yozlaşmayı ve bozulmayı asla bağışlamaz.

http://turksolu.com.tr/ileri/01/ozden1.htm

****

21 Ocak 2017 Cumartesi

Yekta Güngör Özden,Anayasa hakkındaki görüşlerini açıkladı.



Yekta Güngör Özden,Anayasa hakkındaki görüşlerini açıkladı.





YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN,
Sözcü Gazetesi 
yektagozden@sozcum.com


Darbe girişimi sonrası KHK'lerle kimi düzenlemeler yapan günümüz iktidarı, “ Mini Anayasa ” söylemini gündeme taşıyarak siyasal amaçları doğrultusunda devlet yapısını istedikleri gibi kurmak istediklerini açıklamış oldu. Yasayla düzenlenmesi gereken konu ve kurumları Bakanlar Kurulu'nun eline bırakan 
kararnamelerin hukuksal içerikleri tartışma konusudur. Ancak, Anayasa girişimi hepsinden önemlidir. Anamuhalefet partisinin de bu konuda içeriğini bilmediğimiz bir hazırlık yaptığını basından öğreniyoruz.

YARGI BAĞIMSIZLIĞI VURGUSU

Daha kapsamlı, daha doyurucu görüşlerimizi taslaklar açıklanınca kamuoyuyla paylaşmak üzere şimdilik konuşulup yazılanla sınırlı, özetle kimi durumlara 
değineceğiz. Eski ortaklarına yükledikleri sorumluluklardaki paylarını unutturma çabalarıyla bocalayan iktidarcılar, hukuksal konularda hukuksuzluk içindedirler. 
Yargıtay ve Danıştay yasalarındaki değişiklikle yetinmeyip tüm yargıya uzanarak önceden hazırlandığı belli ve kendilerinin bildikleri kişileri kapsayan 
çizelgeler dışında yaptıkları atamalar ve seçimlerle yargı bağımsızlığını ortadan kaldıracak işlemler yapmaktadırlar. Amaçlı uygulamalarını oldubittilerle 
gerçekleştirdiklerini sananlar, Anayasa'ya aykırı tutum ve davranış kınamasından kurtulamazlar. KHK'lerin Anayasal denetime taşınması sorumluluğu da ana 
muhalefetin omzundadır.

1950 sonrası Adalet Bakanları Osman Şevki Çiçekdağ ile Hüseyin Avni Göktürk zamanında Emekli Sandığı yasası uygulanarak neden olunan yıkıcılığın sorumluları belleklerdeki kara suçluluk yerlerinde durmaktadır. Günümüz Adalet Bakanı'nın hukuksuzluk ve Anayasa'ya aykırılıkları savunan konuşmaları da bu çizgidedir. Siyasal belleğe zaman zaman ışık tutmak gerekir. Bu da doğal bir yurttaşlık hakkı ve görevidir.

ULUSAL YAŞAM ANDI OLMALI

Anayasa parça bölük yapılmaz. Bir tümlük içinde ele alınır. “Ulusal yaşam andı” olma niteliği asla gözardı edilemez. İçinde kişi adlarının olması uygun 
bulunmuyorsa başlangıç doyurucu içerikle donatılarak Mustafa Kemal'in önderliğinde kazanılan Ulusal Kurtuluş Savaşı zaferi ve O'nun “En büyük Türk 
Devrimi” olarak gündeme getirdiği cumhuriyetle nitelikleri ve ilkelerinden söz edilerek ödün verilmez bağlılık ve saygı vurgulanır. Kişi olmaktan ötede bir 
kurum olarak ulusal varlığımızın simgesi durumuna gelen ATATÜRK'ün armağan ettiği cumhuriyetin Anayasası bu girişle açılır.

Kurulu Meclis (şimdiki TBMM) yepyeni bir Anayasa yapamaz. Yürürlükteki Anayasa'nın bağlayıcı kurallarını gözardı edemez. Ancak, değiştirilmeyecek 
kurallar (mad.1-4) dışındakileri değiştirebilir. İktidarın “Yeni Anayasa” savını “Yenilenmiş Anayasa” olarak anlamak daha doğrudur. Yandaşların çığlıklarıyla, 
demokrasi şovlarıyla hukuksal gerçekler çiğnenemez. Yeni bir Anayasa ancak kurucu meclis tarafından kotarılır ya da Anayasa'da değişiklik yapılarak yeni 
bir Anayasa oluşturacak bir Meclis ayrıca kurulur. Siyasal propagandalarla, partizan görüşlerle Anayasa yapılması, ulusal birlik ve dayanışmaya önem 
vermeden kimi kişisel, kimi partisel görüşleri öne alarak yola çıkmak yarınlarda büyük sorunlar doğurur.

MECLİS'İN DEĞİL TÜM ULUSUN MALI

Şimdilerde “partili başkanlık” adı altında bir tür Recep Tayyip Erdoğan oluşturulmak istenmektedir. Darbe bahanesiyle öne sürülen görüşler, 
partizanların önerileri ve iyice iktidarın sözcülüğüne soyunan medya kesimiyle çağdaş bir Anayasa edinileceğine inanmak ve kanmak güçtür. Anayasa bir partinin ya da yalnız bir Meclis'in değil, tüm ulusun malıdır. Belli zamanlar ve belli kişiler için yapılmaz.

Demokrasinin sözde kalmaması, her alanda ve konuda gerçek olması isteniyorsa, evrensel ilkeler örnek alınmalıdır. Anayasa'yı tartışmak yalnız bu konuda görev alanların, çalışma yapanların değil, her yurttaşın hakkıdır. Yeter ki içtenlikli olunsun ve oldubittiye getirilmesin, parti çıkarı gözetilmesin. Ulusal hukukun kaynağı ve dayanağı olan Anayasa ancak hukukun üstünlüğüne inanan, adalete yürekten bağlı olan toplumların yaşam anıtı olur, yaşam güvencesi ve varlık onuru olur. Yalnız iktidarların eline bırakılacak kadar sıradan bir konu değildir. Parça parça değil, bir bütünlükle ele alınıp gerçekleştirilir.

SİYASETÇİLERE KATKI AMACIYLA

Deneyimli siyasetçilerin, bilim adamlarının, düşünür ve yazarların değerlendirmeleriyle yaraşır ve yararlı olacağını umduğumuz Anayasa 
çalışmalarına katkı amacıyla, bu konuda yıllarca çalışmış bir yurttaş olarak, görüşlerimizi açıklama görevimizi yerine getirme özeni içindeyiz. Özetle 
sunuyoruz:

a) Anayasa yapma yetkisini açıkladık. Başlangıç kısmının önemine vurgu yaparak içerikle ilgili tartışmalara bu açışta son verilebileceğine değinmiştik.

b) İlk dört maddeye dokunulması olağan bir değişiklikte söz konusu olamaz. Kurtuluş ve kuruluş felsefesi bu maddelerdedir.

KAZANILMIŞ HAKLAR GÖZETİLMELİ

c) Anayasa Mahkemesi kararlarının “geriye yürümezliği” kaldırılmalı ya da “kazanılmış hak” ilkesi gözetilerek tamamlanmış işlemler bu kuralın dışında 
tutulmalıdır. İçtihatla kesinlik kazanmış “Yürürlüğü durdurma” yöntemi Anayasa'ya konulmalıdır. Kimi sakıncaları önlemek için iptal dâvaları Fransa'da 
olduğu gibi ön denetime bağlanabilir.

d) Anayasa Mahkemesi üyeleri 1961 Anayasası döneminde olduğu gibi kurumlarınca seçilmeli, Cumhurbaşkanı ile yasama organına sembolik sayıda üye atama yetkisi tanınmalıdır.

e) Meclis'in çıkardığı yasaların iptali istenirken Bakanlar Kurulu'nun çıkardığı Olağanüstü Hal Kararnamelerinin iptallerinin istenmemesi hukuktan kaçmak, 
yönetime alan açmaktır. Anayasa Mahkemesi'nin bu kararnamelerden 424, 425 ve 430 no.lulara 1991 ve 1992 yıllarında verdiği kararlarla açtığı yargı yolu dikkate alınmalıdır. Olağanüstü durumların olağanlaştırma yanlışlıkları dâva yoluyla önlenebilir.

BAŞKANLIK SİSTEMİ DIŞLANMALI

f) Cumhuriyet Senatosu kurulmalıdır.

g) Anayasa'nın 104. maddesinde cumhurbaşkanına tanınan aşırı yetkiler sınırlanmalı, yargıya çok üye, üniversiteye rektör atamasına son verilmelidir. 
Darbe sonrası konuşulan Genelkurmay ile MİT'in Cumhurbaşkanı'na bağlı olması, sorumsuzluğu nedeniyle düşünülmemeli ve başkanlık sistemi tüm türleriyle 
dışlanmalıdır.

h) Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun bağımsızlık ve yansızlığı kesin biçimde sağlanmalı, Adalet Bakanı'nın başkanlığı kaldırılmalıdır.

ı) Erkler (güçler-kuvvetler) ayrılığı keskinleştirilip yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesiyle gölge almayacak düzeye kavuşturulmalıdır.

i) Barolar ve meslek kuruluşları yönetimin vesayetinden kurtarılmalı, etkin denetim yeterli sayılarak demokratik yapıları güçlendirilmelidir. Anayasa için görüşleri alınmalıdır.

k) YÖK yeniden yapılandırılarak siyasal etkilerden arındırılmalı ya da yetkileri Üniversitelerarası Kurul'a devredilerek bilimsellik başlıca ölçüt alınmalıdır.

TBMM İÇTÜZÜĞÜ DE DEĞİŞTİRİLMELİ

l) Yasama organının denetim yolları sağlıklı, etkin ve hızlı biçimde işlemeli, TBMM İçtüzüğü'nde gerekli değişiklikler yapılarak demokratik işleyiş çağdaş 
çizgiye getirilmelidir. Anayasal antlara aykırı tutum ve davranışlar yaptırıma bağlanmalıdır.
m) Devrim yasalarının korunması sürdürülmeli, Anayasa değişikliklerinde cumhurbaşkanına konuşma olanağı kaldırılmalıdır. Değişiklik için halkoyuna 
götürme yetkisi yeterlidir.

n) 1980 harekâtı sonucu Türk Tarih ve Türk Dil Kurumlarının sona erdirilen bağımsızlığı kurumların üyelerine geri verilerek Atatürk'ün emanetine saygı 
gösterilmelidir.

o) Seçim yasalarıyla siyasî partiler yasası çağdaş içerikleriyle yenilenmelidir.

ö) Üniversitelerin özerkliği tam olarak sağlanmalı, bilimsel nitelik ve bilimsel yarar başlıca amaç sayılmalıdır.

Kamuoyu bilgilendirilmeli, bilim adamları dinlenmeli 1876 Kanun-i Esasi'si, 1921, (1923 değişikliğiyle), 1924, 1961 ve 1982 Anayasası ile yabancı 
Anayasalardan yararlanılmalıdır

EĞER YÜCE DİVAN AYRILACAKSA

Son 14 yıldır tüm yetkiler AKP iktidarında idi. Bugün tutuklanan yargıç ve savcıları kimler atadı? Yüksek yargıya seçimleri ve atamaları kimler yaptı? Kime 
güvenerek işlem yapıp karar verdiler? Sakıncalı sayılıp gözaltına alınıp tutuklananları, mallarına el konulanları kimler omuzladı, kimler ellerinden 
tuttu, kimler koruyup yükseltti? Anayasal bağlamda ele alınıp çözüm üretilecek önemli sorunların başında bunlar gelmektedir. Genelkurmay'ın, MİT'in, Diyanet 
İşleri Başkanlığı'nın Cumhurbaşkanı'na bağlanması gibi yararsız, sakıncalı, hukuka aykırı önerilerin dillendirildiği günümüzde Anayasayı her şeyden önce ve 
her şeyden önemli biçimde ele almak zorunluluktur. Olanlardan alınan derslerle, içtenlikle ve yansızlıkla. Siyasal sorumluluklar özür dilemekle geçiştirilemez.
Yüce Divan, Anayasa Mahkemesi içinde ayrı bir yapı biçiminde oluşturulacaksa, günlük ve genel suçlara değil, nitelikli görev suçlarına bakacağından, AYM'den 
hukukçu özellikle yönetim kökenli üyeler alınmalıdır.


"Yekta Güngör Özden", 
"Anayasa Mahkemesi önceki başkanlarından Yekta Güngör Özden’in değerlendirmesiyle" ,

http://i.sozcu.com.tr/wp-content/uploads/2016/08/yektagungor-ozden-4.jpg

***






23 Ocak 2016 Cumartesi

KIŞ SICAGI Suriye İçin Savaş 1918-1920



KIŞ SICAGI    Suriye İçin Savaş  1918-1920


Yekta Güngör Özden
Kasım 26, 2015

Yüreklerimizi ısıtan, beynimizi ışıklandıran kitaplar kış aylarında en yakın dostumuz, en sıcak kucaklayanımızdır. Gönderilen kitapları okurlarımıza tanıtma görevimizi, kısa duyuru biçiminde de olsa, yaparak yararlı olma çabamızı sürdürüyoruz.
- Prof. Dr. Sema ÖZER’in “Annemin Sofralarına Yolculuk” adlı kitabı DETA Yayıncılık’ın ürünü. Genişletilmiş 3. baskısı sofralarımızı donatan sıcak ve soğuk yemek türlerini, tuzluları, tatlıları, reçelleri, içkileri anlatıyor. Çorbayla açılan sayfalar, mezeler, salatalar, kebaplar, balıklarla sürerken ailenin yaşam öyküleri de özetleniyor.
- Ankara Barosu Dergisi’nin önceki Baro Başkanlarından “Avukat Tuncay Alemdaroğlu’na Armağan” olarak yayımlanan 73. yıl, 2015/2. sayısı ilgiyle izlenecek yazılar içeriyor.
- Abidin SUBAŞI’nın “Bir Yağmur Yağacak” adlı, 34 şiirini içeren kitabı kişisel yayını.
- Emekli öğretmen Recai ŞEYHOĞLU’nun kütüphaneler açmakla ün yapan annesi Rasime ŞEYHOĞLU’nu yitirince düzenlediği “Cumhuriyet Kızının Ardından- Kütüphaneler Kraliçesi Rasime Şeyhoğlu’na Vedâ” adlı kitabı İzmir Karşıyaka Belediyesi Kültür Yayınları’nın yeni ürünü.
- Tuğrul ÇAKAR’ın 14. kitabı “Fotoğraf Yazıları” adlı derlemesi. RETRO Basın Yayın’ın ürünü olan kitap, fotoğraf sanatıyla ilgili beğeni toplayacak 33 yazıyı içeriyor.
- İNSANCIL Dergisi’nin iki yeni yayını: Tanınmış 24 araştırmacının Cengiz GÜNDOĞDU’nun editörlüğünde oluşturduğu “Romanda Estetik Kalkışma 1, Osmanlı’da Toplumsal Değişimin Romanlara Yansıması” ile Recep ÇİTİKBEL’in 137 şiirini içeren “Sen Türkülerini Söyle” adlı, resimli kitabı.
- Uruguaylı yazarlar Andres DANZA ile Ernesto TULBOVITZ’in İspanyolca’dan Ali TUNCER’in dilimize çevirdiği “İktidarda Bir Kara Koyun-Saraysız Başkan Jose Mujica” adlı ortak yapıtları TEKİN Yayınevi’nin yeni ürünlerinden.
- Emekli Kurmay Yarbay Talât TURHAN’ın, karşılaştığı baskı, zulüm, işkence, haksızlık, adaletsizlik ve hukuksuzluklara karşı savaşımını belgeleyen “DİRENİŞ” adlı kitabı NERGİZ Yayınları’nın ürünü.
- Ahmet Zeki YEŞİL’in mizaha yeni bir soluk getiren “Senkronu Kaçmış Görüşler” adlı, 44 yazıdan oluşan denemesi FAVORİ Yayınları’nın ürünü.
- TÜRKSOLU gazetesi’nin yayımlayan İLERİ Yayınlarının yeni iki kitabı: Serap YEŞİLTUNA’nın “Atatürkçü Bir Anneden Türk Çocuklarına Mektuplar” ile Tuğrul ÇELİK’in “Türk Kültüründe Kurt İzleri” ilgiyle izlenecek içerikleriyle kitapçılarda.
- TARİH KURAM Yayınları’nın üç yeni ürünü: Dr. Özer BOSTANOĞLU’nun İngilizceden dilimize çevirdiği, John D. GRAİNGER’in “Suriye İçin Savaş, 1918-1920” adlı kitabı. Kaya ATABERK’in İngilizceden dilimize çevirdiği “Ermenilerin Kaleminden Kürtleşen Ermeniler” adlı, Ester ve Thomas MUGERDITHIAN çiftinin yazdığı kitap. Mefkûre BAYATLI’nın İngilizce’den dilimize çevirdiği Jerry TONER’in “Homeros’un Türkleri-Klâsik Eserler Doğu’nun Algılanmasını Nasıl Biçimlendirdi?” adlı kitabı.
- Emekli Kurmay Subay Hüseyin TOPUZ’un “T.C.,TSK. ve Alevi Subaylar-BAVULDAN BALYOZA” adlı kitabı IQ Kültür Sanat Yayıncılık’ın inceleme-araştırma dizisinin 415’incisi.
- Emekli Subay Atilla ÇİLİNGİR’in iki yeni eseri “Onların İzleriyle Türkiye” ve “Kırılmadık Ne Kaldı? -Zaman Asla Kaybolmaz 2002- 2015” adlı kitapları DERİN Yayınları’nın ilgiyle izlenecek ürünleridir.

KİTAPLARLA İLGİLİ

- Tanınmış gazeteci yazar Orhan KARAVELİ’nin Ankara Tevfik Fikret Okulları’ndaki “Atatürk, Babam ve Ben” adlı kitabına ilişkin konuşması ilgiyle izlendi. Atatürk’ü gördüğü günden başlayarak anılarını anlattıktan sonra Atatürk’e ve ilkelerine bağlılık için yapılması gerekenleri sıraladı.
- Yazar Meltem VURAL, Tüm Kadın Lobisi Derneği (TÜKAL)’ın konuğu olarak katıldığı toplantıda İran’daki yaşamını anlatarak “Şu Dağın Ardında İran” kitabını yazma nedenlerini, Atatürk Türkiyesi ile ilkelerinin önemini örneklerle vurguladı.
- Tanınmış spiker Canan KUMBASAR da Ankara Üniversiteliler Derneği’nin çağrılısı olarak yaptığı konuşmada ülkemizdeki olayları, özellikle kadınlar yönünden, Meşrutiyet döneminden başlayarak anlattı ve Atatürk’ün devrimlerini değerlendirerek günümüzdeki önemini açıkladı.
Bu konuşmaların öğrencilerin, gençlerin bulunduğu ortamlarda yinelenmesinin büyük yararı olacağı kanısındayız.



Suriye İçin Savaş  1918-1920


John D. Grainger
Çeviri: Dr. Özer Bostanoğlu


İngiliz akademisyen, askeri savaş tarihi konusunda uzman, John D. Grainger’in “Suriye İçin Savaş” kitabı yayınlandığında, hem İngiliz akademik camiasında,
hem de basında ve kamuoyunda önemli bir tartışmaya yol açtı. Sebebi ise Grainger’in “Ermeni Soykırımı” iddialarını kabul etmemesiydi.


“Suriye İçin Savaş” günümüz Suriye Savaşını ve iç savaşını anlatmıyor, 1. Dünya Savaşı dönemini inceliyor. Kitap her ne kadar askeri tarih kitabı olsa da, bugünkü Suriye savaşının temellerinin daha o günlerde atıldığını, İngiliz - Fransız rekabetini, Osmanlı’nın ve Türklerin Suriye’den sürülüşünü, Suriye’nin bugünkü parçalı yapısının daha o günlerde nasıl oluştuğunu göreceksiniz.

Grainger, daha önce yayınlanan “ Filistin İçin Savaş ” kitabının devamı niteliğindeki bu kitabında, Kudüs’ün düşmesinden Şam’ın düşüşüne kadar olan süreyi,neredeyse gün gün ve cephe cephe ayrıntılarıyla inceliyor.

Türk okuru için özellikle ilginç tarafı ise, Suriye cephesindeki Limon Van Sanders kumandasını, Enver Paşa’nın Genel Kurmay stratejilerini,Cemal Paşa’nın alandaki idaresini ve elbette Mustafa Kemal’in İngilizlerle bu cephedeki çarpışmalarını, İngilizlerin gözünden okuyabilmek.Ortadoğu’da sınırlar yeniden çizilirken, askeriyeden hariciyeye, politikacıdan gazeteciye, akademisyenden öğrenciye, mutlaka okunması gereken bir kitap.


www.tarihvekuram.com

..

18 Ocak 2016 Pazartesi

Atatürk ve Cumhuriyet



Atatürk ve Cumhuriyet



İLKE..,
YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN

(Anayasa Mahkemesi Önceki Başkanlarından)

Büyük başarılarla tarihe geçen Osmanlı İmparatorluğu 36 padişah, 235 sadrazam ile 623 yıl sürmüş, baskıcı ve dinci kişisel yönetimin neden olduğu gerileme ve yıkılma dönemindeki tutarsızlıklar, ekonomik güçlükler ve toprak kayıplarının içine düşürdüğü durumlara dayanamayıp yaşamına son verilmiştir. 
Uygarlığı n çağdaş olanaklarından yoksun kalan Osmanlı toplumu giderek kötülüklere düşmüş, savaşlarda yitirdiklerinin acılarıyla yürekleri dağlanan aileler umutsuzluk ve çözümsüzlükle kıvranmış , Batının sömürgesi işlemi uyğulanan ülkemiz yayılmacı emperyalist dış güçlerin işgaline uğramış , işbirlikçi iktidarın ihanetlerine eklenen isyanlarla karanlık tüm ağırlığıyla üzerimize çökmüştü. Yokluk, düşkünlük ve yalnızlık yurtseverleri değişik düşüncelerle uğraştırırken öğrencilik yıllarından beri ülkesinin geleceğine ilişkin tasarıları olan Çanakkale kahramanı Mustafa Kemal Atatürk sevip saydığı , kendisine güvenen halkının başı na geçerek müdafaa-i hukuk ruhu ve Kuvay-ı Milliye ateşiyle atıldığı Ulusal Kurtuluş Savaşı ’nı, Millî Mücadele adıyla anılan ölüm kalım girişimini başlatmıştı.

Kimsenin önerisi, dayatması ve herhangi bir yardımı olmadan Erzurum ve Sivas Kongrelerini toplayarak başladığı yolculuğa kendinin ustaca 9. Ordu Müfettişliğine ( Sonra 3. Ordu oldu ) Atanmasını sağlamış , 19 Mayıs 1919’da çıktığı Samsun’dan sonra 22 Haziran 1919’da “Bu ulusun bağımsızlığı nı yine bu ulusun istenci ve direnci kurtaracaktır.” açıklığı nı taşı yan Amasya Genelgesi’ni kaleme alarak Anadolu İhtilâlı bayrağı nı açmış tır. Bu kutsal yürüyüş 23 Nisan 1920’de tam bir hukuksal kurumlaşma olan TBMM’nin açılışı yla ilk evresini tamamlamıştır. Meclis’in açılması kanımca Cumhuriyetin kurulmasıdır.
Adı, 1921 Anayasası’nın 29 Ekim 1923’de değiştirilmesiyle konulmuştur.

Cepheden cepheye koşarak yaşamını adadığı ülkesini düşmanlardan kurtarıp esenliğe çıkarmayı amaçlayan Mustafa Kemal, geleceğe ilişkin düşüncelerini 1905’de arkadaşlarına (Ali Fuat Cebesoy anılarında açıklıyor), 1908’de gazeteci diplomat Rus İvan Malinov’a (Prof. Dr. Şerafettin Turan Türk Dili dergisine yazdı), Erzurum Kongresi sonrasında Mazhar Müfit Kansu’ya anlatıyor: Türkiye’de cumhuriyet kurulacaktır, lâtin harfleri kullanılacaktır, kadınlar örtünmeden kurtarılacaktır. 
Bunlar konuşmalarının önemli bölümleridir. Öbür sözü de Kongre öncesinde Mazhar Müfit Kansu’nun “ Mücadele başarıya ulaşı rsa yönetim biçimi ne olacaktır? ” 

Sorusuna hiç duraksamadan verdiği “ Hiç kuşkusuz Cumhuriyet! ” yanıtıdır. 

30 Ağustos 1922 zaferine İsmet İnönü’nün Önerisiyle “ Başkomutan Meydan Savaşı ” adı verilmişti. Zaferin getirdiği sonuçların Cumhuriyete giden yolu açtığı unutulmamalıdır.
1 Kasım 1922’de 308 nolu TBMM kararıyla saltanatın kaldırılmasını, sınırlarımızın kesinleştiren 24 Temmuz 1923 günlü Lozan Barış Antlaşması izlemişti. 
Kimi arkadaşlarının karşı çıkmasına, “ Saltanat ve hilâfeti kurtarma amacıyla girişilen savaş ” Görüşüyle padişah yandaşlığı nın değişik anlatımlarla öne sürülmesine ve Mustafa Kemal’i engelleme çabalarına ödün verilmemiş, gece üzerinde çalışı lan metnin CHP Meclis Grubu ve TBMM çoğunluğunun benimsemesiyle 29 Ekim 1923’de cumhuriyet “ Hükûmet biçimi ” olarak ilân edilmiştir. Mustafa Kemal 15-20 Ekim 1927’de toplanan CHP II. Büyük Kurultayı’nda, sonu Türk Gençliğine Sesleniş’le biten 36,5 saatlik Büyük Söylevi’nde bu oluşumu belgeleriyle, destansı biçimde anlatır. Olaylara dayandırarak anlattığı gelişmeler, her alanda tam bağı msızlığı , özgürlüğü, ulusal egemenliği ve aydınlanmayı amaçlayan Ulusal Kurtuluş Savaşı ’nın amacına uygun bir yapılanmayı kanıtlamaktadır. 20 Nisan 1924 günlü, 491 nolu ilk Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ( Teşkilâtı Esasiye Kanunu )’nın, sonraki 1961 ve 1982 Anayasalarının I. maddesiyle cumhuriyet devlet biçimi olarak benimsemiş, anılan anayasaların sırasıyla 102/4., 9. ve 4. Maddelerine göre Cumhuriyet biçiminin değiştirilmesi önerisi bile yasaklanmış tır. Bu durum, yaşamsal önemin kanıtıdır.

NEDİR? Cumhuriyet
Yönetenlerin, Yönetilenler tarafından, denetlenmek ve değiştirilmek koşuluyla belli bir süre için seçildiği düzenin adıdır. 

Tam eşitlikçi bir yurttaşlar düzeni, tam bir halk demokrasisidir. Atatürk, 29 Ekim 1933’deki Onuncu Yıl Söylevi’nde “Temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü” olarak nitelediği cumhuriyetin, demokrasinin yaşama geçiş biçimi ve yönetimdeki adı olduğunu Türk Ulusu’nun yaradılışı na ve karakterine en uygun rejim bilinerek seçildiğini söylemiştir. 

4 Aralık 1923’de “ Biz bu Cumhuriyeti kanla kurduk ” sözünden sonra 1 Kasım 1928 TBMM’ne açış konuşmasında “... Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” demiştir.

Kişilikleri, eğitimleri ne olursa olsun Osmanlı ailesinde babadan oğula geçen ve nice kanlı olaylara neden olan yöneticilik artık ulusun kendi istencini yansıtan çağdaş bir düzeye yükselmiştir. 30 Ağustos zaferini kazanan TBMM Ordularının ulusuna armağanı olan cumhuriyetin sahibi tüm Türk Ulusu’dur. Atatürk’ün özdeyiş değerli, çok anlamlı “ Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir. ” sözü hiçbir soy ve inanç ayrımı gözetmeksizin ümmetten ulus düzeyine, kul kölelikten yurttaşlığa yükselen toplum ve insan öğesinin bölünmez bütünlüğünü ve özgün niteliğini vurgulamaktadır.

Osmanlı enkazını kaldırıp küllerini temizleyerek kurulan cumhuriyet, yurttaşlarından kurumlarına değin yepyeni bir yapıdır. Anlayış tan ilkelere ve kurallara uzanan açılımında insan değerinin üzerine yaşamın vazgeçilmez gereklerini koyarak hak ve özgürlüklerle taçlandırmıştır.

20 Ocak 1921 günlü, 85 nolu TBMM Anayasası’nın 1. maddesindeki “Egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur. Yönetim yöntemi, halkın geleceğini eylemli biçimde 
kendisinin yönetmesi ilkesine dayanmaktadır” açıklığı yla hedeflenen cumhuriyet ve egemenliği gökten yere indirip gerçek sahibinin eline bırakan lâikliktir.
Cumhuriyet sözcük olarak hukuksal, toplumsal ve siyasal alanda genel bir anlam taşımakla birlikte ona asıl değerini veren uygulama biçimi ve nitelikleridir.
Birçok devlet cumhuriyet adını taşı makta ve ulusal kurtuluş savaşı vererek dünyaya örnek olan ve “Türk Mucizesi” olarak adlandırılan başarının simgesi olamamıştır. 
Günümüzde kimi ruhsal ve beyinsel bozuklukların, kimi siyasal eğilimlerin, inanç katılıklarının, çıkarcılıkların ve aymazlıkla, sapkınlıkların yansıması olan karşı tlıklar, numaralandırma çabaları, bilinçsizliğin ve değerbilmezliğin ibret verici örneklerindendir.
10. Yıl Marşı ile övüncümüzü ve kıvancımızı coşkuyla açıklamamız, 1930’larda dünyadaki 12-13 cumhuriyetin önde gelenlerinden gösterilen Türkiye’nin gerçeklerinden 
kaynaklanmaktadır. Özellikle 1950 sonrası verilen ödünlerle yöneticilerin ağır kusurları sonucu cumhuriyet kan yitirmeye başlamıştır. 
84. yıl dönümü nü kutladığı mız günümüzde “ 100. yılını kutlayabilecek miyiz? ” endişelerine tanık olmak üzücüdür. Atatürk’ü ve cumhuriyeti yeterince anlamadığımız, anlatamadığı mız, değerlerini bilemediğimiz gerçeği, sorumluluğumuzu ve hepimizin yanlış lık ve yanılgılarını gündeme getirmektedir.

DURUM

Yanlış bir insan hakları, özgürlük, demokrasi, din, lâiklik anlayışı , duygusallık, inat, zıtlaşma, partizanlık ve kötü siyasetle toplumsal barış bozulmuş, en büyük insanlık suçu terörle ulusal dayanış ma sarsılmış , gereksiz düzenlemelerle cumhuriyetin niteliklerinden arındırılması aymazlıkları yeğlenmiştir.

Cumhuriyet yalnız sözcük değildir. Nitelikleriyle bir bütündür. Anayasa’nın 2. Maddesinin “...demokratik, lâik, sosyal bir hukuk devletidir.” dediği yapı, cumhuriyetin tanımıdır. Bu kutsal yapıyı niteliklerinden soyutlamak, yalnız sözde ve kâğıt üzerinde bırakmak, açılımıyla ilgili maddelerden çıkararak yalnız tanımda korumak cumhuriyetten yararlananların, onu koruma andı içenlerin katlanabileceği bir durum değildir.

Tekil devlet yapısını, bir ulus gerçeğini, ülkenin tümlüğünü bozarak toprak koparıp ayrı devlet kurma çabasında olanlarla destekçileri iç ve dış odakları gözetir sek, eleştiri ve önerilerinin doğrultusunu kavrarsak karşılaştığımız tehlike daha iyi anlaşılır.
Dinlerin olduğu yerde bulunup olmadığı yerde bulunmayan, devletin dinden 
bağımsızlığını, aklın özgürlüğünü anlatan laiklik asla din karşıtlığı değildir. 
Başta din ve vicdan özgürlüğü olmak üzere her tür hak ve özgürlüğün güvencesidir. Bağımsızlığın, demokrasinin, çağdaşlığın kaynağı ; siyasal, hukuksal ve ulusal birliğin dayanağı ; eşitliğin, kardeşliğin, dostluğun, akılcılığı n, bilimselliğin, barışı n, uygarlığı n en elverişli iklimidir.

Laiklik sayesinde geldiğimiz ve ulaşmayı amaçladığımız güzellikler ve günler, kökten dinci sömürücülerin kötülükleriyle kararmaktadır. 
Lâik  Atatürk cumhuriyeti yönetiminin karşıtlarının eline geçmesi, koruyucularının ve sorumlularının bağışlanmaz tutumlarına bağlanmalıdır.

Gereksiz tartışmalarla zaman ve emek yitirilmekte, cumhuriyeti gönendirerek Türk Devrimi’nin temeli olan Atatürk ilkeleri güçlendirecek yerde karalama ve geçersiz kılma uğraşları sürdürülüp yaygınlaştırılmakta, Anayasa ile oynayarak AB ve ABD özlemleri doğrultusunda dinci düzenin yolları döşenmektedir.

Bizi dünya uluslar ailesi içinde onurlu ve saygın yerimize oturtan, her alanda Türk Devrimi’nin açılımlarıyla başka ülkelerde yüzyıllarca başarılamayan gelişmeleri 10-15 yıla sığdıran, yollar, demir yolları, köprüler, uçak alanları, kara, deniz ve hava limanları, hastaneler, okullar, üniversiteler, kitaplıklar kazandıran, günün olanaklarıyla donatıp yapılarla bayındır kılan, yabancıların yanında düşkün kalmaktan kurtaran cumhuriyet ulusal onurumuzun simgesidir. Cumhuriyetin kazandırdıkları olmasa AB üyeliği söz konusu olamazdı.
Günümüz dünyasında 54-55 müslüman çoğunluklu ülkelerden hiçbirinde islâmiyet Türkiye’deki kadar mutlu ve özgür yaşanmamaktadır.

Bu ülkelerin hepsindeki cami toplamından fazlası yalnız Türkiye’de vardır. Hiçbir yurttaşın dinsel görevlerini ve dininin gereklerini yerine getirmesinde kamu düzenini olumsuz etkilemedikçe hiçbir engel ve sınır yoktur. Devletin her görevi, her katı, ülkeninin her yeri herkese açıktır.

Osmanlı döneminde azınlıkların dinsel görevlerinin vergi karşı lığında yerine getirebildikleri, üçtür okul, beştür mahkeme ve on beş tür nikâh olduğu gözardı edilmemelidir.

3 Mart 1924 günlü, 429, 430, ve 431 nolu yasalarla cumhuriyetin dokusu güçlendirilmiş, 1926’de Medenî Yasa, 1928 ve 1937 Anayasa değişiklikleri ve öbür yasalarla yapı tamamlanmıştır.

Günümüz Anayasası’nın “İnkılâp Kanunlarının korunması” başlıklı 174. maddesinde sıralanan sekiz devrim yasasının amacı “...Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini koruma ve Türk toplumunu çağdaşlık uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma...” olarak belirtilmiştir. Bu yasaların Anayasaya aykırılıklarının ileri sürülememesi ve ancak TBMM’nce değiştirilip kaldırılabilme olgusu konunun önemini açıklamaya yeter. Cumhuriyet bizim herşeyimizdir. Ama tehditler ve tehlikeler açıktır.
Cumhuriyet, Türkiye’nin kurtarıcı ve kurucusu, Türkiye aydınlanmasının kaynağı , Türkiye’mizle özdeşleşerek kurumlaşmış Atatürk’ten asla ayrılamaz. 

Niteliklerine asla dokunulamaz.

Oy, seçim, iktidar ödünleriyle yozlaştırılamaz. Güvencesi Türk Ulusu, özellikle Türk Gençliğidir. Biçimsel bırakmamak, sorunların çözümlenmesinde en değerli kaynak olarak yararlanmak için en sağlıklı dayanaktır.

Özet değinmeleri içeren bu yazı cumhuriyetle kazandıklarımızı anımsatırken cumhuriyet olmasa, padişah-halife ya da bir dikta heveslisinin elinde kalsak ne olacağı mızı düşündürmeli ve görevlerimizi da-ha iyi yapmamız konusunda uyarıcı sayılmalıdır.
Yoksa, cumhuriyetin tanımından başlayıp siyasal, ekonomik, toplumsal, bilimsel, askerî alanlarda binlerce başarısını örneklerle, kanıtlarla anlatmak olanağı vardır. 

Başarısızlıklar cumhuriyet kurumunun değil, yönetcilerin ve sahip çıkması gerekenlerindir.

Ne var ki lâik cumhuriyet karşı tları yönetimi ele geçirmişlerdir. Geldikleri yerler, kullandıkları yetkiler, medyanın büyük kesimine yuvalanmaları, kimi üniversitelerde ve devlet organlarında etkinlikleri gözetilirse bunlara dayanan temelinin ne ölçüde sağlam olduğu kabul edilir.
Dinle bir tutulan sıkma baş için Anayasa hazırlıklarına girişildiği günümüzde ABD baskıları, AB dayatmaları, terör ve ılımlı islâm açılımlarıyla sorunlar ağı nda olduğumuz kuşkusuzdur. Kapitülâsyonları, sömürge düşkünlüğünü, yeni mandacıları, Sevr’i unutmayıp Lozan’ı özümseyerek Atatürk Cumhuriyeti’ni sonsuza değin bağı msız yaşatmak yurtseverlerin insanlık borcu ve yurttaşlık görevidir.


..

29 Aralık 2015 Salı

Yolunuz açık olsun.. VEDA





Yolunuz açık olsun










Yekta Güngör Özden

VEDA...,


Ayrılıklar üzücü de olsa doğaldır. Zaman, koşul, durum gerektirdiğinde ayrılıklar kaçınılmazdır. Önemli olan duygu ve düşünce ayrılığı olmamasıdır. Her konuda aynı görüşte, aynı düşüncede olmak, aynı eylemlerde birleşmek olanaksızdır. Uygar tutumlarla, kişiliğe yakışacak ilkeli ve kararlı tutumla yolu ve yöntemi ayırmak gerekebilir. Yeter ki çıkar için olmasın, döneklik ve sapkınlık olmasın. Sizinle parasal bir ilişkimiz olmadı.
Demokratik siyasal yaşamın yadsınmaz öğesi bildiğim siyasal partilerin gereğine, yararına, partili olmanın genç yaşlardan başlayarak çağdaş yurttaşlık niteliğine katkısı olduğuna içtenlikle inanıyorum. 1951 sonundan 18.1.1979 yılına kadar aralıksız CHP’nde çoğu hukuksal değişik görevlerde bulundum. Emekliye ayrıldıktan sonra Genel Başkanlığını kabûl zorunda kaldığım Cumhuriyetçi Demokrasi Partisi ile Prof. Dr. Mümtaz Soysal’ın Genel Başkanı olduğu Bağımsız Cumhuriyet Partisi’ni birleştirerek güçlü ve örnek bir yapı ile siyasal yaşama özlenen katkılarda bulunma girişimim imzasından dönen kimi üyelerin engellemesiyle karşılaşınca üyelikten ve Genel Başkanlıktan ayrılarak 14.2.2004’de siyasette hiçbir görev almamaya karar verdim. Özenle tuttuğum sözümü bundan böyle tutacağımdan kimsenin kuşkusu olmamalıdır.
Parti kurmamı isteyen 362 Atatürkçü Düşünce Derneği temsilcisinden 7-8 kişisi dışındakilerin ilgisizlik ve karşıtlığı, güven ve dayanışma konularında ne durumda olduğumuzu açıklayan unutulması olanaksız bir çelişki örneğidir. Atatürkçü iktidarlar için Atatürkçü partiler koşuldur. Bu gerçeği gözardı ederek kişisel amaçlar ve dış etkilerle saldırılarını artıran aymaz ve bağnazlarla doyumsuzların ve kıskançların yüzünden umulan sonuçlar alınamadı. Demokrasi ile disiplini birbirinden ayıramayan, bencilliği ve gösteriyi önde tutan, unvan için koşuşanlar özverili çabaların sahiplerini kırdılar.
Siz aylardan beri çalışarak partileşmeyi gerçekleştirmek aşamasına geldiniz. Dışardan izlediğim bu amacınıza ülkemizin koşulları, özellikle insanımızın yaklaşımı nedeniyle katılmadığımı biliyorsunuz. Bu benim kişisel görüşümdür. Sizleri engellemek, istencinizi kırmak istemem. Sizlerin siyasetle uğraşmasını takdir ediyor, gençlerin etkin olmasını zorunlu görüyorum. Ancak yeni bir partide değil, ilkelerine uyan bir kurulu partide olmasını daha yararlı buluyorum. Buna karşın sizlere başarılar diliyor, beğendiğim çalışma gücünüz ve dayanışma yönteminizle iyi sonuçlar almanızı olası görüyorum. Bölücülüğe ve sömürülere karşı durarak önemli görevler yaptınız.

Ancak, TÜKKSOLU Gazetesinde partileşmeye ilişkin yayınlar yaptınız. 

Partileşince de ayrı bir yönetimi olsa bile gazetede bu doğrultuda yayınların yer alması kaçınılmazdır. Doğal, hattâ zorunludur. Ben “Siyaset içinde Bulunmama” ilkeme uyarak yazı konusunda beni bağışlamanızı istiyorum. Siyasal partinin organı olmasa bile açık yandaşı olan bir gazetede yazı yazmayı uygun görmüyorum. Kendim için koyduğum bu ölçüyü anlayışla karşılayacağınızı umarım. Güç bir işe giriştiniz, cesaretinizi kutlarım.
Kazanmak, iktidar olmak koşul değil. Ülkemizde parti yapılarının demokrasi yönünde değişmesine, yurttaşlarımızın siyasal yönden eğitilmelerine, oylarını namus bilerek kullanmalarına katkınız sizleri unutulmaz kılar. Ben bir partili olarak değil, bir yurttaş olarak koşullarım elverdikçe konuşarak ve yazarak üzerime düşenleri yapmaya çalışacağım. Atatürk çizgisinin yaşamsal olduğunu hiçbir zaman unutmadan olanaklarım ölçüsünde çabalarımı sürdüreceğim. TÜRKSOLU’nda yazılarım yayımlanmasa da dostluğumuz sürecektir. Yazılarımda bana hiç karışmadınız. Özgürce yazdım. Görüş ayrılığımız olan konularda, ayrıntılarda eleştirimi, değerlendirmemi istediğim gibi yazdım. Ayrılmam gazetenizdendir, sizlerden değil. Sizi çekemeyenlerin yakıştırmaları ve yalanları, çalışkanlığınızla kazandıklarınızın kıskançlığı kimi haksız söylentilere, kimi besleme-militan sözde yazarın saldırılarına neden oldu. Günümüzdeki kötü örneklerinden çıkarılacak derslerle birer siyaset kurumu olan partilerin düzeyleri yönünde olumlu örnekler vermenizi beklerim. Okurlarımızın hoşgörüp sabrederek okumalarına teşekkür ederim. Dincilik, mezhepçilik, ırkçılık, terör ve tüm sömürülere karşıtlığınızı etkinlikle sürdürmenizi, hiç pişman olmamanızı, güç durumlara düşmemenizi, birlikteliğinizi bozmamanızı, sağlık ve başarılarınızı dilerim. Yolunuz açık olsun! 
Sevgiyle.




20 Ekim 2015 Salı

İLKE Atatürk ve Cumhuriyet




İLKE Atatürk ve Cumhuriyet,


YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN

(Anayasa Mahkemesi Önceki Başkanlarından)

Büyük başarılarla tarihe geçen Osmanlı İmparatorluğu 36 padişah, 235 sadrazam ile 623 yıl sürmüş, baskıcı ve dinci kişisel yönetimin neden olduğu gerileme ve yıkılma dönemindeki tutarsızlıklar, ekonomik güçlükler ve toprak kayıplarının içine düşürdüğü durumlara dayanamayıp yaşamına son verilmiştir. Uygarlığı n çağdaş olanaklarından yoksun kalan Osmanlı toplumu giderek kötülüklere düşmüş, savaşlarda yitirdiklerinin acılarıyla yürekleri dağlanan aileler umutsuzluk ve çözümsüzlükle kıvranmış , Batının sömürgesi işlemi uygulanan ülkemiz yayılmacı emperyalist dış güçlerin işgaline uğramış , işbirlikçi iktidarın ihanetlerine eklenen isyanlarla karanlık tüm ağırlığı yla üzerimize çökmüştü. Yokluk, düşkünlük ve yalnızlık yurtseverleri değişik düşüncelerle uğraştırırken öğrencilik yıllarından beri ülkesinin geleceğine ilişkin tasarıları olan Çanakkale kahramanı Mustafa Kemal Atatürk sevip saydığı , kendisine güvenen halkının başı na geçerek müdafaa-i hukuk ruhu ve kuvay-ı milliye ateşiyle atıldığı Ulusal Kurtuluş Savaşı ’nı, Millî Mücadele adıyla anılan ölüm-kalım girişimini başlatmış tı.
Kimsenin önerisi, dayatması ve herhangi bir yardımı olmadan Erzurum ve Sivas Kongrelerini toplayarak başladığı yolculuğa kendinin ustaca 9. Ordu Müfet-tişliğine (sonra 3. Ordu oldu) atanmasını sağlamış , 19 Mayıs 1919’da çıktığı Samsun’dan sonra 22 Haziran 1919’da “Bu ulusun bağımsızlığı nı yine bu ulusun istenci ve direnci kurtacaktır.” açıklığı nı taşı yan Amasya Genelgesi’ni kaleme alarak Anadolu İhtilâlı bayrağı nı açmış tır. Bu kutsal yürüyüş 23 Nisan 1920’de tam bir hukuksal kurumlaşma olan TBMM’nin açılışı yla ilk evresini tamamlamış tır. Meclis’in açılması kanımca Cumhuriyetin kurulmasıdır.
Adı, 1921 Anayasası’nın 29 Ekim 1923’de değiştirilmesiyle konulmuştur.
Cepheden cepheye koşarak yaşamını adadığı ülkesini düşmanlardan kurtarıp esenliğe çıkarmayı amaçlayan Mustafa Kemal, geleceğe ilişkin düşüncelerini 1905’de arkadaşlarına (Ali Fuat Cebesoy anılarında açıklıyor), 1908’de gazeteci-diplomat Rus İvan Malinov’a (Prof. Dr. Şerafettin Turan Türk Dili dergisine yazdı), Erzurum Kongresi sonrasında Mazhar Müfit Kansu’ya anlatıyor: Türkiye’de cumhuriyet kurulacaktır, lâtin harfleri kullanılacaktır, kadınlar örtünmeden kurtarılacaktır. Bunlar konuşmalarının önemli bölümleridir. Öbür sözü de Kongre öncesinde Mazhar Müfit Kansu’nun “Mücadele başarıya ulaşı rsa yönetim biçimi ne olacaktır?” sorusuna hiç duraksamadan verdiği “Hiç kuşkusuz cumhuriyet!” yanıtıdır. 30 Ağustos 1922 zaferine İsmet İnönü’nün önerisiyle “Başkomutan Meydan Savaşı ”adı verilmişti. Zaferin getirdiği sonuçların Cumhuriyete giden yolu açtığı unutulmamalıdır.

1 Kasım 1922’de 308 nolu TBMM kararıyla saltanatın kaldırılmasını, sınırlarımızın kesinleştiren 24 Temmuz 1923 günlü Lozan Barış Antlaşması izlemişti. Kimi arkadaşlarının karşı çıkmasına, “saltanat ve hilâfeti kurtarma amacıyla girişilen savaş” görüşüyle padişah yandaşlığı nın değişik anlatımlarla öne sürülmesine ve Mustafa Kemal’i engelleme çabalarına ödün verilmemiş, gece üzerinde çalışı lan metnin CHP Meclis Grubu ve TBMM çoğunluğunun benimsemesiyle 29 Ekim 1923’de cumhuriyet “Hükûmet biçimi” olarak ilân edilmiştir. Mustafa Kemal 15-20 Ekim 1927’de toplanan CHP II. Büyük Kurultayı’nda, sonu Türk Gençliğine Sesleniş’le biten 36,5 saatlik Büyük Söylevi’nde bu oluşumu belgeleriyle, destansı biçimde anlatır. Olaylara dayandırarak anlattığı gelişmeler, her alanda tam bağı msızlığı , özgürlüğü, ulusal egemenliği ve aydınlanmayı amaçlayan Ulusal Kurtuluş Savaşı ’nın amacına uygun bir yapılanmayı kanıtlamaktadır. 20 Nisan 1924 günlü, 491 nolu ilk Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Teşkilâtı Esasiye Kanunu)’nın, sonraki 1961 ve 1982 Anayasalarının I. maddesiyle Cumhuriyet devlet biçimi olarak benimsemiş, anılan anayasaların sırasıyla 102/4., 9. ve 4. maddelerine göre cumhuriyet biçiminin değiştirilmesi önerisi bile yasaklanmış tır. Bu durum, yaşamsal önemin kanıtıdır.

NEDİR?

Cumhuriyet, yönetenlerin yönetilenler tarafından, denetlenmek ve değiştirilmek koşuluyla belli bir süre için seçildiği düzenin adıdır. Tam eşitlikçi bir yurttaşlar düzeni, tam bir halk demokrasisidir. Atatürk, 29 Ekim 1933’deki Onuncu Yıl Söylevi’nde “Temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü” olarak nitelediği cumhuriyetin, demokrasinin yaşama geçiş biçimi ve yönetimdeki adı olduğunu Türk Ulusu’nun yaradılışı na ve karakterine en uygun rejim bilinerek seçildiğini söylemiştir. 4 Aralık 1923’de “Biz bu cumhuriyeti kanla kurduk” sözünden sonra 1 Kasım 1928 TBMM’ne açış konuşmasında “... Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” demiştir.

Kişilikleri, eğitimleri ne olursa olsun Osmanlı ailesinde babadan oğula geçen ve nice kanlı olaylara neden olan yöneticilik artık ulusun kendi istencini yansıtan çağdaş bir düzeye yükselmiştir. 30 Ağustos zaferini kazanan TBMM Ordularının ulusuna armağanı olan cumhuriyetin sahibi tüm Türk Ulusu’dur. Atatürk’ün özdeyiş değerli, çok anlamlı “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir.” sözü hiçbir soy ve inanç ayrımı gözetmeksizin ümmetten ulus düzeyine, kul-kölelikten yurttaşlığ a yükselen toplum ve insan öğesinin bölünmez bütünlüğünü ve özgün niteliğini vurgulamaktadır.

Osmanlı enkazını kaldırıp küllerini temizleyerek kurulan cumhuriyet, yurttaşlarından kurumlarına değin yepyeni bir yapıdır. Anlayış tan ilkelere ve kurallara uzanan açılımında insan değerinin üzerine yaşamın vazgeçilmez gereklerini koyarak hak ve özgürlüklerle taçlandırmıştır.

20 Ocak 1921 günlü, 85 nolu TBMM Anayasası’nın 1. maddesindeki “Egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur. Yönetim yöntemi, halkın geleceğini eylemli biçimde kendisinin yönetmesi ilkesine dayanmaktadır” açıklığı yla hedeflenen cumhuriyet ve egemenliği gökten yere indirip gerçek sahibinin eline bırakan lâikliktir.
Cumhuriyet sözcük olarak hukuksal, toplumsal ve siyasal alanda genel bir anlam taşı makla birlikte ona asıl değerini veren uygulama biçimi ve nitelikleridir.
Birçok devlet cumhuriyet adını taşı makta ve ulusal kurtuluş savaşı vererek dünyaya örnek olan ve “Türk Mucizesi” olarak adlandırılan başarının simgesi olamamış tır. Günümüzde kimi ruhsal ve beyinsel bozuklukların, kimi siyasal eğilimlerin, inanç katılıklarının, çıkarcılıkların ve aymazlıkla, sapkınlıkların yansıması olan karşıtlıklar, numaralandırma çabaları, bilinçsizliğin ve değerbilmezliğin ibret verici örneklerindendir.

10. Yıl Marşı ile övüncümüzü ve kıvancımızı coşkuyla açıklamamız, 1930’larda dünyadaki 12-13 cumhuriyetin önde gelenlerinden gösterilen Türkiye’nin gerçeklerinden kaynaklanmaktadır. Özellikle 1950 sonrası verilen ödünlerle yöneticilerin ağı r kusurları sonucu cumhuriyet kan yitirmeye başlamış tır. 84. yıldönümünü kutladığı mız günümüzde “100. yılını kutlayabilecek miyiz?” endişelerine tanık olmak üzücüdür. Atatürk’ü ve cumhuriyeti yeterince anlamadığı mız, anlatamadığı mız, değerlerini bilemediğimiz gerçeği, sorumluluğumuzu ve hepimizin yanlış lık ve yanılgılarını gündeme getirmektedir.

DURUM

Yanlış bir insan hakları, özgürlük, demokrasi, din, lâiklik anlayışı , duygusallık, inat, zıtlaşma, partizanlık ve kötü siyasetle toplumsal barış bozulmuş, en büyük insanlık suçu terörle ulusal dayanış ma sarsılmış , gereksiz düzenlemelerle cumhuriyetin niteliklerinden arındırılması aymazlıkları yeğlenmiştir.
Cumhuriyet yalnız sözcük değildir. Nitelikleriyle bir bütündür. Anayasa’nın
2. maddesinin “...demokratik, lâik, sosyal bir hukuk devletidir.” dediği yapı, cumhuriyetin tanımıdır. Bu kutsal yapıyı niteliklerinden soyutlamak, yalnız sözde ve kâğı t üzerinde bırakmak, açılımıyla ilgili maddelerden çıkararak yalnız tanımda korumak cumhuriyetten yararlananların, onu koruma andı içenlerin katlanabileceği bir durum değildir.
Tekil devlet yapısını, bir ulus gerçeğini, ülkenin tümlüğünü bozarak toprak koparıp ayrı devlet kurma çabasında olanlarla destekçileri iç ve dış odakları gözetirsek, eleştiri ve önerilerinin doğrultusunu kavrarsak karşılaştığımız tehlike daha iyi anlışılır.
Dinlerin olduğu yerde bulunup olmadığı yerde bulunmayan, devletin dinden bağı msızlığını, aklın özgürlüğünü anlatan lâiklik asla din karşıtlığı değildir. Başta din ve vicdan özgürlüğü olmak üzere her tür hak ve özgürlüğün güvencesidir. 
Bağımsızlığın, demokrasinin, çağdaşlığı n kaynağı ; siyasal, hukuksal ve ulusal birliğin dayanağı ;eşitliğin, kardeşliğin, dostluğun, akılcılığın, bilimselliğin, barışı n, uygarlığı n en elverişli iklimidir.
Laiklik sayesinde geldiğimiz ve ulaşmayı amaçladığı mız güzellikler ve günler, köktendinci sömürücülerin kötülükleriyle kararmaktadır. Lâik Atatürk cumhuriyeti yönetiminin karşıtlarının eline geçmesi, koruyucularının ve sorumlularının bağış lanmaz tutumlarına bağlanmalıdır.
Gereksiz tartış malarla zaman ve emek yitirilmekte, cumhuriyeti gönendirerek Türk Devrimi’nin temeli olan Atatürk ilkeleri güçlendirecek yerde karalama ve geçersiz kılma uğraşları sürdürülüp yaygınlaştırılmakta, Anayasa ile oynayarak AB ve ABD özlemleri doğrultusunda dinci düzenin yolları döşenmektedir.
Bizi dünya uluslar ailesi içinde onurlu ve saygın yerimize oturtan, her alanda Türk Devrimi’nin açılımlarıyla başka ülkelerde yüzyıllarca başarılamayan gelişmeleri 10-15 yıla sığ dıran, yollar, demiryolları, köprüler, uçak alanları, kara, deniz ve hava limanları, hastaneler, okullar, üniversiteler, kitaplıklar kazandıran, günün olanaklarıyla donatıp yapılarla bayındır kılan, yabancıların yanında düşkün kalmaktan kurtaran cumhuriyet ulusal onurumuzun simgesidir. Cumhuriyetin kazandırdıkları olmasa AB üyeliği söz konusu olamazdı.
Günümüz dünyasında 54-55 müslüman çoğunluklu ülkelerden hiçbirinde islâmiyet Türkiye’deki kadar mutlu ve özgür yaşanmamaktadır.
Bu ülkelerin hepsindeki cami toplamından fazlası yalnız Türkiye’de vardır. Hiçbir yurttaşı n dinsel görevlerini ve dininin gereklerini yerine getirmesinde kamu düzenini olumsuz etkilemedikçe hiçbir engel ve sınır yoktur. Devletin her görevi, her katı, ülkeninin her yeri herkese açıktır.

Osmanlı döneminde azınlıkların dinsel görevlerinin vergi karşı lığı nda yerine getirebildikleri, üç tür okul, beş tür mahkeme ve onbeş tür nikâh olduğu gözardı edilmemelidir.

3 Mart 1924 günlü, 429, 430, ve 431 nolu yasalarla cumhuriyetin dokusu güçlendirilmiş, 1926’de Medenî Yasa, 1928 ve 1937 Anayasa değişiklikleri ve öbür yasalarla yapı tamamlanmıştır.

Günümüz Anayasası’nın “İnkılâp Kanunlarının korunması” başlıklı 174. maddesinde sıralanan sekiz devrim yasasının amacı “...Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini koruma ve Türk toplumunu çağdaşlık uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma...” olarak belirtilmiştir. Bu yasaların Anayasaya aykırılıklarının ileri sürülememesi ve ancak TBMM’nce değiştirilip kaldırılabilme olgusu konunun önemini açıklamaya yeter. Cumhuriyet bizim herşeyimizdir. Ama tehditler ve tehlikeler açıktır.

Cumhuriyet, Türkiye’nin kurtarıcı ve kurucusu, Türkiye aydınlanmasının kaynağı , Türkiye’mizle özdeşleşerek kurumlaşmış Atatürk’ten asla ayrılamaz. Niteliklerine asla dokunulamaz.

Oy, seçim, iktidar ödünleriyle yozlaştırılamaz. Güvencesi Türk Ulusu, özellikle Türk Gençliğidir. Biçimsel bırakmamak, sorunların çözümlenmesinde en değerli kaynak olarak yararlanmak için en sağlıklı dayanaktır.

Özet değinmeleri içeren bu yazı cumhuriyetle kazandıklarımızı anımsatırken cumhuriyet olmasa, padişah-halife ya da bir dikta heveslisinin elinde kalsak ne olacağı mızı düşündürmeli ve görevlerimizi daha iyi yapmamız konusunda uyarıcı sayılmalıdır.

Yoksa, cumhuriyetin tanımından başlayıp siyasal, ekonomik, toplumsal, bilimsel, askerî alanlarda binlerce başarısını örneklerle, kanıtlarla anlatmak olanağı vardır. Başarısızlıklar cumhuriyet kurumunun değil, yönetcilerin ve sahip çıkması gerekenlerindir.

Ne var ki lâik cumhuriyet karşı tları yönetimi ele geçirmişlerdir. Geldikleri yerler, kullandıkları yetkiler, medyanın büyük kesimine yuvalanmaları, kimi üniversitelerde ve devlet organlarında etkinlikleri gözetilirse bunlara dayanan temelinin ne ölçüde sağlam olduğu kabul edilir.
Dinle bir tutulan sıkmabaş için Anayasa hazırlıklarına girişildiği günümüzde ABD baskıları, AB dayatmaları, terör ve ılımlı islâm açılımlarıyla sorunlar ağı nda olduğumuz kuşkusuzdur. Kapitülâsyonları, sömürge düşkünlüğünü, yeni mandacıları, Sevr’i unutmayıp Lozan’ı özümseyerek Atatürk Cumhuriyeti’ni sonsuza değin bağı msız yaşatmak yurtseverlerin insanlık borcu ve yurttaşlık görevidir.


..

5 Ağustos 2015 Çarşamba

Akıntıya Kürek







Akıntıya Kürek.,



Yekta Güngör Özden

Yekta Güngör Özden


Seçimler Eşit koşullarda geçmeyen seçimlerin ne sonuç vereceği önceden kestirilebilir. Nitekim öyle oldu. Bir yanda iktidarın, belediyelerin olanaklarıyla donanmış bir parti, öbür yanda devlet yardımından payına düşenle kendi sınırlı olanakları içinde bir iki parti, beri yanda yalnız kendi olanakları ve değişik desteklerle çalışmalarını yürüten partiler. Seçime katılan 20 parti içinde akçalı gücü yanında devlet gücünü de kullanan iktidar partisiyle hiç biri yarışamazdı. İktidara yakın olmanın, iktidarda olmanın kimi kazanımları gözetildiğinde yerel seçimlerde her zaman iktidar öndedir. İktidar değişikliğiyle birlikte kimi belediye başkanlarının partilerini bırakıp iktidar partisine katılmalarının nedeni budur. Ülkemizde siyasal ahlâkın düzeyi bellidir. İlke, tutarlılık, kararlılık, özveri, dayanışma her şeye karşın ödünsüz çalışma terbiyesi yeterince edinilmemiştir. Görünmek, kazanmak, bir yere gelmek, bir yeri ele geçirmek, borusunu ya da düdüğünü öttürmek, kendisine ve yakınlarıyla yandaşlarına olanaklar sağlamak, böbürlenmek, nedense adını unutulmaz kılacak yapımlara, çabalara, eserlere, kendini anımsatacak olaylara ve oluşumlara imza atmaktan daha önemlidir. Katrilyonu bulan seçim giderleriyle kaç okul, kaç hastane, kaç kitaplık, kaç sağlık ocağı, kaç yuva ya da bakım evi, kaç çeşme, kaç yol, kaç köprü, kaç atölye açılmazdı? Yalnızca Hazine Yardımı partiler yerine bu kazanımları sağlamazdı. Bir Parti çıkıp “afiş, el ilanı, şarkı-türkü, marş, film, rozet, tanıtma bayrağı vs. kullanmayacağım. Bunların yerine okul, köprü, kitaplık vb. yaptıracağım” deseydi daha çok ilgi görür, beğeni ve oy toplardı. Hele dağınıklık, hele ilkelerden ödün verip seçim sonrası kendi partilerine dönme koşullu kimi yapay birliktelikler.. Bir yılı aşan bir süreden beri sözlü ve yazılı çağrılarla duyurmaya çalıştığımız anlayış benimsenseydi, iktidarın belalarından kurtulmak, aydınlığa kavuşmak için partiler biraraya gelip hangisi hangi il ve ilçede güçlüyse, kimin adayı orada daha çok şanslı ve oraya yaraşır bulunuyorsa o desteklenip öbürleri orada aday göstermeseydi daha çok başkanlık elde ederlerdi. Özseverlik, bencillik, partizanlık, ilkellik sayılacak direnme şimdiki sonucu getirdi. İktidar partisi liderlerinin değişmediğini gösteren inatlaşma ve zıtlaşmaları arttıracak, başta Kıbrıs olmak üzere desteğine gereksinim duyduğu AB’nin ve ABD’nin istekleriyle kendi milli görüş kaynaklı izlencesini uygulayacak, daha çok karanlık olacak, daha çok güçlük çekilecektir. Medyadaki beslemelerle şakşakçıların kışkırtması sürecektir.


Kıbrıs oyunu


Hiç utanıp sıkılmıyorlar. Devlet organlarının bile amaçlı uzatmayı vurgulamasına karşın, İsviçre-Bürgenstock’daki görüşmelere katılan Yunanistan ve Güney Kıbrıs yöneticilerinin yorgunluk ve hastalık bahanelerini atlayıp fiyaskoyu başarı ve umut olarak nitelendiriyorlar. Kimi iktidar olabilen irticayı, İstanbul olaylarını unutup “gülyabani hikayesine dönmüş irtica korkutmaları... yenileşen toplum” sözleri edebiliyor. Öylesine iktidarın dümen suyunda yazabiliyorlar ki ümmet ve cemaat düzenine dokunmamak için “...Merih’ten ulus gelmez” diyebiliyorlar. Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk ulusu denir” ve “Ne mutlu Türküm diyene “ sözlerindeki anlamı, erdemi, yüceliği kavrayamıyorlar. Atatürk ilkelerini, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü savunduğum için yıllarca önce beni bu nedenle kutladığını söyleyen kişinin gericilik kıyımlarını, kalkışmalarını, iktidar başının inadını ve yinelemelerini görmemesi, duymaması, anlamaması düşünülemez. Yazılar ve yayınlar amaçlıdır. Halkımız kimin nereden nereye geldiğini, kimin ne için neler yaptığını, nasıl değiştiğini izlemektedir. Seçimlerdeki yönlendirici, sunuş biçimiyle yanlı sormacalar (anketler) de böyledir. Karaçarçaflıların artması bile uyarmıyor.
Kraldan çok kralcı kesilenler, iktidarı mutlu etmek için Denktaş’a saldırıyor, kurgularla, gerçekdışı anlatımlarla suçlayıp sonucun sorumluluğunu ona yıkmaya uğraşıyor. Kararlı, tutarlı, gerçekçi, içtenlikli, ilkeli, ahlâklı, bilgili, yurtsever, yürekli Denktaş hepsini göğüsleyerek gerekeni başarıyla yapıyor. Doğruları söylüyor. ABD’nin İngiliz-Yunan ortaklığı ürünü Annan Planı dayatmasıyla AB’nin oyunlarını bir bir açığa çıkarıyor. Yurdunu savunan bir Başkanı kendi açılımları için engel sayanlar suçluyor, karalıyor, övecek yere yeriyorlar. Bize özgü demokrasinin cilveleri. Hukuktan, siyasetten, özellikle dış siyasetten anlamayan, ulusal çıkar kavramıyla güvenlik konusunda hiç bir bilgisi olmaylan medya bilgiçleri (!) Denktaş’a akıl vermeye kalkışıyor. Paralıların kendi çıkarları için ülkeyi, ulusu, ulusal çıkarı nasıl acımasız, düşüncesiz biçimde, sapkınlık ölçüsünde gözardı ettiğini, iktidarla paslaşarak nasıl yol aldığını görenler giderek artıyor, AB’nin Kıbrıs oyunu sürüyor. Olan Türkiye’ye ve Kıbrıs Türklerine oluyor.

Seçim rüşvetleri

Bu olumsuzluklar yerel seçimlerde nedense oyları etkilemiyor. Kendi işlerine gelen her şey demokrasiye uygun, gelmeyen uygunluklar ise aykırı. Anlayış düşüklüğü ya da kıtlığı denilecek bu olgu, demokrasinin nasıl kemirildiğini anlatmaktadır. İlkesiz, ülküsüz insanlar. İçinden yıkılmakta olan demokratik kitle örgütleri. Demokrasinin dayanakları çürümeye başlayınca yaptıklarının yanında çalıp çırptıkları dağlar oluşturan kimselere oy verme sakatlığı sürdükçe umutlar sönmektedir. Seçimler sırasında bir bakanın “Adalet Sarayı yapımı”yla başka bir bakanın “diyaliz makinası sağlamak”sözleri (Devrek’te) oy almak için devlet olanaklarının nasıl araç kılındığını göstermektedir. Bunlar yalnız ikisi. Birer ağır baskıdır. Onlarcası söylendi, yazıldı. Seçim eşitliği gerçek demokrasinin koşuludur. Rüşveti de yüz karası; soğan, patates, kömür vs. dağıtımı, arsa ve bina kapışması.


İlkellikler

Geçen yıllarda Zeki Triko’nun afişine takmışlardı. Bu kez Çarşı Mağazaları’nın reklamına taktılar. Yandaşlarını okşamak, oyalamak, bir şey yapıyor görünmek ve gündemi değiştirmek için her yolu kullanıyorlar. Siyasal rüşvet ve siyasal şantajlara reklam bekçiliği de eklendi. Bu da demokrasinin sansürüdür. Aydın geçinenler yemeklerle, otel lobilerinde ya da teraslarında toplanıp çalışanları halkın sevip inandıklarını çekiştirir, başka bir şey yapmazlarsa gericiler her şeye el atarlar. Siyasal partiler de bir şey yapmadan, ortaya bir şey koymadan, bir iyiliğe neden olmadan, bir kötülüğü önlemeden, olumlu bir durum sağlamadan oy istemeye çıkıyorlar. “Ne yaptınız da oy istiyorsunuz? Hangi yüzle?” denilse yeridir. Tepki oyuyla övünülmez. İktidar başının YÖK konusundaki direnişi bilim ve siyaset yaşamımız için son derece tehlikelidir. Demokrasinin ne duruma düşürülmek istendiğinin, çoğunluk diktasının nerelere ve nasıl uzandığının belgelenişidir. “Parayı verenin yönetip yaptıracağı” savı ilkelliğin ötesinde sakıncalı amacın dışvarumudur. Para Recep Tayyip’in parası değildir. Kendi kasasından çıkmamaktadır. Oğlunun sünnetinde ya da düğününde gelen takılarla sağlanmamıştır. Devlet babasının malı kendisinin çiftliği değildir. Recep Tayyip devlet değildir. Böyle bir sözü söylemek çağdışı, hukuk dışı, siyaset dışı düşmektir. Devletin öğretim üyelerine, öğrencilere ayırdığı ödenek, üniversitelere, ulusa, ülkeye, bilime ayırdığı, ayırmak zorunda olduğu, görevi sayılan bir ödenektir. Bu ödeneği yönetimleri döneminde göndermekle yükümlü olanların “ne istersek olacaktır” yaklaşımı sakat bir anlayışın sonucudur. Yargının, yasama organı üyelerinin, partilerin, hazine yardımı yoluyla gelirlerinin ödenmesini de yürütme yaptı diye yargı, muhalefet ve partiler de iktidarın istediklerini mi yapacaklar. Dünyanın neresinde böyle devlet, böyle demokrasi vardır? Olsa olsa imamistanda, ümmenistanda olur.
Böyle sakıncalı sözlerden cesaretlenen kimileri de açıkça “%65’le anayasayı değiştiririz” diyerek seçmenleri kışkırtıyor. Üstelik iktidar başının eşinin talimatıyla bir milletvekili bayan bunu yapıyor. Anayasanın neredeyse toptan değiştirilmeyi gerektiren bölümleri var. Gözdağı verircesine geriye doğru değişiklikler yetmiyormuş gibi daha kötü duruma getirmek için yapılan hazırlıklar duyulmaktadır. Anayasa mahkemesinin büsbütün ele geçirilmesi amacı yıllardır bilinmektedir. Yapılması düşünülen olumlu değişiklikler varsa onlardan sözedilmelidir. Sıkmabaş-bohçabaş dayatması, YÖK, Kamu Yönetimi, yerel yönetimler yasaları, Başbakanlık ve MEB müsteşarları, kimi yönetmelikler, kadrolaşma, İmam Hatip Liselerinin adlarının değiştirilmesi gibi konulara öncelik ve ağırlık verenlere besleme ve yağcı medya kesimiyle Kıbrıs’ı gözden çıkaranlara, Silahlı Kuvvetler’i etkisiz ve güçsüz düşürmeye, Cumhurbaşkanı’nı göstermelik kılmaya çalışanlara, bildiğini okumaktan vazgeçmeyenlere kimse inanmaz ve güvenmez.

Takiyeyi takunya sanan kimileri de iktidar partisini “merkezin yeni partisi” olarak tanıyıp tanıtmaya çalışıyorlar. Kargaları güldürecek bir boşuna çaba. Olanları, olacakları bırakalım, nereye sığdırıyorlar? Ulusal yapıya yönelik tehlikeler yeterince algılanamadı, demokrasi anlaşılamadı, oy bilinci oluşmadı denilebilir belki ama çevreyi kirleten gürültülerle dalgalanan seçim toplantılarında terör başı için açılan bayraklar yükselen ve yayılan sloganlar kimsenin gözünü açmadı, vicdanında yankı bulmadı, denilebilir mi? Tek adamlığın koşullarına uymayan gidiş diktatörlükten başka bir şey değildir. Anlamsız hoşgörü demokratlıktan değil, ilgisiz kalarak yandaş toplamak düşüncesinden kaynaklanıyor. Etnik ayrımcılık, soykırım kalkışmaları durmuş değildir. Devletin anlayışlı davranışından ötede umursamazlık kimi Nevruz kutlamalarında bile eski adı PKK olan örgüt ile liderini öne çıkartmıştır. Yapılan hiç bir şey yoktur. Kolluk güçleri bağımsız olmadıkça, yansız davranmadıkça, iktidar partisinin içindeki yandaşlarıyla, başka partilerdeki yakınlarıyla, gelecekte hangi tehlikelerin bizleri beklediği açıktır.
Kimi demokratik kitle örgütleri de hukuku çiğneyerek, kaçak sayılabilecek toplantılar düzenleyerek ya da başkalarının güdümüne girerek ayakta durmaya, yöneticilerinde olmayan güçler sağlayarak onlarla bir yerlere gideceğini sanmaktadır. Kendi içinde barışı bozmuş olan bir kuruluş başka kuruluşlarla nasıl dayanışma kurabilir. Kandırmacalarla ilkeler yıkılmaktadır.

Cumhuriyet destanı

Bay Recep Tayyip “CHP’nin kökü”nden sonra “10. Yıl Marşı”nı diline doladı. Yardakçıları sus pus. “84 yıllık karanlık” sözünü edenlerden daha başka şeyler de beklenir. Değer bilmezliğin (nankörlüğün), bilgisizliğin, sevgisizliğin, saygısızlığın, aymazlığın, bağnazlığın, sapkınlığın nice örnekleri görülebilecektir. Gidiş onu göstermektedir. Adamlık, insanlık, yurttaşlık, inançlılık, onurluluk, soyluluk tartışmaları yaşanacaktır. Karalama, kötüleme, saldırı, kafalarındaki düzene engel olan laik cumhuriyete yöneliktir. Yurdu kurtaran, devleti kurarak namusumuzu, onurumuzu, kişiliğimizi, koruyan, bağımsızlığımızı ve özgürlüğümüzü bizlere armağan eden kahramanlara katlanamamaktadırlar. İktidar partisinin kimi resmi törenlerde Atatürk anıtlarına çelenk koymaktan kaçınması, kimi toplantılarda adını anmaması sakıncalı bir anlayışa bağlıdır. Atatürk’ü tanımak istemeyenler, sevmeyenler, saymayanlar onun başında bulunduğu yılları kötüleyenler tarih bilmeyen kendini bilmezlerdir. Düşmanların ayağını Anadolu topraklarında durdurarak, kutsal topraklara inmesini önleyerek, dünyada müslümanlığa en büyük yararı dokunmuş insana karşı olmak hiçbir insanlık niteliğiyle bağdaşmaz. Osmanlı’nın yıkıntılarını temizleyerek yoktan var edercesine kurulan her şeyi, yepyeni laik cumhuriyetle kazanılanlar saymakla bitmez. 10. Yıl Marşı olanaksızlıklar, yoksunluklar göğüslenerek 10 yıl gibi çok kısa bir sürede kazanılanların kıvancını ve coşkusunu duyuran cumhuriyet destanıdır. Ulusal ezginin özgün, en güzel örneği, gerçekten Türk olan, kendini Türk bilen her yurttaş için övünülecek değerdedir. 10. Yıl Marşı’nın büyük Atatürk’ün 15-20 Temmuz 1927’de CHP 2. Büyük Kurultayı’nda 36 saati aşan bir zamanı unutulmaz kılan büyük söyleviyle birlikte duyumsamak gerekir. Osmanlı’dan alan yapıları, okulları, iş yerlerini, öğretmen ve öğrenci sayısını, teknik elemanları, bütçeyi, Osmanlı borçlarını ödemeyi, millileştirmeyi bilmeden konuşmak gülünç olmaktır. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda kimlerden ne yardım alındığını, İnönü Savaşları’ndan askerlerimizin giysilerini, kullanmaları için verilen mermi sayısını, süvari birliğindeki gerçek kılıcın ne kadar olduğunu, TBMM ordularının sayısıyla düşman güçlerinin sayısını, Atatürk’ün Ankara’ya geldiği 27 Aralık 1919’da defterdarın kasasında kaç lira olduğunu bilmeden konuşmak “desteksiz atmak”tır. Yapılan okulları, köprüleri, spor ve uçak alanlarını, çalışma yerlerini, hastaneleri, enflasyon ve devalüasyon olmadan kotarılanları düşünmek, yetişen insanları, açılan üniversiteleri, çağdaşlaşmada kazanılan aşamaları gözetmek yeter. Ulusal Kurtuluş Savaşı kazanılıp Saltanat kaldırılmasa, Cumhuriyet kurulmasa neler olacağını düşünmeyenler, varlıklarını yadsımış olurlar. Birbirini izleyen devrimler olmasaydı, demir ağların yerini örümcek ağları alırdı. Kafaların içindeki karanlık dışarıyı zindana çevirirdi. Büyük söylevde ve 10. Yıl Marşı’nda anlatılanlar olmasaydı bugün bizler olmazdık. Atatürk’ün eşsiz 10. Yıl Söylevi, Büyük Söylev’in ve 10. Yıl Marşı’nın mührüdür. Kuruluş yıllarında onurla, saygınlıkla, güvenle Türkiye Cumhuriyeti güçlenmiş, uluslararası katta yaraşır olduğu yeri almış, milletler cemiyetine girmiş, dünyanın sayılı cumhuriyetlerinin önünde geldiği için yalnızca Almanya’dan o yıllarda 140’tan fazla bilim adamı Türkiye’ye sığınmıştır. Tebaadan yurttaşlığa, ümmetten ulusa geçilmiştir. Ahlâkla, adaletle, hukukla, şerefle yeni Türkiye kurulmuş, örülmüş, dokunmuş, yükselmiştir. “Demiryolları komünist işidir” diyen lekeli anlayış 1950’den sonraki kötü uyulamalarla kendisini göstermiş, bugünlerin taşımacılık sıkıntılarnı doğurmuştur. 1950’lerde kesilen hız, kışkırtılan inanç sömürüsü, Türkiye’nin karanlığıdır. O yıllarda yapılanlar olmasaydı bugün AB yüzümüze bile bakmaz, kapısının önünden bile geçirmezdi. 10 kuruluş yılı Türkiye tarihinin en şanlı bölümüdür. Nitelik ve nicelik çizelgesini inceleyip öğrenmedikçe Recep Tayyip neler söyleyip neler yapacaktır kestirilemez. Anlaması bilmesi gereken çok şey var. Yetersizliği açık. Kazanımlarımızın temeli cumhuriyetimizin ilk 10 yılıdır. 10 yıla çok şey borçluyuz.

Din sömürüsü

Bizim zavallı medyamız bellek yoksunluğunun perişanlığını, bağımlılık ve yandaşlığının ağrılarını çekiyor. Din ve inanç sömürüsüne yıllardır değiniyoruz. Resmi konuşmalarda, özel söyleşilerde dilimiz döndükçe anlatıyoruz. Yurtdışına kaçarak zehir saçanları, yabancıların koruyup kolladığı kesimleri açıklıyoruz. Söyleye yaza bıkkınlık uyandıran konuları yeni sayarak sayfa dolduruyorlar. Genelkurmay 2. Başkanı çok yerinde olarak “hem laiklik hem ılımlı İslam birarada olmaz” dedi. Önceleri zaman zaman açıklanmış bir gerçekçiliğin vurgulanmasıdır. Ortam gözetilirse çok da iyi olmuştur, haklıdır. Din, dindir. “Katı İslamiyet, ılımlı İslamiyet, yumuşak İslamiyet” diye ayrım yapılamaz, olmaz. Laiklik devletin inançlar yönünden saygın bir yansızlığıdır. Laiklik dinlerin olduğu yerde vardır, olmadığı yerde yoktur. Laikliğin olduğu yerde devletin adının yanına dinsel sıfat konulamaz. O zaman devlet devlet olmaktan çıkar, cemaat çatısı olur. Ne uluslaşmadan söz edilir ne de hukuktan. İslamiyeti kendine göre uygulayıp tanıtmaya ve dayatmaya da kimsenin hakkı yoktur. Ilımlı yaklaşımıyla devleti dinselleştirmek de bir oyundur. Din siyasallaşırsa demokrasi dinselleşir sözünü yıllardır usanmadan yineliyorum. Şeriatçıların demokrasiyle bağdaşması olanaksız çabaları, devleti din ağırlıklı güce dönüştürmek, bildiklerini ve istediklerini yapma olanaklarını kazanmaktır. Bu oyuna kimse gelemez. Din, vicdan tahtında kendi özgün yerinde kalacaktır. Laik devleti din devleti yapmaya kimsenin gücü yetmez. Devlet, hukukla yönetilir dinle değil. Demokrasinin kaynağı ve dayanağı laikliktir. Hukusal, siyasal ve ulusal birliğin de harcı gene laikliktir. Devletin dini olursa laiklik olmaz, o zaman da devlet olmaz. Dinleri devlet belirlemez. Dinler kurallarıyla bellidir, bilinmektedir. Kimse kendine göre din oluşturamaz. Kendine göre yaşar, o kadar. Kurtuluş ve kuruluşla övünemeyenlerin ılımlı dindarlıkla övünmeye kalkışmaları anlayış ve yaşam düzeylerinin göstergesidir. Cumhuriyet yıllarını “halkın değerlerine müdahale” diye göstermekten çekinmeyen yazarların at koşturduğu ülkede başka gariplikler de doğal karşılanacaktır. Yabancıların Kıbrıs oyunlarına ilgisiz kalan medyamızda bu çirkinlikleri övmeye çalışanlara da rastlanmaktadır. Çelişkiler yumağı gidek sıkmaktadır. Onaylama (ratifikasyon) işlemleri, halkoyu-referandum manevraları, oyalamalar kimin ne olduğunu ve ne yaptığını ortaya çıkaracaktır. 10 yıl o kadar başarılıdır ki zamanın Yunanistan Başbakanı Venizelos 12 Ocak 1934 günlü mektubuyla Nobel Barış ödülü için Atatürk’ü aday göstermiştir. Düşmanlığı unutup dostluğu yeğleyenler laik cumhuriyet karşıtlarını uyarmalıdır, utandırmalıdır.

Yarın ne olacak?

Giderek genelleşen bu soru güncelliğini koruyor. Toplumsal düzeyimizi gölgeleyen seçim kavgaları, öldürme ile sonuçlanan saldırılar, kapkaççılık, yanlış salıvermeler bir yana siyasetin solun aldığı sonuçlar CHP yönetiminin baskıcı, bencil, dar çerçeveli kadroculukla yürüttüğü tartışmalar yakınmaları yoğunlaştırıyor. Kürtçülerle işbirliğine girişenlerin aldığı sonuç ortada. Böyleleri gerçek Kemalist olamaz ki bu nedenle oy verilmemiş olsun. Kürtçüler, bölücüler, yıkıcılar tam kendilerinden olmayana, kullanamadıklarına günahlarını bile vermezler. Şeriatçılar da böyledir. Toplumun duyarlı olduğu konulara sırt çevirip dudak bükenlerin kürtçülere ve sıkmabaş-bohçabaş yanlılarına ödün niteliğinde yaklaşımları, yeni açılımları ne yaptığından ne yapacağı belli olmayan Kemal Derviş’e yönelmesi yanlıştır. CHP kendini, yönetimini yenilemeli, gülümsemesini, kucaklaşmasını bilmeli, gençleşmelidir. Tarihsel sorumluluk, CHP’yi önemli yükümlülüklerle başbaşa bırakmaktadır.

Önyargılı ve yanlı medya çelişkilerini sürdürüyor. Biri “CHP soldan uzaklaştığı için oy yitirdi” derken bir başkası “CHP merkeze yaklaşmadığı için oy yitirdi” diyor. Gerçekte CHP “ Ben Atatürk’ün kurduğu partiyim, ben devleti kuran partiyim, ben Atatürkçü partiyim” diyemediği, bu kimliğin güncel gereklerini yerine getiremediği için yitirdi. Yanlış tuşa basan yanlış yazar. Yanlış adaylar gösterdi, beklenen, özlenen açılımı gösteremedi. Söylemleri doyurmadı, çağrıları yankı bulmadı. Toplumsal sorunlara eğilip çözümler getiremedi. Daha neler neler...
Kıbrıs için “4. Annan Planı” medyanın Denktaş karşıtı katı, yanlı, Fogg çocuklarının önde olduğu habercilerce Türkiye’ye aktarılmakta, gerçekler açıklanmamakta, tersine hiç bir şey elde edilmemişken başarı söylentileriyle kamuoyu aldatılmaktadır. Yunanistan ve Rum yönetimi kesin AB ve ABD desteğinde bahanelerle süreyi doldurup sonucu Annan’a bırakacaklardır. Recep Tayyip ekibi de “veremi gösterip sıtmaya razı etmek” türünde, hakkımız olan bir iki küçük sorunu çözmekle “gitmişti de biz aldık” diyerek övüneceklerdir. Onlar zaten bizimdi. Bu arada gidenler gidecek, Annan Planı onay, referandum, Türkiye ve KKTC yönünden Batının oldu bittileridir. Üzücü ve yıkıcı dayatmalarıdır. Baştan beri yanlı yürütülen görüşmeler Girit olayının yinelenmesidir. Türkiye’nin çevrilmesi, kuşatılmasıdır, gelecekte Türkiye üzerindeki oyunların başlangıcıdır. Yanılmış olmayı isteriz. Tayyip ekibi önemli bir şey almadan verecek ve referanduma razı olup imzalayacaktır. Öymen, Arcayürek, Manisalı, Birgit, Gürel, Türker, Bila çabalarıyla unutulmayacak, Denktaş her zaman aranıp anılacak.

Ayıp

Başbakan basın danışmanının Cumhuriyet gazetesine gönderdiği gözdağı mektubuna yardakçı medyadan beklenen (!) tepki gelmedi. Basın özgürlüğünü kavrayış düzeyini açıklayan mektup demokrasinin geldiği aşamada ilginç bir olumsuz örnektir. Yapılanları ve yapılmak istenenleri gözardı edip tıpkı “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” sözünü anımsatırcasına Cumhuriyet gazetesi suçlanmakta, saldırı niteliğinde karalama ve kötüleme, sözde eleştiri ve yanıt adı altında genişletilip arttırılarak sürdürülmektedir. Diktacı anlayışın bu ölçüde savunulması düşündürücüdür. Karşı çıkması gereken bir çok kişi ve kuruluş uykudadır. Üniversiteler ilgisizdir. Meslek odaları tepkisizdir. Birkaç kalemin ve kuruluşun tepkisi demokrasi umudu için yeterli değildir.
Bu arada Saadet Partisi önceki Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın eski çıraklarını kusurlu bularak Ordu’yu göreve çağırması, aynı partinin şimdiki genel başkanının da Erbakan’a öykünüp asker çağrısına destek vermesi (Milliyet, 27-3-2004, s.18) gençlerin “Ordu Göreve” pankartı taşımasını eleştirenler için üzerinde durulması gereken bir örnektir. Ordu’nun görevi darbe değildir. Uyarı, öneri, dilek, tepki vs. türü hukuksal ve uygar belirtme ve istemler beklentisinin kötüye alınması Ordu için de onun daha etkin ve duyarlı davranmasını isteyenler için de amaçdışı davranış ve saptırmadır. Burada önemli olan, Erbakan’la Kutan’ın öncelikle yakındıkları ve rahatsızlıklarını belli ettikleri güçlere gereksinim duymaları, onları övmeleridir. Sorunların demokrasi içinde çözümlenmesini isteyenler Ordu’nun da kendi yapısı içinde etkin olacağı durumları düşünmüş olacaklardır. Hemen darbeyi ve hukukdışılığı düşünmek yanlıştır, yaygarası ve kışkırtıcılığı ayıptır.

Atatürkçüleri, ulusalcıları, emperyalizm karşıtı yurtseverleri suçlayan, kendi çukurlarında giderek kokuşan sapkınların, medya soytarılarının, iktidar uşaklarının kendi sıfatlarını, aşağılık niteliklerini başkalarına yükleyerek kalkıştıkları saldırılar artacaktır. “Başımız dönmeyecek” sözüne karşın şımarıklık ve azgınlık yeni sonuçlar getirecektir. Seçim sonuçlarını iktidarın getirisi olarak değil, AKP’nin başarısı olarak gösteren bilim değil kilim adamları iktidara övgüler yağdırıp, “devrimden ve seçmenin Kıbrıs ile AB için kesin yetki verdiğinden” söz edecekler. Seçimi yitirenler kazandıklarını ileri süreceklerdir. Çirkinlikler görülebilecektir. Sosyal devletin “Halkçı devlet” olduğunu bilmeyenler devletçiliğin ne zaman, ne için benimsendiğini, nasıl yorumlanıp uygulandığını unutanlar, bilgisizlik ürünü suçlamalarını, sözde eleştirilerini sürdürecekler, sapkınlar korosunun çığırtkanı, Sevrcilerin amigosu olmayı içine sindirenler terbiye dışı yazılarını patronların gülümseyişine, genel yayın müdürünün desteğine dayanarak sıralayacaktır. Halkın sorunları bunların umurunda değildir. Gerçekleri atlayıp ekonominin kağıt üzerindeki geçici, değişken, yapay göstergelerini, rakam oyunlarını abartıp olumsuzluklara gerekçe arayacaklardır. İç ve dış borçların artması, alım gücü yoksunluğu onları ilgilendirmemektedir. İşsizlik, iş yeri kapatmaları, suç olayları tasalandırmamaktadır. Seçimlerde başarılı olmayanlar ayrılma sözü vermelerine karşın yerlerinde oturacaklar, siyaset dolabı daha önce olduğu gibi dönecektir. Yanlışlıkları, yanılgıları, tutarsızlıklarıyla güven yitiren muhalefetin yarattığı boşluk daha belirginleşmiştir. Yepyeni bir yapılanma etkin, güçlü, yaygın ve çağdaş bir oluşum özlemi giderek büyümektedir.

İlkeli olmak onurdur. Seçilmek için parti değiştirmek yanlış bir tutumdur. Kanımca parti değiştirip kazanmak küçültür, değiştirmeyip yitirmek büyültür. Emin Çölaşan’la Bekir Coşkun’un anlamlı yazılarını anımsıyorum. Nelerden söz ediliyor, insan şaşırıyor. Dağıtılan yiyecek, giyecek, para, armağanlar (yılbaşı ve bayramlarda bir çok yere kimi yerlerden gönderilen armağanlar anlatılıyor)... Sorumluluğu izleyip saptayacak ve yaptırım uygulayacak kimselere kooperatif arsaları verilmesi, yakınları ve dostları adına kayıtlı, gerçekte yarısına yakını kendisinin büyük yapılar, büyük mağazalar, büyük ortaklıklar. Bizim acı gerçeklerimiz. Medyadaki dostlara ayrıcalıklı işlemler, kayırmalar, sus payları, destek rüşvetleri. Değişik seçim ve özellikle sayım olayları. Heryerle ilişki kurmak, yetkilileri ayarlamak... Liderlerin açıklamaları komediye benziyor, kimse kaybetmediyse ulus mu kaybetti?

Kimi amaçlılar için yinelemeyi yararlı buluyorum. Batıcı değil Batılıyız, Batıdan ayrılma yanlısı değiliz, ikilemleri ve eşitsizliği giderip Batıdaki yerimizi, onurlu, yaraşır konumumuza uygun biçimde almak çabasındayız. Batının yapısına değil tutumuna karşıyız. Ümmetçileri öven, destekleyen, önceleri unutup bugünü koşulsuz destekleyen, bugünkü iktidarla amaç, araç, çizgi birlikteliği kuşkusuz kişi ve kuruluşlara arka çıkan sözde ulusalcılardan da değiliz, gerçek Atatürkçü, gerçek ulusalcıyız.,

Not: Gerçekdışı yayınlarıyla kişiliğime saldıran Aydınlık dergisi açtığım dava sonunda bu ay içinde 2.5 milyar TL manevi tazminat ödemeye mahkum oldu. (31.03.2004)

(Ankara Asliye 29. Hukuk Mahkemesi’nin esas 2001/880 sayılı dosyası)

http://www.turksolu.com.tr/53/ozden53.htm

..


.