29 Mart 2019 Cuma

31 MART İSYANI, BÖLÜM 1

31 MART İSYANI,  BÖLÜM 1




'31 Mart', Ülkemizde " Şeriat Devleti isteriz! " parolası ile sık sık tekrarlanan gericilik ayaklanmalarının en ünlüsüdür. İslamlığı kurtarmak için yapılıyormuş gibi gösterilen bu yoldaki hareketlerin, emperyalist Hıristiyan devletler tarafından parayla desteklendiğinin, hatta yönetildiğinin ortaya çıkması, bilgisiz insanların birtakım karanlık oyunlara nasıl alet edildiğini anlatmaya yeter. Dış güçlerin içerdeki çıkarcı gruplarla işbirliğini, bunların zaman zaman birbirleriyle çatışmalarını ya da uzlaşmalarını, Doğan Avcıoğlu'nun usta kaleminden '31 Mart'ta Yabancı Parmağı' adlı kitabında merakla okuyacaksınız. 31 Mart olayının bilinmeyen yanlarını yeni belgelerin ışığında ortaya çıkaran ve bugünkü gericilik olaylarının tarihsel köklerini aydınlatan bu eserin, ilgiyle karşılanacağını umuyoruz. Doğan Avcıoğlu'nun bu ilgi çekici kitabım, gelecek cuma günü yine gazeteniz Cumhuriyet'le birlikte alacaksınız. ' 
Dizgi - Baskı - Yayımlayan: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Mart 1998

31 MART İSYANI
ECVET GÜRESİN


GİRİŞ 

31 Mart'ı hazırlayan nedenler üzerinde çeşitli gö­ rüşler vardır. Kimine göre olay doğrudan doğruya İttihat ve Terakki tarafından tertiplenmiştir. Mesela Mi­ zancı Murat Bey bu iddiadadır. Ona dayanarak olayı inceleyenler de böyle iddiaları ortaya sürmüşlerdir. Kimine göre hürriyetin anarşi haline getirilmesi, İtti­ hat ve Terakki'çilerin yanlış tutumu isyanda rol oy­ namıştır. Kimine göre ise 31 Mart'ta Yahudilerin, Ma­ sonların tertibini aramak gerekir. Ayrıca İttihatçılar arasında tertip suçunu Abdülhamid'e yükleyenler de vardır. 31 Mart'ı eğer soyut olarak ele alırsak, Kabakçı Mustafa ve Patrona Halil ayaklanmalanyla belki ben­ zerlikler buluruz. Ancak olay derinliğine ve genişliği­ ne incelendiği zaman görülmektedir ki o, nasıl tertip­ lenmiş olursa olsun, tipik bir gericilik ayaklanmasıdır. Gerici örgütlenmenin sonucu da devleti tam şer'i dü­ zene sokmak teşebbüsüdür. Ordu tarafından bastırıl­ mıştır ama kökü kazınabilmiş değildir. Nitekim aynı te­ şebbüsleri başka biçimde Menemen'de görürüz, amaç sonradan değişmiş olsa da Şeyh Sait'te görürüz. Milli Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında Anadolu yine küçük çaplı ayaklanmalara sahne olmuştur ve asıl önemlisi 1950'den sonra Saidi Kürdi'nin çok değişik olan fakat günümüzdeki gelişmelerin temelini atan ça­ balarla o günler arasındaki bağlantı ilgi çekicidir.

Bütün bu bağlantılar ve paralellikler elbette ki sadece bir partinin, bir grubun tertibine bağlanamaz. Olayların nedenini içerde ararken, içeriye etki yapan dış etkenler üzerinde de durmak ve konuyu iki yönlü olarak ele almak gerekir. Zira Osmanlı İmparatorluğu'nda belli bir dönemden sonra iç çekişme ve zıtlaş­ malar, saray koridorlarında sürüp giden kavgalar, içer­ den olduğu kadar sınır dışından gelen etkilerle de alev­ lenmiş, yön almıştır. 31 Mart işte bunlardan biridir.
31 MART ÖNCESİ, II.'nci Abdülhamid'in tahta çıkışından az sonra başlayarak 1908'e kadar geçen süre Osmanlı Devleti'nin tarihinde istibdat dönemi olarak anılır. Gerçek­ ten Abdülhamid Meclis'i feshettikten sonra tam bir te­ rör rejimi kurmuş, sansür basını baskı altında tutarken hafiyelik, adam satın almalar, almış yürümüştür. Bu dönemde istibdatla birlikte yobazlık atbaşı gider. Konuya biraz açıklık vermek için dönemin kısa­ ca üzerinde durmak yararlı olacaktır:

 1'İNCİ MEŞRUTİYET VE SONRASI 

Birinci Meşrutiyet Tanzimat'ın bir sonucu idi. Gerçekten 1876 Anayasası'nda Tanzimat daha doğru­ su Batı'ya açılma fikri temelleşmiştir. Bu bakımdan Birinci Meşrutiyet'e milli bir tepkidir denilemez. Ol­ sa olsa verilecek isim onun bir "ıslahatçılık hareketi" olduğudur. Bu ıslahatçı hareketi ise o zamanların çe­ şitli fikir akımları beslemiştir. Birinci Meşrutiyet'le Tanzimat dönemi arasında­ ki fikir akımlarım üç kısma ayırabiliriz. Birinci "İslamcılık" akımıdır. İslamcılık akımı Osmanlı Devleti'ni din birliğine dayandırmak ve bu yolla kurtarmak istemektedir. Panislamistlere göre Osmanlı Devleti'nin dayandığı top­ lum özdeş olmayan bir toplumdur. Bu toplumda sosyal ve siyasi birliğin teşekkülü ancak devletin İslami esaslara yönelmesiyle daha doğrusu bir İslam birliği­ nin yaratılmasıyla mümkün olabilir. İslam birliğinin yaratılmasında ise başlıca etken hilafet müessesesidir. Hilafet müessesesi sağlamlaştıkça bütün İslam âlemi Osmanlı bayrağı altında toplanacak ve devlet düveli muazzama karşısında eski kudretini bulabilecektir. İslamcılık akımı aslında saraya ve özellikle ıı'nci Abdülhamid'e kendi çıkarlarını korumak ve sağla­ mak bakımından da uygun geliyordu. Sultan Hamid Müslümanları hilafet kanadı altın­ da birleştirerek hem Osmanlı Devleti'nin sınırlan için­ de kuvvetini elde tutacak, hem de yabancı ülkelerin müdahalelerine karşı İslam birliğini harekete geçire­ bilecekti. İslamcılık ütopyası yalnız ilmiye sınıfına de­ ğil, daha sonra Jön Türklerden bazılarına da en uygun olarak görünmüştür. Kimi gerçekten başka çare düşü­ nemedikleri için bu akıma sarıldılar, kimi İslamcılık­ la sarayın hoşuna gidilebileceğini hesapladı. Ne var ki ister ütopya, ister hesapçılık olsun İslamcılık ve hele Panislamizm Osmanlı toplumunda ne birliği sağlaya­ bildi, ne sosyal bünye içine düştüğü sarsıntılardan kur­ tuldu, ne de düveli muazzama karşısında devleti kud­ ret sahibi yapabildi. Aksine bu akım kutuplaşma ve parçalanmaları, arkasında müdahaleleri körükledi. Akımlardan ikincisi "Osmanlıcılık"tır. Osmanlı­ cılık aslında Tanzimat döneminin fikir akımıdır. Dışa dönük olmak isteyen, dışla ilişkisi bulunan Osmanlıcılık karma toplumu savunur siyasi ve hukuki eşitlik sağlandığı zaman bu toplumun bir millet bütünlüğü kazanacağını hayal eder. Onlara göre kişiler arasında dil, din, ırk farkı gözetilir. Siyasi haklardan eşit olarak faydalanamadıkları içindir ki Osmanlı Devleti gün geçtikçe kötülemiş, dağılmaya doğru gitmiştir. Os­ manlıcılar liberal görünürler, ancak siyasi alanda Ba­ tı demokrasilerine özenen liberalizmin iktisadi alan­ daki sonuçlarını ve eşitliği sağlayıp sağlamayacağını pek düşünmezler, ya da düşündürülmezler. Osmanlıcılık zamanla "Yeni Osmanlılar", "Genç Osmanlılar" ismine dönüşecek ve gerek l'inci Meş­ rutiyet'in gerekse II'nei Meşrutiyet'in hazırlanmasın da etkili olacaktır. Yeni Osmanlıların ya da sadece Osmanlıcıların düşüncelerini burada ayrı ayrı incelemek gereksiz. Ancak bir fikir vermek için o zamanki yazı­ lara kısaca değinebiliriz. 
Mesela, Pari s'ta sürgünde yaşayan Ali Suavi, Ulûm gazetesinde halk egemenli­ ğinden söz etmektedir. Ziya Paşa ise yeni bir anayasa­ nın yapılmasını savunur ve milletin vekillerini seçme­ sini ısrarla ileri sürerken Türklere J. J. Rousseau'yu ta­ nıtmaya çalışır. İslamcılık tezine de yatkın olan Namık Kemal'in yıldızı Montesquieu'dır. Londra'da yayınla­ dığı Hürriyet'te "Hâkimiyet-i Ahâli'Ti makaleler yaz­ mıştır. Üçüncü akıma "Türkçülük" adı veriliyor. İslam­ cılığın ve Osmanlıcılığın birlik sağlayamaması karşı­ sında beliren bu fikir akımı toplumu yeni ülküye bağlamak ister. Türkçülerin düşündüğü, "Türk milletini" Osmanlı Devletimin temeli yapmaktır. Bu temel sa­ dece devletin sınırları içindeki Türklerle değil, sınır dı­ şındaki Türklerin de katılmasıyla sağlamlaştınlacak ve büyük Türk birliği kurulacaktır. Bütün bu fikir cereyanları soyut bir takım kavram olarak birbiriyle çatış­ mış ve savunucular temele inmeden Osmanlı Devletimi kurtaracak çareleri araştırmışlardır. Tabii arama­ lar ve araştırmalar kitlenin dışında cereyan etmiştir. Aslında gittikçe fakirleşen büyük kitle yaşamından hoşnut değildir. Ama bu hoşnutsuzluğun nedenlerini de bilmemektedir. Zaman olmuş, durumu asrileşme nedenine bağlamış ve ona dayanarak isyanı bile göze almıştır. Zaman olmuş yukardaki kavgaları, çekişme­ leri anlamsız bakışlarla seyretmiştir. İşte bütün bu fikir cereyanları ve halkın hoşnut­ suzluğu, 10-11 Mayıs 1876 softalar kıyamına ve 1876 yılının 30 Mayısı'ndaki Abdülaziz'in tahttan indiril­ mesine gelir dayanır. V Murat'ın tahta çıktığı günlerin yıldızı, Vükelâ Meclisi'ndeki Ahmet Mithat Paşa, gayesi ise Kanunu Esasi'dir. Pek kısa geçen bu karışık günlerin sonu, 93 gün padişahlık edip ruhi sarsıntı geçiren V Murat'ın da halli ve Kanunu Esasi ilanını vaat eden Abdülhamid H'nin 19 Ağustos 1283'te tahta çıkarılmasıdır. Abdülhamid, 113'üncü maddesini bütün itirazlara rağmen eklediği Kanunu Esasi'yi 23 Aralık 1876 günü ilan etti ve Ahmet Mithat Paşa da sadrazam ol­ du. Henüz seçim kanunu bulunmadığı için yapılan se­ çimler "Talimatı Muvakkate" ile düzenlendi. Millet Meclisi ise, ilk devrede 3.5 ay, ikinci devrede de 2.5 ay toplanabildi. İSTİBDAT 1908 İkinci Meşrutiyetime dayanacak 30 yılı aş­ kın (31.5) istibdat dönemi, 19 Mart 1878'de, Abdülhamid'in "fevkalade haller" ve "halkın ehliyetsizli­ ği" gerekçeleriyle Meclisi' Meb'usam dağıtmasıyla başlar. Bu dönemin ilk kurbanı Mithat Paşa'dır. Padi­ şahın kanuna eklettiği anayasa maddesiyle tutuklanır, sonra Taif'te öldürülür. Abdülhamid, kendini tahta çıkartanların hepsini, Abdülaziz'in katili olarak görmektedir. Ziya Paşa, Rüştü Paşa, Namık Kemal sürgünden sürgüne dolaş­ tırılır. Herkes bir hain, herkes bir jurnalcidir. Abdülhamid davranışını şöyle açıklar: "Milleti ikna ederek ve hürriyet müesseseleri açarak ıslahat yapmaya çalışan pederim Abdülmecid'in yolundan gitmekle yanılmışım. Bundan sonra ceddim Sultan Mahmut'un yolundan gideceğim. Onun gibi ben de an­ lıyorum ki, Cenabı Hakkın, korunmasını bana tevdi et­ tiği milletleri, kuvvetten başka hiçbir şeyle yürütmek kabil olmayacak..."

İSTİBDADIN TEPKİSİ, 

İstibdat ve baskı rejimi elbette direnmeyi gelişti­ recek, hatta bu direnme nazari olarak politika yapma­ ması düşünülen askerler arasına da girecekti. Nitekim Jön Türkler faaliyetini, 3. Ordu subayları arasındaki gizli örgütlenme izledi. Örgütlenme, Abdülhamid re­ jimini yıkmak, Birinci Meşrutiyetin anayasasını yürür­ lüğe koymak, imparatorluğu diriltmek, farklılıkları ön­ lemek amacını güdüyordu. Aslında subayların kurdu­ ğu cemiyet 1906 yılında kurulan İttihat ve Terakki Ce­ miyeti'yle işbirliğindeydi. İttihat ve Terakki Cemiye­ ti önceleri Türkiye içinde gizli bir teşkilat ve bir ihti­ lal komitesiydi. Amacına silah yoluyla varmak istiyordu. 

CEMİYET VE JÖN TÜRKLER 

Cemiyetin açık çalışan kolu Paris'teki Jön Türk­ lerdir. İzlenen yol "Genç Osmanlılar" yoludur ve Na­ mık Kemal'e bağlanmaktadır. 1908 Mayıs'mda büyük devletlerin Makedonya'daki mümessillerine veril­ miş bir bildiride cemiyetin amacı şöyle anlatılır: "Gerek Makedonya'da olsun, gerek Osmanlı memleketinin diğer yerlerinde bulunsun, Osmanlılar, mezhep, cins farkı olmaksızın kardeştirler. Memleke­ tin yüksek ve müşterek menfaatleri karşısında ne Hıristiyan vardır ne Müslüman. Osmanlıdan başka bir şey yoktur. Hepsinin de menfaatleri, emelleri ve kaderle­ ri müşterek ve aynıdır. Bu bakımdan bütün gayretleri­ mizi uğruna vakf ve hasrettiğimiz programımız Os­ manlı namı altında vatanın bütün evlatlarının ittihadın­ dan ibarettir. Maksadımız da padişahın zulüm ve is­ tibdadından kurtularak hüriyet, terakki ve medeniyet nimetlerine nail olmaktır." Aslına bakılırsa, bu çok yumuşak bildirinin altın­ da İttihat ve Terakkimin idealizmle birleşen sertliği ve gizliliği yatar. Gerçekten parti, gerek fedaileriyle, ge­ rekse yargılandırma ve cezalandırma fonksiyonlarıyla bir amansız ihtilal teşekkülüdür. Cemiyetin sırlarını ifşa edeni, ya da cemiyete karşı başka sebeplerle hiyanet suçu işleyeni gözünü kırpmadan öldürür. Cemi­ yetin maksadının yerine getirilmesi için verdiği vazi­ feleri yapmaktan çekinenleri de ortadan kaldırır. Hat­ ta daha da ileri giderek, cemiyetin manevi şahsiyetine ya da üyelerine karşı girişilen hareketleri ölümle ce­ zalandırır. Fakat o dönemde istibdat öylesine baskılı idi ki, cemiyetin öldürücülüğü ve siyasi parti anlayı­ şından değişik olan kuruluşu halk arasında olumsuz değil, aksine olumlu etki yapmış ve kamuoyu cemiye­ te karşı korkuyla karışık bir sevgi duymuştur. Dolayı­ sıyla Selanik Posta Telgraf Başkatibi Talât Bey'in önayak olduğu örgüt çığ gibi büyümüştür.

DIŞTAKİ DURUM 

"Bu sırada düveli muazzama denilen Avrupa büyük devletlerinin başta Rusya ve İngiltere olduğu hal­ de Osmanlı İmparatorluğumu parçalamak teşebbüsü yeniden canlanmıştı. 6 Haziran 1908'de Reval şehrin­ de İngiltere Kralı VII. Edward ile Rus Çarı II. Nikola arasında bir mülakat yapıldı. Olay halk arasında şid­ detli heyecan uyandırdı. Hükümet daha önce büyük devletlerin ıslahat adı altında Makedonya işlerine mü­ dahalesini de kabul etmişti. Böylece emperyalist dev­ letler ıslahat projelerini daha ileri götürmüş oldular. Bu, Rumeli'de üç vilayetimizi elimizden alacakları en­ dişesini yarattı. İşte cemiyet, halkın bu milli heyeca­ nından faydalanmayı bildi, teşkilatını genişletti, tehli­ keyi önlemek gerekçesiyle ihtilal hareketini hızlan­ dırdı. Bunun üzerine Abdülhamid, liyakatma güven­ diği hafiyelerini Rumeli'ye gönderdi..." TERS SONUÇ Gerçekten Abdülhamid'in bu davranışı, sindirme yerine ters sonuç vermiş ve tepki kısa sürede gelişmiş­ tir. Nitekim Niyazi Bey'in (Resneli) dağa çıkışından sonra Hünkâr, askeri tedbirlere başvurmuş ve Birinci Ferik Şemsi Paşa'yı ayaklanmayı önlemekle görev­ lendirmiştir. Şemsi Paşa, Abdülhamid'e bağlı bir adamdır, serttir. Mücahitleri hizaya getirmeye kararlıdır. Ne var ki durumu inceleyip padişaha, yapacak­ larını bildiren telgrafı Manastır postanesinden çekip, çıkarken bina önünde teğmen Atıf (Atıf Kamçıl) tarafından vurulur, böylece özgürlük hareketine karşı girişilen sindirme, başladığı yerde durur. Bu olaydan sonra padişahın bütün ümidi Tatar Osman Paşamın üzerinde toplanır. 

Osman Paşa "Manastır ve havalisi fevkalade komiseri" olarak aynı bölgeye gönderilir, emrine redif kuvvetleri verilir. Paşanın görevi kısaca, özgürlük cereyanını önlemektir. Yeni kumandan belki de Şemsi Paşa'dan daha hunharca davranacaktı, lakin karşı taraf bu şatafatlı paşadan hem oldukça pek gözlüydü, hem de daha akıllı. Kolağası Eyüp Sabri, Resneli Niyazi Bey, bir gece evini sardılar, kendisini "cemiyetin misafiri" olarak Resne'ye götürüverdiler. Özgürlükle istibdadın çarpışmasını, ikinci denemede de, yine özgürlük kazanmıştı. Bütün bunlar olurken bir yandan da Hünkârı yola getirmek için haberler uçuruluyor, meşrutiyet isteği­ ne dair telgraflar birbirini kovalıyordu. Haberlerin ve telgrafların amacı Abdülhamid'i Meşrutiyetin ilanına zorlamaktı. Sonunda da yapılanlar meyvesini verdi ve 10 Temmuz 324 (23 Temmuz 1908) de padişahın arzusu ile Meşrutiyet ilan olundu. Aslında bu, teokratik ve monarşik temele oturmuş bir devlette mutlakiyetin törpülenmesi, anayasa düzenine girilmesiydi. Gerçekten Meşrutiyet geniş sınırlı değildi. Şu var ki bu darsınırlar içinde öylesine sınırsız, hatta hukuk kurallarıyla bile çatışan bir siyasi özgürlük anlayışı da geldi ki, müesseseler birbirleriyle sürtüşmeye başladı. Hemen söylemek gerektir ki iç vedış şartlar, batıdaki ge­ lişmelerin Osmanlı toplumuna, daha doğrusu üst ta­ bakaya olan etkisi, Osmanlı İmparatorluğumu bir dö­ nemece getirmişti. Onu geçmek zorunluydu. 

İTTİHAT VE TERAKKİNİN TEREDDÜDÜ 

Düveli muazzama Osmanlı İmparatorluğumu par­ çalayıp yutmak için anlaşmalara giderken Meşrutiyet'in ilanında başrolü oynayan İttihat-Terakki Cemiyeti'nin bu dönemdeki tereddütlü tutumu hem düşün­ dürücüdür, hem de o zamanki anlayışları göstermesi bakımından ilgi çekicidir. Cemiyet devrimi yaptığı halde nedense geri plan­ da kalmayı ve memleketin idaresini eski ve bilinen devlet adammlarma bırakmayı tercih etmişti. Sokak­ larda padişahın paşalarını vuranlar kendilerini yöne­ tim için yeterli mi görmüyorlardı? Yoksa dış tazyikler mi onları ürkütüyordu bilinmez. Belki de kamuoyunu henüz kendileri için hazırlanmış bulmamakta idiler. Bu konuda çeşitli fikirler ileri sürülmüştür. Mese­ la Hüseyin Cahit Yalçın o günkü İttihatçıları şöyle ta­ rif eder: "İttihat ve Terakkinin mensupları resmi hükümet işleri hakkında hiçbir fikir ve tecrübeleri olmadığı için birden bire hükümet teşkil etseler ne yapacaklarını, idare mekanizmasını nasıl yürüteceklerini bilmezler­ di. Hükümetin başına çıkmayı onların zihinleri alma­ dığı gibi, memleketin de hazmedebilmesi imkânsızdı. Rütbesiz, nişansız, şan ve şöhretsiz bir gencin Vezaret unvanıyla sadrazamlığa çıkmasını, sırmalı nazır üniformasını giyerek bir koltuğa kurulmasını bu mem­ leketin havsalası almazdı... 1908 Temmuz'undaİttihat ve Tearkki Cemiyeti bir posta başkatibi Talât Efendiyi sadrazam ilan edemezdi, buna şartlar ve haller im­ kân vermezdi... Eğer Meşrutiyet'in ertesi günü halk Selanik'teki İttihat ve Terakki Cemiyeti azalarının Babıaliye birer Nazır olarak geldiklerini görseydi muhak­ kak bir anarşi çıkardı..." Hüseyin Cahit Yalçın biraz sonra ise "İttihatçıların sağduyularının, kendilerini hükümet makamlarına gelmekten alıkoyduğunu" söyler ve "sadece vatan uğ­ runda çalışmak için böyle yaptılar" der. Şu var ki, İttihat ve Terakki Cemiyeti 'nin geri plan­ da kalışına rağmen, o dönemde sorumluluğu yürütme organına yüklemek mümkün olamamıştır. Geri plan­ da kalmaya ne kadar çalışmış olurlarsa olsunlar, Meş­ rutiyet'ten Hareket Ordusu'nun gelişine kadar ve ta­ bii sonrasının, bütün sorumluluğu, bu devrimci cemi­ yetin üzerine yüklenmiştir. Suçlamalar bu bakımdan haklı görülmelidir.

MEŞRUTİYETİN GETİRDİKLERİ 

İkinci. Meşrutiyet'in ilk safhası 23 Temmuz 1908'den başlar 13 Nisan 1909'a kadar, yani Rumi tarihle 31 Mart'a kadar sürer. İkinci safhanın başlangı­ cı ise Hareket Ordusu'nun gelişi, Abdülhamid'in taht­ tan indirilişidir. Bazı tarihçilere göre bu safha itilaf devletlerinin memleketi işgale başlamalariyle bitmektedir. Aslında İkinci Meşrutiyet'in anarşik bir ortam yaratan ve özgürlüklerin alabildiğine kullanıldığı safhası ilk 9 aydır. Daha sonra hürriyetler oldukça kısıntıya uğramış, sıkıyönetim, Meşrutiyet'in üzerinde da­ ima asılı kalmıştır. Bu safhada iktidara gelen partiler Abdülhamid' in is­ tibdadına rahmet okutacak marifetlere gidebilmişler, kısacası hürriyet ile baskı rejimi arka arkaya yaşamıştır. 

DÜZENİN KARAKTERİ 

1876 Kanunu Esasi'sinin kurduğu sistemde hürri­ yet çağdaş bir anlamda kavuşmuş değildi. Bu bireyci fakat İslam hukukunun çerçevesi içinde düşünülmüş, kabul edilmiş bir meşveret rejimi idi. İkinci Meşruti­ yet ise, Kanunu Esasi değişiklikleriyle daha demokratik bir düzene getirme, parlamenter rejimi yerleştirme çabasına girdi. Fransız İhtilali'nden mülhem, tab'ayı şahane yerine vatandaşı yerleştirmek istedi. Ancak ye­ ni düzen bir yandan parti hâkimiyetini ve kamplılaşma kavgalarını arttırırken, öte yandan sosyal yenileşme yerine yalınkat hürriyetin anarşisini de beraberinde getirdi. Bunun böyle olması da tabii idi; zira hürri­ yet düzeni aslında bir yığın hareketinin sonucu değil, kurtuluşu klasik anlamdaki demokratlaşmada gören bir aydın azınlığının baskılı isteği idi. Hürriyetin nasıl anlaşıldığı, neden anarşik bir or­ tama dönüşüldüğünü belirtebilmek için yine merhum Yalçın'm "Talât Paşa" adlı eserinden şu açıklamaya bakalım: "Meşrutiyet ilan edildikten sonra memleketin her yanı çılgın bir sarsıntı içinde hüriyet terennüm ediyordu. Hükümet nüfuzu her yerde yıkılıyor, koca imparatorluk baştan başa anarşi içinde kalıyordu. Saray şa­ şırmış, taşra şaşırmış, zabıta şaşırmış ve halk şaşırmıştı. Ağızlarda bir parola dolaşıyordu: Hürriyet gelmiş! Bazı taraflarda soruyorlardı: Bu hürriyet nedir? Nere­ den gelmiş?.. Onu, yabancı ülkelerin birinden gelmiş bir rahibe diye tarif edenler görülmüştü...

" FİKİR AKIMLARI 31 Martla nihayet bulan 1. safhayı daha iyi gösterebilmek için zamanın belirli fikir akımlarına, daha doğrusu aydınlarda belirlenmiş fikirlere kısaca temas etmek, bu arada istibdat döneminde Avrupa'daki genç Türklerin ve özellikle Prens Sabahattin Bey'le Ahmet Rıza Bey'in düşündüklerine kısaca göz gezdirmek meseleyi aydınlatmak için faydalı olacaktır.Prens Sabahattin Bey Abdülhamid'in yeğeniydi, ama sultanın istibdadına da karşıydı. Le Play'in etkisi altında kalmış, bu bakımdan kendisine Le Playen de­ nilmiştir. Prens Sabahattin Bey'in ana düşüncesini aşırı bireycilik, idarede ademi merkeziyetçilik olarak özetlemek mümkündür. Sabahattin Bey'e göre Osmanlı ülkesinde eğitim seviyesi düşüktü. Ekonomik kalkınma için ise özel teşebbüsü geliştirmek gerekti. Ademi merkeziyet sisteminin kurulması yolunda prens, mutlakiyetin meşrutiyete dönüşmesini düşü­ nürdü. Ademi merkeziyet olunca Osmanlı İmparatorluğumdaki çeşitli etnik gruplar idareye katılacaklar, böylece Müslüman Türkler için de özel teşebbüs im­ kânları doğacaktı. İdealizm akımından etkilenen Sabahattin Bey'in programı gerçekten ilgi çekicidir ve Amerikan siste­ minin üzerinde etki yaptığı, düşünceleri incelendiği za­ man görülür. Prens ayrıca, siyasi sistem değişikliği hiç değilse sistem üzerinde gerekli rötuşlar yapmak sure­ tiyle ülkelerin hız alabileceği kanaatindedir. Bu arada yine Amerika'dan esinlendiği belli olan ilgi çekici noktalardan biri de Sabahattin Bey'in baskı gruplarını, bir veri olarak ele alması ve ülkenin kalkınmasına yöne­ lecek idealist cemiyetlerin önemli işler göreceğine inanmış bulunmasıdır. Ademi merkeziyetçi Prens Sabahattin tasarladık­ larını yapmak için ihtilale, daha doğrusu Abdülhamid'i devirmeye taraftar görünür. Ancak Prens ihtilalin içerde halka dayanarak değil, önce "menfaati men­ faatimize uygun" bir büyük devlete dayanarak yapıl­ masını istemektedir. Prens Sabahattin'in seçtiği ülke İngiltere'dir. Nitekim Prens ilerde böyle maceralara birkaç kez girişmek isteyecek, yabancı yardımıyla Abdülhamid'i devirme projesini uygulamaya çalışacaktır. Ancak bu proje anlaştığı general ve subayların vazgeçmesi üzerine suya düşecektir. Prens Sabahattin Bey'e karşı Ahmet Rıza Bey'le arkadaşları daha gerçekçi gibi görünürler. Çizgileri tam belirmemiş bir burjuva yönetimi özlemi Ahmet Rıza Bey ve arkadaşlarında kendini belli eder. Ahmet Rıza ekonomik anlamda liberaldir, fakat li­ beralizmin aslında bir elit sınıf lehine işlemesi taraftarıdır. Özgürlükçüdür. Fakat özgürlüğün -o zamanki ölçülerine göresınırlan sadece siyasidir. Önemli olan bir nokta da, şudur ki, Ahmet Rıza Bey ve arkadaşları Osmanlıcılığı ön planda tutarlar, bu bakımdan Prens Sabahattin Bey'e karşı olurlar. A. Rıza Bey'deki Osmanlıcılık anlayışı gerçekte hâkim sınıf anlayışıdır, fakat ismi değişmiştir. Meseleye bir başka açıdan bakılırsa görülür ki, Jön Türkler heyecan adamlarıdırlar. Kafaları Fransız İhtilâlinin hikâyeleri ile dolmuştur. Üstelik İngiltere'nin eriştiği merhaleyi Jön Türkler tamamen başka biçimde değerlendirmişlerdir. Öte yandan Auguste Comte, o günlerde pozitivizmi ile Batı'yı etkilemekteydi. Ahmet Rıza Bey Osmanlıcılığı Comte felsefesiiçinde önce doğrudan doğruya, sonra da panislâmizm ve pantürkizmden bir şeyler katarak hamur etmek is­ temiş fakat pek te becerememiştir. Ahmet Rıza Bey'in de asıl savunduğu fikir Abdülhamid'in halli ile meselenin de halledileceğidir. Ama bu ünlü Jön Türk za­ manla bu fikrini de değiştirecek Abdülhamid devrilmediği halde İstanbul'a gelip politikaya katılacaktır. Genç Türklerden bir ilgi çekici kişi daha şüphesiz Mizancı Murat Bey'dir. Murat Bey, Ahmet Rıza Bey'in karşısmdaydi, pantürkist olmak yerine hızlı bir panislamistti. Halife vasıtasıyla bütün Müslümanları ya­ bancı nüfuz ve esaretten kurtarıp, bir araya getirerek bir İslam imparatorluğu kurmayı düşünürdü. Murat Bey'e göre İslam imparatorluğu kurulacaktı ama, yönetimi Türkler elinde kalacaktı. Bu parlak fikirleri sa­ vunan Murat Bey sonunda Abdülhamid'le anlaşıp İs­ tanbul'a dönecek ve ilerde 31 Mart hareketlerinde gericiliği destekleyecektir. Fikir akımlarmdaki çeşitlilik elbetteki memleket içinde etkisini yapacak, çıkarlarla birlikte kamplaş­ malar genişleyecekti. İttihat ve Terakki Cemiyetleri o zaman devrimci hüviyette idi. Karşısında Prens Saba­ hattin ve Murat Bey'in temsil ettikleri fikirlerle birlikte tutuculuğun da rol oynadığı bir "Ahrar" Partisi kurulmuşum. Başta, o zamana göre, ulema kabinesi yürütme görevini yapıyor, parlamentoda memleket içinde ise sınırsız bir hürriyet düzeninin çatışması de­ vam ediyordu.

BASINDAKİ ÇATIŞMA 

İkinci Meşrutiyet'in ilanından 31 Mart Olayı'na kadar geçen dönemde basının durumu ve içindeki ça­ tışma önemlidir. İlerde aynı basının Hareket Ordusu'nun gelişinden sonraki tutumuna temas ettiğimiz zaman öyle sanıyoruz ki, durum daha iyi anlaşılacaktır. Gerçekten bu dönem, "tozdan dumandan ferman okunmaz" bir dönemdir. Dolayısıyla basın, toz kaldırmada önemli rol sahibidir. Önüne gelen gazete çıkartmakta, hürriyete susamışlığm, kinin, ihtirasın velhasıl her şeyin edebiyatını yapmaktadır. İkinci Meşrutiyet'in belirli gazeteleri, İttihat ve Terakki'yi, yönetimi destekleyen "Tanin", "Şûrayı Ümmet" ile, muhalefetin destekçisi, "Serbesti", "Ye­ ni Gazete", Murat Bey'in yayımladığı "Mizan", yine büyük tiraj yapan ve Ahrar Partisi'nin sözcüsü kabul edilen " İ k d a m " Ahmet İhsan Bey'in "Serveti Fünun"u ve "Volkan"dır. Kıbrıslı Derviş Vahdetî'nin seçim günü çıkardığı Volkan, şeriat savunuculuğu ile bu karışık dönemin özellikle karakterini yapan gazetelerden biri olarak sivrilmiş ve sonunda memleketi 31 Mart'a kadar götürmüştür. ' İkinci Meşrutiyet'in 10 Temmuz'dan 31 Mart'a kadar olan döneminde ağırlık, muhalif basındadır.

BESLEMELİK 

Meşrutiyet basınının niteliklerinden biri ve belki de başlıcası, bu gazetelerden çoğunun bir yerden bes­ lenmesi idi. Saraydan beslenirler, dış çevrelerle temas­ ta olan Şerif Paşa gibi, Amiral Sait Paşa gibi kişiler­ den beslenirler, ya da İngiliz Gizli Servisi tarafından desteklenirlerdi. Beslenmeler ise birtakım çıkar çar­ pışmalarını gazetelere aksettiriyor, o günlerde pek mo­ da olan "kirli çamaşır" yayınları halk tarafından ib­ retle okunuyordu. Bu kirli çamaşır yayınlarından me­ sela Ahmet Cevdet Beyle Ahmet İhsan Bey arasında­ ki tartışma meşhurdur. Hele Tevfik Fikret'le Hüseyin Cahit'in Tanin yüzünden giriştikleri çirkin kavga, ka­ muoyunun güven duyduğu kişiler tarafından yapıldı­ ğı için, büyük ilgi toplamış, fakat aynı zamanda bir güvensizlik, bir inanç yoksunluğu hissinin yayılmasına da büyük ölçüde yardım etmiştir. 31 Mart'ı meydana getiren nedenlerden biri ve başlıcası belki bu hissin yerleşmesi, şeriatçıların da ortamdan faydalanmak ko­ nusunda kamuoyu karamsarlığını ustalıklı olarak sö­ mürmeleridir. 

KAMUOYU TAHRİK EDİLİYOR 

İttihat ve Terakki'nin Meşrutiyete rağmen devlet yönetimine doğrudan doğruya katılmaması, bir yan­ dan Cemiyete karşı halk yığınları arasındaki tepkiyi geliştirirken, öte yandan söylentiler yoluyla, olayları birbirine bağlama yoluyla kamuoyu tahrik ediliyordu. Mesela Çırçır yangını bir mesele haline getirilmişti. Şeriat hükümlerinin uygulanmaması yüzünden İstanbul'un başında belaların dolaştığı söyleniyordu. Hele yangınların sıklaşması bu söylentileri büsbütün arttırıyordu. Cemiyetçi propaganda, yangınları eski hafi­ yelerin kundaklama faaliyetine bağlamaya çalışıyor­ sa da halk, daha çok bunları kıyamet gününün yaklaşması olarak kabul ediyordu. Yine bu sıralarda rejim de­ ğişikliği, dolayısıyla, birtakım çıkarlara set çekmiş, işten çıkarılan memurlar tabii olarak yeni düzenin karşısına geçmişlerdi. Üstelik Meşrutiyet, sürgünlerden dönenlerin bir kısmını da tatmin etmiş değildi. Onlar daha büyük imkânlara kavuşmak istemekteydiler. Hatta aralarında kurdukları bir cemiyetle nimetlerden faydalanmak için saraya kadar da başvuruyorlardı. 

ORDU İÇİNDE 

1908 Devrimi'nden önce ordu içinde gelişen po­ litikacılık İkinci Meşrutiyet'ten sonra bir süre durul­ muş fakat subaylar çoğunlukla İttihat ve Terakki'nin destekçiliğini bırakmamışlardır. Şu var ki, yavaş ya­ vaş saray ve softa takımı çeşitli yollarla silahlı kuvvet­ lerin içine girmiş, Selanik'teki 3. Ordu'nun, Trakya'daki 2. Ordu'nun fikri dayanışması İstanbul ve Erzurum'da hayli çözük hale getirilmiştir. Ayrıca, o dönemde bir de alaylı subaylar meselesi vardır. Yeni yö­ netim, alaylı subaylardan çoğunu açığa çıkarmıştır ve bunlar boş durmamışlar, canlarını dişlerine takarak düzeni yıkıcı propagandalara girişmişlerdir. Alaylılık 1908 sonrasında gerçekten halledilmesi gereken bir meseleydi. 
Gelişmiş harp teknolojisi bil­ gi istiyordu. Bilginin erlere aktarılması gerekiyordu. Oysa alaylıların çoğu kendilerini yenileyemedikleri için, eğitim işleri iyi yürümüyor, bu yüzden mektepli subaylarla alaylıların arası her geçen gün açılıyordu. Bu arada ordunun gençleştirilmesi, piramidin kurul­ ması bir önemli konu olarak ortadaydı. Fakat gençleş­ tirme için tensikat gerekiyordu. Ancak gariptir ki, ten­ sikat fikri Selanik dışındaki mektepli subayların bazı­ larında bile tepki yapmış, bunlar propagandaların da etkisi altında, ayıklamanın "tedrici" olmasını savun­ mağa başlamışlardı. Bütün bu karşı propagandalar özellikle 3. Ordu tarafından Rumeli'den gönderilen Meşrutiyet koruyucusu üç avcı taburu üzerinde yo­ ğunlaştırılmıştı. Taşkışla ve Topkapı'da bulunan avcı taburları yoğun propagandalardan kendilerini kurtaramamışlar, hele şapka giyilecek, namaz kaldırılacak söylentileri, cahil erleri büsbütün şeriatçı güruhuna yaklaştırmıştır. 

İKİ HİKÂYEDEN BİRİNCİSİ 

Erlerin "namaz kılmayacakları" meselesi, Hassa Ordusu için verilen bir günlük emirden çıkmıştır. Günlük emirde, "Namaz kılmak bahanesiyle askerin talim ve terbiyeden geri kalmalarına meydan verilmemesi" istenmekteydi. Gerçekten o günlerde eğitimin hızlandırılması gerekliydi. Yeni yönetimin Harbiye Nezareti 3. Ordu'da hazırlanan eğitim programının uygulanmasını istiyordu. Şu var ki, hem eğitim programı normal olarak yüklüydü, hem de bazı subaylarda modernleşmeye karşı bir tepki devam edip gidiyordu. Bu yüzden ibadet, adeta yüklü eğitimden kurtuluş gibi bir garip biçime sokulmuştu. Sadece namaz değil, nasihat adı altında vaazlar da sürdürülüyor, asker mesela gece tatbikatına çıkarılmıyordu. İşte Hassa Ordusu'na gelen bu emir, ordu içindeki, güya ilmiye sınıfına bağlı, din adamları tarafından mükemmel şekilde istismar edildi. Daha emrin geldiğinden birkaç saat sonra, "kâ­ firler idaresinin ordudan namazı kaldıracakları", sadece asker arasına değil, İstanbul'un ücra köşelerine kadar yayıldı. İlmiye sınıfına mensup hocalar, subayların kâh müsamahasından, kâh kışlalarda eğitim yerine siyasi faaliyette bulunmalarından faydalanarak asker içine girdiler ve namazın kaldırılacağı temasını işlediler. 31 Mart Olayı'na İttihat ve Terakki'nin sebep ol­ duğunu, hatta 31 Mart'ı İttihat ve Terakki'nin tertip ettiğini iddia edenler, namaz meselesini sonradan bir başka şekle sokacaklar ve emrin ordu içinde isyan çıkarmak için hazırlandığını, hocaların da İttihat ve Te­ rakki ajanları olduğunu söyleyeceklerdir. Onlara göre, İttihat ve Terakki'nin amacı Abdülhamid'i devirmekti. Bütün bunlar Selanik'te tertiplenmiş, İstan­ bul'da sahneye konmuştur. 

İKİNCİ HİKÂYE 

Şapka ya da serpuş yine 31 Mart'ta etki yapan meselelerden biridir. Gerçekten o günlerde asker elbi­ sesinin değiştirilmesi konusu üzerinde duruluyor, da­ ha pratik bir elbise için etütler yaptırılıyordu. Bu ara­ da başlıkların değiştirilmesi de düşünülen işlerin arasında idi. Ancak, başlıkların güneşlikli olması, yabancı müşavirlerin isteklerine rağmen, kabul edilmiyordu. Ne var ki, değişiklik hazırlıklarına, meşrutiyet mu­ halifleri, şeriatçılar tarafından sıkıca yapışılmış ve propagandalarla bundan faydalanmak için bütün gerici­ ler adeta seferber olmuşlardır. Namazın kaldırılması gibi serpuş meselesinde de sonradan polis romanları­ na taş çıkaracak hikâyeler uydurulmuştur ki, bunlar­ dan biri şudur: 31 Mart günü Taşkışla'ya bir takım sarıklı, sakal­ lı hocalar dolarlar. Bu hocaların hepsi İttihat Terakki Cemiyeti'nin ajanlarıdırlar. Ödevleri, askeri şapka aleyhine kışkırtmak, isyan çıkartmaktır. Mütemadi­ yen din telkinatmda bulunurlar. Bu sırada kışlaya bir paşa ile subaylar gelirler. Asker borazanla avluya top­ latılır. Paşa, padişah fermanını okumaya başlar. Fer­ manda düşmanla çarpışırken güneşten korunmak için askerin siperli başlık giyebileceği hakkında Şeyhülis­ lamdan fetva alındığı yazılıdır. Paşa elindeki siperli başlığı askere gösterir, arkasından kafasmdakini çıka­ rıp yeni başlığı giyer. Heyet oradan Topçu Kışlası'na gider ve aynı merasim orada da yapılır. Heyet, ayrıl­ dıktan sonra askerleri tahrik için çavuş kılığına girmiş ajanların Müslümanlık elden gidiyor, diye bağırmaya başlamaları galeyanı arttırır, asker yürüyüşe geçer. Meğer gelen paşa ve subaylar İttihat Terakkimin liderleriymiş, ferman sahte imiş; üniformalar da öylesineymiş. Hatta 31 Mart hakkında yayımlanan bir ki­ tapta bu sahte heyet hakkında bilgi de verilir ve denir ki: "Heyet Bahattin Şakir, Mithat Şükrü, Ömer Naci gibi İttihat Terakki Cemiyetimin ileri gelenlerinden kuruluydu. Amaçları da isyan çıkartıp yönetime el koymak idi." 

HAZIRLIK: SARAY- İLMİYE SINIFI - ORDU 

Yeniçerilere karşı girişilen eski ıslâhat hareketleri genellikle sarayla ilmiye sınıfının üst tabakasını bir­ leştirerek yapılmıştır. Ordu yenilendikten sonra çıkan isyanlarda ise ilmiye sınıfının alt tabakası ile Yeniçe­ ri anlayışı işbirliğine gitmişlerdir. Saray ise bu işbirliğinde açıkça değil, fakat gizli gizli yardımcı olmuştur. 31 Mart öncesindeki işbirliğinde sarayın tutumu anarşik havanın geliştirilmesi o yolla meşrutiyetin kendi kendini yemesidir. Saray çevresi düşünmüştür ki; meşrutiyete karşı isyan muvaffak olursa sonunda ipler yine halifesultanm elinde kalacak, böylece otori­ teyi rahatsız eden politikacıların, yeni akımcılarm tasfiyesi sağlanarak tek merkezli yönetim yeniden kurulacaktır. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder