8 Mart 2019 Cuma

Kanaat En Büyük Hazinedir

Kanaat En Büyük Hazinedir



Uzm. Mehmet Dere
2011 - Haziran, Sayı: 304, Sayfa: 062


Kanaat; sözlükte elde bulunanla yetinmek, kısmetine/hakkına razı olmak, başkasının elindekine göz dikmemek, tamahkâr/açgözlü olmamak gibi anlamlara gelir. (Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, İz Yay., İstanbul 1996, s. 594)

İslam ahlakında ise kanaat, kişinin Allah’ın kendisine dünya nimeti olarak verdiği paya rıza göstermesi, kısmetine razı olması, başkalarının elindekine göze dikmeyip tok gözlü olmasıdır. (Mustafa Çağrıcı, “Kanaat”, DİA., C. 24 , TDV. Yay., İstanbul  2001, s. 289)

Kanaat, ahlakî bir erdem olmanın yanı sıra insanın hem kişiliğini ve haysiyetini koruması, hem de mutlu ve huzurlu bir hayat yaşamasının bir gereği olarak görülmüştür.

İnsanların çok çeşitli ihtiyaçları ve istekleri vardır. Her insan, ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşılamak ve isteklerini tam olarak yerine getirmek ister. Ama bu her zaman mümkün olmaz. Çünkü dünyanın imkânları, bizim ömrümüz ve kazanma gücümüz sınırlıdır. İşte insanda oluşabilecek aşırı mal hırsının ve dünya tutkusunun yok olması ancak kanaat ile mümkündür.

Dinimiz kanaatkârlığı emretmiş, kanaatkâr insanı övmüş, açgözlülüğü, hırsı, tamahı, israfı kötülemiştir. Kanaat büyük bir hazinedir. İnsanın, durumuna göre hareket etmesi, ayağını yorganına göre uzatması kanaatkâr olmasına bağlıdır. Kanaat aslında bir gönül zenginliği, göz tokluğudur. Zengin bir kalbe, tok bir göze sahip olan insan, Allah’ın ihsanı olarak kavuştuğu bir nimete, bulunduğu duruma şükreder. Başkalarının malına göz dikmez, tamah etmez, açgözlülük etmez. Bu nedenledir ki Peygamberimiz (s.a.s.) bir hadislerinde “Gerçek zenginlik, mal çokluğu değil, gönül zenginliği (göz tokluğu) iledir” buyurmuşlardır. (Buhârî, Rikâk 15; Müslim, Zekât, 120; Tirmizî, Zühd, 40; İbni Mâce, Zühd, 9)

Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) de kanaatkârlığı bir iffet, tok gözlülük hali olarak değerlendirmiş (Buhârî, Zekât, 18), İslam’la hidayete kavuşup yeterli miktarda rızka/ nimetlere sahip olan ve buna kanaat edeni övmüş (Tirmizî, Zühd, 35; Ahmet b. Hanbel, Müsned, 2/168, 173), asıl zenginliğin kanaatkârlık olduğunu (Buhârî, Rikâk 15; Müslim, Zekât, 120), kanaatkârlığın şükrün en ileri derecesi olduğunu (İbni Mâce, Zühd, 24) bildirmiştir.

Kanaatsiz kimse, içinde bulunduğu hiçbir durumdan memnun olmaz; şükretmeyi bilmez. Hangi durumda olursa olsun hep daha fazlasını ister ve bu nedenle de hiçbir zaman mutlu olamaz. Kanaat yoksunu, hırslı, aç gözlü kimseleri Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle tanımlar: “İnsanoğlunun iki vadi dolu malı olsa, bir üçüncüsünü ister. İnsanın gözünü topraktan başka bir şey doyurmaz. Fakat Allah, tevbe edenin tevbesini kabul eder.” (Buhârî, Rikâk,10; Müslim, Rikâk, 16, Zekât, 116, 119; Tirmizî, Zühd, 19; İbni Mâce, Zühd, 27)

İnsan kanaatsizlik nedeniyle gayrimeşrû, haram, emeksiz, zahmetsiz kazançlara yönelir. Bu yolda izzetini, haysiyetini, şerefini kaybeder. Bu durum kişinin rahatını ve huzurunu bozduğu gibi toplumun da rahatını ve huzurunu bozar. Müslümana yakışan kanaat sahibi olmalı; meşrû ve helal ölçüler içerisinde şeref ve haysiyetiyle çalışıp gayret gösterdikten sonra elde ettiği nimetlere/paya razı olmalı ve bu nimetleri veren Allah’a şükretmelidir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) “Sizden biriniz, mal ve yaratılışça kendisinden üstün olana bakınca, nazarını bir de kendisinden aşağıda olana çevirsin. Böyle yapmak, Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini küçük görmemeniz için daha uygundur” (Buhârî, Rikâk, 30; Müslim, Zühd, 8; Tirmizî, Kıyamet, 59) buyurarak, kişinin her türlü gayretine rağmen istediği hedefine ulaşamadığı takdirde, kendisinden daha aşağı durumlarda olanlara bakıp kısmetine razı olması gerektiğini ifade etmiştir. Böylece kanaatkârlık sonucunda kişi huzurlu ve mutlu olduğu gibi toplum da huzurlu ve mutlu olur.

Kanaat ile ilgili anlatacağımız şu olay konumuzun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Mehmet Akif, bir gün saat satın almak için çarşıya doğru gider. Giderken yolda karşılaştığı adamın bir kolunun omzundan aşağısının olmadığını görür. “Ben saatim yok diye üzülüyordum, bu adamın saati olsa bile takacak kolu yok” der. (Vehbi Vakkasoğlu, Mehmet Akif, Nesil Yay., İstanbul 2001, s. 215)

Kanaat, şükür kavramıyla da yakından ilgilidir. Mümin sıkıntılara sabreden, nimetlere şükreden kimsedir. Şükretmek için çok mala, nimete sahip olmak gerekmez. Elde bulunan her şeye şükretmek kanaatkâr insanın özelliğidir. Yüce Rabbimiz bir ayet-i kerimede: “Şükrederseniz size olan nimetimi artırırım” (İbrahim, 14/14) buyurmuştur. Atalarımız da “aza şükretmeyen çoğu bulamaz” demişlerdir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) “Kanaatkâr ol ki insanların Allah’a en çok şükredeni olasın” (İbni Mâce, Zühd, 24) tavsiyesinde bulunarak şükürle kanaat arasındaki yakın ilgiye dikkat çekmiştir. Çalışarak helalinden kazanç elde etmek, kanaatkâr olmak, Allah’ın verdiği nimetlere şükretmek İslam ahlakının kazandırdığı güzel nimetlerdendir.

Bu arada şunu da hatırlatalım ki kanaatkârlığı tembellikle birbirine karıştırmamalıyız. Kanaatkâr olan kişi, gücü yettiğince çalışır, çabalar, Allah’a tevekkül eder. Az çalışıp az kazanmak, eldekiyle yetinip çalışmayı terk edip tembellik yapmak asla kanaatkârlık değildir. Gerçek kanaatkârlık, çok çalışıp helal/meşrû yollardan kazanıp elde edilene razı olmaktır. Fakirliğe, sefalete, tembelliğe, miskinliğe, aile ve toplumların yokluk, yoksulluk, darlık içinde kalmasına yol açabilecek yanlış anlayışları yüce dinimiz şiddetle reddetmiştir. Helalinden ve meşrû bir yolda kazanmak şartıyla ne kadar zengin olursak o kadar iyi olur. Çünkü Allah yolunda infak etmek, harcamak, zekât vermek vb. gibi maddî yolla yapılan ibadetler için zengin olmak gerekir. Zira bir hadiste de buyrulduğu gibi “Veren el alan elden üstündür.” (Buhârî, zekât, 17; Tirmizî, Zühd, 32) Ancak elde edemediklerimize üzülmemeli; elde ettiklerimize ise kanaatkârlık gösterip şükretmeliyiz.

Netice olarak söylemek gerekirse, kanaat/kanaatkârlık İslamî ve ahlakî bir erdem olup, yüce dinimiz İslam kanaati ve kanaatkârlığı övmüş; hırs, tamah ve açgözlülüğü ise yasaklamıştır. Bizlere düşen görev çalışıp helalinden kazanmak, payımıza düşene razı olup kanaatkâr olmaktır. Kanaatkâr olup Allah’ın verdiği nimetlere şükretmek Müslümanın temel vasıflarından olduğu gibi, aynı zamanda İslam ahlakının kazandırdığı güzel niteliklerdendir.


https://dergi.altinoluk.com/index.php?sayfa=yillar&MakaleNo=d304s062m1

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder