29 Mart 2019 Cuma

31 MART İSYANI, BÖLÜM 2

31 MART İSYANI,  BÖLÜM 2




DERVİŞ  VAHDETİ VE GAZETESİ 

Daha önce de işaret ettiğimiz gibi 31 Martin' olu­ şunda Derviş Vahdeti ve onun çıkardığı Volkan gaze­ tesinin yeri önemlidir. Volkan, kısa sürede kamuoyu­ nu etkisi altına almış, halkı planlı bir yayınla İttihadı Muhamedi Cemiyetime kadar götürmüştür. Vahdeti, 1870 yılında Kıbrıs'ta doğmuştur. Asıl adı Derviş'ti. Hıfzını tamamladıktan sonra Hafız Der­ viş adını almıştı. Derviş, padişah Abdülhamid'e yaz­ dığı bir mektupta hayatını şöyle anlatır: "Padişahım ben nasıl doğdum, büyüdüm? Pede­ rim, papuççu esnafından Kıbrıslı Mahmut ağa idi. Ba­ bam bütün gün çalışır, bir lokma ekmek parası kaza­ nır, ufak bir evcikte hepimiz bir yorgan altında kışın soğuktan titrerdik, bir sıcak çorba bile içemezdik. Gör­ dün mü hayat nedir? Dört yaşında mektebe girdim, beş yaşında Kuranl hatmettim. Ondört yaşında hafız ol­ dum. Bir miktar Arapça dil bilgisi, biraz İslam huku­ ku öğrendim. Nakşibendi tarikatına girdim. Yaşım yirmiyi buldu. Çalıştım, biraz daha okudum. Ecnebi dil öğrenmek lazım geldiğini hissettim... Ancak basımdaki sarıkla, ve Kuran okumakla meşgulken din düşmanı bir kavmin lisanını nasıl öğrenebilirdim ki?.. O sı­ ralarda İstanbul'a geldim. İki ay sonra Kıbrıs'a döndüm. Gözüm açıldı. Ötekinden berikinden biraz İngi­ lizce öğrendim. Kıyafet değiştirip hükümet memuru oldum. Kraliçe adına verilen balolarda redingotlu, eldivenli bir adam olarak göründüm. Yirmi beş sene hoca mesleğinde, hoca itikadında, hoca kıyafetinde medrese köşelerinde bir Müslüman şimdi medeni... Her yüksek gördüğüm dereceye ayak bastıkça gözlerim daha ilerilere çevriliyordu..." Derviş Vahdeti'yi İngiliz idaresindeki memuriyet de tatmin etmez, İstanbul'a gelir. Amacı Saraya kapı­ lanmaktır. O sırada Dahiliye Nazırı Memduh Paşa va­ sıtasıyla göçmen komisyonuna atanır. Aynı zamanda Paşa'nm yalısında imamlık eder. Fakat Saraya yanaş­ mak isteği onu jurnalciliğe kadar iter. Nihayet Memduh Paşa'yı da padişaha jurnallar. Dahiliye Nazırı jur­ nali padişahtan öğrenir ve Derviş Diyarbakır'a sürülür. Diyarbakır'da Vahdeti bir yandan İstanbul'a af di­ lekçeleri yazarken öte yandan rakı sofralarında ud çalmakta, yanık sesiyle şarkılar söylemektedir. Gözü "ileride" olan Derviş, bu hayata da tahammül edemez. Bir gün Kıbrıs'a gitmek için Diyarbakır'dan kaçar. Fakat Bektaşi babası kılığında Birecik'te yakalanır.

BALTAYA SAP OLMAK 

Meşrutiyetin ilanından sonra salıverilen Vahdeti İstanbul'a gelmiştir. O zamanın özgürlük havası içinde bir şeyler yapmak, hele çatışmalar yüzünden geli­ şen şeriatçılıktan faydalanıp ileriye fırlamak niyetin­ dedir. Gerçekten ümmetçilik ve şeriatçılık akımı hızla yürümektedir. Nitekim 7 Ekim'de Fatih Camii'nde Kör Ali ve İsmail Hakkı adındaki iki hoca, "Ey ümmeti Muhammet, din elden gidiyor! Sokaklarda alenen oruç yiyorlar, kadınlar yüzleri açık geziyorlar" diye halkı kışkırtmışlar, arkalarına takılan binlerce kişiyle birlikte Yıldız Sarayı'na kadar gidip Meşrutiyet aleyhinde atıp tutmuşlardır. Kör Ali ile İsmail Hakkı, Yıldız'dan sonra Sadrazam ve Şeyhülislam'la da çatışmışlardır. Gerçi elebaşı hocalar bu "şahlanış" denemesi sonunda kellelerini vermişlerdir, ama akım durmamıştır. Mesela olaydan birkaç gün sonra Beşiktaş'ta Todori adındaki Rum bahçıvana kaçan bir Müslüman kadın yüzünden olaylar çıkar. Karakola götürülen Todori için halk ayaklanır, bahçıvanı polisin elinden alarak linç eder. UYGUN ORTAM Kurnaz Derviş'in bütün bu olaylar gözünden'kaçmamaktadır. Üstelik Bulgaristan'ın istiklalim ilan Avusturya'nın Bosna-Hersek'i ilhak etmesi hem ordu­ yu, hem de halkı huzursuzluğa sevk etmiştir. Alaylı mektepli çekişmesi, subayların politika içine bilfiil gi­ rişi, ordudaki eğitim problemi, yobazların etkili pro­ pagandaları şeriatçı akımın örgütlenmesi için uygun bir ortam yaratmıştır. Vahdeti artık gazete yoluyla ön­ cülüğe girebileceği, aynı zamanda Saray'la da ilişki­ lerini geliştirebileceği kanısındadır. Nihayet 28 Kasım 1908'de "İnsaniyete hadim, dini ve siyasi" Vol­ kan gazetesi yayın hayatına girer. Vahdeti'nin yazıları, bir anlamda, vaazın, hutbenin gazeteye aktarılışıdır, denilebilir. Gerçekten Volkan, incelendiği zaman görülmektedir ki, Derviş Vahdetî'nin bütün amacı Meşrutiyet aleyhinde gelişen or­ tamı şeriatçılığa kanalize etmek ve şeriatçılığı örgüt­ leyerek siyasi bir topluluk haline sokabilmektir. Derviş'in kanısına göre, ulema ileri gelenlerinin kurdukları Cemiyeti İlmiye'yi ele geçirip aksiyona sevketmek gerekiyordu. Vahdeti ilk zamanlarda bunu düşünmüş, fakat beraberindekilerle birlikte, uygulanamayacağını anlayınca başka bir örgüt kurma yoluna girmiştir. İşte "İttihadı Muhammediye Cemiyeti" şeriatın aksi­ yona geçirilmesi için hazırlanmış olan örgüttür. 

