cezaevleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
cezaevleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Aralık 2018 Pazartesi

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, BÖLÜM 14

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri,  BÖLÜM 14


TUĞĞ. FARUK GÜVENTÜRK'ÜN EMRİNDE BULUNDUĞU 1. OR. K. CEMAL TURAL HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ

Güventürk'ün Heyecanı*

Protokolün imzalanmasından sonra, toplantıyı terk eden subayları General Faruk
Güventürk, çevirerek kendileri ile bir konuşma yapmış ve General Cemal Tural
hakkında kesin bir karara varılmasını İsteyerek:
"Arkadaşlar nereye gidiyorsunuz. Cemal Tural hakkında gereken karan vermediğiniz takdirde ben protokolün altındaki imzamı geri alıyorum diyerek bir karara varılmasını istemiş.
Güventürk 21 Ekim Protokolünü"** imzaladığı halde sonradan imzasını geri alan Birinci Ordu Kumandanı Cemal Tural hakkında mutlak bir karara varılması gerektiğini teklif ederek herkesin fikrini sormaya başlamış, Bütün kumandanlar ayakta nasıl bir karara varılması gerektiğini bir süre tartışmışlar, bu sırada yine Güventürk'ün sesi yükselmiş: "Arkadaşlar ben size daha evvelden söylememiş miydim? En kısa zamanda ikimizden birisinin kansı dul kalacak diye, işte
o gün geldi." demiş bu sözler üzerine İlk Önce Dündar Seyhan "İmzaladığımız
protokolün tatbikatına muhalefet ettiği takdirde bertaraf edilir." demiş.
Aynı konuda, Refik Tulga ise "Bertaraf edilmekle Öldürülecek mi demek istiyorsunuz" demiş.

* Y.n.: Talat Aydemir'in Hatıraları, May Matbaası, Şubat 1968. İstanbul, s. 123-124.
** Y.n.: 21 Ekim 1961 Müdahale Protokolü.


Dündar Seyhan, Refik paşaya cevaben; "Bertaraf edilme sözü içine mutlaka öldürmek girer iddiasında değilim. Enterne edilir, zararsız hale getirilir.
Bunun uygulama şeklini madem ki istiyor, Garnizon Komutanı General Güventürk'ün takdirine bırakalım o anda ordu kumandanının davranışına göre hareket eder" demiş ve bu teklif kabul edilmiş.
Bu sırada Ankara temsilcilerinden Necati Ünsalan, Faruk Güventürk'e: "İstediğin oldu.
Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun" diye sormuş, aldığı cevap şu olmuş. "O... kazığa oturtacağım." Ünsalan dayanamamış; "Paşam size bu düşünceyi yakıştıramadım.
Küfür ettiğiniz ve kazığa oturtacağınızı söylediğiniz zat bu ordunun Korgeneral
rütbesini taşır ve Birinci Ordu Kumandanıdır, dâvaya davet edilir. Kabul ettiği takdirde her zaman başımızdır. Etmediği takdirde makam ve rütbesine lâyık olarak enterneye tabi tutulur."' demiş. Fakat Güventürk Tural'ın 21 Ekim'de imzasını geri aldığını, onun bu hareketini hiç bir zaman affedemeyeceğini ve dediğini mutlaka yapmak için kesin karar verdiğini söyleyerek sözlerinde ısrar etmiş.
Y.n,; Protokolden tanı dört ay sonra 22/23 Şubat gecesini, 1. Ordu Komutanı
Orgeneral Cemal Tural ile emrindeki 66, Tümen Komutanı Tuğgeneral Faruk
Güventürk düşün ve eylem birlikteliği içinde geçirdiler(!)...

GİZLİ
T.C.
GENELKURMAY BAŞKANLIĞI
ANKARA

9 Temmuz 1966
PER : 7202.1.66 DİSİPMOR.1.Ks.(514)

KONU : Bölücü Propaganda faaliyetleri.
1. Alıştıkları metotlardan ayrılamayan bazı çevreler var ki bunlar Cumhurbaşkanı
seçiminden bu yana Orduya da musallat olmaya koyulmuşlardır.
Önceleri Ordudan adam ayarmaya, daha sonra alt ve üst kademeleri birbirine karşı göstermeye biraz sonra Komutanları birbiri karşısında imiş gibi yaymaya koyulan bu kişiler bunda da muvaffak olamayınca teker teker üst kademedeki komutanları Ordu ve Halk gözünden düşürmeye yönelmişlerdir.
İşte son Cumhurbaşkanı seçiminden sonra tutulan yol bu yoldur. Askerlik gibi millet şuurunda mukaddesleşmiş bir ocaktan gelen Cumhurbaşkanını küçümsemeye ve gözden düşürmeye matuf davranışlar aynı şerefli ocağın Komutanlarına da yöneltilmiştir. Böylece; Çankaya da Komutanlara Devlet evi olarak henüz başlamış olan evler veliahtlar ve şehzadelere kâşaneler yapılıyor edası ile ilan edilmiş, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları'nın ecnebi kulu oldukları yayılmaya savaşılmış, ecnebileri himaye etmek onların silah taşımalarına müsaade etmek gibi yalanlarla da efkarı umumiyenin zehirlenmesi denemesine girişilmiştir.

2. Türkiye'yi her zaman türlü yerlerden gelen tehlikelere karşı korumuş 27 Mayıs
inkılabından sonra içeride yapılmak istenen oyunları 22 Şubat'ı ile 21 Mayıs'ı ile
bertaraf etmiş ve kendi kışlasında Vatanın muhafaza ve müdafaa vazifesine
koyulmuş olan Silahlı Kuvvetler, rahat normal ve ciddi bir mesai devresinden
alıkonulmak sureti ile şimdide Komutanları yıpratmak oyunu ile uğraştırılmak
istenmektedir.

Bu gibi adi davranışlara müracaat edenler, bunları kendi akılları ile yapmakta iseler şaşkınlıklarını bir dereceye kadar mazur görmek mümkündür.

(*) Y.n.: Gizlilik derecesi GK Başkanlığı'nın 6.8.1966 gün ve per. 7202-2-66 disiplin lks(514) sayılı emirleri ile kaldırılmıştır.

Fakat ısrarlı ve devamlı olarak Ordu ile uğraşmak mutlaka özel bir maksat taşır. Bu özel maksatta, Ordu gibi bir varlığı parçalamaktır ki, Anayasaya da, Vatana ihanet denecek bir durumu ortaya koyar.
Durum böyle olunca kime ve nereye alet olarak çalışıldığını düşünmek zaruri olur. O halde, bu davranışlar uzaktan ve gazetelerde görüldüğü kadar basit ve bir takım boyalara boyanarak gösterilmek istendiği gibi değil tamamen aksine ve memleketi yıkmaya matuf davranışların sahneye konuşudur.
İşi bu cepheden de mütaala edersek şeref imzalan koyarak NATO, !ENTO gibi
Paktlar imzaladığımız devletlerin haysiyetsiz ve muahedeleri şerefle tatbik eden
bizlerin de aynı şerefsizlikle itham edilerek Memlekete ihanet ediyormuş gibi
gösterilmesindeki sebebin bir başka kaynaktan idare edildiği neticesine varmak güç değildir.
Görülüyor ki böylece perdenin önünde ve Komutanlara Sayın Cumhurbaşkanına
taarruz eder görülenler perdenin arkasında başkaları tarafından kendi mukaddes
müesseselerine karşı sevk ve idare edilmektedir.
Bu itibarla uyanık bulunmak, Ordu gibi Anayasanın diğer müesseseleri gibi muhterem ve mukaddes müesseseleri hürmetkar olmak lüzumunu herkese anlatmak bu gibi mukaddesatı tanımayanları da böylece tanımak ve her türlü kanuni karşılığını buna göre tartıp ortaya koymak lazımdır.

3. Silahlı Kuvvetleri Türkiye Cumhuriyetini korumak ve kollamak vazifesini gelmiş geçmiş bütün nesiller gibi Sancak önünde merdane verdiği şeref ve namus sözüne sadık olarak ve hiç bir politikaya kapılmadan disiplin ruhu içinde hizmet etmek suretiyle yapacağından hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır.
Bütün arkadaşlarımın daima bu yolda uyanık olmalarını ve şerefli vazifelerinde
başarılarını dilerim.

İmza
Cemal Tural
Orgeneral
Genelkurmay Başkanı

Dağıtım :
Gereği :
Kara Kuvvetleri K.
Dz. Kuvvetleri K.
Hv. Kuvvetleri K.
Jandarma Genel K.
Gn. Kur. Kh. Teşkilatı.
27 Mayıs’tan–28 Şubat'a F/15
21 MAYIS 1963 KALKIŞMA GİRİŞİMİNE KATILAN
21 MAYIS HÜKÜMLÜLERİ İÇİN YAZILAN MEKTUP*
İstanbul, 16 Aralık 1967
Sayın………………


"Bir tek kişiye tevcih edilen adaletsizlik umuma yöneltilen bir tehdittir."
Montesquieu Cezaevlerinin demir parmaklıkları ardında terk edilen 23 subay, 1 Harp Okulu öğrencisinin toplumumuza kazandırılması zamanının gelmiş ve geçmiş olduğuna inanarak, konu hakkındaki görüşlerimizi açıklayıp, af kampanyamıza katılmanızı diliyoruz.

Bilindiği gibi, 3 Ağustos 1966'da kabul olunan 780 sayılı (Bazı suç ve cezaların affı hakkındaki kanun)'da 21 Mayıs hükümlülerinden 24'ü af dışı bırakılmıştı.
Af, 1961 seçimlerinden sonra memleketimizin en güncel konusu olarak bütün politik yatırımlar için malzeme yapıla gelmektedir. Bu nedenle yıllarca çeşitli çevrelerin eğilimlerine uygun şekilde eleştirilmiş bulunmaktadır. Gerçekçi bir inceleme sonucu çıkarılan afların, ilmi verilerden daha çok duygusal etkenlere dayandığı anlaşılabilir.
Politik bünyemizin olumsuz bir özelliği olarak karşıt fikir gruplarının birbirlerinden
kopardıkları ödün ölçüsünde çıkarılan af kanunları ile parça parça istenilen hedefe gidilmiştir. Bu yönelişin galiplerinin kimler olduğu da bilinmektedir.
Bir ihtilâl döneminin sosyal, ekonomik ve politik koşullan içinde, kendi değer yargıları ve görüşleri uğruna, hayat ve geleceklerini hiçe sayabilecek kadar yurtsever kişilerin kıymetlendirme hatalarının, 27 Mayıs'a karşı olan güçlerin kuvvetlenmesine yaradığı bir gerçektir. Bu dönemde politik çıkar gruplarının devrimci güçleri parçalamaya çalıştığı ve bu çabalarında başarılı oldukları da bugün yeterince anlaşılmış bulunmaktadır.

(*) Y.n.: Milletvekillerine ve Senatörlere gönderilmiştir.

—Dili sadeleştirilmiş ve yeniden düzenlenmiştir.
780 sayılı kanun, 1960 sonrasının bütün siyasi suçlarına sünger çekmiş, kamu
vicdanında haklı kuşkular doğurmasına karşın bir kısım adi suçları affetmiş ve fakat yurt severliklerinden kimsenin kuşkusu bulunmayan 24 devrimciyi rehine olarak içeride bırakmıştır. Daha, önceleri konu, Parlamentoda, Üniversitelerde, Basında, Gençlik kuruluşlarında ve diğer baskı gruplarında tartışılıp, 21 Mayıs hükümlülerinin de af kapsamına girmesi ilmi bir zorunluluk olarak kamu vicdanına yerleşmiş olmasına karşın beklenilen sonuca ulaşılamamıştır.
Affın, hukuki ve ilmi bir kavram gibi algılanması gerekirken, 'Memleket gerçekleri' paravanası ardında politik, grupsal ve hatta kişisel görüşlerin etkisi ile duygusal etkenlere dayandırılması tipik bir adaletsizlik örneği sayılabilir.
Biçimsel demokrasilere özgü böyle bir uygulamaya karşı çıkmak, adaletsizliğin
giderilmesine çalışmak, gerçek demokrasiye inanan, tam anlamıyla Batı kültür ve uygarlığını benimseyen, çıkarlarının ötesinde bulunan aydına yaraşan bir tutum olacaktır.

"Her rejimin temeli adalettir. Bir halka hürriyet, ahlak ve şeref miyarını veren o' dur."

E.A. Roth

Toplumda adaletsizlik yaratan veya var olan adaletsizlikleri gizlemekte yarar uman yöneticilerin bu tip çabaları günü gün etmek deyimi ile tanımlanabilir. Oysaki, yönetici tarihe hesap vermek zorunluluğunu vicdanında hissettiği ölçüde topluma yararlı olabilir.

780 sayılı Af Kanununun hazır] anışındaki görüşmeler, açıklamalar yetkisiz kişilerin gizli yazışmaları ile ilmi görüşleri yansıtan yayınlar arasındaki belirgin çelişmelerin giderilmesi olanaksız görünmektedir.

TCK'nın 146. maddesine göre aynı suçtan mahkûm edilen iki gruptan birini siyasi
suçlu sayarken diğerini saymamanın hukuk ilmine ve mantığa uyamayacağına
inanmaktayız.

21 Mayıs olayının, bütün yönleriyle 'Siyasi suç' olduğu yargı organlarınca kabul
edildiği gibi, başarı halinde politik hayat ve kadrolarında ekonomik ve sosyal bünyede değişiklikler getirmeyi öngördüğü belgelerle kanıtlanmıştır.
O günlerin koşullarına döndüğümüzde görülecektir ki: 27 Mayıs'ın getirdiği düzenle bağdaşamayan çevrelerle bu düzenin sahibi olan kuvvetler karşı karşıya
bulunuyorlardı. Bir tahliyeyi bahane edip(1) Genelkurmay Başkanlığına doğru sallanan eller ve kollar ile sarf edilen sözlerin olumsuz etkisi altında bunalımlara sürüklenenler olduğu gibi, sabırsızlıkla beklenilen ekonomik ve sosyal reformların sözde kalışı ve 27 Mayıs düşmanlarının ardı arkası kesilmeyen kışkırtmaları sonucu, 27 Mayıs idealine küçük hesaplar düşünmeksizin gönül veren devrimci güçler içinde mevcut duruma son vermek üzere kendilerini görevli sayan gruplar çıkmıştır. Suç işleme kastı olmaksızın ulvi bir maksadın sağlanması için takdir hatasına düşmüş olanlara bunun bedeli fazlası ile ödettirilmiş bulunmaktadır.
Böylece özet ifadesini bulan politik bir olayı demagojik yöntemlerle basit ve adi suç olarak tanımlama çabalan hukuka aykırı olduğu kadar ahlakla da bağdaştırılamaz.

Açıklamaya çalıştığımız nedenlerle belirli bir adaletsizliğin kurbanı olarak cezaevi
zindanlarında tutulan 21 Mayıs hükümlülerine uygulanan cezadan toplumun beklediği fayda dayanaklarım yitirmiştir. Cumhuriyet döneminde Harbiyeliden-Albaya kadar çeşitli rütbelerdeki Slh. Kuv. mensuplarının cezaevlerinde süründürüldüğü görülmemiştir. Çeşitli çıkar ortaklıklarının birbirine kenetlenmeye çalıştığı bir ortamda bu sorunu küçümsemek demokrasi ve hürriyetler kavramlarına göre onaylanamayacağı gibi bu durumun sürmesi bazı çevrelerdeki huzursuzlukların artması sonucunu doğurabilir.
Sırası gelmişken arkadaşlarımızın bugüne kadar 55 ay cezaevlerinde yatmalarına
karşılık, on yıllık bir iktidar süresinin sorumluları olarak Yassıada'da mahkum
edilenlerin protokollerde tersi yer almış olmasına karşın, (2) 52 ay yattıktan sonra af edildiklerini anımsatmak isteriz. Bir karşılaştırmaya girişmekten çok, aynı kanunun aynı maddesine
1. Celal Bayar Kayseri Ceza ve Tutukevi 'nden tahliye edildikten sonra eski Demokrat Partililer TSK'yı hedef alan kışkırtıcı eylemlerim Gn. Kur. Bşk.lığına yöneltmek aymazlığına düşmüşlerdir. Bu olay daha sonraki Slh.K'ler deki baş kaldırılara  azınsanamayacak boyutta gerekçe oluşturmuştur.
2. 26 Ekim 1961 günü siyasi parti liderleriyle komutanlar arasında imzalanan "Çankaya Protokolü"nde siyasi parti başkanları Yassı ada Mahkemesinde hüküm giyen Demokrat Partililere af çıkarmama sözü vermişlerdi. Kuşkusuz bu sözü verirken içtenlikli değillerdi. O günün koşulları içinde komutanları
pasifize edip TBMM'yi açmak ve zaman kazanmak istiyorlardı. Nitekim koşullar elverdiğinde eski D.P.'lilere af çıkarılmıştır.
göre mahkûm edilen iki grubun cezaevlerinde farklı kalış sürelerini gözler ve
vicdanlar önüne sermek istiyoruz.
1960'dan bu yana Anayasa düzeninin sürmesi için sarf edilen çabalar karşısında,
bugün 21 Mayıs hükümlülerinin affında bir sakınca olmadığına inanıyoruz. Bu
inançla, yüce Meclise bu adaletsizliğe son vermek üzere verilmiş olan Af Kanunu
tasarısının bir an önce gerçekleşmesi için ilginizi istirham ederken, saygılarımızı
sunarız.
21 Mayıs Hükümlüleri
Af Komitesi Adına
Talat Turhan

21 MAYISÇILARIN AFFI İÇİN YAZILAN MEKTUBA YANIT

T.C. İÇİŞLERİ BAKANLIĞI BAKAN

05.06.1967

Sayın Talat Turhan, Yenigün Sokak No.: 11 Kuzguncuk/İstanbul
Mektubunuzu aldım. Hakkımda izhar buyrulan teveccüh ve hissiyatınızdan dolayı
teşekkürlerimi sunarım.
Bahsettiğiniz konu, günün hadiseleri içerisinde çok taraflı olarak ehemmiyet arz
etmektedir. Mesele üzerinde hassasiyetle durmaktayız.
Size iyi haberler verebilmek gayreti içerisinde bulunduğumu ifade etmek isterim.
Selam ve saygılarımı sunarım.
Dr. Faruk Sükan
İçişleri Bakanı

V. BÖLÜM

ORGENERAL FAHRİ ÖZDİLEK İLE İLİŞKİ SAVUNMA BAKANLIĞINDAKİ TEYP (ORGENERAL, MİLLİ BİRLİK KOMİTESİ ÜYESİ, MİLLİ SAVUNMA BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI FAHRİ ÖZDİLEK'İN 27 MAYIS ANILARI)*

Milli Savunma Bakanı istifa etmişti. Bu görevi de yapmaklığım istendi. Makam
odasına gittiğim zaman odada yerleştirilmiş bir teyp, bunun ses alma aparatının
dışardan ayarlanacak gibi düzenlenmiş olduğunu gördüm.
Cunta'nın açıktan açığa bakanlıkta da haber alma çalışması düzenlediği görülüyordu.
Sonraki günlerde Milli Savunma Bakanlığı hizmetini Başbakanlık yardımcılığı makam odasında bitiriyordum.
Tabiplerin öğüdü üzerine dinlendirilen Cemal Gürsel Bakanlar Kurulu toplantısına
gelemiyordu. Bu yüzden ben de Milli Savunma Makam odasına gidemez oldum.
Vatan, 7 Haziran 1976

Y.n.: Gerçekle uzaktan ve yakından ilgisi olmayan, "cunta" kelimesinin ardına sığınılıp kişiliğimi hedef alan anılardaki bu bölüm 19 Ağustos 1976 günü bir mektupla yanıtlanmış, ancak Fahri Özdilek ne bana yanıt verebilmiş ne de gerçeği araştırma uğraşısı içine girmiştir...

VI. BÖLÜM

CUMHURBAŞKANI ORG. CEVDET SUNAY SAYIN SUNAY'A AÇIK MEKTUP (1)

Sayın Cevdet Sunay,


Yeni yıl nedeniyle yayınlanan mesajınızda diyorsunuz ki:
"Türk milleti, Milli Kurtuluş Savaşını, büyük kurtarıcımız aziz Atatürk önderliğinde kırk sekiz yıl önce yaptı, ve kazandı. Bugün ikinci bir kurtuluş savaşında söz edilmesi, hem Atatürk' ün, hem şehitlerimizin ölümsüz hatıralarına hem de devletime karşı bir saygısızlıktır."
Atatürk'ün "Tam Bağımsızlık" ilkesinin yeniden gerçekleşmesi için, tek çıkar yolun bir ikinci kurtuluş savaşı vermek olduğuna inanan, yıllardan beri hayatı ve geleceği pahasına bu davanın kavgasını verenlerden biri olarak, sizi uyarmak için kendimi görevli saydım.
"Tam Bağımsızlık demek, elbette siyaset, maliye, iktisat, adalet, askerlik, kültür... gibi her alanda tam bağımsızlık, tam özgürlük demektir.

Amacım Cumhurbaşkanına hakaretten içeri girmek ve yargılama ve savunma sürecinden yararlanıp Sunay'ı teşhir etmekti. Bu karan almamda duygusal nedenlerin etkisi olduğu söylenemez. O dönemde Cumhurbaşkanının Iran ziyaretinde hediye alış verişinde yaşanan protokol skandalı basına yansımıştı. 
Bir bölümü Türkiye'de çekilen "Paralı-Askerler" filmi için Köşk Süvari grubunun tahsis edildiği ve bu olay nedeniyle, Sunay'ın yakın çevresinde çıkar ilişkileri nedeniyle tartışma çıktığı TBMM'ye kadar yansımış, sonuçta başyaver T.Ö. köşkten uzaklaştırılıp İstanbul'a, MİT'e atanmıştı.

Çankaya'da Cumhurbaşkanının eşinin düzenlediği çay partilerinde diplomat eşlerine satış yapıldığı söyleniyordu.
Özetle Çankaya'dan çevreye pis kokuların yayılmasından tedirgin olduğum için hapse girip kamuoyunun dikkatini yaşanan olay ve olgular üzerine çekip, aslında sayılmakla bitmeyecek olumsuzlukları açıklamak istiyordum.
—Devrim, 20 Ocak 1970, Sayı: 14.
Bu saydıklarımızın her hangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk ulusun ve ülkenin
gerçek anlamıyla bütün bağımsızlıktan yoksunluğu demektir." (2)
Atatürk'ün tanımlanması ile günümüzün somut gerçeklerinin tam bir zıtlaşma içinde bulunduğu, yıllardan beri çeşitli çevrelerce ortaya konmuş ve kanıtlanmış bir gerçektir.
Elimizi kolumuzu bağlayan ikili anlaşmalar yürürlükte kaldıkça politik bağımsızlıktan; bir yılda 450 milyon borç faizi ödemek durumunda kalan ve 2014 yılına kadar borçlu bir ülkede mali bağımsızlıktan; yeraltı ve yerüstü servetleri dünya kapitalist emperyalizminin işbirlikçisi kompradorlar ca sömürtülen, endüstrileşmesi montaj ve ambalaj sanayii uyduluğuna terk edilen bir ülkede ekonomik bağımsızlıktan; yabancı makamlara yargı kapitülasyonu tanınan bir ülkede adli bağımsızlıktan; ABD eski Cumhurbaşkanı Johnson'un mektubunda açıkça belirtildiği gibi elindeki silahı milli hedefler için kullanmak hakkından yoksun bir ülkede askeri bağımsızlıktan; ve sonuçta nüfusunun yarısı okuma-yazma bilmeyen bir ülkede ABD 'barış' gönüllüleri kol gezer ve yabancı uzmanlar Milli Eğitim Bakanlığında tünerken kültürel bağımsızlıktan söz açmak, hem Atatürk'e hem Milli Kurtuluş Savaşı şehitlerine, hem devletimize karşı bir saygısızlıktır.
Atatürk'ün "Tam Bağımsızlık" ilkesiyle kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin
Sunay niyetimi anladı. Soruşturma açtırmadı, zamanım bekledi. O zaman 12 Mart 1971 muhtırasından sonra geldiğinde kendimi Ziverbey İşkence Köşkü'nde buldum. Orada işkence seansında en az on dakika filmim çekildi. Bu filimin izleyicileri arasında Sunay'ın da bulunmasının büyük bir olasılık olduğunu düşünüyorum.
Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'nde MİT'İ ve dönemin İstanbul MİT Bölge Başkanı olan Turan Deniz'i ağır ölçüde eleştirmem üzerine Turan Deniz avukatım Hidayet Ilgar'la görüşme gereğini duymuştu.
Gerek T. Deniz ve gerekse ben doğal ömrümüzü tamamladık. Bazı tarihsel gerçeklerin aydınlanması için Turan Deniz'in avukatıma söylediklerini açıklaması onurlu bir davranış olabilir...

Bu çok yönlü ve karmaşık savaşı anlamak yeteneğini kazanmalıyız. Bu mücadelede düşman hem içerde, hem dışarıda bulunur. Dış düşman, emperyalizmin ve sömürünün her türlüsü ile onun uygulayıcısı mihraklardır. İç düşman ise bu sömürünün yurttaki maşa ve işbirlikçisi olan kompradorlar, onların gerici destekçisi ırkçı, faşist ve dinci kara gericiliktir; bu desteklerle yaşayan karşı-devrimci iktidar güçlendir.
27 Mayıs'ı gerçekleştiren güçler, 14'ler, 22 Şubat’çılar 11'ler, Genç Kemalistler, 21 Mayıs'çılar, boykot ve işgalle üniversite ve tüm eğitim sorununun düzeltilmesini isteyen öğrenciler, inançları uğruna sokaklarda kurşunlanan gençler, mütegallibenin toprağını işgal eden köylüler, emekçiler, işçiler, işsizler, yargıçlar, boykottaki polis öğrencileri, iktidara alet polisin kurşununu yiyen emekçiler, bütün yurtta boykot eylemini yürüten öğretmenler, direnen memurlar, aydınlar, yazarlar, 69'lar(3) ve bu güçlerin düşün ve eylem koşutunda olan tüm namuslu insanlar, bütün vatandaşlar, gerçekte bilinçli, ya da bilinçsiz "İkinci Kurtuluş Savaşı"nın birer eri olarak görevlerini yapıyorlar.

"Türkiye Amerikalılarındır!"

Sayın Sunay,
Kişiliğinizi bilenlerden biriyim. Sizi eleştirirken 1950–1960 döneminde Genelkurmay sorumlu makamlarında bulunduğunuzu ve bu dönemin sonlarında Genelkurmay 2. Başkanı olduğunuzu saptamanız şarttır. O günlerde Genelkurmay Başkanınız Org. Rüştü Erdelhun idi. Ve siz, onun karşı oy notu yazmadığınız tüm uygulamalarından sorumlu bulunuyordunuz. O dönemin aşırı teslimiyeti içinde, Erdelhun'un 1958'lerde, İzmir'de SIX ATAF(4) Karargâhında yapılan bir toplantıda Amerikan generallerine, "Bu memleket bizim değil, sizindir!"dediğini biliyoruz.
İşte böyle bir ortamda tezgâhlanan ikili anlaşmalara -ki bağımsızlığımıza gölge
düşürdüğü artık açıkça belirgindir- bugün karşı çıkmasını bilenler gerçek
vatanseverlerdir.
27 Mayıs'ı kendi deyiminizle "Fırsatı bir daha kaçırmam" duygusu içinde
karşıladığınız biliniyor. Bir takım olaylar, emekli olmanızı önlediği gibi sizi K.K.K.'ya kadar getirdi. O günlerde sizi gerçek bir 27 Mayıs'çı havası içinde görüyoruz. K.K.K. olarak altında imzanız bulunan ve Kara Kuvvetinin durumunu eleştiren emrinizi herhalde anımsayacaksınız. Bu emirde en ilericiden daha ilerde ve solda bulunuyordunuz.
M.B.K. devrinde bazı Komite üyelerinin kişiliğinize yönelik davranışlarından müteessir olmuştuk. İçlerinde masanıza yumruk atacak kadar cesur olanlar vardı. (5) Ve ben bu olayın tanığı olmak üzüntüsünü tatmıştım. Daha sonra makamınıza yaraşır bir güç kazandırmak için Silahlı Kuvvetler Birliği üyeleri olarak size yapılan yardımlarımızı unutmuş olacağınızı tahmin etmiyorum.
"Silahlı Kuvvetler Birliği" Gizli Örgütü Başkanı idiniz 6 Haziran 1961(6) olayından sonra gücünü fiilen gördüğünüz ve bulunduğunuz makama rağmen karşı çıkmaya cesaret edemediğiniz ve sonradan "Albaylar Cuntası" diye kınanan örgüte girdiniz. Yani bizim "Silahlı Kuvvetler Birliği"nin Başkanı oldunuz.

Bu Başkanlığa "evet" derken arkadaşlarımıza "şeref sözü" verdiğinizi de herhalde
anımsıyorsunuz. Bertrand Russell'in deyimiyle o sıra "Şehvet tutkusu kadar iktidar tutkusu"(7) içinde bulunan Sayın İnönü'nün ve CHP ileri gelenlerinin bütün iyi niyetimize karşın bizleri bölmek ve hatta karacı-havacı diye ikiye ayırıp birbirine karşı kırdırma tertiplerine engel olmadığınızı da herhalde kabul edersiniz.
30 Ağustos 1961 saat 15.00'de sayın İnönü ile yaptığınız gizli görüşmeyi Silahlı
Kuvvetler Birliği örgütüne bildirmenizin bir tek, anlamı vardı: İnönü'ye rağmen bizim safımızda olmak...
Seçimlerden sonra "Mürted"de aldığımız kararları(8) Silahlı Kuvvetlerin başı olarak parti liderlerine "Çankaya Protokolü" adı altında dikte ettiren sizsiniz. Olayların garip cilvesine bakınız ki, bugün protokolün son hükmünün kaldırılması -yani siyasi affın gerçekleşmesi-sizin Çankaya'da oturduğunuz bir döneme rastlamış, dün tam tersini savunduğunuz ilkeleri bugün Anayasa değişikliği halinde onaylamak zorunda kalmışsınız... (9) Dünden bugüne bu kadar çelişkili bir duruma düşmenizin anlamı üstünde lütfen kendiniz düşününüz.
19 Ocak 1962'de saat 17.00'de Genelkurmay'daki tarihi toplantıda ben de vardım.
Birkaç gün önce bizim yanımızda bulunan birtakım sayın generallerle birlikte siz de susarken gerçeği birkaç albayın sesi dile getirmişti. Ama oportünist politikacı
entrikalarında başarıya ulaşmıştı ve siz yeni bir safa geçişinizi:
"Ben sizin namınıza İnönü'ye kendisini desteklediğinizi söyleyeceğim" tümcesiyle
belirtip toplantıyı terk etmiştiniz. (10)
Gene o dönemde Silahlı Kuvvetler'in bütününe kumanda edecek makamda
bulunmanıza karşın Genelkurmay Kışla Komutanlığı'ndan kişisel emniyetinizi
sağlamak için özel bir bölük kurduğunuzu da anımsamalısınız.
Bu noktada bilginiz dışında bulunan husus, özel bölüğünüz kumandanının hakkınızda uygulanacak işlem için emir konusunda bize başvurmasıdır.
22 Şubat 1963 ile 21 Mayıs 1963 ve ondan sonraki dönemde Silahlı Kuvvetler
üzerinde aldığınız tertiplerden söz açmayacağım. Hatta 21 Mayıs'ın şahsımızla ilgili talihsiz öyküsü de şimdilik bizde saklı kalsın. Bugün işgal ettiğiniz mevki bakımından bu olayların açıklanmasını daha ilerdeki bir tarihe bırakmak düşüncesi bulunduğunuz makama duyduğum saygıdan ileri gelmektedir.
1961'de Sayın Em. Korg. Hüseyin Ataman'dan boşalan Milli Savunma
Bakanlığı, Devlet Başkanı Sayın Gürsel tarafından Sayın Org. Muzaffer Alankuş ve size Hariciye Köşkünde aynı anda önerilmişti. Anımsıyorsanız bu olayın tek tanığı bendim. Milli Savunma Bakanlığını kabul etmemenizin ağzınızdan çıkan ifade ve gerekçesini de gene bugün işgal ettiğiniz makama duyduğum saygıdan
açıklamayacağım.
Daha sonraki bir tarihte de Silahlı Kuvvetler Birliği'nden üç üye, size Devlet
Başkanlığı önerdiğinde "kandil yağlarından" ve "kabaktan" söz etmiştiniz(11) ama bugünkü soyut demokrasiye olan tutkunuzu dile getirmemiştiniz.
İşte bu noktadan başlayıp gelmiş bulunduğuz Cumhurbaşkanlığı makamı eşiğinde politikacıların her biri kendi çıkar hesabını yapıp art niyetlerinin gerçekleşmesi için sizin vaktiyle taşımış bulunduğunuz apoletlerden yararlanmayı düşünüyordu.
1960'lardan sonra da Devlet Planlama Teşkilatının konforu içinde askerlik yapmanın yolunu bulan Bay Süleyman Demirel ve arkadaşları emperyalizmin karşı-devrim stratejisinin gerçekleşmesinde en büyük engel olarak Slh. K.'leri görüyorlardı. Sizin Cumhurbaşkanlığı makamına getirilmeniz, Slh. K'leri yatıştıracak bir önlem olarak düşünülüyordu. Slh. K. ise kendi içinden çıkmış, 27 Mayıs'tan beri eylemlerinde çeşitli görevlere getirilmiş bir eski askerin Çankaya'da bulunmasında olumlu bir hava seziyordu. Sizin Genelkurmay Başkanlığı makamından Cumhurbaşkanı makamına geçişiniz, soyut demokrasi koşullarına değil, ihtilâl şartlarına göre yürürlüğe girmiştir. (12) Bu konudaki gerçekleri Millet Partisi Genel Başkanı Osman Bölükbaşı kamuoyu önünde açıklamıştır.
Ne var ki, sizin Çankaya'ya yerleşmenizden sonra Bay Süleyman Demirel karşıdevrimin edebiyatını yoğunlaştırmak cesaretini bulmuş ve hatta "200.000 sivilin bir günde silahlanmasından" söze-der olmuştur.

Karşı-devrimi teşvik

Sayın Cevdet Sunay,
27 Mayıs 1960'tan bu yana gelişen çizginizde bugün bulunduğunuz yer ilgi çekicidir.
Türkiye ise bugün gerçek bir bunalımın içinde kıvranıyor. Sosyoloji bilimine göre, bir toplumda bu ölçüde huzursuzluk işaretleri görülürse o toplum bazı geleceklere gebedir. Bu doğum suçlamalarla önlenemez.
Sosyal olayları suçlamayla önlemek gibi bir formül henüz keşfedilmemiştir. (13) Siz ise çelişme içinde bulunmakta ısrar ediyorsunuz. Hem demeçlerinizde "köy sahipliği toprak köleliği" kurumunun varlığını itiraf ediyorsunuz, (14) hem de toprak reformu için bilinçli mücadele verenleri kınıyorsunuz; bir yandan irticadan şikayet ediyor, öte yandan da ilticaya karşı çıkanları suçluyorsunuz. Yaşama kavgası veren işçi sınıfı ve emekçiler, öğretmen, memuru kınamak yerine, onlara devlet istatistiklerindeki asgari geçimi sağlamak yolunda ağırlığınızı kullanmalısınız. Bugün Türkiye öyle bir haldedir ki, Anadolu köylüsü açlık ve sefaletin pençesinde kırılırken İstanbul'un jet sosyetesi yılbaşını yurt dışında dünya jet sosyetesi ile kucak kucağa geçiriyor. (15) Bu durum içinde Anayasa'da 'sosyal adalet' ilkesi bulunmasının bir anlamı yok bizce. Gerçek bir 'ülkücülük' içinde, vatanseverlik anlayışıyla, yurt ve emekçi halk çıkarları için öne atılanları suçlamakla, ister istemez karşı-devrimci saflara destek verir duruma
düşüyorsunuz.
Bu durum, makamınızın tarafsızlığı ile bağdaşmadığı gibi, yukarıda grafiğini, kabaca çizdiğimiz 1960'dan bu yana gelişinizle de ters düşüyor.
Öyle anlaşılıyor ki danışmanlarınız ve istihbaratçıları nız bulundukları yerlerdeki
konumlarını sürdürmek için sizi gerçeklerden uzaklaştıracak bilgileri taşımakta
kendilerince yarar bulmaktadırlar. Bizler kulaklara hoş gelmeyecek gerçekleri
pervasız söyleyecek kişileriz. Uyarılarımızdan yararlanmanız umudunu saygılarımla sunarım.
Talat Turhan

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

1. Bu açık mektup yazıldığı tarihte Sunay Cumhurbaşkanı idi.
a) Bomba Davası Savunma 1,1986- adlı kitabımın 237–244. sayfalarında da yayınlandı. Dili sadeleştirip yeniden düzenlenmiştir.
b) Aslında bu açık mektubu yazmanın bana getirebileceği olumsuzlukları önceden kestirip yazmıştım.
c) Sunay aslında gerektiğinde yaşamı boyunca saf değiştirip kişisel konumunu hep gözetip Cumhurbaşkanlığı'na kadar yükselme becerisini göstermiştir. Onu bulunduğu makama getirenler ise kendilerine Sunay'dan bir zarar gelmeyeceği anlayışı içinde olmuşlardır.
Örneğin 12 Mart 1971 sonrasında Başbakan Yardımcılığı yapan Sadi Koçaş, "Sunay, 12 Mart Muhtırasından sonra en olumsuz yolu seçti. Derhal muhtırayı verenlere iltihak, daha doğrusu iltica etti.
Eğer 12 Mart Muhtırası doğru ise o duruma neden engel olmamıştı? Yanlış ise bu delalet nedendi?"
(Milliyet, 14 Nisan 1978) diye kanısını açıkladı.
Görüldüğü gibi Sunay'a açık mektup yazdığım 1970 yılından sekiz yıl sonra Koçaş bu değerlendirmeyi yapabilmiştir...
2. Muammer Aksoy, Atatürk' ün Işığında Tam Bağımsızlık ilkesini,  bekçiliğini gençliğe emanet edilmişti. Basiretsiz, yeteneksiz, ödüncü ve oportünist politikacıların eliyle yaratılan bugünkü ortam karşısında, emanetin bekçileri "Tam Bağımsız Türkiye" sloganıyla kavga veriyorlar. Bu kavganın adıdır İkinci Kurtuluş Savaşı... Gerçek Atatürkçülerin zaferine dek bu mücadele sürecektir. Bizim kişisel yargımız değil tarihi determinizmin verisi böyledir.
3. O dönemde bir bildiriyle öne çıkan 69 genç deniz subayı, 12 Mart 1971 darbesinden sonra İstanbul Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'nde açılan 84 sanıklı davayla TSK'dan tasfiye edilmiştir.
4. 6. Taktik Hava Kuvveti.
27 Mayıs'tan-28 Şubat'a F/17
5. Yüzbaşı rütbesinde bir komite üyesinin GKB Cevdet Sunay'ın masasına yumruk atıp tehdit etmesine tanık oldum. Ne yazık ki Sunay makamına ve kişiliğine yönelik bu tavır karşısında tepkisiz kalmıştı.
6. Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İrfan Tansel'in Washington'a atanmasının Silahlı Kuvvetler Birliği Örgütünün ültimatomuyla geri alınması.
7. Y.n.: İktidar adlı yapıttan.
8. 21 Ekim 1961'de İstanbul'da alman "Müdahale Kararı" Ankara Grubunca "Mürted Protokolü”yle onanmıştır. Özetle: Türk Silahlı Kuvvetleri 15 Ekim 1961 günü yapılmış olan seçimlerden sonra gelecek yeni Türkiye Büyük Millet Meclisi toplantısından evvel duruma fiilen müdahale" etme kararı almıştır.
9. Çankaya Protokolü için bkz.
a- Dündar Seyhan, Gölgedeki Adam, s. 155–160.
b- Talat Aydemir, Talat Aydemir Konuşuyor, s. 108–109.
c- Emin Aytekin, İhtilal Çıkmazı, s.134–135.
d- Can Kaya İsen, Geliyorum Diyen İhtilâl, s. 168.
e- Bedii Faik, İhtilalciler Arasında Bir Gazeteci, s. 168.
10. 
a- Dündar Seyhan, Gölgedeki Adam, s. 155–160.
b- Can Kaya İsen, Geliyorum Diyen İhtilâl, s. 168.
11. "Ben mi Devlet Başkanı olacağım? Ben içi boş bir kabağım, kandilimin yağı çoktan tükendi" demişti Cevdet Sunay.
12. O dönemde Paris Büyükelçisi Suat Hayri Ürgüplü'nün oğlunun düğününde bağlı olduğu çevrelerin Sunay'a yaptığı önerinin kabulü sonucu İtalya'ya uğramasının Sunay'ın Cumhurbaşkanı olmasına etkisi Loca Sırrı olduğu için hâlâ karanlıktadır.
13. 12 Mart ve 12 Mart faşist darbeleri, 28 Şubat "Postmodern darbesi" IMF'ye verilen niyet mektupları, ekonomik krizden krize sürükleniş ne yazık ki savlarımı öngörüye dönüştürdü...
14. 
a- Cumhuriyet, 21 Ekim 1968, Kemal Aydar'a verilen demeç,
b- İlhan Selçuk, Masrafa Kemal'in Saati, s.127–201.
15. Günümüzde alt ve üst gelir grupları arasında ekonomik uçurum o derecede belirgin bir konuma gelmiştir ki, içte ve dışta en yetkili kişi ve kurumlar yeniden "Sosyal Adalet"e(!) sahip çıkmak zorunda kaldı. Sosyolojik açıdan bu olgunun "sosyal patlama"yı beraberinde getirebileceği daha da sıkça söylenir hale geldi...


15 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,


***

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, BÖLÜM 13

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, BÖLÜM 13


IV. BÖLÜM

21 MAYTS 1963 -BAŞKALDIRI VE AF KONUSU SAYIN CEMAL TURAL'A AÇIK MEKTUP*


(E. KUR. ALB. SELÇUK ATAKAN, E. KUR. YRB. TALAT TURHAN)

Giriş

Sayın Cemal Tural'ın "22 Şubat ve 21 Mayıs suçlularının affını doğru bulmadığına" dair gazetelerde çıkan açıklamasını okuduğumuzda hayret ve dehşet içinde irkildik.
Haberin doğruluğuna inanmadık, inanmak islemedik. Ancak, Sayın Başbakan
Süleyman Demirel'in haberi doğrulayıcı demeçleri karşısında bazı hususları aydın, uyanık ve saygın vatandaşlarımıza açıklamak için kendimizi görevlendirdik.
Şu hususu (incelikle belirtmek isteriz ki, açıklayacağımız fikirlerin yanında ve safında pek çok in san vardır. Zamanın darlığı nedeni ile onlarla ilişki kurmak olanağı bulamadığımızdan bildiri imzamızı taşımaktadır. Fakat biz onların da düşüncelerine tercüman olduğumuza dair kesin İnanç taşıdığımızdan emin bulunmaktayız.(1)
Bizi bu bildiriyi yazmaya iten neden, demokrasiden, adaletten ve haktan yana
olmamızdır. Yoksa bir grubun veya zümrenin savunmasını yapmak savında değiliz.
Kuvvetimizi de anılan evrensel kavramları rehber edinmekten alıyoruz.
Muhatabımız Sayın Cemal Tural'dır. KKK Org. Cemal Tuval değil...
Sayın Cemal Tural'ın onaylamadığımız tutum ve davranışlarına yıllardan beri karşı olduğumuzu bizleri tanıyanlar bilirler. Bundan daha önemlisi, bizler komutanlarımızı demir parmaklıklar gerisinde çeşitli ve yasa dışı manevi baskı ve işkence altında ve yargı önünde de söyleyebilmek yürekliliğini gösterebilmiş kişiler olduğumuz için bu gün de konuşmayı kendimizde hak olarak görmekteyiz.

Anayasa Nizamı

Sayın Cemal Tural'ın bu mektubu yazmaya yetkili olup olmadığı hususu ilk ele
alacağımız konu olacaktır.
Sayın Turarl’a aynı akademik kariyere mensup bulunmaktayız. Ancak kendisine hak vermek olanağına da sahip değiliz.
Çünkü; 27 Mayıs, "Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu
kaybetmiş bir iktidara karşı"(2) yapılmış ve 1961 Anayasa'sı bütün kurumlarıyla gerçek demokrasiyi getirdiğinden halkımızca onaylanmıştır.
1961 Anayasası'na karşın 1960–1965 evresi bir geçiş dönemi olmak vasfından
kurtulamamış ihtilâllerin kanunları hükmünü yürütmüş, "ihtilâl kendi evlatlarını yemiş" ve bu oluşumda en büyük kaybı ne yazık ki Türk Silahlı Kuvvetleri vermiştir. (3)
1965 seçimleri yeni yapılmış ve sonuç alınmıştır. Türkiye'mizin kaybedecek zamanı yoktur. Bu nedenle yaralan sarmak zamanı çoktan gelmiş ve geçmiştir.
Bugün en ağır şekilde suçlanılan insanların hapishane koğuşlarında sabahlara kadar yurt sorunlarını tartıştıklarının tanığı olduğumuzdan onlardan yana çıkıyoruz.
İnsanlar ne kadar önemli görevlerde bulunurlarsa bulunsunlar zaman zaman
duygularının esiri oldukları bir gerçektir. Bırakalım bu konuyu da tarih yargılasın.
Ancak sırası gelmişken konuya ilişkin önemli bir tarihsel gerçeği anımsamak
durumundayız:
Sayın Suphi Karaman, 21 Mayıs olaylarından önce Milli Emniyetin haberi olduğunu Parlamentoda açıklamıştır: (4)
"Devleti her türlü teşebbüse ve komploya karşı korumakla görevli olan Milli Emniyet Teşkilatının başında bulunan bir şahsın* bu tutumunu tarih önünde tespitte fayda görüyorum. Bunun sorumluluğunun da kime ait olduğunun da açıklanmasını istiyorum."
21 Mayıs darbe girişiminin Sayın Alpaslan Türkeş tarafından Önceden haber alınıp ilgililere bildirildiği 21 Mayıs Duruşma Tutacaklarına geçmiştir.
Türkiye'nin demokrasiden başka bir yönetimle idare edilemeyeceği tartışma
götürmeyecek kadar açıktır. Farklı yorum ve yaklaşımlar bu devletin kurucusu büyük Atatürk'e karşı olmakla eşanlamlı sayılmalıdır. Atatürk eserlerini Türk Gençliği'ne emanet etmiş ve gençlik sınavını başarıyla vermiş, emanete layık olduğunu kanıtlamıştır.
Demokrasilerde parlamentoların ve ulusal egemenliğin değerini Atatürk kadar özlü ifade eden bir kimsenin bulunabileceğini sanmıyoruz. O diyor ki:
"Milletin irade ve emeline uymayanların talihi hüsrandır, izmihlaldir."
Büyük önderimiz annesi Zübeyde hanımın mezarı başında da milli irade için canım vermeye and içmiş ve bize yönümüzü göstermiştir.
"... Hâkimiyeti milliye ilelebet devam edecektir.
Validemin ruhuna ve bütün ecdat ruhuna müteahhit olduğum vicdan yeminini tekrar edeyim. Validemin medfeni önünde ve Allah'ın huzurunda aht ve peyman ediyorum.
Bu kadar kan dökerek milletin istihsal ve teşbih ettiği hakimiyetin muhafaza ve
müdafaası için icap ederse validemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim..
Hâkimiyeti milliye uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun."'
Aziz Ata'nın namus borcunun bugünkü sahiplerinin gücüne inancımız tek tesellimiz olmaktadır.
Sayın Prof. Dr. İlhan Arsel: (6)

"İktidarı, fiili meşru ve hukuka uygun" deyimleri ile ayırdıktan sonra G.Ferrero'nun "

The Principles of Power" adlı kitabına gönderme yapıyor ve "şayet hükümet edenlerle idare edilenler iktidarın sınırları ve kullanılması konusunda belli prensipler ve kaideler üzerinde böyle bir mutabakata vasıl olmuşlarsa iktidarın meşruluğundan bahsedilebilir" diye yazıyor.

Ve nihayet Pierre Mendes France: (7)

"Gerçek demokrasi kurmak için şekli bir demokrasi yerleştirmek yetmez. Yardımcı bütün şartların bulunması gerekir." diye yazmakta...
Tabii bu örnekleri çoğaltmak olanaklı... Biz bu yolla sizin son mektubunuzu
belirttiğimiz bilimsel görüşlere uygun bulmadığımızı belirtmekle yetiniyoruz. Bu
kanımızın yanlış olmasını da demokrasi adına gönülden dilemekteyiz. Yoksa bugün hapishanede yatan ve affına karşı olduğunuz kişiler kadar sorumlu olmanız yasalarımızın hükmü gereği olduğu gerçektir.
Sizin bizce bilinen ve duyarlılıkla izlenmekte olan, bir kısım davranışlarınız
hakkınızda ulaştığımız kanıları onaylamamamıza karşın konuyu kişiselliğe
dökmemek için, burada sadece basına yansıyan(8) kamuoyunun büyük bir duyarlılıkla ilgilendiği Kara Kuvvetlerine yayınladığınız emirde grev hakkındaki görüşünüzün de Anayasa düzeniyle bağdaşmadığını anımsatmakla yetineceğiz.
Demokrasilerde baskı gruplarına gereksinim vardır. Bunların rollerinin tartışma
götürmediği de bilinen bir gerçektir. Bu gruplar dışında ve parlamento üzerinde
Demokles'in kılıcı gibi duran gizli güçlerin(9) var olduğu bir ülkede demokrasiden söz edilemeyeceği gerçeğini bizlerden daha iyi bilmek durumunda olduğunuzu da anımsatıyoruz.
Hiyerarşi Bizler Silahlı Kuvvetler'den ayrıldıktan sonra eğer bir değişiklik olmadı ise siz emir komuta zinciri içinde Genelkurmay Başkanı'na bağlı bir makamda bulunuyorsunuz.
Bu gerçeğe karşın yetkinizi aşıp doğrudan M.S.B.'lığına mektup göndermeniz; Yüce Meclisin yetkisi İçinde olan bir konuda dolaylı da olsa politik bir baskı yapma yetkiniz olmadığını bilmiyor musunuz?
Hükümet demokratik yoldan işbaşına gelmiş ve affı programına almış olduğuna ve kanun yapma görevi yüce meclisin olduğuna göre girişiminiz nasıl açıklanabilir? Adalet tarihinden dünyadaki af konusu incelendiğinde görülecektir ki, aflarda öncelik her durumda siyasi mahkûmlara ait olmuştur. Bu gerçeğe karşın siyasi suçluları kapsamayan bir af düşünmeniz ve bu konuda görüş açıklamanız doğru mudur? Siyasi suçlar yasalarımızda yer almaktadır. 21 Mayıs olayları suçlularının da siyasi suçlu oldukları mahkeme hükmü İle saptandığına göre, hangi yetki ve hukuki bilginizle suç vasfını değiştirmek istiyorsunuz?
22 Şubat suçlusu tanımlamanız da hukukla bağdaşmıyor. Yüce meclisten çıkan bir yasayla 22 Şubat'a katılanların affedildiğini bilmiyor musunuz?
Anayasamız devleti ''sosyal bir hukuk devletidir" (birinci kısım, madde: 2) diye
tanımlamakta ve kişilere "sosyal adalet" (ikinci kısım madde: 10) vaad etmektedir.
Darbe girişimi bilindiği halde önlem almayıp suçun oluşmasına göz yuman ve
sonuçlarından politik çıkar sağlayan iktidarın tarihsel suçu göz ardı ediliyor. Ama
darbeye katılanlara af çok görülüyor. İnsafla bağdaşır mı?
Bu millet Silahlı Kuvvetler'in siyasete karışmasının sakıncalarını yakın tarihinde
görmüş, 1912 Balkan Harbi'nde Çatalca önlerine kadar gelen Bulgarlara yenilgiyi asla unutamamıştır. İç Hizmet Kanunu'nda; “Türk Silahlı Kuvvetleri her türlü siyasi tesir ve düşüncelerin dışında ve üstündedir. Bundan ötürü Silahlı Kuvvetler Mensuplarının siyasi parti ve demeklere girmeleri, bunların siyasi faaliyetleri ile münasebette bulunmaları, her türlü siyasi gösteri, toplantı işlerine karışmaları ve bu maksatla nutuk ve beyanat vermeleri ve yazı yazmaları yasaktır." (10) Hükmü yer almaktadır. Silahlı Kuvvetler mensubu olduğunuz için Askeri Ceza Kanunu'nun 148. maddesine göre suçlu konuma düşmüyor musunuz?
Silahlı Kuvvetlerin siyasetten uzak tutulması gerekçesi ile cezalandırılarak kanı, cam, iliği, kemiği ile bağlı olduğu ocağından ilişkileri kesilenler, 'Tasalar Önünde kişilerin eşit" olduğu kuralını anımsatırlar. Bizi As. C. K. 148. Madde ile suçlayan organları göreve çağırıyoruz.

Bundan yüzyıllarca önce söylenmiş fikirlerle bu kısmı tamamlamak istiyoruz."
"Suçları önlemek istiyor musunuz? Öyle ise, hürriyeti ilmin meşalesi altında yürütün!..

Şayet siz, ilmin meşalesini uzatır ve onu cömertçe aydınlatırsanız, cehalet ve iftiranın bu nurdan kaçacağını göreceksiniz! Adaletsiz idarecilerin titremeye başladığını ve ortada müthiş bir korku ve kuvvet membaı olarak, sadece kanunların kaldığını müşahede edeceksiniz. Münevver insan, ahkâmı sarih, nimetleri vazıh ve temeli ammenin selameti olan kanunların meydana gelmiş olduğunu görmekle kalbi sevinçle dolacaktır."
Görüldüğü gibi bizler hukuku ve yasallığı savunuyoruz.
Sayın Gürsel'in Tarihi Mektubu İle Karşılaştırma Stratejinin ana ve değişmez kurallarım biliyoruz. Asker olduğumuz için bilmemiz gereken diğer bir husus da bir muharebenin kendinden öncekilerin koşullarına benzemediği gerçeğidir. Bir muharebede basan nedeni olan etkeni örnek almak hatasına düşen kumandanlar çoğunlukla yanılırlar.
Bu kuramın yaşamın her alanında uygulanabileceğini düşünüyoruz.
Sayın Cemal Gürsel'in, K.K.K. iken kaleme alıp zamanın MSB'na gönderdiği tarihi
mektubu(12) anımsatmak isteriz (3 Mayıs 1960).

O mektup, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun 35. maddesinin "Silahlı
Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye
Cumhuriyeti'ni korumak ve kollamaktır." uygulama zamanının geldiğine inanıldıktan sonra yazılmıştır.
O mektubu yazan Sayın Gürsel, Emir Komuta Zinciri içinde bağlı bulunduğu zamanın Genelkurmay Başkanı'nın üzerine düşen görevi yerine getirmediği kanısıyla sorumluluğunu üstlenip yazmıştır.
Sonucunda da Sayın Gürsel, mektubu kaleme aldıktan sonra politikaya karıştığını kabullenip bulunduğu makamı kendiliğinden terk edebilmek büyüklüğünü göstermiştir.
Sayın Gürsel'in öngörüsü bizleri 27 Mayıs'a getirmedi mi? Bugünkü Anayasa 27
Mayıs'ın eseri değil mi? Anayasa'ya evet diyen vatandaş 27 Mayıs'ı onaylamış
olmuyor mu?
Bugün 3 Mayıs 1960'ın şartlarından bahsetmemiz olanaklı mıdır?

Geçmişe Bakış

Sayın Tural, 1958 yılında 66. Tüm K. iken sizi ziyarete gelen ve 27 Mayıs'ı
hazırlayanların görevlendirdiği ve sizin düşüncenizi öğrenmek isteyen subaya
verdiğiniz yanıtı her halde anımsıyorsunuz. (13)

O gün verdiğiniz yanıt nedeniyle bugün pişman mısınız?
1960'dan sonraki davranışlarınızda bu pişmanlığınızın rolü oldu mu?
Dikkat buyurursanız pişman olmamız halini düşünmek bile istemiyoruz.
27 Mayıs 1960 günü siz de habersizler arasında bulunuyordunuz. Onaylayacağız gibi habersizleri çeşitli bölümlere ayırmak olanaklı... Fakat 1958'de size yapılan
yoklamaya karşın vermiş olduğunuz yanıt karşısında haberli olmamanız da
düşünülemezdi. Ancak o gün 2. Kolordu'dan İstanbul'a geldiğinizde ihtilâli yapanlara söylediklerinizi de şimdilik açıklamıyoruz. (14)
Konuya ilişkin önemli bir olaydan söz etme durumundayız.
İstanbul'da 27 Mayıs'ta emir aldığınız iki komite üyesini 21 Mayıs'tan sonra yurda dönerken ta Kapıkule'de karşılayıp gözaltına aldırıp hapishaneye göndermeniz ile, 27 Mayıs günü davranışınızı size yakıştıramadığımızı sırası gelmişken vurgulamak isteriz...
21 Ekim 1961: 22 Şubat 1962 evresi hakkında herkes bir şeyler biliyor. Bizler içinde yaşadığımız için takdir edeceğiniz gibi daha fazlasını biliyoruz.
Bu dönemde, ünlü Balmumcu Protokolü’nde (9 Şubat 1962) zamanın İstanbul Valisi Korg. Refik Tolga başta olmak üzere emri komutanız altında bulunan hemen hemen bütün komutanların imzaları yar. Fakat sizin kisi yok.

Harbiye'deki Atatürk heykeli önünde duran iki komite üyesi (biri Kur. Yb., diğeri Kur. Bnb.) karşısında Korgeneral Cemal Tural, esas duruşa geçip: "İnkilabı yapanlar kumandanım dır" der. Kuşkusuz daha sonraki davranışlarında -karşı devrimci olmasında- düştüğü bu acıklı durumun etkisi yadsınamaz.
Bu durumda iki olasılık düşünebilir:

1) Haberiniz yoktu. O zaman siz 1. Or. K. olarak askıda kalan bir Kumandan
durumuna düşmüyor musunuz? Eğer bu olasılık doğru ise sonraki tutumunuzda bu yenilginizin  hissi payı düşünülemez mi?
2) Haberiniz vardı. Bu durumda siz 22 Şubat'ın olmasını onaylamış olmuyor
musunuz? Eğer böyle ise 22 Şubat'a kininiz neden?
22 Şubat öncesi bugün çok yakını olduğunuz bir kimse Cunta'ya sizin emekli
edilmeniz gerektiğine dair raporlar gönderirdi ve ne yazık ki, bildiğiniz üzere bu kimse bugün olduğu gibi o günde mahiyetinizde bulunuyordu.
Bugün, bu raporlara itibar etmeyen 22 Şubat'ın lider kadrosu sayesinde makamınızı işgal ettiğinizi niçin unutuyorsunuz? Bildiğiniz gibi o devirde ünlü Cunta sizin hakkınızda olduğu gibi, başkaları hakkında da düşük karakterli insanların verdiği raporlara dayanıp bir çok kıymetli general ve subayı emekli edip büyük bir hata işlemiştir. Aynı hatayı sizin için de işleyemez miydi?
22 Şubat'tan sonra karargâhınıza atanan bazı subaylara hakaret ettiğiniz bir
gerçektir. Bu subayların o zaman sizi mahkemeye vermiş olmalarının 22 Şubat ve 21 Mayıs'a olan kininizde rolü olmuş mudur?
21 Mayıs'tan sonraki tutumunuza çok ayrıntılı olduğu için şimdilik girmeyeceğiz.
Ancak şu kadarını söylemeden de geçemeyeceğiz.
Mamak Hapishanesi'nde mensubu olmaları ile her zaman onur duydukları okulun
marşını, (Harbiye Marşı) söyledikleri için, dünkü silah arkadaşlarınıza üç hafta ziyaret yasağı koyduğunuzu unutamıyoruz.
Hapishaneye emrinizdir diye İngilizce ders kitabını dahi sokmayan Hapishane
Müdürü P. Bnb. Nurettin Işıldar'ı da unutmamız olanaksız...

Ordunun Disiplini Konusu

Mektubunuzda "Affın 22 Şubat ve 21 Mayısçılar' a teşmili halinde, ordu düzenindeki disiplinin sarsıntıya uğrayacağını" belirtiyorsunuz.
Bu konuda da size hiç katılmıyoruz. Çünkü: 21 Mayıs suçluları Harbiydiler dahil 200 kişi kadardır. Silahlı Kuvvetlerin büyük kitlesi karşısında bu rakam hesaba
katılmayacak kadar küçüktür. Silahlı Kuvvetlerin disiplinine karşı ileri sürülen bu
nedenin çok hafif kaldığını her halde şimdi anlamış olmalısınız...
Yassı ada ve İdamlar Bu günlerde fısıltı gazetesinin sizin mektubunuzda savunduğunuz fikirleri başka bir yönüyle yaydığım duymaktayız. Onlar derler ki: "Bunlar (21 Mayısçılar) idamları yapan ve yaptıran insanlardır. Siz bunları nasıl affedebilirsiniz" Biz bu haberin kaynağını henüz saptamış değiliz. Bu nedenle, söz konusu çabaların sizin mektubunuzla eş zamanlı olup olmadığını da şimdilik bilmiyoruz. Ancak oklar bumeranga dönüşebilir.

Sonuç

Bizler demokrasiden, adaletten ve yasallıktan yana olduğumuz için bugüne kadar susmamız a karşın bu açıklamayı yapmayı görev bildik.
Kamuoyunun da bizim gibi düşündüğüne inanıyoruz. Basında bugünlerde yayınlanan yazılar ve gençlik örgütlerinin bizim gibi düşündüğünü öğrenmiş olmaktan mutluyuz.
Gerçek demokrasi istiyor ve demokrasiden yana tavır koyuyoruz. Demokratik düzen içinde herkesin kendi sorumluluk ve yetkisinin bilincinde, yarının kurulmasına katkıda bulunmasını mutlu, huzurlu ve gelişmiş Türkiye'sinin kurulmasına katkıda bulunmasını diliyoruz.
Bu hedefe ulaşabilmek için eski hesapların kapanması gerektiğini, dünün kini ile dolu olmanın ve bu yöndeki davranışların yararına inanmamaktayız. "Az gelişmiş" veya kibar deyimi ile "gelişmekte olan ülke" olmaktan kurtulmamızın; geçmişten ders alıp geleceği düşünmek, planlamak ve bu yönde çaba sarf etmekten geçtiğine inanıyoruz.

Selçuk Alakan Em. Kur. Alb. Talat Turhan Em. Kur. Yb.

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

1. K.K.K. Org. Cemal Tural'ın mektubu, 4 Aralık 1965 günü basında yer almıştı.
* y.n.: Talat Turhan'ın Savunması-1975 1. Klasör, 00250-00264 no’lu sayfalarına konulmuş ve Sıkıyönetim As. Mah. verilmiştir.
-Bu açık mektubun altı çizili olan bölümleri aynen veya mealen 6 Aralık 1965 tarihli Akşam gazetesinde yayınlanmıştır.
-Dili düzeltilerek sadeleştirilmiş ve yeniden düzenlenmiştir.
2. 1961 Anayasası başlangıç kısmı.
3. İhtilallerin Kanunu Andre...
4. Cumhuriyet, 16 Aralık 1964 C. Senatosu Tutanağı: 15 Aralık 1964.
    Y.n.: Korg. Fuat Doğu.
5. Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri C.II, 1959, s. 76.
6. Anayasa Hukuku (Demokrasi) s. 28, 1964.
7. Çağımızın Cumhuriyeti, 1965, (La Republique Modeme).
8. Milliyet, (27 Ocak 1965, 1 Şubat 1965) Cumhuriyet, 1 Şubat 1965.
9. Bu açık mektup yazılalı 36 yıl oldu ama ''Devlet üzerinde devlet" ve önün gizli örgütleri tartışması hâlâ bitmedi. Parlamentoda bu konudaki girişimlerden sonuç alınamadı!..
10. TSK İç Hizmet Kanunu (211 no’lu kanun) madde:43.
11. Beccaria, Suçlar ve Cezalar, 1964, Fasıl XLI.
12. Avni Elevli, Hürriyet İçin, 1960, s.16. 218
13. Kur. Alb. Faruk Ateşdağlı Tural'ı komiteye davet etmiş ancak önerisini Tural kabul etmemiştir.
14. Şimdi açıklayabilirim: 27 Mayıs olduğunda 2, Kolordu Komutanı olan Tural, "derhal" kaydı ile ihtilali yapanlar tarafından İstanbul'a çağrılır. Ancak ikircikli bir ruh hali içinde bulunduğu için, kulağı aracının telsizinde olmak üzere zaman kazanmak ve ihtilalin başarısından emin olmak için birkaç kez Koru
Dağı'na (eskiyol) aracıyla iner çıkar. İstanbul'a geç kaldığı için de kuşkuludur. 


14 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, BÖLÜM 12

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri,  BÖLÜM 12


AYDEMİR İNFAZ ÖNCESİ OLAYLARINI AÇIKLIYOR

Aksam, 11 Ekim 1966

Talat Aydemir'in hatıratı dört takdim yazısından sonra gazetemizde aslına sadık
kalınarak yayınlanacaktır. Bu takdim yazıları okuyucuların, hatıratı daha iyi takip
edebilmesi amacıyla hazırlanmıştır. Ayrıca yine hatıratın; büyük bir hakikate ışık
tutacak olan "Menderes'i Kimler Astırdı?" kısmını kronolojik sıradan çıkararak ayrı olarak yayınlıyoruz.
27 Mayıs sonrasının en Önemli olaylarından biri olan "Menderes'in İdamı"nın iç yüzü, hâtıraları gazetemizde yayınlanmakla ulan Talât Aydemir'in bu konuda yaptığı ifşaat ile açıklığa kavuşmuş bulunmaktadır.
İdam kararlarının Milli Birlik Komitesi'nde görüşülmesi sırasında "Albaylar Cuntası"nın en kuvvetli adamı olan Aydemir, idamlardan sonra CHP çevrelerince MBK'ni idamları tasdike zorlamakla suçlandırılmış, bunun üzerine 21 Mayıs İhtilâli Lideri askeri cezaevinde idamların kimlerin zoru ile MBK'nın hangi üyeleri tarafından onaylandığını, Menderes'in idamının durdurulması için ne gibi teşebbüsler yapıldığını ve idamı, durdurmak için verilen emre rağmen infazın kimler tarafından nasıl yerine getirildiğini bütün teferruatıyla açıklamıştır. Aydemir'in açıklaması şöyledir:
1. Adnan Menderes'in asılması için o zaman orduda bulunan cunta ısrar etmemiştir. Milli Birlik Komitesi üyeleri kararın verilmesinden 48 saat Önce vicdanları ile baş başa bırakılmış hiçbir surette onlarla askerler, subaylar temas ettirilmemiştir. Bu karan bizzat '"Cunta" dedikleri grup almıştır. Cunta'nın başı o zaman C. Sunay ve kuvvet kumandanları dır.
2. Milli Birlik Komitesinde idam hükümlerinin tasdiki için ısrar edenler, CHP kanadına hizmet eden Ekrem Acuner grubudur. Komitede C. Gürsel idamların yapılmaması için çok çaba göstermiştir. Kararda idam hükmüne karşı oy kullananlar şunlardır: C. Gürsel, F. Özdilek, Sıtkı Ulay, Osman Koksal, Ahmet Yıldız, Suphi Gürsoytrak, Selâhattin Özgür, Sami Küçük.
Bu durum 15 Eylül 1961 saat 18.00'de Milli Birlik Komitesi'nin yapmış olduğu toplantı zabıtlarından tetkik edilebilir.
3. Üç idamdan İkisi H. Polatkan, F. Rüştü Zorlu derhal sabaha karşı İmralı Adası'nda, Dz. Kr. Alb. Bülent Tarkan tarafından infaz savcısı Egesel huzurunda icra ettirilmiştir.
4. Adnan Menderes hasta olduğu için iyileşinceye kadar idamı geri bırakılmıştır. Bu arada, İ. İnönü, C. Sunay'a müracaat ederek randevu istemiş, o zamanın Hariciye Vekili Selini Sarper'in Hariciye Vekâletinde, C. Sunay ile İ. İnönü 17 Eylül 1961 saat 10.00 da buluşmuşlardır. İ. İnönü, Adnan Menderes'in asılmasına mâni ol paşa, diye C. Sunay'a teklifte bulunmuştur. (Selim Sarper'in huzurunda). C. Sunay da iğne deliği kadar hukukun geçeceği bir yer gösterin, teşebbüs edelim, demiştir. İ. İnönü ile birlikte saat 11.00 de Çankaya'da C. Gürsel'e gitmişlerdir. Aynı mevzu orada üçü arasında görüşülmüş. C. Gürsel Adnan Menderes'i kurtarmak için Yassıada'ya yeni bir doktorlar heyeti gönderip akli muvazenesi bozuktur, diye rapor verilsin, infaz durdurulsun demiştir. Bu karar uygun bulunmuş. Buraya kadar geçen hâdiseyi bizzat C. Sunay anlatmıştır. (7 kişinin huzurunda. O isimler de mahfuzdur).
"Dur" Emrine rağmen idam Bunun üzerine C. Gürsel, Yassıada Komutanı Top, Yb. Tarık Güryay'a telefon etmiştir. (Telefonu Hv. Bnb. Remzi de dinlemiştir.)
— İnfaz durdurulsun, yeni bîr doktorlar heyeti gönderilecek.
Bunun üzerine derhal Tank Güryay durumu Egesel'e bildirmiş. (Saat 15.00'dir).
Egesel hemen telaşlanmış, "Aman kurtaracaklar, götürüp asalım" demiş. O zamanın Örfî İdare Kumandanı Cemal Tu-ral ve Garnizon K. General Faruk Güventürk'e vaziyet bildirilmiş. Onlar da, acele edin, demişler. Derhal iki tane hücumbot hazırlanmış. Hatta hücumbotlardan birine bir darağacı kurulmuş, ne olur ne olmaz,
İmralı'ya gidinceye kadar yolda telsiz ile bir emir gelirse (idamın durdurulması için). Egesel o zaman hemen yolda hücumbotta infaz ederiz diye bu tertibatı aldırmış. C, Gürsel saat başı durumu Örfî İdare K. C. Tural 'dan sormakta imiş. En nihayet C. Tural daha Adnan Menderes asılmadan asıldı, diye telsizle C. Gürsel'e bildirmiştir. Ve kanuna aylan olarak da acele ile sabaha karşı idam hükümlerinin infazı gerekirken pazar günü saat 18,00'de Adnan Menderes'i asmışlardır.
Bu bilgiler, C- Sunay, Tank Güryay, Hv. Bnb. Remzi, Dz. Kur. Alb. Bülent Tarkan, Egesel, irtibat Bürosu Bşk. (şimdi Tuğg.) Namık Kemal Ersun'dan bizzat dinlenmiştir.
Buna göre Adnan Menderes'in asılmasında çaba gösterenlerin kimler olduğu açıkça meydandadır. Hadise böyle değil ise, isimleri geçen şahısların tekziplerini bekliyoruz.
Milleti kandırmakta fayda uman CHP'liler artık herkese iftira etmekten biraz olsun, utansınlar. Tarih bir gün gelecek, her şeyi açıklığı ile meydana koyacaktır. Bundan başka söylenenlerin hepsi yalandır."

TARİHİ AÇIKLAMA YASSI ADA GÜVENLİK GÖREVLİSİ YÜZBAŞI REMZİ ORAL, İLK KEZ KONUŞTU;* MENDERESİ NASIL ASTIK?

Milliyet, 24 Ağustos 1986

Dünyanın en uzun ömürlü devlet adımı 104'lük Celal Bayar'ın ölümü, bundan 25 yıl önceki "ölümden dönüşü" nü yeniden gündeme getirdi.
O dönemde Yassıada da Milli Birlik Komitesi'nin irtibat subayı olarak görevli bulunan Hava Yüzbaşısı Remzi Oral, Bayar ve Menderes'in idamları kamışlında şimdiye kadar kamuoyuna yansımayan ilginç açıklamalar yaptı.
Hava Kuvvetleri'nde "Deli Remzi" diye tanınan o zamanki rütbesiyle Yüzbaşı Remzi Oral. Yassıada'nın güvenlik ve savunması için doğrudan doğruya Milli Dirlik Komitesi tarafından görevlendirilmişti.

13 Kasım iç darbesiyle Orhan Erkanlı'ın yurtdışına gönderilmesinden sonra yetkileri arttırılan Oral, yazarımız Orsan Öymen'e bugün başlayan "Bir İhtilal Daha Var" başlıklı yazı dizisi ile ilgili söyleşi sırasında şunları söyledi:
Dış Baskı Vardı, Gürsel idamlara Karşıydı "Yassıada kararlarından Önce ordunun içinde çeşitli cuntalar oluşmaya başlamıştı.
Yönetim, 'Silahlı Kuvvetler Birliği' adlı örgütün elindeydi. Bu birliğe Milli Birlik
Komitesi'nin havacı kanadı ve Ekrem Acuner de dahildi. Bir ara Ekrem Acuner acele İstanbul'a geldi. Yassıada Komutanı Tank Güryay ile birlikte benim Suadiye'deki evimde buluktu. Ada Komutanı Tank Güryay Başkan Gürsel’in
kendisini Florya'ya çağırdığını ve Yüksek Hakimler Kurul, üzerinde baskı yapmasını istediğini söyledi. Ada Komutanı Gür yay'ın anlattıklarına göre, Gürsel Yassıada'dan idam cezası çıkma sına karşı imiş. Dış. baskılar varmış. Hatta idam cezası çıkar da Komite bu cezalan onaylarsa Milli Birlik Komitesi'ni feshedeceğin bile söylemiş Gürsel. Bunun üzerine durumu görüştük, Acuner, Tarık Güryay'a Gürsel'i dinlememesini söyledi. Gerekirse karşı devrimcilere karşı yeni bir Örgüt
oluşturulacağını bildirdi.
* Y.n.: Remzi Oral ABD'ye yerleşti. Orada varsıl bir yaşam sürdürürken vefat etti…
"Yassıada'dan idam cezalan çıktıktan sonra Ankara'nın Ada Komutam üzerindeki
baskılar aitti.
"Ada Komutanı Tarık Güryay, o sırada Çankaya'dan gelen telefonlardan tedirgin
oluyordu. İdam cezalarının infaz edilmeyeceği yolundaki söylentiler de yoğunlaşmıştı.
Yassı ada'ya ulaşan bu söylentiler, genç subaylar arasında sert tepkilere yol açmıştı.
O sıralarda Çankaya üzerindeki dış ülke baskılarını biliyorduk. Amerikan
Cumhurbaşkanı Kennedy, bizzat Komite'ye başvurmuştu, idam cezalarının Komite'de üçe indirilmesinden sonra, Yassıada'daki hücumbotta toplanan subaylar, bir ara cezaların komite kararına rağmen toplu halde infazını bile önermişlerdi.
" 'Biz bu ihtilâli niçin yaptık, Yassı ada'da gardiyanlık yapmak için mi' diye söylenenler vardı.
"Ben arkadaşları yatıştırmaya çalışıyordum:
“ 'Arkadaşlar' dedim. ' Kabadayılık sa, içinizde herhalde en kaba dayınız benim. Baş kaldırılacaksa başınıza ben geçerim. Ama Komite kararlarına karşı gelip idamları toptan uygulamak, cinayetten başka bir şey değildir. Biz elimizi kana bulamayız',
"Öfkeler nispeten yatıştı. Hasan Polatkan'la Fatin Rüştü Zorlu'nun ölüm cezalarını İmralı'da hemen infaz ettik. Başbakan Menderes, intihara teşebbüs nedeniyle Yassıada'da hekimlerin gözetimi altındaydı.
"
O sırada Celal Bayar da dahil olmak üzere ölüm cezalan müebbet hapse çevrilen öteki mahkûmları İmralı Cezaevi'nin hücrelerine elleri arkalarından kelepçeli olarak teker teker yerleştirdik. Polatkan ve Zorlu'nun cezalan infaz edilinceye kadar, Celal Bayar’ın ileri arkadan kelepçeli kaldı. Kelepçeleri sabaha karşı Polatkan ve Zorlu'nun infazından sonra çözdük. Bayat'ın cezasının ömür boyu hapse çevrildiğini bildirdik ve Zorlu ve Polatkan'ın idamından hiç söz etmedik. Bayar, ölümden döndüğüne çok sevindi. Birden heyecanlandı .
" 'Doğrusu bu karan beklemiyordum' dedi.
"Milli Birlik Komîtesi'ne muhabbetlerini iletmemizi istedi. Biz İmralı dan Yassı ada'ya döndük.
"Tam bu sırada Ankara'dan yeni haberler gelmeye başladı. Menderes'in infazı
durdurulacaktı. Adadaki subayların Öfkesi yeniden deşilmiş oldu. Eğer Menderes'in cezalı uygulanmamış olsaydı, adadaki üzücü olaylara engel olamayacaktık, "Ada Kumandanı'nın Ankara'dan arandığı haberi gelince telefona ben çıktım.
Gürsel'e;
" 'Buyurun Komutanım, ben Yüzbaşı Remzi' dedim. Gürsel telaşlıydı. Hâlâ, Ada
Kumandanıyla konuştuğunu sanıyordu.
" 'Tank' dedi. 'Beni dinle, çok önemli!' Gürsel. Adnan Menderes'in idamını
geciktirmemizi İstedi, "Korktuğumuz başımıza gelmişti. Gürsel'e bir kere daha kendimi tanıtıp, Ada Kumandanının Menderes'i alıp İmralı'ya götürdüğünü ve cezasının da büyük bir ihtimalle infaz edilmiş olabileceğini söylemek zonanda kaldım.
"Gürsel'in üzüntüsünü ses tonundan anladım:
" ‘Eyvaah’ diyerek telefonu kapattı!
"Durumu Ada Komutanı Tarık Güryay'a bildirdim. Adnan Menderes'i alelacele
hücumbota bindirip İmralı'ya gönderdik. Sonu malûm, idam cezalarının sabaha karşı uygulanması geleneği de ilk kez Menderes'le bozulmuş oldu. Adnan Menderes, saat 13.30'da idam edildi."

Yassı ada'yı Uçurma planı*

27 Mayıs'ın havacı silahşorlarından olan Remzi Oral, daha üsteğmen rütbesi
taşırken, Dündar Seyhan aracılığı ile ihtilâl örgütüne katılmıştı, Kendi deyişiyle
"erkeklik uğruna..." Daha sonra Albay Halim Menteş'in izinde "havacılar cuntası"nda sürdürmüştü silahşorluğunu Gözünü budaktan esirgemeyen bu jet pilotunun elinde ilginç bir "yetki belgesi" vardı.
Yassıada'nın güvenlik ve savunması emirlerinin Remzi Oral'dan alınacağı
bildiriliyordu.
Deli Remzi, bu yetkiyi 13 Kasım operasyonu ile 14'lerin yurt dışına postalanmasın dan önce almıştı. Almış ve Yassı ada'da gizli bir planın hazırlıklarına girişmişti.

Neydi bu plan?

Kendisinden dinleyelim:
Türkeş'in Niyeti?

"Biz Komite içinde havacı kanada bağlıydık. Türkeş'in siyasal bir planından kuşku
duyuluyordu. Türkeş'in Komite'de bir iç darbe yaptıktan sonra Yassıada'daki
demokratları affettirip Demokrat Parti'nin oy tabanı üzerine oturan bir siyasal parti kurma girişimleri söz konusuydu. 27 Mayıs'ı bir siyasal parti yörüngesine oturtmak istiyordu.
"Biz böyle bir olasılığa karşı kendi planımızı yaptık. Yassıada'daki tüm binalara tahrip kalıplan yerleştirdik. Eğer Türkeş ve ekibi önceden davranıp da bizim ekibi tasfiye etseydi Yassıada'yı havaya uçuracaktık. Tabii kendimiz de birlikte uçacaktık."
* Y.n.: Kitapta yer alan ''İnfazlarla ilgili açıklama." başlıklı yazıma bakınız.

On dörtlerin postalanışı ve Menderes'in idamından sonra, bu jet pilotunun son
uçuşuna da gerek kalmadı.

Yassıada'yı havaya uçurma projesi, sadece ufak bir "tatbikatta" kaldı.
13 Kasım 1960 ya da 6 Haziran 1961 gibi, Komite içi sesli ve sessiz darbelerden
önceye rastlayan bu ufak, ama sesli tatbikatın öyküsünü de, o dönemin rütbesi küçük ama yetkisi büyük komutanı Deli Remzi'den dinleyelim:
"Yassıada'nın güvenliğinden sorumlu uçaklar Bandırma'da Albay Emin Alpkaya'ya
bağlıydı, ama emirleri benden alıyorlardı. Roket ve makineli tüfek mermisi yüklü bu uçaklar, arada bir adanın üzerinde alçak uçuş yapıyorlardı. Bir keresinde şöyle bir emir verdim:
" 'Dikkat, dikkat. Akbaşlar! Hedef Sivriada. Roket ve makineli atışı!'
"Şimdi ikisi Türk Hava Yolları'nda görevli olan dört pilot Sivriada'ya doğru dalarak roket ve makineli atışıyla öylesine bir cayırtı kopardılar ki, sesi Çankaya Köşkü'nde yankılandı. Benim ada güvenliği konusundaki özel yetkimden İstanbul Sıkıyönetim Komutanı'nın da haberi yoktu," Bandırma Üs Komutanı Emin Alpkaya'nın da. Gürültü kopunca Ankara'ya şikayet edildim.
"Haber, Çankaya tepesine garip bir biçimde yansıtıldı: 'Deli Remzi Yassıada'yı
bombardıman ettiriyor' diye. Gürsel, bu işin aslı nedir diye Hava Kuvvetleri Komutanı Tansel’i aramış, o da Bandırma'dan Emin Alpkaya'yı. Albay Alpkaya bana veryansın etti.
" 'Yahu Remzi, beni mahvettin, emekliye sevk edecekler diye tir tir titriyordu.
"Acele Ankara'ya çağırmışlar. Yeşilköyde buluşup birlikte gittik. Komite'den Mucip Ataklı Paşa durumu bildiği için idare etti. Mucip Paşa'nın araya girmesiyle Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan Paşa sırtımı sıvazladı. Fakat bu olay, İrfan Paşa'ya karşı olanları harekete geçirdi:
" 'Yüzbaşı rütbesindeki Deli Remzi'ye böylesine yetki verilir mi' diyerek Paşa'yı
yıpratmaya başladılar, "Oysa yetkimin kaynağı Komite idi. Eğer 13 Kasım 1960'ta Komite içindeki temizlik harekatında olaylar tersine gelişseydi, ben de üzerinde insan yaşamayan Sivriada yerine Yassıada'yı bombalatacaktım. O Kaman, demokrasiye geçmek de kolay olmayacaktı."
(*) Y.n.: Org. Cemal Tural.


YASSIADA GÜVENLİK SORUMLUSU YÜZBAŞI REMZİ ORAL'IN İKİNCİ AÇIKLAMASI "MENDERES'İ ASMASAYDIK TALAT İHTİLAL YAPACAKTI"

Orsan Öymen Milliyet, 28 Ağustos 1986

• Emekli Albay Oral'ın, Falın Rüştü ile ilgili anısı da şöyle: "İmralı'da aptes almak için ellerinin çözülmesini istemişti. Savcı Egesel, izin vermedi. Ben müdahale ettim. Zorlu, son mektubunu benim kalemimle yazdı."
Yassıada'daki MBK güvenlik ve savunma görevlisi emekli Albay (o zamanki
rütbesiyle Yüzbaşı) Remzi Ora!, eski Başbakan Adnan Menderes'in asılmasına ilişkin açıklamalarına yeni boyutlar getirdi.
Hava Kuvvetleri'nde "Deli Remzi" takma adıyla bilinen Yassı-ada irtibat subayı Remzi Oral, Menderes'in idamının durdurulma olasılığına karşı Cumhurbaşkanı Gürsel'e telefonla yanlış bilgi vererek, cezanın alelacele infaz edilmesi olayı ardında, o günün koşullarına göre bazı zorunlu nedenler bulunduğunu söyledi.
Remzi Oral, "Bir İhtilâl Daha Var" başlıklı kitabı hazırlayan Milliyet Yazarı Orsan
Öymen'in sorularına şu yanıtları verdi:

Öymen: "Başkan Gürsel, Adnan Menderes'in idam cefasının durdurulması için
Yassı ada Komutanlığı'na telefon ettiği zaman, siz kendisine, gerçeği yansıtamadınız ve Menderes'in İmralı'ya götürülüp, cezasının infaz edildiğini söylediniz. Oysa Menderes, o sırada İmralı'da değil, Yassıada önünde hücumbotta idi... Buna niçin gerek duydunuz?"
Remzi Oral: "Bir kere şunu söyleyeyim. Ben cellat değilim. Adnan Menderes'in
asılmasını çabuklaştırmanın ardında demokrasiye geçiş açısından hayati önemde
bazı nedenler vardı ve bunun kararını da tek başıma ben vermiş değilim. Bir kez, o günlerin koşullarını iyi bilmek lazım. Türk Silahlı Kuvvetleri içinde, orduyu siyasetten uzak tutmak için benim de üyesi bulunduğum bir birlik kurulmuştu. Adı Silahlı Kuvvetler Birliği... Bu birlik üyelerinin yemininde Yassıada'da Yüksek Adalet Divanı'ndan çıkacak olan kararların uygulanması da yer alıyordu. Silahlı Kuvvetler Birliği'nde yönetim kısa zamanda, Talat Aydemir Cuntasının güdümüne geçmişti, Talat Aydemir, Babıali Baskını benzeri bir ihtilâl yapıp, diktatörlüğünü kurmak için bahane arıyordu. Eğer Milli Birlik Komitesi, Yassı-ada'dan çıkan idam basarlarım onaylamasaydı, Talat, ihtilâl yapacaktı. Komitenin o günkü toplantısı sırasında Meclis'i, birliklerine kuşattırmıştı. O sırada Talat'tan kopan Havacılar Cuntası olarak da biz, Aydemir'in bu planına karşı çıkıyoruz. Cuntanın havacı yöneticisi Halim Menteş de, kendi subaylarıyla Meclis'te tertibat almış, Talat'ın emrindeki Muhafız Birliği'ni enterne etmişti. Talat, bir darbe yapıp, Milli Birlik Komitesi üyelerini tevkif ederek, yönetimi ele almaya kalksa. Kurmay Albay Halim Menteş birlikleri, silahlı müdahale
edeceklerdi. Biz, Talat Aydemir'in ihtilâl niyetini biliyoruz! Bu ihtilâlin gerekçesi
de hazır, Silahlı Kuvvetler Birliği yeminine sadakat... Bunu önlemek için komitede tasdik edilen idam cezalarını bir an önce infaz ettik ve Adnan Menderes konusunda da Gürsel'e gerçeği tam olarak yansıtmadık!"*
Öymen: "Eğer siz Başkan Gürsel'e, Adnan Menderes'in cezasının İmralı'da infaz
edildiğini söyleyerek yanlış bilgi vermeseydiniz, belki cezası affa uğrayacaktı ve Celal Bayar gibi belki öldükten sonra o da bir devlet töreni ile gömülecekti!"
Remzi Oral: "Sanmıyorum, cezası Milli Birlik Komitesi'nce onaylanmıştı. Olsa olsa, infaz ertelenirdi. O da Talat Aydemir'e yeni bir ihtilâl fırsatı yaratmış olurdu!"' Öymen: "Siz şimdi idam cezalarına karşı mısınız?" Remzi Oral: "Ben öteden beri bir insan olarak idam cezalarına karşıyım. Her bakımdan karşıyım. Bakın, Sokrat ölüme mahkum ediliyor, ama yüzyıllar sonra dünyanın her köşesinde saygı ile anılıyor. İlim dünyamızı süslüyor."
Öymen: "Menderes'in idamı şuasında siz İmralı'da yanında bulundunuz mu?"
Y.n,: Kitabın tümü değerlendirildiğinde gerçeğin böyle olmadığını algılanacağını düşünüyorum. Özellikle ''Havacılar Cuntası"nın CHP'yle işbirliği olayları yönlendirmiş, 21 Mayıs 1963 darbe girişiminden sonra Aydemir'le Mamak Askeri Cezaevine alınan Em. Kur. Alb. Halini Menteş yanılgısını bana açıklamıştır.
Remzi Oral: "Hayır, ben İmralı'ya şevkini sağladım. Ben Fatin Rüştü Zorlu'nun
infazında bulundum."
Öymen: "Nasıldı Fatin Bey?"
Remzi Oral: "Son derece metindi. Bakın, bir anımı anlatayım: Fatin Bey, infazdan ünce ellerinin çözülmesini istedi, aptes almak istiyordu. Savcı Egesel, buna karşı çıkınca şiddetle bağırdım. Dedim ki, 'Burada bu kişi film çevirmeye değil, idama gidiyor, kaçacak hali mi var?' Savcıya karşı geldim ve ellerinin çözülmesi için emri ben verdim. Fatin Bey, aptes aldı ve eşine yazdığı mektubu benim Pelikan dolma kalemimle yazdı. Bu ilgim üzerine Fatin Bey. Ölüme giderken boynuma sarıldı ve ben orada en büyük üzüntümü duydum. Fatin Bey, ilmik boynuna geçirildikten sonra da bana, : Allahaısmarladık yüzbaşım, seni yanlış tanımışım' diye seslendi."

Öymen: "Peki, Ada Komutanı Tarık Güryay o sırada neredeydi?"
Remzi Oral: "O, hücumbotta kararları beğenmeyen subaylarla birlikteydi. Bu İnfazda yalnız ben vardım, irtibat subayı olarak bir de foto film merkezinden asker olarak astsubay vardı. Tabii Savcı Egesel de vardı. Hatta Fatin Bey bir ara Egesel'e dönüp, 'Sayın savcı, sen vazifeni yaptın, kimseye bir kinim yoktur' dedi. Sonra kendini boşluğa bıraktı. Boyu uzundu, iskemle çekilince ayaklan masaya değdi. Cellada, oğlum masayı çek dedim. Masa çekilince Zorlu, boşlukta kaldı."
Öymen: "Bugünkü koşullar altında yeniden benzeri bir görevde bulanabilir misiniz?" Remzi Oral: "Hayır. Dedim ya, kişisel olarak idam cezalarına karşıyım. O günün koşulları başkaydı."


13 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, BÖLÜM 11

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, BÖLÜM 11


TALAT TURHAN'IN AFYON'A YAPILAN TAYİNİNİN DURDURULMASINA İLİŞKİN BAŞVURU DİLEKÇESİ

EK-1

Kıtası : Batı Menzil K.lığı Kh.* AFYON
Rütbesi : Top. Kur. Yb. 5 MART 1962
Adı ve Soyadı : Talat Turhan
Baba Adı : Şefik
Memleketi : Elazığ
Doğumu : 1924
Duhulü : 1 Ağustos 1942
Nasbi : 30 Ağustos 1960
Sicili : 1944-8
Özü: : Tayin emrinin iptali ve kursa devamının sağlanması Hk. Kumandanlık önüne İlgi
a) Anayasa
b) 1966 Nolu Ordu mensuplarının nakil ve tayinleri hakkında kanun.
c) 1108 Sayılı maaş kanunu.
d) Askeri ceza kanunu.
e) Ordu mensuplarının nakil ve tayinleri hakkında talimat name (Gn. Kur. Başkanlığı talimatnamesi No:34–2).
f) 1961–1962 senelerine ait kurslar kitabı.
(K.K.K.lığının OPS: 4013 1–61 KRS Sayı ve 1 Mart 1961 sayılı emri)
g) Ordu Dil Okulu Talimatı.
* Y.n.; Yazıldığı gibi bırakılmıştır. 1962'den 2001 yılma geçen süreçte dilimizdeki değişimi bu dilekçe somut bir şekilde gösteriyor.
— Anayasal dilekçe hakkımı kullanmama karşın ilgili makamlar dilekçeme yanıt vermemişlerdir. Bu durumda anayasal suç işlenmiş ve de dolaylı da olsa haklılığım kanıtlanmıştır.
— Daha sonra Danıştay a dava açıp Ordu Dil Okulundaki kursu bıraktığım yerden devam kararı aldım.
Bu olgu da idarenin şahsımla ilgili tasarrufunun ne kadar haksız olduğunun kanıtıdır...
h) K.K.K.lığının Per. 4013-62 Kur. Sayı ve 25 Şubat 1962
tarihli emri (Tayin emri)
i) K.K.K.lığının Per.3208-62 İCSB.lığı Sayı ve 25 Şubat 1962 tarihli emri. (Kurs iptal emri).
1. İlgi (h) emir gereğince 28 Şubat 1962 günü görevime katıldım.
2. 22/23 Şubat olaylarına takaddüm eden günlerde ve olaylar esnasında durumuma kıymetlendirmeğe imkân verecek faaliyetlerini aşağıdadır;
a. 22/23 Şubat olaylarından önce ve olaylar esnasında M.S.B.Tığı emir subaylığı
görevime ilaveten M.S.E.'lığı hususi kalem müdürlüğüne vekalet ediyor ve Ordu Dil Okulu tedrisatına devam ediyordum.
b. Bu meşgaleler her gün 08.00: 20.00 arasında Ordu Dil Okulu ve M.S.B.' lığında bulunmamı zaruri kılıyordu ki bu hususun Ordu Dil Okulu ve Bakanlıkta görevli personelden tahkiki mümkündür. Ordu Dil Okulu tedrisatı devamlı bir çalışmayı icap ettirdiğinden 20.00/24.00 arasını da çalışmakla geçiriyordum.
c. Hadiselerden bir kaç gün evvel ve hadiseler esnasında Bakanlıkta görevimin
başında bulunuyordum. (21 Şubat. 21/22 Şubat, 22 Şubat ve 22/23 Şubat) Bu süre içerisinde rütbe ve kapasitemin de fevkine çıkmak sureti ile müsbet faaliyet sarf ederek müessif hadiselerin zuhurunu önlemeye çalıştım. Bu cümleden olarak 21 Şubat 1962 saat 22.00'de kendi inisiyatifimi kullanarak M.S.B Sayın İlhamı Sancar'a gittim ve durumu arz ederek 22/23 Şubat hadiselerinin olmaması, için alınması gereken tedbirleri izah ettim. Beni haklı gören Sayın Bakan hemen Başbakana gittiler ve ben vazifeme dönerek geceyi Bakanlıkta geçirdim,
d. 22 Şubat günü saat 13.30 da eski Komutanım olan Milli Emniyet Hizmeti Reisi
Sayın Tümg. Naci Aşkun fikirlerimi sorduklarında bütün heyecanımla böyle bir
müessif hadisenin doğmaması için alınması gereken tedbirleri arz ve izaha çalıştım.
e. 22 Şubat 1962 günü saat 20.30 sıralarında Sayın Tümg Naci Aşkun durumu
telefonla sordular. Arz ettim ve benden bir şeyler yapmamı istediler, aynı talebi ben kendilerine tekrarladımsa da ısrarla arabuluculuk yapmamı talep ettiler ve K.K.Kur. Bşk. Sayın Tuğg. Zeki İlter ve Gn. Kur. II. Reisi Tümg. Memduh Tağmaç'a telefon edeceklerini söylediler. 5-10 dakika sonra tekrar telefon ettiklerinde K.K.Kur. Başk. ile görüştüklerini fakat II. Reisi bulamadıklarını bu sebeple K.K.Kur. Bşk. ile kendilerine gitmenin uygun olacağını bildirdiler. Durumu K.K. Kur. Bşk.’ına arz ettim, ve beraberce Gn. Kur. II. Reisine giderek arabuluculuk teklifinden bulundum. Kabul buyurmadılar. Fakat müteakiben Ekrem Alican'ında bulunduğu değişik bir kaç heyetle aynı şey yaptırıldığına göre durumu en erken görmüş ve cesaretle hakikati ifade eden bir subay sıfatıyla bu işleme tabi tutulacağım yerde, taltif edilmem gerekirdi.
f. e, fıkrasında izaha çalıştığım "Arabuluculuk" teklifinin Gn. Kur. Bşk.lığı
Karargâhında görevli ve durumu haklı olarak bilmeyen bir kısım zevat tarafından
bilahare aleyhimde kıymetlendirildiğini ve şayia ve dedikodular çıkarıldığını maalesef öğrendim. Bunun neticesi olarak 23 Şubat 1962 saat 03.30 raddelerinde Sayın Müsteşar Tuğg. Nusret Bulca Gn. Kur.'dan gelerek beni çağırdılar ve dediler ki "Genelkurmay'da bir söylenti var, siz Bakanlık kapısının anahtarını saklamışsınız Harbiyeliler gelirse hurdan içeri sokacakmışsınız" hayretler içinde kaldım. Hemen durumu kendilerinin huzurunda tetkik ettirdim. Anahtar evinden celp edilen hademe tarafından bulundu ve keyfiyeti bir zabıtla tespit ettirdim ve kendilerine arz ettim, ispatı da mümkündür.
3. 2’nci Maddede kısaca arz ettiğim duruma karşılık hakkımda yapılan işlem mevcut kanun ve talimatnameleri ihlâl etmiş bulunmaktadır.
a. Yapılan tayin ilgi (b) ve (e) nin mana, lafz ve ruhuna tamamen mugayirdir. Ancak ilgi (e)nin 9. maddesi böyle bir tayine cevaz verebileceği ifade edilebilirse de bu takdirde maddede ifade edilen unsurların mevcut olması icap ve iktiza eder. Askerlik hayatı boyunca amir ve üstlerimin takdirini kazanmış son olarak çalıştığım dört Milli Savunma Bakanının takdir teveccüh ve iltifatlarına mazhar olmuş bu güne kadar hiç ceza almamış bir subayın "Disiplinsizliğinden bahs etmek varidi hatır olmayacağı gibi "idari" bir sebebe istinat da mevcut hukuk düzeni muvacehesinde mümkün olamayacağı kanaatindeyim.
b. İlgi (c)’nin 2. ve 4. ve İlgi(d)nin 65. maddelerindeki sarahatten anlaşılacağı veçhile tayin olunan bir memura 15 gün mehil müddeti tanınmakta ve bu süre yalnız seferberlikte muayyen bir miktar kısaltılmaktadır.
1) Halbuki ilgi (h) emre; (İlişkileri derhal kesilerek mehil kullanmadan yeni
görevlerine katılmaları sağlanacaktır,) kaydı ilave edilmiştir.
2) Asker olmam sebebiyle ilgi (h) emrin icabını yerine getirerek görevime
başlamış bulunuyorum.
3)Bu emir ilgi (c) ve (d) kanunlara mugayir olduğu gibi, Anayasa ile teminat
altına alman kişi hürriyeti nin açıkça ihlâlidir.
c. ilgi (h) emri aldığımda gene K.K.K.. lığının emri ile 6 Kasım 1961 'den beri Ordu Dil Okulu tedrisatına devam ediyordum. Normal olarak bu tedrisata devam etmem iktiza ederken ilgi (i) emirle bundan da men edilmiş bulunuyorum,
Her hangi bir kurstan hangi şartların tekenvünü halinde iade olunacağı ilgi (i) emrin 1L. Maddesinde sarahaten açıklandığı gibi bu husus Ordu Dil Okulu'nun özel talimatında da belirtilmiştir. Bu şartların hiç birine durumumun uymasına imkân olmadığı halde ilgi(i) emirle kursa devamdan men olunmam ilgi (f) ve g) ile tezat halinde bulunmaktadır.
4. Bir suçtan dolayı birden fazla ceza verilmemesi ceza hukukunun ana prensibi
olmasına rağmen mevzuata uymayan bir tayin, kanunları ihlâl eden bir (derhal
katılma) kaydı ve gene emirlere aykırı olarak kurstan alıkonularak üç defa
cezalandırılmış bulunuyorum Kaldı ki ortada şahsıma izafe edilebilecek bir suçta
mevcut değildir.
5. Yukarda arz; etmeye çalıştığım gayri kanuni ve hukuki tasarruflar silsilesi
sonucunda Anayasa'nın 10 ve 11’ci maddeleri ile teminat altına alınmış olan şahsi huzur, kişi dokunulmazlığım ve diğer kişiliğe bağlı kanuni bak "ve hürriyetlerim ihlâl edilmiş bulunmaktadır.
Bu itibarla, Anayasa ve ilgi (b), (c), (d) kanunların lafız ve ruhuna açıkça muhalif olan, şahsımı ve ailemi maddi zarar ve manevi ezaya maruz kılan tasarrufların iptaline delalet buyurmasını arz ve istida ederim.

EK–1: 1108 Sayılı Kanun (İlgi-c)
EK–2: Askeri Ceza Kanunu (İlgi-d)
EK–3: İlgi (h) tayin emri
EK–4: İlgi (i) kurs iptal emri.


III. BÖLÜM


YASSIADA YÜKSEK ADALET DİVANI'NIN VERMİŞ OLDUĞU İDAM KARARLARININ İNFAZI İNFAZLARLA İLGİLİ AÇIKLAMA*


Sayın Emin Aytekin'in anıları. (1) Silahlı Kuvvetler Birliği'nin kuruluş nedenlerini ve çoğunlukla İstanbul grubunun çabalarını açıklaması yönünden bu konudaki
gerçeklere ışık tuttu. İtiraf etmeliyim ki aynı örgülün Ankara grubunda aktif rol almış bir kişi olmama karşın bu ilginç açıklamadan faydalanmış bulunuyorum.
Kanımca Silahlı Kuvvetler Birliği'nin kuruluş felsefesi ve çabalarını eleştirmek bir
dönemin aydınlanmasına katkıda bulunabilir. Bu inancımın etkisi nedeni ile bu
açıklamayı uygun buldum.

Çok karmaşık ve kritik bir dönemde tarih sahnesinde rol almış bu örgütü açıklığa
kavuşturmak savında da değilim. Amacım tanığı olduğum döneme ilişkin gerçekçi bir eleştiri yapmaya çalışıp bazı hususların aydınlığa kavuşmasına yardımcı olmaktır. Silahlı Kuvvetler Birliği'nin Kurtuluşu Silahlı Kuvvetler adına geçici olarak yönetime el koyan Milli Birlik Komitesi bu görevini başarılı yapsa idi böyle bir kuruluşa gerek olmayacaktı. Oysaki çok kısa bir sürede birbirini yemeye başlayan bu ekip daha 13 Kasım 1960’da bölünüp, kendi geçici anayasalarına ters düşmüştü. Gerçi ihtilâl bir kedi gibi evlatlarını boğardı ama
27 Mayıs başlangıçta öyle görünmüyordu. Bu ihtilâl beyaz ve centilmen olduğu
savında idi. Tarihi ve sosyal gerçekleri önemsemeyen böyle bir ihtilâl, yıktığı zihniyeti ve onun temsilcilerini yiyemediği3 için de kendi evlatlarım yemesi ihtilâllerin yasasına uygundu...
(*) Y.n.: Tarafımdan yazılan Yassıada'daki idamlara ilişkin bu açıklama 8 Mayıs
1967 talihli Dünya Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
-Dili düzeltilerek sadeleştirilmiş ve yeniden düzenlenmiştir.
O halde Silahlı Kuvvetler, emanete sahip çıkmalı idi. Bize göre Örgütün kuruluş
nedeni bu noktada düğümlenir...
235 generalin bir gecede emekliye ayrıldığı bir dönemde ve henüz aradan dört ay bile geçmemişken, Slh. K.'lerde bırakılan bir avuç generalden direnme beklemek düş olurdu. Onlar, tersine komitenin benimsenmesine olanak olmayan bazı yasa dışı tutumları karşısında sessiz kalmayı kendileri için daha emniyetli görüyorlar ve bas eğiyorlardı. İşte bu nedenle de Silahlı Kuvvetler Birliği'de aşağıdan-yukarı bir girişim sonucu kuruldu.

Bu örgütü kuranlar başlangıçta içtenlikle işe koyulmuşlardır. Ama, zaman içinde örgüt güç kazanınca sızmalar da başlamıştır. Sırf çıkarlarını ön planda tutan bazı kişilerin yönetici kadroya girmesi ve yapılanmayı kişisel çıkarlarına uygun bulmayan politikacıların girişimleri örgütün iyi niyetli çabalarını engelledi.
Bu ortam içinde Silahlı Kuvvetler Birliği yöneticileri arasına idealistlerin yanında,
Silahlı Kuvvetler'in CHP'nin dümen suyunda olmasından başka düşüncesi
olmayanlardan tutun da, Milli Birlik Komitesi üyesi olmak fırsatını kaçırmış ve o
özlemi duyanlara varıncaya kadar bir çoklan yer aldılar. Hatta bu örgütte olmayı kendi çıkarları için daha uygun gören bazı Milli Birlik Komitesi üyeleri bile Silahlı Kuvvetler Birliği'ne üye olmuşlardı. Bu etkenlerle kuruluş amacından uzaklaştırılan bu örgüt belirli dünya görüşüne sahip olmaksızın yüzeysel çabalar sürdürüp 2. Milli Birlik Komitesi'ni gütmüş ve Silahlı Kuvvetler'in milletine verdiği şeref sözünün gerçekleşmesine çalışmakla yetinmiştir. Ancak yakın tarihimizden bile ders almaksızın gölge iktidar olmayı yeğlediği için, kendi sonunu hazırlamıştır.

Kuşkusuz 2. Milli Birlik Komitesi'nin en büyük tarihsel suçu iktidarı üzerinde gölge bir iktidar olan Silahlı Kuvvetler Birliği'ne katlanmasıdır.
Bazı Tabii Senatörlerin zaman zaman ve özellikle infazlar konusunda bu gerçeği ikrar etmiş olmaları kendileri adına büyük bir talihsizlik olmuştur. Elbette her iktidarın hesabı Yüksek Adalet Divanı önünde sorulmaz. Ama her iktidar tarihe hesap vermek zorundadır. Tarihçi İse iktidarı üzerinde kuvvet ve hatta şüphe bulunmayan iktidarları onurlu olmakla nitelendirebilir.
Tarihin lanetinden kurtulmak için elindeki istifa silahını kullanmak
2. 27 Mayıs 1960 sabahı Demokrat Parti'nin önde gelenlerinin gözaltına alınmak yerine halka teslim edilmeleri halinde tarihte benzeri görülmeyen bir linç olayı yaşanacağını o günlerdeki ortamı bilenler kabul ediyorlar...
fırsatını kaçıran iktidar sahiplerinin yakınmalarının değersiz ve o ölçüde önemsiz
olduğunu düşünüyorum.
Bu ilişkide zaman, zaman gerçeği değiştirmek ya da konuyu hafife almaktan fayda uman bazı çevrelerce ahlaksız bir tutumla yadsınmıştır. Bu döneme ilişkin belgeler zaman geldiğinde açıklanacak ve sahte kahramanların maskeleri çöplüklere fırlatılacaktır. Şimdilik şu kadarını açıklamalıyım ki, Silahlı Kuvvetler Birliği'nde görev alanlar, bugün en üst kademelerde bulunan komutanlarla sıkı bir işbirliği içinde bulunmuş ve bu ilişkilerini sürdürmüşlerdir.
Silahlı Kuvvetler Birliği İlkeleri'nin, Genelkurmay Başkanlığınca o tarihlerde emir
olarak tüm Slh. K.'lere yayınlanması gerçeği, bu ilişkinin belirgin bir örneği
sayılmalıdır.
İnfazlar ve Silahlı Kuvvetler Birliği Yassı ada kararlarının İnfazı konusu da zaman zaman çeşitli amaçlarla, değişik hesapların gerçekleşmesi için Silahlı Kuvvetler Birliği'ni yermek için kullanılmıştır.
Hatta bazı çevreler, bu yergiyi kin ve ihtiraslarını tatmin için sömürerek kendilerine şeref sözü verdikleri eski silah arkadaşlarının ipe gitmelerine seyirci kalmayı yeğlemişlerdir.
Yanlış ve yersiz bu kanıyı gidermek için Silahlı Kuvvetler Birliği'nin üç tutumunu
açıklamakta yarar görürüm.
Bu konuda en yetkili ve sorumlu makamlarda oturan kişilerin hukuku ve mahkeme kararlarını hiçe sayıcı ilkel tutumlarına karşılık, Silahlı Kuvvetler Birliği hukuka saygılı olmak prensibini benimsemiştir. Şöyle ki; infazlardan önceki dönemde durumu tartışan Silahlı Kuvvetler Birliği, Yüksek Adalet Divanını vicdanı ile baş başa bırakmak kararını almış ve bu karan arasından seçtiği bir heyetle (Kur. Alb. Talat Aydemir, Kur. Alb. Emin Arat, Dz. Alb. Nazım Orkan) Genelkurmay Başkanı'na duyurmuştur.
Genelkurmay Başkanı; Kuvvet Komutanları, Jandarma Genel Komutanı ve Gn. Kur. 2. Başkanı'nın bulunduğu bir toplantı düzenlemiş ve arkadaşlarımız Silahlı Kuvvetler Birliği'nin bu kararını arz ederek, Genelkurmay Başkanı'nı Yüksek Adalet Divanı Başkanı'na bir mektup yazmaya ikna etmiştir. Bu mektup yazılmış, Silahlı Kuvvetler'in görüşünün hukuka saygı olduğu Yüksek Adalet Divanı Başkanı'na bildirilmiştir. Bu gerçek karşısında Silahlı Kuvvetler Birliği baskısından bahsedenler infazlar konusunda da gerçeği saptırıyorlar.
Yassıada kararlarının onaylanmasından birkaç gön önce CHP ve Milli Birlik
Komitesi'nde bu partiyle birlik halinde olanlarla, Silahlı Kuvvetler Birliği içinde bulunan CHP yandaşı üyelerle birlikte ortaya konulan çabalar sonucu Komiteden Gn. Kur. Başkanlığına bir öneri yapıldı.
Bu öneride, Yassıada kararlarının onaylanmasına Genelkurmay Başkanı ile Kuvvet Komutanlarının katılması İsteniliyordu. Teklifin Devlet yönetimi yönünden anlamı açıktı. Komite, sorumluluktan kaçınmak için. bir yandan iktidarı üzerindeki gücü kabullenirken diğer yandan Slh. K.'leri infazlara katıp sorumluluğuna ortak etmek istiyordu. (3)
Genelkurmay Başkanı'nın Silahlı Kuvvetler Birliği'ne ulaştırdığı bu öneri tartışıldı ve fakat kabul edilmedi...

Öneri. Silahlı Kuvvetler Birliği'nin (Orduyu politikadan uzaklaştırmak) kuruluş
ilkelerine ve adalete saygı kararına uymadığı gibi milletle orduyu karşı karşıya
getirmek gibi basiretsiz bir çıkar hesabının ürünü olduğu için reddedilmişti.
Politik çıkar amaçlı bu öneri kabul edilmemiştir ama, zaman içinde oyunlarının
sürmesi de önlenemedi.
Ordu+CHP=Değişmez iktidar” formülünü benimseyenlerin ihtirasları sınır
tanımıyordu. Silahlı Kuvvetler Birliği dolayısıyla Slh. K.'ler tarafsız bir tutumdan yana olduğu için CHP, yandaşları çoğunluk elde edinceye kadar ordu ile oynamalı idi.

Kurucu Meclis bu formüle uygun kurulmalı, seçim kanunları bu amaca hizmet etmeli idi vs...

Gözleri iktidar ihtirasıyla yuvalarından fırlamış çirkin politikacıların oyunları. Silahlı Kuvvetler Birliği'nin bütün çabalarına karşın, önlenememiş Çankaya Protokolüne politikacılar yanında imza koymak yanlışına düşen Komutanlar, Slh. K.'leri politikanın kucağına almış olduklarını algılayamadıkları gibi, politikacı da, bu belge İle kumandanlı demokrasinin' temelini attığının ayırdına varamamıştır.

—18 yıl sonra Spain benim söylediklerime varıyor, Kumandanlı ya da Disiplinli Demokrasi'nin ülkemize getirdiği krizleri sürekli biçimde hep yaşıyoruz... 
Kasım 2000, Şubat 2001'de olduğu gibi...
Yassı ada kararlarının onaylanacağı gün (15 Eylül 1961) Silahlı Kuvvetler Birliği Genel Kurulu, olağanüstü bir toplantı için Jandarma Subay Okulu'nda toplandı. Bu toplantı önemli kararlar alınmasını gerektiren bir güne rastlıyordu. Ancak sorumluluktan kaçınmayı çıkarlarına uygun görenler toplantıya katılmamışlardı. Onlar dönmeye başlıyorlardı. Döndüler de, fakat kızarmadılar...
Yassıada'dan alınan ve doğruluğu saptanamayan bîr haber üzerine uzun uzun
tartıştık. Bu haber, Yüksek Adalet Divanının verdiği kararlar Komitece tasdik
edilmezse Yassıada'da beklenilmeyen olayların meydana gelebileceği şeklinde idi. (5)
Durum tartışıldı ve Silahlı Kuvvetler Birliği adına infazların sonuna kadar Yassıada'da kalmak ve orayı kontrol etmek görevi ile bir Kurul seçildi. Bu Kurul; Kur. Alb. Emin Arat, Kur. Alb Ahmet Önde ve o zaman Kur. Yb. olan benden oluşturuldu.
Emrimize tahsis edilen özel bir uçakla İstanbul'a geldik. SKB Örgütü üyesi, Yassıada İrtibat Bürosu Başkam Kur. Alb. Namık Kemal Ersun'a durumu bildirip Adaya gitmek için bot istedik.
Silahlı Kuvvetler Birliği'nin almış olduğu karar, hareketimizden hemen sonra,
Genelkurmay Başkanı'na duyuruluyor, heyetimizi yeterli bulmayan Başkan, aynı
amaçla görevlendirdiği Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Necdet Tiran'ı hemen peşimizden ikinci bir uçakla İstanbul'a gönderiyor. Dz. K.K. bizim ekiple Yassı ada İrtibat Bürosunda buluştu. Ve durumu açıkladı. Bizim Kurul geri döndü, kendileri aldıkları görev gereği Yassıada'ya gitti ve infazların sonuna kadar orada kaldı.
Açıkladığım gerçekler Silahlı Kuvvetler Birliği'nin infazlardaki duyarlılığını ve
içtenliğini göstermesi yönünden ilginçtir.
Yalan ve yanlış haberler ve iğrenç kulis oyunları sonucu vicdanları yanıltılmış olanlar, bu açıklamam karşısında hangi çıkarcı çevrelerin gerçek dışı ve amaçlı çabalan sonucu önyargılı olanlar gerçekleri algılamalı, tarihi gerçekleri çarpıtmak isteyenlerin maskeleri düşürülmelidir. Emin Aytekin, İhtilal Çıkmazı, s. 229-234(6)

Y.n.; İngiliz Kraliçesi Elizabet Commonwealth ülkelerini ziyaretinin dönüşünde bir saat kadar Esenboğa'ya indi. Bu ziyaretle Yassıada'da yargılanan Demokrat Partililer için verilecek idam kararlarının uygulanmamasını istedi. İngiliz istihbaratı Kraliçe'yi yanıltmıştı!... Çünkü Devlet ve Milli Birlik Komitesi Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel'in gücü bu isteği yerine getirmeye yetmezdi.
Nitekim bu bölümde yazılanlardan açıkça görüldüğü gibi doğrudan doğruya "Havacılar Cuntası"ndan emir alan Hv. Plt. Yzb. Remzi Oral, Orgeneral Cemal Gürsel'i ve hatla 1. Ordu Komutanı Orgeneral Cemal Tural'ı atlatıp infazı gerçekleştirmiştir.

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

1. Emin Aytekin, ihtilâl Çıkmazı, 1967.
2. Silahlı Kuvvetler Birliği-Komutanlar
3. Yassıada'da verilen idam kararlarının onaylanması ya da onaylanmaması Milli Birlik Komitesinin yetkisindeydi...
4. 12 Eylül 1980 döneminde ABD'nin Ankara Büyük elçisi Spain 3 Ocak 1985 günü Ufuk Güldemir'le yaptığı söyleşide: "Kanımca Türkler ekonomik istikrar sağlanabildiği ve kademeli bir yumuşama getirildiği sürece bu Disiplinli Demokrasi'den memnun olmayı sürdüreceklerdir..." diyordu.
5. Kitapta bulacağınız Hv. Plt. Yzb. Remzi Ora!'in açıklamaları yıllar sonra bizi doğrulayıcı nitelikledir.
6. Emin Aytekin'in kitabına aktarılan bu açıklamam, olduğu gibi alınmasına karşın bir yanlışlık sonucu(!) adını yazılmamıştır!... 27 Mayıs'tan-28 Şubat'a F/13

12 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***