31 Ekim 2017 Salı

BARZANİ VE İKBY REFERANDUMU SONRASI BÖLGEDE OLASI GELİŞMELER


BARZANİ VE İKBY REFERANDUMU SONRASI BÖLGEDE OLASI GELİŞMELER

Arap Dünyası ve Kuzey Irak Referandumu


 Riad Domazeti
 
12 Ekim 2017

Arap Dünyası ve Kuzey Irak Referandumu
    25 Eylül tarihinde Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) önderliğinde gerçekleştirilen bağımsızlık referandumu, uzun zamandır karşı karşıya olan İran ile Türkiye’yi yakınlaştırdı. Kuzey Irak’taki referanduma karşı olan her iki ülke; sınır kapılarının kapatılması, petrol ihracatının durdurulması, hava sahasının kapatılması ve nakdi ve askerî yardımların kesilmesi kararı aldı. Barzani’nin bu girişimine Suriye rejimi de karşı olduğunu açıkladı. Irak merkezî hükümeti ise hem anayasaya aykırı olduğu hem de herhangi bir uluslararası meşruiyeti olmadığı gerekçesiyle yapılan referanduma karşı çıktı. Öte yandan referanduma bölgede açık destek veren tek ülke işgal devleti İsrail oldu. İsrail’in bu konudaki stratejisi ise ülkenin kurucularından olan Ben Gurion’un “Çevre Teorisine” dayanıyor. Arap olmayan halklarla ve İran ve Türkiye gibi ülkelerle ittifak edilmesi gerektiğini savunan Gurion’un stratejisinin ikinci ayağını ise Ortadoğu ülkelerinde etkin ve etkili olabilecek azınlıkları desteklemek oluşturuyor.[1]
Bu anlamda İsrail’in Irak’taki Kürtlerle ilgilenişi, kuruluşundan hemen sonraya tekabül etmektedir. Saddam Hüseyin’e karşı Kürt isyancı grupları destekleyen İsrail, 1960’lı yıllardan itibaren istihbarat faaliyetleri sayesinde Kuzey Irak Kürt bölgesinde ciddi anlamda etkili olmuştur.
IKBY’nin bağımsızlık talebinin uluslararası ilişkilerde ciddi sonuçları olacağı açıktır. 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgal etmesi ve ülkeyi fiilî olarak federasyona bölmesinden sonra, meselenin bu noktaya evrileceği tahmin ediliyordu. 2013 yılında DAEŞ’in ortaya sürülmesi, şartlar olgunlaşmış olmasına rağmen uluslararası kamuoyunun bu konuda temkinli davranmasının en temel sebebidir. Zira buradaki değişikliğin diğer bölgelere de örneklik teşkil etme ve ayrılıkçı hareketlerin Avrupa başta olmak üzere uluslararası müesses nizamda ciddi değişikliklere sebebiyet verme ihtimali mevcuttur. Nitekim son gelişmeler üzerine Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, Irak’taki Kürtleri bağımsızlık konusunda tek taraflı hareket etmekten kaçınmaları gerektiğine dair uyarmıştır. Bu anlamda ABD’nin fiilî olarak desteklediği ancak çeşitli sebeplerden dolayı ertelenmesini istediği referandum, mevcut nizamın ve dengelerin bozulmak istenmemesi olarak yorumlanabilir.
Bu noktada, Arap ülkelerinin referandum konusundaki tutumlarının da ayrıca önemli olduğunu belirtmek gerekir. Resmî veya gayriresmî açıklamalar bir yana, genel manada bakıldığında Arap ülkeleri, prensip olarak bölgede yeni hareketlere ve statükonun değişmesine karşıdır. Arap monarşileri, Arap Baharı sürecinde olduğu gibi, ne sistemde en ufak bir değişikliğe ne de toprak kaybına yol açacak herhangi bir girişime tahammül edebilirler. Ne var ki yine bir Arap ülkesi olan Irak’ta yaşanan gelişmeler bu prensiplerle örtüşmemektedir. Bu tavrın ortaya konmasında İran’ın Irak üzerinde kurduğu siyasi hâkimiyet etkili olmuştur. Dolayısıyla Barzani’nin referandum sürecini ilan etmesinden sonra gerek Körfez ülkelerinin gerekse diğer önemli Arap ülkelerinin meseleye tepkisi sınırlı kalmıştır. Ayrıca söz konusu Arap ülkelerinin başta Türkiye olmak üzere İran’la yaşadıkları sorunlar nedeniyle referandum sürecine sessiz kaldıkları hatta zaman zaman sosyal medyada Arap kullanıcıların referandumu destekledikleri de görülmektedir.
Irak Kürt bağımsızlık referandumu Arap kamuoyunda milliyetçilik zemininde tartışıldığı kadar, hak ve hukuk zemininde de tartışılmaktadır. Özellikle dinî mercilerin bu konuyla ilgili görüşleri Arap kamuoyu için ayrı bir önem arz etmektedir. Birçok isim, Irak’ın toprak bütünlüğünü koruma iradesine rağmen sahadaki gerçekler ve İran’ın nüfuzundan dolayı Barzani’ye karşı daha ılımlı bir yaklaşım sergilemeye özen göstermiştir. Bütün bu süreçte Arap ülkelerinden yapılan açıklamaların genellikle daha alt düzey yetkililerden geldiğini de hatırlatmak gerekir. Yapılan açıklamalarda çoğunlukla muğlak ve genel ifadeler kullanılmıştır. Zira bu tür ayrılık veya bölünmelerin bölgede domino etkisi yapma ihtimali söz konusudur. Mesela Lübnan, Ürdün, Yemen ve bilhassa Suudi Arabistan’da da önümüzdeki süreçte benzer gelişmeler olabileceği açıktır. Hatta Kuzey Afrika’da Amaziglerin bile böyle bir yola başvurabilecekleri tahmin edilmektedir.
Arap yönetimleri sınır değişikliklerini onaylamamalarına rağmen Irak’taki gelişmeler karşısında bu yönde net bir pozisyon almakta zorlanmıştır. Türkiye ve İran gibi kesin bir tavır ortaya koymaktan kaçınan Arap yöneticilerin bu tutumunu ABD’nin bölgesel politikalarıyla ters düşmeme çabası olarak görmek mümkün olduğu kadar, Barzani’nin Sünni bir oluşum olması ve İran’a karşı jeopolitik bir düzlemde yer almasıyla da açıklamak mümkündür .
Bununla birlikte Arap ülkelerini kategorik olarak ortak bir noktada görmek ve aynı pozisyonu benimsediklerini söylemek de zordur. Zira Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) mevzuyla ilgili daha farklı pozisyon alırken Mısır, Ürdün, Kuveyt ve Katar Türkiye’nin tezine yakın durmuştur.
Geleneksel dış politikasında İran’a yakın olmakla birlikte bölgesel gelişmelerde tarafsız kalmaya özen gösteren Umman ise bölgedeki gelişmelerle ilgili herhangi resmî bir açıklama yapmamıştır. Öte yandan Körfez krizinde oldukça aktif olan Bahreyn, Kürt liderlere Irak’taki istikrarı bozacak bir bağımsızlık oylaması yapmamalarını tavsiye etmiştir. Gelişmeler karşısında daha net ve kararlı bir pozisyon alan Kuveyt ise, Irak’ın ulusal bütünlüğü ve birliğinin tehlikeye atılmaması gerektiğini vurgulamıştır. Referanduma kesin bir şekilde karşı çıkan ülkelerden biri de Ürdün’dür. Birleşik bir Irak’tan yana olduğunu açıklayan Ürdün, referandumu durdurma ve taraflar arasında diyalog çağrısında bulunmuştur.
Körfez krizinden itibaren askerî ve güvenlik bağlamında Türkiye ile daha da yakınlaşan Katar’da hükümete yakın medyada da genel olarak referanduma karşı söylemlere yer verilmiştir. Katar medyası konuyu iki ana argüman üzerinden ele almıştır. Birincisi Arap vatanın parçalanmasına yol açan fiillere karşı çıkış, ikincisi Türkiye’ye yakın söylemlerde bulunma. Özellikle Türkiye’nin açıklamaları ve demeçlerine geniş yer veren Katar medyası, Suudi Arabistan ve BAE’yi IKBY referandumuna destek vermekle suçlamıştır. Ayrıca Katar Hava Yolları da Erbil seferlerinin durdurulacağını açıklamıştır.
Mısır’ın Tutumu
Mısır, Türkiye ile yaşadığı sorunlara rağmen Kürt kartını kullanma konusuna girişmemiştir. Konuyla ilgili Mısır’dan gelen en önemli açıklamalarından biri el-Ezher Üniversitesi’nden yapılmıştır. Kürdistan Âlimler Birliği’nin tepkisini çeken Ezher’in açıklamaları gerek Mısır için gerekse İslam dünyası açısından önemlidir. “Kürdistan” kelimesinin kullanılmamasına özen gösterilen açıklamada özetle bağımsızlık referandumunun Arap ve İslam ulusunun sömürge planlarını gerçekleştirmek için bölünmesine sebebiyet vereceğine, ırk ve kavim üzerinden İslam ve Arap ümmetini daha da böleceğine ve bu ayrılıkçı projenin arkasında gizli bir elin olduğuna dikkat çekilmiştir. Açıklamada ayrıca farklı dinî, etnik ve mezhepsel unsurların birlikte yaşamasının bir örneği olan bu antik ülkenin birliğini ve beraberliğini korumak için ülkedeki bütün bileşenlerin birlikte çalışmaları gerektiği vurgulanmıştır.[2]
Mısır yönetimi de Irak’ın birlik ve bütünlüğünü desteklediğini söyleyerek referandumdan doğacak olan muhtemel olumsuz sonuçlardan derin kaygı duyduğunu açıklamıştır. Ayrıca Mısır devlet hava yolu şirketi Egypt Air’in Kahire-Erbil seferlerini durduracağı da açıklanmıştır.
Suudi Arabistan’ın Tutumu
Kuzey Irak’taki bağımsızlık referandumuyla ilgili tutumu merak edilen en önemli ülkelerden biri Suudi Arabistan’dır. Bölgede gerek medya gücü gerekse sahadaki etkinliği sebebiyle Suudi Arabistan’ın tutumu önemli görülmektedir. Üstelik son dönemde Katar’la yaşadığı ihtilaf ve bu süreçte Türkiye’nin Katar’ın yanında durması dolayısıyla da Suudi Arabistan’ın refleksi merak konusu olmuştur. Zira Katar krizi sürecinde Suudi kamuoyu Türkiye’ye karşı sosyal medyada kampanya başlatmış ve bazı Suudi yetkililer PYD ve Fetullah Gülen terör kartlarının kullanabileceğini dillendirilmişti. Ayrıca Suudi Arabistan’ın başta Irak olmak üzere bölge üzerinde İran’ın etkisini frenleyecek herhangi bir oluşumu destekleyebileceği görüşünde olanlar da vardır. Bölgeyle ekonomik ve sosyal ilişkileri sınırlı olan Suudi Arabistan, 2016 yılında Erbil’de bir konsolosluk ofisi açmış, bunun öncesinde 2015 yılında da Mesud Barzani, Körfez gezisi kapsamında Suudi Arabistan’ı ziyaret etmişti.
Bölgedeki bütün bu değişken paradigmalar göz önünde bulundurulduğunda, Suudi Arabistan’ın kendi iç sisteminde de ciddi bir değişikliğe gittiği, birçok sosyal ve ekonomik reform yaptığı görülmektedir. Bu minvalde Suudi Arabistan Veliaht Kralı Muhammed b. Selman, referandumdan önce eylül ayı ortasında Riyad’da Irak’ın önemli liderlerinden olan Sadr Hareketi lideri Muktada al-Sadr’ı ağırlamıştı. Bu dönemde Irak-Suud ilişkilerinde birçok yeniliğe tanıklık edilmiştir. Bu bağlamda Necef’te Suudi Arabistan konsolosluğu, Suudi Arabistan-Irak arasında Arar Sınır Kapısı’nın açılması gibi oldukça dikkat çekici gelişmeler yaşanmıştır.
Sürpriz olarak nitelendirilen bu ziyaret ve ilişkilerin aldığı seyir üzerine Suudi Arabistan’ın mezhepçilikten Pan-Arap politikalara yöneldiği yorumları yapılmıştır. Merkezî hükümetin Şii Arapları da kapsayan bu yeni politikası, Suudi Arabistan vatandaşlarının da Kürt meselesiyle ilgilenmeye başlamasına sebep olmuştur. Sosyal medya ve bazı gazete yazarları bu politikaya destek vermiştir. Ayrıca İran kontrolünden bağımsız bir IKBY’nin Suud açısından avantajlı olacağı görüşünde olanlar da vardır. Zira bölgenin bağımsızlığının sağlayacağı jeopolitik avantajın İran’ın yürüttüğü vekâlet savaşları ve jeopolitik erişimine bir set çekebileceği düşünülmektedir.
Son dönemde Suudi Arabistan’ın Suriye ve Irak’ta DAEŞ’in düşmesiyle birlikte daha milliyetçi bir politika benimsemeye başladığı görülmektedir. Bölge konjonktürünün değişimine karşı olan Suud’un yukarıdaki faktörler üzerinden yeni politikalar benimsediği görülmektedir. Bölgenin tehlikelerden korunması için geri adım atılmasını talep eden Suudi yetkililer, Irak politikalarında da revizyona gitmiştir. Kısacası Suudi Arabistan’ın Katar meselesine rağmen Irak’ın bütünlüğünden yana ve bölgesel istikrarı koruma amaçlı bir tutum içerisinde olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca Krallık, diyalog ve iş birliği yollarını da teşvik etmektedir. Ancak bütün bu yapıcı yaklaşımlarına rağmen Suud’un pozisyonunun statik olmadığını, bölgesel gelişmelere bağlı olarak değiştiğini de belirtmek gerekir.
BAE’nin tutumu
Son yıllarda Arap davasını üstlendiğini iddia eden BAE, ABD’nin de ciddi desteği sayesinde Filistin’den Libya’ya kadar bölgedeki etkinliğini arttırmıştır. BAE, bölgesel hatta bazen daha da geniş çaplı bir strateji ile Arap davasının sözcülüğünü yapmaktadır. Körfez krizinin de mimarları olan BAE’nin genç yöneticilerinin Suudi Arabistan ve Mısır’ı da aralarına alarak bölgede bir Pan-Arap ittifakı kurma niyetinde oldukları gözlenmektedir. Arapları ilgilendiren her konuda kendinde söz söyleme hakkı gören BAE’de IKBY’nin gerçekleştirdiği referandumla ilgili kamuoyundan farklı, resmî makamlardan farklı açıklamalar gelmektedir.
Katar meselesinden dolayı her platformda Türkiye karşıtı bir diplomasi izleyen BAE, Arap ülkeleri arasında Erbil ile ilişkileri en yakın ülke konumundadır. Erbil’de 2012 yılında konsolosluk açan BAE’nin bölgeyle ekonomik ve diplomatik ilişkileri dikkat çekmektedir. Irak, BAE’nin ticaret ortakları arasında sekizinci sırada gelmektedir. BAE’nin Irak’taki yatırımlarının büyük kısmının Kuzey Irak bölgesinde yoğunlaştığı ve bölgede 130 BAE şirketinin kayıtlı olduğu belirtilmektedir. 2015 yılında Mesud Barzani Körfez ülkelerine yaptığı gezi kapsamında BAE’yi de ziyaret etmiştir.[3]
BAE’li yetkililer referandumdan önceki süreçte sessiz kalmayı tercih etmiştir. Ancak referandumun ardından Dışişleri Bakanı Enver Karkaş, kişisel sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, Irak’ın birliği ve bütünlüğünün korunması için en iyi yolun diyalog olduğunu, bölgenin çatışmalar sebebiyle büyük bedeller ödediğini söylemiştir. Irak’ın istikrarı ve birlikteliğini diyalog yoluyla sağlanmasını isteyen BAE Dışişleri Bakanı, Irak’ın federal yapısı içinde kalmasının isabet olacağını ve bu sistemin en başarılı örneğinin de BAE olduğunu belirtmiştir.
BAE medyasında çıkan bazı yazılar referandum karşıtı ve Irak’ın toprak bütünlüğünü savunurken, Abdulhalik Abdullah gibi kraliyete yakın bazı danışmanlar ve yazarlar ise Kürt bağımsızlığını savunarak bölgedeki sınır değişiminin Irak’la sınırlı kalmaması gerektiğini yazmıştır. Açıkça Türkiye sınırlarının kast edildiği bu tür açıklamalar, Katar krizinden dolayı BAE kamuoyunun bir kısmının hâlâ tepkili olduğunu göstermektedir.
***
Sonuç olarak Arap ülkelerinin ve yöneticilerinin statükoyu koruma ve bölgesel düşman olarak belirledikleri ülkelere karşı Kürt varlığını destekleme arasında kaldıkları görülmektedir. Bir yandan İran ve diğer ülkelere karşı büyük Kürdistan’ı desteklemeye yönelik çıkarcı bir düşünce savunulurken bir yandan da ileride bizzat kendilerini de etkileyebilecek böylesi etnik ve mezhebî bir ayrışmaya genel olarak karşı olma gibi bir durum söz konusudur. Bilhassa Mısır, Ürdün gibi ülkeler statükonun korunması için özel gayret gösterirken, BAE’li bazı isimlerin bu tür girişimlerin bölgesel fay hatlarını uyandırabileceği nin farkında olmadıkları anlaşılmaktadır.
Önümüzdeki süreçte Arap ülkelerinin tutum ve pozisyonlarını, IKBY’den ziyade İran’ın Irak üzerindeki etkisi belirleyecektir. Nitekim ABD’nin de İran tehdidini göstererek 1990’dan itibaren bölgede bağımsız bir Kürt devleti kurmaya çalıştığını söylemek yanlış olmaz.
[1] Trita Parsi, Treacherous Alliance: The Secret Dealings of Israel, Iran, and the United States, Yale University Pres, 2007.
[2] http://arabi21.com/story/1038808/رد-عاصف-من-علماء-المسلمين-في-كردستان-على-الأزهر

AKP ve HDPKK

AKP ve HDPKK




Tevfik DİKER 

22 Kasım 2016 Salı


AKP'liler, 

*HDP ile birlikte PKK'lıları ŞARTLI SERBEST BIRAKAN yasaları MECLİSTEN çıkarmadı mı? 

*HDP ile birlikte APO'nun 10 maddelik mutabakat metnini DOLMABAHÇE' de okumadı mı? 

*PKK için HDP ile birlikte uyguladıkları AÇILIM POLİTİKALARININ mimarı değil mi? 

*İtirafçı PKK'lının düğününe giden AKEPELİ milletvekilli yok mu? Ve hatta o düğüne altın bilezik göndermediler mi?r. 

*PKK militanları için ANALAR AĞLAMASIN kampanyası düzenleyen AKİL ADAMLARA ve bu AKİL ADAMLARI görevlendirmediler mi? 

*ÇEKİLME sürecinde PKK militanlarına göz yumun talimatını vermediler mi? 

*40 BİN VATANDAŞIMIZIN ve BEBEK katili APO'nun yattığı İMRALI'NIN şartlarını iyileştirdiklerini söylemediler mi? 

*HABURDAN PKKLI militanların davul zurna eşliğinde yurda girmesine GÖZ yummadılar mı? 

*Diyardakır'da PKK'lı terörist şarkıcı ŞİVAN PERVER ile MEGRİ MEGRİ diye şarkılar söylemediler mi?.. 

*Habur'dan girip Suruç'tan çıkarak Kobani'ye giden PKK/PYD konvoyuna izin vermediler mi? 

**

* Bu soruları Anayasa'dan kaynaklanan haklarımı duyarlı bir vatandaş ve Genel Başkan olarak kamu adına soruyorum. 

Cevap Bekliyorum. 

Uyan Türkiyem Uyan. 

Maskeli Baloda dans edenleri izlemeyin. 

Bir gerçeği göz ardı etmeyin. F.Gülen ve RTE 'de Din-Dinarlık ekseninde söylemler kullanıyorlar. 

Ülkemiz,Rejim, İslam zor günler yaşıyor. SEVR yanlıları Global Emperyalist güçler ve işbirlikçileri ülkemizin üzerine çöktüler. İçeriden ve dışarıdan kuşatıldık. 

ALLAH yar ve yardımcımız olsun. 

Tevfik DİKER 

Büyük Türkiye Partisi Genel Başkanı.


http://tevfikdiker.blogspot.com.tr/2016/11/akpliler-hdp-ile-birlikte-pkkllar.html

***

Dünyada 40.3 milyon insan Köle durumunda: Yüzde 71'i kadın, yüzde 25'i çocuk,

Dünyada 40.3 milyon insan Köle durumunda: Yüzde 71'i kadın, yüzde 25'i çocuk,


 İlker Belek

Dünyada 40.3 milyon insan köle durumunda: Yüzde 71'i kadın, yüzde 25'i çocuk...
Modern kölelik temel insan haklarından ve çalışma standartlarından yoksun olanlar, zorla çalıştırılanlar, zorla evlendirilenler, köleliğe benzer pratikler içinde yer alanlar için kullanılan bir kavram.

40,3 milyon modern kölenin 24,9 milyonu zorla çalıştırılanlardan, 15,4 milyonu zorla evlendirilenlerden oluşuyor.

Modern kölelerin yüzde 71’i kadın, yüzde 25’i çocuk.

Zorla evlendirilenlerin yüzde 37’si çocuk ve bunların da yarısı 15 yaşından küçük.

Özel sektörde zorla çalıştırılanların sayısı 16 milyon. Bu insanların köle olarak çalıştırıldıkları ortalama süre 20,5 ay.

4,1 milyon insan ise devlet tarafından köleleştirilmiş durumda.

Cinsel sömürüye maruz kalanların sayısı 4.8 milyon. Cinsel köleliğin ortalama süresi 23,4 ay. Bu durumda olanların yüzde 20’den fazlası çocuk.

Bu tablonun kapitalist emperyalist sistemin ürünü olduğu açık. Zorla çalıştırma kazancı yükseltmenin yolu. Zorla evlendirme ve cinsel kölelik ise emperyalist sistemin yarattığı geri kalmışlıkların sonucu.

 İlker Belek

AKP'de ne değişti



AKP'de ne değişti

İsmet Özçelik 
Aydınlık Gazetesi, 
25.10.2017


AKP, içindeki FETÖ’cüleri temizlemeyi gürültüsüz yapmayı planlamıştı. İstihbarat kurumlarından da destek alınarak ayrıntılı dosyalar hazırlanmıştı. Örgütlerdeki FETÖ kongre sürecinde, belediyelerdeki FETÖ de seçimlerde temizlenecekti. Milletvekilleri arasındaki FETÖ de aday yapılmayacak, sorun tereyağından kıl çeker gibi halledilecekti.

“GİZLİ FETÖ” RAHAT DURMADI

Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. FETÖ ile irtibatlı olanlar rahat durmadı. Kendilerini koruma altına almaya çalıştı. Durum böyle olunca da “istifa” süreci başlatıldı.

Başkanlara çıkış gösterildi. FETÖ konusu hiç açılmadan, “metal yorgunluğu, halk desteğinin azalması...” gibi yollar devreye sokuldu.

Ama mesajı almamakta direnenler oldu. AKP 3 haftadır bu işle uğraşıyor. Erdoğan için yeni bir durum. Kabul etmesi de mümkün değil.

GÜL SEÇENEĞİ

AKP kulislerinde, bu “direnişte” bir süredir tartışılan “Gül seçeneğinin” de etkili olduğu bildiriliyor. Erdoğan’a yakın kaynakların dost sohbetlerinde, “Her şeyden haberimiz var. Kimin kimlerle dans ettiğini izliyoruz. Gül’ün temaslarını da görüyoruz. Cumhurbaşkanımızın liderliğinin test edilmesi için yapılan hamlelerden de bilgimiz var. Yabancıların bu işin içinde olduğunun da farkındayız” ifadelerini kullanmaları da anlamlı.

Organize bir hareket olduğu ortada.

ERDOĞAN’IN TAVRI

AKP’liler arasında Erdoğan’ın tavrı konuşuluyor. Ankara, Bursa, Balıkesir belediye başkanlarının direnişinin arkasındaki güçlere vurgu yapılıyor. “Hepsinin arkası açık, bunlar neye, kime güveniyor?” diye soruluyor.

“Karanlık projelere” atıfta bulunuluyor. Erdoğan’ın sertleşmesi de buna bağlanıyor. “Af yok” sözlerinin arkasının geleceği kaydediliyor.

TEMİZLİK HEMEN

AKP’nin yeni bir döneme girdiği anlaşılıyor. Temizlik için kongrelerin ve seçimlerin beklenmesi tavrından vazgeçilmiş görünüyor. Bakanlar Kurulu’nda beklenen FETÖ temizliği yapılmamıştı. Bu kararın da değiştiği anlaşılıyor.

Önümüzdeki günlerde 5-6 bakanın değişeceği konuşulmaya başlandı. Belli ki cin şişeden çıktı. Yeniden şişeye sokulması zor.

AYSEL ÇELİKEL

Son günlerde ÇYDD Başkanı Aysel Çelikel tartışılıyor. TGB’nin Laik ve Bilimsel Eğitim Platformu’nun Yürütme Kurulu’na girmesine karşı çıktı. “Eğer TGB gelirse ben çıkarım” dediği iddia edildi.

HDP tabanının hassasiyeti ve 6 milyon oyuna vurgu yaparak “Atatürk’ten vazgeçme”(!) tutumu tepki çekti.

Bunları duyunca Aysel Çelikel’le ilgili bazı anılarımı anımsadım:

KIZIM VAZGEÇ, BAŞINA İŞ GELİR

Yıl 2010. Anayasa değişikliğiyle ilgili halk oylaması öncesi. Fethullah Gülen’in “Mezardakiler bile oy kullanmalı ‘evet’ oyu vermeli” dediği günler.

Demokratik kitle örgütlerinden biri anayasa değişikliğine karşı mücadelede başı çekiyordu. Başında da bir bayan vardı. Televizyonlara çıkıyor, toplantılarda konuşuyor, kamuoyunu etkiliyordu.

Ben de kendisiyle bu mücadelede tanıştım. Bir gün çok dalgın olduğunu gördüm. Ne olduğunu sorunca başından geçenleri anlattı:

“ÇYDD Başkanı Aysel Çelikel görüşmek istedi. İstanbul’a gidip görüştüm. Yaptıklarımızı anlattım. Mücadelemizi aktardım. Ben kendisinden destek beklerken ültimatom verir edasıyla söze girdi: ‘Bak genç bir kadınsın. Hakkında birçok söylenti çıkarırlar. Başına bir sürü bela gelir. Bu işlerden çekil!’ dedi. Şaşırdım kaldım. O derneğin başında Türkan Saylan vardı. Yaşasaydı kesinlikle beni teşvik ederdi, moral verirdi.”

O günden sonra Çelikel’in bu tavrı hep kafamı kurcalamıştı.

KILIÇDAROĞLU ABD ZİYARETİ

CHP kulislerinde anlatılanlara göre geçen dönem Aysel Çelikel’e CHP milletvekilliği önerilir. O da “Ben ÇYDD’de kalmak istiyorum, kızımı yapın” der ve isteği yerine getirilir. Kızı Ayşe Eser Danışoğlu milletvekili yapılır.

Kılıçdaroğlu ABD’ye ziyaret yapacaktır. Kılıçdaroğlu CHP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan’ı da heyete dahil etmek ister. O, “hayır” der. Kılıçdaroğlu ısrar eder ama kabul etmez. Yerine Çelikel’in kızı heyete dahil edilir. Bu konu o günlerde basına da yansımıştı.

O ziyarette Kılıçdaroğlu’nun FETÖ’cü örgütlerle buluşması çok tartışıldı. Doğru mu yanlış mı bilemiyorum ama kulislerde çok konuşulan randevuları Tarhan’ın yerine heyete dahil olan milletvekilinin aldığı söylendi.

Çelikel tartışması büyüyünce bu iki anımı anımsadım..! Bilinsin istedim!

Aydınlık Gazetesi, 25.10.2017

***

HOLLANDA BİLDERBERG PKK VE FETÖ KUŞATMASINDA TÜRKİYE: BATI İLE ÇATIŞMA MI? YENİLENMİŞ İTTFAK MI?

HOLLANDA BİLDERBERG PKK VE FETÖ KUŞATMASINDA TÜRKİYE: BATI İLE ÇATIŞMA MI? YENİLENMİŞ İTTFAK MI?


ONUR DİKMECİ 
14 Mar 2017 

Abd Başkanlık seçimleri ve neticesiyle beraber siyasi literatürün üzerinde durulması gereken konusu ulus devletler ve ulusçu tutumların yeniden yükseldiğidir. Küresel zihniyetin gümrüksüz ve sınırsız bir dünya tahayyülü Donald Trump'ın Meksika'ya ek gümrük tarifesi fikri ve küresel anlaşmaları rafa kaldırmasıyla bir parça sarsılmıştı. Siyasi vaziyetlerin domino etkisi gösterdiği yerkürede bu tavır Avrupa kıtasında da taraftar buldu. Aşırı sağ, ulusçuluk ve ırkçı tonlarda milliyetçilik giderek yayılmaya başladı. Abd başkanlık seçimlerinden kısa süre evvel İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden ayrılma kararı alması, Fransa'nın Afrika merkezli müstakil bağımsız politika izleme kararlılığı irili ufaklı diğer devletlerde göçmen karşıtlığı, farklı dinlere ve inançlara muhaliflik şeklinde ortaya çıktı ve seçim kampanyalarına rastladı. Bütün bunların toplamı ulus devletler yeniden keşfediliyor olarak algılanmaktadır. Hollanda Türkiye gerginliği ve hemen akabinde Fransa ile Almanya'nın Hollanda'yı destekleyen açıklamaları Türkiye kamuoyunda haklı olarak tepki gördü ve hilal haç savaşı olarak nitelendirildi. Türkiye'nin tepkisi ve kendince belirleyeceği yaptırım kararları ne denli isabetliyse hilal haç savaşı gibi bir yaklaşım ise oldukça yanlış bir bakış açısı olacaktır. Çünkü haçı yani hristiyanlığıda var eden bu toprakların bizatihi kendisidir. Devleti Aliyye, Doğu Roma yani Hristiyan Bizans'ın komşusu, akrabası hatta devamıdır. İnciller bu topraklarda kabul edilmiş, havarilerin en önemlileri bu topraklarda yaşamış hatta haç simgesel olarak ilk kez ön Türklerce kullanılmıştır.  Malazgirt meydan muharebesi bile Selçuklulara destek veren hristiyan peçenek ittifakının ürünüdür. Yani hilal ve haçın doğduğu kaynak aynı beslendiği pınar yine bizzat aynıdır. Dolayısıyla teşhisi doğru koymakta fayda vardır. Teolojik ve kültürel inançların hamisinin bu topraklar olduğu sabit olduğuna göre meselenin halklar kültürler veya inançlar ile değil bir avuç elitist karar alıcılar ile alakalı olduğu açıktır.  Hollanda ve benzeri ülkelerin durumu kimlere ne kazandırmaktadır? Tabiki bu yaklaşımlar Türkiye'yi daha da çok ortadoğu'ya itmektedir ve bu 1996/99 Bilderberg grubunun tasarılarıyla örtüşmektedir. O yıllarda Bilderberg cenahında ençok tartışılan husus bir Ortadoğu Komutanlığı kurulması ve komutasının kontrollü olarak Türkiye'ye bırakılmasıydı. Bu konuları daha derinlemesine analiz ettikçe Hollanda Almanya, Bilderberg ve Fetö arasındaki şaşırtıcı bağlantılarda ortaya çıkmaktadır.
Arent Jen Wensinc, Hollandalı bir şarkiyatçıydı. İslam ve islam ülkeleri üzerine araştırmalarda bulundu öyle ki doktora tezinin adı bile ''Muhammed ve Medine Yahudileri''idi.  Ona göre İslamiyet'in fetihletle Arabistan dışına hızla yayılması Medine çevresi ile sınırlı sayıda düzenlemeler getiren Kur'an dışında başka kaynağa ihtiyaç duyulduğunu bunun da Roma ve Yahudi hukuku Hristiyan ahlakı, Hellenizm'den alınan unsurlarla telafi edildiğini iddia ederek söz konusu alıntıların hadis literatüründe mündemiç olduğunu iddia etmiştir.  Yani Wensinc'e göre hadis literatürü başka kültürlerden ödünçtür ve vaz geçilemez. Bu denli şaşırtıcı satırları işleyen Wensinc 1908'lerde Medine Sözleşmesi ile ilgilenmiş ve yeniden uygulanmasını şiddetle tavsiye etmiştir. Oryantalist ve şovalye ünvanlı bir Hollandalının Devleti Aliyye'ye neden ısrarla Medine Sözleşmesini önerdiği ve bu sözleşmenin daha sonra kimler tarafından önerileceği şaşırtıcı bir kurguyu ortaya çıkartacaktır.  Muhammed Peygamber'in Medine'de yaşayan gruplara yönelik uygulamaya koyulan bu sözleşmenin bazı maddeleri şu şekildedir:
1. Yahudiler kendi dininde serbest olacaklar.
2. Müslümanlarla Yahudiler, barış içinde yaşayacaklar.
3. şehir dışından bir saldırı olursa Medine birlikte savunulacak.
4. İki taraftan biri, üçüncü bir tarafla savaşırsa diğer taraf yardımcı olacak.
Dönemsel koşulları itibarıyla gereklilik olan bir anlaşmayı daha sonra Hollandalı şarkiyatçı hatırlattı ve ondan sonra Türk kamuoyunda pekçok kez paylaşıldı ancak en ilginç olanı Demokratik İslam Kongresi'nin bu mutabakata vurgu yapmasıydı.  Kürt sorununa çözümde referans olarak işlenen kongreyi toplayan pkk olmuştu. Ne garip ki marksist felsefeyle kurulduğunu iddia eden bir terör örgütü şarkiyatçıların Türk Toplumuna yeniden hatırlattığı mutabakatı gündeme getirerek çözüm bileşeni olarak sunuyordu. Aslında anlaşma maddeleri bir yerlere çekilmeye çok müsaitti, serbestlik, beraber savunma ve ortak savaş kararı parçalı eyalet sisteminin unsurlarıydı. Hollanda ve pkkdan sonra dini referanslara atıfla siyasi bir yön tayini vazifesine soyunanlardan biri de Fetö lideri Gülendi. 8 Ocak 2013'de gerçekleştirdiği Sulhta Hayır vardır isimli konuşmasıyla hep Yurtta Sulh Konseyi'nin işaretini veriyor hem de Hudeybiye Anlaşmasını gündeme taşıyordu : ''Keşke şu görüºme olmasa.. şu anlaşma olmasa.. şu uzlaşma olmasa.. biz Türk milleti.. şöyle onurumuz var, böyle gururumuz var; boyun eğmesek.. bazı şeylere evet demesek' denilebilir. Muhtemel o türlü şeylerle bazı problemler çözülecekse, işte o Hudeybiye Sulhu mülahazasıyla, Hudeybiye Sulhu'ndaki mantık ve muhakemeyle, yapılması gereken şey neyse onu yapmak lazım. ''
Peki Hudeybiye ne idi ve hangi maddeleri içermekteydi?
Medineli Müslümanlar ve Mekkeli Müşrikler arasında yapıaln bir barış anlaşması olan Hudeybiye İslam Devletinin yani yeni devletin karşı cephe tarafından resmen tanındığının delili olarak gösterilir. Buna göre;
.Esirler karşılıklı serbest bırakılacak
.İki taraf arasında on yıl savaş olmayacak
.Müslümanlar bu yıl Kabe'yi ziyaret etmeyecek, gelecek yıl üç günden fazla ziyaret edilmeyecek ve canları ile malları güvence altında olacaktır.
Yani bu maddeleri kürt siyasi meselesine uyarlayacak olursak;
.Genel af çıkartılsın
.Operasyonlar durdurulsun ve
.Bölgede yerel kolluk gücü oluşturulsun şeklinde yorumlanabilir. 
Görüldüğü gibi  pkk Fetö ve daha öncesinde oryantalistlerin Türk kürt federatif modeli için referans dayanakları tarihteki İslami Anlaşmalar olmuştur. 
Batılı karar alıcıların ve bazı lobilerin uygulamaları kırılgan, batıdan kopmuş ve tam manasıyla Ortadoğu'ya yönelmiş Türkiye'yi var edecek böylelikle bu anlaşmalar daha çok gündeme getirilebilecektir. Bilderberg ve Abd Türk Ordusu karargahının Konya'ya taşınması gerektiğini 1990'lı yıllarda belirtmiştir. Bu düşünce ise 15 Temmuz kalkışmasından sonra yeniden düşünülmeye başlandı. Aslında ısmarlama tez Medeniyetler Çatışması'nı sanki gerçek bir ideoloji gibi ortaya koyarak körfez ülkeleri Türkiye işbirliğini İran'a karşı kurgularlarken İran'ın da cephesini genişletmektedirler. Bu da küreselci Fabian Derneğinin bir uzantısı olan Frankfurt Mektebi'nin, Tez ve Anti Tez teorisidir. Onlara göre rakip düşünceler olmalıdır ve bunlar birbirlerini beslemektedir. Bu lobi, bu düşünceye göre Ortadoğu'da asla yalnızca şiilerine ya da sünnilerin önünü açmaz. İki grupta kendilerince elini güçlendirir, daha fazla silah alır, daha çok petrol satar ve neticesinde istenilen sentez ortaya çıkar. 
Bugün eşcinselliğin özendirildiği, uyuşturucu kafelerin bulunduğu ve katolik kiliselerinin satışa çıkartıldığı Hollanda küresel sistemin pilot bölgesidir. Hollanda, Avusturya hatta İngiltere Kraliyet ailesinin soyuna ve tarihi kültürüne kaynaklık eden Almanya ise Davos ve Bilderberg'i kurarak dünya siyasetine yön tayin edebilme gayretine girmiştir. Yani Türkiye Hollanda gerginliği, Türkiye Avrupa ilişkileri tahmin edilemeyecek kadar sistemli ve asırlara dayanan oryantalist küresel merkezin yönlendirilmesinde seyretmektedir. Türkiye'nin bu oyunları bozabilmesi ancak Avrupa'da yani en başta balkanlarda etkinliğini arttırmasıyla mümkündür. Bu bölgeler tampon kuşak olarak görülmelerinin yanında aynı zamanda kara para aklama merkezleri olarak kullanılmaktadır. Türkiye'nin oryantalist planları ve Bilderberg siyasetini deforme edebilmesi kızmadan ve küsmeden coğrafyalarla dengeli ilişkiler geliştirebilmesine bağlıdır.
Haçlı seferleri izlenimi veren veya bilmeden doğu batı savaşı olarak adlandırılan yeni düzen Türk Ortadoğu kaynaşması (fakat bu bütüncül manada bir ortadoğu değil) buna mukabil, fetö pkk söylem benzerliği ve tarihsel islami kaynakları günümüze uygulama zorlaması eşliğinde parçalı bir Türkiye manzarasını doğurur. Oyunların bozulabilmesi ancak önceliklerin dayatılmasıyla mümkündür. Farkında olan bir Türkiye önceliklerini keşfetme ve gündeme getirme kararlılığına erişebilecektir.


***