ÖRNEKLER 

İttihadı Muhammediye Cemiyeti'nin kuruluşu ve diğer olaylara girmeden önce Volkan'm o zamanki ya­ yınlarında sadeleştirilmiş örnekler verelim:

27 Ocak 1909 tarihli Volkan'da İ. Sahabettin imzasıyla şu yazıya rastlanır: "Din, yüksek ahlaka dayanır. Dinsiz olanlardayüksek ahlakbeklenemez. Din dünya ve ahiret için ça­ lışır. Dinsizler ise sadece dünya için çalışırlar. Cenabı Hak dinsizlere düşmandır. Biz nasıl olur da bir dinsi­ ze emniyet edebiliriz? Bugün Avrupa'da birçokları dinsizliklerini ilan ediyorlar. Bunun içindir ki, kadınların birçoğu çıplak denecek şekilde umumi yerlerde gezi­ yorlar. Erkekler ise kumarhanelerdedir. Ayrıca birbirlerinin servetlerine göz dikiyor, ocaklarını söndürüyorlar. Birçoğunun ömrü meyhanelerde geçiyor. Mahvoluyorlar. Velhasıl bu gibi İslamiyetçe memnu olan du­ rumlara -isterse İslam adı altında bulunanlardan olsundüşenlere emniyet olunmamalıdır. Zira nefsine acımayan etrafındakilere mi acıyacak? Şu Avrupa ile tema­ sa başlıyalı beri onların müstehcen adetleri memleke­ timizde koleradan çok tahribat yapmaktadır. Bizin en kestirme sözümüz dindar olalım demekten ibarettir." Burada sözü edilen dinsizler, Jön Türkler ve özel­ likle Ahmet Rıza Bey'dir. Başka bir yazı; derviş Vahdeti tarafından yazılmış­ tır, başlığı da "İstanbul'da farmason locası "dır: "Uzun zamandan beri meydana çıkmayan Türk farmasonları dün Müşir Fuat Paşa'nm evinde toplan­ mışlardır. Toplantıda Adliye Nâzın ile birçok Ayan üyesi ve milletvekilleri hazır bulunmuşlardır. Türkiye'de bir büyük loca kurmak maksadıyla girişilen teklif uygun karşılanmıştır. Locanın 15 gün sonra açılacağı zannediliyor. Bu durumda bütün İslam âlemi elele vererek dünyamızı, ahiretimizi yapmaya çalışalım, hürriyetin ağacı yeşerdiğinden beri başarıya giden İt­ tihadı Muhammedi Cemiyetimde birleşelim." Yine Volkan'da imzasız bir yazı; başlığı "Tiyatro­ lar ahlakımıza nasıl tesir ediyor?" "...bir İslam kadını ile bir Avrupalı madamı göz önüne getirirsek görürüz ki, birisi çarşıda pazarda açık saçık, elinde bir bastonla gezer. Birisi, baştan tırnağa kadar örtünmüş, ya komşusunu, yahut akrabasından birisini bile görmekten bezer. Biri sokak süpürgesi, bi­ ri ev kadını..." Yukardaki örnekler asrileşme dedikleri akıma kar­ şı daha doğrusu bir aksiyon karşı "tertiplenen reaksi­ yonun" hazırlığıydı. Bu reaksiyonu Vahdeti, İttihadı Muhammedi Cemiyeti yoluyla gerçekleştirmeye çalı­ şacaktır. 

İTTİHAD-I MUHAMMEDİ CEMİYETİ 

Derviş Vahdetî'nin Volkan'ı hız aldıktan sonra sı­ ra örgütlenmeye gelmişti. Vahdeti, Emirîzade Ömer Lütfi adında biriyle birleşerek cemiyeti kurdu. Aslın­ da bu cemiyet sonradan sıkıyönetim mahkemelerinde verilen ifadelerden anlaşıldığına göre 10 yıl önce baş­ ka ülkelerde teşekkül etmiş ve Emirîzade de İngiliz Gizli Servisimin desteğiyle İstanbul'da örgütü yerleştirmek için çalışmaya başlamıştı. Derviş Vahdetimin Ömer Lütfi ile nasıl anlaştıklarını bilmiyoruz. Şu varki, ikisinin daha gazete çıkmadan önce böyle bir kuruluşu kararlaştırdıkları, Saray'la temasa geçip Abdülhamid'den yardım alan Emirîzadenin ise gözü yükseklerde olan Vahdetî'yi kullandığı yine 31 Mart olayından sonraki tahkikattan anlaşılmaktadır. Cemiyet kurulduktan sonra başkanlık konusunda Ömer Lütfi ile Vahdeti arasında kavgalar da çıkar, fakat Derviş, elin­ deki gazete vasıtasıyla şöhret de yaptığı için, Emirîzade'yi geri plana itmesini becerir. Enderunlu Lütfi adındaki başka birisiyle beraber cemiyeti yönetmeye başlar. Yayımlanan bildiriye göre cemiyetin başkanı Hazreti Muhammet'tir. Bu yolla İttihadı Muhammedi doğ­ rudan doğruya Müslümanlığa dayanan bir siyasi ce­ miyet halindedir. Başkam İslam peygamberi olan, yine Volkan'm yazdığına göre, "İnsanların yaptığı ka­ nunlara değil, Kuran'a dayanan" bu cemiyet kısa za­ manda binlerce üye kaydeder. Üstelik devrimden zarar görenler de İttihadı Mu­ hammedi Cemiyeti'ne kurtarıcı gibi yapışmışlar ve kuruluş kısa sürede büyümüştür. Nasıl büyümesin ki, üye kaydı için çeşitli yerlere koydukları kayıt masalarında yaptırdığı propaganda şöyle idi: "Ey Muhammet şeriatının düşmesini istemeyen müminler! Allah-u Zülcelâl aşkına Peygamberimiz Muhammet Mustafa adına bu cemiyete giriniz, kayıt kâğıdını imzalayınız!"

CEMİYETİN BİLDİRİSİ 

İttihadı Muhammedi Cemiyeti bir yandan halkı kışkırtırken bir yandan karşı gazetelerin hücumlarını da önlemeye çalışır ve bildiriler yayımlar. İşte 21 Şu­ bat 1909 günü yayımlanan bir bildiri: "Hiçbir din ve cemiyet kuruluşu yoktur ki, başın­ da rekabet sebebiyle taarruzdan masun bulunsun. Bu gibi gürültülerin baş göstereceğini zaten biliyorduk. Fakat (İttihadı Muhammedi Cemiyeti) öyie dedikodu­ larla yahut hücumlara hedef olmakla, hatta düşmanla boğaz boğaza gelip şiddetli bir istilaya bile maruz kal­ makla ittihadından vazgeçmeyecektir. Toprağın ne önemi var. Bu asırda artık insanlar esir olamazlar. Muhammedîlerin nerde olursa olsun çoğunluk teşkil edecekleri aşikâr. Bu gerçek bilindikten sonra yapacağı­ mız işi elele verip bugünkü ilerlemiş durumdan (yani özgürlük ortamından) İslamiyete layık bir surette faydalanmaktır." Bu hazırlık dönemi sırasında İttihadı Muhammedi süratle örgütlendiği gibi ordu ile bağlantılarını ku­ rar görünmektedir. Vahdeti askerlerden gelen mektup­ ları yayımlamakta, o mektuplara cevap verme vesilesiyle hem propagandasını arttırırken, hem de subayla askerin arasını iyice açmaktadır. Mesela 5. Alay namına yazılmış ve 28 Şubat ta­ rihli Volkan'dan çıkan mektuba bakalım: Mektup, "Ey bütün iman ehlinin teveccühünü kazanan Derviş Vahdeti" diye başlıyor ve şöyle devam ediyor: "Bizi arkadaşlarımızdan ayırıp istedikleri yerlere atabilirler. Fakat bunu usule uygun yapmaları gerekmez mi? Bizi.eski askerler mi sanıyorlar? Hamdolsun şimdi çoğunluğumuz okuyup yazma öğrendik, icap ederse derdimizi anlatabiliyoruz. Demek istiyoruz ki bizi arkadaşlarımızdan ayırdılar, acaba sebebi nedir? Arkadaşlarımız kanuna mı riayet etmediler, şeriatı mı tanımadılar? Allah bizi şeriata kanuna karşı gelen as­ kerler haline getirmesin. Amirimize itaatin borç oldu­ ğunu biliriz. Lakin ruhumuza sıkıntı verecek, cevrü cefaya da mahal yoktur. Beşinci alayın tamamen İttiha­ dı Muhammedi Cemiyetime iştirak edeceğini kendi ifadelerine uyarak arz ederim." Bu mektuba Vahdeti şu cevabı vermektedir: "Siz askersiniz. Asker ki vatanının biricik koruyucusudur. Din için yaşar, vatan için çalışır, din uğrunda ölür... 
İttihadı Muhammedi Cemiyetine zaten dinen dahilsiniz. Kimin haddi vardır ki sizi bu cemiyete ka­ bul etmesin." Derviş Vahdeti tarafından kaleme alman ilgi çe­ kici bir yazı yine 26 Mart 1325 günü bir subayın teh­ dit mektubuna cevap diye yayımlanmıştır. Vahdeti şöyle diyor: "Ey zabit! Sana ihtar edeyim ki siyah sakalımla ela gözlerimle, münevver yüzümle ara sıra göğsüne çö­ keceğim. İntikamımı kendi elimle alacağım. Seni mecnunlar gibi sokak ortalarında bağırtacak, dağ başların­ da süründüreceğim... Ey zabit! Cemiyetiniz bir kaç kişiden ibarettir diyorsun! O halde niçin bizden korkuyorsun. Fakat korkan sen değilsin Ahmet Rıza Bey'dir, Baha Şâkir Bey'dir. Dr. Nâzım Rahmi ve Cavit Bey'lerdir ve daha bir kaç haris anarşisttir... Bugün sen ey zabit, millete büyük hizmet ettin zira bütün duygularımı açıkça söyledim." 

AÇILIŞ 

İttihadı Muhammedi artık ağırlığını gösterebile­ cek kuvvete erişmiştir. Üstelik bu cemiyetin davranış­ larına karşı İttihat Terakki Cemiyeti de harekete geç­ miş, hürriyet şehitleri için Ayasofya'da tertiplenen mevlitle bir karşı gösteriye girişmiştir. O halde cemi­ yetin açılışı hem çok gösterişli olmalı, hem de gele­ cek günlerin hareketini hazırlamalı idi. İttihadı Muhammedi 3 Nisan Rumi tarihle 21 Mart günü yine Ayasofya'da mevlitli bir açılış töreni düzenler ve aşağıdaki bildiri yayınmlanır. (Dili sadeleştirildi). "Cemiyetimiz birçok hücumlara, hücumlardan doğan buhranlara maruz kaldıktan, hepsini yenmeye muvaffak olduktan sonra bugün bir sükunet ve ilerle­ me devrine ayak atmıştır. Cemiyetimiz artık özel kişi­ liğinden çıkmış tüzelkişi halinegelmiştir. Cemiyetimizin her hali İslamiyetin meydana çıkışım andırıyor. Bir taraftan kötülemeler, ayıplamalar, bir taraftan çalışmalar, ilerlemeler. İslamiyete akm akın aşiretler, ka­ bileler can atıyordu. Cemiyetimize de kafile kafile köyler, ilçeler katılıyor. İslamiyetin kuvvet bulduğu­ na emniyet hasıl olduğu zaman ezan-ı Muhammedi aşikar olarak okunmuştur. Cemiyetimizde kuvvet bulduğu için mevlit oku­ nuyor, İslamiyet 18 yıl içinde bir yandan Maveraünnehire, Kafkasya sınırlarına, bir yandan' Mısır ülkesine, Kıbrıs adasına, İstanbul civarına kadar gölge sal­ dığı gibi, cemiyetimiz de 18 ay içinde bütün İslamiyet âlemini içine alacaktır. O, yoktan var oluyordu. Bu, var olanı yerleştirecek... İşte bu kadar zorluklardan sonra kurulan ve yer­ leşen mukaddes cemiyetimiz tarafından Muhammet'in temiz ruhuna hediye olmak üzere gelecek cumartesi günü ki peygamberin doğum gününe rastlıyor, Ayasofya Camii'nde mevlit okunacak, sonra da cemiyet mer­ kezinin önüne kadar gidilerek kurbanlar kesilip açılış töreni yapılacaktır. Cemiyetimiz fertlerinden bir çokları ellerinde yeşil sancaklarla gelmek istediklerinden bu hususta ida­ re meclisimiz tarafından aşağıdaki karar alınmıştır: 1. Arzu edenler birer yeşil sancak yapmalı. Sancağın üzerine (Lâilâhe İllallah Muhammedün Resulullah) yazdıktan sonra altına İttihadı Muhammedi cümlesini eklemeli... 2. O gün İslamlardan başka bütün Osmanlı vatan­ daşları seyre gelebilirler. Vatandaşlarımız maddi haklarda zerre kadar bizden farklı olmadıklarını ve her­ kes dininde istediği gibi harekete serbest olduklarını bilirler. 3. Bundan dolayı cemiyetimiz fertlerinin gerek yolda,gerek camide hiçbir surette ağız açmamalarını tavsiye ederiz. Mevlit yalnız meşhur Ulemâ İkinci Farabî Hafız Osman El Musûlî Hazretleri tarafından okunacak, fasıllar arasında Enderun ilahicileri tarafından ilahiler söylenecektir. Ve cemiyete dair camide bir şeyden bahsedilmeyecektir. Allah muvaffak etsin. Amin." 

İSYAN KÖRÜKLENİYOR 

Bir gün önce İttihat ve Terakkimin Hürriyet şehit­ leri için okuttuğu mevlit oldukça sönük geçti. Ama İttihadı Muhammedi'nin kuruluşu pek şatafatlı oldu. Etkilenmiş halk, akın akın Ayasofya Camii'ni ve mey­ danını doldurdu. Meydan, yakınlarından bile geçilemez hale geldi. Camide önce mevlit okundu, sonra bilgi verildi ve Yerebatan'daki Cemiyet (Volkan) binasına gidildi. Cemiyetin kuruluş töreninde kuruculardan Said-i Kürdi de hazır bulunmuş, çıkıp bir de nutuk söylemiş­ tir. Bakınız, Derviş Vahdeti, 23 Mart tarihindeki Vol­ kan gazetesindeki törenin bu kısmını nasıl anlatır: "...saat dört raddelerinde medrese talebeleri (talebe-i ulûm) önlerinde Bediüzzaman Said-i Kürdi Hazretleri olduğu halde geldiler. Kendilerini dış kapıda karşıladık. Hazreti Kürdi bizi görünce dayanamadı, sanki iki âşık ve maşuk kavuşur gibi birbirimize sarıldık. Elele verdik ve camiye girdik. Talebe-i ulûmun, başlarındaki sarıklar nur gibi beyaz, çiçek gibi ruha rahatlık veriyordu. Hele bunlardaki dini terbiye kendilerine başka bir güzellik bahşe­ diyordu. Hazret, yani Bediüzzaman, Bedi-i âlemi İs­ lamiyet, o Kürt elbisesiyle, o meşhur Kürt tavrıyla da­ ima belinde taşıdığı hançeriyle, inanmış olarak kürsüye çıktı ve bir nutuk söyledi. Nutku zaptedemedik... Daha sonra ben kürsüye çıkarak aşağıda yazılı konuş­ mayı yaptım." Derviş Vahdetimin konuşması malum şeylerdir ve yine o konuşmada çapraşık ifadesiyle İttihadı Muhammedi Cemiyetimin amaçlarını anlatmaktadır. İttihadı Muhammedi Cemiyetimin kuruluşunun ertesi günü Volkan'daki yazıların dozu biraz daha ar­ tarak devam eder ve nihayet gazeteci Hasan Fehmi min öldürülmesi ortalığı büsbütün karıştırıp isyanı körük­ ler. 

HASAN FEHMİ NASIL ÖLDÜRÜLDÜ? 

Hasan Fehmi "Serbesti" gazetesinin başyazarıdır. İttihat ve Terakki Cemiyetime karşıdır. Yeni yöne­ time, cemiyete daimi olarak hücum etmektedir. Hasan Fehmi Bey 6 nisan salı (24 mart) gecesi Galata Köprüsü'nde kaymakamlardan Şakir Bey'le bir­ likte Karaköy'den Eminönüme geçerken, tam ortada bir el silah patlar ve önce Şakir Bey yaralanır. Bunu üç el daha patlama izler ve Hasan Fehmi yere düşer. Hafif yaralı Şakir Bey, Hasan Fehmi'nin yere düştüğünü görünce, imdat diye bağırarak Eminönü tarafına doğru koşar. Bir polise rasgelir. Polis, Şakir Bey'i katil zannederek karakola götürür. Kaymakam durumu anlatmcaya kadar katil veya katiller kaçar. Ağır yara­ lı Hasan Bey'le Şakir Bey'i Zaptiye Nezaretine götü­ rülmek üzere bir arabaya bindirirler. Fakat araba ne­ zarete varmadan Serbesti başyazarı vefat eder. Şakir Bey, katilin parlak düğmeli kaput giydiğini, yakasında kırmızı işaret bulunduğunu ve ilk ateşten önce "Al mevlân!" diye bir ses duyduğunu söylemektedir. 

MUHALEFETİN YAYLIM ATEŞİ 

Olay üzerine ertesi gün muhalefet gazeteleri şid­ detli bir kampanyaya girişirler. Kampanya hem Cemi­ yet'e, hem de hükümete karşıdır. İki gün sonra katilin İttihat ve Terakki'ye bağlı bir subay olması ihtimali or­ taya atılır. Bu ihtimal üzerine yazılar yazılır ve "Al Mevlan!" şeklindeki seslenişin Şakir Bey'in Serbesti gazetesi sahibi Mevlânzade Rıfat Bey'e benzetilme­ sinden ileri geldiği, katil veya katillerin aslında Ser­ besti'nin hem sahibini, hem de başyazarını öldürmek istedikleri ileri sürülür.Muhalefetin şiddetini ve bu şiddetin gerici ayak­ lanma ortamının yaratılmasına nasıl fırsat verdiğini gösterebilmek için o günlerin gazetelerinden örnekler alalım: Mesela, 27 Mart 1325 tarihli "İkdam" şöyle ya­ zıyordu: "Gerçek hürriyetin vatanımıza henüz dahil olma­ dığını, siyasi esaretin bütün çirkinlikleriyle yerinde durduğunu, bütün fecati ile ispat eden dün geceki vah­ şi cinayet, ertesi sabah biçare halkımızın temiz yüzün­ de büyük matemin kederini husule getirdi. Şimdiye ka­ dar felaketten felakete, istibdattan istibdada atılan İs­ tanbul halkı, dün sabah nazarları yeni bir istibdadın kâ­ busu ile korkuya duçar olduğu halde bir bilinmezliğin ıstırabı içinde dolaşıyor. Serbesti idarehanesinin önü, Hürriyet şehidi Hasan Fehmi Bey'e son veda geçitini yapmak ve onu bu perişan duruma sokan gizli kuvve­ te lanet etmek için akın akın gelen ahali ile dolu bulu­ nuyordu." "Serbesti" gazetesi de yayımladığı protesto mek­ tubunda, olayın İstanbul'un en kalabalık yerinde vu­ ku bulduğunu belirttikten sonra yüksek öğrenim genç­ liğinin Millet Meclisi'ne giderek, Başkan Ahmet Rı­ za Bey'i görmek istediklerini, oysa başkanın jandar­ ma çağırıp pencereden de öğrencileri galeyana getire­ cek sözler söylediğini yazmakta, Ahmet Rıza Bey'i kı­ namaktadır. 27 Mart'ta "Mizan", hücum dozunu daha da arttı­ rarak şöyle yazar:"...miskinlik içindeki böyle bir hükümete biz Os­ manlı Hükümeti adını veremeyiz. Kahraman ordular, askerler, Allahm gayretiyle hürriyeti getirdiler. Hürri­ yeti meçhul bir çete, fırsatı ganimet bilerek Yıldız'dan istibdat dolabını çaldı. Babıali'nin böyle bir çeteye ya­ taklık ettiği tahakkuk ederse, böyle bir Babıâli'yi biz üzerimize hâkim değil, ayağımıza toz olarak bile ka­ bul edemeyiz. Artık kâfidir, fazlasına milletin taham­ mülü kalmamıştır." 

DERVİŞ DE ŞAHLANIYOR 

Muhalefet gazetelerinin gittikçe sertleşen hücu­ mundan Derviş Vahdeti elbette faydalanacaktır. Nite­ kim 28 Mart tarihli "Volkan" da şunları söylemekte­ dir: "Hasan! Ey Fatma'nın oğluyla aynı isimde olan Hasan! Onunla senin aranda büyük bir münasebet bu­ luyorum. O, anadan babadan mahrum olarak şehit edil­ di. Sen de onun gibi öksüz, sen de garip olarak şehit edildin. O yezidilere muhalif idi. Sen de aynı fırkaya muarız idin. Yezidiler İslam hükümetini zaptetmişlerdi. Bunlar da Osmanlı Hükümeti'ni zaptetmek istemiş­ lerdir. O, (Allahm emri bize biattir) diyordu, sen de (Anayasa şeriattır. Ona itaat şarttır) diyordun. Nedir aranızdaki münasebet Hasan! Sen o musun, yoksa, o sende mi? Ona İslam âlemi kan ağladı. Sana da bütün insaniyet ağlıyor. Git Hasan, Ebutalib'in oğluna benden selam söyle! Vahdeti de geliyor de ve kabulünü ri­ ca et!" İki gün sonra yine Derviş Vahdeti, "...O istibda­ da ki - Şeref Sokağımın pis, murdar elleriyle icra edi­ liyor- boyun eğersek kansız bir millet olduğumuza dünya kani olacak, milli hislerimiz hakarete uğraya­ cak. Eğmeyelim, bu cinayetlere katiyyen boyun eğme­ yelim. Bunun çaresi ümmetin toplanmasıdır" diye do­ zunu biraz daha ağırlaştırır. Yine Derviş Vahdeti bir başka yazıda şunları söy­ ler: "Ya hürriyet şehidi Hasan Fehmi Bey'in katili bu­ lunmalı, yahut malûm olan beş kişiyi, İttihatçıları va"tan haricine çıkarmalı. Bu ikisinden başkası milletin galeyanını durduramaz." Volkan aynı zamanda muhalefet gazetelerini de, girişeceği harekete davet etmekte ve şöyle demekte­ dir: "Acele et Mizan! Arş ileri Serbest! İmdat Osman­ lı! Sebat et İkdam! Hakperest matbuat, hep hücum edelim! İşte istibdat kalesi, işte hürriyet şehidi zincir­ lere bağlanıyor, bize imdat! diye kollarını uzatıyor. Kale ise zayıftır, sihirle kuvvetli gözüküyor. Kale mu­ hafızları da sihirle bağlı! İşte Volkan... Sancaktarlık va­ zifesi ilerliyor. Arş ileri! Şehit olursam da siz dönme­ yiniz. Zira zafer bizdedir. Emin olunuz ki, halk bizim­ ledir. Müfteriler! Kâmil'in namusu ikmal edilecektir, ikmal!" Artık kamuoyu yeter ölçüde dolmuş, özellikle as­ kerler arasında yapılan propagandalar meyve verecek hale gelmişti. Bu arada "Darülfünun" öğrencileri de yürüyüşe geçip, hükümetten, katilin bulunmasını is­ temişlerdi. Üstelik İttihadı Muhammedi Cemiyeti ör­ gütlenmesini tamamlamış gibidir. Önemli yerlerden, İstanbul'un çevresinden, Orta Anadolu'dan Hazreti Muhammed'in başkanı bulunduğu bu cemiyete elbet­ te bütün softalar katılacak, meseleleri bilmeyen cahil halk cemiyeti, destekleyecekti. Ayrıca muhalif basın nasıl "Volkan"m peşinde gidiyorsa Ahrar Fırkası da, İttihadı Muhammedi Ce­ miyeti'nin yanındadır. Fırka, Muhammedi'çilerin ya­ pacağı şahlanışla kendisine iktidar ufuklarının açıla­ cağını hesaplar. 

İSYAN PATLAK VERİYOR 

Rumî tarihle 30 Mart'ı 31'e bağlayan gece, yani 12-13 Nisan 1909 gece yarısı daha önce sözünü etti­ ğimiz meşrutiyet bekçisi avcı taburları ayaklandılar, subayların bir kısmını ağaçlara bağladıktan, bir kısmı­ nı hapsettikten sonra fırladılar. İlk hareket Taşkışla'daki 4. avcı taburunda görüldü. Gariptir ki tabur hareke­ te geçtiği zaman kışlanın önünde ellerinde yeşil bay­ raklar bulunan bir takım sarıklı hocalar dolaşıyor ve: "Ey kahramanlar, şeriat elden gidiyor, ne duruyor­ sunuz?" diye pencerelere sesleniyorlardı. Taşkışla'dan öteki kışlalara da sirayet eden isyan kısa zamanda bü­ yüdü, asker gece yarısı "şeriat isteriz, padişahım çok yaşa" avazeleriyle ve önlerinde hocalar olduğu halde yürüyerek Sultanahmet'teki Millet Meclisi binasının önüne geldi. Bir kısmı ise Ayasofya'ya yöneldi. Ayasofya yakınındaki Millet Meclisi çevresinde­ ki askerin miktarı sabahın erken saatlerinde 5-6 bini bulmuştu. Ayasofya meydanında ise yüzlerce hoca tekbir getiriyor, medrese öğrencileri de yavaş yavaş bu ayaklanmaya katılır görünüyorlardı. Ayasofya Meyda­ nı'nda hocalar ve askerler birer sandalye üzerinde nu­ tuk atmaya başlamışlardı. Konuşmalar genellikle di­ nin elden gittiği, şeriatın hâkim olması gerektiği şek­ lindeydi. Bu arada mektepli subayların orduyu frenkleştirmeye çalıştıkları, bütün bunların İttihat ve Terak­ ki Cemiyeti'nin başı altından çıktığı, din hükümleri­ nin ayaklar altına alındığı durmadan söyleniyordu. İlk bakışta dağınık gibi görünen isyanın aslında hiç de ani bir feveran sonucu olmadığı, günlerce, haftalar­ ca örgütlenmeye gidildiği, başkumandanın, hatta bö­ lük bölük askerlere kimlerin kumanda edeceğinin tes­ pit edildiği vakit geçtikçe anlaşıldı. Ortada dolaşan, Başkumandan Hamdi Yaşar isminde bir çavuştur. Ha­ zım Çavuşla, Bölükemini Mehmet ve tüfekçi ustası Arif Hamdi'ye yardım etmektedirler. Ayrıca kadro dı­ şı kalmış subayların sivil elbise ile isyanı yönettikleri görülmektedir. İsyancıların hesaplı ve tertipli olduk­ ları şuradan da anlaşılmaktadır ki, yabancı elçiliklerin kapılarına derhal nöbetçiler dikilmiş, özellikle Hıristiyanlara, kendilerine dokunulmayacağına dair temi­ natlar verilmiştir. İsyancılar saatler ilerledikçe işi azıtıyorlar ve "Şe­ riat isteriz" diye bağırmanın yanında Meclis binasına girip salonu adeta işgal altında tutuyorlardı. Padişah, isyancıların amaçlarını öğrenmek için Şeyhülislam Ziyaettin Efendi'yi memur etmişti ama, Şeyhülislam'm gürültü patırtı arasında ayaklananlara nasihat verme­ si mümkün olamamıştı. Sadece istekler anlaşılabil­ mişti, o kadar. 

İSTEKLER 

Meb'usan Meclisi binasını çeviren isyancıların is­ tekleri şunlardı: 1. Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa ile Harbiye Na­ zırı Ali Rıza Paşa çekilecekler. 2. Milletvekillerinden Meclis Başkanı Ahmet Rı­ za Bey'le, İkinci Başkan Talat (Talat Paşa), Hüseyin Cahit, Rahmi ve Dr. Bahaeddin Şakir beyler sınır dışı edilecekler. 3. Şeriat hükümleri olduğu gibi uygulanacak. 4. Mektepli subaylar ordudan uzaklaştırılacak, hiç değilse yerleri değiştirilecek. Alaylılardan açığa çıka­ rılanlar yeniden orduya dönecekler. 5. Bunlar yapıldıktan sonra isyan duracak ve ayak­ lanma dolayısıyla hiç kimse hakkında takibata girişil­ meyecek. Aslımda bunlar isyancıların ön istekleriydi. Gö­ rünüşe göre Meşrutiyete dokunmayacaklar, ama bir partiyi ortadan kaldırıp şeriat sınırlan içinde tek sesli bir Meclis'le güya Meşrutiyeti devam ettireceklerdi. Nitekim, homurtularla karışan seslerin arasında Meş­ rutiyetin milletvekillerinin istenmediğini gösteren işa­ retler de vardı. Ancak Meşrutiyete karşı duranlar as­ kerin içine girmiş sivil kıyafetli yöneticiler tarafından hemen susturuluyordu. Ziyaeddin Efendi istekleri tespit ettikten soma, is­ yancılara hitaben kısa bir konuşma yaptı ve gariptir ki, isteklerinin haklı ve yerinde olduğundan söz edip, du­ rumu kabinedeki vekillere nakledeceğini, sonucu bil­ direceğini söyledi. Şeyhülislam'm bu şekilde konuş­ ması ise isyancılan büsbütün azdırdı. Hatta padişah­ tan af fermanının çıkmasına rağmen bu azgınlık daha da arttı. 

ORTADA HÜKÜMET KALMAMIŞTI 

Ortada artık hükümet diye bir kurul kalmamıştır. Sabah Babıâli'de yapılan toplantıda Hüseyin Hilmi Paşa istifa etmeyi ileri sürmüş, diğerleri de bu teklifi benimsemişlerdir. Ayrıca Babıâli'ye gelen ve kellesi istenen Ahmet Rıza Bey de Sadrazamın teklifi üzeri­ ne istifayı basmıştır. Şeyhülislam Ziyaeddin Efendi'nin Sadaret maka­ mına gelişi sırasında Babıâli'de Hüseyin Hilmi Paşa, Harbiye Nazırı Ali Rıza Paşa, Bahriye Nazırı Rıza Pa­ şa ve Adliye Nazırı Nazım Paşalardan başkası yoktur. Onlar da biraz sonra saraya ve Meclis'e gitmek üzere ayrılacaklar, yolda asiler tarafından çevrilen Ali Rıza Paşa ancak arabadan atlayıp canını kurtaracak, yaka­ lanan Rıza ve Nazım paşalardan ise biri (Nazım Paşa) öldürülecek, diğeri yaralanacaktır. 

İSYANCILAR MECLİS'TE SİLAHLI VE SÜNGÜLÜ DOLAŞIYORLARDI 

İsyancılar Meclis içinde silahlı süngülü dolaşır, bağırıp çağırırlarken 20 kadar milletvekili de salonda ne yapılacağını konuşuyorlardı. Sarıklılar, başta Ho­ ca Vasfi Efendi, bütün isteklerin yerine getirilmesini savunuyorlar, bunlara karşılık birkaç genç milletveki­ li direniyorlardı. Direnenlerin başında Hasan Fehmi Bey'le Babazade İsmail Hakkı Bey gelmekteydi. Mil­ letvekillerinin telgrafla davet edilmelerine rağmen Meclis'e gelenler azdı. Hele Lazkiye Meb'usu Aslan Bey'in Meclis'e girerken Hüseyin Cahit Bey'e benze­ tilerek öldürülmesi, Meclis üyelerinin gözünü büsbü­ tün korkutmuştu. Maamafih ısrarlı davet üzerine Meclis'te 40 kadar milletvekili toplandı. Bunlar kendileri­ ne Halep Milletvekili Mustafa Efendi'yi başkan seç­ tiler. Böylece güya meşru olarak müzakerelere girdi­ ler. Karşılıklı konuşmalar devam ederken Meclis sa­ lonuna askerlerin koruyuculuğunda bir ilmiye heyeti (!) girdi. Heyette "Fetva Emini" de vardı. Ancak söz­ cülüğü Beyazıt Camii hocalarından Ahmet Rasim Efendi üzerine almıştı. 

HOCANIN SÖZLERİ

Meclis'teki milletvekillerinden çoğu heyetin geli­ şini sevinçle karşıladılar. Zaten bu mizanseni de ken­ dileri hazırlamışlardı. Yine onların ve fetva emininin desteğiyle Hoca Rasim'e söz verildi. Rasim Hoca is­ yancı askerin ne istediğini anlatacak. Meclis de ona gö­ re karar alacaktı. Askerler adına konuşan Rasim Hoca: "Bunlar, bu askerler" diyordu, "Meşrutiyetin aleyhinde değillerdir. Kanunu Esasi dahilinde istekle­ rinin kabul edilmesini istiyorlar..." Hoca bunu söyledikten sonra şeriatın izahına gi­ riyordu: "İslam şeriatının iki çeşit hükmü vardır, biri şa­ hıslara, diğeri içtimaî heyete aittir. Fertler kendilerine ait olan şeri vazifeleri her yerde, her zaman kendi ken­ dilerine ifa edebilirler. Namaz, oruç, hac, vs. gibi di­ ni farzların yerine getirilmesiyle içtimaî hükümler uy­ gulanıyor denemez. Fıkıh'm (Ukubat) kısmı ve (hadd-i şer'i) uygulan­ madıkça, diğer hükümleri tanınmadıkça kanunlar fı­ kıh kitaplarından alınmadıkça bu askerler sükûnet bu­ lamazlar. Hıristiyanlar da bizim ancak fıkıh esasların­ dan alarak çıkaracağımız kanunlara uyacaklardır. Çün­ kü bu memlekette çoğunluk Müslümandır. "Rasim Hoca coşmuştu. Karşısında Osmanlı mil­ letvekilleri vardı, etrafında 15 silahlı asker duruyordu. Dışardan sesler geliyordu. Üstelik Halep Milletvekili Mustafa Ağa gibi, Arnavut milletvekillerinden İsma­ il Kemal Bey gibi taraftarlar, Hoca Vasfi Efendi gibi dişliler kendisine güvenle bakıyorlardı. Devam etti: "Yeni yetişme bazı kimseler var. Maalesef millet­ vekilleri içinde de var. Bunlar, Hıristiyanlara kuvvet­ li görünmek için memleketi gâvurlaştırmak istiyorlar. Yeni kız lisesi bu maksatla açılmıştır. Mektepte Fransızla İslam kızı bir arada okuyacak, kardeş olacak­ mış... Bu fikir İslam Hıristiyan, Hıristiyan da İslam ol­ sun demektir. Şeriata aykırıdır böyle okuma. Bunlar İslam birliği yerine Osmanlı birliği koymak istiyorlar. Halbuki fikirlerde uygunluk olmazsa birlik olmaz. Os­ manlılık nasıl olur da çeşitli unsurları birleştirebilir? Asker tarafından söylüyorum: Meclis'i Meb'usan ve Vekiller Heyeti dindar adamlardan meydana gelmeli diyorlar ve isimler de söylüyorlar. Bu askerlerden hiç­ birisinin cezalandırılmaması lazımdır. Böyle şeye katiyyen gidilemez." Hoca Rasim'in konuşması etkisini öylesine yap­ mıştır ki, derhal kabineye güvensizlik oyu verilir. Zaten istifa etmiş olan Hüseyin Hilmi Paşa kabinesi düşer. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder