9 Mart 2019 Cumartesi

ÜÇ KERE BÜYÜK HERMES İDRİS PEYGAMBER, BÖLÜM 3

ÜÇ KERE BÜYÜK HERMES İDRİS PEYGAMBER, BÖLÜM 3




Gnostisizm, dünyevi varoluşun ve genelde Kozmos’un tümüyle negatif sayılması, dünya ve insan varoluşu üzerindeki toplumsal, siyasal ya da kozmik kudretlere ilişkin her türlü talebin reddi üzerine temellenmektedir. Kötümser bir ruh halinden doğan Gnostisizm, kötülüğün varlık nedenini açıklama çabası içindedir32. 

İnsanların ay-üstü âlemin acımasız hükmünden, ancak gnosis (irfan) aracılığıyla özgürleşebileceklerini savunan Gnostisizm, en yetkin sözcülerini Edessa (Urfa), Antioch (Antakya), Ephesus, İskenderiye ve Roma’da bulmuştur. Tüm gnostik tarikatların ortak yönü, yukarıdaki dünyanın gizlerini açıklayan ve yalnızca seçilmişlere selamete erişme olanağı sağlayan, kimi ayrıcalıklı bireylere gizemli biçimde vahyedilmiş bilgi ya da Gnosis’in koruyucusu oldukları savıdır. Hermetik gelenek, Mısır dini ile Gnostisizm arasındaki kayıp halkadır. O devrin bilginlerine göre, nefse hakim olmanın kudretini elde etmek için beden, ruh ve fikrin bütünüyle değişmesi ve her türlü kötülüklerden tamamen arınması gerekmekteydi ki bu da ancak kalbi, aklı ve iradeyi terbiye etmekle mümkündü. Bu seyr ü sülük yolunda insan, ruhunda mevcut olan ince hisleri uyandırıp zenginleştirebilirdi. Derin ve samimi bir cehdden sonra insan kâinatın Batıni 
kuvvetleriyle içsel bir irtibat kurabilirdi. Ancak bu dereceye ulaşan kişi başkalarını irşad edebilirdi33. 

Esas olarak Neo-Platonculuk, Gnostisizm ve Hermetizm olarak tezahür eden ve nihai ürününü Hıristiyanlıkta bulan bu arayışlardan34; 

- Neo-Platonculuk, derin maneviyatçılığı, Platon düşüncesi ile bağlantısı ve 
biçimlenişinden kısa bir süre sonra İmparatorluk otoritelerini ve özellikle de senatoryal kesimi rahatsız eden yükselen Hıristiyanlığın tek alternatifi olarak algılanması nedeniyle, Klasik çağın bir kalıtı olarak Roma soylularınca benimsenerek desteklenmiş gözükmektedir. 

- Gnostisizm ise, çağdaş araştırmacılarca, ağırlıklı olarak, kendi kökenlerine 
yabancılaşarak Helenleşmiş, ancak yine de Helenistik ortamda kendilerini uyumsuz hisseden diyaspora (özellikle İskenderiye) Yahudilerinin bir ürünü olarak yorumlanmaktadır. 

- Hermetizm ise bu iki akımdan farklı olarak, daha az yapılanmış, daha muğlak bir malzeme olarak görülmelidir. Hıristiyanlığa yer yer eklemlenebilen Neo-Platonculuk ve Gnostisizm’in tersine Hermetizm, içindeki tek tanrıcı argümanlar sayesinde kısa bir süre Kilise Babaları’nca dikkate alınmakla birlikte, Hıristiyan düşünsel dünyası için ‘dışsal’, yani ‘Pagan’ olarak kalmış ve böyle mahkûm edilmiştir. 

 Hıristiyanlık ve Hermetizm.. 

Antikçağın sona ermesiyle birlikte, Hermetizm kendisini besleyen toprağından 
koparıldı. Roma İmparatorluğu, daha doğru bir anlatımla Doğu Roma, 5. yüzyılda çöktü. Clovis, Hristiyanlığı seçti ve Avrupa’nın jeopolitik ağırlık noktası Alplerin kuzeyine kaydı. 529’da, Atina felsefe okulu Jüstinyen tarafından kapatılınca, antikçağ’da sembolik anlamda sona erdi. Antikçağ geleneklerinin bitmesiyle, Hermetizm yaşama şansını kaybetti. Şayet Hermetizm, kendisine kültürel bilinç içinde yer bulduysa nedeni Kilise Babalarının onu benimsemesi ve Arap bilginlerin Hermes Trismegistos resmini özenle korumalarıdır. Karanlık 
Ortaçağ’da Hermetizm antikçağın Hıristiyanlık dogmasının gölgesi altında kaybolmuştu. 

Ortaçağ’da Augustinus “Tanrı Devleti” adlı eserinde, Hıristiyanlıklar Hermetizm arasında herhangi bir bağlantı kurmanın mümkün olamayacağını söylemişti35. Augustinus, Hermetizmi büyücülük ve Pagan putperestliği olarak algılamıştı. Yüksek ve Ortaçağ’da birçok eser Arapçadan Latinceye çevrilince, Mısırlı bilge Hermes Trismegistos’un resmi yeniden ortaya çıktı. 

Erken Yeniçağ’da Hermetizm, Hıristiyan inancını tanıyan bir öğreti olarak dikkat 
çeker. Yukarıda içerikleri verilen Hermetica’ların Batı düşünce tarihinde ilk çevrisine Ficino (Marsilius Ficinus36) tarafından yapılan ve 1483’te Venedik’te basılan Poimandres ile başlanır. Hermetizmin Rönesans çağında yeniden keşfedilmesinin önde gelen ismi Cosimo de Medici oldu. Gerçek dinin ne olduğu sorusu 16. yüzyılda giderek önem kazandı. Sapkınlık toplumsal bir yara halini almıştı. “Cadıların ateşe atılması” genellikle geç Ortaçağ’da değil erken Yeniçağ’da görülen bir ceza yöntemiydi37. Hermetik metinlerin çevrilmesiyle 17. yüzyıla kadar etkisi sürecek Hermetizmin Rönesans dönemi başladı. Rönesans filozofları büyük ölçüde Corpus Hermeticum’a dayanırken, Paracelsizm yanlıları Zümrüt Tabletleri, Hermes Trimegistos’un en önemli kanıtı olarak görürler. Hermetizm öğretisi Rönesans’ın elinde profan hale geldi ve iç boyuttaki ilerleme metotları için dış boyuttaki teknolojik, bilimsel ilerlemeler için bir ilham kaynağı oldu. Okült bilimler, maji, astroloji, simya, farklı doğrultuda çatışmaya başladılar. Rönesans’ta bir hedef kayması oldu ve bu ilimlerin tecrübeye verdikleri önem yanlışlıkla deneysel ilimlerin doğmasına sebebiyet verdi. Daha 
sonra da deneyciler dini prensibi bir kenara iterek sadece yaptıkları deneyi kutsallaştırmaya, bir müddet sonra da bunun teorisini yapmaya başlayacaklardır38. Rasyonalist gelişmeler gittikçe hız kazanır. Hermes’in ruhta gerçekleştirmeyi düşündüğü devrim (dönüşüm), Rönesans aydınlarınca dışta yapılmaya çalışılır. İlk dönemlerin kutsal ve bütüncül simya anlayışı, modern kimyaya; astroloji anlayışı, modern astronomiye; maji anlayışı, modern 
bilime dönüşecektir. 

1554 yılında Turnebus tarafından Paris’te Grekçe orijinal metinler yayımlanır 
(Ermeniceye de çevrilmiştir). Hermetica’lar en baş dini metinlerden sayılır. 1643’te Hollanda diline, 1706’da Almancaya çevrilir. İlk İngilizce çeviri Arapçadan 1650 yılında yapılır. 

Hermetik düşünceler, kıta Avrupa’sından Britanya adalarına ulaşır. Thomas More, 

Ütopya’sında bu doğrultuda bir yaklaşım sergiler. Tommaso Campanella, Güneş Ülkesi isimli eserinde açıkça Hermetik motifler kullanır. Dönemin diğer düşünürleri Agrippa, Robert Fludd ve Athanasius Kircher’in Hermetizmi müdafaaları hararetle sürer39. 1614 yılı Isaac Casaubon’un Londra’da yazdığı makaleyle, Hermetizm tarihinin önemli dönüm noktalarından biridir. Casaubon’a göre Hermetik metinler Mısır’a ait bilgelikleri içermiyor, Hıristiyanlık sonrası ortaya çıkan Platoncu ve Hıristiyan felsefelerini değersiz yazı örneklerinden 
oluşuyordu. Casaubon, Corpus Hermeticum ile Hıristiyanlığın birçok noktada içeriksel benzerlikler gösterdiğini yani İncil’e dayandığını ve daha geç bir zamanda yazıldığını söylüyordu40. Sahte bir Hermes, Hıristiyanların kendi öğretilerini putperestlere tanıtma amacıyla metinleri yeniden kaleme almış, metinler Eski Mısır ile bağlantısını koparmıştır41. 




Tablo: Hermetizm Kronolojisi 

17. yüzyıldan itibaren Hermetizm artık bilim, egemenlik ve teolojinin başarılı 
birlikteliğini temsil etmemektedir. Gerek İncil ve Luther’in bağnazlara karşı aldığı tavır gerekse modern bilimlerin ortaya çıkışı bu çok eski bilgelik geleneğini geniş ölçüde yıktı. Hermes Trismegistos, 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Masonluk (özellikle Gül Haçlılara dâhil olanlar) içinde de özellikle aydınlanma kurumu içinde önemli bir rol edinmeye başlar. 20. yüzyıl ile birlikte Batı’da Hermetizmin asıl, bozulmamış esprisine bir yönelişin olduğu görülmektedir. 1884’de Dublin’de “Hermes Society” kurulur. Teofizist G.R.S. Mead, 1900’lerde Hermetizmi yorumlayan yazılar yazar. Rose-Croix, Golden Dawn gibi diğer bazı 
okült cemiyetler, gerçek Hermetizmin kendileri olduğunu iddia ederler42. Ezoterik Hermetizmin mirasçılarından Julius Evola (1898-1974) için Hermetizm, “simya” demekti çünkü Ortaçağ’da ve Rönesans’ta Hermetik “simyacı gelenek ile tamamen iç içeydi.” Simyanın kökeni kimya, yani maddelerin pratik kullanımı için değişmesi değil, “gizem bilgisiydi”. Evola’ya göre şayet bir dünyanın yaradılışı öteki dünyada gerçekleşti ise bu tanımlanamaz. Günümüzde Batı’da “Hermetik düşünce” denildiğinde daha çok astroloji, simya, maji ve okült bilimler anlamındaki vulgar Hermetizm anlaşılmaktadır. Rene Guenon’a göre; bu ekoller Üst Prensip’i (tradisyon) ihmal ettikleri için en nihayetinde, olsa olsa bir 
takım küçük bilgeliklerle uğraşmaktadırlar ve orijinalinden sapmışlardır43. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

31 Martin Erbströsser, Heretics in the Middle Ages, Akademia Verlag, (Leipzig, 1984), 16. 
32 C.J. Bleeker, The Egyptin Background of Gnosticism, U.Blanchi (Ed.), Le Origin dello Gnosticismo, (Leiden, 
1967), 234. 
33 Nurettin Necdet Evin, Eski Mısır’da Tasavvuf ve Sülük, Mimar Sinan, 30-45. Aktaran; Kılıç, a.g.e., (2018). 
34 Mahmud Erol Kılıç, Hermesler Hermesi, İslam Kaynakları Işığında Hermes ve Hermetik Düşünce, Sufi Kitap, (İstanbul, 2018). 187. 
35 Ebeling, a.g.e., (2017), 73. 
36 Marsilius Ficinus (1433-1499): 15. yüzyılın en önemli Neo-Platoncularındandır. Rahip olduğu halde hiçbir 
zaman Hristiyanlıktan söz etmemiştir. Hristiyanlara hararetle Platon’u okumalarını tavsiye etmiş ve hatta kendi 
kilisesinde onun eserlerinden bazı parçaları dua yerine okutmuştur. Düşünceleri için bakınız; Cemil Sena, 
Filozoflar Ansiklopedisi, C.II, Remzi Kitabevi, (İstanbul, 974), 132-134. 
37 Richard Von Dülmen, Hexenwelten: Magie und Imagination vom 16.-20. Jahrhundert, Fischer Taschenbuch Verlag, (1994), 78-96. 
38 Rönesans döneminde Hermetica’lar yirmi iki baskı yapar. 
39 “Hermetica”, a.g.e., 110-113. Ayrıca Batı düşüncesi tarihinde Shakespare, Bacon, Dante, Goethe, Mozart gibi 
bazı isimlerin bu felsefeden önemli ölçüde etkilendikleri söylenir. Müzikte, mimaride, resimde, şiirde bu tesirler 
açıkça görülür. 
40 Anthony Grafton, Protestan versus Prophet: Isaac Casabubon on Hermes Trimegistus, Defenders of the Text, 
(Harvard University Press, 1991), 86. 
41 Ebeling, a.g.e., (2017), 138-139. 
42 Rene Guenon, Formes Traditionalles et Cycles Cosmiques, Gallimard, (Paris, 1970), 121. 
43 Rene Guenon, Aperçus sur L’imitation, Editions Traditionnelles, (Paris, 2004), 65. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ÜÇ KERE BÜYÜK HERMES İDRİS PEYGAMBER, BÖLÜM 2

ÜÇ KERE BÜYÜK HERMES İDRİS PEYGAMBER, BÖLÜM 2







Kötümser doktrinde ise tersine, âlem en temelde kötüdür. “Çünkü âlem hiçbir şekilde birinci Tanrı’nın işi değildir. Zira birinci Tanrı her şeyin fevkindedir, varlığının sırları içinde gizlidir. Dolayısıyla âlemi terk etmeyen, ona sırt çevirmeyen, Tanrı’ya ulaşamaz. İnsan bu dünyada bir garip gibi olmalıdır14.” “Dünya kötülüklerden mürekkep” (CH 6.4) olduğundan ilahiliğe doğmak (CH 13.7) için o dünyaya “garip” kalmak şarttır (CH 13.1).” 

Felsefi Hermetizmin bu iki şekli, daha sonra farklı felsefe ekollerinde yansımalarını gösterecektir. Buna göre, Hermetizmde Tanrı Bir’dir ama ulaşılamaz, kıyaslanamaz ve bu kıyasla hakkında malumat sahibi olunamazdır. Ancak bir dini iç tecrübeyle O’na yakınlaşılabilir. 
İnsan ruhu, asli olarak iyidir fakat bir bedene girdiği zaman mecburen kötü olur. Ufak bir çocuğun ruhu ise hala iyidir. Çünkü o, âlem-ruhundan henüz zar zor ayrılmıştır. Fakat beden büyüdükçe ruhu en alt kesif cevherler arasına iter ve onun, iyiyi unutmasına sebep olur. Böylece ruh kötüleşir (CH X; 15b). 

Hermetizmin bilgi konusundaki temel yaklaşımı, kâinat (makrokozmos) ile insanın (mikrokozmos) karşılıklı olarak birbirlerini yansıttıkları görüşünde yatar. Bilginin her parçasında hakikat nüvesini taşıyan bu şarta bağlı olmayan ve değişmeyen unsur, saf Ruh ya da Akıl’dır (intellectus). Varlıklar içerisinde yalnızca insan, İlahi Aklı tam manasıyla yansıtabilendir. Demek ki öznesi sadece fiziki dış âlem olmayan, aynı zamanda nefsin iç âlemi de olan bir Külli Akıl ya da Müteal (yüksek, yüce) Suje vardır. Bu Külli Akıl’dan insani süjeler bilme melekelerini alırlar. 

Severek Aldanmak.. 

Eğer insan bedenini sever ve ona büyük iştahla bağlanırsa o zaman ölümün kudreti altına girer. Fakat bu insanlar onlarda gayr-i cismani şeyle kendilerini özdeşleştirirse, o zaman ölümsüz olurlar, iyiyi (hayr) elde ederler (yani Tanrı’yla bir olurlar). (CH I; 18b, 19). 

İşte bu ‘kendini tanıma’dan uzak düşenler ölüme müstahak olurlar (bedenlerini sevme suçlusudurlar). Çünkü beden maddeden, cisimden mürekkeptir ve madde bütün kötülüklerin kaynağıdır. ‘Kendini tanıyan, kendini bilen’ kimseler ise iyiliğe kavuşurlar. Çünkü onların tanıdıkları o gayr-i cismani öz, Tanrı’yla olan bir cevherdir, bu yüzden de onlar Tanrı’nın çocukları sayılırlar. (CH I; 20-21). 

 “Gazap, kötü huyluluğun şeytanıdır. Hırs ise yitirmenin şeytanıdır. Bunların ikisi de bütün kötülüklerin menşei, bedeni ifsad eden ve ruhu tehlikeye atan iki şeydir.” 

İnsanın aklı bir serir güç (şeytan) tarafından döllendiği zaman, o akıl kötü düşünceler doğurur. İyi düşüncelere sahip olmak demek, dindar olmak yani Tanrı’yı bilmek ve O’na bağlanmak demektir (CH IX; 3, 4a). 

Ruhun kötü oluşu, onun irfandan, marifetten15 (Tanrı bilgisinden) yoksun oluşundan ibarettir. İrfana sahip olmayan ruh, beden tarafından yönlendirilir ve bedeni âlemlerce yuvarlanır durur. İrfan, konuşmalarla ya da duyularla elde edilmez. Duyular, bedenin aracı olarak çalışırlar ama irfanın bedenle bir ilgisi yoktur. Onun organı Akıl’dır. Ve akıl, gayr-i cismanidir (CH IX; 8b-10). 

 Aklın Tanrıya yolculuğu.. 

Hermetik düşünceye göre, kozmoloji ile metafizik arasında aracı olan (tıpkı güneş ışınları gibi) bu Akıl’dır. Akıl (Nous), Tanrı’nın Zat’ındandır. O’nun Zat’ının bir parçası değildir ama tıpkı ışığın güneşten çıkması gibi o da O’ndan neş’et eder. Beden nefsin içinde, nefs ruhun (ya da aklın) içinde, ruh da Kelam’ın içindedir. Tanrı ise her şeyin üstündedir. 

Evreni (Kosmos) kuşatan gayr-i cismani şey akıl’dır (nous) (12a). Fakat Akıl’ın 
üstünde de bir şey vardır ki o da Akıl’ın ve gerçeğin (Hakkın) kaynağı olan iyi’dir (hayr) (CH II; 12b)16. 

“Tanrı, Kosmos (evren, düzen) üzerinde doğrudan iradesiyle amel eder. İnsan ise ona tabi olan şey üzerinde sanatı ve mahareti ile harekette bulunur. Böylece her şey Tanrı’ya bağımlıdır, akıl tarafından idare edilir ki bu akıl hem tanrılarda hem de insanlar da vardır ve onları bir araya getiren şey odur. Bu, her insan için geçerli değildir. Çünkü bazılarında akıl yoktur, onlar hayvan gibidirler. Fakat ruhu akılla dolan (irfan elde eden) insan, hayvanlarla değil ancak gökteki tanrılarla (meleklerle) mukayese edilebilir… (CH X; 22b-25)”. 

Tanrı ezeli ve ebedidir, düşüncelerle anlaşılmaz. Akledilebilir alemi yalnızca akıl 
gözüyle görülebilir. (Hermetica, C.II, s.28). 

Külli Akıl, adet olarak “bir” değildir. Gayr-i kabil-i taksim oluşunda “Bir”dir. Bu yolla o, her bir yaratıkta mevcuttur ve her bir yaratık biricikliğini ondan alır. 

Her şey Tanrı’nın düşündüğü düşüncelerdedir (CH XI; 17b-20a). 

“.. Akıl, Tanrı’nın en temel cevheridir. Nasıl ışık, güneş tarafından saçılırsa, akıl da Tanrı tarafından saçılır. O, insana girer ve bazılarını ilah yapar. Fakat hayvanların ruhları bundan mahrumdurlar. İnsanda akıl, onun tabii sevklerini önleyerek iyiye çalışır. Fakat o, hayvanlarda tabii sevkler ile beraber çalışır. İnsan ruhu, tecessüm ettiği vakit hazların kötü etkileriyle (ahlakı) bozulur. Akıl, ruhun bu hastalığını tabii acılarla (hastalık) tedavi eder. 

Ruhlarında aklın idaresi olmayan kimseler, tıpkı hayvanlar gibidirler. Onlar keyif ve hazlarına herhangi bir gem vurmadan tabi olurlar. Bu yüzden en fena kötülüğe maruz olurlar ve Tanrı’nın onlar için takdir ettiği cezaya çarpılırlar (C.H. XII; 1-4). 

Akıl, kaderden üstündür ve içinde bulunduğu ruhu kaderin ellerinin ulaşamayacağı yere yükselmeye muktedirdir (CH XI; 5-8)17. 

İnsanlık arasında her ne kadar dillerde farklılık varsa da her millette konuşma bir ve aynıdır. Konuşma, aklın bir suretidir. Akıl da Tanrı’nın bir suretidir (CH XI; 12, 13a). 

 Ölüm ve sonrası.. 

Kâinatta kozmik yasalar işler. Fiziksel âlem süptil (görünmez) âlemin aynasıdır. 
Gerçekten, kesinlikle ve şüphesiz, “’bir’ olan şeyin mucizesini yerine getirmek üzere, aşağıda olan ne varsa yukarıda olan gibidir ve yukarıda olan ne varsa da aşağıda olan gibidir. Küçük âlem, büyük âlemin (küçük evren-büyük evren) tam bir suretidir. Küçük âlem, Tanrı’nın suretinde yapılan kendi asli doğasını fark eden insandır. 

Ruh, ilahi bir ışıktır. Ölümden sonra bir ışığa doğru yol alınır. Dünyaya tekâmül için gelinir. Ruhlar öte âlemde tekâmül durumuna göre bulunurlar. Başka dünyalarda da hayat vardır. Eski insanların kökeni dünya dışıdır18. 

“Aklın sonsuz ışığı bu dünya hayatında “ben”cil (egoik) bir tahdide uğramıştır. Onu tahdit eden beden değil nefistir. Dolayısıyla bedene ısınmış olan nefs, ölümden sonra bedeni terk eder ama o halini korur19.” 

 İnsanlar, ölümlü tanrılar; tanrılar, ölümsüz insanlardır. Eşyanın dışı, içi gibidir. İçle dış arasında bir ayrılık yoktur. Kâinatta hiçbir şey, ne iç ne dış, ne küçük ne de büyüktür. Bir tek yasa ve o yasanın işlettiği tek bir düzen (kozmos) vardır. Yukarıdan aşağıya bütün varlıklar kendi düzeylerinde bu aynı yasaya tabidirler. Bunu idrak eden, gerçeği bulur20. 

Ölümde kesif beden, toprak ve su haline çözülür. Hayati ruh (pneuma), yeniden 
atmosfere karışır. Yukarıya doğru yükselirken, uğradığı her bir feleğe, sırayla o felekten kendine gelen kötü ihtirasları verir21. Böylece bütün tefessühlerden ve bozulmalardan arınır. Bir müddet en üst semada ikamet eder. Sonunda maddi evreni bırakır, onun üzerinde olan ve Tanrı’nın kudretlerinin bulunduğu gayr-i cismani âleme girer. Kendisi de bizzat bu kudretlerden biri olur, Tanrı’da olur. (CH I; 24-26a). 

Ölüm meydana geldiğinde, hayati nefsten sadece ruh ayrılmaz, akıl da ruhtan ayrılır. Akıl, kendisine ateşten bir gövde alır ve baştanbaşa uzaya yayılır. Aklın terk ettiği ruh, hakkı neyse onunla cezalandırılır. Eğer ruh muttaki ve dindarsa (yani hayatında irfanı elde etmişse) akıl olur, başka bir şey değil. Dindar ve muttaki olmayan ruh ise ölümden sonra safi bir ruh olarak kalır, girebileceği başka bir beden arar. Böylece kendi kendini cezalandırır (CH X; 16-19a). 

İnsanların ‘ölüm’ dedikleri şeye ‘değişim’ demek daha doğru olur. Bir canlı varlık 
öldüğünde, onun içerisinde olan hayat, bizim görüşümüz alanından gider ama yok olmaz. Kosmos’un meydana geldiği tek tek gövdelerdeki hayat daima değiştiği ve yer değiştirdiği için, bizatihi Kosmos’un da daima değiştiği ve ‘her süreç aldığı’ söylenebilir (CH X; 15b-16a). 

 HERMETİZM’İN DİNLERE ETKİLERİ 

 İbraniler ve Hermetik öğreti.. 

En eski bilgiler, Âdem’in oğulları tarafından, “içerdikleri doğal sanat konularıyla 
beraber, iki levha üzerine, Hiyeroglif denilen şifreli yazıyla işlenerek gömüldü. Bu bilgilerin büyük kısmı tufandan sonra Mısır’da tekrar kullanıldı ve Musa tarafından “İsrail’in çocuklarına” aktarıldı. Gerçekten de Tevrat’taki Tekvin babı ile Osiris’in insanlığı yok ettiği Tufan arasında, İbrani dini ritüelleri ile Mısırlıların dini ritüelleri arasında, örneğin bazı çarpıcı benzerlikler vardır22. İbrani kutsal kitabında Enoh (Hanoh, Hermes) yedi yerde geçer. Enoh, insan ırkının yedinci neslidir. Onun Allah’a itaat içinde bir ömür geçirdiği, Tanrı’ya yürüdüğü ölmediği ve bunun onun ölümü görmemesi için Tanrı tarafından yapıldığı söylenir 23. Enoh’un Tanrının sırlarını öğrendiği ve levh-i mahfuza muttali olduğu yazılıdır. 

Kabbala’nın Zohar bölümünde Hanoh’un kitap sahibi olduğu ve “bu Hikmetin Sırrı idi” denilmektedir. Ayrıca dünyanın sonuna doğru Enoh, Elijah (İlyas) ile birlikte “yol açıcı”, “hazırlayıcı” Mehdi rolünü oynayacaktır. Zaman zaman yeryüzünde gözükmektedir. Bazı kimselere gözükmekte, onlara ilham vermektedir24. 

Helenistik Yunan’ın Hermes’i öğrenmesi.. 

Helenistik çağdan çok önceleri özellikle ticaret amacıyla Mısır’a yerleşen Grekler 
tarafından Mısır’ın yazı-bilgelik tanrısı Toth, Hermes ile özdeşleştirildi. Helenistik dönemin sonlarına, daha çok Mısır’ın Roma İmparatorluğu’nun bir parçasına dönüştüğü ilk miladi yüzyıllarda ise Hermes Trismegistus’e (Üç Kere Büyük Hermes) dönüştü. Yunan bilgeliği ve özellikle de doğa felsefesi, temelinde Mısır kaynaklıdır. Mısırlı rahipler doğanın gizemini çözmeyi başarmışlardı. Buradan dağıtılan bilgiler, Pers rahipleri ve filozoflarınca büyü olarak nitelendi. Bilgelik öğretilerini bilmecesel şekillerle, karartılmış sözlerle aktarmak bir Mısır 
geleneğiydi ve bu gelenek şair Homer’in mısralarında en iyi şekilde yansıtılmıştır. Onu, bu geleneği Musa Yasaları ve Eski Ahitle harmanlayan Pisagor takip eder25. Platon’un on üç yıl, Pythagoras’ın ise yirmi küsur yıl doğuda, Mısır’da ders gördükleri bazı tarihçilerce anlatılır. 

Homeros, hiyeroglifleri okumasını öğrendi. Bazı müellifler, Yunan destanlarının şairi Homeros’un Mısır’da yaşadığını ve Teb’de doğduğunu ileri sürerler. Platon iki yerde aritmeğin, cebirin, geometrinin, yazının ve diğer bazı ilimlerin kurucusu olarak bir Mısır ilahi kişisi olan Theut’tan (Thoth) bahseder26. Platon’daki Hermes etkisi şu sözleri ile daha iyi anlaşılır; “İnsan göksel bir bitkidir. Gerçekte insan ters duran bir ağaca benzer, kökleri göğe dönmüştür, dalları toprağa dalar.” 

İnsan ve âlemin açıklanmasında, M.S. 1. yüzyılın düşünürleri, Doğu Akdeniz’in 
rasyonel olmayan bazı doktrinlerine başvurmak zorunda kaldılar. Bu yüzden söz konusu dönemde Gnostikler, Yeni-Platoncular ve Hermetistleri birbirinden ayırabilmek hayli güçtü. Hermetizmin ilmi yönü (ilmi Hermetizm) daha sonra bazı Grek ekollerinin felsefi düşüncelerinin oluşumuna zemin hazırladı. Vulgar Hermetizmin içerdiği majik ameliyeler ise insanın kemale erdirilmesi, onun ilahileştirilmesi için bazı ritüellerdi. Hermetik felsefe iki tip insan üretti. Birincisi, eski Mısır’da olduğu gibi daha çok irfani (gnostik) bir insan, ikincisi eski Yunan’da olduğu gibi daha çok bilge (sage) insandı. Roma dönemi ile birlikte, polis’in 
tanımlayıcı çerçevesi dışına çıkma anlamında Grek bireyinde bireyci bir yöneliş ve selamet kültlerine, artan bir münzevilik ve öte-dünyacılığa, bu arada yeniden yorumlanmış halleriyle (Grek ve Doğulu) gizem kültlerine ve derneklerine ardından da Gnostik akımlara artan bir ilgiye yol açar. Arkaik ve Klasik çağlardan beri devam eden felsefi-dinsel gizemlere, Helenistik dönemden itibaren İsis ve Mithra gibi “Doğulu” gizemler de eklenecektir. 

Patrizzi’ye göre, Greklerin bütün felsefi sistemleri, Phytagorasçıların mistik 
matematikleri, Platon’un etiği ve teolojisi, Aritoteles ve Stoacıların fizikleri hep bu Hermes’in yazdığı eserlerden alınmadır; “Eğer Hermetik felsefe Grek felsefesinden çıkma değilse, o zaman şurası kesindir ki, Grek felsefesi Hermetik felsefeden çıkmadır27.” Sokrates ve Platon'a göre felsefenin ana ereği, insanın mutluluğu ve yetkin (kâmil) yaşamının sağlanmasıdır. 

Yetkin bir yaşam, ancak erdemli bir hayat sürmekle elde edilebilir. Metafizik anlayış, Aristoteles'de, "Tanrıbilimsel" (Théologique) bir veçhe kazanmaktadır. Sokrat’tan da önce yaşamış olan Protogoras “insan her şeyin ölçüsüdür” derken Platon “Yasalar”da, “her şeyin ölçüsü insan değil, Tanrı’dır” demektedir. Tanrısal akıl ya da doğrudan Tanrı olarak tarif edilen "Nous" işe karışmadan önce Evren, Demokritos'un materialist (özdekçi) öğretisi ile betimlediği mekanik bir tözdür. Platon'a göre ise, ‘Evren’ Nous tarafından biçimlendirilerek "Kaos'dan düzene" geçirilmiş, ruhu ve zekâsı olan bir canlıdır. Büyük düzenleyici, kendisi gibi önsüz ve sonsuz bir töz bulmuş ve ona biçim vermiştir. Evren, Tanrı tarafından bilinen "dünya ideası"na uygun olarak ve benzetilerek biçimlendirilmiş bir görüntüdür28. 

Sokrates’in “kendini bil” sözü, insanın kendini ruhsal bir tecrübe içinde yeniden 
sorgulamasını ve ahlaki yönden yeniden oluşturmasını içermektedir. Böylece insan medenileşme yolunda kişinin istediği şey olumlu değerlere yükselmektir. Adaletsizliğe, kötülüğe karşı savaşmaktır. Halk hikmetinin, felsefi düşünüşün ve büyük dinlerin hedefi budur29. Doğa'da bütün olup bitenler bir amaca (telos) yöneliktir. Her şeyin gerçek nedeni "Nous"dur. Platonculuk, Batı Hıristiyanlığı için temel felsefî öğreti olarak kalmıştır. 

Yeni Platonculuk, Gnostisizm ve Hermetizm.. 

M.S. 3. yüzyılda biçimlenen Neo-Platonculuk, İskender’in fetihleriyle birlikte 
yoğunluk kazanan Grek felsefesi ile doğu bilgeliği arasındaki kültürleşmenin bir ürünüdür. 
Eklektik bir felsefe olan Neo-Platonculuğu biçimlendiren unsurlar arasında Mısır’a yerleşen Greklerin taşıdığı Platonculuk, İskenderiye Yahudiliği, hatta Mısır’da bulunan Hintli bilginlerin Budistik öğretileri sayılmaktadır30. Geç Grek ve Roma dönemlerinde özellikle kentlerde baskıcı Roma devletine karşı bir protesto dini haline gelen Gnostisizm, dünya işlerinden el çekerek maddeye önem vermeme eğilimindeydi31. Gnostik görüşler, özellikle de içerdiği düalizm, Ortaçağ Avrupası’na damgasını vuran Rafızi hareketlere yön veren ilkeler olmuştur. Kilise’nin 2. yüzyıldan itibaren savaş açtığı Gnostik öğretiler, 3. yüzyıldan itibaren Roma İmparatorluğu’nda yavaş yavaş silinirken, 3. yüzyılda Mezopotamya’da Manes’in öğretilerinde boy verdi. Manikeizm, Batıda Roma’yı etkilerken, Asya’da Türkistan’a (Uygurlar) ve Çin’e dek uzanmıştır. İran’da ise Zerdüştlük biçimiyle devlet dini halini alacaktır. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

14 Mircea Eliade, Birth and Rebirth, Harper and Bros., (New York, 1958), 298. 
15 Gnosis: Tanrı bilgisi. 
16 Sufi metafiziğinde buna “hayr-ı mahz” derler. Platon’un diyaloglarında Sokrates bu “iyi”yi güneş ile karşılar. Bu “iyi”nin ışınları vardır. Bir enerjidir. 
17 Metin içerisinde, Hermes’in bu bilgileri şifahi olarak üstadı Agathodaimon’dan (Mısırlıların Khnum dedikleri ilah) aldığını ve bu bilgileri ilk defa yazıya geçirenin kendisi olduğunu söyleyen bir bölüm vardır. Hermetica, C.II, 349. 
18 Caner Işık, Eski Dünyanın Kadim Bilgesi Hermes, Doğu-Batı Dergisi: Antik Dünya Bilgeliği, Yıl: 10, Sayı: 40, (Mart-Nisan 2007), 55-56. 
19 Titus Buckhardt, Fas’ta Ananevi İlimler, Çev.M.Tahralı, Kubbealtı Akademi Mecmuası, (Nisan 1979), 36. 
20 Orhan Hançerlioğlu, Hermesçilik, Felsefe Ansiklopedisi, C.II, 310-312. 
21 Burada astrolojik tesirler söz konusu edilmektedir. Robert Powell, Hermetic Astrology, Sophia Foundation Press, (2006), 2-4. 
22 E.A. Wallis, From Fetish to God From in Ancient Egypt, Dover Publications, (1999), 39-40. 
23 Tekvin, 5; 18, 21, 24. 
24 “Enoch”, Encylopedia Judeica, c.IV, 193. 
25 Joachim Telle, Benedictus Figulus. Bir Alman Paracelist’in Yaşamı ve Eset-rleri, Strassburg, 1608, 6-8. 
26 Eflatun, Phaidros, Çev.Hamdi Akverdi, Maarif Matbaası, (İstanbul, 1943), 110; Eflatun, Flieboss, Çev.İ.S. Siyavuşgil, Maarif Matbaası, (İstanbul, 1943), 25. 
27 Patrizi, F., 1553, La città felice … Dialogo dell'honore, il Barignano. Discorso della diversità de' furori poetici, Venice: Giovan. Griffio. Aktaran; Stanford Encylopedia of Philosophy: Francesco Patrizi. 
28 Platon, Complete Works, Edt.J.M.Cooper, Haschette Publishing (1997), 237. 
29 Sema Önal: Hikmet (Bilgelik) Üstüne, Doğu-Batı Dergisi: Antik Dünya Bilgeliği, Yıl: 10, Sayı: 40, (Mart-Nisan 2007), 101. 
30 Alexander Wilder, New Platonism and Alchemy, Parsons and Company Pinters, (New York, 1869), 4. Aktaran; Sibel Özbudun, Hermes’ten İdris’e Bir Dinsel Geleneğin Dönüşüm Dinamikleri, Ütopya Yayınları, (Ankara, 2015), 54. 


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ÜÇ KERE BÜYÜK HERMES İDRİS PEYGAMBER, BÖLÜM 1

ÜÇ KERE BÜYÜK HERMES İDRİS PEYGAMBER, BÖLÜM 1





Prof.Dr. Sait YILMAZ 
09 Ekim 2018 


 GİRİŞ 

 “ Akıl, Hayat ve Nur (kaynağı) olan Tanrı’nın üç çocuğu vardır. Bunlar, Tanrı’nın 
ikinci aklı, insanı ve insan dışı varlıkları yaratmadaki araçlarıdır. Yüce Akıl (Tanrı), kendisine benzeyen bir yaratık olan (gayr-i cismani) insanı yaratır. Sonra toprak ve su, akılsız canlıları doğurur. (CH I; 11-b). 

 İnsan, felekler âlemine iner ve yedi feleğin her birinin özelliklerinden bir şeyler alır. Sonra gökyüzünün en alt katından kesafet âlemine inerek cismani bir tabiata bürünür. (CH I; 12-14). İşte bu insan, her ne kadar hakiki mahiyeti itibarıyla gayri cismani ve ölümsüz ise de bu parçasıyla cismani ve ölümlüdür. (CH I; 15) Bu insandan her biri (CH I; 16-17); 

1. Toprak ve sudan mamul bir kesif beden, 
2. Ateş ve havadan mamul bir hayati ruh (pneuma), 
3. Cismani olmayan bir nefs ve akıldan mürekkeptir. 

Ruh (nefs) bedendedir, akıl ruhtadır, Tanrı akıldadır. Tanrı her şeyin üzerinde faaldir. 
Akıl, ruhun üzerinde faaldir. Ruh, havanın üzerinde faaldir. Hava da kesif maddeler üzerinde faaldir. ( CH XI; 13b, 14a). 

 İyi (hayr), ışık (nur) ve hayat; Tanrı’nın cevherleridir, hakiki insan da işte bunlardan gelir ve tekrar onlara döner. (Hermetica, C.II, 36).” 

Yukarıdaki sözler Hermes’e atfedilen Corpus Hermeticum’dan (CH) seçilmiştir1. 
Hermes, Kadim Mısır teolojisinde Kral Toth, Yunan mitolojisinde Hermes, İslamiyet’te ise İdris Peygamber olarak bilinir. Bununla beraber, tarih boyunca onunla ilgili efsanelerin atif yapıldığı daha pek çok Hermes figürü ortaya çıkmıştır. Hermes’in İdris olarak hikâyesi önce Âdem’in yedinci kuşak torunu olarak Nuh Tufanı öncesinde başlar. Daha sonra Mısır’a uzanır ve kabaca M.Ö.1000 - M.S.1000 yılları arasındaki bir süreçte, Mısır’dan Yunanistan ve Ön 
Asya’ya dek uzanan coğrafyada, Hermes motifi antik Grek inancından İslam’ın söylemine (İdris) aktarılır. Sadece Yunanistan’a değil Mezopotamya kanalıyla Hint ve Çin’e de Hermes’in hikmetinin (Tanrı bilgisinin) buradan yayıldığı rivayet edilir. İslam coğrafyasında ise Arapça’dan tercüme edilerek ile Hıristiyan dünyasına geçer. Hermes’e indirilen 30 sayfalık kitap çeşitli din ve bilim adamları tarafından zaman içinde pek çok kez tahrif edilmiştir. Hermes (Trismegistos), üç kez büyük diye anılır çünkü filozofların, din adamlarının ve kralların en büyüğüdür 2. Hermes’i binlerce yıldır cazip kılan Tanrı bilgisine (hikmet) ulaşmak için öngördüğü akıl yolculuğu ve yaratılış kozmolojisi oldu. Hermetik 
öğreti İslamiyet içinde Bâtınilik, çeşitli tarikatlar, tasavvuf ve en önemlisi Anadolu’nun (heterodoks) İslam anlayışına çok önemli etkiler bıraktı. Tanrı bilgisine yani hikmete, gerçeğin bilgisine ulaşmak, hala insanlığın en büyük merak konusu olduğuna göre, Hermes’in günümüze kadar olan hikâyesini bilmemiz sadece bizim için değil, tüm insanlık için kaçınılmaz bir gerekliliktir. 

HERMES ve HERMETİZM 




Kadim Mısır teolojisi ve Hermes.. 

 Hermetik öğretinin ilk durağı Kadim Mısır oldu. Eski Mısır (M.Ö. 3000-333) tarihinde 23 firavun sülalesi bulunmaktadır. Büyük İskender’in 333 yılında Mısır’ı ilhak etmesiyle Eski Mısır tarihi son bulmuştur. Eski Mısır; yaklaşık üç bin yıl kendine ait medeniyetini dış müdahalelere pek maruz kalmadan sürdürmüş ve korumuştur. Efsaneye göre; Thoth (Hermes), İsis ve Osiris’in oğlu olan güneş tanrısı Horos’un oğludur. Ölümsüz yaşam için diriliş tanrısı; kural koyucu, koruyucu, ölülerin yargıcıdır. Osiris’in öğrencisi olarak bilinen Thoth, Mısır’da bir Atlantis kolonisi kurarak Osiris dinini yaymaya başlamıştır. Efsaneye göre, Batık Krallık Mu’dan göçün Güney Amerika’dan Atlas Okyanusunaa daha sonra batan yine efsanevi bir kıta Atlantis’e de ulaştığı sanılmaktadır3. Manethon’un Mısır Tarihi Kronolojisi’nde Thoth’un hâkimiyetiyle başlayan döneme “Tanrıların Hâkimiyeti Devri” denilir. Papirüslerde sembolik olarak ibis kuşu (balıkçıl kuşu) kafalı ve bir elinde kutsal asa (Hermes’i iki yılan motifli, sihirli asası şeklinde Yunan mitolojisinde geçer) bir elinde hokka ve kalem tutan bir insan suretinde tasvir edilmektedir. Kadim Mısır teolojisine göre, “Tanrı Ptah’ın çoğalma (tekessür) organları “dil ve kalp”ti4. Sonra o ilk kaostan sular ve âlem meydana geldi. Hiyeroglif yazıtlara göre Thoth, Tanrı’nın kalbi ve dilidir. Onun haberlerinin taşıyıcısıdır. Ayrıca Thoth’un insanların amellerini tartma görevi de vardı. Terazinin bir kefesinde ahlaki vicdanın yeri olan kalp, diğerinde hakikatin sembolü olan bir tüy bulunurdu. Kalbi doğru olan insanın kalbi tüyden hafif gelirdi. 

Tanrı Thoth gizli bilgilere sahipti ve bu bilgileri Atlantis’ten getirmişti. Bu ”Gizli 
Bilgiler”in özü hiçbir zaman tapınak dışına yayılmamış ve rahiplerce titizlikle korunmuştu. Kutsal emanetler olarak saklanan bu bilgilere sadece rahiplerin seçtikleri çok az sayıdaki inisiyeler ulaşabilmiştir. Sais tapınağı binlerce yıl önce Atlantis’ten gelen yüksek rahiplerin bilgilerinin ilk kez seçilmiş ve elenen adaylara aktarıldığı yer olarak biliniyordu, diğer tüm tapınaklar daha sonra yapılarak buradaki bilgi ve bilgelik oralara taşınmıştı. Yedi bağımsız bilimi (Gramer, Mantık, Hitabet, Aritmetik, Geometri, Müzik, Astronomi) daha sonra tüm bilimlerin kaynağını oluşturur. Thoth’dan daima yazıyı bulan tanrı olarak söz edilir. Bulduğu bu yazı ile kitabını yazmış ve zaman içinde kitap kaybolmuş, tüm tarih boyunca birçok kişi kitabın peşine düşmüştür. Firavun, Thoth’un kitabını yaktırmış. Ancak bu kitabın daha sonra Mısır tarihinde II. Ramses’in oğlu Khaunas’ın ellerinde tekrar bir kez daha sahneye çıktığı biliniyor. 

Platon’un Atlantis konusundaki görüşlerinde ve Hesiodos’a ait altın çağ ve kutsallar adası fikirlerinde karşımıza çıkar. Aynı konu, İncil’de Tufan ile bağlantılı olarak işlenir çünkü “Yaradılış”, eski zamanda insanların zengin ve sağlıklı olduklarını, uzun yaşadıklarını aktarır. Davut’dan (Samuel) İbrahim’e kadar geçen zamanı kapsayan soyağacına göre; Davut 602, Eber ise 464 yıl yaşamıştır. Tufandan önce insanların daha yaşlı olduğu ifade edilir. 
Soyağacının bildirdiğine göre Âdem 930, Nuh ise 969 yaşında ölmüştür5. Hermetik metinlerde anlatılan öykülerin doğruluğundan yola çıkarak, eski geçmiş bilgilerinin insanlara uzun ve mutlu bir yaşam sağladığını söylemek mümkündür. Sıradan insanlar yoldan sapmasın diye bunlar gizli bilgi olarak saklandı ve (hem insanların hem hayvanları okuyabileceği bir dil olan) hiyeroglif (resimli) olarak kaydedildi. Grek ve Roma dünyalarında Mısırlıların ilk formel dinsel kültü örgütleyen kişiler olduğu inancı yaygındır. Herodotos, daha M.Ö. 5. 
yüzyılda şöyle yazmaktadır6; “İnsanlar arasında mevsimleri on iki bölüme ayırıp, ilk olarak yılı bulanlar Mısırlılardır; ayları ise yıldızlara bakıp hesaplayarak bulmuşlardır. Gene bana demişlerdir ki, büyük tanrılar için on iki adı ilk olarak Mısırlılar kullanmışlardır ve Yunanlılar da onlardan almışlardır.” M.Ö. 3. yüzyılda daha öncesinin birikmiş bilgileri Grekçeye çevrilmiş ve tasnif edilmiştir. Eflatun (Platon), Atlantis efsanesini kaleme alan ilk kişiydi. Eflatun bilgilerini “Diyaloglar” adıyla yazdı. Birinci diyalog Timaeus, ikinci diyalog, Critias ya da Atlantis’tir. Eflatun bu iki yazıda Atlantis kıtasını ve gelişimini sonuna dek ayrıntıları ile açıklar. 

 Hermetik Metinler, 

İdris’in (Hermes/Toth) kitabında Tanrı’nın sırları ve tüm varlık bilgisi olduğu 
bulunmaktadır. Thoth’un kitabının Mısır medeniyetinden mukaddem olan tüm ilimleri içerdiği, on ya da yirmi bin yıllık bir mazisi olduğu söylenir. Thoth’un kitabından cümleler tarih boyunca birçok yerde kullanılmış, yeni versiyonları ortaya çıkmıştır. Hermetik metinler üzerinde önemli çalışmalar yapan A.J.Festugiere, bu metinleri iki döneme ayırır. Birinci ve ikinci dönem, M.S.400’lü yıllarda yaşamış olan Zosimos ile ayrılır. M.S.400’den sonra ise şerhler dönemi başlar ve bu dönem 7. yüzyılın sonlarına kadar sürer7. M.Ö. 3. yüzyıl ile M.S. 
3.yüzyıl arasında meydana getirildiği sanılan onyedi kitaptan müteşekkil bu eserler, içerikleri bakımından ikiye ayrılırlar. Birinci tip eserler, popüler Hermetizmi oluşturur ki bunlar astroloji, maji8, okült9 bilimler ve simya üzerinedir. İkinci tip eserler ise ilk tipteki popüler kitaplar ile irtibatlı ama daha çok dini ve felsefi yapıdaki ilmi Hermetik kitaplardır. Her iki tip külliyat, Hermetik düşüncenin ameli ve nazari yanlarını oluşturur10. Dağınık ve ayrı ayrı olan 
bu risalelerin kim ve tam olarak hangi tarihte külliyat haline getirildiği belli değildir. Metinler, Platon’un diyalogları tarzında yazılmıştır. Dil olarak Grekçe, bazıları Latincedir. Pomandres (CH I) ise “Tekvin” babı ile hayli benzer bir üslupla, dünyanın yaratışından bahseder. Diğer metinler, ruhların nasıl felekleri aşarak ilahi sahaya ulaşmaya çalıştıklarından ve ruhun bu yükselişine engel olan beden ve madde bağlarından nasıl kurtulunacağından bahsederler. 

Görüldüğü gibi, Corpus Hermeticum muhteva olarak içerisinde birçok Mısır dini 
motifini, Tevrati, Zerdüşt, Stoacı, Platoncu, Yeni-Platoncu, Pythagorasçı ve Gnostik temaları taşımaktadır. Ancak, kahramanlar, mekân ve mitler, bu külliyatın Mısırlı bir ürün olduğunu göstermektedir. Batı Orta Çağ’daki engizisyon döneminde kitabın otuzdan fazla defa yakıldığı görülür. Bu sert tepkiler karşısında kitabın fişlenerek gizlenmesi yoluna gidildiği ve buradan bugün adına Tarot Kartları denilen kartların ortaya çıktığı söylenir. Sürekli yakıldığından söz 
edilen kitap, sanki küllerinden tekrar doğarak çeşitli zamanlarda yine ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak, bu kitap ya da kitaba ait parça metinler, ya da kopyaları elden ele dolaşmış ve kitabın yüksek enerjili bilgilerini anlamayan, yanlış yorumlayan veya kendi inancına uydurmak için 
yeniden yazanlar ile oldukça tartışmalı hale gelmiştir. 

Hermetik Kozmoloji.. 

Hermetik kozmolojiye göre, uzayın en altında ölümlülük yeri olan dünya vardır. En üstünde ise ölümsüzlük yeri olan Zuhal yıldızı yani Satürn bulunur. Zuhal yıldızı ilk aklın bütün sırlarını taşır, yedinci ve son kattır, ölümsüzlüğe orada erişilir. Zuhal, parlak bir ışık içindedir. Ruhlar, oradan koparak dünyaya doğru düşmeye başlarlar. Bu düşme bir imtihandır ve büyük ışıktan inildikçe yavaş yavaş koyulaşan karanlığa doğrudur. Ruh, kısa bir zaman için yeryüzüne inecek, maddeyle birleşecek ama maddeye boyun eğmeyecektir. İnsan ruhu, 
külli ruhun (Tanrı) parçasıdır. İmtihanı kazanamazsa o ruhta bulunan ilahi nur sönecek ve ruhu yalnız başına karanlık içerisinde bırakıp yukarıya doğru gidecektir. Ruh da ışıksız kalınca, karanlığın içinde eriyip tükenecektir. Uzay inen, çıkan ve bu arada eriyip tükenen sayısız ruhların kasırgasıyla kavrulmaktadır. İmtihanı kazanan ruhlar, yedi kata göğe başarıyla yükselip ölümsüzlüğe kavuşurlar. Yedinci ve son kat ise ölümsüzlüğe kavuşulan, büyük 
aydınlık ve külli aklın sırlarını taşıyan Zuhal feleğinin katıdır11. 

Âlemin muhtelif katları birbirine bağlıdır. Bir hiyerarşi vardır. Bu muhtelif katlar 
arasında irtibatlar bulunur. Bu karşılıkları bulabilmek için astroloji, simya ve maji gibi dini amellere bağlı ve onun yönlendirmesi altındaki pratik ilimler devreye girer12. 

(CH’nin ilk bölümü olan) Poimandres’e göre, İlk Tanrı, ikinci akılı doğurur. O da 
felekleri ve beşerin onlardan doğacağı yedi ‘androgynos’ (cinsiyeti henüz belli olmayan) Anthropos’u yaratır. Bu yüzden, insanın bedeni yönü, astrolojik kadere tabidir ve ruhu bağlar. 

Kâinat, ruhlarla (nefslerle) doludur. Kosmos’un gövdesi bir ruh tarafından 
canlandırılır (diri tutulur). Semavi cirimler, kendilerinde değişime tabi olmadan bulunan ruhlarla canlandırılır. Her dünyevi organizma ise onlarda bir müddet için bulunan bir ruh tarafından canlandırılır (CH XI; 46). 

“.. Ve Tanrı, Kosmos’un (evren) idaresinde (araçları olarak) kaderi, zorunluluğu, 
takdiri ve tabiatı kullanır (CH XII; 14b).” 

“Hayat, bir organizmadan diğerine yer değiştirir. Ve her bir organizmada şuurun bir başlangıcı ve sonu vardır. 
Fakat hayatın bir başlangıcı ve sonu yoktur. Her canlı organizma, kesif madde, hayati nefs ve ruhtan mürekkeptir ve bu üç birleşen parçanın her biri ölümsüzdür (CH XII; 15b-18). 

Hermetik Öğreti., 

Hermetizm, Eski Mısır’da Hermes’in ardından kurulmuş öğretiye denildiği gibi bu 
öğretinin verildiği ezoterik vasıftaki ekollerin çalışma sistemlerine de denilir. Bu öğretinin çıkış noktası hakikatin araştırılmasıdır. Hermetizmin temel öğretisine göre, madde karanlık ile özdeştir, ışık ise ruhtur ve aydınlık ruhtadır. Yeryüzü hayatı, ruhun maddeyle mücadelesinden oluşan bir imtihan sürecidir. Hakikate erebilmek, bu imtihandan başarılı olmaya bağlıdır. Eğer ruh, maddeye yenilip imtihanı kaybedecek olursa, karanlığa tutsak olacak ve varlığını 
kaybedecektir. İmtihanı kazanan ruh ise ölümsüzlük nuruna doğru yükselir. Hermetizmin bu “nur-zulmet” diyalektiği daha sonra başta Zerdüştlük olmak üzere birçok sistemde görülecektir. Ruhları ölümsüz kılacak olan, bu dünya imtihanında iradelerini kullanarak iradelerini kullanarak ve acı çekerek elde edecekleri aydınlanmadır. 

Hermetizme göre, kâinatın gerçeklerini anlayabilmek için aklı gelişmiş ya da 
gelişmeye müsait ve erdemli bir ruh hali sahibi olmak şarttır. Hermetizmin dünyası, ruhani ve maddesel iki kutuptan oluşur. Dünya ve insan bu zıtlıklar içinde yaşar. Çok belirgin bir hiyerarşi içinde, tanrı ve tanrısal ruh iyi ve saftır. Buna karşın maddeler ve onlara isnat edilen eğilim, kötü olarak nitelenmese bile iyi ve saf sayılmazlar. Bir canlının içindeki ruh oranının artması, Tanrıya daha fazla yakınlaşmak anlamına gelir. Bedensel arzularının ve eğilimlerinin 
esiri olan kişi için tanrıdan uzaklaşma tehlikesi büyüktür. Bunun anlamı, insanın iki yol arasında bir seçim yapmak zorunda olduğudur. 

Nitekim Bouset’e göre ise Hermetica’lar bir de iyimser ve kötümser olarak iki 
doktrine sahiptir. İyimser olan monistik ve panteisttir. Buna göre âlem iyidir, güzeldir. Çünkü o, Tanrı’yı indimaç (iç içe) eder. Onunla “görülmez Tanrı” kendisini tezahür eder (CH 8.1/5.2) Âlemin güzelliğini müşahede ve murakabe eden ilahiliğe varır. Bir olan Tanrı (CH 11.11), her şeyi yaratandır. Tanrı’dan ve âlemden sonra insan, üçgenin üçüncü köşesini oluşturur. 

İnsan dünyevi işlerle ilgilenmelidir çünkü o, Tanrı tarafından yaratılmıştır ve bu 
nedenle gücünü ve bedensel yeteneklerini kullanmak zorundadır. Dünyayı yaşamaya değer bir alan olarak korumak, ona bakmak ve türünün devamını sağlamakla yükümlüdür. Bu bağlamda dünya, cinselliğin mekânıdır; cinsellik ise kullanılması gereken bir haktır çünkü insan üremek zorundadır ve bir canlı türü olarak (şartlı) ölümsüzlüğünü sürdürmelidir. Cinsel ilişki, tanrının yaratma eyleminin kopyasıdır ve bu nedenle kutsanır. Erkek ile kadının birleşmesi tanrının çift cinsiyetliliğine işaret eder13. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

1 Brian P. Copenhaver, Hermetica: The Greek Corpus Hermeticum and the Latin Asclepius in a New English 
Translation, Cambridge University, (1995). A.N. Dock, A.J. Festugiere, Corpus Hermeticum, Paris, (1954). 
Corpus Hermeticum’un Türkçe metni için bakınız; Mahmud Erol Kılıç, Hermeslerin Hermesi, Sufi Kitap, 
(İstanbul, 2018), 70-98. 
2 Floarian Ebeling, Hermes Trismegistos’un Gizemi, Çev.M.A.Erbak, Omega Yayınları, (İstanbul, 2017), 99. 
3 Batık Mu Kıtası ile ilgili iddialar, ilk kez İngiliz albay ve gezgin James Churchward’ın Hindukuş Dağlarında ve 
Tibet’te yaptığı araştırmalara dayanarak yazdığı altı kitapta ortaya atıldı. İddialara göre; Mu (Güneş 
İmparatorluğu), eski çağlardan günümüze ulaşan tabletlere göre ilk insanın da anavatanı olduğu, Pasifik 
Okyanusu’nda, günümüzden yaklaşık 12.000 yıl önce şiddetli yer sarsıntıları sonucu battığı sanılan kıtadır 
(Bakınız; James Churchward, The Lost Continent of Mu: The Motherland of Men, Literary Licensing, (2013). 
Mu’lular batmadan önce diğer kıtalarda koloniler oluşturmaya başlamışlardı. Dünya üzerinde çıkan 3 büyük 
kültürün, Mısır, Maya-Aztek, Hint-Tibet kültürlerinin 26. paralel civarında olduğu görülür. Agarta Uygarlığı da 
Atlantis’ten göç eden Mu rahipleri tarafından kurulmuş, yeraltı uygarlığıdır. Agartalılar, Amerika kıtasında 
ortaya çıkmıştır. En önemlileri Mayalar ve Azteklerdir. Bu uygarlığın yöneticisi rahip ‘Ra Mu’, Mısır’da da 
Güneş Tanrısı ‘Ra’ olarak yer aldı. Kadim Mısırlıların yeraltı tanrısı ise Osiris’dir. 
4 E.W.F. Tomlin, Philapsophers of East and West, Harper and Row, (New York, 1963), 22. 
atlantis lemurya mu haritası eski mısır aden bahçesi Harita: Atlantis’ten Mısır’a 
5 Ursula Weisser, Yaratılışın Gizemi, De Gruyter, (Berlin&New York, 2010), 23. Aktaran, Ebeling, ibid, (2017), 79. 
6 Herodotos, Herodot Tarihi, Çev.M.Ökmen, Remzi Kitabevi, (İstanbul, 1993), 104. 
7 Fuat Sezgin, Geschicte der Arabischen Schrifttums, C.IV, (Leiden, 1967), 31. 
8 İnsanlığın en eski öğretisi, hatta dinlerin ve inançların kökeni kabul edilen Maji sanatı ve onun çocuğu olan 
büyü, her çağda var olan ve etkinliğini sürdüren bir olaydır. 
9 Okült, “bilimsel yöntem dışındaki yollar ile gizli bilginin araştırılması” demektir. 
10 “Hermetica”, The Interpreter’s Dictionary of the Bible, (Supplementary Volume), 408. 
11 Ruhun bu aslına doğru yükselişine Latinler Ortaçağ’da “Itinerarium mentis in Deum “Aklın Tanrı’ya doğru 
yolculuğu” derlerdi. 
12 Louis Massignon, Inventarire e la Litterature Hermetique Arabe, C.I, Opera Minora, Daru’l-Maarif, (Beyrut, 
1963), 654. 
13 Garth Fowden, The Aegyptian Hermes, V.IV, (Cambridge, 1986), 514. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***