28 Mart 2019 Perşembe

TEK BİR GERÇEK DİN Mİ VARDIR? BÖLÜM 3

TEK BİR GERÇEK DİN Mİ VARDIR?  BÖLÜM 3




IV. İnsanî Unsur: 

Genel Ahlaki KriterDinimizi başka bir dinle kıyasladığımızda, ama aynı zamanda 
kendi dinimizin yanlışları üzerinde derinlemesine düşündüğümüzde, tüm 
dinler için geçerli olan iyi ve doğrunun kriteri sorunu ortaya çıkar. Bu, 
benzer şekilde tüm dinlere uygulanabilir olan genel bir kriterdir. Bana öyle 
görünüyor ki bu durum, uluslararası hukukun sorunları açısından zerre 
kadar önemli değildir. Ne tanımlayıcı dini araştırmalar disiplini (ki o normatif kritere az ilgi gösterir, kendisi çoğu zaman ince eleyip sık dokumadan insanlığın, doğanın, tarihin ve kutsalın belirli kavramlarının var olduğunu varsayar, örneğin sözsüz bir şekilde mistik olanı yeğlemek gibi) ne de Hristiyan teoloji (ki o şimdiye kadar kendisiyle diğer dinler arasında neredeyse hiç bir kıyaslama yapmamış ve bu sorunun en önemli bölümü için kaçamak cevaplar üretmiştir) gerekli kriter mantığı işini halledebilmiştir. Bu, tamamen birini bir çözüm önerisi sunmaya davet eden teorinin eksikliğinden daha fazla bir şey değildir.

Bu durumda kaçınılmaz başlangıç sorusu şu olmalıdır: Bütün araçlar dini tarafar tarafından meşrulaştırılmış mıdır? Bu şekilde, dinî bağlılığın hizmetinde ekonomik gücün, cinselliğin ya da saldırganlığın kötüye kullanımını içeren her şeye izin var mıdır? İnsanoğluna zarar veren, onu yaralayan hatta onu mahveden bazı şeyler dinî bir emir olabilir mi? Bu durumla ilgili her dinde fazlasıyla örnek mevcuttur. Tanrıya sunulmuş olsa da insanın kurban edilmesinin haklı bir gerekçesi olabilir mi? Çocuklar bir inanç saikıyla katledilebilir mi? Dul kadınlar yakılabilir mi? İnançsızlar işkenceyle ölüme mahkûm edilebilirler mi? Eğer ibadet etmekle zina etmek, iradeye sahip olmakla gelişi güzel ilişkiler yaşamak, oruç tutmakla uyuşturucu kullanmak, mistik tecrübenin yol ve yöntemleri olarak bir işlev görüyorsa bu, onların aynı yolda oldukları anlamına gelir mi? Kutsal bir amaç için olduğu varsayılarak hilekârlık ve sahte mucize, 
her çeşit yalan ve aldatmaya izin verilebilir mi? Tanrısallığı zorlamayı 
hedefeyen sihir ile Tanrıya dua etmeyi öngören din aynı şey midir? 
Emperyalizm, ırkçılık, erkek şovenizmi dinî saiklerle ortaya çıktığında 
onaylanabilir mi? Bir kimsenin dinî olarak motive edilen Guyana’daki gibi 
bir toplu intihara karşı itiraz edebileceği hiçbir şeyi yok mudur? 

Korkarım hayır.

Hangisi olursa olsun kurumsallaşmış dinlerin her birinde önsel (a 
priori) olan sadece ahlâk değildir. Bazı kökleşmiş toplumsal geleneklerin 
de eleştirel gözle incelenmesi gerekir. Bu yüzden her dinin sahip olduğu 
özel kriterle birlikte genel ahlaki kriter, bugün olduğundan daha fazla 
tartışılmalıdır. Bu bağlamda elbette çağdaş ahlaki kanıtların (empirik, 
analitik veya metafzik- antropolojik yargılama) ve ilkelerin doğrulanmasının temel formları ile ilgili artan daha karmaşık hermenötik sorulara giremeyiz. Baştan yanlış anlaşılmaların önüne geçmek için şunu söylememe lütfen izin verin: İnsani unsura yönelmek, yani gerçekten insan olan şeye yönelmek, her halükârda ‘saf ve temiz insan’ a yönelik dinî bir indirgeme olduğu anlamına gelmez. 

‘Mutlak’ın planına dayalı olarak insanî unsuru ortaya çıkarmak konusunda etkileyici şekilde başarılı olan din, her zaman en ikna edici olanın kendisi (otonomi için tüm modern çabalardan çok daha önce) olduğunu göstermiştir. 
Bir kimse yalnızca on emirden, dağdaki vaizciden, Kur’an’dan, Buda ve Bhagavadgita’nın vaizlerinden bahsetme ihtiyacını duyar.

Bütün olarak, uzun süre din ve vicdan özgürlüğüne engel olan 
Hristiyanlığın kendisi, diğer dinleri ve özgürleşmenin modern süreçleri 
boyunca Hristiyan imanının etki alanının yayılışını eleştirerek kendisini 
onlardan ayıran hümanizm gerçekliğinden (kesinlikle dünyevi olmasına 
ve kiliseye muhalif olmasına rağmen) faydalanmıştır. Bu hümanizm, insan 
onuru, kardeşlik, eşitlik, özgürlük gibi temelde Hristiyan değerleri olan 
şeyleri gerçeğe dönüştürmek için (çoğu zaman Hristiyanlıkla karşı karşıya 
gelse de) başka bir şekilde Kiliseyi hatırlatmıştır. O, tüm diğer dinlerden 
önce Hristiyanlık sınırları içinde insani unsurun bir kez daha sığınak 
bulabildiği modern bir otonomi içinde dinî olarak kesinlikle özgürlüğüne 
kavuşmuştur.

Diğer taraftan, bir bütün olarak Hristiyanlık, özellikle bir şaşkınlığın söz konusu olduğu, insani bağların ve yaygın hoşgörünün zayıfadığı bir zamanda, erdemin toplumsal gelenek, adalet ve kişisel tatmin sorunundan daha fazla anlam ifade etmesi ve yine erdemin ahlaki değerler ve normların bizi evrensel ve mutlak bir şekilde zorlayabilecek olması nedeniyle tüm psikolojik, pedagojik ve hatta pozitif hukuktan daha çok kişisel vicdan için bir temel oluşturabilir. Aslında yalnızca ‘Mutlak’ kendisini kayıtsız şartsız zorlayabilir ve kesin bir şekilde kendini 
bağlayabilir. Yine yalnızca din mutlak bir şekilde ve evrensel olarak bir 
ahlâk yaratabilir ve onu aynı zamanda somutlaştırabilir. Doğrusu bu, 
binlerce yıldır bazen iyi, bazen ise kötü bir şekilde yapılmaktadır.

Her halükârda, harekete geçirilen bir etkileşim süreci olarak dahi, 
diğer dinlerdeki insani olan hakkındaki bir sorgulamada aslında bir hata 
söz konusu değildir. Öyle ki, özellikle şeriat ve İslam hukukunun sıkça ve 
aşikâr olarak 1948 yılında yayınlanan BM İnsan Hakları Evrensel 
Beyannamesi ile çatışmakta olduğu artan bir şekilde ortaya çıkmasından 
bu yana insan hakları sorunu, örneğin, İslam’da yoğun bir şekilde 
tartışılmaktadır. Bu, özellikle kadınların (evlilik, boşanma, miras ve 
çalışma ile ilgili kanunlar) ve Müslüman olmayanların (bazı mesleklerden 
yasaklanması) yasal eşitliğine yönelik bir durumdur. Bunların tümü, doğal 
olarak Kur’an’ın kendisine yönelik irdeleyici soruları işaret eder. Tüm 
zorluklarına rağmen insan hakları ve genel ahlaki kriter sorunu 
konusunda insanın yaşamı ve kardeşliğinin anahtar öncülü üzerinde 
modern insani bilincin gereksinmelerini karşılayan temel bir konsensüs 
zamanla dünya dinleri arasında şekillenebilir. Tarihi süreçte insan bilinci 
üzerinde kesinlikle birincil olarak etki bırakan temel insanî değerler ve 
isteklerin yol gösterici inançları vardır. Fakat diğer taraftan olması 
gereken, -tam anlamıyla Kopernik’in dünya resmi gibi- sürekli olarak yeni 
şekiller verilmeye ihtiyaç duymasına rağmen onların devam etmesini, geri 
döndürülememesini, koşulsuz doğrulanmasını, insan hakları ve temel 
haklar olarak gerçekten yasalaşmasını başarabilmektir.

Ne olursa olsun, farkındalık konusunda bazı ara dönemlere 
rağmen, farklı dinlerin içinde varolan daha fazla insanlığa doğru olan 
ilerlemeyi görmezden gelemeyiz. Örneğin, modern zamanlara kadar 
alışılmış şekilde olan (işkence sehpası ve direği gibi) engizisyon pratiğinin 
Katolik Kilisesi tarafından kaldırılması veya kutsal savaş (cihat) 
doktrininin insani olarak yeniden yorumu ve bazı daha yenilikçi İslam 
ülkelerindeki ceza kanunlarındaki reformlar veya Hindistanlı Budist ve 
Hristiyanlarca birincil olarak reddedilmiş olmasına rağmen, İngiliz 
işgaline kadar bazı izole bölgelerde uygulanan ölen kadının kocasıyla 
yakılması ve insanın kurban edilmesi uygulamasının kaldırılması 
bunlardan ilk akla gelenlerdir. Uzak, Orta ve Yakın Doğu’dan çok sayıda 
örnek, kadınların özgürleşmesi ve korunması, sosyal adaletin gerçekleşmesi ve savaşların ahlaksızlığının ortaya konması ve güvence altına alınmış insan haklarına saygı ile ilgili gelecekte güçlü ve büyüyen bir farkındalığın muhtemelen tüm dünya dinlerinde gözlemlenebileceği konusunda beni ikna etti. Dünya çapında dinî hareketler özellikle barış adına önemli gelişmeler kaydettiler. Tüm bu dinî motivasyon ve hareketlilik -Polonya, İran ve Afganistan ile bağlantılı farkında olduğumuz en küçük bazı şeyler- çok ciddiye alınması gereken politik ve sosyal faktörlerin varlığına işaret etmektedir. Bu yüzden benim sorum 
şudur: İnsan itibarı ve onunla ilgili temel değerler üzerinde somutlaşarak 
gerçekten insanî olan üzerinde temellen genel ahlaki ilkeyi formüle etmek 
için genel insanlığımıza çağrıda bulunmamızın bir imkânı söz konusu olamaz mı?

Dünya dinlerinde insan üzerine yeni bir yaklaşım gelişmektedir. 
Bunun özellikle yalın bir örneği, 1970 yılında Japonya’nın Kyoto şehrinde 
düzenlenen “Barış için Dünya Dinleri Konferansı” sonrası yayınlanan 
bildirgedir. Böylece, birlikte barışın ana konusunu ele aldığımızda bizi 
birleştiren şeylerin bizleri ayıran şeylerden daha önemli olduğunu 
keşfettik. 

Müşterek sahip olduğumuz noktaları şöyle sıralayabiliriz:

1.İnsanlık ailesinin asli birliğine, tüm kadın ve erkeklerin eşitliği ve itibarına dair sarsılmaz inanç;
2.Kişinin ve onun vicdanının kutsallığına dair bir inanç;
3.İnsanlık toplumunun değerine dair bir inanç;
4.Gücün doğru ile aynı şey olmadığına, insan gücünün kendi kendine yetebilen ve mutlak bir güç olamayacağına dair bir farkındalık;
5.Sevgi, duygudaşlık, bencil olmamak, aklın gücü ve vicdani doğruluğun, sonuç olarak nefret, düşmanlık ve bencilikten daha güçlü olduğuna dair iman;
6.Zengin ve zalime karşı yoksul ve mazlumun yanında durmanın zorunluluğuna dair inanç;
7.İyiliğin nihai zaferine dair derin bir umut.


Kriter araştırmamızda temel soru şöyle dile getirilebilir: Kişi için iyi 
nedir? Bu sorunun cevabıyla ilgili şu söylenebilir: İyi, kişinin kendisinin 
gerçek anlamıyla insan olmasına yardım eden şeydir. Temel ahlâki ilke 
gereğince, kişi en yalın anlamda bir zalimin içinde değil bir insanın içinde 
var olmalı, tüm ilişkilerinde insanlığını ortaya koyabilmelidir. 

Ahlaki iyi, uzun vadede insan yaşamının kişisel ve sosyal boyutu içinde zenginleşmesine izin veren ve insanın tüm boyutlarındaki en uygun gelişimini mümkün kılan şeydir. Bu yüzden insanoğlu, duygularını ve sezgilerini içeren tüm katmanlarında, toplum ve doğayla başarısını içeren 
tüm boyutlarında bu insanlığı kişisel ve sosyal olarak gerçekleştirmelidir. 
Fakat eğer insan ötesi, doğuştan gelen, her şeyi kuşatan, ‘Mutlak’ inkâr 
edilir veya ondan uzaklaşılırsa, bu aynı zamanda insanlığın işin özünde 
başarısız olduğu anlamına gelir. İnsanlık bu boyut olmadığı sürece ancak 
salt bir beden olabilir.

Gerçek insanlığın temel ilkesine göre iyi ile kötü ve doğru ile yanlış birbirinden ayrılabilir. Biz de temelde iyi ve kötünün ne olduğunu, birbirinden farklı herhangi bir dinde doğru ve yanlışın ne olduğunun ayırdına varabiliriz. Dinle ilgili olarak bu kriter aşağıdaki şekilde formüle edilebilir:

a) Olumlu kriter: Bir din, insanlık erdemine hizmet ettiği, onun iman 
ve ahlâkla ilgili öğretileri, onun ritüelleri ve kurumları, insanî kimlikleri 
içinde insanoğlunu desteklediği ve onların anlamlı ve faydalı bir varlık 
kazanmalarına izin verdiği sürece doğru ve iyi bir dindir.

Başka bir deyişle:

Açık bir şekilde insanoğlunun fziksel, ruhsal, kişisel ve toplumsal 
insanlığı konusunda (yaşam, doğruluk, adalet, barış) onların ihtiyacını 
karşılayan, onları iyi yapan, onları koruyan herhangi bir şey, başka bir 
ifadeyle, tam anlamıyla insani olan şey, bu sebeple ilahiliği çağrıştırır.

b) Olumsuz kriter: Bir din, insaniyetsizliği yaydığı, onun ahlâki ve 
inanç öğretileri, ritüelleri ve kurumları insanoğlunun insan kimliği içinde 
anlamlılığı ve değerliliğini engellediği, anlamlı ve faydalı bir varlığı elde 
etmek konusunda onların başarısız olmalarına neden olduğu sürece yanlış 
ve kötü bir dindir.

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder