DEĞİŞEN ULUSLARARASI SİSTEMDE ABD’NİN ORTADOĞU POLİTİKALARI BÖLÜM 3
Fransa’dan sonra ABD’den uzaklaşan ve ABD’yi bir tehdit olarak gören diğer bir Batılı ülke İngiltere’dir. Aslında İngiltere aşağı yukarı yüzyıldır uluslararası politikada ABD ile aynı safta yer alıyordu. Her ne kadar İngiltere I. ve II. Dünya Savaşlarında küresel politikadaki belirleyici rolünü ABD’ye bırakmış olsa da, İngiltere Obama dönemine kadar arka planda ABD’nin kas gücünü oluşturuyordu. Hatta II. Dünya Savaşı sonrası dünyaya yayılan liberal serbest ticaret sistemi Anglosakson modeliydi ve küresel ticaret, ekonomi, diplomasi ve diğer sistemler bu model üzerine inşa edilmişti. ABD ile İngiltere arasındaki bu yakın ilişki Obama dönemi ile bozulmaya başlamıştır.
Obama döneminde ABD’nin NATO’nun sınırlarını Rusya’ya dayandırması ve Ortadoğu’da yaptığı hataların bedelini Avrupalı ülkelere ödetmesi İngiltere’yi telaşlandırmıştır. Birde Obama döneminde ABD’nin Almanya ile sıkı ilişkiler kurması, Angelo-Amerikan modelli küresel düzeni kendine prensip
edinen İngiltere’yi daha çok endişelendirmiştir(Şebnem, 2017). Bu endişeler İngiltere’yi AB’den çıkma kararına sevk etmiş ve İngiltere’nin AB ve ABD’ye mesafe koymasına neden olmuştur. Ayrıca İngiltere’nin Japonya ve Çin üzerinden ABD ile rekabete girişmiş olması taraflar arasında gerilimin
artmasına neden olmuştur. Çünkü 1966 yılında kurulmuş olan Asya Kalkınma Bankasını ABD’nin Japonya ile kontrol altına alarak Asya-Pasifik’i İngilteresiz etki altına almaya çalışması İngiltere’nin tepkisine neden olmuştur. Dolayısıyla İngiltere ABD’nin bu hamlesini Angelo-Amerikan modelini terk etmesi olarak okunmuş ve İngiltere ABD’nin bu hamlesine karşı olarak 2013 yılında kurulan
Asya Alt Yapı Yatırım Bankası’nın (AIIB) kurucu üyesi olarak ABD’nin oyununu bozmak istemiştir. İngiltere’nin ABD’ye karşı uyguladığı bu karşıt politika İngiltere-ABD ilişkileri tarihinde de bir ilkin yaşanmasına neden olmuştur. Başka bir ifadeyle iki ülke ilk defa bir birbirlerine karşı dış politikada ayrı saflarda yer alıyorlardı (Diller, 2017; Gökçe, 2018). Bunun nedeni olarak ABD’nin Yenidünya
Düzeni veya Ortadoğu İnisiyatifi projesi kapsamında İngiltere’ye rol biçmemesi ve İngiltere’yi sistem dışında bırakma çabalarıdır diyebiliriz.
ABD ile İngiltere arasındaki bu yeni dış politika anlayışı akıllara, ABD’nin BOP’ne karşı İngiltere yeni “SykesPicot ittifakını mı?” veya Çin ile ilişkileri geliştirerek yeni “İpek Yolu projesini mi?” hayata geçirmeye çalışıyor sorusunu getirmekte dir. Bu girişimlerle ilgili ilk adımı İngiltere Brexit ile birlikte atmıştır. Çünkü İngilizlere göre AB üyesi pek çok devlet, kendi içeresinde ırkçı politikalarla
uğraşırken, ABD’nin hayata geçirmeye çalıştığı Yenidünya Düzeni Proje ’sini kavrayamamış ve AB içerisinde ABD’ye karşı tek sesli bir dış politika uygulanamamıştır. Oysaki daha düne kadar ABD’nin küresel dünyadaki rakibi AB idi ve ABD’ye göre AB’nin tasfiye edilmesi gerekmekteydi. Lakin İngiltere’nin AB’den ayrılmasıyla ABD bu düşüncesinden vazgeçmiş, Trump yönetimindeki ABD, Obama yönetiminden farklı olarak, kendine bağımlı bir birlik kararını almıştır. Fakat İngiltere ve Fransa haricindeki AB üyeleri ABD’nin bu politikasını görememiştir. ABD’nin hayata geçirmek istediği projenin kendileri için ne anlama geldiğini iyi okuyan İngiltere, Birlik içerisinde kalmanın bir anlamının kalmadığı, AB’de kalmanın faturasının çıkmaktan daha fazla olacağı düşüncesiyle hareket
etmiş ve Birlikten ayrılma kararı almıştır (Superhaber,2018; Diller, 2017). Bu karar ile İngiltere ABD’nin hayata geçirmek istediği stratejisini de engellemek istemiştir. Ayrıca İngiltere ABD’nin bu politikasına karşı SykesPicot ittifakına Türkiye’yi ’de dâhil ederek tarihi İpek Yolu Projesi’nin yeni açılımını yapmıştır.
2003 Irak operasyonu sonrası stratejik ayrışmaya giden İngiltere ve ABD’nin yenidünya tariflerinde de farklılaşmalar yaşanmaktadır. Bu farklı yaklaşımları uluslararası sistemin yapısını da değiştirmektedir. Taraflar yenidünya düzenini bir yandan ABD’nin Ortadoğu İnisiyatifi(BOP) diğer taraftan da Çin ve
Türkiye’nin dâhil olduğu yeni SykesPicot ittifakı çerçevesinde yeni İpek Yolu Birliği etrafında şekillendirmek istemektedirler. Peki, nedir bu yeni İpek Yolu Birliği Projesi? Nasıl çalışması öngörülmektedir? Yeni İpek Yolu projesi, Çin’den Avrupa’ya uzanan ticaret yollarını yeniden yaratılmasıdır. Başka bir ifade ile Yeni İpek Yolu projesi ile Çin’in batısından başlayacak bir kara ulaşımının Orta Asya’dan geçerek Ortadoğu’ya ulaşması ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya
bağlanmasını öngörülmektedir. Ayrıca Deniz yolunun Çin kıyılarından geçerek Güneydoğu Asya’ya, Hint Okyanusu üzerinden ise Afrika’ya uzanmasını planlayan bir projedir. Kısacası Yeni İpek Yolu Projesi, Asya’dan Avrupa’ya ve Afrika’ya uzanacak, dünya nüfusunun yarısını barındıran 65 ülkeyi (Kodaman, 2016: 1254) kapsayacak dev bir ticaret ve altyapı ağıdır. İngiltere bu projenin/ Birliğin işleyişini Avrupa Birliği ve NATO modeline göre şekillenmesini istemektedir. Çünkü İngiltere, AB’nin ve NATO’nun bütün güzellikleri ve iyi taraflarını almış, yeni sistemi bu iki örgütün işleyiş tarzına göre örgütlemek istemektedir. Başka bir ifade ile İngiltere’ye göre yeni oluşumun işleyen bir
ekonomiye (Ekonomik Birlik), ortak bir savunma sistemine (askeri birlik), vizesiz dolaşım (ortak vize politikası) ve ortak paranın geçerli olduğu ortak para sistemine sahip olması gerekmektedir. İngiltere bu hamle ile ABD’yi Avrupa, Ortadoğu ve Afrika dışına itmek istemektedir. ABD ise İngiltere’nin bu
hamlesi gerçekleştiğinde kendinin sonu olacağı gerçeğini bilmekte ve bu hamle karşısında hem bölgedeki terör örgütlerini destekleyerek İngiltere, Çin, Fransa ve Türkiye’nin oyununu bozmaya çalışmakta, hem de NATO’yu, Avrupa NATO’su, Arap NATO’su, Afrika ve Orta Asya NATO’su gibi bölgelere ayırarak İpek Yolu Projesini başlamadan sonlandırmak istemektedir. Dolayısıyla aynı zamanda da ABD, İngiltere’nin NATO’nun işleyişini çok iyi bildiği düzencesiyle NATO’yu yeniden şekillendirmek çabasındadır. Çünkü ABD mevcut statüko ile yeni hamle ve oluşum karşısında başarısız olacağını bilmektedir. Bunun için Pentagon plan üstüne planlar yapmaktadır (Diller, 2017).
Bu planların ABD’nin Yenidünya düzeni içerisinde var olma veya en az bir elli yıl daha hegemon güç statüsünü devam ettirme planları olduğunu ifade etsek yanlış olmaz herhalde. Çünkü ABD hâlihazırdaki mevcut projesini gerçekleştiremediği sürece varlık sorunu ile karşı karşıya kalacağını çok iyi bilmektedir. Bunun içinde AB’yi kendi içerisinde veya komşularıyla çatıştırmak başta olmak üzere bir “Doğu-Batı” veya “Müslüman- Hristiyan” savaşı gibi birçok olası senaryoyu hayata geçirmek için radikal adımlar atmaktan kaçınmamakta ve kaçınmayacak gibi görünmektedir. Hatta ABD özellikle Ortadoğu coğrafyasında kontrollü bir savaş başlatmak ve galibi olabilmek için ilk adımı Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasıyla başlatmıştır. ABD’nin bu girişiminden Evanjelizm-Siyonizm İttifakının oluşturulduğu sonucunu çıkartabiliriz. Bu karar ile ABD Batı dünyasına şirin görünerek, İsrail’e Ortadoğu’yu kontrol edebilmek için muhafızı-jandarması olarak rol yüklemek istemiştir. Ayrıca ABD bu ittifak ve Kudüs kararı ile Kudüs’ün sadece İslam dünyası için değil aynı zamanda da Hristiyan âlemi açısından da önemli olduğunu mesajını vererek, Müslüman ve
Hristiyan medeniyetini karşı karşıya getirmek istemiştir. Ayrıca Trumplı ABD almış olduğu kararla ötekileştirdiği Türkiye, Fransa, İngiltere, Rusya ve Almanya’ya “Panama Kanalı’nı kazanan, iki dünya savaşını kazanan ve uzaya-aya adam gönderen birileri olarak, gerekirse sizi yakarım, yerle bir ederim” (Erol, 2018) mesajını vermek istemiştir. Fakat hem İslam dünyası, hem de Hristiyan dünyası ABD’nin nasıl bir oyun peşinde olduğunun farkına varmışlar ve başta AB ve Rusya olmak üzere ABD haricindeki bütün Hıristiyan dünyası Trumplı ABD’nin kararına tepki göstermiş ve kararın arkasında durmamışlardır. Başka bir ifadeyle Hıristiyan ve İslam Dünyası mensubu devletler Trumplı ABD’nin kararına karşı bir duruş sergileyerek, ABD karşısında aynı safta yer almışlar ve ABD’nin uluslararası arenada imajını ve prestijini zedelemişlerdir.
ABD’nin Yenidünya Düzenine Projesine Karşı Ankara-Tahran Moskova İttifakı
İlişkilerin başladığı zamandan Obama dönemine kadar Türkiye ABD ilişkileri, taraflar arasında çalkantılı dönemler yaşanmasına rağmen stratejik önemini korumuştur. Taraflar İlişkileri iki ülke meselesi ötesine geçirerek Ortadoğu, Kafkasya, Orta Asya ve Balkanlar, enerji güvenliği nükleer yayılma ve küresel ekonomi alanlarına yaymışlardır. Fakat Yenidünya Sisteminin şekillenmeye
başladığı dönemden itibaren, özellikle Obama döneminde taraflar arsındaki ilişkiler bozulmaya başlamış, günümüzde Trump yönetimi ile birlikte ilişkiler her geçen gün gerilerek kopma noktasına gelmiştir. Peki neden? Ne değişti de iki müttefik arasında model ortaklık olarak belirtilen ilişkiler gerilme ve kopma noktasına gelmiştir? Türkiye 2000’li yıllara kadar Batı/ özellikle de ABD ve NATO
merkezli bir dış politika izlemişti ve 2000’li yıllardan sonra Türkiye’nin kendi kendine yetmeye başlaması ve bu gelişime istinaden Türkiye’nin İslam coğrafyasıyla yakından ilgilenme iradesi göstermesi ABD’yi şaşırtmıştır. Başka bir ifade ile Türkiye yüzünü gelişmişlik ve kalkınmışlığın etkisiyle birlikte Ortadoğu çevirmiştir. Türkiye’nin yönünü Ortadoğu’ya çevirmesi genelde Batı,
özelde ise ABD tarafından Türkiye’nin bölgede aktör olma arzusu içinde olduğu olarak okunmuştur.
Türkiye’nin bu durumu Batı dünyası, özellikle ABD’yi harekete geçirmiş, Türkiye karşıtı eksen kayması tartışmaları altında karalama propagandasını başlatmışlardır. Dolayısıyla Irak işgali ile bozulmaya başlayan Türk- Amerikan ilişkileri Obama döneminde ise ciddi bir kriz haline dönüştürülmüştür. Obama dönemi ve sonrası Türk- Amerikan ilişkilerinin kriz haline dönüşmesine,
Mavi Marmara baskını hadisesinde ABD’nin İsrail’e karşı Türkiye’nin beklediği tepkiyi göstermemesi, buna karşı olarak BMGK’ deki ABD’nin İran’a yaptırım veya ambargo kararına Türkiye’nin ret oyu kullanması, Türkiye’nin 3 Temmuz 2013 tarihinde Mısır’da Mursi’yi deviren askeri darbeye karşı sert tavır takınıp darbe yönetimini tanımayarak ilişkileri askıya almasına rağmen ABD’nin darbecileri politik ve maddi olarak desteklemesi, ABD’nin Suriye sorununda Türkiye’yi önce desteklermiş gibi görünüp daha sonra tutum değiştirip Esad rejimini savunarak Türkiye’yi ters köşe etmesi, ilişkilerin gerilmesine neden olmuştur. Ayrıca 2013 Gezi Parkı olaylarında ve 15 Temmuz darbe kalkışmasında ABD’nin Türkiye’nin yanında yer almaması ve her iki olayında
arkasında olduğu belgelenen FETÖ elebaşı Fethullah Gülen’in ABD tarafından Türkiye’ye iade edilmemesi, ABD’nin PKK, PYD gibi terör örgütlerine finansal ve binlerce tır askeri malzeme yardımında bulunması aynı zamandaRezaZarrab dosyasıyla Türkiye’yi asılsız belgelerle suçlamak istemesi gibi nedenler etki etmiştir. Bu sorunların genelinde ABD’nin Türkiye vermek istediği mesaj
açık; ABD Türkiye’ye “Üzerinde yaşadığınız coğrafyayı bırakın, hiçbir şeye karışmayan, sadece bizim Lejyoner Gücümüz olun, bizden başka hiçbir devlet ile yakın ilişki kurmayın, yoksa sizi böler, parçalarım” (Erol,2018) mesajını vermektedir. Peki, neden ABD Türkiye’yi tehdit etmektedir? ABD,
Türkiye’nin bölgesinde aktör olmasından neden çekinmektedir?
ABD’nin Türkiye’den çekinmediği ifade edilse yanlış olur. Çünkü Türkiye, ABD’nin Yenidünya Düzeni Projesi, diğer bir ismi ile Büyük Ortadoğu Projeni uygulama koyduğu 11 Eylül itibariyle gelişmeye ve kendi kedine yetmeye başlamıştı. Aynı zamanda da gelişen Türkiye ABD’nin projesinin hayata geçirilmesi hususunda sorun teşkil etmekteydi. Özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde Davos’ta İsrail’e karşı yaptığı çıkış sonrası Sultan ilan edilerek bölge ülkelerinin desteğini alması ABD’yi endişelendirmeye başlamıştı. ABD’nin bu endişesi Washington’u Türkiye ile yol ayrımına itmiştir. Recep Tayip Erdoğan’ın Davos çıkışıyla birlikte Türkiye-ABD ilişkileri her geçen gün hızlı bir gerileme sürecine girmiş ve bu süreç Obama ‘in son döneminde daha da hızlanmış ve Trump yönetimin ile de doruğa ulaşmıştır. Bölgede etkin olan
Türkiye’nin varlığının ABD’nin büyük projesi önündeki en önemli tehdit unsuru olduğunu ifade edebiliriz. ABD, Türkiye’yi büyük tehdit olarak görüyor ki özellikle son 3–4 senedir Türkiye’nin bölgedeki etkisini kırabilmek için farklı terör örgütleri ve Siyonizm ile ittifak oluşturduğu ve diğer tehdit araçlarını kullandığı görülmektedir. Dolayısıyla ABD’yi Türkiye’nin tarihsel kodlarına dönmesi
korkusu sarmıştır. Zira ABD Türkiye’den- değişik tehdit unsurlarını bir araç olarak kullanarak korkutup, eski kabuğuna geri dönmesini ve sadece kendileri için hizmet etmesini, başka bir deyişle ABD’nin bekçiliğini yapmasını istemekte dir. Ayrıca ABD Türkiye’den Rusya ve İran’dan uzaklaşmasını ve kendisine teslim olmasını talep etmektedir. ABD Türkiye’nin bölgede Rusya ve İran
ile ilişkilerini geliştirerek önünde engel oluşturmasını istememektedir. Dolayısıyla ABD Türkiye’yi bölgesinde etkisizleştirmek istemektedir. Fakat 2000’li yıllardan itibaren Türkiye’nin aktif dış politika izlemesi ve bölgesinde bölgenin statüsünü belirleyen aktör olma yolunda ilerlemesi, ABD’nin Yenidünya Düzeni Projesi’ne ve gelecek yüzyıl planlarına engel teşkil ediyordu. Son 10 yıldaki ABD’nin Türkiye politikasına bakıldığında, ABD Türkiye’ye uyguladığı baskı politikaları ile bir sonuca ulaşamamış Obama’nın son dönemi ve Trump yönetimi ile birlikte ağırlıklı olarak PKK ve PYD gibi terör örgütleri ile kaygı ittifakı oluşturarak böl- parçala yönet politikası izlemeye başlamıştır. Ayrıca ABD, II. Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi Türkiye’nin diğer devletler ile ilişkilerini bozarak uluslararası alanda yalnızlaştırma politikasını uygulamaya çalıştığı görülmekte dir.
ABD’nin ne yapmak istediğinin farkında olan Türkiye’nin tutumu ABD ile ilişkilerine mesafe koyarak, ABD’ye karşı güç dengesi politikası uygulamaya başlamıştır şeklinde ifade edilse yanlış olmaz herhalde. Bu doğrultuda Türkiye, ABD’nin istenmeyen ülke ilan ettiği Rusya ve İran ile ilişkilerini geliştirme yoluna gitmiştir. ABD Türkiye’nin bölgede en çok etkisini arttıran ülke ve Recep Tayip Erdoğan’ın bölge için en önemli lider olduğunu bilmektedir. Bu PEW’inen son raporunda belgelenmiştir. Dolayısıyla Batı’da, özellikle de ABD’de Türkiye’nin tarihsel kodlarına dönme korkusu sarmış ve bu korku ABD’yi Türkiye’ye karşı terör örgütleri ile kaygı ittifakına sevk etmiştir.
Peki, Moskova ve Tahran ABD’nin dış politikasının neresindedir? Neden İran ve Rusya ABD’ye karşı Türkiye ile birlikte karşı ittifakta yer alıyorlar? Bu soru iki çerçevede değerlendirilebilir; Birinci olarak ABD’ye göre bölgede Türkiye’den sonra en çok etki artıran diğer ülkeler Rusya ve İran’dır. Başka bir ifadeyle Batı’ya, özelliklede ABD’ye göre eski imparatorluklar yükselişe girmiştir. Dolayısıyla ABD’ye göre bu eski imparatorlukların bölgedeki nüfusu kırılması gerekmektedir. İkincisi ise 2000’li yıllardan itibaren ABD Yenidünya Düzeni Projesini hayata geçirmeye çalışmaktadır. Bu projenin bugüne kadar hayata geçirilememesinin önündeki en büyük engel ve bu çerçevede ABD’ye meydan
okuyan ülkeler yine bu ülkelerdir. Ayrıca ABD’nin Yenidünya Düzeni Projesinin hayata geçmesi durumunda bu ülkelerin etkisizleştirileceği gibi projenin kapsadığı coğrafyalar bakımından Ankara, Moskova ve Tahran’ın toprak kaybetmesi söz konusu olacaktır. Dolayısıyla aynı kaderi paylaşan bu üç
ülke ABD’yi bölgeden uzaklaştırmak ve ABD’nin bölgedeki nüfusunu kırabilmek için zorunlu olarak ittifak oluşturmuşlar ve Suriye ve Kudüs gibi bölgeyi ilgilendiren konularda iş birliğine gitmişlerdir.
Bölgedeki Washington – Tahran çekişmesine bakıldığında; ABD bölgede İran etkisinden kurtulmuş, ABD nüfusunda Batı yanlısı Arap Şii ve Irak –Suriye arasında Kürt Federal devleti kurmayı hedeflemektedir. Ayrıca ABD bu yeni oluşum ile İran’ı nükleer silah elde etmesine engel olmak ve demokratik Batı sömürgesinde bir İran rejimi inşa etmeyi amaçlamaktadır. Bu doğrultuda ABD
Haydar el-İbadi ve devrim muhafızlarını destekleyen açıklamalarda bulunmakta dır. Ayrıca ABD Barzani ve Suriye’deki PKK, PYD gibi terör oluşumlarını desteklemektedir. ABD projesini hayata geçirmek ve bölgede İran’ın nüfusunu kırabilmek adına doğrudan İran’ı hedefe almakta ve hatta ABD gerektiğinde İran’a karşı sert güç kullanabileceğini ifade etmektedir. Yöntem olarak ise ABD kendisi direk sıcak çatışmaya girmeden bölgede vekalet ve mezhepsel çatışmalar çıkartarak istikrarsızlaştırarak coğrafyada istikrarsız alanlar oluşturmayı planlamaktadır. Hatta ABD’nin bölgede kurmayı planladığı Kürt devleti projesi bu kapsamda bir araç olarak değerlendirilebilir. Ayrıca ABD İran’ın bölgedeki nüfusunu kırabilme adına, İran’a karşı Sünni koalisyonu ile ittifak ilişkilerini
geliştirerek Sünnilerin desteğini alma çabası içerisinde olduğunu ifade edebiliriz. Örneğin ABD’nin Sudi Arabistan’a yakınlaşması ve bu yakınlaşama neticesinde Sudi Arabistan ve diğer ABD yanlısı bölge ülkelerinin bir gecede Katar’a uyguladığı ambargo kararları gösterilebilir. Dolayısıyla ABD’nin ulaşmak istediği hedef ve bu hedef için kullandığı araç ve yöntem bugün her ne kadar da İran’ı
bölgede etkisizleştirmek için de olsa Washington’un asıl hedefi Yenidünya düzeni projesini hayata geçirmektir.
ABD’nin bu hamlesine karşı İran sessiz kalmamış, öncelikle Şii kartını masaya yatırarak bölgedeki Şii yanlısı iktidarları desteklemiştir. Şii kartının yanında İran nükleer santraller ve bu santrallerde üretilen nükleer başlıklı füzelerle ABD’ye ve İsrail’e karşı meydan okumaktadır. Bölgede ABD’nin politikasını iyi okuyan İran, ABD’nin Suudi Arabistan ittifakına karşı Rusya ve Türkiye ile ittifak oluşturarak Washington’un hem Yenidünya Projesini, hem de projesinin gerçekleşmesi durumunda ABD’nin tekrar dünyanın patronu olma planlarını sekteye uğratmıştır. Ankara, Tahran ve Moskova ittifakı hem ABD’nin uluslararası arenada zayıflatarak gücünü kırmış, hem de Yenidünya’nın, özellikle üzerinde bulunduğumuz coğrafyanın ABD ekseninde değil de Türkiye-İran ve Rusya ittifakı etrafından şekillenmesine zemin hazırlamıştır.
Yaşananlara bakarak, bugün gelinen nokta analiz edildiğinde, ABD’nin bölgedeki gücü kırılmış ve Washington’un özellikle Suriye, Filistin-Kudüs hesapları ATM’den (Ankara-Tahran-Moskova’dan) döndüğünü ifade edebiliriz. Bunu ne Ankara-Tahran, ne de Moskova yönetimi söylemektedir. Bunu bizzat Washington, Tel Aviv ve son zamanlarda ne yaptığını bilmeyen Berlin yönetimi ve bu ülkelerdeki uzmanlar ve basın yayın organları söylemektedir. Bu hususta Alman dış işleri bakanı Gabriel’in Yenidünya düzeninde Rusya-İran ve Türkiye’nin bölgede nüfuslarını arttırdığını ve her geçen günde bu oranın genişlediğini açıklaması örnek olarak gösterilebilir. Ayrıca NATO, ABD ve AB yetkilerinin benzer açıklamaları yapmaları, özellikle Ankara’nın Batı bloğundan uzaklaşarak,
Tahran ve Moskova’ya yakınlaşması Batıda-ABD, NATO ve AB’de Türkiye’yi nasıl ikna eder tekrar kazanabilir tartışmalarını gündeme getirmiştir. Türkiye’nin Tahran ve Moskova ile sıkı ilişki içerisinde olması hususunda Alman Dışişleri Bakanın, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası yüksek temsilcisi Mogherini’nin ve eski NATO Genel Sekreteri Rasmussen’in açıklamaları ve açıklamalarındaki
verdikleri mesaj gösteriyor ki Batı’nın Türkiye’yi kaybetme riski ile karşı karşıya olduklarından dolayı etekleri tutuşmuştur. ABD, NATO, AB ve Belin bürokratlarının duyduğu en önemli kaygı Türkiyesiz NATO ve AB’nin sıkıntıya girecek olmasıdır. Batı’yı asıl kaygılandıran bir tarafta eski bölgesinde
güçlenen Türkiye’nin imparatorluk dönemine dönüş korkusu, diğer taraftan da bu yükselen gücün yine bir dönemin eski imparatorlukları Tahran ve Moskova ile ittifak oluşturmalarıdır. Dolayısıyla bu üç gücün etki alanlarını genişletmeleri ABD, NATO ve AB’yi tedirgin ettiğini ifade edebiliriz. Çünkü ABD’nin son dönemlerde aldığı Suriye, Filistin ve Kudüs kararlarının hüsran ile sonuçlanmasın da bu üç gücün etkisinin olduğu çok iyi bilinmektedir. Başka bir ifadeyle son dönemlerde ABD’nin Ortadoğu İnisiyatifi(BOP) projesi çerçevesinde aldığı karların sekteye uğraması- veya ABD’nin planlarının bozulması bu üç devletin rolünün olduğunu ifade edebiliriz.
4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder