9 Mart 2019 Cumartesi

ÜÇ KERE BÜYÜK HERMES İDRİS PEYGAMBER, BÖLÜM 2

ÜÇ KERE BÜYÜK HERMES İDRİS PEYGAMBER, BÖLÜM 2







Kötümser doktrinde ise tersine, âlem en temelde kötüdür. “Çünkü âlem hiçbir şekilde birinci Tanrı’nın işi değildir. Zira birinci Tanrı her şeyin fevkindedir, varlığının sırları içinde gizlidir. Dolayısıyla âlemi terk etmeyen, ona sırt çevirmeyen, Tanrı’ya ulaşamaz. İnsan bu dünyada bir garip gibi olmalıdır14.” “Dünya kötülüklerden mürekkep” (CH 6.4) olduğundan ilahiliğe doğmak (CH 13.7) için o dünyaya “garip” kalmak şarttır (CH 13.1).” 

Felsefi Hermetizmin bu iki şekli, daha sonra farklı felsefe ekollerinde yansımalarını gösterecektir. Buna göre, Hermetizmde Tanrı Bir’dir ama ulaşılamaz, kıyaslanamaz ve bu kıyasla hakkında malumat sahibi olunamazdır. Ancak bir dini iç tecrübeyle O’na yakınlaşılabilir. 
İnsan ruhu, asli olarak iyidir fakat bir bedene girdiği zaman mecburen kötü olur. Ufak bir çocuğun ruhu ise hala iyidir. Çünkü o, âlem-ruhundan henüz zar zor ayrılmıştır. Fakat beden büyüdükçe ruhu en alt kesif cevherler arasına iter ve onun, iyiyi unutmasına sebep olur. Böylece ruh kötüleşir (CH X; 15b). 

Hermetizmin bilgi konusundaki temel yaklaşımı, kâinat (makrokozmos) ile insanın (mikrokozmos) karşılıklı olarak birbirlerini yansıttıkları görüşünde yatar. Bilginin her parçasında hakikat nüvesini taşıyan bu şarta bağlı olmayan ve değişmeyen unsur, saf Ruh ya da Akıl’dır (intellectus). Varlıklar içerisinde yalnızca insan, İlahi Aklı tam manasıyla yansıtabilendir. Demek ki öznesi sadece fiziki dış âlem olmayan, aynı zamanda nefsin iç âlemi de olan bir Külli Akıl ya da Müteal (yüksek, yüce) Suje vardır. Bu Külli Akıl’dan insani süjeler bilme melekelerini alırlar. 

Severek Aldanmak.. 

Eğer insan bedenini sever ve ona büyük iştahla bağlanırsa o zaman ölümün kudreti altına girer. Fakat bu insanlar onlarda gayr-i cismani şeyle kendilerini özdeşleştirirse, o zaman ölümsüz olurlar, iyiyi (hayr) elde ederler (yani Tanrı’yla bir olurlar). (CH I; 18b, 19). 

İşte bu ‘kendini tanıma’dan uzak düşenler ölüme müstahak olurlar (bedenlerini sevme suçlusudurlar). Çünkü beden maddeden, cisimden mürekkeptir ve madde bütün kötülüklerin kaynağıdır. ‘Kendini tanıyan, kendini bilen’ kimseler ise iyiliğe kavuşurlar. Çünkü onların tanıdıkları o gayr-i cismani öz, Tanrı’yla olan bir cevherdir, bu yüzden de onlar Tanrı’nın çocukları sayılırlar. (CH I; 20-21). 

 “Gazap, kötü huyluluğun şeytanıdır. Hırs ise yitirmenin şeytanıdır. Bunların ikisi de bütün kötülüklerin menşei, bedeni ifsad eden ve ruhu tehlikeye atan iki şeydir.” 

İnsanın aklı bir serir güç (şeytan) tarafından döllendiği zaman, o akıl kötü düşünceler doğurur. İyi düşüncelere sahip olmak demek, dindar olmak yani Tanrı’yı bilmek ve O’na bağlanmak demektir (CH IX; 3, 4a). 

Ruhun kötü oluşu, onun irfandan, marifetten15 (Tanrı bilgisinden) yoksun oluşundan ibarettir. İrfana sahip olmayan ruh, beden tarafından yönlendirilir ve bedeni âlemlerce yuvarlanır durur. İrfan, konuşmalarla ya da duyularla elde edilmez. Duyular, bedenin aracı olarak çalışırlar ama irfanın bedenle bir ilgisi yoktur. Onun organı Akıl’dır. Ve akıl, gayr-i cismanidir (CH IX; 8b-10). 

 Aklın Tanrıya yolculuğu.. 

Hermetik düşünceye göre, kozmoloji ile metafizik arasında aracı olan (tıpkı güneş ışınları gibi) bu Akıl’dır. Akıl (Nous), Tanrı’nın Zat’ındandır. O’nun Zat’ının bir parçası değildir ama tıpkı ışığın güneşten çıkması gibi o da O’ndan neş’et eder. Beden nefsin içinde, nefs ruhun (ya da aklın) içinde, ruh da Kelam’ın içindedir. Tanrı ise her şeyin üstündedir. 

Evreni (Kosmos) kuşatan gayr-i cismani şey akıl’dır (nous) (12a). Fakat Akıl’ın 
üstünde de bir şey vardır ki o da Akıl’ın ve gerçeğin (Hakkın) kaynağı olan iyi’dir (hayr) (CH II; 12b)16. 

“Tanrı, Kosmos (evren, düzen) üzerinde doğrudan iradesiyle amel eder. İnsan ise ona tabi olan şey üzerinde sanatı ve mahareti ile harekette bulunur. Böylece her şey Tanrı’ya bağımlıdır, akıl tarafından idare edilir ki bu akıl hem tanrılarda hem de insanlar da vardır ve onları bir araya getiren şey odur. Bu, her insan için geçerli değildir. Çünkü bazılarında akıl yoktur, onlar hayvan gibidirler. Fakat ruhu akılla dolan (irfan elde eden) insan, hayvanlarla değil ancak gökteki tanrılarla (meleklerle) mukayese edilebilir… (CH X; 22b-25)”. 

Tanrı ezeli ve ebedidir, düşüncelerle anlaşılmaz. Akledilebilir alemi yalnızca akıl 
gözüyle görülebilir. (Hermetica, C.II, s.28). 

Külli Akıl, adet olarak “bir” değildir. Gayr-i kabil-i taksim oluşunda “Bir”dir. Bu yolla o, her bir yaratıkta mevcuttur ve her bir yaratık biricikliğini ondan alır. 

Her şey Tanrı’nın düşündüğü düşüncelerdedir (CH XI; 17b-20a). 

“.. Akıl, Tanrı’nın en temel cevheridir. Nasıl ışık, güneş tarafından saçılırsa, akıl da Tanrı tarafından saçılır. O, insana girer ve bazılarını ilah yapar. Fakat hayvanların ruhları bundan mahrumdurlar. İnsanda akıl, onun tabii sevklerini önleyerek iyiye çalışır. Fakat o, hayvanlarda tabii sevkler ile beraber çalışır. İnsan ruhu, tecessüm ettiği vakit hazların kötü etkileriyle (ahlakı) bozulur. Akıl, ruhun bu hastalığını tabii acılarla (hastalık) tedavi eder. 

Ruhlarında aklın idaresi olmayan kimseler, tıpkı hayvanlar gibidirler. Onlar keyif ve hazlarına herhangi bir gem vurmadan tabi olurlar. Bu yüzden en fena kötülüğe maruz olurlar ve Tanrı’nın onlar için takdir ettiği cezaya çarpılırlar (C.H. XII; 1-4). 

Akıl, kaderden üstündür ve içinde bulunduğu ruhu kaderin ellerinin ulaşamayacağı yere yükselmeye muktedirdir (CH XI; 5-8)17. 

İnsanlık arasında her ne kadar dillerde farklılık varsa da her millette konuşma bir ve aynıdır. Konuşma, aklın bir suretidir. Akıl da Tanrı’nın bir suretidir (CH XI; 12, 13a). 

 Ölüm ve sonrası.. 

Kâinatta kozmik yasalar işler. Fiziksel âlem süptil (görünmez) âlemin aynasıdır. 
Gerçekten, kesinlikle ve şüphesiz, “’bir’ olan şeyin mucizesini yerine getirmek üzere, aşağıda olan ne varsa yukarıda olan gibidir ve yukarıda olan ne varsa da aşağıda olan gibidir. Küçük âlem, büyük âlemin (küçük evren-büyük evren) tam bir suretidir. Küçük âlem, Tanrı’nın suretinde yapılan kendi asli doğasını fark eden insandır. 

Ruh, ilahi bir ışıktır. Ölümden sonra bir ışığa doğru yol alınır. Dünyaya tekâmül için gelinir. Ruhlar öte âlemde tekâmül durumuna göre bulunurlar. Başka dünyalarda da hayat vardır. Eski insanların kökeni dünya dışıdır18. 

“Aklın sonsuz ışığı bu dünya hayatında “ben”cil (egoik) bir tahdide uğramıştır. Onu tahdit eden beden değil nefistir. Dolayısıyla bedene ısınmış olan nefs, ölümden sonra bedeni terk eder ama o halini korur19.” 

 İnsanlar, ölümlü tanrılar; tanrılar, ölümsüz insanlardır. Eşyanın dışı, içi gibidir. İçle dış arasında bir ayrılık yoktur. Kâinatta hiçbir şey, ne iç ne dış, ne küçük ne de büyüktür. Bir tek yasa ve o yasanın işlettiği tek bir düzen (kozmos) vardır. Yukarıdan aşağıya bütün varlıklar kendi düzeylerinde bu aynı yasaya tabidirler. Bunu idrak eden, gerçeği bulur20. 

Ölümde kesif beden, toprak ve su haline çözülür. Hayati ruh (pneuma), yeniden 
atmosfere karışır. Yukarıya doğru yükselirken, uğradığı her bir feleğe, sırayla o felekten kendine gelen kötü ihtirasları verir21. Böylece bütün tefessühlerden ve bozulmalardan arınır. Bir müddet en üst semada ikamet eder. Sonunda maddi evreni bırakır, onun üzerinde olan ve Tanrı’nın kudretlerinin bulunduğu gayr-i cismani âleme girer. Kendisi de bizzat bu kudretlerden biri olur, Tanrı’da olur. (CH I; 24-26a). 

Ölüm meydana geldiğinde, hayati nefsten sadece ruh ayrılmaz, akıl da ruhtan ayrılır. Akıl, kendisine ateşten bir gövde alır ve baştanbaşa uzaya yayılır. Aklın terk ettiği ruh, hakkı neyse onunla cezalandırılır. Eğer ruh muttaki ve dindarsa (yani hayatında irfanı elde etmişse) akıl olur, başka bir şey değil. Dindar ve muttaki olmayan ruh ise ölümden sonra safi bir ruh olarak kalır, girebileceği başka bir beden arar. Böylece kendi kendini cezalandırır (CH X; 16-19a). 

İnsanların ‘ölüm’ dedikleri şeye ‘değişim’ demek daha doğru olur. Bir canlı varlık 
öldüğünde, onun içerisinde olan hayat, bizim görüşümüz alanından gider ama yok olmaz. Kosmos’un meydana geldiği tek tek gövdelerdeki hayat daima değiştiği ve yer değiştirdiği için, bizatihi Kosmos’un da daima değiştiği ve ‘her süreç aldığı’ söylenebilir (CH X; 15b-16a). 

 HERMETİZM’İN DİNLERE ETKİLERİ 

 İbraniler ve Hermetik öğreti.. 

En eski bilgiler, Âdem’in oğulları tarafından, “içerdikleri doğal sanat konularıyla 
beraber, iki levha üzerine, Hiyeroglif denilen şifreli yazıyla işlenerek gömüldü. Bu bilgilerin büyük kısmı tufandan sonra Mısır’da tekrar kullanıldı ve Musa tarafından “İsrail’in çocuklarına” aktarıldı. Gerçekten de Tevrat’taki Tekvin babı ile Osiris’in insanlığı yok ettiği Tufan arasında, İbrani dini ritüelleri ile Mısırlıların dini ritüelleri arasında, örneğin bazı çarpıcı benzerlikler vardır22. İbrani kutsal kitabında Enoh (Hanoh, Hermes) yedi yerde geçer. Enoh, insan ırkının yedinci neslidir. Onun Allah’a itaat içinde bir ömür geçirdiği, Tanrı’ya yürüdüğü ölmediği ve bunun onun ölümü görmemesi için Tanrı tarafından yapıldığı söylenir 23. Enoh’un Tanrının sırlarını öğrendiği ve levh-i mahfuza muttali olduğu yazılıdır. 

Kabbala’nın Zohar bölümünde Hanoh’un kitap sahibi olduğu ve “bu Hikmetin Sırrı idi” denilmektedir. Ayrıca dünyanın sonuna doğru Enoh, Elijah (İlyas) ile birlikte “yol açıcı”, “hazırlayıcı” Mehdi rolünü oynayacaktır. Zaman zaman yeryüzünde gözükmektedir. Bazı kimselere gözükmekte, onlara ilham vermektedir24. 

Helenistik Yunan’ın Hermes’i öğrenmesi.. 

Helenistik çağdan çok önceleri özellikle ticaret amacıyla Mısır’a yerleşen Grekler 
tarafından Mısır’ın yazı-bilgelik tanrısı Toth, Hermes ile özdeşleştirildi. Helenistik dönemin sonlarına, daha çok Mısır’ın Roma İmparatorluğu’nun bir parçasına dönüştüğü ilk miladi yüzyıllarda ise Hermes Trismegistus’e (Üç Kere Büyük Hermes) dönüştü. Yunan bilgeliği ve özellikle de doğa felsefesi, temelinde Mısır kaynaklıdır. Mısırlı rahipler doğanın gizemini çözmeyi başarmışlardı. Buradan dağıtılan bilgiler, Pers rahipleri ve filozoflarınca büyü olarak nitelendi. Bilgelik öğretilerini bilmecesel şekillerle, karartılmış sözlerle aktarmak bir Mısır 
geleneğiydi ve bu gelenek şair Homer’in mısralarında en iyi şekilde yansıtılmıştır. Onu, bu geleneği Musa Yasaları ve Eski Ahitle harmanlayan Pisagor takip eder25. Platon’un on üç yıl, Pythagoras’ın ise yirmi küsur yıl doğuda, Mısır’da ders gördükleri bazı tarihçilerce anlatılır. 

Homeros, hiyeroglifleri okumasını öğrendi. Bazı müellifler, Yunan destanlarının şairi Homeros’un Mısır’da yaşadığını ve Teb’de doğduğunu ileri sürerler. Platon iki yerde aritmeğin, cebirin, geometrinin, yazının ve diğer bazı ilimlerin kurucusu olarak bir Mısır ilahi kişisi olan Theut’tan (Thoth) bahseder26. Platon’daki Hermes etkisi şu sözleri ile daha iyi anlaşılır; “İnsan göksel bir bitkidir. Gerçekte insan ters duran bir ağaca benzer, kökleri göğe dönmüştür, dalları toprağa dalar.” 

İnsan ve âlemin açıklanmasında, M.S. 1. yüzyılın düşünürleri, Doğu Akdeniz’in 
rasyonel olmayan bazı doktrinlerine başvurmak zorunda kaldılar. Bu yüzden söz konusu dönemde Gnostikler, Yeni-Platoncular ve Hermetistleri birbirinden ayırabilmek hayli güçtü. Hermetizmin ilmi yönü (ilmi Hermetizm) daha sonra bazı Grek ekollerinin felsefi düşüncelerinin oluşumuna zemin hazırladı. Vulgar Hermetizmin içerdiği majik ameliyeler ise insanın kemale erdirilmesi, onun ilahileştirilmesi için bazı ritüellerdi. Hermetik felsefe iki tip insan üretti. Birincisi, eski Mısır’da olduğu gibi daha çok irfani (gnostik) bir insan, ikincisi eski Yunan’da olduğu gibi daha çok bilge (sage) insandı. Roma dönemi ile birlikte, polis’in 
tanımlayıcı çerçevesi dışına çıkma anlamında Grek bireyinde bireyci bir yöneliş ve selamet kültlerine, artan bir münzevilik ve öte-dünyacılığa, bu arada yeniden yorumlanmış halleriyle (Grek ve Doğulu) gizem kültlerine ve derneklerine ardından da Gnostik akımlara artan bir ilgiye yol açar. Arkaik ve Klasik çağlardan beri devam eden felsefi-dinsel gizemlere, Helenistik dönemden itibaren İsis ve Mithra gibi “Doğulu” gizemler de eklenecektir. 

Patrizzi’ye göre, Greklerin bütün felsefi sistemleri, Phytagorasçıların mistik 
matematikleri, Platon’un etiği ve teolojisi, Aritoteles ve Stoacıların fizikleri hep bu Hermes’in yazdığı eserlerden alınmadır; “Eğer Hermetik felsefe Grek felsefesinden çıkma değilse, o zaman şurası kesindir ki, Grek felsefesi Hermetik felsefeden çıkmadır27.” Sokrates ve Platon'a göre felsefenin ana ereği, insanın mutluluğu ve yetkin (kâmil) yaşamının sağlanmasıdır. 

Yetkin bir yaşam, ancak erdemli bir hayat sürmekle elde edilebilir. Metafizik anlayış, Aristoteles'de, "Tanrıbilimsel" (Théologique) bir veçhe kazanmaktadır. Sokrat’tan da önce yaşamış olan Protogoras “insan her şeyin ölçüsüdür” derken Platon “Yasalar”da, “her şeyin ölçüsü insan değil, Tanrı’dır” demektedir. Tanrısal akıl ya da doğrudan Tanrı olarak tarif edilen "Nous" işe karışmadan önce Evren, Demokritos'un materialist (özdekçi) öğretisi ile betimlediği mekanik bir tözdür. Platon'a göre ise, ‘Evren’ Nous tarafından biçimlendirilerek "Kaos'dan düzene" geçirilmiş, ruhu ve zekâsı olan bir canlıdır. Büyük düzenleyici, kendisi gibi önsüz ve sonsuz bir töz bulmuş ve ona biçim vermiştir. Evren, Tanrı tarafından bilinen "dünya ideası"na uygun olarak ve benzetilerek biçimlendirilmiş bir görüntüdür28. 

Sokrates’in “kendini bil” sözü, insanın kendini ruhsal bir tecrübe içinde yeniden 
sorgulamasını ve ahlaki yönden yeniden oluşturmasını içermektedir. Böylece insan medenileşme yolunda kişinin istediği şey olumlu değerlere yükselmektir. Adaletsizliğe, kötülüğe karşı savaşmaktır. Halk hikmetinin, felsefi düşünüşün ve büyük dinlerin hedefi budur29. Doğa'da bütün olup bitenler bir amaca (telos) yöneliktir. Her şeyin gerçek nedeni "Nous"dur. Platonculuk, Batı Hıristiyanlığı için temel felsefî öğreti olarak kalmıştır. 

Yeni Platonculuk, Gnostisizm ve Hermetizm.. 

M.S. 3. yüzyılda biçimlenen Neo-Platonculuk, İskender’in fetihleriyle birlikte 
yoğunluk kazanan Grek felsefesi ile doğu bilgeliği arasındaki kültürleşmenin bir ürünüdür. 
Eklektik bir felsefe olan Neo-Platonculuğu biçimlendiren unsurlar arasında Mısır’a yerleşen Greklerin taşıdığı Platonculuk, İskenderiye Yahudiliği, hatta Mısır’da bulunan Hintli bilginlerin Budistik öğretileri sayılmaktadır30. Geç Grek ve Roma dönemlerinde özellikle kentlerde baskıcı Roma devletine karşı bir protesto dini haline gelen Gnostisizm, dünya işlerinden el çekerek maddeye önem vermeme eğilimindeydi31. Gnostik görüşler, özellikle de içerdiği düalizm, Ortaçağ Avrupası’na damgasını vuran Rafızi hareketlere yön veren ilkeler olmuştur. Kilise’nin 2. yüzyıldan itibaren savaş açtığı Gnostik öğretiler, 3. yüzyıldan itibaren Roma İmparatorluğu’nda yavaş yavaş silinirken, 3. yüzyılda Mezopotamya’da Manes’in öğretilerinde boy verdi. Manikeizm, Batıda Roma’yı etkilerken, Asya’da Türkistan’a (Uygurlar) ve Çin’e dek uzanmıştır. İran’da ise Zerdüştlük biçimiyle devlet dini halini alacaktır. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

14 Mircea Eliade, Birth and Rebirth, Harper and Bros., (New York, 1958), 298. 
15 Gnosis: Tanrı bilgisi. 
16 Sufi metafiziğinde buna “hayr-ı mahz” derler. Platon’un diyaloglarında Sokrates bu “iyi”yi güneş ile karşılar. Bu “iyi”nin ışınları vardır. Bir enerjidir. 
17 Metin içerisinde, Hermes’in bu bilgileri şifahi olarak üstadı Agathodaimon’dan (Mısırlıların Khnum dedikleri ilah) aldığını ve bu bilgileri ilk defa yazıya geçirenin kendisi olduğunu söyleyen bir bölüm vardır. Hermetica, C.II, 349. 
18 Caner Işık, Eski Dünyanın Kadim Bilgesi Hermes, Doğu-Batı Dergisi: Antik Dünya Bilgeliği, Yıl: 10, Sayı: 40, (Mart-Nisan 2007), 55-56. 
19 Titus Buckhardt, Fas’ta Ananevi İlimler, Çev.M.Tahralı, Kubbealtı Akademi Mecmuası, (Nisan 1979), 36. 
20 Orhan Hançerlioğlu, Hermesçilik, Felsefe Ansiklopedisi, C.II, 310-312. 
21 Burada astrolojik tesirler söz konusu edilmektedir. Robert Powell, Hermetic Astrology, Sophia Foundation Press, (2006), 2-4. 
22 E.A. Wallis, From Fetish to God From in Ancient Egypt, Dover Publications, (1999), 39-40. 
23 Tekvin, 5; 18, 21, 24. 
24 “Enoch”, Encylopedia Judeica, c.IV, 193. 
25 Joachim Telle, Benedictus Figulus. Bir Alman Paracelist’in Yaşamı ve Eset-rleri, Strassburg, 1608, 6-8. 
26 Eflatun, Phaidros, Çev.Hamdi Akverdi, Maarif Matbaası, (İstanbul, 1943), 110; Eflatun, Flieboss, Çev.İ.S. Siyavuşgil, Maarif Matbaası, (İstanbul, 1943), 25. 
27 Patrizi, F., 1553, La città felice … Dialogo dell'honore, il Barignano. Discorso della diversità de' furori poetici, Venice: Giovan. Griffio. Aktaran; Stanford Encylopedia of Philosophy: Francesco Patrizi. 
28 Platon, Complete Works, Edt.J.M.Cooper, Haschette Publishing (1997), 237. 
29 Sema Önal: Hikmet (Bilgelik) Üstüne, Doğu-Batı Dergisi: Antik Dünya Bilgeliği, Yıl: 10, Sayı: 40, (Mart-Nisan 2007), 101. 
30 Alexander Wilder, New Platonism and Alchemy, Parsons and Company Pinters, (New York, 1869), 4. Aktaran; Sibel Özbudun, Hermes’ten İdris’e Bir Dinsel Geleneğin Dönüşüm Dinamikleri, Ütopya Yayınları, (Ankara, 2015), 54. 


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder