1 Eylül 2019 Pazar

Güvenlik Algılaması ve Uluslararası İlişkiler Teorilerinin Güvenliğe Bakış Açıları. BÖLÜM 3

Güvenlik Algılaması ve Uluslararası İlişkiler Teorilerinin Güvenliğe Bakış Açıları. BÖLÜM 3




   Onlara göre ekonomi politik, ekonomik kategorileri ve olguları nasıl doğal gerçeklikler olarak alıyor idiyse, sosyolojik-pozitivizm de toplumsal olguları 
doğrudan gözleme açık olan yönleriyle, yani göründükleri halleriyle inceleme konusu yapıyor ve bu olguların tarihsel olarak kurulmuş gerçeklikler olduğunu 
göz ardı ediyordu 51. Frankfurt Okulu nun eleştirel teorisinin ayırt edici özelliği, mevcut işbölümü sistemi ile bu sistemin hizmet ettiği, gizlediği ya da 
maskelediği toplumsal çıkarları sorgulamaya tâbi tutmasıdır. Bir teorinin eleştirel olması, onun muhalif ve sorgulayıcı bir analiz yöntemine dayandığı anlamına gelir. Eleştirel teori, sosyal ilişkilere içkin olan ideolojik yanılsamaları ortaya çıkarmayı ve sosyal gerçekliğe ilişkin yanlış açıklamalar ortaya koyan teorileri eleştirel bir analize tâbi tutmayı amaçlar. Bu teorinin diğer bir özelliği ise, kendi kendisi üzerinde düşünebilmesi (self-refleksivite) ve kendi kendisinin farkında olmasıdır. Başka bir söyleyişle o, hem toplumun tarihsel gelişimi içindeki köklerinin hem de toplumsal dönüşümde oynadığı rolün farkındadır 52. 

Frankfurt Okulu düşünürlerinin eleştirdikleri konuları genel olarak şu şekilde özetleyebiliriz: Okulun ilk nesil üyeleri, klasik Marksizmin birçok konuda günümüz toplumlarını açıklamakta yetersiz kaldığını belirtmişlerdir. Marksizmde kullanılan altyapı-üstyapı kavramlarının artık iç içe geçtiğini, yani ekonomi ile politikanın bütünleştiğini öne sürmüşler ve ekonomi yaklaşımının yetersiz kaldığını iddia etmişlerdir. Onların dışarıda bıraktıkları kültür öğeleri ve Bolşevik radikalizmi diğer eleştiri konuları olmuştur. Kapitalizm eleştirisinin temelinde ise kültür endüstrisi kavramı yatmaktadır. 

Buna göre; kapitalist güçler popüler kültürü, yani radyo, televizyon, kitap, magazin, gazeteleri, popüler müziği meydana getiren tüm faaliyet ve 
düzenlemelerle, kültürel organizasyonları standartlaştırarak kendi egemenliğini pekiştirirler. Kısacası; tek tip ve üretmeyip tüketen bireyler yetişirler. 
Moderniteyi de, aklı dogmalardan kurtarmaya çalışırken, asıl aklın kendisini dogmaya dönüştürdüğü yönünde eleştirmişlerdir ki bu iki eleştirel düşünce 
daha sonra postmodernizm teorisine kaynaklık etmiştir 53. Dünyaya olgular ve şey ler dünyası olarak bakan Pozitivist teoriye göre; belirli olay ve olguları 
açıklamak için duyu-veri kullanılarak tümevarımsal yöntemle yasalara ulaşılır ve bu yasalar sosyal dünyayı açıklardı. Frankfurt düşünürleri ise insana ve 
doğaya ait bilgilerin bu denli şey leştirilmesine ve bilginin tekelleşmesine şiddetle karşı çıkmışlardır 54. Realizmin uluslararası sistemi bir devletlerarası 
sistem olarak algılaması ve güvenlik konusunu merkeze alan çözümlere gitmesi ile bu çözümlemelerde güç ve çıkar ı en esaslı unsurlar olarak ön plana 
çıkarmasına tepki göstermişlerdir. 
Yapının ve davranışın nasıl ortaya çıktığı konusunda çalışmalarının odak noktası, realizm gibi insanların değiştiremeyeceği kanunlar yapmak değil, yapıların altında kalanları özgürleştirmek amacında olmuşlardır 55. 
Yine realizm ve neorealizm gibi teorilerin zengin Batılı devletlerin çıkarlarına hizmet eden mevcut durumu koruma amaçlı olarak üretildiğini düşünen birçok eleştiri teorisyeni mevcuttur 56. 

Eleştirel Kurama göre gücün üç boyutu vardır: 

Birinci boyut, açıkça, başka bir devleti istenilen yöne sevk etmek için uygulanan üzerinde güç, 

İkinci boyut, güçlü tarafın gündemleri belirlediği, göze açıkça çarpmadan uygulanan; daha edilgen, fakat örgütleyici bir yönü olan gizli güç, 

Üçüncü boyut, maddi yönleri ile belirli özendirme ve sınırlandırma sistemleri oluşturarak, tarafların ilişkilerini koşullandıran yapısal güç tür 57. 

Bütün uluslararası ilişki teorilerinin belirli siyasi amaçları haklı çıkarmak veya desteklemek amacıyla oluşturulduğunu belirtmişlerdir. 

Ayrıca, eleştirel teorisyenler insanların daha serbest bırakılması gerektiğini ve devletlerin tek görevinin hizmetlerin ve bireylerinin güvenliğini sağlamak 
olduğunu savunmuşlardır. Kendi içerisinde de ciddi görüş ayrılıkları bulunması, siyasi baskılar, takım çalışmasından ziyade bireysel çabaları tercih etmeleri gibi sebepler yüzünden eleştirdikleri kuramı sarsmışlar ancak yerine alternatif gösterememişlerdir. Dolayısıyla ne bağımsız bir anlayış olarak kabul görmüşler, ne de eleştirdikleri sistemin içine dâhil edilmişlerdir. Uluslararası ilişkiler konusundaki katkıları da bu tartışmayla yakından ilgilidir. 

Onların devlet anlayışlarında, tek fonksiyon güvenliği sağlamaktır. Ancak bunun nasıl olacağına hiç değinmemişlerdir. Bu belki de en önemli eksiklikleri olmuştur. Liberalizm ve Güvenlik Liberalizm, bir ideoloji olarak özellikle İngiltere ve ABD de 18. ve 19. yüzyıl siyasal ve ekonomik düşünce tarihinde etkili olmuştur. Klasik liberal düşünce, eşitlik, rasyonellik, özgürlük ve mülkiyet kavramları üzerine inşa edilmiştir. 

Liberalizm akımının öncüsü John Locke ( ) tur. Daha sonra da David Hume, Adam Smith, Montesquieu, Voltaire ve Kant bu akımın gelişmesinde önemli 
rol oynamışlardır. Liberalizm, aydınlanma çağı ( ) düşünürlerinin temel felsefelerini oluşturmuştur. Yukarıda da adını saydığımız düşünürler aydınlanma 
yoluyla insanın özgürleşeceğine inanmaktaydılar. Politik alandaki bu özgürlük anlayışı kısa sürede ekonomik alanda da etkisini göstermiştir 58. 

Liberalizm, Batı Avrupa da ortaçağ düzeninin çözülmesiyle doğmuştur. Ortaçağ düzeni, Roma İmparatorluğunun yıkılışıyla oluşan otoritelerin kendi alanlarında hâkim olduğu, kilisece tanımlanmış uhrevi ve hemen hemen dünyevi alanlarda, nüfuzunu rakipsizce gerçekleştirdiği ve kilisenin kutsadığı imparatorun diğer otoritelerce tanındığı bir düzendir. Bu düzen, papa, imparator ve yerel güçlerin karşılıklı bağımlılığına dayanmaktadır. Kilise, diğerlerinin otorite ve iktidarlarının meşruiyet kaynağı olarak dinsel ilkeler sunan aşkın güçtür. Dinsel meşruiyet bu dönem iktidar söylemlerinin temelidir 59. 

Liberalizm teorisinde insan mükemmel bir varlık olarak tanımlanmıştır. 

Bu mükemmelliğin gelişmesi için demokrasinin ve sürekli bir gelişme anlayışının gerekliği olduğu savunulmuştur 60. 

Liberaller savaşı uluslararası ilişkilerin doğal bir gereği olarak gören realistlere karşıdırlar. Liberallere göre ilişkiler savaşla değil işbirliği ile dengelenmelidir. 
Liberaller için de askeri güç önemlidir ancak realistler kadar ön planda değildir. Liberaller, uluslararası ilişkilerde aktör olarak yalnızca devleti görmemektedirler. 
Çok uluslu şirketler, ulus aşan sivil toplum kuruluşları ve uluslararası organizasyonlar da aktörler listesine dâhil edilmektedir. 

Bu kapsamda devlet sadece çıkarları peşinde koşan kendi içinde bir bütün veya birleşmiş aktör değil, ona yön veren kendi çıkarları peşindeki bürokratik organizasyonların toplamıdır 61. 

Liberal düşünceye göre, demokratikleşme ve özgürlüklerin genişletilmesi bireylerin zenginleşmesini teşvik etmektedir. Ticaret, insanlığın birbirine bağımlı 
hale gelmesiyle savaş ve çatışmanın maliyetinin artmasına yol açtığı gibi barış, refah ve adaletin sağlanmasına yönelik uluslararası işbirliğinin ortaya 
çıkmasını da kolaylaştırmaktadır. Liberal devlet anlayışına göre, devlet ve birey arasında benzerlikler bulunmaktadır. Onlara göre tüm bireyler eşit olarak 
yaratılmıştır ve doğuştan gelen özgürlük, yaşama, mutlu olma gibi hakları vardır. Devletin var olma sebebi bireylerin bu haklarını korumaktır. 

Devlet de bireyler gibi var olma, bağımsızlık, çıkarlarını koruma gibi haklara sahiptir 62. Liberaller askeri gücü göz ardı etmemiş ancak ekonomik gücün 
ön plana çıkmasını sağlamışlardır. O dönemde gelişen iktisat bilimi de buna destek olmuştur. Liberal düşünce sisteminde güvenlik kavramı ülke toprakları nın savunulması ve ülkenin bekasının sağlanmasına yönelik yürütülen askeri faaliyetlerden daha fazlasını ifade etmektedir. İki kutuplu dünya düzeninin yerini çok kutuplu dengeler sistemine bırakmasıyla güç kavramı ve dolayısıyla güvenlik olgusu yeniden yorumlanmış; kapsamları genişletilmiştir. 

Bu kapsamda; mevcut askeri boyutun yanı sıra siyasi, ekonomik, sosyal ve teknolojik boyutlar önem kazanmıştır. Liberalizm, bu yeni dünya düzeninde 
güç dengesini, geniş özgürlükler yelpazesinde ve ekonomik yapılanmada bulmaktadır. Bu bağlamda gelecekteki yeni güvenlik ortamı ülkelerin küresel 
terörizm ile mücadele etme, demokratikleşme ve ekonomik kalkınmalarını gerçekleştirmelerine bağlı olacaktır. 

Kopenhag Ekolü ve Güvenlik 

Berlin Duvarının yıkılması, Sovyetler Birliği nin parçalanması, etnik ve ülke içi karışıklıklar gibi sosyo-politik olayların etkilemesiyle beraber güvenlik 
çalışmalarının içinde neorealistlerin güvenlik kavramsallaştırmasının, tehdit içerikleri ve insan yaşamının devamlılığı konusunda yeterince geniş olup 
olmadığıyla ilgili tartışmalar ortaya çıkmıştır. 
Neorealistlere göre, ayrıcalıklara sahip olan devlet, bireysel, toplumsal ve hatta insanlığın tamamını kapsayan seviyede önem ihtiva eden insan güvenliğiyle 
ilgili problemlerin belirlenmesinde yetersiz kalmaktadır. 

Bu dönemde ortaya çıkan Kopenhag Ekolü, erken dönem çalışmalarında dar veya geniş güvenlik kapsamı konusundaki tartışmalarla ilgili olarak artan 
memnuniyetsizliğini ortaya koymuştur. Daha sonraki dönemlerdeki çalışmalarında ise Ekol, güvenlik ortamını önceden belirlenmiş olarak değerlendirdiklerinden ötürü neorealistlerin ve genişlemeden yana olanların güvenlik konusundaki tavırlarını çözüm bulamayan tarzda nitelendirmiştir. 

Bu şartlar altında Kopenhag Ekolü güvenliğe yönelik sistematik bir çalışma yapmayı uygun görmüş ve güvenlik konusunu daha sosyal ve daha kapsamlı 
olabilecek şekilde genişletmeye çalışmıştır. 

Kopenhag Ekolü, Kopenhag ın Çatışma ve Barış Araştırma Enstitüsü (Conflict and Peace Research Institute) nde ortaya çıkmış ve Barry Buzan, Ole Waever, Jaap de Wilde gibi akademisyenlerin yazılarıyla temsil edilmiştir. Kopenhag Ekolü özellikle güvenlikleştirme ve normalleştirme fikirlerinden yola çıkarak güvenlik kavramının yeniden düşünülmesine yönelik sağlam bir iskelet geliştirmiştir. Ekol, güvenlik kavramının genişletilmesinde ve bir konunun nasıl güvenlikleştirileceği veya normalleştirileceği analizlerine çatı oluşturması bakımından önemli rol oynamıştır. 

Bu çalışma, Soğuk Savaş döneminin bitmesiyle birlikte güvenliğe yönelik görüşlerin yeniden kavramlaştırılmasının ve güvenlik çalışmaları gündeminin 
yeniden tanımlanmasının bir parçasıdır. 

Kopenhag Ekolü, güvenliği incelerken üç kavram üzerine odaklanmıştır: Güvenliğin boyutları (sectors), bölgesel güvenlik alanları (regional security complexes) ve güvenlikleştirme (securitization). Bu ekolün temsilcileri güvenliğin beş boyutu olduğunu iddia etmektedirler. 

Bunlar: Askeri güvenlik, çevresel güvenlik, ekonomik güvenlik, sosyal güvenlik ve siyasi güvenliktir 63. Ekole göre güvenliği sadece askeri boyutta düşünmek 
dar kapsamlı olacaktır. Dolayısıyla diğer boyutların da göz önüne alınması gerektiği vurgusu yapılmaktadır. Buzan ve Weaver 64, günümüz dünyasında 
topyekûn bir güvenlik algılaması yapılmaması gerektiğini belirtmişlerdir. Onlara göre dünya, coğrafi olarak bölgelere ayrılmalı ve bölgesel güvenlik alanları 
oluşturularak çalışmalar yapılmalıdır. Her bölge için risk ve tehdit algılamaları farklı olacak, bunun sonucunda alınacak önlemler de değişecektir. 

Güvenlikleştirme kavramı ise bu ekolün belki de en dikkat çeken odak noktasıdır. Güvenlik meseleleri ele alınırken kullanılan kavramlardan biri olan 
güvenlikleştirme, normal bir meselenin varoluşsal tehdit unsuru olarak yansıtılarak bir güvenlik sorunu haline getirilmesi sürecini ifade eder. 
Barry Buzan ve Ole Waever a göre, bir konunun güvenlik meselesi haline gelebilmesi için bir siyasi aktör, bu aktörün söylem yoluyla ve varoluşsal bir tehdide referans vererek konuyu güvenlikleştirmesi ve aynı zamanda bu konunun hedef kitle tarafından da varoluşsal bir tehdit olarak algılanması gerekir. 

Bu anlamda güvenlikleştirme için özneler arası bir süreç diyebiliriz. 

Öte yandan güvenlikleştirme, siyasallaştırma sürecinin aşırı bir versiyonu olarak da dikkat çekmektedir. Bunun nedeni, normal bir konunun önce kamu 
politikasına dâhil edilerek, yani siyasallaştırılarak ve sonrasında varoluşsal tehdit unsuru olarak temsil edilerek güvenlikli olmasıdır. 
Tehdit, kimlik inşa sürecinin bir parçasıdır. Bu anlamda tehditler toplumsal ve siyasal süreçlerde kurgulanan, öznel değerlendirmelerin etkili olduğu bir 
yapım sürecinin ürünleridir 65. Kopenhag Ekolü güvenlik çalışmalarına teorik bir taslak hazırlama konusunu öncelikli olarak ele alırken, ampirik çalışmalara 
yeteri kadar önem vermemektedir. Bazı eylemler bireyleri tehdidin var olduğu konusunda ikna etmekte başarı sağlarken, bazılarının ise neden başarısız 
olduğu konusuna yönelik soruların deneysel olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Ayrıca bazı konular tehdit olarak nitelendirilirken diğerlerinin neden değerlendirilmediğinin de analiz edilmesi doğru olacaktır. Diğer bir açıdan Kopenhag Ekolü düşünürleri, olağanüstü tedbirlerin politik etkinliğinin 
değerlendirilmesine ve bunların istemeden de olsa sebep olabileceği sonuçlara yönelik yeterli ilgiyi göstermemişlerdir. 

Güvenliğin mantığıyla ilgili olarak sistematik bir araştırma yapan Kopenhag Ekolü, güvenliğin asli fonksiyonunun nasıl işlediği konusunda bilgiler vermektedir. 
Kopenhag Ekolü, geleneksel güvenlik çalışmalarının ve onların askeri güvenliğe olan odaklanmalarının ötesinde, güvenliğe yönelik çok boyutlu bir yaklaşım 
benimsemiştir. Bunun yanı sıra, güvenliği askeri konuların dışına genişletmek suretiyle güvenlik çalışmalarını devlet dışı aktörleri de içerecek şekilde 
derinleştirmiştir. Güvenlik tanımının aşırı genişletilmesiyle birlikte, her şeyin bir güvenlik sorunu olarak algılanması riski ortaya çıkmaktadır. 
Kavramsal olarak genişletilmiş bir güvenlik tanımı, belirsizliklere, kavramsal ve analitik uyumsuzluklara yol açabilir. 
Başka bir söyleyişle, güvenliğin yeniden tanımlanması ve genişletilmesinin yeni kavramsal araçların geliştirilmesiyle eşlemesine ihtiyacı vardır. 
Her uluslararası teori gibi eleştirilen yönleri ve eksik tarafları olsa da Kopenhag Ekolü, sistematik, mukayeseli ve uyumlu bir güvenlik analizinin yapılması 
olasılığını arttırmaktadır. 

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Güvenlik Algılaması ve Uluslararası İlişkiler Teorilerinin Güvenliğe Bakış Açıları. BÖLÜM 2

Güvenlik Algılaması ve Uluslararası İlişkiler Teorilerinin Güvenliğe Bakış Açıları. BÖLÜM 2



Güvenlik Tüm İnsanlıkla doğrudan ilişkilidir. 

Karacasulu 20 da Güvenlik çalışmalarının kapsamının genişlemesinde küreselleşmenin etkisinin büyük olduğunu belirtmiştir. 

Uluslararası İlişkiler Teorileri ve Güvenlik Algılamaları 

   Uluslararası ilişkiler alanındaki teorik çalışmalar oldukça eskilere gitmekte ve birçok yazar uluslararası ilişkilerin miladı olarak Aristo ve Eflatun u 
işaret etmektedir. 
Bu çerçevede klasikler arasına girmiş olan Yunan bilim adamlarından Thucydides in Pelopenezya Savaşları Tarihi isimli çalışması ve Machiavelli nin 
Prens isimli yapıtı bu alanda yapılmış çalışmaların ilk örnekleri olarak sayılmaktadır. 
Bu alanda yapılan çalışmalar 1914 yılına kadar genellikle diplomasi ve uluslararası hukuk üzerine yapılmıştır 21. Uluslararası ilişkilerin akademik bir disiplin haline gelmesi 1919 yılında Galler Aberystwyth Üniversitesi nde bir bölüm olarak açılması ile mümkün olmuştur 22. 

   Uluslararası ilişkiler alanında ilk kuramsal yaklaşım, Batı düşünce tarzı içinde Anglo-Sakson geleneğin ürünü olan liberalizmin bir yansıması olarak Birinci Dünya Savaşı sonrasında on yıl kadar egemen bir görüş olarak kabul edilen idealizmdir. 

Ancak idealizm bir uluslararası ilişkiler teorisi olmaktan ziyade bir idealler demeti olarak uluslararası ilişkilerin nasıl yapılanması gerektiği sorusuna cevap 
aramıştır.23

   Birinci Dünya Savaşından kısa bir süre sonra İkinci Dünya Savaşı nın çıkması idealizmin sorgulanmasına ve realizmin ön plana çıkmasına neden olmuştur 24. 
Birinci Dünya Savaşı sonrası idealizmin çerçevesinde kurulan ve barışı savunan Milletler Cemiyeti İkinci Dünya Savaşı nı engelleyememiş ve idealizmin yeterli 
olmadığı görülmüştür. 

Realizm Teorisi ve Güvenlik 

Uluslararası ilişkiler disiplinine ilişkin teorik yaklaşımlardan birisi olan Realizm, kökenleri Thucydides e kadar uzanan ve sonrasında Niccolo Machiavelli, 
Thomas Hobbes tarafından sürdürülen bir fikir akımı olarak yüzyıllar boyu geçerliliğini korumuştur. 
Ancak realizmin uluslararası ilişkiler alanında ilk özgün kullanımı Hans J. Morgenthau ile başlamış ve ulusal çıkar, güç ve uluslararası politika gibi kavramlar uluslararası sistemi açıklamada kullanılan terimler haline gelmiştir 25. Realizm, temel olarak uluslararası ilişkileri; aktörlerin devletlerden ibaret olduğu, devletlerin rasyonel davranarak çıkarlarını maksimize edecek politikalar ürettikleri ve bu ilişkilerin de bir güç dengesi içerisinde gerçekleştiği varsayımına dayanmaktadır 26. Devletin tek ve bütüncül bir aktör olduğunu varsayan realistler devlet içi dinamikleri göz ardı etmektedirler. Askeri konulara öncelik veren realistlere göre uluslararası ilişkileri anlamada en temel kavram, güç kavramıdır. Uluslararası ilişkilerde meydana gelen aksaklıklar ve anlaşmazlıkları gidermede en etkili yöntem güç kullanımıdır. 27 Realist görüş, devletler üzerinde büyük güç ve otoritenin bulunmaması sebebiyle uluslararası ortamı anarşik bulur 28. Realistler bu yapı içerisinde her devletin kendi güvenliğini sağlamak zorunda olduğunu dolayısıyla her devletin kendi çıkarları doğrultusunda hareket edeceğini ileri sürmektedirler 29. Realist görüş, siyasal alanın sosyal hayatın diğer yönlerinden bağımsız olduğu varsayımından hareket etmektedir 30. 

Dolayısıyla realistler sadece askeri ve siyasi konulara ağırlık vermişler, ekonomi, kültür, çevre ve sosyal konulara uzak kalmışlardır. 

  Realizm, İnsan unsurunu diğer teorilerden farklı bir boyutta ele almaktadır. Realistler insanı, kötü, çıkarcı, saldırgan ve günahkâr olarak görmekte ve 
ilişkilerinde gücü ön plana alan olumsuz bir doğaya sahip olduğunu düşünmektedirler 31. Shimko 32 da benzer bir şekilde insanın kötü ruhlu, hırslı ve açgözlü olduğu görüşündedir. İnsanın doğasına olan kötümser yaklaşımı, güce olan vurgusu ve devletlerarası ilişkilerde ahlaki değerlere daha az yer vermesi nedeniyle Thucydides, realist geleneğin ilk düşünürü olarak kabul edilmektedir 33. Thomas Hobbes ise Leviathan isimli eserinde, insanların doğal durumda kendilerini barış içinde yaşatacak yaygın bir otoriteden yoksun olduklarını ve savaş ihtimalinin her zaman var olduğunu belirtmektedir 34. 

Realizme göre devlet adamını yönlendiren unsurlar korku, kuşku, güvensizlik, güvenlik ikilemi, itibar ve çıkar gibi unsurlardır. Özellikle de korku ve bunun sonucu oluşan güvenlik ikilemi devletleri karşı karşıya getiren en önemli unsurlardır. Ayrıca realistler kendilerine düşman gördükleri devletlerin büyümesine ve güçlenmesine seyirci kalmaktansa onu önlemek için savaşmayı meşru saymaktadırlar 35. Realistler işbirliği konusunda karamsar olduklarından uluslararası güvenliğin ancak güçlerin dengelenmesiyle sağlanabileceğini düşünmektedirler. Bu düşünceye göre güçlü devletler denge kurmaya çalışmalıdır ancak hegemonik bir ülkenin kontrolü dışında başarılı bir işbirliği olasılığı çok azdır. Realistler işbirliğini engelleyen en önemli etkenin başka ülkenin kazancının diğerinden fazla olması (relative gains) endişesi olarak görmektedirler. Bununla birlikte uluslararası örgütlerin kurulması da bu işbirliğini geliştirmeye yardımcı olmayacaktır. 

Çünkü bu örgütlerin tarafların çıkarlarına hizmet ettiği varsayılmaktadır 36. Yöntem açısından baktığımızda realist teoriyi benimseyenlerin betimleme 
özelliğinden ziyade genelleme ve yararlılık özelliklerine önem verdikleri görülmektedir. Realistler bir teoriyi oluşturan varsayımların doğru olup olmadığını tartışmanın yanlış olduğunu savunurlar. Onlara göre önemli olan varsayımların gerçek dünyada sınanıp sınanmayacağı dır 37. 
Realizm teorisi, uluslararası ilişkilerin ana gündemini ulusal güvenlik konularının oluşturduğunu savunmaktadır. Ulusal güvenliği sağlayabilecek ve uluslararası 
sistemi düzenleyebilecek temel unsur daha önce de belirtildiği üzere güçtür 38. Uluslararası ilişkiler teorileri içerisinde belki de en çok rağbet göreni olan 
realizme yönelik eleştiriler de bulunmaktadır. Devlet dışındaki tüm aktörleri bir bakıma yok sayması bu teorinin kısıtlayıcı yanını ortaya koymaktadır. 
Ayrıca tüm ilişkileri güç ekseni etrafında değerlendirerek politika üretiminin sadece çıkar esasına dayandığı varsayımı da uluslararası ilişkilerin tek bir ölçüt 
üzerinden gerçekleştiğini düşünmekle eş anlamlı olacaktır. Bu da sağlıklı sonuçlar elde etmeye engel teşkil edecektir. Savaş sona erdikten sonra 
ABD hegemonyasındaki uluslararası sistemde artık realizmin döneminin kapandığı düşünülmesine rağmen, 11 Eylül saldırıları sonrası ABD nin önce Afganistan ardından Irak a yönelik güç kullanımı, Rusya nın Gürcistan a müdahalesi aslında realizm teorisinin her dönem moda olabileceğini bizlere yeniden göstermiştir. 

Her ne kadar devletler arası ilişkilerde karşılıklı etkileşim ve bağımlılık gün geçtikçe artış gösterse de, dün olduğu gibi bugün de devletlerin, çıkarları söz 
konusu olduğunda savaşa başvurmakta tereddüt etmeyecekleri, gelecekte de güçlü devletlerin uluslararası ortamı kendi istekleri doğrultusunda şekillendirmek isteyeceklerini söylemek uygun olacaktır. Neorealizm Teorisi ve Güvenlik Uluslararası ilişkiler alanında önde gelen teorilerden biri olan neorealizm, 1970 li yılların sonuna doğru ortaya çıkmıştır. Realizmin sorgulanmaya ve eleştirilmeye başlanması, neorealizmin doğmasına neden olmuştur. Neorealizmin en ünlü temsilcisi Kenneth N. Waltz tır. Kendisi de bir realist olan Waltz, 1979 da basılan Theory of International Politics adlı çalışmasında ilginç fikirler ortaya koymakta ve o güne kadar bir sonuç olarak bakılan ve anarşik bir ortam olarak görülen uluslararası yapının devletlerin davranışlarını sınırladığını söylemekte; ayrıca güç kavramına yeni anlamlar yüklemektedir 39. Uluslararası politikanın temel aktörünün devlet olarak görülmesi, devletlerin üniter yapılar olarak değerlendirilmesi, devletlerin ve devlet adamlarının rasyonel davrandıklarının varsayılması, devletlerin kendi çıkarları için bencilce hareket ettiklerinin kabul edilmesi, hem realizmin hem de neorealizmin ortak varsayımları ve özellikleridir 40. 

Farklı ideoloji ve farklı siyasi yapılara sahip devletler bazı şartlar altında benzer şekillerde davranmaktadırlar. Waltz a göre bunun nedeni uluslararası yapının 
farklı bir yapıya sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Ulusal yapı ile uluslararası yapı kendilerini oluşturan sistemler bakımından tamamen farklıdır. 

Dolayısıyla benzer davranışların sebebi yapı kavramında saklıdır 41. Neorealistler bilimsel metodolojiyi kullanarak uluslararası sistem ve yapıya odaklanarak normativizmden uzaklaşırlar 42. Neorealizme göre uluslararası sistemde temel birimler devletlerdir ve uluslararası politika devlet merkezlidir. 
Devletler için sadece önemli olan kendi ulusal çıkarlarıdır. Bu sebepten uluslararası alanda çıkar çatışması vardır. Neorealizme göre bu çıkar çatışmasından dolayı uluslararası politikada anarşi hâkimdir 43. Bu anarşik sistemde devletler varlıklarını devam ettirebilmeleri için güvenliklerini düşünmek zorundadırlar. 

Bu noktada devreye devletlerin imkânları yani güçleri girmektedir. Anarşik yapıda devletleri hedefleri doğrultusunda farklı kılan amaçları değil, sahip oldukları imkânları yani güçleridir. Güç, realizmde olduğu gibi neorealizmde de temel unsurdur. Ancak algılamalar bakımından ikisi arasında fark bulunmakta dır. 

Realizmden farklı olarak neorealizmde güç, kendi başına bir amaç değil, devletlerin bekalarını sürdürebilmek ve güvenliğe sahip olmak için kullandıkları 
bir araçtır 44. Ana endişe kaynağı güç kavramından güvenlik kavramına geçmiştir. Neorealizm, uluslararası çatışmaları ve savaşları analiz ederken belirgin bir şekilde yapı ve sistem üzerinde odaklanmaktadır. Özellikle uluslararası ortamın anarşik olmasının devletlerde güvensizliğe yol açtığı belirtilmektedir. 

Savaş ve çatışma kavramları ise güvenlik ikilemi kavramı ile açıklanmaktadır 45. Güvenlik ikilemi kavramı, bir devletin başka bir devletten tehdit algılayıp 
silahlanması durumunda buna karşın tehdit algılanan devletin de aynı şekilde cevap vermesini ifade etmektedir. Bu durumda her iki devlet de birbirine 
karşı silahlanmış, bu sonuç her iki devlet için de hem ekonomik hem de askeri bakımdan büyük bir külfet yaratmıştır. Üstelik silahlanma, algılanan tehdidi 
yok etmemiş, aksine tehdit algılanan devletin de silahlanmasına yol açmıştır. 

Bu durumun yarattığı ikilem uluslararası ilişkiler terminolojisinde güvenlik ikilemi (security dilemma) olarak anılmaktadır.46. 

Forde 47 ye göre realizm ile neorealizm arasındaki farklarından biri de şudur; neorealizmde insan doğası faktörü göz ardı edilip uluslararası yapıya öncelikli 
bir rol tanınmıştır. Realizmde ise uluslararası yapı ve insan doğası faktörleri bir arada düşünülmüştür. Neorealizme göre kendi çıkarını düşünen ve rasyonel 
davrandıkları varsayılan devletler nisbi kazanca göre hareket ettiklerinden, bir işbirliğine gidildiğinde kim daha fazla kazanacak sorusunu sorarlar. 
Bunun nedeni de sistemin anarşik yapısı ve güç dağılımıdır. Zaten birbirlerine güvenmeyen ve yalnızca çıkarlarını düşünen bencil devletler uzun vadeli 
işbirliğine gidememektedirler. Ancak kısa süreli işbirlikleri söz konusudur. Tarih içindeki savaşlar, barışlar, anlaşmalar ve ittifaklar neorealist bir perspektiften 
incelendiği zaman, en önemli gayenin devletin bekası olduğu görülmektedir. Bu perspektife göre devletler birbirlerini potansiyel tehdit olarak görmektedirler. 
Bu sebepten güvenliklerini düşünmek zorundadırlar. Çıkar çatışması olduğundan işbirliğine yanaşmamaktadırlar. Ancak çıkarlar doğrultusunda kısa süreli 
kolektif savunma mümkün olmaktadır. Devletler güvenliklerini sağlamak adına güce başvurmaktadırlar. Neorealizme göre devletler güçlerini, güvenliklerini 
sağlayana kadar maksimize etmelidirler. Bu bakış açısına göre güç amaç değil araç olmalıdır. Bu noktada neorealistler klasik realistlerden ayrılmaktadırlar. 
Çünkü klasik realistler gücü amaç olarak görmekte ve sürekli güçlenme isteği duymaktadırlar. Güç ve güvenlik arasında doğru orantılı bir ilişki bulunmaktadır. 
Eleştirel Teori ve Güvenlik Eleştirel teori, Frankfurt Okulu düşünürleri tarafından oluşturulmuştur li yıllarda ortaya çıkan Frankfurt Okulu esas itibariyle anti-bolşevik bir radikalizm ve eleştirel bir Marksizm ile ilişkilendirilebilir. Bundan dolayı onların ürettikleri eleştirel teori, Neo- Marksizm ya da Batı Marksizmi gibi isimlerle de anılmıştır. Okulun önde gelen ilk nesil isimleri olarak kurucusu Max Horkheimer ın dışında, Friedrich Pollock, Theodor Odorno, Herbert Marcuse; 2. Dünya Savaşı ndan sonra ortaya çıkan ikinci nesil düşünürlerinden ise Jurgen Habermas (halen hayattaki en önemli temsilcisi olarak kabul edilmektedir) ön plana çıkmaktadır. Eleştirel teorinin ilk ve en kapsamlı tanımını Frankfurt Okulu nun kurucularından Max Horkheimer ın 1937 tarihli Geleneksel ve Eleştirel Teori başlıklı makalesinde bulmaktayız. Horkheimer a göre eleştirel teori, sadece toplumu anlamaya ve açıklamaya odaklı geleneksel teorinin yerine, toplumu bir bütün olarak görüp eleştiren, değiştiren ve baskıdan kurtarıp özgürleştiren bir sosyal teoridir 48. Başlangıçtaki amaç, bir dogmaya dönüştüğü düşünülen Marksizmi özüne döndürmek ve felsefeyle ilişkisini kurmaktı 49. Frankfurt Okulu nun eleştirel teorisini, esas itibariyle bir ideoloji eleştirisi olarak tanımlamak mümkündür. 

Okulun ideoloji eleştirisi, Marx ın ekonomi-politik eleştirisinden türetilmiştir. Doğa üzerinde tesis edilen bilimsel-teknik rasyonalitenin topluma uygulanması sonucunda bilim, Adorno ve Horkheimer a göre, ideoloji haline gelir 50. Marx ın ekonomi-politik eleştirisi, aslında bilim maskesine bürünmüş bir ideolojinin eleştirisiydi ve bu eleştiri Frankfurt Okulu düşünürlerinin metodoloji konusundaki yaklaşımlarına temel oluşturmaktaydı. Bu düşünürlerin yaptığı şey, bir bakıma, Marx ın ekonomi-politik eleştirisini sosyolojik-pozitivizmin eleştirisine uyarlamaktan ibaretti. 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Güvenlik Algılaması ve Uluslararası İlişkiler Teorilerinin Güvenliğe Bakış Açıları. BÖLÜM 1

Güvenlik Algılaması ve Uluslararası İlişkiler Teorilerinin Güvenliğe Bakış Açıları. BÖLÜM 1




Güvenlik Algılaması ve Uluslararası İlişkiler Teorilerinin Güvenliğe Bakış Açıları.
Şeref ÇETİNKAYA* 
*Harp Akademileri K lığı SAREN Uluslararası İlişkiler Doktora Programı Özel Öğrencisi.1 

Özet: 

Soğuk Savaş sonrası dönemde güvenlik algılamasında oldukça radikal değişimler meydana gelmiştir. Yeni dönemde güvenlik sorunlarının azalacağı düşünülmesi  ne rağmen yaşanan gelişmeler bunun aksi yönünde olmuştur. 
Bu nedenle güvenlik alanında teorik çalışmalar hız kazanmıştır. Uluslararası ilişkiler alanında yapılan bu çalışmalar uluslararası ilişkiler teorileri içerisinde de yerini almıştır. 
Önde gelen uluslararası ilişkiler teorilerinin güvenlik algılamalarının incelendiği bu makalede her bir teorinin bakış açısına yer verilmiştir. 

Güvenlik ne demektir sorusunun tüm zamanlar ve mekânlar için geçerli olacak tek bir cevabı yoktur. Kişilerin ve toplumların güvenlik anlayışı, onların siyasi 
bakış ve felsefi dünya görüşünden türemektedir iddiasını savunmaktadır. Buzan 2 ise, güvenliği az gelişmiş bir kavram olarak nitelemiş ve kavramın 
literatürdeki eksikliğinden söz etmiştir. Bununla birlikte güvenlikle alakalı yapılan tanımlardan bazıları şöyledir: 

Güvenlik; dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı kendini koruyabilme yeteneğidir 3. 
Devlet açısından baktığımızda güvenlik; barış zamanında kendi değerlerini tehditlere karşı koruyabilme ve olası bir savaş halinde zafer kazanabilme gücüdür 4. 

Bir başka tanıma göre güvenlik; düşmanını karşılıklı paylaşım veya yanlış yönlendirilmelerile dost yapabilmektir 5. 

Demir 6 e göre güvenlik sözcüğü, farklı biçim ve anlamlar alsa da insanoğlunun toplu yaşama geçişinden itibaren korunma, barınma ve varlığını devam ettirme 
gereksiniminin karşılanmasını içermektedir. Güvenliğin tanımı nasıl yapılırsa yapılsın, nihayetinde, var olan değerlerin korunması için yapılan çalışmalar 
sonucunda risk ve tehditlerin olmaması durumunu ifade etmektedir. Güvenlik Kavramı Üzerine Güvenlik kavramı ilk insanın varoluşundan itibaren hayatımıza 
girmiş ve günümüze gelene kadar çeşitli evrelerden geçmiştir. Dolayısıyla tarihin hangi dönemine bakılırsa bakılsın güvenlik kavramı bir süreç içerisinde 
değerlendirilmektedir. 
Zaman ve koşullara göre gelişen olaylar bu kavramın içeriğini zenginleştirmiştir. 7. 
Güvenlik çalışmaları, kuvvet kullanımına zemin hazırlayan koşulları belirlemeye çalışır. Ayrıca bu çalışmalar kuvvet kullanımının; bireyleri, devletleri, toplumları ve devletlerin savaşa hazırlanmak, savaşı engellemek ve savaşa girmek için uyguladıkları belirli politikaları ne şekilde etkilediğini belirlemektedir. 

Güvenlik alanındaki ilk çalışmalar ABD de İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlamış ve başlangıçta dar bir kapsam içererek, uluslararası gerilimin daha 
çok askeri yönlerine odaklanmıştı. Güvenlik çalışmalarının Rönesans ı, 1970 lerin ortasında Ford Vakfı nın güvenlik sorunlarında çeşitli akademik merkezleri 
destekleme kararı alması ve alanla ilgili temel bilimsel forum haline gelen International Security dergisinin kurulması ile başladığı kabul edilmektedir 8. 

   Güvenlik kavramını genişletmek veya güncelleştirmek konusundaki çalışmalar, iki kaynaktan gelmektedir: Birincisi, geleneksel dar askeri odaklı güvenlikle 
ilgili sorunlar giderek artmaya başlamıştır. Sürekli artan bir silahlanma kapasitesinin aynı oranda bir güvenlik artışı sağlayamadığının yaygın kabulü ve bu silahlanma yarışının getirdiği ekonomik yükün kaldırılamayacak seviyelere ulaşması bu sorunların göz önüne çıkmasına neden olmuştur. 

İkinci gruptaki çalışmalar, diğer konu alanlarının güvenlik gündemine dâhil edilmesi taleplerinden gelmektedir. Çoğu insanın ve ulusların yaşamlarına ve 
refahlarına yönelik günlük tehditler, geleneksel askeri perspektifin iddia ettiğinden çok daha farklıdır 9. 

Güvenlik kavramının anlamlı olması öncelikle belirli bir hedefe yöneliyor olmasından kaynaklanmaktadır. Eğer hedef belirlenmemiş ya da yanlış belirlenmişse güvenlikten söz etmek anlamlı değildir. 

Hedef bazen bir devlet bazen de bir birey olabilir gibi basit bir tanımlama da yeterince uygun değildir. Çünkü birden çok devlet birden çok birey mevcuttur 
ve bunlar birbirlerine bağlı hareket edebilirler 10. 

Hatta bunun ötesinde bireylerin ve devletlerin oluşturduğu bir sistem de
meydana gelebilir ve bu sistemin de koşullarıyla beraber güvenliği söz konusu olabilir. Bunun için kimin için güvenlik sorusunun ayrıntılı bir şekilde cevaplanması gerekmektedir. Hedefler değiştikçe ya da geliştikçe, tehdit algılamalarında da farklılaşmalar ortaya çıkacaktır. Böylece yeni güvenlik arayışlarına ihtiyaç duyulması kaçınılmaz hale gelecektir. 

Dedeoğlu 11 nun da belirttiği üzere; gelişme ile güvenlik arasında doğru bir orantı söz konusudur. Gerek devlet bazında gerek birey bazında gelişme oldukça yani edinimler arttıkça, bunların yitirilmesine yönelik endişeler de artacaktır. Hiçbir şeyi olmayanın kaybedeceği bir şey de olmaz ancak çok şeye sahip birinin gerçek ya da algılamaya dayalı fazlasıyla endişesi bulunmaktadır. Güvenlik olgusuyla alakalı önemli bir diğer konu da güvenliğin derecesinin ne olacağıdır 12. 
Her seviyede geliştirilecek tedbirler farklılaşmaktadır. Bir binanın güvenliği ile bir devletin güvenliği ya da bir bölgenin güvenliği farklı algılamalar ışığında 
değişik tedbirler alınmasını gerektirmektedir. Bu noktada güvenliğin inşası ne kadar güvenlik sorusuyla muhatap olmaktadır. 

Güvenlik kavramının genişletilmesiyle klasik güvenliğin dışında daha kapsayıcı yeni bir güvenlik kavramı ortaya çıkmaktadır. Klasik güvenlikte ana özne devlet 
ve onun güvenliğidir. Bu güvenlik anlayışı, dışarıdan gelebilecek askeri tehditlere karşı alınacak askeri tedbirlerle ilişkilidir. Dolayısıyla, klasik devlet odaklı anlayış a göre güvenliğin sağlanması askeri güce sahip olmakla doğru orantılıdır 13. 

Bununla birlikte askeri güç, güvenliğin tek kaynağı değildir ve askeri tehditler de devletlerin yüz yüze geldiği tek tehlike değildir. 

Sonuçta güvenlik çalışmaları bazı zamanlar tanımlandığı üzere silahların kontrolü, diplomasi, kriz yönetimi gibi devlet aygıtlarını da içermektedir. 

Bu sorunlar açıkça alanın temel odak noktasıyla ilgilidir. 

Çünkü bunlar doğrudan savaşın karakteri ve olasılığı ile bağlantılıdır 14. 

İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde güvenlik daha çok askeri anlamda tanımlandığından dolayı askeri konulara yüksek politika denilmiştir. 
Askeri konular dışındaki konuların, örneğin ekonomi, çevre, sağlık, göçler gibi, güvenlik sorunları olarak ortaya çıkması mümkün olmamıştır. 
Bu konular daha çok alçak politikanın konuları olarak değerlendirilmişlerdir. 

Yine bu dönemde, devletlerin güvenliği caydırıcılık esasına dayandırılmıştır. 

Buna göre, herhangi bir devlet revizyonist amaçlarla hareket edip sistemi baştan şekillendirmeye çalıştığında, diğer güçler, güçler dengesi prensibi gereği, 
bir araya gelip karşı bir dengeleyici blok oluşturmaktaydılar. Başka devletleri güvensizliğe itecek politikaların bu politikaları uygulayanlar açısından maliyetli 
olacağının gösterilmesine dayanan caydırıcılık politikası, karar alıcıların rasyonel hareket ettiklerini varsaymaktaydı. 15 

1990 sonrası dünyada yavaş yavaş değişmeye başlayan şartlar sonucunda klasik güvenlik anlayışının tek ve değişmez aktörü olan devletin güvenliğinin yanı sıra insan güvenliği, toplum güvenliği ve küresel güvenlik tartışmaları çerçevesinde, devlet güvenliğinin ötesinde farklı analiz düzeylerinde güvenliğin ele alınması gerektiği tartışılmaya başlanmıştır 16. 

İnsan güvenliği, sürdürülebilir barışın ve sosyal adaletin ancak bireylerin haklarının ve ihtiyaçlarının risklerden korunmasıyla mümkün olabileceğini savunan küresel güvenlik için insan-merkezli bir yaklaşımdır. Başlıca insani güvenlik riskleri arasında, şiddet ve insan hakları ihlalleri, afetler ve iklim değişimi, yoksulluk ve açlık, eğitim ve sağlık gibi temel hizmetlerden yararlanamamak sayılabilir. 

İnsan güvenliğinin karşılaştığı tehlikeler ve riskler uluslararası, ulusal ve yerel seviyelerde birbiriyle bağlantılı olup, bu bağlamda çözüm önerileri de bu 
değişik seviyelerdeki bağlantılar göz önüne alarak yapılmalıdır. 

Yerel boyutta karşılaşılan çevre sorunları nasıl küresel dengelerle ilgiliyse, aynı zamanda işsizlik, şiddet ve yoksulluk da değişik seviyelerdeki politik ve 
ekonomik çerçevelerin oluşmasında rol alan güç odakları, stratejik dengeler ve küresel para akışıyla ilgili mekanizmaların işleyişiyle ilgilidir. 

Bu, süreç ve sistemlerin insan güvenliği için ne anlama geldiğini sorgulamasıyla birçok çözümlenemez gibi görünen karmaşık problemlere başka bir bakış 
açısı getirilmesini sağlamaktadır.17 

Toplumsal güvenlik ise, toplumun kültürel kimliği ile ilişkilendirilmektedir. Ayrıca toplumun kimliği de önemli olmaktadır. 
Toplumsal güvenliğin sağlanması siyasi kimliğe sahip devletin güvenliğinin sağlanmasından oldukça farklıdır. Toplumları birbirinden ayıran belirgin özellikleri dinleri ve gelenekleridir 18. 
Buzan ın öncülük ettiği Kopenhag Okulu na göre, toplumsal kimlikler eskiden dine göre tanımlanırken, günümüzde ulus ve etnik gruplara göre tanımlanmakta dır. 
Dolayısıyla bu olgulara yönelik tehditler toplumu güvenlik aktörü haline getirmektedir. 

Ancak Theiler 19, Kopenhag Okulu nun toplumsal güvenliği anlatırken ele aldığı toplum olgusunu bir cisimmiş gibi anlattığını yani toplumu cisimleştirdiğini 
belirterek bunun yanlış olduğunu açıklamaya çalışmıştır. 
Küresel güvenlik dediğimiz kavram ise daha geniş bir anlam ifade etmektedir. Küreselleşmeye çalışan dünya içerisinde uluslararası sistemin güvenliğinin 
sağlanması, bu sisteme yönelik tehditlerle mücadele edilmesi küresel güvenliğin ana konusunu oluşturmaktadır. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

GENİŞ GRUP KİMLİĞİ VE BARIŞ SAĞLAMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER., BÖLÜM 5

GENİŞ GRUP KİMLİĞİ VE BARIŞ SAĞLAMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER.,  BÖLÜM 5


Haklılık İdeolojileri 

Bazı seçilmiş travmaların duygusal görünümleri pasif kalırken bazıları ise sadece yıl dönümlerinde anılır. Ancak bu travmalar benim ‘haklılık ideolojileri’ dediğim 
şeyle bağlantılı hale gelirse, duygularla yeniden canlanır ve geniş grubun sosyal, politik ve askeri meselelerinde de önemli bir rol oynar. Buhaklılık ideolojileri, 
gerçekte ve fantezi düzeyinde kaybedilen şeyi geri kazanmada ve ortak travmanın ve ilişkili diğer paylaşılan travmaların seçilmiş travmaya evriminde haklılık hissinin paylaşıldığı ideolojilerdir. Ya da bir geniş grubun doğuşunu mitleştiren ve sonradan kuşakların idealize ettiği bir süreç haline gelebilir. Bu sırada yaşanan güçlükleri ve kayıpları reddederler ve sanki geniş grupları üstün bir türün bireylerinden oluşuyormuş gibi hayal ederler. Haklılık ideolojisine tutunmak, geniş grubun yas tutma sürecindeki karmaşıklığı yansıtır, hem kayıplarını reddeder bir taraftan da onları geri kazanmaya çalışırlar, diğerleri için ‘kötü’ önyargısına eşlik eden bir narsisistik yapılanmadır. 

Her büyük grubun haklılık ideolojisi spesifiktir. Bazıları literatürde spesifik isimleriyle bilinirler; örneğin İtalya için ‘İrredentism’ (Italia Irredenta ile ilişkili), 
Yunanlılar için Megali idea, Türkler için Turancılık, Sırplar için Hıristo-Slavizm, aşırı dinci İslami gruplar için günümüzde ‘İslam İmparatorluğuna dönüş’ haklılık 
ideolojilerine örnektir. Amerikalılar için Nancy Hollander33“American exceptionalism,” (Amerıkalı olmanın benzersizliği) Amerikan haklılık ideolojisinin, 11 Eylül 2001’den sonra nasıl tekrar alevlenip ortaya çıktığını anlatmıştır. Buideolojiler yüzyıllarca sürebilir ve tarihsel olaylar değiştikçe ve seçilmiş travmalar aktive oldukça ortaya çıkıp kaybolabilir. Diplomatik müzakereleri derinden etkilerler. Bu ideolojiler dünya haritasında barışçıl ya da daha sıklıkla barışçıl olmayan yollarla değişmesine neden olur. 

İşte Yunanlıların 1453’te İstanbul’u kaybetmesiyle gelişen seçilmiş travmasına kısa bir gönderme. Kıbrıs doğumlu bir Yunanlı sosyolog olan Kyriacos Markaides 
kendi geniş grubunun düşüncelerini ve ‘Kıbrıs Sorunu’ndaki rolünü tarif ediyor. Markides’in ifade ettiği Megali İdea’da: 

“...Yunanlılar tarafından bir gün Bizans imparatorluğunun tekrar kurulacağına ilişkin ve bütün Yunan adalarının daha büyük bir Yunanistan altında  birleşeceği ne dair bir hayal... ‘Büyük Yunanistan Düşüncesi’, Girit ve İyon adaları gibi Yunan dünyasının farklı yerlerinde, ilgi gördü... Birisi ‘Büyük Yunanistan 
Düşüncesinin, yabancıların egemenliği altında olmaya devam eden her parçasında gerçekleşmesi için baskı yapan bir iç mantığı olduğunu savunabilir... 
Kıbrıs Rumları kendilerini tarihsel ve kültürel olarak Yunanlı saydıklarından dolayı onlar için Megali İdeanın yoğun bir çekiciliği oldu... Kilise rahipleri Kıbrıs Rumlarını Yunanistan’la birleşmek için savaşmaya çağırdıklarında duygularını kızıştırmak için büyük bir çabaya ihtiyaç duymadı... Enosis (Birlik), 

Kıbrıs Rumlarının Kıbrıs’ı Yunanistan’la birleştirme hareketini ifade etmektedir. Birlik kilisede değil ama entelektüellerin Yunan Bizans uygarlığını yeniden 
canlandırma girişimlerinde başladı. Ancak kilise en merkezi ve güçlü kurum olarak, bu düşüncenin gelişmesine çok katkıda bulundu. Kilise hareketi benimsedi ve hareketin bütün pratik amaçları için hareketin yönetici çekirdeği oldu“.34 

Zaman Çökmesi 

Yeniden etkinleşen seçilmiş travma ve haklılık ideolojileri insanların aynı gruba ait olma duygularını ve paylaşılan geniş grup kimliklerini güçlendirir. Onların bu 
yeniden etkinleşmesi grubun o anki düşmanlarını da içeren sorunlarına çözüm bulmada kritik bir direnç haline gelebilir. Seçilmiş travma ataların katledilmelerine karşılık gelişmişse de, grup hali hazırda oraya yaptıkları yatırımdan vazgeçmek istemez. Bunu yapmak paylaşılan geniş grup kimliğinin önemli bir görünümünden vazgeçmektir, yani geniş grup böylelikle barışı sağlamaya karşı o anki düşmanına direnç gösterir. 

Geniş grubun seçilmiş travmasının yeniden etkinleşmesi ve buna bağlı haklılık ideolojisi “zaman çökmesi”ne neden olur. Duygular, düşünceler, istekler vekorkular, seçilmiş travma ve haklılık ideolojisinin yeniden etkinleşmesiyle beraber tetiklendiğinde uluslar arası uyuşmazlıkla ilgili algı ve duygularda çöker ve tehlikeleribüyütür. Örneğin; Slobodan Miloseviç ve yandaşları Sırpların seçilmiş travması olan Kosova Savaşı’nı 28 Haziran 1389, yeniden harekete geçirdiğinde35, bu Avrupa’da yirminci yüzyıl sonlarında soykırımlara neden olmuştur. 

Jack The Ripper ya da Ted Bundy gibi seri katillerin kurbanlarını kırmızı bir eşarpla boğarak öldürdüğünü düşünün. Ayrıca bu böyle bir katilin yakalanıp hapse atıldığını da düşünün. Onun suç aleti olan kırmızı atkıya ne olur? Delil olarak kullanildiktan sonra bir mahkeme ya da karakol binasında tozlu bir kutuya konup bodruma kaldırılır. Kısacası hiç kimse öldürmek için bu suç aletini tekrar kullanmaz. 

Buradan tekrar Miloseviç’e dönelim. 11 Mart 2006’da, Birleşmiş Milletler onu toplu katliamların sorumlusu olmaktan soruşturduğu sırada öldü. Onun ‘kırmızı 
eşarp’ı sadece bir kişiye değil geniş gruba ait oldugu icin gelecekte tekrar kullanılması mümkün mü? Miloseviç, Prens Lazar-Kosova Savaşı’nda Osmanlıların başını kestigi Sırp lider- ve Kosova Savaşı’nı akıllarda yeniden canlandıran ilk kişideğildi. Örneğin; 28 Haziran 1914’te Kosova Savaşı’nın yıldönümünde, Gavrilo Princip adındaki bir Sırp, Avusturya-Macaristan Arşidükü Francis Ferdinand ve eşine suikast düzenledi ve böylelikle I. Dünya Savaşı başladı. 

Bir devlet içinde ya da devletler arası eski “düşman” grupların barış içinde birlikte var olabilmeleri için ne yapılabilir? 

Özrü ifade etmek ve af dilemek her zaman iyi sonuçları ortaya çıkartmaz. Öyle bazı özürler vardır ki çok samimidir, diğer bazıları ise boş jestlerden başka türlü  algılanmaz. Özür veaf dileme, sihirli diplomatik ya da politik sonuçlar doğuracakmış gibi düşünülmemelidir. Özür veaf dileme olgusu kişilerin yas tutma gibi mecburi durumları göz önüne alınmadığında tam olarak anlaşılamaz. 

Yas tutma süreci, kaybedilen kişi ya da nesnenin eşlik eden hisleriyle, kaybedildiğinin kabul edilip, duygular(üzüntüden suçluluğa kadar çok geniş bir yelpazede olabilir) yatışana kadar ayrıntılı bir biçimde düşünülmesi, kaybedilen kişi veya nesnelerin zihinsel eşleri sadece birer değerli anı haline geldiğinde, toplumsal iyileşme ve af dileme gerçekleşebilir. Resimler, filmler, şiirler, romanlar ya da konferanslar toplumsal yas sürecini açmak için yardımcı olur. Geniş grubun yasla baş edebilmek için kullandığı bir diğer yol da ağır travma ya da atalarının ağır travmalarına ait anıt inşa ettirmek, travmatize toplumun yas tutmasına yardımcı olur.36 

Geniş grupları anlamaya çalışmak; yıldırıcı bir iştir, belki başa çıkılamayanla başa çıkmaya çalışmanın bir büyük çabasıdır.37Son otuz yıldır, geniş grup psikolojileriyle ilgili değişik görünümleri öğrendikçe, ben de yukarıdaki bu görüşün doğruluğunu anladım. Yine de, baş edilmesi çok zor gibi görünen bazı geniş grup uyuşmazlıklarının, psikanalitik bilgiden yararlanarak yaklaşılan diplomatik stratejiler uygulanarak halledilebileceğini fark ettim. Virginia Üniversitesi’nde Zihin ve İnsan İlişkileri Çalışma Merkezinde (CSMHI) (2005’te kapandı), ben veçalışma arkadaşlarım geniş grup kimliğini göz önünde tutarak bazı stratejiler geliştirdik. 

Bunlar üzerinden gayri resmi diplomatik, Ağaç Modeli dediğimiz veetkili olması yıllar alan38bir yöntem geliştirdik. Ağacın kök, gövde ve dalları, bu modelin 
üç fazını temsil ediyor. 

İki karşıt grubun üyelerinden derin psikanalitik mülakatlarla bilgi alınan ilk fazda, karşıt gruplar arasındaki farkında olunan ya da olunmayan temel görüşler 
anlaşılmaya başlanır. 

İkinci fazda, karşıt taraflardan aynı 15-20 temsilci kişi, psikanalitik açıdan bilgili bir hızlandırıcı grup eşliğinde birkaç yıl süren, birkaç günlük bir dizi görüşme 
yaparlar. Tüm üyelerin hazır bulunduğu geniş oturumlar olsa da çoğunluğu, hızlandırıcı ekip eşliğinde küçük gruplar halinde olur. Karşıt geniş grupların katılımcıları kendi kabile, etnik, milli, dini, ideolojik gruplar adına konuşmacı olurlar. 

İki geniş grup çatışma halinde olduğu zaman, düşman olarak algılanan grup açıkça gerçek bir nitelik taşımakla birlikte, aynı zamanda hayali bir yapısı da bulunmaktadır. 

Eğer katılımcılar bu hayali tehlikeleri o anki var olan konulardan ayrılabilirse, barış için atılan adımlar ve yapılan müzakereler daha gerçekçi hale gelir. 
Psikopolitik diyaloglar, tarihi dertlerin ortaya döküldüğü, algıların, korkuların, duyguların dile getirildiği ve önceden kalan saklı uzlaşma için gerekli aşılması gerekli psikolojik engelleri yüzeye çıkarma süreci haline gelir. Burada amaç, geçmiş tarihi olayları, büyük grupların kimliği ve kültürleri arasındaki farklılıkları silmek değil, ilişkilerde şiddetin ortaya çıkmasını engellemek üzere ilişkileri arındırarak deyim yerindeyse detoks etkisi yapar. 

Düşmanların bir arada barışçıl şekilde yaşaması için ortaya konan politik ve diplomatik çabalar-böyle zamanlarda topluluklar değişikliği istiyormuş gibi görünse de paylaşılan, hissedilen ya da gizlenen kaygıyı ve buna bağlı olarak barışın önünde engel oluşturmuş psikolojik öğeleri provoke eder; çünkü bunlar var olan geniş grup kimliğini tehdit eder. Düşmanların akut uyuşmazlıklarında karşıt grupların kaygısını ele almak için hızlandırıcı grup, iki temel prensibi göz önünde bulundurur. 

1) İki karşıt geniş grubun kimlik farklılıklarının sürdürülmesi gerekliliği (aynı olmama prensibi) 
2) İki karşıt grup aralarında belirli bir psikolojik sınır tanımlama ihtiyacı gerekliliği. 

Eğer düşmanların aralarında politik bir sınır var olursa, aşırı psikolojik hale gelir. Her iki prensip de geniş gruptaki insanların dışlama, yansıtma ve istenmeyen 
öğeleri ötekine yükleme eğilimleri ile ilişkilidir. İnsanların öteki’nin çadırının üstüne çamur fırlattığını ve bunun izinin kaldığını hayal edersek, burada ayrıca atan tarafa çamurun geri gönderileceğine dair bir endişe de olur. Bu iki prensip de çamurun tekrar atılmasını engelleme yönünde çabalardır ve böylelikle geniş grup kimliğinin uyumlu kalmasına yardım edilir. 

Farklılıklarla meşgul olmak iki karşıt grup arasındaki psikolojik sınırı artırır gibi görünse de aslında bu farklılıkları vurgulamak iki grubun yutulma korkusunu 
azaltmaya yarar. Buradaki hızlandırıcı ekibin stratejisi bu noktada diğer ekiplerden ayrılır; bu ekip diğerleri gibi iki karşıt grubun barış sağlaması için birbirlerini ‘sevme’leri gerektiğini düşünmez. 

Her iki sosyal gruptan katılımcılar arasındaki psikopolitik diyalogda gruplar birbirlerine birden yaklaşabilir. Bazen de bir grubun aniden uzaklaşması söz konusu olabilir, tıpkı bir akordeonun hareketi gibi yakınlaşıp uzaklaşabilirler. 
Bu davranışın altında yatan şey, katılımcıların geniş grup kimliklerini korumak için, ‘düşman’ gruba karşı agresyonlarını kabul ya da reddetmeleridir. Eğer hizlandirici ekip bu ‘akordeonun çalmasına’ müsaade etmezse, gerçek sorunlar konuşulamaz ve çözülemez. 

Hızlandırıcı ekip, görüşmelerin erken döneminde daha önce bahsettiğim geniş grup kimliği konularını, ele alabilmek için büyük çaba sarf etmek durumundadır. 
Bu sırada geniş grup kimliğine karşı tehditler, geniş grubun tarihsel olaylarla ilişkili, paylaşılan zihinsel temsilleri, geçmişteki olayların imajları ve kuşaktan kuşağa aktarımlar göz önünde bulundurulmalıdır ki etkili müzakereler yapılabilsin. Psikopolitik diyalogların önemli bir amacı da; geniş grubun güncel sorunu ile, atalarının sorunları arasına mesafe koyarak güncel sorunların tartışılmasında daha gerçekçi müzakereler yapılmasını sağlamaktır. Elbette bunu yaparken ataların travması unutulmaz veya göz ardı edilmez, bilakis bu travmaların zihinsel temsillerinin geniş grup kimliğinin temel belirteçleri haline gelmesi anlaşılmaya çalışılır. 

Son fazda hızlandırıcı ekip kazanılan iç görüyü topluma/hedef kitleye belli programlar aracılığıyla ulaştırmalı, anlatmalıdır. Ortak eylemler, programlar, yasal değişiklikler aracılığıyla kazanılan iç görüyü geniş toplumsal düzeyde geliştirmelidir. 

Böylelikle öğrenilenler uygulanır ve beraber daha barışçıl şekilde var olunabilir. 


DİPNOTLAR;

1 Volkan, Vamık (1988), The Need to Have Enemies and Allies: From Clinical Practice to International Relationships. Northvale, NJ: Jason Aronson; Volkan, Vamık (1997), Volkan, V.D. 1997. Bloodlines: From Ethnic Pride to Ethnic Terrorism. New York: Farrar, Straus and Giroux; Volkan, Vamık (2004), Volkan, V.D. 2004.Blind Trust: Large Groups and Their Leaders in Times of Crises and Terror. Charlottesville, VA: Pitchstone Publishing; Volkan, Vamık (2006a), Volkan, V. D.2006 a.Killing in the Name of Identity: A Study of Bloody Conflicts. Charlottesville, VA: Pitchstone Publishing. 
2 Freud, Sigmund (1921), Group psychology and the analysis of the ego. Standard Edition, 18:63-143. London: Hogarth Press, s. 57.
3 Glass, J. (1989). Private Terror/Public Life: Psychosis and Politics of Community. Ithaca, NY: Cornell University Press; Volkan, 
Vamık (1995) Volkan, V.D. 1995. The Infantile Psychotic Self: Understanding and Treating Schizophrenics and Other 
Difficult Patients. Northvale, NJ: Jason Aronson. 
4 Fonagy, P (2001) Attachment Theory and Psychoanalysis. New York: Other Press; Fonagy, P. and Target, M. (1997) Attachment 
and reflective functions: Their role in self-organization. Developmental Psychopathology, 9:679-700; Lehtonen, J. 
(2003) The dream between neuroscience and psychoanalysis: Has feeding an infant impact on brain function and the capacity 
to create dream images in infants? Psychoanalysis in Europe, 57:175-182. 
5 Emde, Robert. (1991). Positive emotions for psychoanalytic theory: Suprises from infancy research and new directions. 
Journal of the American Psychoanalytic Association (Supplement), 39:5-44. 
6 Bloom, Paul. (2010). How Pleasure Works: The New Science of Why We Like What We Like.New York: W. W.Norton 
7 Erikson, Erik. (1966). Ontogeny of ritualization. InPsychoanalysis: A General Psychology, eds. R. M. Lowenstein, L. M. 
Newman, M. Schur, and A. J. Solnit, pp. 601-621. New York: International Universities Press. 
8 Kernberg, Otto. (1976). Object Relations Theory and Clinical Psychoanalysis. New York: Jason Aronson.; Volkan, Vamık. 
(1976).Primitive Internalized Object Relations: A Clinical Study of Schizophrenic, Borderline and Narcissistic Patients. New 
York: International Universities Press. 
9 Stern, Daniel. (1985). The Interpersonal World of the Infant: A View from Psychoanalysis and Developmental Psychology. New York: Basic Books. 
10 Volkan, (1988). A.g.e. 
11 Erikson, Erik. (1956). The problem of ego identity. Journal of the American Psychoanalytic Association, 4:56–121. 
12 Kakar, S. (1996).The Colors of Violence: Cultural Identities, Religion, and Conflict. Chicago: University of Chicago Press. 
13 Blos, Peter. (1979). The Adolescent Passage: Developmental Issues, New York, International Universities Press. 
14 Bkz:Volkan, (1988). A.g.e. 
15 Erikson, Erik. (1966), Ontogeny of ritualization. InPsychoanalysis: A General Psychology, eds. R. M. Lowenstein, L. M. 
Newman, M. Schur, and A. J. Solnit, pp. 601-621. New York: International Universities Press,p.606. 
16 Boyer, L.B. (1986). One man’s need to have enemies: A psychoanalytic perspective. Journal of Psychoanalytic Anthropology, 9:101-120. 
17 Stein, Howard (1990), The international and group milieu of ethnicity: identifying generic group dynamic issues. Canadian 
Review of Studies in Nationalism, 17:107-130, s.118. 
18 Freud, (1921), a.g.e.s.18:63-143 
19 Bkz:Volkan, (2004). A.g.e., Volkan, (2006a). a.g.e. 
20 Çevik, Abdülkadir. (2003). Globalization and identity. InViolence or Dialogue: Psychoanalytic Insights to Terror and Terrorism, 
eds. S. Varvin and V. D. Volkan, pp.91-98. London: International Psychoanalysis Library. 
21 Apprey, Maurice. (1993). The African-American experience: Forced immigration and transgenerational trauma. Mind and 
Human Interaction, 4:70-75; AppreY, Maurice. (1998). Reinventing the self in the face of received transgenerational hatred 
in the African American community. Mind and Human Interaction, 9:30-37. 
22 Weber, Max. (1923).Wirtschaft und Geselschaft (Economy and Society). 2 vols. Tübingen, Germany: J. C. B. Mohr.; Abse, 
D.W. and R. B. Ulmann. (1977). Charismatic political leadership and collective regression. InPsychopathology and Political 
Leadership, ed. R. S. Robons, pp.35-52. New Orleans: Tulane University Press; Zaleznick, A. (1984). Charismatic and consensus 
leaders: A psychological comparison. InThe Irrational Executive, ed. M. R. F. Kets de Vries, pp.122-132. New York: International Universities Press; Volkan, Vamık ve Itzkowitz, Norman. (2011). Atatürk/Anatürk: Yaşamı, İç Dünyası, Yeni Türk Kimliğinin Yaratılışı ve Bugünkü Türkiye’deki Kimlik Sorunları. İstanbul: Alfa. 
23 Wofenstein, M. and Kliman, G. (1965). Children and the Death of a President: Multi-disciplinary Studies. Garden City, NY: Doubleday. 
24 Erlich, H.S. (1998). Adolescents’ reactions to Rabin’s assassination: A case of patricide? InAdolescent Psychiatry: Developmental and Clinical Studies, ed. A. Esman, pp.189-205. London: The Analytic Press.; Raviv, A., A. Sadeh, A. Raviv, O. Silberstein, and O. Diver. (2000). Young Israelis’ reactions to national trauma: The Rabin assassination and terror attacks. Political Psychology, 21:299-322. 
25 Volkan, Vamık. (1997). Bloodlines: From Ethnic Pride to Ethnic Terrorism. New York: Farrar, Straus and Giroux. 
26 Lifton, R. and E. Olson (1976). The human meaning of total disaster: The Buffalo Creek experience. Psychiatry, 39:1-18. 
27 Freud, A. and D. Burlingham. (1942). War and Children. New York: International Universities Press. 
28 Volkan, V. D. (2006b). What some monuments tell us about mourning and forgiveness. InTaking Wrongs Seriously: Apologies and Reconciliation, eds. E. Barkan and A. Karn, pp.115-131. Stanford, CA: Stanford University. 
29 Kestenberg, Judith. (1982).A psychological assessment based on analysis of a survivor’s child. InGenerations of the Holocaust, eds. M. S. Bergman and M. E. Jucovy, pp.158-177. New York: Columbia University Press. 
30 Klein, Melanie. (1946).Notes on some schizoid mechanisms. InDevelopment of Psychoanalysis, ed. J. Riviere, pp. 292-320. London: Hogarth Press. 
31 Poznanski, E. O. (1972). The “replacement child”: A saga of unresolved parental grief. Behavioral Pediatrics, 81:11901193; Cain, A. C. and R. C. Cain. (1964). On replacing a child. Journal of the American Academy of Child Psychiatry, 3:443456; Volkan, V.D. and G. Ast. 1997. Siblings in the Unconscious and Psychopathology. Madison, CT: International Universities Press. 
32 Ersoy, M. A. (1998). Chosen traumas of the Alavis in Anatolia. Mind and Human Interaction, 9:38-51, p.49. 
33 Hollander, N. (2010). Uprooted Minds: Surviving the Political Terror in the Americas. New York: Taylor & Francis. 
34 Markides, K. C. (1977). The Rise and Fall of the Cyprus Republic. New Haven: Yale University Press, p.10-11. 
35 Volkan, V.D. (1997). Bloodlines: From Ethnic Pride to Ethnic Terrorism. New York: Farrar, Straus and Giroux. 
36 Bkz: Volkan, a.g.e. (2006b). 
37 Shapiro, E. and W. Carr. (2006). Those people weresome kind of solution: Can society in any sense be understood? Organizational & Social Dynamics, 6:241-257. 
38 Bkz: Volkan, v.d, (1988). a.g.e., Volkan, V.D. (2006a). a.g.e. 


KAYNAKÇA 

Abse, D. W. and R. B. Ulmann. 1977. Charismatic political leadership and collective regression. InPsychopathology and Political Leadership, ed. R. S. Robons, 
pp.35-52. New Orleans: Tulane University Press. 
Apprey, M. 1993. The African-American experience: Forced immigration and transgenerational trauma.Mind and Human Interaction, 4:70-75. 
Apprey, M. 1998. Reinventing the self in the face of received transgenerational hatred in the African American community. Mind and Human Interaction, 
9:30-37. 
Bloom, P.2010.How Pleasure Works: The New Science of Why We Like What We Like.New York: W. W.Norton 
Boyer, L. B. 1986. One man’s need to have enemies: A psychoanalytic perspective. Journal of Psychoanalytic Anthropology, 9:101-120. 
Cain, A. C. and R. C. Cain. 1964. On replacing a child. Journal of the American Academy of Child Psychiatry, 3:443-456 
Çevik, A. 2003. Globalization and identity. InViolence or Dialogue: Psychoanalytic Insights to Terror and Terrorism, eds. S. Varvin and V. D. Volkan, pp.91-98. 
London: International Psychoanalysis Library. 
Emde, R. 1991. Positive emotions for psychoanalytic theory: Suprises from infancy research and new directions. Journal of the American Psychoanalytic Association 
(Supplement), 39:5-44. 
Erikson, E. H. 1956. The problem of ego identity. Journal of the American Psychoanalytic Association, 4:56–121. 
Erikson, E. H. 1966. Ontogeny of ritualization. InPsychoanalysis: A General Psychology, eds. R. M. Lowenstein, L. M. Newman, M. Schur, and A. J. Solnit, 
pp. 601-621. New York: International Universities Press. 
Erlich, H. S. 1998. Adolescents’ reactions to Rabin’sassassination: A case of patricide? In Adolescent Psychiatry: Developmental and Clinical Studies, ed. A. 
Esman, pp.189-205. London: The Analytic Press. 
Ersoy, M. A. 1998. Chosen traumas of the Alavis in Anatolia. Mind and Human Interaction, 9:38-51. 
Fonagy, P.2001.Attachment Theory and Psychoanalysis. New York: Other Press. 
Fonagy, P. and M. Target. 1997. Attachment and reflective functions: Their role in self-organization.Developmental Psychopathology, 9:679-700. 
Freud, A. and D. Burlingham. 1942. War and Children. New York: International Universities Press. 
Freud, S. 1921. Group psychology and the analysis of the ego. Standard Edition, 18:63-143. London: Hogarth Press. 
Glass, J. 1989. Private Terror/Public Life: Psychosis and Politics of Community. Ithaca, NY: Cornell University Press. 
Hollander, N. 2010. Uprooted Minds: Surviving the Political Terror in the Americas. New York: Taylor & Francis. 
Kakar, S. 1996. The Colors of Violence: Cultural Identities, Religion, and Conflict. Chicago: University of Chicago Press. 
Kernberg, O. F.1976.Object Relations Theory and Clinical Psychoanalysis. New York: Jason Aronson. 
Kestenberg, J. S. 1982. A psychological assessment based on analysis of a survivor’s child. InGenerations of the Holocaust, eds. M. S. Bergman and M. E. Jucovy, 
pp.158-177. New York: Columbia University Press. 
Klein, M. 1946. Notes on some schizoid mechanisms. InDevelopment of Psychoanalysis, ed. J. Riviere, pp. 292-320. London: Hogarth Press. 
Lehtonen, J. 2003. The dream between neuroscience and psychoanalysis: Has feeding an infant impact on brain function and the capacity to create dream 
images in infants?Psychoanalysis in Europe, 57:175-182. 
Lifton, R. and E. Olson 1976. The human meaning of total disaster: The Buffalo Creek experience. Psychiatry, 39:1-18. 
Markides, K. C. 1977. The Rise and Fall of the Cyprus Republic. New Haven: Yale University Press. 
Poznanski, E. O. 1972. The “replacement child”: A saga of unresolved parental grief. Behavioral Pediatrics, 81:1190-1193. 
Raviv, A., A. Sadeh, A. Raviv, O. Silberstein, and O. Diver. 2000. Young Israelis’ reactions to national trauma: The Rabin assassination and terror attacks. Political 
Psychology, 21:299-322. 
Sells, M. A. 2002.The construction of Islam in Serbian religious mythology and its consequences. InIslam and Bosnia. ed. M. Shatzmiller, pp. 56-85. Montreal: 
McGill University Press. 
Shapiro, E. and W. Carr. 2006. Those people weresome kind of solution: Can society in any sense be understood?Organizational & Social Dynamics, 6:241257. 
Stein, H. F. 1990. The international and group milieu of ethnicity: identifying generic group dynamic issues. Canadian Review of Studies in Nationalism, 
17:107-130. 
Stern, D. N. 1985. The Interpersonal World of the Infant: A View from Psychoanalysis and Developmental Psychology. New York: Basic Books. 
Volkan, V.D. 1976.Primitive Internalized Object Relations: A Clinical Study of Schizophrenic, Borderline and Narcissistic Patients. New York: 
International Universities Press. 
Volkan, V.D. 1988.The Need to Have Enemies and Allies: From Clinical Practice to International Relationships. Northvale, NJ: Jason Aronson. 
Volkan, V. D. 1991. On “chosen trauma”. Mind and Human Interaction, 3:13. 
Volkan, V.D. 1995.The Infantile Psychotic Self: Understanding and Treating Schizophrenics and Other Difficult Patients. Northvale, NJ: Jason Aronson. 
Volkan, V.D. 1997.Bloodlines: From Ethnic Pride to Ethnic Terrorism. New York: Farrar, Straus and Giroux. 
Volkan, V.D. 2004.Blind Trust: Large Groups and Their Leaders in Times of Crises and Terror. Charlottesville, VA: Pitchstone Publishing. 
Volkan, V.D. 2006a.Killing in the Name of Identity: A Study of Bloody Conflicts. Charlottesville, VA: Pitchstone Publishing. 
Volkan, V. D. 2006b. What some monuments tell us about mourning and forgiveness. InTaking Wrongs Seriously: Apologies and Reconciliation, eds. E. Barkan and A. Karn, pp.115-131. Stanford, CA: Stanford University. 
Volkan, V.D. and G. Ast. 1997.Siblings in the Unconscious and Psychopathology. Madison, CT: International Universities Press. 
Volkan, V. D. and N. Itzkowitz. 2011..Atatürk/Anatürk: Ya.amı, İç Dünyası, Yeni Türk Kimliğinin Yaratılı.ı ve Bugünkü Türkiye’deki Kimlik Sorunları. Istanbul: Alfa. 
Weber, M. 1923. Wirtschaft und Geselschaft (Economy and Society). 2 vols. Tübingen, Germany: J. C. B. Mohr. 
Wolfenstein, M. and G. Kliman (eds.). 1965. Children and the Death of a President: Multi-disciplinary Studies. Garden City, NY: Doubleday. 
Zaleznik, A.1984. Charismatic and consensus leaders: A psychological comparison. InThe Irrational Executive, ed. M. R. F. Kets de Vries, pp.122-132. New York: International Universities Press. 


***