24 Haziran 2016 Cuma

Amerika Fransa’ya Nükleer Saldırı Yapmayı mı Planladı?


Amerika Fransa’ya Nükleer Saldırı Yapmayı mı Planladı?



Yazar: Ümit Özdağ
15 OCAK 2015 PERŞEMBE


         Rusya’nın Kırım yarımadasını işgal etmesinden sonra uluslararası ilişkilerde çok duyulmayan bir kavram olan 3. Dünya Savaşı kavramı daha sık duyulmaya başlandı. Hatta batı ekonomisinin 2008’den buyana devam eden krizi aşmak için bir dünya savaşına ihtiyaç duyduğu şeklinde analizlerin yaygınlaştığı görülüyor. Örneğin Reuters haber ajansına konuşan Global Network Against Weapons in Space adlı kuruluşun sözcüsü Bruce Gagnon ABD Uzak Komutanlığı’nın 2016’da Çin ve Rusya’ya ilk nükleer darbeyi vurmayı planladığını söylüyor.[1] Amerikan Deniz Akademisi hocalarından Professor Nikolas Gvosdev Ukrayna’daki gerilim ile 1914’de Birinci Dünya Savaşı öncesinde süreci birbirine benzetiyor.[2] Eski Sovyet lideri M. Gorbaçov Ukrayna savaşının 3. Dünya Savaşına yol açabileceğini ileri sürüyor.[3] Eski Amerikan Hazine Bakan yardımcısı ve Wal Street Journal’ın editörlerinden  Dr. Paul Craig Roberts, ABD’nin kendisini beğenmiş politikalarının Rusya’yı ABD’ye itaat etmek ile savaş arasında bir tercih yapmaya zorladığını ileri sürüyor.[4] Radikal filozof Naom Chomsky, Ukrayna gerilimin nükleer savaşa yol açabileceğini ifade ediyor.[5] Bu ve benzer yorumların sayısını artırmak çok kolay. Ancak bu yorumlardan hiç birisi 9 Ocak 2015’de Shepard Ambellas isimli Amerikalı gazeteci, film yapımcısı ve alternatif bir bilgi kaynağı olan Intellihub’un yöneticisi sitesine koyduğu “Admin to stage war with Russia, plans nuclear false flag in France to kick it off” başlıklı haber kadar çarpıcı değil. Ancak 2 gün sonra bu hikaye siteden “gösterilen kaynaklardan birisinin doğrulanmadığı” gerekçesi ile geri çekildi. Aşağıda mükemmel bir komplo teorisi gibi görünen bu hikayenin Türkçesini, kaynaklarının ve anlamının sorgulanmasını okuyacaksınız. Metinde bana ait bölümler siyah ile yazılmış, Shepard Ambellas haberinden tercüme edilen bölümler ise kırmızıdır.
         “6 Aralık 2014 sabah erken saatlerde Fransa Cumhurbaşkanı Hollande Paris'e giderken esas uçuş planını değiştirdi ve Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’den Vnukova Uluslararası Havalanındaki Faraday cemberine alınmış olan bina acil ve özel bir görüşme yapmak isteyerek Rusya’ya uçtu.  (Kaynak: Hollande to meet Putin in surprise Moscow visit: reports—Deutsche Welle; Kaynağın doğruluğunu kabul edebiliriz. Uluslararası saygınlığı olan bir kaynak. Üstelik sadece Deutsch Welle değil, başka haber ajansları da haberi veriyor.)
         Ancak burada okuyucuya bildirilmeyen husus Fransız Cumhurbaşkanı Hollande’nin Kazakistan’dan Paris’e uçarken Moskova’ya uçağını yönelttiğidir. Üstelik bu uluslararası ilişkilerde kullanılan bir yoldur. Bir çok başbakan veya cumhurbaşkanı uçak havalandıktan sonra bu yola başvurmaktadır. Fransa için de bir uçuş sırasında Paris’e yönelmek ile Kazakistan’dan kalkıp Moskova üzerinden uçarken Moskova’ya inmek çok farklı iki haber ve anlam taşır. Yazıyı yazan bilinçli bir şekilde Hollande’nin Kazakistan’dan döndüğünü gizlemiştir. (Haber kaynağım:
 http://www.lemonde.fr/europe/article/2014/12/06/rencontre-imprevue-entre-hollande-et-poutine-a-l-aeroport-de-moscou_4535783_3214.html   )
         Moskova’ya ulaştığında “belirgin şekilde perişan görünen” Fransız Cumhurbaşkanı korumaları ve kurmayları ile birlikte hızla Vnukovo Havaalanının 2. Terminalinde bulunan ve elektronik ve uydu dinlemesine karşı güvenli olan sağır odaya Rus Başkanı Vladimir Putin ile görüşmek üzere girdi. (Hollande’nin perişan göründüğünü herhalde Rus bir kaynak söylüyor ancak bu bilgi doğrulayıcı açık kaynaklarda hiçbir bilgi bulmak mümkün değil.Habere dramatik bir boyut katmak amacı ile eklenmiş bir makyaj bilgi olabilir.Üstelik Le Monde gazetesindeki fotoğraf böyle bir bitkinlik göstermemektedir.)
         Putin ve güvenlik danışmanları ulaştığında Fransız Cumhurbaşkanı Hollanda Putin’e Fransız Savunma Bakanlığı tarafından elde edilen Fransa’ya yapılması planlanan bir nükleer saldırı ile ilgili şok edici detayları paylaştı. Hollande, Obama Yönetiminin Fransa’ya bir nükleer saldırı düzenlemeyi ve bunu Rus saldırısı gibi göstermeyi planladığını aktardı.(Bunun teknolojik olarak mümkün olduğunu konu uzmanları söyledi. Radarda yapılacak bir manipulasyon ile saldırının ABD’den değil, Rusya’dan geldiği etkisini-iz oluşturarak- yaratmak mümkünmüş.) Fransız Cumhurbaşkanı ABD’nin bu saldırıyı Rusya ile savaş için bir neden olarak kullanacağı korkusunun altını çizdi. Hollande, Rusya’nın ABD nükleer saldırısına nükleer saldırı ile cevap vermesinin 3. Dünya Savaşını çıkaracağını söyleyerek, Rusya’nın bu saldırıya cevap vermemesini rica etti.
         Konuşmanın içeriğinin nereden geldiği konusunda herhangi bir kaynak verilmemiş. Oysa Le Monde ve diğer Fransız gazetelerinde görüşmelerin konusunun Ukrayna olduğu haberi var. Hollande Putin’den Ukrayna’da gerilimin düşmesi için önce bazı açıklamalarda bulunmasını sonra bazı adımlar atmasını rica ediyor. Putin de Fransa’nın konuya ilgi göstermesinden memnuniyetini dile getiriyor. Üstelik toplantıdan sonra her iki lider ayrı ayrı basın toplantısı yapıyorlar.  
         Halen açık olmayan husus Fransız Cumhurbaşkanının  Rusya’ya karşı başlatılması planlanan saldırıya Rusya’nın cevap vermesini engellemek için Obama ile işbirliği içinde ikili oynayıp oynamadığı. Bununla birlikte şimdilik bütün belirtiler Obama Yönetiminin planladığı saldırının bütün insanlığı dramatik şekilde tehlikeye atacağı.(Fransız Cumhurbaşkanı’nın neden ikili oynadığının sorgulanmasına neden olacak bir veri yok.)
         Raporlara göre bu toplantıdan sonra Putin derhal gelişmiş  S-400 ve Pantsir-S 1 karadan havaya füze sistemlerinin ve bir Kasta radar sisteminin Moskova’nın savunmasını güçlendirmek amacı ile şehrin etrafına yerleştirilmesi emrini verdi. (Kaynak: Reuters, 8 Aralık 2014 Russia displays air defense systems amid Ukraine tensions)
         Esasen komplo teorisinin kalbi bu bilgi. Komplo teorisini ortaya atan bu somut veri etrafında bir olaylar ağı kurguluyor. Oysa, bu şekli ile Hollande’ın ziyareti ile Moskova’nın etrafına füze savunma sistemlerinin yerleştirilmesi arasında herhangi bir bağ yok.
         Şok edici toplantı Amerikan Temsilciler Meclisi’nin H.R. 758 ile Rusya ile savaş yolunu açmasından bir gün sonra gerçekleşmişti. Aslında yapbozun anahtar parçası Global Research adlı web sitesinde Prof Michel Chossudovsky büyük ölçüde çözmüştü. Michel Chossudovsky şöyle demektedir: “Amerika sefere hazır. Pentagon 10 seneden beri 3. Dünya Savaşı senaryosu üzerinde çalışırken, şimdi Rusya’ya karşı bir askeri harekat operasyonel seviyede hazırlandı. Keza hem Senato hem Temcilciler Meclisi Rusya’ya karşı bir savaş başlatmanın meşruluğunu sağlayacak yasal düzenlemeyi yaptılar. Söz konusu olan “Soğuk Savaş” değil. Soğuk Savaş döneminin güvencelerinden hiçbirisi geçerli değil. Doğu-Batı arasındaki diplomaside yoğun savaş propagandasından dolayı bir kopma yaşanıyor. Diğer yandan Birleşmiş Milletler Batılı askeri ittifak tarafından işlenen yaygın savaş suçlarına gözlerini kapatıyor. 4 Aralık’ta Amerikan Temsilciler Meclisi’nin önemli bir kanuni düzenlemeyi (H.Res. 758) kabul etmesi ile (Senato’nun da onayını beklemektedir) Amerikan Başkanı'na ve başkomutana Kongre’nin onayı olmadan Rusya ile askeri çatışmaları başlatma yetkisi vermektedir. Küresel güvenlik tehlikededir. Yüz milyonlarca insanın yaşamlarını etkileyecek bu tarihi oylama medya tarafından izlenmemiştir. Tam bir medya karartması hakimdir. Dünya tehlikeli bir yol ayrımındadır. Moskova ABD-NATO tehdidine cevap vermiştir. Sınırları tehdit edilmektedir. 3 Aralık’ta Rusya Savunma Bakanlığı bir savaş durumunda yönetimi devralacak yeni bir askeri-politik yapının kuruluşunu açıklamıştır.”
         Burada verilen kaynak uluslararası ilişkilerde alternatif ve muhalif olarak tanınan Kanada merkezli www.globalresearch.ca adlı sitede 5 Aralık’ta yani Hollande’ın Rusya’ya seyahetinden bir gün önce yayınlanan “America is on a “Hot War Footing”: House Legislation Paves the Way for War with Russia?” adlı yazısıdır. Prof Michel Chossudovsky, Ottowa Üniversitesinde ekonomi profesörü ve sitenin kurucularından birisidir. Akademik geçmişi ve siyasal  deneyimleri bu kişiyi ciddiye alınması gereken bir kaynak haline getirmektedir. 
  
          Ancak Prof. Chossudovsky ne kadar yetkin olur ise olsun yorumladığı  Karar 758 gerçekten Rusya’yı sert bir şekilde eleştirmekle birlikte Amerikan Başkanı'na Rusya’ya Kongre’nin onayı olmadan savaş açma yetkisi vermemektedir. Esasen bu Amerikan Anayasası'na da aykırı olacağı için verilmesi mümkün değildir.
         Kongre üyesi Ron Paul H.R. 758 ile ilgili derin endişelerini ifade etmiş, kararın “ihtiyatsız” ve Rusya’ya savaş ilan eden bir karar olduğunu iddia etmiştir. Paul, Kongre’nin neo-conların dahi yüzünü kızartacak bir savaş propagandası yaptığı söyleyerek alay etmiş ve Kongre’yi Rusya ile tamamen imha ile bitecek 3. Dünya Savaşı’nın tahrik etmek ile suçlamıştır. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal ettiğinin herhangi bir kanıtının ortaya koyulamadığı iddia edilmiştir. Aksine Amerikan Dış İşleri Bakanlığı yetkililerinin tapelerinin Ukrayna’daki Amerikan Büyükelçisi'nin hükümeti devirmek için girişimde bulunduğu ve Amerikan Dış İşleri Bakan yardımcısı Victoria Nuland’ın Ukrayna’da rejim değişikliği için 5 milyon Dolar harcandığını söyleyerek övündüğü Inquisitr tarafından aktarılmıştır. Paul, “Karar 3. Dünya Savaşının yolunu açmaktan başka bir şey değildir” diye devam etmiştir. (Kaynak: World War 3: U.S. Congress ‘Declares War’ On Vladimir Putin And Russia Over Ukraine, Claims Ron Paul — Inquisitr)
         Amerikan Kongre Üyesi Ron Paul karar 758’i sert bir dille eleştirmiştir. Ancak onun eleştirisinde de Amerikan Anayasası'nın ihlal edilerek Başkan Obama’ya Rusya’ya Kongre’den yetki almadan savaş ilan etme yetkisi verdiğine dair bir eleştiri yok. Ve haberin en son paragrafı gerçekten çok kötü bir komplo teorisi ile bitmektedir:
        “Daha da kötüsü, “Rusya yanlısı bir gazete MH17 sayılı uçuşu yapan uçağın Vladimir Putin’e suikast yapmak amacı ile vurulduğunu ve bunun Ukrayna krizini sona erdirmek için bazı eski Amerikalı yetkililer tarafından önerildiğini iddia etmiştir. Aynı zamanda Putin, batı dünyasının ekonomik ambargo ile Rusya’yı imha etmeyi amaçlandığını ileri sürmektedir.”
         Makale burada sona eriyor. İlk bakışta nefes kesecek kadar heyecan verici bir haberin kısa bir kaynak kontrolu yaptıktan sonra aslında ne kadar çürük olduğu meydana çıkıyor. Bu haberi bu şekilde ayrıntılı ele almamızın nedeninin internette her gün bu tür bir çok komplo teorisinin dolaşması ve insanların genellikle okuyup inanarak geçmesidir. Oysa, okuyup inanmak yerine yapılması gereken sorgulamak olmalıdır.   

Haberin İngilizce Orijinal Metni

FRENCH PRESIDENT FRANÇOIS HOLLANDE CALLED FOR EMERGENCY MEETING WITH RUSSIAN PRESIDENT VLADIMIR PUTIN, WARNING PUTIN OF AN IMPENDING NUCLEAR ATTACK ON FRANCE THAT WOULD BE BLAMED ON RUSSIA
BY SHEPARD AMBELLAS (INTELLIHUB) — Saturday, Dec. 6, 2014, early in the morning, French President Hollande, on route to Paris, deviated his original flight plan, requesting Moscow for an immediate and urgent private meeting with Russian President Vladimir Putin in a Faraday building on site at Vnukovo International Airport (VIA).
Upon arrival the “visibly distraught” French President, along with his security and staff, were quickly ushered into a “safe room” located in VIA’s Terminal 2 for a secure meeting with Russian President Vladimir Putin, free of any electronic or satellite surveillance.Once Putin and his security entourage arrived, French President Hollande gave Putin shocking details obtained by the French Ministère de la Défense (DGSE) of a planed nuclear false flag attack on France, to be staged by the Obama Administration, that would be blamed on Russia, according to at least one report. The French President went on to highlight his fears that outcome of this attack would give the U.S. grounds to go to war with Russia.Hollande further expressed concern that Russia would retaliate against the U.S. via nuclear strike, possibly kicking of World War III, pleading for Putin not to retaliate.However, at this time it is unclear if the French President is working in tandem with the Obama regime on the planned staged attack in an attempt to thwart Russia from retaliating against the U.S.. Although at this time all indications show that the planned false flag attack by the Obama Administration may be genuine and drastically dangerous for all inhabitants of the world. Reports conclude, after the rushed meeting took place, Putin ordered the immediate deployment of advanced “S-400 ‘Triumph’ and Pantsir-S1 surface-to-air missile systems”, as well a “Kasta radar station” into Moscow strengthening the city’s defense capabilities. Shockingly this meeting came only one day after U.S. House legislation (H.R. 758) paved the way for war with Russia. In fact a key piece of the puzzle was reported by Global Research’s Prof Michel Chossudovsky reading in part: “  America is on a war footing.  While, a World War Three Scenario has been on the drawing board of the Pentagon for more than ten years, military action against Russia is now contemplated at an “operational level”. Similarly, both the Senate and the House have introduced enabling legislation which provides legitimacy to the conduct of a war against Russia.We are not dealing with a “Cold War”. None of the safeguards of the Cold War era prevail. There has been a breakdown in East-West diplomacy coupled with extensive war propaganda. In turn the United Nations has turned a blind eye to extensive war crimes committed by the Western military alliance.  The adoption of a major piece of legislation by the US House of Representatives on December 4th (H. Res. 758)  would provide (pending a vote in the Senate) a de facto green light to the US president and commander-in-chief to initiate –without congressional approval– a process of military confrontation with Russia. 
Global security is at stake. This historic vote –which potentially could affect the lives of hundreds of millions of people Worldwide– has received virtually no media coverage. A total media blackout prevails.   The World is at a dangerous crossroads. Moscow has responded to US-NATO threats. Its borders are threatened.  On December 3, the Ministry of Defence of the Russian Federation announced the inauguration of a new military-political entity which would take over in the case of war.
U.S. Congressman Ron Paul expressed his deep concern about H.R. 758, claiming the resolution is “reckless” and essentially declares war on Russia.
Paul derides the legislation as “war propaganda that should have made even neocons blush,” and scolds the House for provoking World War 3 “with Russia that could result in total destruction.” It’s claimed that no evidence of a Russian invasion of Ukraine has been offered, and instead highlights “the tapes of state department officials plotting with the U.S. Ambassador in Ukraine to overthrow the government, which includes “U.S. Assistant Secretary of State Victoria Nuland bragging that the U.S. spent $5 billion on regime change in Ukraine.”, as reported by the Inquisitr. Paul went on to say ‘the resolution does nothing more than pave the way for WWIII’.
To make matters worse a “pro-Russian newspaper is claiming that Flight MH17 was shot down in an attempt to assassinate Vladimir Putin, an idea that has been seriously proposed as a solution to the Ukraine crisis by former U.S. government officials. Meanwhile, Vladimir Putin claims sanctions by the western world are an attempt to destroy Russia.”, reported the Inquisitr.

H/T: Texas101
Other Sources
Hollande to meet Putin in surprise Moscow visit: reports — DW
Russia displays air defense systems amid Ukraine tensions — Yahoo News
World War 3: U.S. Congress ‘Declares War’ On Vladimir Putin And Russia Over Ukraine, Claims Ron Paul — Inquisitr
France Warns Russia of U.S. False Flag Nuke Attack in Urgent Meeting — YouTube
About the author:
shepard bio photoShepard Ambellas is the founder, editor-in-chief of Intellihub News and the maker of SHADE the Motion Picture. You can also find him on Twitter and Facebook. Shepard also appears on the Travel Channel series America Declassified. You can also listen to him on Coast To Coast AM with hosts, both, George Noory on “Chemtrails” and John B. Wells on the “Alternative Media Special“. Shepard Ambellas has also been featured on the Drudge Report, the largest news website in the entire world, for his provocative coverage of the Bilderberg Group.
For media inquires, interviews, questions or suggestions for this author, email:shepard@intellihub.com.

Bill Text
113th Congress (2013-2014)
H.RES.758.IH
H.RES.758 — Whereas upon entering office in 2009, President Barack Obama announced his intention to `reset’ relations with the Russian Federation, which was described by former United States Ambassador… (Introduced in House – IH)
HRES 758 IH
113th CONGRESS
2d Session
H. RES. 758
Strongly condemning the actions of the Russian Federation, under President Vladimir Putin, which has carried out a policy of aggression against neighboring countries aimed at political and economic domination.
IN THE HOUSE OF REPRESENTATIVES
November 18, 2014
Mr. KINZINGER of Illinois submitted the following resolution; which was referred to the Committee on Foreign Affairs
RESOLUTION
Strongly condemning the actions of the Russian Federation, under President Vladimir Putin, which has carried out a policy of aggression against neighboring countries aimed at political and economic domination.
Whereas upon entering office in 2009, President Barack Obama announced his intention to `reset’ relations with the Russian Federation, which was described by former United States Ambassador to Russia Michael McFaul as a policy to `engage with Russia to seek agreement on common interests’, which included the negotiation of the Strategic Arms Reduction Treaty (New START) in which the United States agreed to major reductions in its nuclear forces;
Whereas the Russian Federation has responded to this policy with openly anti-American rhetoric and actions and with armed aggression against United States allies and partner countries, including Ukraine and the Republic of Georgia;
Whereas the Russian Federation has subjected Ukraine to a campaign of political, economic, and military aggression for the purpose of establishing its domination over the country and progressively erasing its independence;
Whereas the Russian Federation’s invasion of, and military operations on, Ukrainian territory represent gross violations of Ukraine’s sovereignty, independence, and territorial integrity and a violation of international law, including the Russian Federation’s obligations under the United Nations Charter;
Whereas the Russian Federation’s forcible occupation and illegal annexation of Crimea and its continuing support for separatist and paramilitary forces in eastern Ukraine are violations of its obligations under the 1994 Budapest Memorandum on Security Assurances, in which it pledged to respect the independence and sovereignty and the existing borders of Ukraine and to refrain from the threat or use of force against the territorial integrity or political independence of Ukraine;
Whereas the Russian Federation has provided military equipment, training, and other assistance to separatist and paramilitary forces in eastern Ukraine that has resulted in over 4,000 civilian deaths, hundreds of thousands of civilian refugees, and widespread destruction;
Whereas the Ukrainian military remains at a significant disadvantage compared to the armed forces of the Russian Federation in terms of size and technological sophistication;
Whereas the United States strongly supports efforts to assist Ukraine to defend its territory and sovereignty against military aggression by the Russian Federation and by separatist forces;
Whereas the terms of the ceasefire specified in the Minsk Protocol that was signed on September 5, 2014, by representatives of the Government of Ukraine, the Russian Federation, and the Russian-backed separatists in the eastern area of the Ukraine have been repeatedly violated by the Russian Federation and the separatist forces it supports;
Whereas separatist forces in areas they controlled in eastern Ukraine prevented the holding of elections on May 25, 2014, for a new President of Ukraine and on October 26, 2014, for a new Rada, thereby preventing the people of eastern Ukraine from exercising their democratic right to select their candidates for office in free and fair elections;
Whereas, on November 2, 2014, separatist forces in eastern Ukraine held fraudulent and illegal elections in areas they controlled for the supposed purpose of choosing leaders of the illegitimate local political entities they have declared;
Whereas the Russian Federation has recognized the results of the illegal elections and continues to provide the military, political, and economic support without which the separatist forces could not continue to maintain their areas of control;
Whereas the reestablishment of peace and security in Ukraine requires the full withdrawal of Russian forces from Ukrainian territory, the resumption of the government’s control over all of the country’s international borders, the disarming of the separatist and paramilitary forces in the east, an end to Russia’s use of its energy exports and trade barriers to apply economic and political pressure, and an end to Russian interference in Ukraine’s internal affairs;
Whereas Malaysia Airlines Flight 17, a civilian airliner, was destroyed by a Russian-made missile provided by the Russian Federation to separatist forces in eastern Ukraine, resulting in the loss of 298 innocent lives;
Whereas the Russian Federation has used and is continuing to use coercive economic measures, including the manipulation of energy prices and supplies, as well as trade restrictions, to place political and economic pressure on Ukraine;
Whereas military forces of the Russian Federation and of the separatists it controls have repeatedly violated the terms of the ceasefire agreement announced on September 5, 2014;
Whereas the Russian Federation invaded the Republic of Georgia in August 2008, continues to station military forces in the regions of Abkhazia and South Ossetia, and is implementing measures intended to progressively integrate these regions into the Russian Federation;
Whereas the Russian Federation continues to subject the Republic of Georgia to political and military intimidation, economic coercion, and other forms of aggression in an effort to establish its control of the country and to prevent Georgia from establishing closer relations with the European Union and the United States;
Whereas the Russian Federation continues to station military forces in the Transniestria region of Moldova;
Whereas the Russian Federation continues to provide support to the illegal separatist regime in the Transniestria region of Moldova;
Whereas the Russian Federation continues to subject Moldova to political and military intimidation, economic coercion, and other forms of aggression in an effort to establish its control of the countries and to prevent efforts by Moldova to establish closer relations with the European Union and the United States;
Whereas under the terms of the Intermediate-Range Nuclear Forces Treaty (INF), a flight-test or deployment of any INF-banned weapon delivery vehicle by the Russian Federation constitutes a violation of the INF Treaty;
Whereas, on July 29, 2014, the United States Department of State released its report on the Adherence to and Compliance with Arms Control, Nonproliferation, and Disarmament Agreements and Commitments, as required by Section 403 of the Arms Control and Disarmament Act, for calendar year 2013, which found that, `[t]he United States has determined that the Russian Federation is in violation of its obligations under the INF Treaty not to possess, produce, or flight-test a ground-launched cruise missile (GLCM) with a range capability of 500 km to 5,500 km, or to possess or produce launchers of such missiles’;
Whereas according to reports, the Government of the Russian Federation has repeatedly engaged in the infiltration of, and attacks on, computer networks of the United States Government, as well as individuals and private entities, for the purpose of illicitly acquiring information and disrupting operations, including by supporting Russian individuals and entities engaged in these actions;
Whereas the political, military, and economic aggression against Ukraine and other countries by the Russian Federation underscores the enduring importance of the North Atlantic Treaty Organization (NATO) as the cornerstone of collective Euro-Atlantic defense;
Whereas the United States reaffirms its obligations under the North Atlantic Treaty, especially Article 5 which states that `an armed attack against one or more’ of the treaty signatories `shall be considered an attack against them all’;
Whereas the Russian Federation is continuing to use its supply of energy as a means of political and economic coercion against Ukraine, Georgia, Moldova, and other European countries;
Whereas the United States strongly supports energy diversification initiatives in Ukraine, Georgia, Moldova, and other European countries to reduce the ability of the Russian Federation to use its supply of energy for political and economic coercion, including the development of domestic sources of energy, increased efficiency, and substituting Russian energy resources with imports from other countries;
Whereas the Russian Federation continues to conduct an aggressive propaganda effort in Ukraine in which false information is used to subvert the authority of the legitimate national government, undermine stability, promote ethnic dissension, and incite violence;
Whereas the Russian Federation has expanded the presence of its state-sponsored media in national languages across central and western Europe with the intent of using news and information to distort public opinion and obscure Russian political and economic influence in Europe;
Whereas expanded efforts by United States international broadcasting across all media in the Russian and Ukrainian languages are needed to counter Russian propaganda and to provide the people of Ukraine and the surrounding regions with access to credible and balanced information;
Whereas the Voice of America and Radio Free Europe/Radio Liberty (RFE/RL), Incorporated continue to represent a minority market share in Ukraine and other regional states with significant ethno-linguistic Russian populations who increasingly obtain their local and international news from Russian state-sponsored media outlets;
Whereas the United States International Programming to Ukraine and Neighboring Regions Act of 2014 (Public Law 113-96) requires the Voice of America and RFE/RL, Incorporated to provide programming content to target populations in Ukraine and Moldova 24 hours a day, 7 days a week, including at least 8 weekly hours of total original video and television content and 14 weekly hours of total audio content while expanding cooperation with local media outlets and deploying greater content through multimedia platforms and mobile devices; and
Whereas Vladimir Putin has established an increasingly authoritarian regime in the Russian Federation through fraudulent elections, the persecution and jailing of political opponents, the elimination of independent media, the seizure of key sectors of the economy and enabling supporters to enrich themselves through widespread corruption, and implementing a strident propaganda campaign to justify Russian aggression against other countries and repression in Russia, among other actions: Now, therefore, be it
Resolved,
That the House of Representatives–
(1) strongly supports the efforts by President Poroshenko and the people of Ukraine to establish a lasting peace in their country that includes the full withdrawal of Russian forces from its territory, full control of its international borders, the disarming of separatist and paramilitary forces eastern Ukraine, the adoption of policies to reduce the ability of the Russian Federation to use energy exports and trade barriers as weapons to apply economic and political pressure, and an end to interference by the Russian Federation in the internal affairs of Ukraine;
(2) affirms the right of Ukraine, Georgia, Moldova, and all countries to exercise their sovereign rights within their internationally recognized borders free from outside intervention and to conduct their foreign policy in accordance with their determination of the best interests of their peoples;
(3) condemns the continuing political, economic, and military aggression by the Russian Federation against Ukraine, Georgia, and Moldova and the continuing violation of their sovereignty, independence, and territorial integrity;
(4) states that the military intervention by the Russian Federation in Ukraine–
(A) is in breach of its obligations under the United Nations Charter;
(B) is in violation of the 1994 Budapest Memorandum on Security Assurances in which it pledged to respect the independence, sovereignty, and existing borders of Ukraine and to refrain from the threat of the use of force against the territorial integrity or political independence of Ukraine; and
(C) poses a threat to international peace and security;
(5) calls on the Russian Federation to reverse its illegal annexation of the Crimean peninsula, to end its support of the separatist forces in Crimea, and to remove its military forces from that region other than those operating in strict accordance with its 1997 agreement on the Status and Conditions of the Black Sea Fleet Stationing on the Territory of Ukraine;
(6) calls on the President to cooperate with United States allies and partners in Europe and other countries around the world to refuse to recognize the illegal annexation of Crimea by the Russian Federation;
(7) calls on the Russian Federation to remove its military forces and military equipment from the territory of Ukraine, Georgia, and Moldova, and to end its political, military, and economic support of separatist forces;
(8) calls on the Russian Federation and the separatist forces it controls in Ukraine to end their violations of the ceasefire announced in Minsk on September 5, 2014;
(9) calls on the President to cooperate with United States allies and partners in Europe and other countries around the world to impose visa bans, targeted asset freezes, sectoral sanctions, and other measures on the Russian Federation and its leadership with the goal of compelling it to end its violation of Ukraine’s sovereignty and territorial integrity, to remove its military forces and equipment from Ukrainian territory, and to end its support of separatist and paramilitary forces;
(10) calls on the President to provide the Government of Ukraine with defense articles, services, and training required to effectively defend its territory and sovereignty;
(11) calls on the President to provide the Government of Ukraine with appropriate intelligence and other relevant information to assist the Government of Ukraine to defend its territory and sovereignty;
(12) calls on North Atlantic Treaty Organization (NATO) allies and United States partners in Europe and other nations around the world to suspend all military cooperation with Russia, including prohibiting the sale to the Russian Government of lethal and non-lethal military equipment;
(13) reaffirms the commitment of the United States to its obligations under the North Atlantic Treaty, especially Article 5, and calls on all Alliance member states to provide their full share of the resources needed to ensure their collective defense;
(14) urges the President, in consultation with Congress, to conduct a review of the force posture, readiness, and responsibilities of United States Armed Forces and the forces of other members of NATO to determine if the contributions and actions of each are sufficient to meet the obligations of collective self-defense under Article 5 of the North Atlantic Treaty and to specify the measures needed to remedy any deficiencies;
(15) urges the President to hold the Russian Federation accountable for violations of its obligations under the Intermediate-Range Nuclear Forces (INF) Treaty and to take action to bring the Russian Federation back into compliance with the Treaty;
(16) urges the President to conduct a review of the utility of the INF Treaty in securing United States interests and the consequences for the United States of withdrawing from the Treaty if the Russian Federation does not return to compliance with its provisions;
(17) calls on Ukraine, the European Union, and other countries in Europe to support energy diversification initiatives to reduce the ability of the Russian Federation to use its supply of energy as a means of applying political and economic pressure on other countries, including by promoting increased natural gas and other energy exports from the United States and other countries;
(18) urges the President to expedite the United States Department of Energy’s approval of liquefied natural gas exports to Ukraine and other European countries;
(19) calls on the President and the United States Department of State to develop a strategy for multilateral coordination to produce or otherwise procure and distribute news and information in the Russian language to countries with significant Russian-speaking populations which maximizes the use of existing platforms for content delivery such as the Voice of America and Radio Free Europe/Radio Liberty (RFE/RL), Incorporated, leverages indigenous public-private partnerships for content production, and seeks in-kind contributions from regional state governments;
(20) calls on the United States Department of State to identify positions at key diplomatic posts in Europe to evaluate the political, economic, and cultural influence of Russia and Russian state-sponsored media and to coordinate with host governments on appropriate responses;
(21) calls upon the Russian Federation to seek a mutually beneficial relationship with the United States that is based on respect for the independence and sovereignty of all countries and their right to freely determine their future, including their relationship with other nations and international organizations, without interference, intimidation, or coercion by other countries; and
(22) calls for the reestablishment of a close and cooperative relationship between the people of the United States and the Russian people based on the shared pursuit of democracy, human rights, and peace among all nations.-
https://www.congress.gov/bill/113th-congress/house-resolution/758                                                      


[1]http://www.inquisitr.com/1280940/world-war-3-united-states-space-command-plans-nuclear-weapons-first-strike-on-russia-and-china-for-ww3/
[2]http://www.valuewalk.com/2014/09/world-war-3-already-underway/
[3]http://www.worldwar3news.com/
[4]http://www.paulcraigroberts.org/2014/11/23/opening-gates-world-war-iii-paul-craig-roberts/
[5]http://www.inquisitr.com/1595955/world-war-3-russian-nuclear-war-u-s-nato-ukraine-noam-chomsky/

*****

20 Haziran 2016 Pazartesi

IŞİD Gerçekten Nedir?


IŞİD Gerçekten Nedir?



Yazar: Ümit Özdağ
26 EYLÜL 2014  CUMA

IŞİD ile ilgili çok değişik tanımlamaların yapıldığı bir süreçten geçiyoruz. Bazılarına göre IŞİD, Irak’ta önce Amerikan işgal rejimi daha sonra Maliki hükümetleri tarafından devlet sisteminden dışlanan ve ezilen Sünni Arapların tepkisini dile getiren yeni-Vahabi/Selefi çizgide bir örgüttür. Bir başka izaha göre, IŞİD; Afganistan, Çeçenistan ve Bosna-Hersek savaşlarının oluşturduğu cihatçı selefi kitlelerin belkemiğini oluşturduğu profesyonel ve hareket halindeki savaşçıların oluşturduğu amacı gerçekten İslam devleti kurmak olan bir örgüttür. Bir diğer açıklamaya göre IŞİD, ABD’nin Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmek amacı ile kurduğu bir terör örgütüdür. ABD, IŞİD’i yönlendirerek ve bahane ederek, Ortadoğu’da Büyük Kürdistan’ı kurmak için çalışmaktadır. Bu arada IŞİD bünyesindeki cihatçı Selefileri Suriye-Irak Sünni havzasında toplayarak imha etmeyi hedefliyor. Üç değişik izahı desteklemek ve akla yatkın hale getirmek için yeterince “kanıt” bulmak da zor değil. Ancak şimdiye değin ileri sürülen kanıtların büyük bölümünün istihbarat analizinde kullanılan ölçütler ile testi yapıldığında çoğunun sınıfta kaldığı görülecektir.

Bir bilgi değerlendirilirken “Kaynak” ve “Haber” olarak iki çerçevede değerlendirilir. Kaynak, “Tamamen güvenilir”, “Genellikle İnanılır”, “İnanılır”, “Genellikle inanılmaz”, “İnanılmaz” ve “İnanılırlığı tayin olunamaz” şeklinde altı başlık altında tasnif edilir. Haber ise, “Tamamen doğru, diğer bilgiler ile teyitli”, “Olması kuvvetle muhtemel”, “Doğru olması mümkün”, “Doğruluğu şüpheli”, “Güvenilmez”, “Doğruluğu hakkında hüküm verilemez” başlıkları altında tasnif edilir. Bugüne kadar açık kaynaklarda IŞİD hakkında verilen hükümlerde “Kaynak”  “Tamamen güvenilir” ve “haber” “Tamamen doğru, diğer bilgiler ile teyitli” şeklinde bir bilgi mevcut değildir. Bunlar arasında tek istisna eski NSA görevlisi Edward Snowden’in IŞİD’in ABD, İngiltere ve İsrail tarafından kurulduğunu ileri süren açıklamasıdır. Snowden, “Genellikle inanılır” kaynak statüsünde sayılabilir ve haber ise gerçekten Snowden tarafından yapılan bir açıklamaya dayanması kaydı ile “olması kuvvetle muhtemel” kategorisindedir. Ancak burada sorun internet bilgilerine göre Snowden’in avukatının bu haberi yalanlaması ve haber yayılmadan önce İran istihbaratına yakın olduğu ileri sürülen arapça Internet radyo sitesi “Ajyal.com” ve Arapça haber sitesi “Egy-press” de yayınlanması. Özetle bu haberin doğruluğunun kontrol edilmesi lazım.
Peki IŞİD nedir? Yukarıda IŞİD ile ilgili yapılan izahların hepsinin eksenleri birleştirildiğinde ortaya IŞİD çıkmaktadır. IŞİD yeni kurulmuş bir örgüt değildir. ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra oluşmuş ve El Kaide geleneğinden gelen selefi bir örgüttür. ABD’nin Irak’ta askeri işgali devam ettiği sürede özellikle IŞİD ya da Irak El Kaidesi Arap dünyasının değişik bölgelerinden katılımlar almış, bir Ortadoğu-Arap örgütü olmuştur. Ancak bu süreçte Afganistan-Kafkasya ve Balkanlar çizgisinden Irak’taki savaşa büyük bir katılım gerçekleşmemiştir. Amerikan işgalinin son yıllarında Amerikan Ordusu’nun Sünni Arap aşiretlerini tatmin etmesi/satın alması sonucunda   IŞİD ya da Irak El Kaidesi kan kaybına uğramış ve gerilemiştir.

       Amerikan Ordusu’nun Irak’tan çekilmesinden sonra Maliki’nin izlediği Şiici politikalar, Sünni Arapların ve aşiretlerin tekrar IŞİD-Irak El Kaidesine yönelmesine neden olmuştur. Bu sıralarda başlayan Suriye iç savaşı zaten 2003-2011 sürecinde geçirgenleşen Suriye-Irak sınırının fiilen ortadan kalkmasına neden olmuştur. Irak El Kaidesi Suriye iç savaşına müdahil olmuş ve El Nusra (Yardım) adlı örgütü Suriye iç savaşı için kurmuştur. Ancak bir süre sonra El Nusra’nın lideri, bağımsızlığını ilan edince Irak El Kaidesi, yeni güçler ile Suriye’ye geçmiş ve adını IŞİD’e dönüştürmüştür. Buraya kadar içine sızmalar olsa dahi karşımızdaki IŞİD Amerikan ve Şii unsurlara karşı savaşan bir selefi örgüt niteliği taşımaktadır.

 Suriye’nin Akdeniz’deki Afganistan’a dönüşmesi ve bu arada Esad’ı devirme tutkusu içindeki ABD-Türkiye-Suudi Arabistan-Katar ittifakının önünü açması/yardımcı olması ile bütün dünyadan özellikle Afganistan, Çeçenistan ve Bosna-Hersek savaşlarının oluşturduğu cihatçı selefi kitleler Suriye’ye gelmişler ve kendilerine en yakın/güçlü örgüt olarak gördükleri IŞİD’e katılmaya başlamışlardır. Bu da IŞİD’i El Kaide’nin olmadığı kadar enternasyonel bir örgüt haline getirmiştir. Muhakkak ki, Suriye’ye gelen/getirilen cihatçı selefiler arasında değişik istihbarat örgütleri tarafından devşirilen unsurlar vardır. Bunların bir kısmı, ajan niteliği taşıyabilir, bir kısmı ise Afganistan savaşı sırasında ABD ile Rusya’ya karşı işbirliği yapan ancak “ABD ile sonra hesaplaşırız” düşüncesi içinde olan unsurlar olabilir.

 ABD, IŞİD’i Büyük Kürdistan’ı kurmak için kullanmaya mı çalışmaktadır? Öncelikle ABD’nin gücünün sınırları olduğu şüphesidir. Üstelik içinden geçtiğimiz dönemde kısa süren tek kutuplu dünya düzeninden çok kutuplu dünya düzenine geçerken bu sınırlar daha da belirginleşmeye başlamıştır. Bu sınırlar Kırım ve Ukrayna’da Rus politikalarına karşı uygulanmaya çalışılan ekonomik ambargonun etkisizliğinde ortaya çıkmıştır. Keza Suriye’de Moskova-Tahran ittifakı, ABD-NATO ittifakını geriletmiştir.

Çok kutuplu dünya düzeninde kendisi için en önemli tehdidin Asya-Pasifik bölgesinden yükselmeye başladığını düşünen Washington, uzun bir süreden buyana Ortadoğu’da çok kan ve zaman kaybettiğini  düşünerek, sıklet merkezini Asya-Pasifik bölgesine kaydırmaya çalışmaktadır. Büyük Kürdistan için alt yapı oluşturulmuş ve parçaların bağımsızlaşması süreci zamana bırakılmıştır. Üstelik bu aşamada Kuzey Irak’ın bağımsızlaşması, Irak’ın geri kalanı üzerinde İran etkisini artıracağı için arzu dahi edilmemektedir. Ancak IŞİD’in önemli bir aktör olarak belirmesinden sonra Washington’da yeni stratejik düzenlemeler yapılması ihtiyacı ortaya çıkmış olabilir. Ve ABD IŞİD’e müdahale sürecini, erken doğum şeklinde de olsa Irak’ı Kürt-Sünni ve Şii olarak üç parçaya bölme zorunluluğu şeklinde değerlendirebilir. Sonuç olarak, IŞİD bu üç eksenin karışımda  bir noktayı temsil etmektedir ve Türk Milleti ve İslam medeniyeti için bir tehdittir.       
http://www.21yyte.org/ sitesinden 20.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır



http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2014/09/26/7772/isid-gercekten-nedir

..

Terör Örgütlerinin Esir Aldığı Ülke Türkiye


Terör Örgütlerinin Esir Aldığı Ülke Türkiye



Yazar: Ümit Özdağ
12 EYLÜL 2014  CUMA


           IŞİD’e karşı kapsamlı bir askeri operasyonun başlaması süreci her geçen gün ilerliyor. ABD bölgesel koalisyon üretmek için çalışmalarını sürdürüyor. Arap ülkeleri ise hangi ölçülerde ABD’nin askeri operasyonlarına destek vereceklerini konuşuyor. Ankara ise Musul Başkonsolosluğu'nu gereken zamanda boşaltmama veya askeri operasyon ile tahliye edememenin sonucu olarak yurttaşlarını IŞİD’e esir vermiş olmanın sonuçlarını yaşıyor. IŞİD sadece Musul Başkonsolosluğu çalışanlarını ve onların bebeklerini değil, aslında Türkiye’nin bütün Ortadoğu politikasını esir almış durumda. Türkiye Ortadoğu’da değil, IŞİD’e rahatsız edebilecek bir adım atmak, IŞİD’ten terörist diye bahsetmek, yurttaşlarının “esir” ve “rehin” olduğunu bile resmi ağızlardan açıklayamıyor. İki gün önce Cidde’de yapılan, Türkiye’nin de katıldığı toplantıda Arap ülkeleri nihai bildiriye IŞİD’e karşı askeri önlemleri destekleme kararını yazmak isteyince Türk Dış İşleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu hızla Cidde’yi terk ediyor.

                IŞİD gibi bir örgütün elinde iki bebek dahil insanlarınızın rehin olması muhakkak ki bir hükümeti manevi baskı altına alır. Ancak Türkiye’nin tek seçeneği, IŞİD imana gelip rehineleri geri verinceye kadar beklemek midir? Türkiye “sonuna kadar” (neyin sonuna) bekler ise rehineleri IŞİD’den geri alması mümkün olacak mıdır? Veya  artık Hükümet, umutsuz bir şekilde rehineleri geri almayı tesadüfe bırakmış ancak dış politikasında rehineleri sadece hareketsizlik gerekçesi olarak mı kabul etmeyi tercih etmektedir?   Yoksa AKP Hükümeti, Türkiye’yi Ortadoğu’da bir terör örgütüne rehin olmaktan çıkaracak bir şekilde artık beklemek dışında politikalar geliştirme arayışı içinde olmalı mıdır?

                Türkiye gibi bir ülkenin IŞİD ve benzeri terör örgütleri karşısında beklemek dışında hareket ve eylem alanları vardır. Üstelik Türkiye’nin IŞİD’e baskı imkan ve kabiliyeti mevcut jeopolitik koşullarda zirveye çıkmıştır. Güneyden, doğudan ve batıdan düşmanlar ile kuşatılmış durumdadır. Sadece kuzey hattını oluşturan Türkiye, IŞİD için tek “barış” bölgesidir. Sadece barış bölgesi değil aynı zamanda nefes borusu olmak durumundadır. ABD ve Arap ülkelerinin yeni bir kapsamlı harekata başlayacak olması, IŞİD için Türkiye’yi/tutumunu daha da hayati hale getirmektedir. Türkiye’nin IŞİD’e yönelik başlatacağı  çok boyutlu eylemlilik, örgüte tarihin en ağır darbesini indirebilir.


                IŞİD’in elinde Türkiye’ye karşı rehinelerden başka kullanacak bir unsur olmadığı için terör örgütü rehineleri vermemek için direnecektir. (Ancak…) Özetle, Türkiye’nin artık Ortadoğu politikasını terör örgütüne rehin olmaktan kurtarmak için adımlar atmasının zamanı gelmiştir.

                Türkiye sadece IŞİD’e değil, aynı zamanda PKK’ya esir olmuş durumdadır. (Kişisel olarak benimsememekle birlikte) terör örgütlerinin aşılmasında terör örgütleri ile müzakere henüz orta ve uzun vadeli sonuçları ortaya çıkmamış olmakla birlikte kullanılabilecek bir yöntemdir. Ancak her yöntem gibi ancak doğru uygulanıldığında başarı sonucu (kısa vade için) vardır. Oysa Türkiye’de AKP Hükümetinin PKK ile sürdürdüğü müzakere süreci; a)devletin ayağa düşmesine, b)PKK’nın Güneydoğu Anadolu bölgesinde devlet otoritesini dışlayan/yerine geçen  otoriteye dönüşmesine izin vermiştir. PKK terör örgütü, müzakereler sürecinde ülkemizin bir bölümü rehin/esir almış ve fiilen bölünme sürecini başlatmıştır.  

           Sonuç olarak, Türkiye dış ve iç politikasında terör örgütlerinin ipoteği altında olan bir ülkeye dönüşmüştür. Bu durum bütün dünya tarafından görülmekte ve ülkemizin saygınlığı ve güvenliği eş zamanlı olarak erimektedir. Bu sürecin bir an önce sonra ermesi, ancak kapsamlı bir zihniyet devriminin siyasal iktidara yansıması sonucunda gerçekleşebilir.

http://www.21yyte.org/ sitesinden 20.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2014/09/12/7761/teror-orgutlerinin-esir-aldigi-ulke-turkiye

..

IŞİD Karşında Başarılı Olmanın Ön Şartı



IŞİD Karşında Başarılı Olmanın Ön Şartı


Yazar: Ümit Özdağ
11 EYLÜL 2014 PERŞEMBE

           ABD başta olmak üzere Batı ve Ortadoğu’daki müttefiklerinin El Kaide’den sonra en büyük düşmanı olan IŞİD’e  karşı nasıl bir mücadele stratejisi izleyeceklerini tartıştıkları günlerden geçiyoruz. Gerçi Obama, ABD’nin IŞİD ile mücadele stratejisini açıkladı ancak bunu nihai eylem programı olarak kabul etmek mümkün değil. Ortadoğu gerçekleri, Washington’da masa başında hazırlanan planı yeniden şekillendirecektir. Obama’nın açıkladığı eylem planı üç aşamalı. Birinci aşamada halen devam etmekte olan IŞİD’in hava kuvvetleri ile bombalanmasına devam edilecek. İkinci aşamada zaten başlamış olan Bağdat ve Erbil’in (ve belki/kaçınılmaz olarak) Suriye’de muhalefetin silahlandırılması süreci devam edecek. Üçüncü aşamada savaş Suriye’ye taşınarak, Suriye’deki IŞİD karargahları vurulacak.
              Bu planın oluşması sürecinde Ankara dahil Ortadoğu’da Amerikalı yetkililerin yaptıkları görüşmelerde altını çizdikleri husus, IŞİD’i yok etme operasyonlarının Suriye’de Beşar Esad rejiminin güçlenmesini sağlamasına izin verilmeyeceği idi. Ayrıca Amerikalı yetkililer, IŞİD’in Suriye’de imha edilmesi sonrasında IŞİD’den doğacak boşluğu BeşarEsad rejimin doldurmasının mümkün olmadığını ileri sürdüler. Ankara dahil Ortadoğu’daki aktörlerde IŞİD’in yok edilmesinin Esad’ın güçlenmesine izin vermemesi gerektiğinin altını çizdiler.

           Hemen altını çizelim. ABD’nin ve müttefiklerinin kabul etmesi gereken bir gerçek var. IŞİD’i ve benzeri örgütleri Ortadoğu’da etkisizleştirmenin tek yolu, Suriye’de Beşar Esad rejiminin iktidarda kalmasını kabul etmek, hatta ona yardımcı olmaktır. Aksi takdirde Irak-Suriye-Ürdün-Lübnan ve Türkiye ekseninde adı IŞİD veya bir başka şey olan selefi örgütler güç kazanmaya devam edeceklerdir. Diğer bir ifade ile Suriye’de Esad rejimini ABD ve müttefikleri kabul etmezler ise  Ortadoğu’da başlayan bölgesel iç savaş yayılarak devam edecektir. 2001’de mi Selefilik daha güçlü idi, 2014’te mi diye bir soru sorduğunuzda verilecek cevap 2014’tedir. Diğer bir ifade ile değişik nedenler ile de olsa son 10 yıl Selefiliğin zafer yıllarıdır.

           Bu savaştan da uzun vadede galip çıkacak olan Sünnilik veya Şiilik değil, Selefilik olacaktır. Esasen 1978’den bu yana Selefilik İslam dünyasında Sünnilik aleyhine gelişmesini sürdürmektedir. Altı çizilmesi gereken husus Selefiliğin Sünnilik olmadığıdır. Selefiliğin Sünnilik olabilmesi için Sünniliği sadece Hanbelilikten ibaret sayarsanız, zorlama ile Selefiliği Sünnilik sayabilirsiniz ancak Sünnilik sadece Hanbelilik değildir. Hanefilik, Malikilik ve Şafiliği inkar eden ve dışlayan Selefi anlayış, Sünnilik ile derin bir çelişkiyi içinde taşımaktadır. )Keşke Başbakan ve Dışişleri bakanı Osmanlı ulemasının Vahabilik karşısında aldığı tavrı okumuş ve anlamış olsalardı.)      

           İsrail, Esadsız Ortadoğu’da Selefiliğin güçleneceğini anlayarak, Esad’ın tasfiyesini hedefleyen Suriye politikasını değiştirmek zorunda kalmıştır. Bugün Obama Yönetiminden “Esad karşıtı” mesajlar gelse de muhtemelen bir manevra ile Esad'lı bir Suriye çözümüne yaklaşacaktır. Bunun farkında olan Washington’da da güçlü bir lobi, sadece Yahudi lobisi/bir bölümü değil, ABD’nin, Ortadoğu’da Sünni rejimlerden aradığı desteği bulamaması durumunda İran ve Suriye’ye yaklaşmaması gerektiğini savunarak ön almaya çalışmaya başlamıştır. Sonuç olarak, 

Esadlı Suriye gerçeğini kabul etmeden Ortadoğu bölgesel iç savaşını engellemek mümkün değildir. 

http://www.21yyte.org/ sitesinden 20.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır


..

Taliban’ın Batı Türkistan’a Saldırıları Başladı




Taliban’ın Batı Türkistan’a Saldırıları Başladı



Yazar: Ümit Özdağ
22 AĞUSTOS 2014 CUMA

           21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü uzmanlarının katkısı ile hazırlanan ve benim tarafımdan son şekli verilerek Nisan 2014’te yayımlanan “2014 Türkiye: Küresel, Bölgesel ve Ulusal Jeopolitik Değerlendirme” başlıklı raporda 2014 senesi için Orta Asya/Batı Türkistan konusunda şu değerlendirme yapılmaktaydı: “Orta Asya’da 2014’ün en önemli gelişmesi Amerikan tarihinin en uzun savaşı olan Afganistan savaşının sona ermesinin yaratacağı sorunlar olacaktır. ABD’nin çekilmesinden sonra Taliban’ın Afganistan’daki etkisi hızla artacaktır. Afganistan’da Taliban’ın etkisinin artmasının Pakistan ve başta Özbekistan olmak üzere Orta Asya Türk Cumhuriyetleri üzerinde istikrarsızlaştırıcı etkisi olacaktır. Afganistan’da Taliban’ın etkisinin artmasının sadece bölgesel etkileri olmakla kalmayacaktır. Taliban’ın Afganistan’da yükselmesi, El Kaide’nin Ortadoğu’da yükselmesi sürecine dinamizm katacaktır.”


           Bu öngörü ne yazık ki gerçekleşmiştir. Taliban etkinliğinin öncelikli beklendiği coğrafya, bir ihtilaflar odağı olan ve Özbek-Tacik-Kırgız sınırının buluştuğu Fergana Vadisi'dir. Fergana Vadisi sadece etnik çatışmaların değil, aynı zamanda su kıtlığından çıkan gerilimin de önemli merkezlerinden birisidir. Ancak Fergana Vadisi Batı Türkistan’daki tek Taliban-Selefi tehdidine maruz kalan bölge değildir. Türkmenistan’ın güneyi, özellikle Afganistan-Türkmenistan sınırı bölgesi Taliban-Selefi tehdidine maruz kalan bölgelerden birisidir. Türkmenistan’a yönelik Taliban tehdidinin sınırın hem Afganistan hem Türkmenistan tarafında yaşandığı görülmektedir.

        Taliban'ın Türkmenistan sınırındaki Afganistan'ın Bagdis ve Cüzcan bölgelerindeki hareketliliği 2014 başından itibaren gözlemlenmiştir. Özellikle Cüzcan bölgesinde Türkmen nüfus yoğundur. Türkmenistan sınır köylerine dayanan Taliban kuvvetleri 14 Ağustos'tan bu yana bölge halkının oluşturduğu direniş gruplarıyla çatışmaktadır. Bunların başında ise Sovyet işgali sırasında savaşmış olan isimler yer alıyor. Haci Molla Kerim Badgis bölgesindeki Marçak Köyü'nde bulunan Türkmen kökenli bir savaşçı, Allaberen Karyad ise Cüzcan'daki sınır köylerinde organize ettiği 70-80 kişilik bir kuvvetle Taliban ile mücadele ediyor.

         Bölge halkının yakındığı en büyük sorun ise Afganistan'ın resmi silahlı güçlerinin bölgeyi terk etmiş olması. Bu durum Taliban ilerleyişini kolaylaştırırken örgüte katılımı da kolaylaştırıyor. Diğer yandan bölgedeki Türkmenler Türkmenistan Hükümetinin kayıtsızlığından şikayetçi. 

Türkmenistan'ın sınırında yaşanan hatta güvenlik güçlerinin ölümüne dahi sebep olan çatışmaları göz ardı etmesi eleştiriliyor.

        Türkmen kökenli Afgan parlamentosundaki Nazari Türkmen , Türkmenistan'ın sınırındaki olaylara gözünü kapaması sonucunda Taliban'ın Türkmenistan'ı da istikrarsızlaştırabileceğini bildirdi ve “Taliban için sınır yoktur” diyerek ekledi.

          Gerçekten de Taliban için sınır yok ve Taliban sınırın Türkmenistan tarafında da bir süreden bu yana propaganda ile taban oluşturma çalışmalarını sürdürüyor. Özellikle fakir Türkmen köylerinde çok yüksek olan başlık paralarını ödemekte zorlanan genç Türkmenlere ekonomik vaatler yapılarak, Taliban’a eleman kazanılmaya çalışılıyor. Taliban hareketinin Batı Türkistan genelinde ve Türkmenistan özelindeki hamlesinin Moskova tarafından teşvik edildiği en azından hoşgörü ile bakıldığı iddiaları mevcuttur. Çünkü Moskova’nın paniğe kapılan Batı Türkistan Cumhuriyetlerini “koruma” adı altında yeniden hegemonyası altına almayı hedeflediğine inanılmaktadır.  Türkmen Hükümetinin önümüzdeki dönemde ülkede istikrarı sağlayabilmek için bu konuya daha yakın ilgi göstermesi ve daha fazla para ve güvenlik personeli kaynağı ayırması gerekecek. Eğer ilgisizlik devam ederse, Taliban-Selefi hareketi hiç beklenmedik boyutlar kazanabilir. 

Üstelik, 

Türkmenistan’ın Taliban’a karşı savunulması ancak Afganistan içinden başlayabilir. Türkmenistan’ın Taliban hareketine karşı kendisini sınırdan başlayarak savunmaya çalışması yenilgi getirecektir. Petrol üretimini iki katına çıkaran ve TAPI ile önemli bir hatta liderlik edecek olan Türkmenistan'ın geleceğinin parlak olması için siyasal istikrara ihtiyacı vardır. 

(Yazıya katkılarından dolayı 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Orta Asya Araştırmaları Merkezi Araştırmacısı Mehmet Çağatay Abuşoğlu’na teşekkür ederim.)
http://www.21yyte.org/ sitesinden 20.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır


Türkmenlerin Yok Oluşu Nasıl Durdurulur?


Türkmenlerin Yok Oluşu Nasıl Durdurulur?



Yazar: Ümit Özdağ
19 AĞUSTOS 2014 SALI

Irak-Suriye bölgesel iç savaşının şüphesiz en talihsiz unsuru her iki ülkede yaşayan ve sayıları toplam 5 milyon civarında olan Türkmenlerdir. Ortadoğu bölgesel iç savaşında her grubun arkasında bir bölge içi ve dışı devlet var iken Türkmenler büyük bir yalnızlığa terk edilmiş durumdalar. Türkmenler üzerindeki baskı her geçen gün artıyor. Yüz binlerce Türkmen göçmen durumuna düştü. Türkmen bebeleri Kuzey Irak dağlarında susuzluktan ölüyor. Canlarını kurtarmak için helikopterlerin paletlerine sarılan Türkmenlerin helikopter havalandıktan sonra yere düşüp öldüğünü görüyoruz. Cesedin yanına koşan Telaferli Türkmen ağlayarak, “Türkiye bize yardım etsin. Neden Etmiyor?” diye soruyor. Türkmenler, IŞİD ve peşmergenin insafına terk edilmiş durumdalar. Yezidilere gösterilen uluslararası ilgi Türkmenlere gösterilmiyor çünkü bu konuda Türkiye destek vermiyor. Türkmenler 15 Haziran'da BM'den Türkmenler ile ilgili bir karar çıkarılması için Irak'ta toplantı yaptılar; ama sonuç çıkmadı.  Birleşmiş Milletler’den yardım isteyen Türkmenlere Birleşmiş Milletler de destek vermedi. Son BM açıklamasında Yezidiler’den bahsedilirken, Türkmenler hiç anılmadılar. Oysa BM'den çıkan kararda adımız geçmiş olsaydı, tüm dünya IŞİD teröründen bizim de etkilendiğimizi bilir ve ona göre bize yaklaşırdı.
          Türkiye’de gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde muhalefetin “Türkmenlere AKP iktidarı tarafından yardım edilmediğine dair” eleştirilerine, “yardım ediyoruz ancak her şeyi açıklayamayız” diye cevap veren Başbakan/Cumhurbaşkanı Erdoğan ne yazık ki gerçeği ifade etmemektedir. Anadolu Ajansı’nın AFAD Türkmenler için Dohuk’a 15 kilometre mesafedeki Sareyn’de 20 bin kişilik kamp kurdu dediği yerde kamp olmadığı meydana çıkmıştır.[1]  Türkmenlere yardım ancak Türkmenlerin siyasal örgütü Irak Türkmen Cephesi üzerinden olabilir. Oysa AKP iktidara geldiği günden itibaren milliyetçi bir örgüt olarak gördüğü Irak Türkmen Cephesi’ne karşı olumsuz bir tavır takınmıştır. 2 Temmuz 2014’te Yeniçağ gazetesinde yazdığım gibi: “Bu çerçevede Irak’taki bütün unsurlar bir dış güç tarafından desteklenirken, Irak Türkleri ve onların örgütü Irak Türkmen Cephesi adım adım tasfiye edilmeye çalışılmakta ve AKP tarafından ellerindeki kısıtlı imkanlar tek tek ellerinden alınmaktadır. 2 Temmuz’da yayınladığım yazıya, Irak Türkmen Cephesi Yönetim Kurulu Facebook üzerinden bir  cevap vererek, eleştirmiştir. Ancak aynı yönetim kurulu içinden dolaylı olarak teşekkürler de iletilmiştir. AKP Hükümetinin Irak Türkmen Cephesi’nin elinden aldıklarına tekrar bakalım:
1. Irak Türklerine özellikle de dava adamlarının, şehit ailelerinin ve yoksulların ITC kanalı Türkiye’de devlet hastanelerinde bedava tedavi olma imkanları 2011’den itibaren azaltılmış ve sonra tamamen iptal edilmiştir.
2. Irak Türklerine ITC kanalı ile Türkiye üniversitelerinde hak tanınan yıllık 80 lisans ve yüksek lisans kontenjanı önce azaltılmış ve sonra iptal edilmiştir.
3. Yoksul Türk ailelerine bir sağlık hizmeti olması amacıyla Kerkük’te kurulan Şifa Hastanesinin bütçesi azaltılmış ve bir küçük sağlık merkezine dönüştürülmüştür. Muhtemelen önümüzdeki günlerde o da tasfiye edilecektir.
4. Türkmen siyasi kuruluşlarını, sivil toplum örgütlerini ve Türkmen siyasetçi, din, fikir, ilim ve devlet adamlarını korumak için kurulan ve Türkiye tarafından da desteklenen El Baraka Güvenlik Şirketi’nin son üç yıl içinde tüm imkanları kısıtlanmış, maaşlar düşürülmüş, personel sayısı azaltılmıştır. Verilen askeri teçhizat azaltılırken silah eğitimi de durdurulmuş, şirket fiilen etkisiz hale getirilmiştir. Buna ek olarak Türklerin siyasi kadrolarına El Baraka Güvenlik Şirketi tarafından tahsis edilen koruma düzeyi Türk Dışişleri Bakanlığı talimatı üzerine azaltılmış ve hatta yok edilmiştir. ITC Başkan Yardımcısı Ali Haşim Muhtaroğlu, Salahattin Vali Yardımcısı Ahmet Koca ve Kerkük ilçe Meclis Başkanı Şehit Münir Kafili gibi Türk siyasetçiler IŞİD ve peşmerge terörü için kolay birer av olmuşlardır.
5. Irak Türklerinin milli davasını dünyaya tanıtmak amacıyla açılan Türkmeneli TV, T.C. Dışişleri Bakanlığı’nın talimatları doğrultusunda bir Türkmen kanalından ziyade Kürt ve Arap ticari firmalarının reklam kanalına dönüştürülmüştür. Türkiye’de AKP’ye yakın olmayan Iraklı Türk siyasetçiler Türkmeneli TV’sine çıkarılmamaktadırlar.
6. Türkiye Cumhuriyeti tarafından Irak Türkmen Cephesi dahil tüm Türkmen kurumlarına verilen maddi destek son üç yıl içinde sekizde bire düşmüştür. Diğer bir ifade ile zaten komik bir rakam olan ayda 2 milyon dolar olan yardım ayda 250.000 dolara indirilmiştir.
7. Türk Dışişleri Bakanlığı’nın talimatı üzerine Irak Türkmen Cephesi’nin bürolarının sayısı yarıya düşürülmüştür.
8. Türk Dışişleri Bakanlığı, Irak Türkmen Cephesi’ni ve diğer Türkmen siyasi partilerini Orta Doğu ile ilgili Türkiye’de düzenlediği siyasi kongre, toplantı ve anlaşmaların dışında bırakmıştır. Böylece dosta ve düşmana ITC ve Irak Türklerini önemsemediği mesajını çok açık bir şekilde vermiştir.
9. ITC tarafından Türkiye’nin desteği ile açılan Türk okulları sonra sahipsiz bırakılmıştır. Sürekli Eğitim Merkezi’ni ve Türkçe eğitim yapılan okulları öğretmensiz bırakmak ve de sözleşmeli öğretmenlere 100-150 dolar verip eğitimin kalitesini düşürmek için gayret sarf edilmektedir. İleri gelen Türkler yani (devlet dairesinde çalışan ve bazı okul müdürleri) çocuklarını ise ya Fethullah Gülen’in okuluna yazdırmakta ya da Arap okullarına kayıt etmektedirler. Daha açık bir ifade ile Türk okullarının tasfiyesinin Türk kültürünün ve varlığının tasfiyesine gideceğini bilen bir süreç acımasızca işletilmektedir.
10. Irak Türklerinin bağımsız siyasi varlığına karşı Ankara düşmanca bir tavır almakta, Türkleri Sünni Arap ve Kürtlerle işbirliği yapmaya zorlamaktadır. Bu çerçevede ITC ve diğer Türk kuruluşlarındaki Türk Milliyetçisi siyasetçi ve kültür adamlarına karşı düşmanca bir tavır alınmaktadır.
11. Mezhepçi bir bakış açısının neticesi olarak Şii Türkler Türk Dışişleri Bakanlığı tarafından tamamen yalnız bırakılmakta adeta “Onlar ile İran ilgilensin” tavrı benimsenmektedir.
12. Irak parçalanma sürecinden geçerken, binlerce Türk genci, “Yeter ki, silahımız olsun Kerkük’ü biz savunuruz” demelerine rağmen, onların mücadele azmi AKP Hükümet sözcüsü tarafından bütün dünyaya yapılan “ITC bizden silah istenmeyeceğini bilir” açıklaması ile kırılmaktadır. Oysa Orta Doğu’da bir çok selefi örgütün Türkiye’den silah ve cephane aldığı ortada iken, nedense Suriye’de ve Irak’ta Türkler silah alamamaktadırlar.
13. Türk kuruluşlarda çalışan ve aylık ücretleri 150-350 dolar arasında olan ücretlilerin maaşları sistemli bir şekilde iki ay gecikmeli verilmektedir. Bu da zaten zor geçinen insanları başka iş arayışları içine itmektedir.
        Irak Türkmen Cephesi imkansızlıklar içinde kıvranmaya devam ederken, AKP Hükümeti Barzani’nin Kerkük’te el koyduğu petroller dahil petrollerin satılarak Barzani için kaynak oluşturulmasına çalışılmaktadır. Ankara, Barzani’nin IŞİD’in Musul’u işgal etmesi üzerine fırsatçılık yaparak Kerkük dahil tartışmalı bölge diye anılan çoğu Türkmenlerden oluşan bölgeleri işgal etmesine sessiz kalmıştır. Aynı AKP Hükümeti IŞİD’in Erbil’e doğru ilerlemesi üzerine ise güvenlik kabinesi toplantısı gerçekleştirmiştir. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu bir televizyon kanalına yaptığı değerlendirmede: IŞİD’i Maliki’nin baskılarının sonucu kurulmuş bir örgüt olarak aklayan ve Türkmenlerin yaşadığı felaketi ise bir iç mezhep çatışmasının sonucu imiş gibi gösteren yaklaşımı da Ankara’nın IŞİD terörü-Türkmen meselesine bakışını özetlemektedir. Davutoğlu şöyle demektedir: “Telafer’de yaşanan sadece bir IŞİD-Türkmen çatışması değildir. Maalesef Sünni Türkmenlerle Şii Türkmenler arasında fitne tohumları ekilmektedir -ki bunda Maliki hükümetinin Şii Türkmenler üzerinden Sünni Türkmenleri baskı altına alması çabası da var, Şii Türkmenlerin radikalleşmesi çabası da var-. Araplar nasıl bölünüyorsa Türkmenlerde maalesef bu şekilde bölündüler ve en büyük zararı kendilerine verdiler.”[2]
         İşte bu koşullar altında Türkiye’nin Türkmenleri ve Kerkük’ü petrol karşılığında sattığına inanan Türkmenler, bu inançlarını Irak Türkmen Cephesi (ITC) lideri Erşed Salihi’nin ağzından en üst düzeyde dile getirmişlerdir. Türkiye’nin menfaatlerini çoğu kez kendilerinden aziz bilen Türkmenlerin böyle bir şeyi dile getirebilmeleri için çok haksızlık yapılması, kendilerini büyük bir ihanete uğramış hissetmeleri gerekir. Irak Türkmen Cephesi liderinin bu açıklaması üzerine ilk önce bu açıklamayı neden yaptığı konusunda kendisine yüklenilmiş sonra iç politika odaklı olarak ITC lideri Ankara’ya davet edilerek Dışişleri Bakanlığı’nda kendisine öğle yemeği ikram edilmiştir. Ancak daha gelmeden Türkmenlerin en çok istediği şey olan silah konusunda Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “ITC, bizden silah istememesi gerektiğini bilir” diyerek, ITC’nin var olmak için ihtiyaç duyduğu en temel yardımı Suriye muhalefetine yaparken, Türkmenlere yapmayacağını açıklamıştır. Irak Türkmenlerini silahlandırmayanların Suriye Türkmenlerini de silahlandırmayacağını, Adana’da yakalanan silahların Suriye Türkmenlerine gitmediğini anlamak için çok zeki olmaya gerek yoktur.
          Oysa, ABD ve Avrupa ülkeleri Kürtleri tekrar silahlandırmaya başlamıştır. Bu silahsız Türkmenler için çok büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Türkmen kenti Kerkük'te ne olacağı hala bilinmemektedir. Üstelik, son iki ayda Kerkük ve çevresinde IŞİD'in saldırılarına asıl Türkmenler hedef olmuştur. Ancak Türkmenlere ne Türkiye’den ne da başka bir yerden ne silah ne de başka ciddi bir yardım gitmemiştir. Amirli 2 aydır IŞİD kuşatması altındadır. Ankara, mezhepçilik yaparak, Amirli’de IŞİD terör örgütüne direnen Türkmenlere değil yardım etmek, gündeme dahi getirmemektedir. Beşir ve Tazehurmatu'ndaki Türkmenler IŞİD saldırılarından dolayı ya güney Irak’a veya Kerkük'e kaçmak zorunda kalmışlardır.
           Kerkük ve civarı bölgelerde büyük bir yok edilme korkusu içinde olan Türkmenler “Bize de Kürtler veya diğerleri gibi silah yardımı yapılsın kendimizi korumak istiyoruz yoksa yok olacağız. Kimseye karşı değiliz, sadece saldırılara karşı kendimizi korumak istiyoruz. Bu neden küçük görülüyor. Bağdat'tan destek istediğimizde size Ankara yardım etsin diyorlar” demektedir. Son gelişmeler ile demografik tasfiye süreci içine giren, toprakları IŞİD veya peşmerge işgali altına giren Türkmenlerin siyasi ağırlığı da azalmıştır. Türkmenler ve ITC Bağdat'ta Maliki sonrası hükümet kurma sürecinden tamamen dışlanmıştır. Ne Sünniler, Ne Şiiler Türkiye’nin terk ettiği, yalnız bıraktığı Türkmenleri ciddiye almamaktadır.
             Irak ve Suriye gibi Orta Doğu bölgesel iç savaşının ana sahneleri olan iki coğrafyada Türkmenler AKP Hükümeti tarafından yalnız başlarına bırakılmıştır. Türk dış politikasını selefileşen ve böylece Hanefi-Maturidi Sünnilikten uzaklaşarak Hanbeli-selefi mezhepçi bir çizgiye oturtan Ahmet Davutoğlu ve ekibi, Hanbeli-selefiliği de Araplaşmak olarak anlamış, Türkmenlere bağımsız siyasal oluşumlarını sona erdirerek Sünni Arap milliyetçisi oluşumların içinde erimelerini önermiştir. Davutoğlu’nun bu politikalarına karşı çıkan Türkmen politikacılar ya tasfiye edilmiş ya da dışlanmıştır. AKP tarafından dışlanan Türk milliyetçisi aydın ve politikacılar, peşmerge istihbaratı ve El Kaide uzantıları tarafından ise katledilmişlerdir ve katledilmeye devam edilmektedirler.
Gelinen noktada hem ITC hem Türkmenler büyük bir çaresizliği yaşamaktadırlar. Türkmenler ITC'den yardım, koruma ve destek beklemektedirler. Ancak elinden imkanları alındığı gibi psikolojik olarak da yalnız bırakılan ITC çaresizdir. ITC buna rağmen Türkmenleri psikolojik olarak ayakta tutmaya çalışmaktadır ancak  Ankara'dan gelen mesajlar ITC’nin sözlerini anlamsız kılmaktadır.  ITC Başkanı Erşad Salihi dışlanmaya ve tasfiye edilmeye çalışılmaktadır. Erşad Salihi’nin Türk milliyetçisi ve Türkmenci kimliğini Davutoğlu kabul edememektedir. Salihi’nin yapmaya çalıştığı şeyler “Türk” Dış İşleri Bakanlığı tarafından engellenmektedir. İstifanın eşiğine gelen Erşad Salihi, yakın çevresine “Milletin seçtiği milletvekili olarak halkın isteğini yerine getiremiyorsam burada niye kalıyorum. Yeni parti kurmasam bile en azından milletin isteklerini yerine getirmek için elimden geleni yaparım, kimsenin engellemesi mümkün olmaz. İnsanların can gün güvenliği için bir şeyler yapamamak çok acı, ben daha fazla bu durumda kalmak istemiyorum” deme noktasına getirilmiştir.
Oysa Erşed  Salihi başkanın yapması gereken Ankara’nın aşıladığı umutsuzluğa rağmen ve kendisini tasfiye etmek isteyen Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığa adım atmak istediği bugünlerde Irak Türkmen Cephesi lideri kalarak ve cepheden Ankara’nın ihvancı-teslimiyetçi uşaklarını temizleyerek, Irak Türkmen Cephesi’ni Ankara’dan bağımsız bir çizgiye oturtmasıdır. Ankara’dan gelen üç kuruş gelmese de olur. Ankara’nın yapmadığı yardımı Türk Milleti haysiyeti yapacaktır. Türk Milleti’nin Sultan Alparslan ile Malazgirt’te Romen Diyojen’den aldığı Anadolu coğrafyası üzerindeki egemenliğini A. Öcalan ve PKK ile paylaşmanın pazarlığının AKP Hükümeti tarafından yapıldığı şu günlerde, Kerkük’ün ve diğer Türkmen bölgelerinin ve Türkmenlerin Barzani’nin insafına terk edilmesi ihmal değil, AKP Hükümetinin izlediği bilinçli bir siyasetin sonucudur.  Sonuç olarak Türkmenlerin menfaatleri ve varlığı Ankara ile değil, ancak Ankara’ya rağmen gerçekleştirilebilir.


[1] Cumhuriyet, 18 Ağustos 2014, “Aa…Bölgede Türkmen yok, kamp hazırlığı da”
[2] Aydınlık, 8 Ağustos 2014, “Türkmeni suçladı, IŞİD’i akladı
http://www.21yyte.org/ sitesinden 20.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır


DÜNYANIN EN BÜYÜK MÜLTECİ KAMPI DADAAB MÜLTECİ KAMPI KAPANIYOR



DÜNYANIN EN BÜYÜK MÜLTECİ KAMPI  DADAAB MÜLTECİ KAMPI  - KAPANIYOR


Kenya Dışişleri Bakanı Muhammed, dünyanın en büyük mülteci kampı kabul edilen Dadaab'ın kapatılması konusunda BM'nin desteğini aldıklarını iddia etti.

16 Haziran 2016 Perşembe 21:10

Kenya Dışişleri Bakanı Amina Muhammed, dünyanın en büyük mülteci kampı kabul edilen Dadaab'ın kapatılması ve Somalili mültecilerin 
evlerine geri gönderilmesi konusunda Birleşmiş Milletler'in (BM) desteğini aldıklarını iddia etti.



Muhammed, Avrupa Gelişim Günleri'ne katılmak üzere gittiği Brüksel'de gazetecilere yaptığı açıklamada, BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun'un,
 Kenya Devlet Başkanı Uhuru Kenyatta ile görüştüğünü ve kampta yaşayan yaklaşık 300 bin Somalilinin ülkelerine güvenli bir şekilde 
dönmeleri için gereken fonun sağlanmasına yardımcı olmayı kabul ettiğini ileri sürdü.




Muhammed, "Dadaab kampının kapatılacağı, uluslararası kabul edilen bir gerçek ve mülteciler bu duruma karşı olmadıklarını söylüyor." 
dedi.

Amina Muhammed, Ban'ın, "Kenya'nın mülteci kampını kapatma kararını anladığını" söylediğini de savundu.

Avrupa Birliği'nin, Afrika Birliği Somali Misyonu (AMISOM) için ayrılan fonları yüzde 20 azaltacağını duyurmasının ardından Kenyatta'nın 
BM Genel Sekreteri'ne, AMISOM için öngörülebilir, yeterli ve sürdürülebilir finansmana acil ihtiyaç olduğunu söylediği öne sürüldü.



Ban Ki-mun, Katar'ın başkenti Doha'da nisan ayında gerçekleştirilen BM 13. Suçun Önlenmesi ve Ceza Adaleti Kurultayı'nda, Kenya'nın, 
ülkesindeki Dadaab Mülteci Kampı'nı Somali içinde bir yere taşıması için BM'ye başvurmasıyla ilgili soruya karşılık, "Dadaab, Somalili ve 
Kuzey Sudanlı 350 bin kadar mültecinin barındığı dünyanın en büyük mülteci kampı. Dünya çapında 15 milyon kadar mülteci bulunuyor. 
Bu kadar çok insanın acı çekmesi gerçekten üzücü ve trajik. Kampın yerinin değiştirilmesiyle ilgili haberleri okudum, 
ancak Kenya hükümetinden henüz resmi bir talep almadık. Dadaab kampının sonsuza kadar açık kalmasını tabii ki beklemiyoruz. 
Bizler tüm mültecilerin kendi evlerine dönmesini amaçlıyoruz, ancak gerçekler böyle değil." cevabını vermişti.




Kenya yönetimi, 6 Mayıs'ta 600 binden fazla mültecinin barındığı Dadaab kampında Eş-Şebab terör örgütü üyelerinin yuvalandığı 
gerekçesiyle kampı kapatacağını duyurmuştu.







İnsan hakları örgütleri ve BM, Kenya'dan kararını tekrar gözden geçirmesini istemişti.

http://www.trthaber.com/haber/dunya/dunyanin-en-buyuk-multeci-kampi-dadaab-kapaniyor-256627.html

***

19 Haziran 2016 Pazar

Ne Garip Günlerden Geçiyoruz?


Ne Garip Günlerden Geçiyoruz?



Yazar: Ümit Özdağ
13 AĞUSTOS 2014 ÇARŞAMBA


PKK-PYD’liler, yani PKK’nın Suriye’nin kuzeyinde 2004 senesinde kurduğu terör örgütünün üyeleri tarafından yapılan saldırıda 21 Temmuz 2014’te 3 askerimiz şehit oldu. Genelkurmay Başkanlığı, Şanlıurfa Ceylanpınar’da 21 Temmuz saat 21.20 sıralarında PKK-PYD üyelerinin sınırda askerlerimize kurduğu tuzak ile ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştı: "3. Hudut Alayı 1’inci Hudut Taburu 1’inci Hudut Bölük Komutanlığı, Şanlıurfa Ceylanpınar Karadağ Hudut Karakolu sorumluluğunda bulunan Yedi Numaralı Çelik Kule bölgesindeki nöbetçiler tarafından, sınırın Suriye tarafından Türkiye istikametine yasa dışı geçiş teşebbüsünde bulunan 10-15 kişilik gruba "dur" ikazında bulunulduğu" belirtilerek, sonrasında yaşananlar şöyle aktarıldı: İkaza uymayan şahıslar tarafından, nöbetçilere ateş açılmıştır. Anılan silahlı grup tarafından açılan ateş sonucu; P. Er Adem Dövüşgen, P. Er Berat Sağırkaya ve Shh. Onb. Yiğit Şahan ağır yaralanmıştır. Yaralı personelden; P. Er Adem Dövüşgen Ceylanpınar Devlet Hastanesinde yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak saat 22.10’da şehit olmuştur. P. Er Berat Sağırkaya ise, Gaziantep Üniversite Hastanesinde yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak, 22 Temmuz 2014 günü saat 02.45’te şehit olmuştur. Shh. Onb. Yiğit Şahan’ın tedavisine, Şanlıurfa Harran Üniversitesi Hastanesinde devam edilmektedir. Saldırı olayına müteakip; olay yerine, Karadağ ve Aksoy Hudut Karakollarından süratle birer Ani Müdahale Mangası sevk edilmiş olup, açılan ateşe ateşle karşılık verilmiştir. Çatışmada, en az altı PYD/PKK mensubu teröristin öldüğü belirtilmektedir.

PKK bu saldırıyı inkar etmemiştir. Aksine PKK’lıların tuzağa düşürüldüğünü ve TSK’nın ateşkesi ihlal ettiğini açıklamıştır. 27 Temmuz 2014’te Başbakan Erdoğan gazetecilerin PKK saldırısı ile ilgili  “TSK, PKK ’nın yaptığını açıkladı. Yorumunuz nedir?” sorusuna şu cevabı vermiştir. “PKK mı yoksa PYD mi? Orada bir yanlışınız var. Benim bildiğim PYD diye açıklandı. Kuzey Suriye’de şu anda PYD ile IŞİD arasında yapılan bir mücadele var. Bu mücadele neticesinde Türkiye’ye sızma gayreti içerisinde olanların askerlerimize karşı böyle bir saldırısı oldu. Tabi bizden üç şehit olurken, karşı taraftan da 6 tane bu noktada terörist etkisiz hale getirildi.” (Zaman, 28 Temmuz 2014)

Diğer bir ifade ile PKK “Ben yaptım” diyor, TSK, “PKK yaptı” diyor. Başbakan Erdoğan,  “Hayır, PKK yapmadı, PYD yaptı” diyor. Erdoğan, PKK’yı terör örgütünün kabul ettiği cinayetlerden bile aklıyor. Aslında Başbakan Erdoğan PYD’nin PKK olduğunu biliyor. 2 Ağustos 2014’te Hürriyet gazetesinde çıkan bir haberde  “Mersin’de PYD Cenazesi”  başlığı altında 27 yaşındaki Yusuf Çağlı’nın Suriye’nin kuzeyinde PYD saflarında IŞİD’e karşı çatışırken öldüğü ve cenazesinin Mersin’de toprağa verildiği, cenazede Öcalan resmi ve Kürdistan bayrağı taşındığı haberi yer alıyordu.

PKK’nın silahlı gücü Halk Savunma Güçleri (HPG) tarafından kendi internet sitesinden eylemi gerçekleştiren grubun PKK’lı olduğunun açıklanmasına, ayrıca PYD’nin yani PKK’nın Suriye kolunun, PKK’dan ayrı bir grup olmadığının ilgili güvenlik birimleri tarafından açık ve net şekilde bilinmesine rağmen, Başbakan’ın PYD’yi PKK’dan ayrı gösterme çabası, yeni bir algı yönetiminin amaçlandığının güçlü sinyallerini vermektedir. Ayrıca Türkiye’nin birlik ve bütünlüğüne tehdit olan şekli şemali belli bir terör örgütünü, üst düzey yetkili bir devlet görevlisinin, dezenformasyon yaparak farklı bir yapıdaymış gibi gösterme çabası, gerçek demokrasilerde herhalde bu şekilde dikkatsizce göz ardı edilmezdi.

Bu bağlamda tek adam yönetimiyle idare edilen bir iktidara sahip olduğumuzun diğer somut örneğini de İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın, “HDP ve örgüt bölünme değil, demokrasi istiyor” açıklamasıyla görmekteyiz. Örgütün ve uzantılarının amaç ve faaliyetleri ilgili güvenlik birimlerince açık bir şekilde tespit edilmiş ve edilmekte olmasına rağmen sırf sözde açılım süreci sorgulanmasın diye örgütün masumane gösterilme çabası, AKP’nin çıkarları uğruna ülkemizi nerelere sürüklediğinin en önemli emarelerindendir. Bu açıklamayı tarihten bir açıklama ile kıyaslarsak ancak Balkan Savaşı’nın çıkmasından kısa bir süre önce “Balkan meselesini fazla büyütmeyin, sizi temin ederim ki, Balkanlardan imanım kadar eminim” diyen Dışişleri Bakanı Asım Bey’in açıklaması kadar anlamlı olduğunu görürüz. Üstelik, İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın bu açıklaması, Türkiye’ye sızmak isteyen PKK’lıların tuzak kurarak üç askerimizi şehit etmelerinden iki gün sonra gerçekleşti. PKK’nın demokrasi istediğini Efkan Ala bir de gidip Suriye sınırında şehit olan Mehmetçiklerimizin annelerine ve babalarına anlatsın.

Öte yandan Abdullah Öcalan, İmralı’da bölücü milletvekillerine “bağımsız Kürdistan’dan” vazgeçmediğini söylüyor. Cemil Bayık, PKK’nın silah bırakacağına inananların hayal gördüğünü açıklıyor. Barzani’nin sağ kolu olan Fuat Hüseyin, gergin olan KDP-PKK ilişkilerinden bahsederken  “Eninde sonunda bölge Kürtleri birleşmek zorunda” diyerek, pankürdist vizyonu ortaya koyuyor. PKK’sından KYB’sine kadar bütün Kürtçü örgütler Bağımsız-Birleşik Kürdistan hedefinden asla taviz vermiyorlar. 2003’den bu yana Türkiye, Irak ve Suriye’de Kürtçü örgütler milliyetçi hedeflerine doğru adım adım ilerliyorlar. Türkiye’de ise İçişleri Bakanlığı yetkilerini ancak güneydoğu Anadolu dışında kullanabilen, günlerce kapatılan şehirler arası yolları açamayan, kendilerini korumak için ateş açan jandarmaların ellerinden “PKK’lı vurdun” diyerek silahlarını alan bir Bakanlığın Bakanı olan Efkan Ala ise Türk Milletine “PKK bölünmek istemiyor, demokrasi istiyor” diyebiliyor.

Beşir Atalay ise, PKK’lıların “daha iyi yaşam” koşullarına kavuşabilmeleri için dağdan indikten sonra psikolojik destek görmeleri, iş kurabilmeleri için ekonomik ve psikolojik destek verileceğinden bahsediyor. Öte yandan çatışma sırasında yanında el bombası patlayan asker gazi sayılmadığı için kendi imkanları ile nasıl tedavi olamadığını anlatıyor gazetelerde.

Özel Harp Teşkilatı’nın bölge başkanlıkları ve MAK adlı elit birliği tasfiye ediliyor. Ortadoğu’da yer yerinden oynarken, Ortadoğu’yu en yakından izleyen Diyarbakır’daki Hava Üssü tasfiye ediliyor ve Eskişehir’e taşınıyor.  Ve Obama yönetimine yakınlığı ile bilinen düşünce kuruluşu Center For American Progress son raporunda Amerikan Yönetimine PKK’nın terörist örgütler listesinden çıkarılmasının düşünülebileceğini söylüyor. 

Özetle garip günlerden geçiyoruz ve daha garip günlerden geçeceğiz.

http://www.21yyte.org/ sitesinden 19.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2014/08/13/7735/ne-garip-gunlerden-geciyoruz

..