28 Mart 2019 Perşembe

TEK BİR GERÇEK DİN Mİ VARDIR? BÖLÜM 4

TEK BİR GERÇEK DİN Mİ VARDIR?  BÖLÜM 4




Başka bir deyişle:

Açık bir şekilde insanoğlunun fziksel, ruhsal, kişisel ve toplumsal insanlığı konusunda (yaşam, doğruluk, özgürlük, adalet, barış) onlara baskı yapan, onları yaralayan, onları yok eden herhangi bir şey, başka bir ifadeyle tam anlamıyla insani olmayan şey bu sebeple ilahiliği çağrıştıramaz.

Daha önce yalnızca üstü kapalı ifade ettiğim üzere, birbirinden ayrı şüpheli durumlara rağmen, Hinduizm, Budizm, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’ın hiçbirinin geçmiş tarihlerinde doğru ile yanlış veya iyi ile kötünün açık örnekleri eksik değildir. Her nerede bir din, bir kişinin, bir sınıfın, bir grubun, ya da bir cinsiyetin itibarını zedeleyen bir güçse, her nerede tek tek kişiler ve tüm gruplar fziksel, psikolojik ve zihinsel bir yaralanmaya veya yıkıma maruz kalıyorsa, işte tam bu noktada yanlış ve kötü bir dinle karşı karşıyayız demektir. Biz burada tamamen dinin sınırları içinde bizim topluma, doğaya ve evrene karşı genel 
sorumluluğumuz ile birlikte kendimi gerçekleştirmem ile başkalarının kendini gerçekleştirmesinin ayrılmaz bir birlikteliğe sahip olduğunu hesaba katmalıyız.

Bu yüzden tüm dinler insan doğasının ilgi ve ihtiyaçlarına yönelik yeni düşünceler ortaya koymalıdır. Tüm kadın ve erkeklere verilmiş bu 
insanî unsur, her bir din için geçerli genel ahlaki bir kriterdir. Fakat dinler, 
kaynaklarında, normatif kutsal metinlerinde ve dinsel fgürlerinde kendini 
açığa vuran başlıca ve özgün niteliğini devamlı hatırlamalıdır. Her nerede 
bir din yanlışa kaymış ve özgün niteliği bozulmuşsa, eleştiricileri, 
reformcuları, peygamberleri tarafından sürekli olarak bazı hatırlatmalarda 
bulunulması beklenecektir. Her dine göre orijinal öz, onun esas kökü veya 
kriteri olan şey, her bir din için ölçülebilen ahlâki bir kriterdir.

IV. Özgün ya da Kutsal Kitap Kaynaklı: 

Genel Dini KriterÖzünden kopmuş belirli dini tutum ve gelişmeler ve Hristiyan teolojinin kendi arka bahçesindeki belirli çöküş ve eksikliler özellikle 
kaynakların ve Kilise kanunlarının kriteri konusunu gündeme getirmiştir. 
Bunun nedeni onun daha eski değil, zorunlu olarak daha iyi olmasıdır. 
Eski olan şey, önsel olarak yeni olandan daha iyi değildir. Fakat başından 
itibaren asıl olan veya Kutsal kitaba ait olan şey belirleyici faktördü. Ki 
bunlar; İlk dönem Hristiyanlık, İncil’in esas vahyi; Hristiyan vahyinin 
kaynağı ve sahibi İsa Mesih’tir. Hristiyanlar kaynaklarına dayanarak 
kendilerini ölçü yaparlar. Fakat onlar sık sık Hristiyan olmayanlar 
tarafından şöyle eleştirilirler: “Sizler İncil ve İsa Mesih’e başvurur ve sonra 
da böyle mi hareket edersiniz?” Eski ve özellikle Yeni Ahit, Hristiyanlığa 
bir kriter ve normatif bir standart olarak hizmet eder.

Kur’an’ın ve Hz. Muhammed’in kişiliği -ki İslam’ın somutlaşmış 
şeklidir- Müslümanlar için belirleyici etken, Buda fgürü ve onun dharma 
öğretisi ise Budistler için belirleyici etken olduğu gibi Tevrat da Yahudiler 
için belirleyici etken değil midir?

Fakat o zaman kriteri belirleme konusunda örneğin Shaktist Tantrism’in bazı temel özellikleri, Buda’nın hedef edinilmesini gerektiğini söylediği manastır yaşamı konusundaki bazı çelişkilerin anlamı nedir? 

Onun alkol tüketimi ve seksüel bazı pratikleri hakkında neler söylenebilir? 
Bu Tantrisim acaba ne ölçüde hâlâ Budizm’in içindedir? Bu noktada içerden Budist eleştirisi şöyle dile getirilebilir: Budistlerin büyük çoğunluğu muhtemelen cinselliği kesinlikle kendi içinde bir değere ve yere sahip olduğunu söyleyen Hristiyanlarla hemfkirdir. Fakat bu, kesinlikle ibadet veya meditasyon pratiği ile ilgili bir sebebe dayanmaz. 

Özellikle çiftlerin değiştirilebilir olduğu ve rastgele ilişkilerin kötüye 
kullanılarak yaşandığı bir kült uygulama içinde din artık cinsellikten, 
cinsellik ise artık dinden ayrılamaz şekle bürünmüştür.

Özgün veya kutsal kitap kaynaklı kriterle birlikte sadece bir Hristiyan kriterine sahip değil, en azından ilkesel düzeyde olsun diğer dinlere dahi uygulanabilir genel dini bir kritere sahibiz. Burada bir din, normatif ilke veya eylemler (Tevrat, Yeni Ahit, Kur’an, Vedalar) tarafından ve bazen de normatif bir şahsiyet (İsa Mesih, Muhammed, Buda) tarafından değerlendirilebilir. Hakiki ve kutsal kitap kaynaklı bu kriter yalnızca Hristiyanlığa ait değil, her büyük dini gelenek için de gerekli değişiklik ve düzenlemelerin yapılması koşuluyla geçerlidir. Süreç bazı 
dinlerle (Hinduizm örneği verilebilir) diğerlerine oranla daha kolay işleyebilmek te dir. Bana öyle geliyor ki; büyük bir sosyal değişim ve hızla devam eden küreselleşmenin yaşandığı bir dönemde bu dini kriter, Hristiyan olmayan dinlerin de temel uyumunun anlamını fazlaca ön plana çıkarmayı sağlamaktadır. ‘Peki esas olan nedir?’,

 ‘Değişmez olan nedir?’, 

‘Zorunlu olan nedir veya ne değildir?’ soruları dikkate değerdir. Dini 
kimlik değişime açıktır. Bir dine mensup insanlar temel dini mirasın bir 
pazarlık içinde modern dünyaya feda edilmemesi, aksine o dünyada bir 
kez daha yeni meyveler üreten bir şekle bürünmesi gerektiği konusunda 
hemfkirdirler. Ve böylece, hakiki ve kutsal kitap kaynaklı şeyler 
üzerindeki etki, tüm büyük dinlerde ortaya çıkmaya devam eden reform 
hareketlerine nadiren güçlü teşvikler verir. Söz konusu olan şey, dini 
anlamda asıl kaynağa doğru bir yol tasavvuru olarak yeniden yapılanma 
(re-formation) ve aynı zamanda geleceği yeniden inşa etmek olarak tekrar 
yenilenmedir.

Bu durum ne sıklıkla bir dinin kolayca görülebilen temel ve özgün 
niteliklerine atıfa hakiki ve kutsal kitap kaynaklı kritere kadar meydana 
gelmemiştir! Bu, teori ve pratikte doğru Hristiyanlığın ne olduğu ve ne 
olmadığı sorusunu ikna edici bir şekilde cevaplandırır. Ve bu durum, 
doğru Yahudilik, doğru İslam, doğru Budizm ve son olarak hatta doğru 
Hinduizm için de aynı şekilde geçerlidir. Elbette, asıl kaynaktan gelen 
veya kutsal kitap kaynaklı bu cevap, tarihi doğu dinlerinde oldukça farklı 
bir anlama sahiptir. Fakat bu durum onun mistik doğu dinlerinde asla 
anlamsız olduğu anlamına da gelmez. 

Yalnızca kısa bir özet yapacak olursak;

1. Gerçek Hinduizm, ilke olarak ilk dönem Hindu elçilerin (Vedic 
Seers) vahyedilmiş kutsal metinleri üzerinde temellenen bir dindir. 
Özellikle Hindistan’da dinler ve onların Tanrıları farklı olmakla birlikte 
aynı zamanda Hindular büyük bir hoşgörüye de sahiptirler. Budizm, 
(Jaynizm gibi) Vedaları reddetmesi nedeniyle Hindular açısından doğru 
din kabul edilemez. Söz konusu bu Budizm, Hindu İslamının reddedildiği 
gibi fazlasıyla reddedilir. Benzer bir ifade Şivaizm ve Vişnaizm gibi 
Hindistan’ın tektanrılı dinlerinin kutsal metinleri için de kullanılabilirdi.

2. Gerçek Budizm, reenkarnasyon, dharma öğretisi ve shanga 
toplum anlayışını oluşturan Buda’da ancak şeklini alan dindir. Thereveda 
ve Mahayana Budizmi arasında büyük farklar olabilir. Çok sayıda farklı 
Budist mezhepleri vardır. Fakat Buda’yı, Dharma’yı ve Sangha’yı (rahipler 
topluluğu) reddeden dinler doğru bir yol olarak kabul edilmezler.

3. Gerçek İslam, sonuç olarak Hz Muhammed’e indirilen Kur’an üzerine temellendirilebilir. Şiiler ve Sunniler aralarında geçmişte var olup şimdi de devam eden çok ciddi dinî ve politik farklılıklara rağmen Kur’an’a dayanmakta olduklarını söylerler. Onlar için Kur’an Allah’ın kelamıdır. Kim ondan ayrılırsa doğru dinin sınırları dışına çıkmıştır. 
Benzer şeyler -tüm inançsal hoşgörü ve farklı yorumlarına rağmen- Yahudilik için de söylenebilir.

4. Biz açıkçası, kaynakları açısından doğru dinin ne olduğu sorusunu Mistik Asya dinlerinden daha çok tarihi dinlerle birlikte -ve özellikle Hristiyanlıkla- cevaplandırabiliriz. Ve bununla -biz ikinci kez içe dönüşe yöneliyoruz- hakikatin genel dini kriteri özellikle Hristiyanlığın hakikat kriterinde somutlaştırılabilir. Buna karşılık özellikle Yahudi, İslami, Hindu ve Budist kriterler de var olabilir.


VI. Özel Hristiyan Kriteri ÜzerineŞimdiye kadar nasıl sonuçlara ulaştık? 

Öncelikle ifade etmek gerekirse; genel ahlaki kritere göre insanlığa yakışan 
bir şekilde varlığını devam ettiren iyi ve doğru bir din, insanlığı baskı altına 
almaz, onu yıkıma uğratmaz bilakis onu korur ve geliştirir.

Genel dini kritere göre bir din, kendi kaynak ve temel ilkelerine uygun olarak doğru kaldığı ve onun gerçek özü, sürekli başvurulan temel kutsal kitabı ve kutsal şahsiyeti gerçek olduğu sürece iyi ve doğrudur. Özel Hristiyan kriterine göre ise bir din, teori ve pratikte bizim İsa Mesih’in ruhunu hissetmemize izin verdiği sürece doğru ve iyidir. 

Bu teoriyi Hristiyanlığın, mensuplarının hayatında etkili olup olmadığı veya 
ne ölçüde etkili olduğunu içeren bir özeleştiri sorusu içinde doğrudan 
Hristiyanlığa uygulayabilirim. Dolaylı olarak ise –kibirli olmaksızın- bir 
kimsenin özellikle Yahudilik ve İslam gibi diğer dinlerde bizim Hristiyan 
olarak nitelendirdiğimiz bazı şeyleri bulup bulmayacağı veya ne ölçüde 
bulabileceği sorusunun eleştirel açıklamasına karşın, aynı kriter kesinlikle 
diğer dinlere uygulanabilir.

Eğer doğru dinin temel sorusu ile ilgili olarak bir çözüm üretmek istiyorsak, içsel ve dışsal perspektif arasında kesinlikle ayrım yapmalıyız. 

Bir kimse Hristiyanlığı, Hristiyan mesajına, geleneğine ve toplumuna karşı 
özel bir sorumluluk hissetmeksizin, tamamen dışardan, bağımsız bir 
gözlemci, bir din araştırmacısı, Hristiyan olmayan biri ya da eski bir 
Hristiyan olarak diğer dinler gibi değerlendirebilir. Hristiyanlık, hakikate 
dair dini ve ahlâki kriteri karşılamalıdır. Ancak o zaman dünya dinleri 
arasındaki uygun yerini alır. Dolayısıyla bu açıdan bakıldığında birçok 
doğru din vardır.

Dış kaynaklı bakış açısı, (bir çeşit dış politika gibi) içerden bir bakış 
açısını (bir çeşit iç politika gibi) dışlamaz. Bir kişi açısından her iki bakış 
açısını birleştirmek tamamen ciddi ve saygı değer bir iştir. Bu durum 
üzerinde düşünüldüğünde, söz konusu bu iç ve dış ilişkinin sadece dinler 
için geçerli olmadığı görülür. Uluslararası bir avukat da bir uzman olarak 
çeşitli ulusal anayasaları karşılaştırırken ya da uluslararası anlaşmazlıklarda belirli kritik noktalar üzerinde bir uzlaşmaya varmaya çalışırken kendi anayasasına sanki dışarıdaymış gibi bakabilir. Bununla birlikte o, içerden bir bakış açısından yola çıkarak ülkenin diğer vatandaşları içinde sadık bir vatandaş olarak tamamen bu anayasaya uyma ve ona sadık kalma konusunda kendinde bir zorunluluk hissettiğinde de aynı anayasaya bakmaktadır. Bu bağlamda kimse tek boyutlu bir kişiliğe sahip değildir. Gerçek, bundan daha karmaşıktır.
Eğer şuan bir Hristiyan ve bir teolog olarak Hristiyanlığa içerden 
bakacak olursam,- Hristiyan olmayan tüm kişilerin kendi dinine baktığı 
gibi- ve eğer bir dinin, bir mesajın, bir geleneğin ve bir toplumun herhangi 
bir mensubu olarak konuşursam, bu durumda Hristiyanlık, benim için - 
her diğer din kendi mensubu için olduğu gibi- sadece zihinsel bir algı 
içinde yaklaştığım bir sistemden daha fazla bir şeydir. O zaman 
Hristiyanlık, her din gibi her felsef düşüncenin aksine bir kurtuluş mesajı 
ya da ona giden bir yoldur. Burada sadece benim düşüncelerimi de 
gerektiren felsef ve teolojik bir argüman grubuyla değil Hristiyanlık söz 
konusu olduğunda dini bir meydan okuma ve bütünüyle kişisel bir 
pozisyon almamı ve onu takip etmemi gerektiren bir peygamber mesajıyla 
karşılaşmış olurum. Din, ancak bu şekilde doğru olarak anlaşılır. Şayet o 
zaman, bu noktadan itibaren düşüncelerimde imanı ikrar eden bir dil 
kullanıp, dinime tekrar geri dönüyorsam, bu durum nihai sonuçlardan 
duyduğum bir korku sebebiyle değil, nihai varoluşsal bir ciddiyet ile 
içerden onu doğrulamadığı sürece, bir kimsenin bir dini derinlikleriyle 
kavrayamayacağı varsayımından hareket ediyor oluşumdandır. Bir din, 
doğru hakkındaki söylemi heyecan verici bir derinliğe sahip olduğunda 
ancak benim dinim olur. Bu noktada benim için önemli olan şey, kendi 
hakikat ve imanımdır. Bu durum, tıpkı bir Müslüman ve bir Yahudi 
açısından İslam’a ve Yahudiliğe dair, bir Hindu ve Budist için ise 
Hinduizm’e ve Budizm’e dair kendi dini, imanı ve de hakikatinin önemli 
olduğu gibi değerlendirilebilir. Kendi dinimde, keza diğer dinlerde de 
mesele, genel değil varoluşsal bir hakikat meselesidir. Bu bağlamda benim 
için- tüm diğer inanırlar gibi- yalnızca tek bir doğru din vardır.

Bu, doğruyu araştırma sürecinde kimsenin kendi yaşam tarihi ve 
tecrübesinden soyutlanamayacağı anlamına gelir. Şimdiye kadar sözü 
geçen tüm dinleri yukardan objektif bir şekilde yargılayabilen bir 
konumda duran ne bir teolog, ne bir teoloji öğrencisi, ne de dini ve politik 
bir otorite olmak gibi bir şey söz konusu olamaz. Tüm dinî geleneklerin 
üzerinde tarafsız bir konumda durabildiğini düşünen herhangi biri, 
onların herhangi birisinin içinde bulunarak bunu yapamayacaktır. Her 
kim (Raymondo Panikkar’dan bir imge ödünç bir alarak) tüm resmi kendi 
penceresinden görürken, resme kendi pencerelerinden bakan diğerleriyle 
konuşmayı reddederse; her kim her şeyin üzerinde bir konumda durup 
onları yargılayabileceğini düşünürse, o kişi açık bir şekilde temel 
dayanağını kaybetmiştir. O, Ikarus’un (Yunan Mitolojisinde Deadalus’un 
oğlu) yaptığı gibi, balmumu kanatlarını hakikat güneşinde kolayca 
eritecektir.

Bu yüzden tarihi olarak şartlı bir bakış açısı içindeki imanımı itiraf 
ediyorum. Bu tek din, benim için hakikat oluşunun başkalarını ikna 
edebilir iyi sebeplerinden bahsedebileceğim gerçek dindir. Hristiyanlık 
benim için yürüdüğüm yol, içinde yaşam ve ölüme dair hakikati 
bulduğuma inandığım dindir. Buna rağmen aynı zamanda yüz 
milyonlarca insanın hakikat olarak kabul ettiği diğer dinlerin hiç de yanlış 
dinler olmadığı veya basit bir şekilde gerçek dışı olmadığı da doğrudur. 
Bu dinlerin her biri, yalnızca Hristiyanlıktakilere benzeyen çok sayıda 
doğruya sahip olmakla birlikte, bizim daha önce gizli ve üstü kapalı bir 
şekilde sahip olmadığımız kendilerine özel bazı doğrulara da sahiptirler. 
Bu durumda niçin Yahudi, Müslüman, Hindu ya da Budist olduklarının 
tam açıklamasını Yahudi, Müslüman, Hindu ve Budist teolog ve 
felsefecilere bırakmak gerekmektedir. Hristiyan teologun katkısı, en 
azından özel Hristiyan kriterini isimlendirmek için temel prensipleri 
ortaya koymak, Hristiyanları Hristiyan olmayanlardan açık bir biçimde 
ayıran şeyin ne olduğu, onları neyin ayırması gerektiği ve bir Hristiyanı 
Hristiyan yapan şeyin ne olduğu sorularına cevap vermeye çalışmak 
olmalıdır.

Bu durumda ben niçin bir Hristiyanım? Benim niçin bir Hindu, 
Budist, Yahudi veya Müslüman değil de bir Hristiyan oluşumun 
sebeplerini yeni bir karşılaştırmalı dinler bağlamı içinde ortaya koymak 
ayrı bir makaleye değerdi. Şimdi tam noktada açık esasları önermeme izin 
verin. Evet ben bir Hristiyanım. Çünkü kendimi, inanarak ve bütünüyle 
gerçek olarak, yalnızca İsrailoğulları tarihinde etkin olan ve onun 
peygamberleri vasıtasıyla konuşan değil, Nasıralı İsa’nın acı çekmesi ve 
ölümüyle de kendini eşsiz bir şekilde bilinir kılan ve bizim için hayatta ve 
davranışlarımızda belirleyici etkisi olan İbrahim’in, İshak’ın İsmail’in ve 
Yakup’un Tanrısına adıyorum. İsa Mesih’in ilk havarileri, çarmıhtaki o 
utanç verici ölümüne rağmen onun ölü kalmadığına, bilakis onun Tanrının 
ebedi yaşamına götürüldüğüne ikna olmuşlardır. O, şimdi Tanrının 
kusursuz elçisi, Onun İsa Mesih’i, Onun ete kemiğe bürünmüş konuşması, 
Onun görüntü ve kopyası ve Onun (İsrailoğullarının eski bir kral unvanı 
bağlamında) oğlu olarak Tanrıyı simgelemektedir. Bu nedenle özetle ben 
bir Hristiyanım, çünkü zamanla değişen dereceleriyle bu İsa Mesih’e 
inanıyor, pratik olarak ona öykünmeye (her birinin kendi yolları olan 
milyonlarca başkalarıyla birlikte) çalışıyor ve onu kendim için yaşam yolu 
rehberi olarak kabul ediyorum. Bu yüzden, İncil ifadelerine uygun olarak, 
bizim için İsa Mesih yol, gerçek ve yaşamdır.

Bir özeleştiri bağlamında Hristiyanlara yönelik değerlendirme yaptığımızda bu, Hristiyanların aynı zamanda oldukça çelişik duyguları içeren tarihi bir olgu olarak tıpkı bütün diğer dinler gibi temel dogmalarıyla, ayinleriyle ve otoritesiyle yalnızca bir din olarak Hristiyanlığa inanmadığı anlamına gelir. Karl Barth bunu oldukça doğru bir şekilde ifade etmiştir. O yüzden Hristiyanlığı, Hegel’in yapabilmeyi düşündüğü şekliyle ‘mutlak din’ olarak tanımlamak savunulabilir değildir. 

Bir din olarak Hristiyanlık, tam anlamıyla tüm diğer dinlerle bağlantılı 
olarak dünya tarihinde ortaya çıkmıştır.

Şüphesiz dünya tarihinde tek mutlak, ‘Mutlak’ın kendisidir. 
Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar için bu tek ‘Mutlak’ elbette 
belirsiz, anlaşılmaz, kelimelerin kifayetsiz kaldığı ve sessiz değildir. O, 
peygamberler vasıtasıyla konuşur. İnançlı Hristiyanlar için O, çehresi 
olmayan meçhul bir varlık da değildir. O, kendini Nasıralı İsa’nın 
bedeninde açığa vurmuştur. İnananları için -ve sadece onlar için- O, 
dünyadır, tapınılacak olandır ve yoldur. Diğerleri için ise bu yola girmeleri 
için en azından bir davettir. Bu, Hristiyanların niçin Hristiyanlığa 
inanmayıp, peygamberler ve aydınlatıcı mesajcıları gönderdikten sonra bu 
kişiyi, kutsanmış elçisini, yani İsa Mesih’i gönderen tek Tanrıya 
inandıklarının sebebidir. Hristiyanlar için İsa Mesih, kesin olarak 
belirleyici etkendir.

Karl Barth ne söylerse söylesin, var olan Hristiyanlık bu tek Tanrıyı 
ve onun İsa Mesih’ini doğruladığı sürece kendi inanırları tarafından –
ikincil ve sınırlı bir duygu içinde- gerçek din olarak kabul edilirler. Fakat 
var olan Hristiyanlık sürekli bu tek Tanrıdan, onun İsa Mesih’inden ve bu 
onun kesin belirleyici etken oluşundan uzaklaştığında kesinlikle yanlış bir 
din olurdu. O, İsa Mesih’ten sonra bile peygambere özgü düzeltmelere, 
Kilise içinde Peygamberlere, -bugün daha açık bir şekilde görüyoruz- ve 
keza aralarında Peygamber Muhammed ve Buda gibi mükemmelliği 
kapsaması gerektiğine şüphe duyulmayan Kilise dışında Peygamberlere 
ve azizlere ihtiyaç duydu. 

Bir kez daha ifade etmek gerekirse, sadece felsefecilerin, bilgelerin 
Tanrısı (Antik Yunan Tanrısı) ve İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un Tanrısı 
(Yahudilerin Tanrısı) değil, bilakis sonuç olarak İsa Mesih’in de Tanrısı 
(Hristiyanların Tanrısı) olan Tek Tanrıya yönelik inanç kararı, en derin 
seviyede bir imanı temsil eder. Bu, güvenin rasyonel bir eylemidir. Öyle ki, 
bu iman kararı asla sadece sübjektif ve keyf değil, bütünüyle mantıksal 
açıdan sağlamdır. 

Yahudilik, İslam, Hinduizm ve Budizme kıyaslandığında, bu Hristiyan olma kararı için ne söylenebileceğini başka bir yerde detaylarıyla ortaya koymuştum. Hristiyanlar olarak biz -basit bir şekilde dogmatik esasları düzenlemek istemedikçe – İsa Mesih’in önemini sağlam ve ampirik şekilde doğrulama sıkıntısından kurtulamayız. 

Dogmatik olarak doğrulanmış ‘Teslis’ ve ‘İlahi Oğulluk’ doktrinine atıfta 
bulunmak burada çok az yardımcı olur. Bugünlerde, bu fgür, onun 
mesajı, onun yolu, yaşamı ve kaderi açısından -hatta diğer dinlerin büyük 
dini fgürleriyle eleştirel bir kıyasla- niçin Hristiyan olduğumuzu yeni bir 
anlayışla somut bir şekilde gösterebilmeliyiz. Ve bunu yapmak ve ayrıca 
dinler üzerinde bilimsel araştırmalar ortaya koymak kaçınılmaz bir 
gerekliliktir. İhtiyaç duyulan şey, dini çalışmalarla teolojinin ayrılması ya 
da birleştirilmesi (fili olarak teolojiyi dini çalışmalara veya dini 
çalışmaları teolojiye indirgemek) değil, onların eleştirel ciddi bir ortaklık 
yapmasıdır.

Burada en azından bize çarpıcı bir biçimde bir şeyler gösteren Nasıralı İsa’nın bir tarafına – ki o bütünüyle merkezi taraftır- dikkat çekmek isterim: Hristiyanlar açısından özel Hristiyan kriterine iman, yalnızca kaynakların genel dinî kriteri ile değil, insan unsurunun genel ahlaki kriteri ile de çatışır. Bu sarmal sürüp gider. Tanrının isteğinin ve Krallığının ilanının bir sonucu olarak dağdaki vaazda (Sermon on the Mount) ve İsa Mesih’in davranışlarının tümünde hedefenen amaç nedir? 
Kesinlikle yeni ve hakiki bir insanlıktan daha fazla veya daha az bir şey 
değildir: Dini Tatil günü, Tanrının buyrukları kişinin faydasınadır, aksi 
düşünülemez.

Bu yeni gerçek insanlık, kişinin muhalif ile bile dayanışma kardeşliğinde açığa çıkan insanoğlunun daha radikal bir anlayışını ifade etmektedir. İsa Mesih açısından gerçek ve doğru insan, dağdaki vaazın bu daha radikal insanlığını -ki şuanda tamamen farklı bir dünya görüşüne karşı görülür- kadın ve erkeklerle bir dayanışma kardeşliği olarak diğer dinlerde de gerçekleştirilmek zorundadır. Dayanışma kardeşliği bu yüzden;

1.O, sadece din savaşlarından, işkenceden, engizisyondan vazgeçmek ve dini hoşgörüyü gerçekleştirmek değil, bilakis diğer dinlerle ilişkilerde müşterek bencilliğin yerine iyilikseverlik ve sevgi kardeşliğidir;

2.O, bu yüzden, dinlerin sebep olduğu tarihin hesabını görmektense, bağışlamayı gerçekleştirmek ve yeni bir başlangıç yapmaya cesaret etmektir;

3.O, basit basit bir şekilde çoğu zaman insanları ayrıştıran dini kurum ve yapıları ortadan kaldırmaz, bilakis iyilik ve insanlık için onlara atıfta bulunur;

4.O, dini-politik sistemler arasında gizli ya da açık güçlü bir mücadele yerine sürekli bir uzlaşı için çabalar. Tüm dünya için birleştirilmiş bir din olmamalı, fakat milletler arasındaki barışın bir ön koşulu olarak dinler arasında bir barış olmalıdır.

Bu, dağ vaazının ruhundaki daha insancıl Hristiyanlığın, daha fazla 
Hristiyan anlamına, daha fazla Hristiyan ise Hristiyanlığın din olarak 
dışarıya dönük daha doğru yansıyabileceği anlamına gelmektedir. Ve bu 
söylenenlerden sonra doğrunun (hakikatin) bu üç kriteri geliştirilmelidir. 
Bu çok önemli ve kritik noktaları son bölümde özetleyebiliriz.

VII. Hep Daha Yüce Bir Hakikat Yolunda

Şimdiye kadar söylenenlerden yola çıkıldığında şu durumun açıklığa kavuşmuş olması gerekir: Eğer biz kişi için iyinin ne olduğu sorusunu, yalnızca pragmatik ve olgusal olarak değil, temel olarak; yalnızca soyut-felsef olarak değil, somut-varoluşsal olarak; ve yalnızca psikolojik-pedagojik olarak değil mutlak bir bağlılık ve evrensel olarak geçerli bir yöntemle cevaplandırmak istiyorsak, o zaman dini görmezden gelip onun yerine yarı-dini bir şey koyamayız. Diğer taraftan her din, insanî unsurun genel ahlaki kriteri tarafından kendisinin test edilmesine 
izin vermek zorunda kalacak ve bu yüzden belirli modern şartlar içinde 
psikolojik, pedagojik, felsef ve hukuki bulgulardan vazgeçemeyecektir. 
Aslında burada bir kısır döngü değil bir diyalektik ilişki söz konusudur:

1. Gerçek insanlık, gerçek din için ön koşuldur. Bu, insani olan şeyin, 
yani insan onuruna ve temel değerlerine saygının, her dinde aynı şekilde dile getirilmiş asgari bir talep olduğu anlamına gelir. 

İnsanlık (asgari kriter) en azından bir kimsenin hakiki din duygusunu gerçekliğe dönüştürmek istediği yerde ortaya konulmalıdır.

2. Gerçek din, gerçek insanlığın mükemmel halidir. Bu, dinin her şeyi 
kuşatan bir anlamın, en yüksek değerlerin ve mutlak zorunluluğun ifadesi olarak insanî unsurun gerçekleşmesi için ideal bir ön koşul olduğu anlamına gelir. Mutlak ve evrensel bir zorunluluk esası üzerine kurulu insani değerleri gerçekleştirmeyi isteyen insanların olduğu yerde ortaya çıkması gereken şey 
kesinlikle dindir. 

“O zaman gerçek din nedir?” sorusu gündeme gelmektedir. Bu karmaşık soruya, içsel ve dışsal iki boyutu kadar, birbirine benzemeyen ve yine de diyalektik olarak üretilmiş üç kriterin -genel ahlaki, genel dini, özel Hristiyan kriteri- yardımı ile mümkün olan en iyi kavramsal açıklık ve teorik kesinlikle birlikte farklılaşmış bir cevap vermeye çalıştım. Benim cevabım, “Gerçek din var mıdır?” sorusuna yönelik bir cevabı da içerir. 

Özetle diyebiliriz ki;

1. Dışardan, yani dinî çalışmaların bakış açısından yola çıkarsak, farklı gerçek dinler vardır. Bizim oluşturduğumuz ahlaki ve dini kritere yönelik en azından prensipte çelişik duygular içinde karşılık veren dinler ve tek hedefe yönelmiş, zaman zaman kesişen ve halükârda karşılıklı olarak birbirine faydası dokunan 
kurtuluşun farklı yolları vardır.

2. İçerden, yani İncil’e yönelmiş inançlı Hristiyanların bakış açısından yola çıkarsak, benim için doğru din, -tüm inanç yollarını aynı zamanda mümkün yollar göremeyeceğime göre- üzerinde yürümeye çalıştığım inancın yoludur. 
Bu yol ise İsa Mesih’in tek gerçek Tanrı olduğuna şahitlik etmeyi sürdürdüğü 
sürece Hristiyanlıktır.

3. Biz Hristiyanlar ve benim için bu tek doğru din, asla diğer dinlerdeki doğruluğu dışlamaz, bilakis onlara olumlu bir anlam izafe eder. Diğer dinler, ne basit bir şekilde yanlış ne de mutlak bir şekilde doğrudurlar. Fakat doğru dinler, şartlı olarak bir takım çekincelerle birlikte, kesin noktalar üzerinde Hristiyan mesajıyla çelişki yaşamadığı sürece şüphesiz onu tamamlayabilir, doğrulayabilir ve ona değer katabilir.

Bu uzun ve karmaşık yorumlardan sonra şu açık hale gelmektedir ki; 
diğer dinlere yönelik en üst düzeyde teolojik tarafsızlık kimsenin ne 
imanını ve ne de doğruluk sorununu askıya almaya zorlamaz. Doğruluk 
sorunu üzerinde -kardeşçe bir yarışma içinde (II. Vatikan) uğraşımızı 
sürdürmeliyiz. Fakat tüm dinlerin tahammül edebileceği bir son sınır 
belirlenmek zorundadır. Sadece (içsel-dışsal olarak) iki yatay boyut değil 
üçüncü bir boyut (tabiri caizse dikey boyut) da söz konusudur. Bir inanır 
olarak benim için ve ayrıca bir inanç toplumu olarak bizim için Hristiyanlık, İsa Mesih’de kendini açığa vuran Tanrıyı doğruladığı sürece kesinlikle gerçek dindir. Fakat hiçbir din gerçeğin tümüne sahip değildir, gerçeğin tümüne sahip olan yalnızca Tanrıdır. Yalnızca daima sözünü ettiğimiz Tanrının kendisi gerçektir.

Bu sebeple burada son bir noktanın daha altını çizmek gerekir: 
Hristiyanlar, anlaşılamaz tek varlık olmamasına rağmen onu anladıklarını, 
kavranılamaz tek varlık olmasına rağmen onu kavradıklarını iddia 
edemezler. Aziz Paul’a göre Hristiyan imanında bile biz gerçeğin 
kendisini ki o Tanrıdır aynadaki gibi, eksik bir bulmacadaki gibi, belirli 
bakış açılarındaki gibi daima belli bir zamandaki oldukça spesifk bakış 
açımıza ve yerimize bağlı olarak farkına varırız. Bu yolda yalnız değiliz, 
artık kendi yolunda gitmekte olan her din veya mezhepten milyonlarca 
insanla birlikte daha fazla yolculuk yapıyoruz. Öyle ki, artık biz 
birilerinin benimki-seninki, benim doğrum-senin doğrun tartışmalarını 
yapmalarındansa, o birilerinin sürekli bir şekilde öğrenmeye hazır olduğu, 
kişinin kendi doğrususun diğerlerine anlam verdiği ve kişinin kendi 
gerçeğiyle içtenlikle iletişim kurduğu yerde bir iletişim süreci içinde var 
olacağız.

Fakat bazıları “tüm bunlar neye mal olacak?” sorusunu dillendirecektir. 
Geleceğe dönük açık ve sınırlanmamış da olan tarih -mezhepler arası diyalogun aksine- daha yeni başlamış bir dinler arası diyalogdur. Geleceğin Hristiyan olmayan diğer dinlere ne getireceğini bilmediğimiz gibi benim için tek gerçek olan Hristiyanlık için de geleceğin ne getireceğini bilmiyoruz. 2087 yılında, Hristiyan teolojideki ‘Kilise’nin, İslam teolojisindeki ‘Ümmet’in, Budist teolojideki ‘Keşişler Topluluğu’nun nasıl bir şekil alacağını kim bilir?

Gelecek devam ettiği sürece sadece tek bir şey kesindir. Hem insan yaşamının ve hem de dünyanın sonunda İslam ve Yahudiliğin olmayacağı gibi Budizm ve Hinduizm de artık orada olmayacak. Hakikaten, sonunda Hristiyanlık da orada olmayacak. Sonunda tanımlanması mümkün olmayan, tüm dinlerin ona uyduğu Tek varlık dışında geride hiçbir din kalmayacak. Hristiyanlar kendilerinin, mükemmel gelmeden önceki mükemmel olmayan yol olduklarını fark ettiklerinde ancak gerçekle yüz yüze gelmiş olacaklar. Sonunda dinlerin arasında duran ve onları ayıran bir fügür kalmayacak. Artık bundan sonra ne Hz. Muhammed gibi bir peygamber ne de Buda gibi bir bilge olmayacak. Hatta Hristiyanların 
inandığı İsa Mesih bile ayırıcı bir fügür olarak kalmayacak. 

Paul şöyle der: 

Ölüm dahil her şey oğula bağımlı kılınınca, Oğul da her şeyi kendisine 
bağımlı kılan Tanrıya bağımlı olacaktır.

 Öyle ki, her şeyde her şey olsun. 

(1Cor 15:28) 

DİPNOTLAR;

1. Son buzul çağı başlangıcında Avrupa ve Ortadoğu'da yaşayan ve bugünkü 
insanın uzun bir evrim sonucu ortaya çıktığını kanıtlayan ilk insan fosiline verilen isim.İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2012, 27, 185-210
2. http://en.wikipedia.org/wiki/Kerygma İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2012, 27, 185-210


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder