28 Mart 2019 Perşembe

TEK BİR GERÇEK DİN Mİ VARDIR? BÖLÜM 2

TEK BİR GERÇEK DİN Mİ VARDIR?  BÖLÜM 2



Değişmeyen gerçek, bu günlerde problemin daha yoğun bir şekilde 
gündeme geliyor oluşudur. Avrupa dışında büyük kıtalar keşfedildikten 
sonra dünya dinleri, Hristiyan dünyası için sayısal açıdan bir meydan 
okumayı içeren öncelikli bir dışsal durumdu. Fakat bugün onlar, sadece 
bazı aydınlanmış ruhlar için değil, Hristiyan Kiliselerinin kendileri için 
nitelik açısından bir meydan okumayı içeren içsel bir durumdur.
Ve şimdiki sorular şunlardır: Şayet Hristiyan kerygmatic.2 teoloji 
daha önce gönderilen dünya dinlerinin aksine fakirin yerine zengini 
gözetmeye geldiyse, o ne önermek zorundadır? Eğer Hristiyan teoloji her 
yerde var olan açık ışığı onaylıyorsa, o ne ölçüde ışık getirecek? Eğer tüm 
dinler ışığı içeriyorsa Hristiyanlığın niçin özellikle gerçek olması gereksin 
ki? Veya Eğer kurtuluş Hristiyanlığın ve Kilisenin dışında zaten elde 
edilebiliyorsa, Kilise ve Hristiyanlık niye özel olması gereksin ki? Bu 
soruya üçüncü yaklaşım tarafından basit bir cevap verilir.

c) Her din doğrudur. Veya, Tüm dinler eşit derecede doğrudur. 
Dünya dinleriyle ilgili bilgi sahibi olan herhangi birinin onların birbirine benzediklerini iddia etmesi oldukça güçtür. Peygamber merkezli dinlerle ve mistik dinler arasındaki temel farklılıklar giderilebilir, birbirinden ayrı dinler arasında tüm anlaşmazlıklar ortadan kaldırılabilirdi. Bu ise, W.Cantwell Smith’in özellikle ifade ettiği gibi, birbirinden farklı dinlerin tarihi seyir içinde bile kolayca aynı kalmadığı, bilakis geliştiği ve daha kompleks yapılara dönüştüğü gerçeğini gözden kaçırmak olacaktı. Nitekim çoğu zaman durum, şaşırtıcı şekilde böyledir.
Fakat biz çoğu zaman farklı dinlerde bulunan birbirleriyle çelişkili mitler, semboller, doktrinler, ritüeller ve dini kurumları yansıtan ‘nesnel din’ ile her dinin ana kaynağında karşılaştığımız ‘Evrensel Tek ve Mutlak’ ın temel dini tecrübesi ve ona derin hürmeti yansıtan ‘öznel dini’ birbirinden ayırmak zorunda değil miyiz? Buna rağmen her yerde aynı olduğu varsayılarak temel bir dini tecrübeye başvurmak hakikat sorununu çözmez mi? Niçin? Çünkü dini tecrübe bir izolasyon içinde asla ortaya çıkmaz. Dini tecrübe önsel yorumlamadan geçmiş bir tecrübedir. Bu sebeple o, söz konusu dini gelenek ve onun farklı anlamlı formları tarafından tasdik edilmiştir.

Fakat bundan daha fazlası vardır; prensipte tüm dinlerin eşit olduğunu iddia eden herhangi biri, yanlışa ve ahlâki hatalara düşmeye yönelik insanın potansiyelini dinin ilgi alanının dışına çıkarmaktadır. 

Fakat niçin “hata insana özgüdür” şeklindeki eski bir deyiş dinler için de 
geçerli olmasın? İnsan davranışlarının bir kalıba dökülmediği herhangi bir 
din var mıdır? Hinduizm, Budizm, İslam, Yahudilik, ve Hristiyanlıktaki 
tüm dini ifadeler, tüm efsane ve semboller, tüm vahiy ve iman beyanları 
ve son olarak tüm dini ritüel ve gelenekler, otorite ve fenomenler aynı 
şekilde doğru, mantıklı ve tam anlamıyla eşit bir şekilde geçerli olabilir 
mi? Kişinin tecrübe ettiği şeyin gerçekliği hiçbir suretle bir başka kimsenin 
tecrübe ettiği şeyin gerçekliğinin kefli olmaz. Dini tecrübe ile sahte dini 
tecrübe arasında fark vardır. Dolayısıyla biz sihir veya büyüye inanmayı, 
mucizelerdeki simya ve her çeşit aptallığı, Tanrı’nın varlığı (ya da 
Brahmanın gerçekliği), kurtuluş ve kefaret gibi temel inançlarla aynı 
düzlemde değerlendiremeyiz. Bu nedenle tüm dini tecrübelerin eşit 
derecede doğru olduğundan bahsetmek mümkün değildir.

Her şey basit bir şekilde aynı olmadığı gibi her şey basit bir şekilde 
eşit de değildir. Hatta bu durum, bir kimsenin kendi dininde bile böyledir. 
“Devam eden herhangi bir şey”, “Mümkün olan her şey” insan yaşamının 
hakikat, nihai taahhüt ve güvenle ilgili temel sorularına sessiz kalamaz. 
Yoksa dinin sınırları içindeki her şey, gerçeğin gücü oluşu ve geleneksel 
elbiseler giydirilmiş dinin canlı bir şekilde ortaya çıkabilmiş olabilmesi 
nedeniyle meşru kabul edilebilir mi? Eğer o gerçekse ve yalnızca Yuhanna 
İnciline göre bizi özgür yapan şey gerçekse, biz sorgulamamızı daha ileri 
boyutlara taşımak zorundayız.

Dışlayıcı mutlaklık ile birlikte tüm değer ve standartları eşit farksızlığın konusu yapan zararlı öznellikten kaçınmamız gerekir. Bu arada Lessing için bu hâlâ geçerlidir. Zira zamanla yavaş yavaş ortaya çıkmış, fakat şu anda modern ve zihinsel anlamda popüler olan ölçülü çoğulculuk, kişinin kendisinin sahip olduğu din ile diğerleri arasında bir ayrım yapmadan onların tümünü onaylayan çoğulculuk, tüm dini yaklaşım ve tutumların aslında aynı olduğunu savunan ve yüksek ruhlar meselesinden kendini uzaklaştıran dini anlamdaki tarafsızlıktan daha öte Lessing’i hatırlatmak için artık bir gerçekliğe sahiptir. 

d) Yalnızca tek bir din doğrudur. 

Veya, tüm dinler tek bir dinin doğruluğundan bir parçaya sahiptirler.

Kendisi dışında bir doğru kabul etmeyen dışlayıcı bakış açısı, şayet tüm hakikati öznel hale getiren, tüm değerleri ve standartları eşit farksızlığın konusu yapan, bir kimsenin kendi dini ile diğer dinler arasında herhangi bir ayrım yapmadan onları onaylamasını ve savunmasını öngören çoğulculuk gibi kabul edilebilir değilse, bu durumda toleranslı kapsayıcı bakış açısının gerçek çözüm olduğu görülür.

Bu yaklaşımla özellikle Hint kökenli dinlerin tümünde karşılaşırız. 
Var olan dinler yalnızca evrensel ve asıl hakikatin belirli yönlerini ve farklı 
derecelerini temsil ederler. Diğer dinler yanlış değil sadece geçicidir. Onlar 
evrensel hakikatten bir paya sahiptir. Bir kimse mistik tecrübeye 
başvurarak yüksek düzeyli böyle bir bilginin kendi dinine özgü olduğunu 
iddia edebilir. Bu durumda sonuç; bir kimsenin kendi dinini mükemmel 
bir konuma yükseltirken bütün diğer dinlerin fili(de facto) olarak hakikatin kısmi ya da daha alt düzeydeki bilgisine indirgenmesidir. Tüm diğer dinler, kısmi gerçek ve bir hazırlık evresi olarak tek hakikate bağlanır. Bu noktada herhangi bir özel ve ayrıcalıklı iddia reddedilmektedir. Hoşgörü gibi görünen şey, pratikte kapsama ile bir tür gönül alma, geçerli bir kabulle içine alma, kimliğin kaybolması ve izafleşmesi ile de aslında bir bütünleşmeyi sağlar.

Kapsayıcılığın çeşitli şekilleri -çelişkili gibi gelse de- Hristiyanlık 
içinde de bulunabilir. Karl Rahner’in ‘İsimsiz Hristiyan’ teorisi, son 
değerlendirme de kendi dinini önsel (a priori) bir doğru olarak 
kurgulayan bir Hristiyan üstünlüğüne dayalı bakış açısına hâlâ bağlıdır. 
Zira “Kilise dışında kurtuluş yoktur” dogmasının ortaya koyduğu çıkmazı 
aşmaya çalışan Rahner’in teorisine göre, tüm Yahudi, Hindu, Müslüman 
ve Budistler, Yahudi, Müslüman, Hindu ve Budist olmaları nedeniyle 
değil bilakis son tahlilde Hristiyan, daha doğrusu ‘İsimsiz Hristiyan’ 
olmaları nedeniyle kurtuluşa kavuşabilirler. Kapsama burada Hinduizm’de olduğundan daha az incelikli değildir. Her şeye rağmen Hristiyan olmayan ve Hristiyan olmak istemeyen bu insanların irade veya isteklerine saygı gösterilmemekte, bilakis Hristiyan teologların isteklerine göre yorumlanmakta dır. Fakat dünya üzerinde hiç kimse, kendisinin ‘isimsiz’ ve hatta ‘isimsiz bir Hristiyan’ olduğu iddiasını küstahlık olarak nitelendirmeyecek ciddi bir Yahudi, Müslüman, Hindu ve Budist bulamaz. Elbette ‘isimsiz’ kelimesinin kullanımının tümüyle yanlış olması dışında, sanki tüm insanların kendilerinin kim olduklarını  bilmediklerinden yola çıkarak, birinin ilişkide olduğu partneriyle ilgili bu çeşit bir spekülatif ifade kullanması diyalogun başlayamadan bitmesi anlamına gelir. Diğer dinlerin mensuplarının oldukları şekliyle saygın olduklarını ve bir Hristiyan teolojisinin kapsamı içine sokulmaması gerektiğini unutmamalıyız.

Bu durumda bir Hristiyanın diğer dinlere yönelik temel yaklaşımı 
nasıl olmalıdır?

1.Kendini insanoğlunun kurtuluşunun ve lanetlenmesinin ölçüsü yapan, gerçeğe yönelik iddiasını baskı ve otoritenin araçlarıyla kabul ettirmek isteyen ortokdoksiye karşı oldukça fazla kayıtsız kalan ve her şeyin aynı değerde olduğu dini anlamdaki bir tarafsızlık yerine;

2.Kesinliğin olmadığı, insanoğlunun mutlağı saptamasına yönelik öznelliğin daha anlamlı bulunduğu, farklı dinler arasında verimli birlikte varoluşu engelleyen, tüm dinlerin birbirine bağlı bir çatıda ortaya çıkışına izin veren daha anlamlı bir ilişkiyi içeren öznellik yerine;

3.Mümkün ve imkânsız olan her şeyin kendisinde karıştığı ve birbirine geçtiği, hâlâ her gün kan ve gözyaşına sebep olan dini ve mezhepsel tüm düşmanlıkların karşısında, dinler arasındaki savaş, kin ve anlaşmazlıklar yerine barışın egemen olabileceği bir sentez kurmak amacını güden senkretizm yerine; Dini olarak motive edilen tüm hoşgörüsüzlük göz önünde alınırsa, bir kimse hoşgörü ve dini özgürlük talebini engelleyemez. Aynı zamanda da hakikat uğruna özgürlük feda edilmemelidir. Hakikat sorunu değersizleştirilmemeli, gelecek dünya birliği ve dünya dini birliği ütopyasına kurban edilmemelidir. Dinî ve kültürel kimliğe bir tehdit olarak bir dünya dini birliği, sömürge tarihi ve onun bir parçası olan 
misyonerlik tarihi, henüz hiçbir şekilde unutulmamış üçüncü dünya 
ülkelerinde kuşku uyandırabilir. Öte yandan Hristiyanlar olarak bizler, 
Hristiyanlıkta kök salmış özgürlüğün ruhundaki hakikat sorusunu yeniden düşünmeye davet ediliyoruz. Keyfliğin aksine özgürlük, yalnızca bağlardan ve zorunluluklardan kurtulmak anlamında bütünüyle negatif bir şey iken, o aynı zamanda yakınımızdaki erkek ve kadına, kendimize, Mutlak’a karşı yeni sorumluluk anlamında pozitif bir şeydir. Gerçek özgürlük o yüzden hakikat için özgürlüktür.

III. Doğruluk Kriterinin Karmaşık SorusuBiz hakikatin ne olduğu sorusu üzerine uzun ve karışık tartışmalara devam edebilir, hakikatin çeşitli çağdaş teorileri (uygunluk, yansıtma, uzlaşma, tutarlılık teorileri gibi) üzerinde bir pozisyon 
alabilirdik. Fakat doğru (hakiki-gerçek) din sorunu kesin bir şekilde ön 
planda tutulmalıdır. Müteakip ilk tez, dindeki mümkün olan yanlışlarla 
ilgili olarak şimdi söylemek zorunda olacağım her şey için bir varsayım 
anlamına gelecektir. 
Hristiyanlar, çeşitli şekillerdeki çoğulculuğu benimsemeleri neticesinde hakikate yönelik imanlarından vazgeçmeleri için haklı bir gerekçeye sahip olmamalarına rağmen onların hakikat üzerinde bir tekelleri söz konusu değildir. Diyalog ve tanıklık karşılıklı olarak birbirini dışlayan kavramlar değildir. Hakikati kabul etmek, hakikat olmayanı görme ve onunla ilgili açık bir şekilde konuşma 
cesaretini içerir.

Bir kimsenin doğru ve yanlış arasındaki sınırı, peşinen kendi dini ile herhangi bir başka din arasındaki sınır ile tanımlaması elbette kaba bir önyargı olacaktır. Eğer bununla ilgili makul bir algı içinde olursak doğru ve yanlış arasındaki sınırları kişinin kendi dini vasıtasıyla aşacağını kabul etmek zorunda kalacağız. Ne sıklıkla aynı anda doğru ya da yanlış olmayız ki! Bu, ancak güçlü bir öz eleştiri temelinde doğrulanabilir başka bir bakış açısı eleştirisinin sebebidir. Ancak o zaman diğerlerinin sahip olduğu değerlerin bir entegrasyonu sağlanabilir. Bu, aynı zamanda dinlerdeki her şeyin eşit şekilde doğru ve iyi olmadığı anlamına gelir. Öyle ki imana ve ahlâka dair öğretilerde, dinî ritüel, gelenek, kurum ve 
otoritelerde iyi ve doğru olmayan bazı şeyler söz konusudur. 
Sanırım bunun Hristiyanlık için de aynı şekilde geçerli olduğunu söylemeye gerek yoktur.

Dünya dinlerinin Hristiyanlık eleştirisi anlaşılır sebeplerle açık ve 
keskindir. Hristiyanlık, -Hristiyanlar çoğu zaman bunun farkında 
olmasalar da- sevgi ve barış etiğine rağmen dış görünüşte ve 
eylemlerinde, diğer dinlerin mensuplarının gözünde dışlayıcı, hoşgörüsüz 
ve saldırgan bir izlenime sahiptir.

1.Hristiyanlık diğer dinlere, bir bütün olarak değil -onun ölüm sonrası hayata bakışı ve bedene ve dünyevi yaşama gösterilen düşmanlığı sebebiyle- içsel olarak parçalara ayrılmış gibi gelmektedir.

2.Hristiyanlık diğer dinlere, kefaret ve merhamete bağımlılığı fazlasıyla vurgulamak için özde bozulmuş olduğu varsayılan insanoğlunun hata ve günah bilincini hastalık derecesinde fazlaca abartıyor gibi gelmektedir.

3.Hristiyanlık diğer dinlere, ayrıca kendileri açısından da evrensel olarak pozitif bir ışık olarak değerlendirilen İsa Mesih fgürünün Kristoloji kullanılarak ona yüklenen özel bir kutsallık (oğul Tanrı) ile tahrif edilmiş gibi gelmektedir.

Bu eleştirilerde geçerli olan ne olursa olsun, bir şey açıktır: 

Herhangi bir dinin doğruluğu sorunu saf bir teoriden daha fazla şey 
içermektedir. Hakikatin yapısı asla sadece Tanrı, insan ve dünya 
hakkındaki doğru ifadelerden oluşan bir sistem içinde şekillenmemiştir. 
Ve hakikat, asla sadece diğer dinlerin yanlış olduğunun aksine, bir doğru 
önermeler serisi içinde değildir. Hakikat denilen şey, aydınlatma, kefaret 
ve özgürleşme olduğu kadar aynı zamanda bir eylem, bir tecrübe yolu, 
aydınlanma ve kanıtlanmış bir değerdir. Şayet dinler bu nedenle 
yaşamımız ve ölümümüz için etrafı ve nihai bir anlam vaad ediyorsa, en 
yüce sarsılmaz değerler bildiriyorsa, şartlar ne olursa olsun acı ve 
eylemlerimiz için bağlayıcı standartlar oluşturuyorsa ve ruhsal bir sığınak 
sağlıyorsa, buradan şöyle bir sonuca ulaşmamız muhtemeldir: Doğru ve 
iyinin ölçütleri ile anlamlı ve değerli olanın ölçütleri dinlerin içinde 
birbirlerini etkileyebilir. Daha çok teorik olarak anlaşılan hakikat sorunu 
ya da dinin anlamlılığı sorunu, aynı zamanda daha çok pratik olarak 
anlaşılan onun iyiliği ve değerliliği sorunudur. Doğru Hristiyan veya 
Budist, iyi Hristiyan veya Budist demektir. Bu bağlamdaki “Doğru din ve 
yanlış din nedir” sorusu ile “İyi ve kötü din nedir” sorusu özdeş sorulardır.
O zaman gerçek din ile ilgili temel soru farklı bir şekilde ifade 
edilmek zorundadır. Biz, bir dinin kendi içinde var olan doğru ile yanlış 
ve değerli ile değersiz arasındaki ayrımı ortaya koymayı nasıl başarabilir iz? Burada sadece Hindu Kast sistemini, karmaşık seksüel aktiviteler ile Tantrik Budizmin Şaktist formunu, İslam’daki cihad anlayışı ve cezaların keskin şekillerini düşünemeyiz. Ayrıca Hristiyanlıktaki haçlı seferleri gibi bir olguyu, büyücülerin yakılmasını, engizisyon mahkemelerini ve Yahudi zulmünü de hatırlamak zorundayız. Şayet doğruluk kriteri sorununu, öznel bir kapristen kaynaklanmıyorsa veya diğer insanların başlarına vurmak için kullanılan bir sopa değilse, bu durumda onun nasıl zor ve çetreflli bir sorun olduğunu kolayca 
anlayabiliriz.

Tabii ki -bu tekrar dönmek zorunda olduğumuz bir konudur- diğer 
dinlere yönelik oldukça spesifk (Hristiyan, Yahudi, İslami, Hindu ve 
Budist vb.) doğruluk iddialarına başvurmaktan tamamen vazgeçebilen 
din yoktur. Fakat bütün dinlerin inanırlarının bu kriterlerin ilk olarak 
yalnızca kendileri için anlamlı olduğunun, başkaları için ise anlamlı 
olamayacağının farkına varmaları gerekir. Şayet diğerleri -diğer dinlerden 
kim olursa olsun- aynı şekilde doğruluğa dair kendi kriterinde ısrar 
etmesi gerekiyorsa, diyalog için beklenti otomatik olarak yok olacaktır. 
Böylece, örneğin, İncil sadece Hristiyan Kiliseleri arasındaki ya da en fazla 
Hristiyanlarla Yahudiler arasındaki tartışmalarda onun kriter mantığı ve 
özgürleştirici işlevini karşılayabilir. Fakat Müslümanlarla ve daha çok 
Hindu ve Budistlerle olan iletişimde doğruluk kriteri olarak İncil’e 
doğrudan bir başvuru yersiz olacaktır. Şayet dinî diyalogda başkalarının 
karşısında doğru ve haklı olabilmek için Hristiyanlar artık basit bir şekilde 
İncil’e ( Müslümanlar Kur’an’a veya Hindular Gita’ya veya Budistler 
Sutra’ya) karşı gelinemez bir otorite olarak başvuramayacaklarsa bu 
durumda alternatif nedir? Bu noktada, dikkatli bir şekilde başka bir 
yaklaşım biçimini gündeme getirmeme ve onu sunmama izin verin. Üç 
aşamalı bir argümanın içinde genel olarak ahlâki olandan genel olarak 
dinsel olana ve oradan da sadece özel olarak Hristiyanlığa doğru bir çeşit 
içeriye doğru bir dönüş gerçekleştireceğiz.

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder