TEK BİR GERÇEK DİN Mİ VARDIR? BÖLÜM 1
EVRENSEL KRİTERİ TESBİT ETME KONUSUNDA BİR DENEME*
Hans KÜNG**
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2012, 27, 185-210
Çeviri: Mustafa ÇAKMAK***
EVRENSEL KRİTERİ TESBİT ETME KONUSUNDA BİR DENEME*
Özet:
Bu makalede yazar, öncelikle dünyadaki dinlerin çeşitliliği ve farklılığını açıklama konusunda dört temel yaklaşıma dikkat çeker.
Bununla birlikte doğru dinin var olup olmadığı temel sorusunu tartışır. “Eğer tek doğru din varsa bu doğru dinin ölçütü nedir?” sorusu bağlamında bir dinin doğruluğunun üç temel ölçütü olduğunu iddia eder. Bunlar; genel ahlaki ölçüt, genel dini ölçüt ve özel Hristiyan ölçütüdür.
Yazar, bu makalede temelde şöyle bir kanaati dile getirmektedir: “Hiçbir din gerçeğin tümüne sahip değildir, gerçeğin tümüne sahip olan yalnızca Tanrı’dır.”
*Bu çalışma, editörlüğünü John Hick ve Brian Hebbletwaite yaptığı “Christianity and Other Religions” adlı eserin 118-145 sayfaları arasında yer alan Hans Küng’e ait “Is there One True Religion? An Essay in Establishing Ecumenical Criteria” başlıklı bölümünün tercümesidir.
*İsviçreli Katolik bir teolog olan Hans Küng (D.1928), Tübingen’deki Katolik İlahiyat Fakültesinde uzun yıllar Profesör olarak görev yapmıştır.
En çok bilinen kitapları: Infallible? An Inquiry (İngilizce çevirisi, London 1971), (Mutlak? Bir Araştırma), On Being a Christian (İngilizce çevirisi, London 1977), (Hristiyan Olmak Üzerine) ve Does God Exist? (İngilizce çevirisi, London 1980) (Tanrı var mı?) şeklinde ifade edilebilir.
1979 yılında ders verme yetkisi Vatikan tarafından elinden alındığında Küng, aynı üniversitede ‘Ekümenik Araştırmalar Enstitüsü’nde Profesör olmuştur.
Hans Küng, Hristiyanlık, diğer dinler ve evrensel ahlak konusunda birçok kitap yayımlamıştır.
*Yrd. Doç. Dr. ,Giresun Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi,
m_cakmak@hotmail.com.
Tek Bir Gerçek Din mi Vardır? Evrensel Kriteri Tesbit Etme Konusunda Bir Deneme*
Hans KÜNG**
Çev. Mustafa ÇAKMAK***
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2012, 27, 185-210
Günümüzde ekümenik teolojinin dünya dinleri boyutundan ayrı düşünülebilir olduğunun eleştirilmezliği konusunda ısrar etmek kolay, fakat bu isteği gerçekleştirmek zordur. Altmışlı ve yetmişli yıllarda Hristiyanlığın içyapısı üzerine yoğunlaştıktan sonra, daima göz önünde olan dünya dinleriyle ilgilendiğim dönemde, kendimi radikal olarak nitelendirilebilecek bazı yeni bilgilere sahip buldum. Herhangi birinin kendi başına karmaşık tarihleriyle çeşitli dinler hakkında bilgi sahibi olmaya çalışması oldukça yorucu bir iştir.
Diğer dünya dinleriyle ilgili tartışmanın kesinlikle esaslı bir hayatta
kalma mücadelesi olduğunu ve dünyadaki barış uğruna bunun gerekli
olduğunun giderek daha çok farkına vardım. En fanatik ve acımasız
politik mücadeleler rengini, ilhamını ve meşruluğunu dinden elde etmiyor
mu? Şayet dinler barış, komşu sevgisi, uzlaşı için şiddetin karşısında olma,
ve merhamet konularında sorumluluklarının daha erken farkına varsaydı
ve yine anlaşmazlıkların kışkırtılmasına yardım etmek yerine onların
çözümüne katkı sağlasaydı bu durumdan etkilenmiş ne kadar insan
kurtulabilirdi? Kim bilir! Bu yüzden bugün herhangi bir evrensel teoloji,
dünya barışı için sorumluluğa ortak olduğunu kabul etmek zorundadır.
Dünya dinleri arasında barış olmadıkça gerçek barış var olamaz. Yine
Hristiyan Kiliseler arasında barış olmadan dünya dinleri arasında barış
olamaz. Kilisenin ekümenikliği dünya ekümenikliğinin tamamlayıcı
parçasıdır. Öyle ki Hristiyanlık merkezli içsel ekümenizim ile tüm
dünyaya yönelik dışsal ekümenizim (misyon) birbirine bağımlıdır.
Fakat dünya dinleri arasındaki anlaşmazlıklar barış konusunun
ötesine geçmektedir. O, yalın bir şekilde hakikat sorununun bir
açıklamasını gerektirir. Her ne kadar farklı dinlerin materyal analizi ve
dinlerin kıyaslanması görünürde fkri ayrılıklar veya yakınlaşmalar
meydana getirebilse de hakikat sorunu devamlı ve engellenemez bir
şekilde var olmayı sürdürmektedir. Tek bir doğru din veya birden çok
doğru din mi vardır? Dinlerin birbirinden farklı doğruluk iddialarını
değerlendirebilecek bir kriter sistemi var mıdır? Eleştirel evrensel teoloji
bugünlerde ‘doğru din’ (hakikat-gerçek) sorunu hakkında ne söylemektedir? Aşağıdaki yorumlar dinler arası evrensel diyalogun temel
sorunsalına yöneliktir.
Dinlerin ve kiliselerin tarihlerinde hiçbir sorun hakikat sorunu gibi
bu kadar çok anlaşmazlığa, kanlı çatışmalara ve hatta din savaşlarına
neden olmamıştır. Hakikate yönelik kör fanatizm, engel olunamayan
zararlara, kazıklarda yanmalara, yıkımlara ve tüm zamanlarda, tüm
dinlerde ve tüm kiliselerde cinayetlere neden olmuştur.
Diğer taraftan, Küng, Tek Bir Gerçek Din mi Vardır? Evrensel Kriteri Tesbit Etme Konusunda Bir Denemehakikate yönelik ciddi ihmaller ve ilgisizlikler ümitsizlik ve bunalımlara neden olmakta, öyle ki birçok insan artık onlardaki hiçbir şeye
inanmamaktadır. Bir kanlı çatışma tarihinden sonra Hristiyan Kiliseler
hakikat üzerine sürdürülen tartışmaların köşelerini keskinlikten arındırmayı ve ekümenik ruhun içinde genel cevaplara ulaşmayı öğrenmiştir. Bu cevaplar elbette uzun süre devam etmeli ve nihayetinde onların pratik sonuçları olmalıdır. Aynı durum Hristiyanlığın diğer dinlerle ilişkilerinde de görülmek zorundadır. Hâlâ bazı insanlar şu soruyu sormaktadır: Hristiyanların kendi kimlikleri ile kendi dinlerinin gerçekliğinden vazgeçmeden diğer dinlerin de gerçekliğini kabul
etmelerine izin veren sağlam bir teolojik yol var mıdır?
I. Tek veya Çok Çeşitli:
Pratik (Pragmatik) Bir ÇözümFakat bununla birlikte başka bazıları aksine şöyle sorular sorar: Bu, hâlâ hepimiz için, daha açıkçası aydınlanma nesli için bir sorun mudur?
Biz hâlâ kendi kimliklerimizin yayılmasından korkuyor oluşumuz
nedeniyle entelektüel geçmişteki artçı hareketlerle mücadele etmiyor
muyuz? Bu kadar uzun süredir pragmatik bir çözüm bulunamadı mı?
Sultan Saladin, Lessinng’in ‘Nathanthe Wise’ adlı etkileyici şiirinde “bu üç
dinden yalnızca biri doğru biri olabilir…” iddiasında bulunur. Ve
devamında şu eklemeyi yapar “Senin gibi bir adam doğumun kaza ile
fırlattığı yerde kalmaz; eğer kalırsa bu durum, sezgi, gerekçeler, neyin
daha iyi olduğuna dair yapılan seçim sebebiyledir. (act 3, scene 5)
Fakat söz konusu sezgi neye dayanmaktadır? Neyin daha iyi olduğunu seçmede gerekçeler nelerdir? Lessing’in çözümü hepimizin bildiği gibi üç halka kıssasında dile getirilir: Şayet hakikat meselesinin teorik açıklaması başarısız olur, -ki bu bir varsayımdır- ve sağ halkanın (right ring) hakikat oluşu ispatlanamazsa bu durumda geçerli olacak yol nedir? Bu sorunun cevabı olarak “bu yol sadece pratik tecrübelerdir” denebilir. Onun tarafsız ve bozulmamış sevgisi uyarınca gayret gösteren herkese müsaade et! Yani alçakgönüllülükle, içten barış severlikle, iyilikseverlikle, en içten boyun eğme ile kendini Tanrı'da ortaya koyan hakiki halkanın gücüne izin ver! Bu yüzden kanıt, yalnızca saf dindar
insanların hayatlarında kendini ortaya koyar. Problemimiz açısından bu,
pratik ve olgusal olarak her dinin, kişinin Tanrı'nın gözünde hoş
karşılanmasına neden olan mucizevi gücün delilini ortaya koyduğu
ölçüde doğru ve gerçek olduğu anlamına gelir. Basit olduğu kadar açık bu
bakış açısı, bizi kaçınılmaz hakikat sorunuyla karşılaşma sıkıntısından
kurtarmaz mı?
Bu yüzyılda, bilhassa hakikat sorununa pragmatik bir çözüm
öneren Amerikalı Charles Sanders Peirce, William James ve John Dewey
önemli isimlerdi. Pragmatizm, basit bir şekilde, dinin hakikat oluşuna
bakış konusunda, dinin genellikle nasıl bir işlev gördüğünü, ne gibi pratik
sonuçlara sahip olduğunu, bir toplumda ve tarihte bir kimsenin kişisel
varlığını ve yaşamını şekillendirme açısından gerçek değerinin ne
olduğunu sorgular.
Dinin işlevselliği ve işe yarar oluşunu fazlasıyla ihtiva ettiği açık
olan böyle bir fkri inkâr edebilecek kimse yoktur. Dinde teori ve pratik iç
içe geçmiş değil midir? Kitabı Mukaddesin “Sen onları meyveleriyle
(yapıp ettikleriyle) tanıyacaksın” şeklindeki ifadesine uygun olarak, bir
dinin hangi sebeple işe yarar olduğunun pratik kanıtı olmak zorunda
değil midir?
Aslında temel sorular şunlardır: Doğruluk basit bir şekilde pratik
kullanışlılıkla eşdeğer görülebilir mi? Bir dinin doğruluğu işe yararlı
oluşa, yardımseverliğe ve ihtiyaçların giderilmesine indirgenebilir mi? Bir
dinin değeri olağanüstü bir durumda taktiksel bir gerekliliğe kurban
edilebilir ya da hatta ekonomik ve politik istismara feda edilebilir mi?
Nadiren pratik olarak yaşanan bir din aynı zamanda hakikat olamaz mı?
Devamlı bozulan bir program yine de bir duygu yaratmaz mı? Kendisine
çok az inanır bulan veya hiç bulamayan bir mesaj hâlâ iyi bir mesaj olarak
nitelendirilemez mi?
Her halükârda burada, dinin sadece pratik olgulara indirgemeye
değil, fakat gerçekten iyi bir yaşam pratiği ile yeniden bağlantı kurmak
anlamındaki pragmatizmden çok daha derin bir pragmatizm anlayışının
var olup olmadığını düşünmeye ihtiyacımız vardır. Fakat yine de şu
şekilde sorular ortaya çıkmaya devam etmektedir: Büyük dinler gibi
böylesine karmaşık bir fenomen, ne gibi bir kriterle değerlendirilmelidir?
Biz Asya’daki Budizm ve Avrupa’daki Katolikliğin bin yıldan fazla süredir
devam eden etkilerini sadece iyi veya kötü diye nitelendirmeli miyiz?
Bugünün bütün dinlerinin hem alacaklı (övülebilir) ve hem de borçlu
(yerilebilir) yönleri yok mudur? Böylesine bir bakış açısı, bir dinin
mensubunun sürekli bir şekilde kendi dininin yüksek idealleri ile
diğerlerinin daha düşük seviyedeki gerçeklerini karşılaştırmasına sebep
olmaz mı? Sanırım gerçek İslam ya da gerçek Hinduizm ile ideal
Hristiyanlığı karşılaştırmak, bu durum için iyi bir örnek olabilir.
Bu yüzden “gerçek din nedir?” sorusu, onu soran kimseye geri
yöneltilmek zorundadır. James, “Dini Tecrübenin Çeşitliliği” (The Varieties
of Religious Experience, 1902) isimli eserinde ortaya koyduğu klasik
değerlendirmesinin en başında, ‘gerçek din’ hükmünü vermek için
kullanılabilir bir kriterin yalnızca ‘ahlaki test’ (ethical test) olmadığını,
bilakis bu kriterin “felsef olarak kanıtlanabilir bir mantıksallık”
olabileceğini savunur. Fakat bu bağlamda sorulması gereken soru şudur:
Acaba “felsefi olarak kanıtlanabilir mantıksallık” ne anlama gelmektedir?
Açıkçası, bir kimse pratiğe yönelmesine rağmen hakikat sorununun
üstesinden gelmiş olmaz. Burada yapıcı bir cevap hazırlamak amacıyla
ikinci bölümde dört temel yaklaşımın bir incelemesine girişmek istiyorum.
Küng, Tek Bir Gerçek Din mi Vardır? Evrensel Kriteri Tesbit Etme Konusunda Bir Deneme
II. Dört Temel Yaklaşıma) Hiçbir din doğru değildir. Veya, tüm dinler eşit şekilde yanlıştır.
Burada ateist yaklaşımı bastırma gibi bir amacım söz konusu
değildir. Her ne kadar onun dinlere dönük çeşitli eleştirileri olsa da bu
kesinlikle benim üzerinde durduğum bir konu değildir. Fakat yine de o,
tüm dinler için sürekli bir meydan okumayı çağrıştırmaktadır. Normal
şartlarda, herhangi bir dinin acınası halinin kendisi, dinin öğretilerinin ve
ritüellerinin boş bir amaca yönelik olduğu, söz konusu dinin, yansıtma,
illüzyon ve boş vaatler dışında hiçbir şey olmadığından şüphe duymamak
için yeterli sebebi sağlar. Kısacası, bu dinin doğruluğuna, hatta tüm
dinlerin doğruluğuna dayanak teşkil edecek hiçbir şey yoktur.
Şimdi, dinin aslında bir gerçekliği -gerçekten birinci, sonuncu ve
asıl gerçekliği- hedefediğini ispat edemem ve bunu dilemem. Dinin
tanrıtanımaz rakipleri için kendi paylarına, dinlerin basit bir şekilde
anlamsızlığa yönelik bir girişim olduğuna dair bir kanıt yoktur. Tanrı gibi
bir anlamsızlık hiçbir yerde bulunmaz. Bu dünya ile bağımlı kuramsal ve
teolojik sebep bu sorunun cevabına tatmin edici bir şekilde ulaşamaz. Bu
nokta üzerinde Kant tümüyle haklıydı. Dinin doğruluğunun çok önemli
ve ünlü sorununda ona pozitif bir anlam vererek, yaşamımızın büyük
güven sorunundan daha az ya da daha çok bahsetmeyiz. Bu dünyanın
bütün açık saçmalığının karşısında yine de evet demek! bir sınavda,
güvenin gerçekçi eylemi içinde büyük dinlerde kabul edilen insanlığın ve
dünyanın anlamına, ana zeminine, dayanak noktasına evet demek! Kesin
kanıtlar yoksa bile en azından iyi sebeplerle kendisi için göstermek
zorunda olduğu sürece bu tamamen mantıklı bir evettir.
‘Hayır’ diyen kimse tarih önünde sorumluluk almak zorunda
kalacak. Neanderthhal1 insanının en az cenaze gömme ritüeline kadar geri
götürülebilen insanlığın başlıca ve antik dini tarihi, ateizmin
argümanlarını (ki o Avrupa’nın kültür ve düşünce tarihi ile spesifk olarak
yakından bağlantılıdır- Nietzsche’nin “Tanrı ölü” varsayımı 2500 yıllık
Batı metafziğiyle bağlantılıdır-) büyük ölçüde öznel hale getirmektedir.
Birinin, insan ırkını binlerce yıllık tarihi ve küresel uzantısı içinde
değerlendirip değerlendirmemesi hiç fark etmez. O biri, gelecekte bir
bakıma deneyüstü şeylere iman etmekten kaçınan bir topluluk
bulamayacak. Evrensel açıdan bakılacak olursa bazı insanlar arasında var
olan ateizm, Doğu’ya doğru yayılmış olsa bile karakteristik bir Batı
Medeniyeti eseridir. O, böylece bu yüzyılda bir kültürel azınlığın meselesi
olmaktadır.
b) Yalnızca tek bir din doğrudur. Veya, Diğer tüm dinler yanlıştır.
Hristiyanlığın ilk yüzyıllarında Origen, Cyprian ve Augustin
tarafından hazırlanıp IV. Roma Konsilinde (1215) kabul edilen Geleneksel
Katolik yaklaşımı, geniş bir çevrede şu ifadeyle temerküz eder: “Extra
Ecclessiam Nulla Salus” (Kilise dışında kurtuluş yoktur). Amerika
keşfedilmeden elli yıl önce Floransa Ekümenik Konsilinde açık bir şekilde
şöyle ifadeler dile getirilmiştir: “Kutsal Roma Katolik Kilisesi, putperest,
yahudi, ateist ve hizipçi hiçkimsenin ölmeden önce kendisine
katılmadıkça ebedi yaşamdan bir parçaya sahip olamayacağına, bilakis
onların şeytan ve takipçileri için hazırlanmış ebedi ateşe mahkûm
olacağına kesin bir şekilde inanmakta ve bunu ilan etmektedir. Kilise en
nihayetinde diğer dinlerin doğruluk ve kurtuluşa yönelik iddiaları için bir
karar vermemiş midir? Bu, söz konusu durumun en azından 15.
yüzyıldan 16. yüzyıla kadar nasıl olduğu ve göründüğünün ifadesidir.
Katolik teoloji, yeni kıtaların keşfedildiği yüzyıldan itibaren,
tartışılmaz “Kilise Dışında Kurtuluş Yoktur” doktrininin birçok bölümünün
yeniden yorumlanması ve sonuç olarak tersyüz olması anlamına gelen
yeni bir anlayışı benimsemeye çalıştı. Fakat mutlak olması nedeniyle bu
teoloji, asla açık bir şekilde düzeltilmedi. Tabii ki, erken Trent Konsiline
kadar Bellarmine ve Suarez gibi teologlar vaftiz ve Kilise’ye yönelik
bilinçsiz bir arzuyu kurtuluş için yeterli olarak kabul ettiler. 17. Yüzyılda
Roma Katolik Kilisesi keskin Fransız Jansenitsleri tarafından ifade edilen
“Ecclesium Nulla Gratia” (Kilise dışında merhamet yoktur) prensibini
kınadı. 1952 yılında Katolik Kilise Engizisyonu (Holy Offce) eski Kilise
babaları ve Floransa konsili ile mevcut Katolik Kilisesinin dışında kalan
insanların lanetlendiğini iddia eden bir kampüs papazı olan Fr Leonard
Feeney’i aforoz etmek için kendini zorunlu -paradoksal bir şekilde yetkili-
hissetti. 1964 yılında II. Vatikan konsili, son bir kez daha resmi bir
doğrulama olmaksızın, Kilise bünyesindeki Tanrı'nın herkesi kapsayan
kurtarıcı isteği ve kurtarma planını şöyle deklare etti: “Kendi hataları
olmaksızın İsa Mesih’in İncil’ini ve Kilisesini tanıma fırsatı bulamamış ve
hâlâ temiz bir yürekle Tanrı’yı arayan ve onun isteğini vicdanının sesinde
farkına vararak yerine getirmeye çalışanki bu durum Tanrı'nın lütfunun
bir sonucudur- bu insanlar ebedi kurtuluşu elde edebilirler.(Madde 16)
Hristiyan olmayan dinlerle ilgili bildirgede diğer dinlere yönelik takdir
edici tutum şu cümleyle doruğa ulaşır:
“Katolik Kilise diğer dinlerdeki doğru ve kutsal olan hiçbir şeyi reddetmez.”
Bu bakış açısının, geleneksel Katolik yaklaşımın günümüzdeki resmi anlayışı olduğunu söylemek mümkündür. Hatta Hristiyan olmayan dinler bile -çünkü herşeye rağmen insanlar tarihi ve sosyal şartların oluşturduğu dinsel formlara bağlıdırlar- kurtuluşa giden yollar olabilirler.
Onlar belki ana (orderly) yol değil ama yine de tarihi olarak alternatif
(extraordinary) yollardır. Nitekim Çağdaş Hristiyan teologlar, Hristiyan
kurtuluş yolu ile Hristiyanlık dışındaki kurtuluş yolları arasında -bazen
de yol ve çeşitli patikalar arasında- ayrım yaparlar, ki bu geri dönüşe
teşekkür etmek gerekir.
Fakat bununla birlikte bir kimse bu teolojik çözümü ve terminolojiyi yargılayabilir.
Burada önemli olan şey, tarihte ilk kez Katolik Kilisesinin bağnazlığa ve kendi
doğrusunu diğer doğrulardan çok keskin Küng, Tek Bir Gerçek Din mi Vardır?
Evrensel Kriteri Tesbit Etme Konusunda Bir Denemebir şekilde ayıran kibirli dışlayıcılığa karşı resmi bir şekilde kendini ifade etmiş olmasıdır. Kilise, Hristiyan olmayan dinleri ve doğrularını bütünüyle mahkûm eden ve öğrenme konusunda yetersiz, gerçeğin kendisi olduğu konusunda fazlasıyla ısrarcı her çeşit kelama kapıları geniş şekilde açan dışlayıcı bakış açısından geri adım atmıştır. Yine o, tüm doğrunun zorunlu olarak onun tasarrufunda olduğu hayaline sahip, diğer
dinsel yaklaşımlar için kınama öneren ya da aforoz etmeyi tehdit olarak kullanan dogmatizmden uzaklaşmıştır. Diğer dinlere yönelik saygı neticesinde onlara dönük hiçbir aşağılama anlamlı değildir. Ve yine onları anlamaya, dini araştırmalar ve diyalogla yayılmaya öncelik verme konusunda hiçbir ihmal söz konusu değildir.
Bu şekilde Katolik Kilisesinin yirmi yıl önce attığı adımı bugün birçok Protestan teolog atmakta hâlâ tereddüt yaşamaktadır. Onlar, doğruya yönelik Protestan iddiasını ancak genç Barth ve diyalektik teolojinin tasarladığı yol üzerinde ve çoğu zaman diğer dinlerle ilgili dikkatli bilgi ve analiz olmaksızın, dogmatik bir şekilde değerlendirebilmek tedirler. Öyle ki bu değerlendirmede din, doğal teoloji dışında hiçbir şey, yani bir güç gösterisi, Tanrıya karşı bir başkaldırı, saf ve basit inançsızlıktır. Protestan teologlar, Hristiyanlığın diğer dinler içinde
herhangi bir din olmadığını söyler. Zira İncil, tüm dinlerin sonudur.
Bana göre böyle diyalektik bir teoloji daha diyalektik olmak zorundaydı.
Dünya dinleri ne dogmatik bir şekilde kınanmalı ne de diğer
teologların yaptığı gibi basit bir şekilde görmezden gelinmelidir. Öyle ki
asil fkirli cahil kimse tümüyle daha sorumsuzdur. Eğer Protestan teoloji
insanoğlunun çoğunluğunun kurtuluşu sorununa yönelik bir cevaba sahip
değilse, durumda o ‘tek kutsal Kilise’ küstahlığında kendi aşağılamasını
rahatça dile getiren ya da aydınlanmış bir tarafsızlıkla yetinen insanları –
Voltaire zamanında olduğu gibi- bugün de şaşırtacak bir sebebe sahip
midir? Bu, tamamen yetersiz olan Dünya Kiliseler Birliğinin kararsız
yaklaşımı sebebiyledir. Ne “Farklı Dinler ve İdeolojilerden Kişilerle
Diyalog için Yönergeler” de (1977-1979), ne de Vancour’da (1983) yapılan
en son genel kurulda, Hristiyan Kiliseleri dışındaki insanların kurtuluşu
hakkındaki soru cevaplanamamıştır. Bu sorunun cevaplanmasının
önündeki en büyük engel, üye Kiliseler tarafından dile getirilen çelişkili
bakış açıları olmuştur.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder