24 Şubat 2016 Çarşamba

BİR MEKTUBA CEVAP


BİR  MEKTUBA  CEVAP


AYDINLIK GELECEK Hareketi] Re: Sayın Serdar Ant'ın eleştirisi için bir açıklama + Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'a açık mektup No: 2

"Çanakkale İl Başkanı" imzalı bu yazı Zuhat Uzun isimli kişiden gelmiş. Oysa İşçi Partisi web sitesinde Çanakkale İl Başkanı olarak görünen isim Zuhat Yokuş...  İkisi aynı kişi midir, bilmiyorum. Öncelikle bu konunun açıklığa kavuşturulması gerekir. Çünkü " Çanakkale İl Başkanı " şeklinde imza atıldığına göre, Ali Serdar Bolat gibi kendi adına değil, İşçi Partisi adına konuşuyor bu Zuhat Uzun! 


Kendisine yanıtım şudur: SAÇMALAMAYIN... 

Kimse adına, herhangi bir örgüt, oluşum ya da hareket adına konuşmuyorum. Sadece " Serdar Ant " olarak düşüncelerimi söylüyorum. Hiçbir örgüt, hareket ya da oluşumla da ilgim yoktur! Zuhat Uzun (ya da Yokuş) falcı mıdır ki, benim "İbrani Temizliği"  projesine sahip olduğumu ya da böyle bir açılıma olumlu baktığımı imâ edebiliyor. Benim bu konuda olumlu görüş bildiren tek bir satırımı, tek bir yazımı göstersin, ben bütün söylediklerimi geri almaya hazırımAma bunu yapamazsa, bu ithamından ötürü bir en azından bir düzeltme yapması gerekir. Hodri meydan! İşçi Partisi İl Başkanlığı, böyle ağzından çıkanı kulağı duymayan sorumsuzlara teslim edilmemeli!
İkincisi, bu orduyu düşmana teslim edecekmişiz! Bu birincisinden de aşağılık bir karalama... Bugüne kadar gerek sanal ortamda, gerek gerçek hayatta yazdığım yazılarda ordumuzun ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'ne taşeron kılınmasına, NATO  üyeliğinin yarattığı askeri bağımlılığa dikkat çekmeye çalıştım, bunu eleştirdim. Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında yazdığım her yazıda, yüksek rütbeli komutanların söyledikleri ile ilgili kaynakları gösterdim. Zaten kimsenin bir şey sakladığı da yok! Adamlar açık açık ABD'ci, AB'ci olduklarını ilan ediyorlar! Harp Okulları'nın ya da Harp Akademileri'nin açılışlarında ya da Kuvvet Komutanlıkları'nın devir teslim törenlerinde ABD'ye, AB'ye, küreselleşmeye övgüler dizen ben değilim, Zuhat Uzun'un alkışladığı bugünkü NATO Paşalarıdır! ABD, bana değil, eski Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt'a " Üstün Hizmet Madalyası " verdi! Hizmet Madalyası, hizmet edene verilir! Ben, 30 sene Türk ordusuna şerefle hizmet etmiş bir askerin oğluyum. Benim babama ABD hizmet madalyası takmadı! Ama ABD'den hizmet madalyası alıp emekli olanlara, emekliliklerinde " Altıncı yıldızı " TÜSİAD takıyor! Onun için Zuhat Uzun gibilerinden bu konuda nasihat dinlemeye hiç ihtiyacım yok!
Kısacası sapla samanı birbirine karıştırmayın, egolarınızın esiri olmayın. Mustafa Kemal'in tam bağımsızlık ülküsünü, " Ya istiklal ya Ölüm" kararlılığını paylaşan, " Özgürlük ve bağımsızlık benim Karakterimdir " diyebilen ve bunu sadece söylemi ile değil eylemi ile de gösterebilen tek bir orgeneral, korgeneral, tümgeneral gösteremezsiniz! Bu komutanların tümü, sanki yeminliymiş gibi bağımsızlık sözünü bile ağzına almazlar!
Onun için mesnetsiz iddiaları, göz boyamaya yönelik laf salatasını bırakın. Benim bunlara karnım tok kardeşim...
Serdar Ant 
Binnur Zuhat Yokuş Uzun İP Kars adayıydınız, NE zaman Çanakkale il 
başkanı oldunuz bilmiyorum. Ama şayet "Bu orduyu düşmana teslim edin, 
yenisinin kuruluşunu da sizden bekleriz. Bu arada sizin de İbrani 
temizliği projeniz var mı?" Mesajını yazan siz iseniz ve Çanakkale İl 
başkanı sıfatıyla bunu yazmışsanız bir Çanakkaleli olarak buna en 
fazla üzülecek kişilerden biri benim. 

Binnur Hanım; Genel başkanınız  D.Perinçek ve nice aydınımızı Ergenekon süsüyle içeri atan gladyonun sponsorunun kim olduğunu sanıyorsunuz acaba. Rockefellerler başta birkaç Siyonist global şirketin olduğun bilmeden mi İP'ye il başkanı seçildiniz? Üstelik emperyalizmin tek yenildiği il olan Çanakkale'ye. 
Keşke bu  dediğinizi yapabilecek bir siyasi iktidar olabilse de 
Siyonist zulmünün dünya egemenliği kalksa.Siz bu bakış açısıyla Tarih 
Vakfının Çanakkale şubesiyle,dolaylı yoldan savunduğunuz İbrani  kökenli Siyonist katillerin sponsorluğunda Çanakkale sokaklarında Yahudi eserleri arayıp tarih bulduk diye halkımıza yutturursunuz. 

Ben Yahudi düşmanı değilim, ülkeme düşmanlık yapanın düşmanıyım. Bu 
babamın oğlu olsa da böyledir. Bu düşüncenizin İP'nin genel politikası 
olduğunu da düşünmüyorum. Ama öğrenmek için de gerekli yerlere 
soracağım. Dünyanın başının belası silah devi ABD'nin sadece 
göstermelik bir dev olduğu, asıl patronların Siyonist Yahudiler 
olduğunu ne zaman anlayacaksınız. Türkiye'nin ayrılıkçı kürt,global 
İbrani kökenli Siyonist çeteler,yeşil ihanetin kıskacında olduğunu 
anlayamadan mı İP gibi bir partiden siyasete girdiniz.Bu talihsiz mesajınıza lütfen açıklık getiriniz. 
Saygılar. 
Levent Kalem 

*****


Emperyalizmin dini imanı mı var ? Bu tür söylemleri hedef saptırma olarak görüyorum .Her kim uygularsa uygulasın sorun emperyalist politikalardır.İbrani temizliği bu gurupta açıkça ifade edildi. Kendimizi hak etmediğimiz  nitelemelere maruz bırakmayalım . Uzun zamandır Çanakkale il Başkanıyım .Eşim Çanakkaleli  .Ben aslen Karslı olduğumdan  bu seçimde memleketimi tercih ettim. Soyadlarımın ikisi de bana ait.Öyle  ufak hesaplarım olmaz. Selamlar
ZUHAT UZUN 
> Date: Tue, 23 Sep 2008 06:33:13 -0700


****

Sayın SERDAR Bolat, Sizin niyetinizi bu olabilir ve bu mektubu yazarken partili kimliğinizi ayrı tutma konusunda özen göstermiş olabilirsiniz. Ama siyasal eylem sürecinde bu ikisinin birbirinden ayrılması, kitleler tarafından net bir şekilde anlaşılmayabilir. Ama asıl önemli olan nokta şudur: İşçi Partisi de en kısa zamanda sizin birey olarak benimsediğiniz bu tutumu almalıdır artık. Benim özellikle vurgulamak istediğim budur. Selamlarımla,Serdar
 21 Eylül 2008 Pazar 23:12 tarihinde Ali Serdar Bolat <serdarbo...@superonline.com> yazdı: 
Sayın Ant,
 Eleştirileriniz faydalı oluyor.
 Ancak "İşçi Partisi böyle açık mektuplarla durumu idare edemez artık." sözleriniz yanlış anlamaya dayanıyor. Ben bu açık mektupları parti adına değil, şahsım adına yapıyorum.
 Parti adına yapsa idim adımın altına ilçe başkanı ünvanımı yazardım.
 Selamlar 
https://groups.google.com/forum/#!msg/aydinlik-gelecek-hareketi/GROFfk6HzNA/9wkEn3bXC0UJ

Kemal Simsek 
25 09 2008
Re: [AYDINLIK GELECEK Hareketi] Re: Sayın Serdar Ant'ın eleştirisi için bir açıklama + Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'a açık mektup No: 2
Değerli Cüneyt Itır Arkadaşım
 
Sizi sadece bu beyaz ekrana düşen sözcüklerinizle tanıyorum ama en az 2-3 yıldır da biliyorum.
 
Güzel bir insansınız.
 
Yüreğiniz bu halk ve bu ülke için atıyor, sevginiz yüksek.
 
Herşeyi yeniden düşünecek aklınız ve cesaretiniz var.
 
Bu toprakların değerleri üzerinden yükselecek gerçekten halkın olan emekten aydınlıktan yana siyasi düşünce ve örgütte
sizler önden giden olacaksınız, buna eminim.
 
Bugünlerde güç topluyoruz, akıl bilgi topluyoruz, zamana ihtiyacımız var ve zaman bize çalışıyor.
 
Biliyorum gidişat hızla çok kötüye. Ne kadar derine iterlerse itsinler, oradan karanlığı yırtar çıkarız.
 
Bizim mecazi anlamda nefesimiz güçlüdür. Bunca sene "su altına itildik" dayandık.
 
Değerli arkadaşlarım,
 
Özellikle 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi yüzlerce ilericiyi, yurtseveri, devrimciyi biçerken, öldürürken, sakat bırakırken, büyük sıkıntılara sokarken, hayatını karartırken BU ÜLKEYE VE HALKA YÜKSEK SEVGİNİN GEREĞİNİ YAPAN HALK ÇOCUKLARINA bunların reva görülmesini KENDİ ORDUSUNDAN TEMİZLENMESİNİ normal karşılayıp BU ÜLKEYİ HALKI İÇERİDEKİ BİR AVUÇ ŞEBEKE MENSUBU İLE DÜNYA YAHUDİ PARTİSİNE TESLİM EDENLERİN AYIKLANMASINA karşı çıkanların, ne solla ne de insanlıkla ilgisi olabilir.
 
Bu ülkede devrimi, ilericilik unsurları taşısada İbrani egemen yapılar içindeki siyasi partiler yapamaz. Ola ki başardıkları ancak REFORM ya da RESTORASYON olarak tanımlanabilir yani eski düzenin iyileştirilerek yeniden sürdürülmesi...
 
Bu sözüm diğerlerinin yanısıra İşçi Partisi için de geçerlidir, Türkiye Komünist Partisi için de...
 
Hele bu özel dönemde, bana Tuncay Özkan ve arkadaşlarının, İşçi Partisi yönetiminin, ta geçmişten bu yana TKP yöneticilerin kimlerden oluştuğunu analiz ettirmeyin, sevgili dostlarım. Kullanılan sloganları, seçilen kavramları... Gereğinden çok abartılıp öne çıkarılanları, hiç adı bile anılmayanları...
 
İlgili kişiler ne dediğimi anlıyorlar.
 
Son 6 senedir herşeyi ama herşeyi yeniden düşünüyorum, sorguluyorum, araştırıyorum...
 
Daha önceki çıkarsamalarımdaki ? işaretlerini azaltıyorum, tabi yeni ? işaretleri oluşuyor ama büyük resim bu 6 sene öncesinden çok daha net...Hala çok az bilgim olduğunu düşünerek, çok okumam ve araştırmam gerektiğini düşünsem de...
 
Sizi döne döne, HERŞEYİ AMA HERŞEYİ YENİDEN KENDİ AKLINIZLA DÜŞÜNÜN, SORGULAYIN VE ARAŞTIRIN diyorum dostlarım...
 
Etrafta ciddiye alınacak çıkarsama ve değerleme yapanların sayısı çok ama çok az...
 
Konuşmalarımızın ağırlık noktası, şu bu parti ya da hükümetin ya da emperyalistlerin ne kadar kötü olduğunu, şu ya da bu bilgiyle ortaya koymak olmamalıdır. Bunları hep biliyoruz.
 
YENİ BİR TÜRKİYE kurmalıyız. O yeni Türkiye'nin somut görüntüsünü ortaya çıkarmalıyız. Ve o Türkiye'yi kimlerle nasıl kuracağımızı konuşmalıyız.
 
Bunun için hummalı bir çalışma içine girmeliyiz. SANAL KÜTÜPHANE, SANAL FORUM ALANI, İNTERNET GAZETESİ ve diğerleri (SÖZLÜK ÇALIŞMAM dahil) bunun için kullanılacak araçlardır. Bilgi işlemin sağladığı olanaklardan en iyi şekilde yararlanmalıyız.
 
Tabii ki kafamda genel anlamda, çerçevesi genel hatları ile çizilmiş, devrimci programın kaba ön hali olarak düşünülebilecek değerlendirmeler var. Bunlar hakkında ipucu verecek değerlendirmelerim de oldu. Ama bunu hep birlikte büyük bir çalışma ile ortaya çıkarmak gerekiyor. Bu konuda ileride yeniden düşüncelerimi paylaşacağım.
 
İçten Sevgilerimle
Kemal Şimşek
 
 *****
Değerli Binnur Zuhat Uzun
 
Bu grup içinde bu konuda yeterince söz söylendi. Daha önce de dediğim üzere, sizinki bilindik İbrani özsavunma tepkisi.
 
Ortadan kaldırılacak olan İbrani ayrımcı cemiyetçilik anlayışıdır, İbraniler değildir.
 
Yeni ortaçağ düzeninde emperyalizmin kullandığı din vardır, imanı yoktur. Yeni Ortaçağ düzeni de eskisi gibi semboller üzerinden yürür.
 
Eğer bu ülkede, su üstündekilerin tümü İbrani ise, siz bunu çok çalışmalarına, çok akıllı olmalarına, biraz da dayanışmalarına bağlayabilirsiniz. Biz İbrani ayrımcılık anlayışı diyoruz ve tepemizdeki şebekeyi bu özelliğin bir araya getirdiğini, ülkemizde İsrail'in kendi ülkesinden daha güçlü olmasının nedeninin bu olduğunu söylüyoruz.
 
İşçi Partisinde yönetim kadrosuna kimler nasıl seçiliyor konusuna, bu özel günlerde girmeyeceğim.
 
Bu konuda görüşlerimi doğrudan genel başkanınıza ilettim. Bu da yeterlidir.
Kendisinin bu durumu aşma yanlısı olduğu izlenimi edindiğim için, yanılıyor olabilirim, İP'ne olumlu bakıyorum.
 
Bu ülkede, başka ülkelerde olan biten konusu ayrı, İbrani ayrımcı cemiyetçiliği vardır, zenginler sınıfı ve çevresi büyük çoğunlukla İbranilerden oluşur, sözde sol değerleri İbraniler tekeline aldığı için, zavallı halkımıza başka değerleri sahiplenmek kalmıştır.
 
İbrani egemen anlayış, halksızdır, halkı nesne olarak görür, çeşitli kademelerde bir bilen İbraniler, zavallı halkı bilinçlendirip iktidara gelinecektir. İktidarda iken neleri nasıl yapılacağı konusundan ziyade, bugünkü iktidarın, emperyalistlerin ne kadar kötü olumsuz oldukları anlatılır durur.
 
Halkımız birkaç yüze kelime ile konuşuyor diye yerilirken, bu arkadaşlarımız da istendiğinde listeleyebileceğim ve içi boş ama hoş birkaç yüz kavram üzerinden halkı etkilemeye güya bilinç aşılamaya çalışır.
 
İçimizdeki dışımızdaki İsrail'e, zenginler sınıfına ve çevresine, şebekeye karşı olmayan ne ANTİ EMPERYALİSTTİR ne de SOLCU...
 
Vasat İbranilerin kolay ezberlebilen laf ebeliği ile parti yönetimleri doldurmaları, düşün peşimize demeleri, kırk yıldır dinmeyen bir akıldışılıktır bu ülkede.
 
En iyi ekonomi profesörlerini içinde barındıran partide, son devlet müdahalelerini sosyalizmle karıştırabilme, döviz kurları çıkarsa Türk şirketleri yabancıların eline geçer diyebilme (Koç'ların ağzı), Koçlar sabancılar da zavallı küresel emperyalizm onların da mülklerine el koyacak diyebilecek kadar sığ ve sağ düşünceler ifade edilebilmiştir. İktidara gelindiğinde izlenecek ekonomi siyasetlerini, partinin üst yönetimindekiler bile bilmemektedirler, muhtemelen çoğu işte Atatürk dönemindeki gibi karma ekonomi diyecektir, bugünün koşulları ona uygun ise bunu CHP yapar, devrimci bir partiye ne gerek var sorusunun yanıtı boştadır.
 
Bir sonraki seçimlerde yine yüzde biri bulmayan oy alındığında,
Osman Pamukoğlu'nun partisini ya da Tuncay Özkan'ın partisini ABD'nin kurdurduğunu ve oylarınızı çaldığını, zaten seçimlerin önemli de olmadığını, seçimlerden önce ise barajı aştığınızı söylersiniz.
 
6 yıldır İşçi Partisi yönetimi ile bir şekilde ilgileniyorum. Düşüncelerimi paylaşıyorum.
 
Bu İşçi Partisi'ne açık mektubumdur.
 
Sonuçta ortaya çıkarılacak olan yeni bir partidir. Bunu biz kuracağız, bugün ya da yarın. Siz de varsanız, kapımız açık.
Yoksa sizin yolunuz açık olsun.
 
Bu ülkede emekten aydınlıktan yana, ülkesini halkını seven, bu ülkede bağımsız başı dik onurlu insanca her tür ayrımcılığın dışlandığı düzende yaşamak isteyenlerin sayısı onmilyonlardır, birkaç on bin değil.
 
Her tür ayrımcılığın dışlanmasına, ortadan kaldırılmasına Hitler suçlaması ile yanıt vermek ancak gerici siyonistlerin ağzı olabilir.
İP yönetiminde bu ağızla konuşanları görmek yadırgatıcı. Toptancı yahudi düşmanlığı yapanları haklı çıkarıyorsunuz.
 
Bilginize
Kemal Şimşek
 
 
...
 
 
 
 

İlker Başbuğ a Mektup




İlker Başbuğ a Mektup 

SERDAR ANT 

Sevgili Sevil Hanım,

Yazıda da belirtildiği gibi Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, gerçekten de “ Birikimli ” bir askerdir! Bu birikiminde parlak NATO kariyerinin rolü ve etkisi inkâr edilemez.

İlker Başbuğ 1977 yılında Kara Harp Akademisi'nden mezun olmuş, ardından kurmay subay olarak Belçika’da (Brüksel) NATO Uluslararası Askeri Karargâhında Cari İstihbarat Plan Subaylığı yapmıştır. Başbuğ İngiltere Kraliyet Harp Akademisi ve NATO Savunma Kolejini de bitirmiş ve 1988 yılında tuğgeneralliğe terfi ederek bu rütbede Belçika’da (Mons) Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Karargâhında (SHAPE) Lojistik ve Enformasyon Daire Başkanlığı görevinde bulunmuştur. 1995 yılında tümgeneralliğe terfi etmiş ve bu rütbe ile yine Belçika’da (Mons) Milli Askeri Temsil Heyeti (NMR) Başkanlığı görevini yürütmüştür.

Bugün Genelkurmay İkinci Başkanı olan Org. Hasan Iğsız da en az Org. Başbuğ kadar parlak bir kariyere ve “ Birikime ” sahiptir. O da 1976 yılında Kara Harp Akademisinden mezun olmuş, ardından kurmay subay olarak o da Belçika’da (Brüksel) Uluslararası Askeri Karargâhı (IMS) Plan Prensipler Dairesinde Plan Subaylığı yapmıştır. 1997 yılında tümgeneralliğe terfi eden Iğsız, tümgeneral rütbesi ile yine Belçika’da (Mons) Milli Askeri Temsil Heyeti (NMR) Başkanlığı görevlerini yürütmüştür.

Bugün Genelkurmay karargâhının (1) ve (2) numaralı komutanlarının geçmişi böyledir. Ama yaşanmakta olan olaylar bugünün sorunu değildir. Diğer bir ifadeyle sürecin faturasını Org. İlker Başbuğ’a ya da onun yaklaşımına çıkarmak adil olmaz. Örneğin Org. Başbuğ’dan önceki Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt’ın da en az halefi kadar parlak bir kariyeri vardır!

2006 ile 2008 arasında iki yıl görev yapan 25. Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt da 1972 yılında Kara Harp Akademisini kurmay subay olarak bitirdikten sonra Belçika’da (Mons) Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanlığı Yüksek Karargâhında (SHAPE) İstihbarat Daire Temel İstihbarat Şubesi Kuvvet ve Sistem Kısım Amirliği görevinde bulunmuştur. 1988 yılında tuğgeneralliğe terfi eden Büyükanıt, tuğgeneral rütbesi ile İtalya/Napoli'de NATO Güney Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanlığında (AFSOUTH) İstihbarat Daire Başkanlığı yapmıştır.

Org. İlker Başbuğ, Genelkurmay İkinci Başkanı iken Genelkurmay Başkanı olan Org. Hilmi Özkök de diğer iki halefi kadar parlak bir kariyer sahibi asker olarak dikkat çekmektedir. 28 Ağustos 2002 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı’na atanan ve 28 Ağustos 2006 tarihine kadar bu görevde kalan Org. Hilmi Özkök, AKP iktidarı döneminin ilk Genelkurmay Başkanıdır aynı zamanda…

1975 yılında NATO Savunma Koleji’nden mezun olan Özkök, kurmay subay olarak; NATO Güneydoğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı Özel Silahlar Şube Müdürlüğünde Karargâh Subaylığı yaptıktan sonra, Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Karargâhı (SHAPE) Plan ve Prensipler Dairesinde Karargâh Subaylığı’nda da bulunmuştur. Ayrıca 1992 yılında Korgeneralliğe terfi edip, korgeneral rütbesiyle NATO Türk Askeri Temsil Heyet Başkanlığı yapmış, 1996 yılında da orgeneralliğe terfi edip bu rütbesi ile NATO Güneydoğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda bulunmuştur.

Sanırım Türk ordusunun yaklaşık son on yıldır yönetiminde bulunanların geçmiş askeri kariyerleri hakkındaki bu bilgiler, bugün neden bu durumda bulunulduğunu açıklamaya yardımcı olacaktır.

Öncelikle şu gerçeğin altı çizilmelidir. Sorun bugünkü Genelkurmay Başkanı’nın ya da Genelkurmay karargâhının süreci çözümlemekteki yetersizliğinden kaynaklanmamaktadır. Bu görüşü savunanlar, ne ilginçtir ki, Org. Özkök için aynı yetersizlik iddiasında bulunmuyorlar. Onlara göre Org. Özkök tarafı belli olan bir komutandır. Oysa Org. Özkök de Org. Büyükanıt ve Org. Başbuğ ile aynı ekibin elemanıdır. TSK içindeki saflaşmada tasfiye edilenler bugün “Ergenekon komplosu”nun sanığıdır ve yukarıda adı geçen üç Genelkurmay Başkanı bu kişileri tasfiye eden kanadın üyeleridir. 

Sonuçta, 

Org. Başbuğ’u süreci hatalı analiz etmekle suçlamak, bir anlamda aklamak olmaktadır.

Deniliyor ki, “Ergenekon süreci de ne yazık ki Genelkurmay karargâhında doğru dürüst irdelenmedi.” Oysa askeri kariyerleri ortada olan bu karargâh elemanlarının Ergenekon sürecini nasıl irdelemesi bekleniyordu? Ya da daha somut soralım: Org. İlker Başbuğ, “Ergenekon komplosu” ile Cumhuriyet tarihinin en büyük hukuksuzluklarından birinin hedefi olanların bu duruma düşmüş olmasından gerçekten rahatsız mıdır? Mesela İşçi Partisi yönetiminin özgürlüklerinden yoksun bırakılması Org. Başbuğ ve ekibini rahatsız etmekte midir gerçekten?

Ya da başka bir soru… CIA kaynaklı düşünce kuruluşları ve malum odaklar “Kemalizm’in devri bitti”  iddiasını dillendirirken, Türkiye’de bu plana kimlerin göğüs gerdiği ortadadır. Org. Özkök’ün, Org. Büyükanıt’ın, Org. Başbuğ’un Kemalizm anlayışları bu emperyalist imalatı tezlere karşı çıkan ulusalcılarla gerçekten aynı mıdır? Bu bahsettiğimiz NATO paşaları, “Kemalizm” bile demezler, “Atatürkçü Düşünce Sistemi” derler… Bu paşaların bir kere Mustafa Kemal’in “ya istiklal ya ölüm” sözüne ya da “özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” saptamasına gönderme yaptığını, antiemperyalist ve tam bağımsızlıkçı bir kararlılığı en azından söylem düzeyinde sergilediğini gördünüz mü? Aksine küreselleşmeye, Büyük Ortadoğu Projesi’ne övgüler, ABD ile stratejik müttefik olmaya iman egemendir bu paşaların zihniyetine ve siyasal pratiğine…

Ama emperyalizm Türkiye’nin üzerine öyle bir çullanmıştır ki, Org. Başbuğ gibilerinin çizgisi bile artık ABD emperyalistleri için katlanılmaz bir yük olmuştur. “Kâğıt parçası” operasyonunun ve Başbuğ’un karşı tepkisinin anlamı bu çerçevede değerlendirilmelidir. Yoksa şu son operasyona karşı gösterilen tepki ne Başbuğ’u tam bağımsızlıkçı, halkçı ve devrimci yapar ne de zaten Başbuğ’un böyle olmaya niyeti vardır, daha doğrusu siyasal çizgisi ve ufku buna müsaittir.

Ben TSK’nin psikolojik harbi bilmediği görüşüne katılmıyorum. En azından Genelkurmay bu konuda oldukça mahirdir,  bugün ona karşı bu harbi ustalıkla uygulayanların rahle-i tedrisinden geçmiştir. Bugünkü Genelkurmay’ın bilmediği, daha doğrusu beklemediği şey,  şu emperyalizm yanlısı ve işbirlikçisi tutumuna rağmen sistemin efendileri tarafından hedef tahtasına konulabileceği ve köklü bir geri adıma zorlanabileceği ihtimalidir.

Bu durumda bugünkü Genelkurmay dişe diş savaşabilir mi? Onların oyunlarını ortaya çıkarabilir mi? Bu, bir anlamda bindiği dalı kesmek ya da kendi geçmişini inkâr etmek olmaz mı? İşte kariyerler ortada, bu makamlara gelene kadar kat edilen yollar, görev yapılan yerler meydanda… Bütün bunlar bir yana, bugün bile Afganistan’dan Lübnan’a, Somali’ye kadar, kiminle el ele, kola koladır Genelkurmay?

Madem, onların oyunlarını ortaya çıkaracaktır İlker Paşamız ya da öncülü Yaşar Paşamız, o zaman 2007 sonbaharında Dolmabahçe’de Erdoğan ile neler konuşulduğunu açıklamaktan başlasak nasıl olur?

Sonuçta işin özünde kişisellik yok. Mesele Özkök, Büyükanıt, Başbuğ meselesi değil. Ya da sorun Fetullah ya da Tayyip’ten kaynaklanmıyor! Sorunun özünde Türkiye’nin bağımsızlığını yitirmiş olması, emperyalizmin gizli işgali altında bulunması yatıyor. Fetullahlar, Tayyipler, Güller bu gizli işgalin Damat Feritleri, Vahdettinleri, Sait Molları’dır. Safları bellidir.

İlker Başbuğ, bu koşulların Ahmet İzzet Paşası ya da Ahmet Rıza Paşası olacaksa, bu tercihten Türkiye için hiçbir olumlu sonuç çıkmaz.

Günümüzün Mustafa Kemal’i olmak için ise öncelikle Belçika’ya, Washington’a değil, Anadolu’ya bakmak ve güvenmek gerekir.

ABD’ye ve AB’ye hayır demek gerekir.
NATO ve IMF’ye karşı çıkmak gerekir.

Emperyalizm ile işbirliği değil, Mustafa Kemal gibi Türkiye’nin çıkarlarını öne alıp güç odakları arasında denge politikasını ustalıkla uygulamak gerekir.

Sermayeden değil, emekten, yani Türkiye’nin tüm çalışanlarından yana olmak gerekir.

Anamalcı yalan ve talan düzeninden değil, halkçı ve kamucu bir paylaşım ekonomisinden taraf olmak gerekir.

Kısacası “ Yar Yanağından Gayri her şeyin Ortak ” olduğu bir dünya ideali için “ Ya istiklal ya Ölüm ” diyebilmek gerekir.

Bu ise, salt psikolojik savaş vermenin ötesinde bir mücadele azmini ve kararlığını gerektirir.

NATO Paşaları bu kararlılığı gösterebilir mi, Ne dersiniz?

Sevgiler…
Serdar Ant,


https://groups.google.com/forum/#!topicsearchin/liberal-izmirliler/SERDAR$20ANT/liberal-izmirliler/6Fe6lOEIWXY

23 Şubat 2016 Salı

Bill Gates balyoz davasını bitirdi




Bill Gates balyoz davasını bitirdi


16.04.2013 11:28



Vatan Gazetesinden Öge Demirkan'ın haberine göre Yargıtay aşamasında olan Balyoz davasını ilgilendiren çarpıcı bir gelişme yaşandı. 2003'te kaydedildiği iddia edilen Balyoz davası dijital delillerin Calibri fontuyla yazılmasıyla ilgili olarak Microsoft’tan gelen yazıda “Balyoz metninde kullanılan fontu 2007’de piyasaya sürdük.” denildi.

Sanıkların talebiyle daha önce hazırlanan bilirkişi raporlarında, metinde kullanılan ‘calibri fontu’nun Microsoft tarafından 2007 yılında üretildiği, oysa belgelerin 2003’te oluşturulduğu kaydedilmişti. Sanıklar tarafından alınan bu raporlar mahkeme tarafından kabul edilmedi.

Balyoz davası sanıklarından Beyazıt Karataş, Adalet Bakanlığı’na, adil yargılanma hakkının engelendiğini iddia ederek dava açtı. Dava 16. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde 200/376 Esas numarası ile görülmeye başladı. Karataş’ın avukatı Haluk Pekşen bundan sonraki gelişmeyi gazeteye şöyle anlattı: 

“ Darbe planının metni olduğu söylenen belgenin yazıcı çıktıları Microsoft firmasına yollandı. Burada kullanılan yazı karakteri soruldu. Microsoft tarafından bunun Calibri fontu olduğu belirtildi. Ayrıca bu fontun 2007’de piyasaya sürüldüğü ifadesi de yer aldı. Böylece bu belge ‘resmi delil’ statüsü kazandı. TÜBİTAK raporuna göre CD’ler 2003 yılında kapandı. 

Öleyse bu fontun işi ne? 

Bugün Yargıtay 9. Ceza’ya müvekkilimin bırakılması için itirazda bulunacağım.”
Odatv.com

http://www.odatv.com/n.php?n=bill-gates-balyoz-davasini-bitirdi-1604131200



22 Şubat 2016 Pazartesi

İlker Başbuğ'a Gönderilen şok Mektup,




İlker Başbuğ'a Gönderilen şok Mektup,

İlker Başbuğ'a gönderilen şok mektup

HEPAR, BU YAPISI İLE İNANDIRICI OLABİLİR Mİ?






HEPAR, BU YAPISI İLE İNANDIRICI OLABİLİR Mİ?

    



















Serdar ANT

      Hak ve Eşitlik Partisi (HEPAR), kamuoyunda, daha ziyade Genel Başkanı Osman Pamukoğlu ile tanınıyor. Halkımız HEPAR ile ilgili bir tek Osman Pamukoğlu'nu biliyor, denilebilir. Televizyonlara çıkılacaksa Osman Pamukoğlu çıkıyor,
demeç verilecekse Osman Pamukoğlu veriyor, sürekli Osman Pamukoğlu konuşuyor. Lider kuşkusuz önemlidir, hele ki Türk siyasetinde... Ama «tek kişilik ordu» izlenimi vermek HEPAR açısından olumsuz sonuçlar da yaratabilir.

Peki, HEPAR'ın yönetiminde başka isimler yok mu? Onlar neden hiç konuşmuyorlar?

Merak ettim, HEPAR'ın resmi web sitesinde (www.hakveesitlik.org.tr) yer alan Başkanlık Divanı üyelerine bir baktım. İki isim dikkatimi çekti.

Birincisi, «İdari ve Hesap İşlerinden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı» olan Fikri Ecmel Seren... Google'de Fikri Ecmel Seren ile ilgili bir tarama yapıldığında karşınıza « Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Listesi » çıkıyor! Kısacası, eğer bu listedeki isimler doğruysa, Fikri Ecmel Seren bir mason! Ne var ki, İnternette bulduğunuz her bilgiye de güvenmemek gerek. O zaman ya bizzat HEPAR'ın «İdari ve Hesap İşlerinden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı» ya da HEPAR Genel Başkanı Osman Pamukoğlu şu soruyu en kısa zamanda yanıtlamalıdır:

«HEPAR'ın kasasından sorumlu olan kişi gerçekten bir mason mu?»
HEPAR'ın Başkanlık Divanı'nda yer alan kişilerden bir diğeri de «STK ve Meslek Örgütlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı» olan Bahadır Özgün... Bahadır Özgün, www.bahadirozgun.com adresinde yer alan web sitesinde kendi özgeçmişini ve faaliyetleriyle ilgili bilgileri de vermiş. Bahadır Özgün, özgeçmişinde «Halen Bursa'da tekstil imalatı ve ticareti konusunda faaliyette bulunan EBteks Tekstil Sanayi Ticaret Ltd. Şti. firmasında görev yapmaktayım» diyor. Ama EBteks Tekstil Sanayi Ticaret Ltd. Şti.'nin web sitesine (www.ebteks.com) girdiğinizde «About Us» başlığı altında «EBteks is a family company which was established in 1997 by Elif Özgün and Bahadır Özgün», [yani «EBteks, 1997'de Elif Özgün ve Bahadır Özgün tarafından kurulan bir aile şirketidir.» (Çeviri bana ait. S.A)] bilgisiyle karşılaşıyorsunuz. Açıkçası, Bahadır Özgün, EBteks'in çalışanı değil, sahibi! Diğer bir ifadeyle, Bahadır Bey, bir işadamı, bir işveren...

İyi de Bahadır Özgün, özgeçmişinde EBteks'in kurucusu ve sahibi olduğunu neden yazmıyor da sadece bu firmada «görev yapmaktayım» diyor? Şirket sahibi olmak utanılacak bir şey mi? Yoksa Bahadır Özgün'ün işveren kimliği, HEPAR'ın «hak» ve «eşitlik» anlayışı ve söylemiyle çelişiyor mu? Eğer öyleyse, Bahadır Özgün neden HEPAR üst yönetiminde?

Bahadır Özgün, özgeçmişinde
«Bursa'ya yerleşmem sonrası üyesi olduğum Bursa GESİAD'ın (Genç Sanayici İşadamları ve Yöneticileri Derneği ) 7 yıl süre ile sırasıyla Başkan Yardımcılığı ve Genel Sekreterliği görevlerini yürüttükten sonra, 20 Ocak 2009 tarihindeki Genel Kurul seçimlerinde Yönetim Kurulu Başkanlığı görevine seçildim»
dediğine göre, işadamlığında utanılacak bir şey olmasa gerek...

Görüldüğü gibi, HEPAR'ın «STK ve Meslek Örgütlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı» olan Bahadır Özgün, aynı zamanda Bursa Genç İşadamları ve Yöneticiler Derneği'nin Yönetim Kurulu Başkanı... Bahadır Bey'i yakında TÜSİAD üyesi olarak da görür müyüz acaba?

Ama Bahadır Özgün, bir işveren olmasına rağmen, «hayır» işlerinden de uzak durmamış. Siyasete atılıp vatana, millete hizmete soyunmadan önce, bir «LEO» (yani «genç LIONS» ) olarak yıllarca canla başla çalışmış, hizmet etmiş! Özgeçmişinde bu faaliyetlerini de saymış Bahadır Özgün:
«Askerlik sonrası sistemi ve çalışmalarını yakından tanımak amacı ile girdiğim LIONS derneklerinin gençlik teşkilatı olarak tanımlayabileceğim LEO kulüplerinden Ankara Keçiören LEO Kulübünün kurucu asbaşkanlığı ve ardından başkanlığı görevinde bulundum. Daha sonra 118-U bölgesi olarak tanımlanan o süreçte tüm Anadolu'da bulunan LEO Kulüplerinin üst yönetimini (District ) kurup, Kurucu Genel Başkanlığı görevine seçimle geldim. Görev sürem sonunda Lions derneklerine veda ettim.»
Merak eden LEO ve LIONS oluşumlarının ne olduğunu, ne yaptıklarını, nasıl bir geçmişe sahip olduklarını ve bu bağlamda masonlukla ilişkisini araştırır, öğrenir. Belki de LEO Kulüpleri'nin Üst Yönetimi'nde yıllarca görev yapmış olan Bahadır Özgün, kamuoyunu bu konuda aydınlatır!

Daha gençlik yıllarından sivil toplum örgütleriyle çok ilgili olduğu anlaşılan ve bugün de bir «meslek örgütü» olarak Bursa GESİAD'ın Başkanı olan Bahadır Özgün, özgeçmişinden anlaşıldığı kadarıyla çok yönlü ve özgün bir kişi... Örneğin ırkçı milliyetçiliğin tanınmış isimlerinden Hüseyin Nihal Atsız hakkında sitesinde şu yorumu yapmış:
«Bilgi birikimi, fikirleri ve yaşam görüşü hakkında birçok farklı görüş var olan Hüseyin Nihal Atsız'ın fikirleri ne olursa olsun eserleri mutlaka okunmalıdır. Çünkü eserlerinde bir milletin bayrağa, toprağa, ana-baba'ya, sevgiye ve sevgiliye, ahlak'a, kısaca tüm hayata bakışını anlatıyor Nihal Atsız. Başkalarını bilmem ama ben onu okurken zaman zaman gözyaşlarıma hâkim olamayıp hayata başka bir boyuttan bakıyorum. Acaba ben katıksız bir Türk müyüm? Mutlaka ki HAYIR... Peki, neden okuduğumda bu kadar etkilenmem? Hüseyin Nihal Atsız'ın kalem gücünden tabii ki ama bir de TÜRKLÜK olgusu var! Bence TÜRKLÜK olgusu bir RUH... Ve bence bu bir etnik kimlik değildir. TÜRKLÜK manevi bir olgudur.» (Cümle düşüklükleri ve yazım yanlışları bana ait değil. S.A)
Bu yazının konusu Nihal Atsız'ı tartışmak değil. Bahadır Özgün ya da bir başkası Nihal Atsız'ın görüşlerini de beğenebilir, benimseyebilir. Bu da anlaşılabilir bir şey... Ama Bahadır Özgün, madem «TÜRKLÜK olgusu bir RUH... Ve bence bu bir etnik kimlik değildir. TÜRKLÜK manevi bir olgudur.» diye düşünüyor, o zaman sahibi olduğu EBteks Tekstil Sanayi Ticaret Ltd.Şti.'nin resmi web sitesi neden İngilizce hazırlanmış? Denilecektir, «işte biz ihracat yapan bir şirketiz, hedef kitlemiz yabancılar, onun için tanıtım da yabancı dilde...» İyi de aynı web sitesinin bir de Türkçe ara yüzünü hazırlatmak bu kadar mı zor, bu kadar mı maliyetli bir şey!

Yazının başında HEPAR adına sürekli Osman Pamukoğlu'nun konuşmasının kamuoyunda « Tek Kişilik Ordu » izlenimi yaratarak HEPAR açısından olumsuz sonuçları olabileceğini söylemiştim. Ama Bahadır Özgün ya da Fikri Ecmel Esen gibi Genel Başkan Yardımcıları da HEPAR adına çıkıp konuşsalar, acaba daha « olumlu » sonuçlar alınabilir mi? Ya da soruyu şöyle soralım. Acaba « vitrinde » hep Osman Pamukoğlu'nun görünmesinin nedeni, HEPAR üst yönetiminde yer alan bazı isimlerin kimi niteliklerinin ve geçmişlerinin, partinin « Hak » ve « Eşitlik » söylemi ve birçok sosyoekonomik vaadi ile bir çelişki oluşturması mı?

HEPAR bu yapısı ile inandırıcı olabilir mi, ne dersiniz?


Serdar ANT


.