17 Mayıs 2020 Pazar

BİOTERÖRİZM

BİOTERÖRİZM




Togayhan Kutluk* 
Bahar Gürkaya Kutluk** 
Nurcan Kapucu***
* Kocaeli Üniversitesi, Kimya Mühendisliği Bölümü, 41380 Kocaeli, Türkiye; Alternatif Yakıtlar Araştırma Geliştirme Merkezi, Kocaeli Üniversitesi, 41040 Kocaeli, Türkiye.
togayhan.kutluk@kocaeli.edu.tr
** Kocaeli Üniversitesi, Kimya Mühendisliği Bölümü, 41380 Kocaeli, Türkiye, bgurkaya@gmail.com

*** Kocaeli Üniversitesi, Kimya Mühendisliği Bölümü, 41380 Kocaeli, Türkiye; Alternatif Yakıtlar Araştırma Geliştirme Merkezi, Kocaeli Üniversitesi, 41040 Kocaeli, Türkiye, nurcan.kapucu@kocaeli.edu.tr

Özet

Son yıllarda silahlanma faaliyetlerindeki en önemli gelişme, kitle imha silahları olarak tanımlanan ve geniş insan kitlelerini öldürmeyi hedefleyen nükleer, kimyasal ve biyolojik silahlardır [1]. 

Biyolojik silahların, kolay ve ucuz elde edilmeleri, etkilerinin kalıcı ve giderek sinsice artması gibi özelliklerinden dolayı diğer kitle imha silahlarının yanı sıra daha cazip hale gelmektedir [2]. Biyolojik silahlar, yeryüzündeki canlı organizmalara en büyük zararı veren kitle imha aracıdırlar. Kimyasal silahlar,
tüm şiddet ve etkilerine karşın dağılmaları halinde ya da önlem alma durumunda daha az öldürücü etkiye sahiptirler. Fakat biyolojik silah olarak kullanılan bakterilerin, virüslerin ya da mantarların az bir miktarı kolayca yayılarak geniş kitleler için öldürücü etkiler yaratabilir. 

Biyoterörizm; hava, su, yiyecek ve çeşitli dağıtım sistemleri aracılığıyla biyolojik ajanların çevreye yayılması, kasıtlı olarak etki etmesi ve istenen kitlenin zarar görmesinin sağlanmasıdır. 

İyi bir biyoterörizm ajanı; ucuz ve üretimi kolay ve çok miktarlarda üretilebilmeli, öldürücü etkisi ve buluşıcılığı yüksek olmalı, çevre koşullarına dirençli olmalı, hava, su ve gıda yolu ile kolay yayılabilmeli, bununla birlikte depolaması kolay olmalıdır [3]. Biyolojik silahların kullanımı M.Ö. 300 yıllarına dayanmaktadır. 

Bu yıllarda Asurlular ve Yunanlılar düşmanlarını hasta etmek ve etkisiz bırakmak için içme sularına hayvan ölülerini atmışlardır. Biyolojik saldırıların günümüzde bir çok örneği bulunmaktadır ve ciddiyetini korumaktadır [1,3]. Biyolojik silahlar insanlara, hayvanlara, bitkilere ve biyolojik teçhizatlara karşı kullanılabilir. İnsanlığa karşı kullanılan biyolojik silahların başlıcaları bakteriler, virüsler ve mantarlardır[4].Tablo 1’de literatürde belirtilen önemli biyolojik ajanlar,
bulaşma yolları ve neden olduğu hastalıklar görülmektedir.


Tablo 1. Önemli biyolojik ajanlar, bulaşma yolları ve neden olduğu hastalıklar[5].

Tablo 1’den de görüldüğü gibi olası bir biyolojik saldırıda biyolojik ajanlar vucuda
çeşitli yollardan (solunum sistemi, sindirim sistemi, deri, göz) girerler. Biyolojik
silahların kullanılmasını önleyecek ya da kullanılması halinde etkisiz hale
getirebilecek pratik olarak kesin bir önlem yoktur. Bioterörizim amacıyla kullanılan silahların üretilmesi, depolanması ve kullanılması oldukça ucuz olmasına rağmen, korunma, tedavi yöntemleri oldukça pahalı ve zordur. Bioterörizm sonrasında etkilerini en aza indirmek için, eğitilmiş personele, kaliteli ve etkili koruyucu malzemelere, tespit ve teşhis araç gereçlerine ve çabuk organize olabilecek krizi iyi yönetebilecek birimlere ihtiyaç duyulmaktadır. Olası bir biyo saldırıda, korunmak için bireysel ve genel tedbirler alınmalıdır [6]. 

   Alınabilecek bireysel tedbirler; kişisel koruyucu ekipmanların kullanılması (maske gibi), kullanılacak her türlü malzemenin sterilizasyonunun yapılması, vucudun her bölümünün temiz tutulması ve yıkanması gibi sıralanabilir.

   Alınacak genel tedbirler; öncelikle yurdun genelinde aşı, serum, ilaç, hastane, doktor ve sağlık personeli yeterliliği, önceden sağlanması planlanan aşıların devamlı yapılması ve olası bir tehdite karşı sıhhı tedbirlerin alınması gibi özetlenebilir.

Biyolojik Silahlar Sözleşmesi 26 Mart 1972 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 
Bu sözleşme bir çok ülke tarafından imzalanmıştır. Türkiye ise 6 Ağustos 1974 tarihinde imzalamıştır.

Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlemelerine göre 43 milyondan fazla mikroorganizma türü insanlığa karşı biyolojik ajan olarak kullanılabilir.

Bunlardan en önemlileri şarbon, veba ve çiçektir. Biyolojik silahlar gelişmiş ülkelerin yanı sıra terörizme destek veren ülkeler arasında diğer ülkelere gövde gösterisi olarak ne yazık ki halen üretilmekte, depolanmakta ve kullanılmaya hazır halde bekletilmektedirler.

Kaynaklar;

1.Kumcu R., “Nükleer ve Kimyasal Saldırılarda Savunma Teknikleri” NBC Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığı.
2.Özkaya S.,”Biyolojik Silahlar ve Savaşlarda kullanımı”Yüksek Lisans Tezi Ege
Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı İzmir, 2010.
3.Özkan A.,T., Aksoy Ç.,Ü., “Biyolojik Silah Olarak Parazitler Ajanlar” Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi, 2006, Cilt 63, No 1,2,3 S : 79 – 84
4. Raber E, Carlsen T, Folks K, et al. How clean is clean enough? Recent
developments in response to threats posed by chemical and biological warfare agents. Int J Environ Health Res 2004;14:31-41.
5.Azap A.,” Biyoterörizm, Biyolojik ve Kimyasal Terörizmde Hastanelerde Emniyet ve Dekontaminasyon 4. Ulusal Sterilizasyon Dezenfeksiyon Kongresi – 2005
6. Hawley R.,J., Eitzen E.,J., “Protection against biological warfare agents”
Disinfection, Sterilization, and Preservation. 5th ed. Philadelphia: Lippincott
Williams&Wilkins, 2001:1161-7.

***

BÖLGESEL GÜVENLİK BAĞLAMINDA KARADENİZ HAVZASINDAKİ STRATEJİK REKABETİN ‘DÜNÜ-BUGÜNÜ-YARINI’ VE FRANSA’NIN BU REKABETTEKİ ROLÜ BÖLÜM 2

BÖLGESEL GÜVENLİK BAĞLAMINDA  KARADENİZ HAVZASINDAKİ STRATEJİK REKABETİN  ‘DÜNÜ-BUGÜNÜ-YARINI’  VE FRANSA’NIN BU REKABETTEKİ ROLÜ BÖLÜM 2




“2006 yılı sonuna kadar Türkiye’nin yürüttüğü harekâta 27 Aralık 2006
tarihinde Rusya Federasyonu da katılmıştır. 17 Ocak 2007’de Türkiye ve Ukrayna Deniz Kuvvetleri Komutanları Ukrayna’nın katılımına ilişkin protokol
imzalamışlardır. Bu harekâtın görevi yasadışı faaliyetlere karıştıklarından şüphe
duyulan ticari gemileri tespit etmek ve izlemektir.”13

Bundan başka; öncelikle Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin ve sonrasında diğer küresel ve bölgesel güçler anlamındaki aktörlerin Karadeniz’de çok uluslu askerî tatbikatların gerçekleştirilmesinin ne denli önemli olduğunu unutmamaları gerekmektedir.

Bununla ilgili olarak; 1997 yılından beri her sene düzenli olarak Ukrayna’da ve bu sene 2013 yılının Temmuz ayında Karadeniz’de (Ukrayna’da) ‘Deniz Meltemi 2013’ adlı bir askerî tatbikatın düzenlenmiş olduğunu belirtmekte fayda var. Sözkonusu tatbikat bölgedeki güvenlik ve istikrarı kalıcı hale getirmek amacıyla 12 gün sürmüş ve birleşik olarak kara-hava-deniz olarak gerçekleşmiştir. Tatbikat hakkında ayrıntılı bilgi sunan Harp Okulu Uluslar arası İlişkiler Bölümü eski başkanı ve halen Bilgesam Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Doç. Dr. Atilla Sandıklı:
“Deniz Meltemi 2013 gibi tatbikatların bölge donanmalarını bir araya getirmek
suretiyle bölgede barış ve istikrara hizmet ettiğini ve katılımcıların bölge realitesine yönelik ortak görüş ve çıkarları paylaştıklarını”14 dile getirmiştir. Devamında “Bu kadar önemli bir listede yer almak, ülkemizin kendi deneyimlerini paylaşmasının yanı sıra bölgenin kendini savunma kapasitesini de arttırmaktadır”15 demiştir. Yine bundan başka; diğer ülkeler gibi Türkiye’nin de Karadeniz Havzası’nın güvenliği sağlamak için; Avrupa Komşuluk ve Ortaklık Aracı kapsamında yürütülen ve Bulgaristan, Romanya, Yunanistan, Türkiye, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Moldova, Rusya ve Ukrayna’nın katıldığı programın ortak yönetim makamı Romanya Kalkınma ve Bayındırlık Bakanlığı’ dır. Programın Türkiye’de yürütülmesinden ise kısa adı TİKA olan Türk İşbirliği İdaresi ve Kalkınma Ajansı sorumludur.

Ukrayna

S.S.C.B’nin dağılmasından sonra kurulan Ukrayna, bir taraftan AB taraftarları öte yandan eskisi gibi Rusya’ya bağlanma isteğinde olanlar olmak üzere ülke olarak ikilem yaşamaktadır:

“Ukrayna ise Batıya entegre olmak isteyenlerle Rusya ile birlikte hareket etmek
isteyenler arasında mücadeleye sahne olmaktadır.”16
Bununla birlikte “Ukrayna bugün, NATO ile birlikte, kendini Rusya'ya karşı daha
güvenli görmektedir. Ukrayna’nın NATO içinde, olması ve Rusya’ya karşı bir tampon görevi üstlenmesi, aslında, Rusya'nın sıcak denizlere inme emellerine de bir sekte daha vurmaktadır.”17 Ayrıca, “Ukrayna, nüfusunu ve coğrafyasını göz önünde tutarak bir bölgesel güç olma isteğini de korumaktadır. Ancak siyasi ve ekonomik istikrarsızlık, Rusya’ya enerji bağımlılığı gibi etkenler bu isteğin gerçekleşmesine yönelik adımları engellemektedir. Öte yandan, Batılı kurumlarla bütünleşmeyi farklı dönem ve yollarda deneyen Ukrayna, özellikle batısındaki komşularıyla ilişkilerinde zaman zaman baskıcı ve yayılmacı sinyaller de verebilmektedir.”18

Gürcistan

Soğuk Savaş döneminin bitmesinden sonra:

“Gürcistan çok istikrarsız süreçlerden geçmiştir. Batıya entegre olmak isteyen
Gürcistan NATO üyesi olmayı hem güvenlik hem de dış politika yönelimi açısından istemektedir.”19

“Renkli devrimler Baltıklar-Karadeniz-Hazar Denizi hattında yeni bir güç
mücadelesinin başlangıcını oluşturmuştur. ABD bu çerçevede Karadeniz’e kıyısı olan iki devlette (2003’te Gürcistan ve 2004’te ise Ukrayna) renkli devrimleri desteklemiş ve bu ülkelerde Batı yanlısı rejimler iş başına gelmiştir. Ardından ise bu ülkenin öncülüğünde Baltıklar-Karadeniz-Hazar Denizi hattında Demokratik Devletler Birliği (DDB) kurulması çalışmaları başlatılmıştır. Bu girişim Rusya’nın öncülüğünde kurulan Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)’na ciddi bir darbe niteliğindedir.”20

Karadeniz Havzası’ndaki Stratejik Rekabette Fransa’nın Rolü

Nicolas Sarkozy Dönemi

Her ne kadar Fransa, Mitterand döneminde S.S.C.B’nin dağılması konusunda
dağılmaya karşı olarak yapıcı bir politika izlemiş de olsa, dağılmanın önüne
geçememiştir. Fransa’nın bu süreçte izlemiş olduğu politikanın amacı daha ziyade bu dağılmanın Avrupa’da yaratacağı olumsuz sonuçlarına meydan vermemek idi. Zira bu dönemde Avrupa’nın huzur ve refahı tehdit altında olup istikrarın kalıcılığı tehlikeye girebilirdi. İşte bütün bu kaygılarla Fransa, S.S.C.B’nin dağılmaması yönünde adımlar atmış ve Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerden biri olan Rusya ile olan o dönemdeki ilişkisini bu çerçevede geliştirmiştir.

Soğuk Savaş sonrası dönemde ise AB ile Rusya arasındaki ilişkiler hızlı bir şekilde başlamış ve kısa sürede büyük bir ivme kazanarak günümüze kadar süregelmiştir.
Birlik ile Rusya Federasyonu arasındaki ortak stratejik eylem planları doğrultusunda gerçekleştirilen müzakereler ve buna yönelik antlaşmalar bu ilişkinin daima sıcak kalmasına neden olmuştur. Ancak, Rusya’nın Gürcistan’a saldırısı nedeniyle ara verilen AB ile Rusya arasındaki ortaklık müzakereleri 14 Kasım 2008 tarihinde

Fransa’nın Nice kentinde gerçekleştirilen ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile Rusya Cumhurbaşkanı Dimitri Medvedev’in katıldığı AB-Rusya Zirvesi’nde yeniden başlatılmıştır.

Bununla beraber, AB’nin kurucu ülkelerinden Almanya ve Fransa’nın Rusya ile olan son yıllardaki ilişkileri ise kayda değerdir. Fransa, bu dönemde Rusya ile olan ilişkilerini biraz da Almanya ile yarış halinde olarak sürdürmektedir. Kimi
araştırmacıların ve dış politika uzmanlarının görüşleri, bilhassa Fransa’nın Rusya ile olan ilişkilerinde, Fransa’nın ABD tarafında değil, daha ziyade Rusya tarafında yer aldığını belirtir tarzdadır:

“Rusya’nın AB’nin önde gelen ülkelerinden olan Almanya ve Fransa ile olan ikili
ilişkilerine bakıldığında görülmektedir ki, bu ilişkiler Moskova açısından tatmin edici bir düzeydedir. Nitekim bu iki ülke ABD’nin Karadeniz politikalarını destekleyerek Rusya’yı dışlamaktansa, Rusya ile kendi çıkarları doğrultusunda ilişkiler geliştirmeyi tercih etmişlerdir.”21

Zaten Rusya da, Almanya ve Fransa’nın Karadeniz konusunda ABD tarafı yerine
kendi tarafında olmalarından memnun olduğu için, AB’nin kurucu ülkelerinden bu iki ülke ile olan ilişkisini her daim sıcak ve kalıcı tutmaya çalışmaktadır. Rusya’nın bundaki amacı AB’ni daha yakından tanıma isteğidir. Hatırlanacak olursa; Rusya’nın talebi üzerine 18 Ekim 2010 tarihinde Almanya, Fransa ve Rusya olmak üzere üç ülkenin Cumhurbaşkanları; Angela Merkel, Nicolas Sarkozy ve Dimitri Medvedev Deauville’de bir araya gelmişti. Bu üçlü zirvede, Rusya konseyi ve NATO arasında füze savunma sistemiyle ilgili işbirliğinin geliştirilmesi konusu ile Rus vatandaşlarının AB ülkelerini ziyareti sırasında yaşadığı vize sorunlarının ortadan kaldırılması hususu ve ortak güvenlik politikaları üzerinde durulmuştur. Ayrıca söz konusu zirvede; Fransa, Rusya ve Almanya içerisinde kişilerin, malların, hizmetlerin ve sermayelerin özgürce dolaştığı hukuk devleti ve demokrasi değerleri üzerine kurulmuş ortak bir alanın stratejik görüntüsünün desteklendiğinin altı çizilmiştir. Bununla beraber bu üç ülke, Avrasya ve Avro-Atlantik bölgelerindeki güvenlik sorunları üzerinde beraberce çalışacaklarına söz vermişlerdir.

   Bundan başka, çok yakın bir tarihte, 17 Haziran 2011’de gerçekleştirilen St.
Petersburg Ekonomik Forumu’nda Fransa, Rusya ile Mistral sınıfı savaş gemilerinin satışıyla ilgili olarak 1,7 milyar Euro’luk bir askerî antlaşma imzalamıştır. Antlaşma gereği Fransa sözkonusu gemileri Rusya’ya 2015 yılında teslim edecektir. Dolayısıyla bu antlaşma ile Rusya, AB içerisinde de varlığını hissettirmiş olacaktır. Zaten Rusya, Birliğin kurucu ülkelerinden Almanya ve Fransa ile kurmuş olduğu ilişkilerle daha öncesinden AB’de olup-biteni yakından takip etme şansını elde etmişti. Ayrıca Rusya, Fransa ile imzalamış olduğu bu antlaşma ile Karadeniz’in uluslararası bir deniz olduğunu bütün dünyaya bir kere daha hatırlatmış bulunmaktadır. Bu antlaşmanın Rusya’ya sağlayacağı en önemli avantaj ise şu olacaktır: NATO’nun Karadeniz ve Kafkasya’ya girişinin engellenmesi önemli ölçüde gerçekleştirilmiş olup, ABD’nin bölgedeki varlığı en azından bir süreliğine de olsa ertelenmiş olacaktır. 

Ancak yine de:

“Hazar bölgesi olarak tabir edebileceğimiz bu bölgede enerji kaynaklarının işletim hakları konusunda gösterilen mücadeleye Türkiye ve Rusya gibi bölge ülkelerinin yanısıra ABD, İngiltere ve Fransa gibi dünya güçlerinin de katılması ve bu ilk raundu büyük oranda ABD önderliğindeki Batılı şirketlerin kazanması, Rusya’nın kıskançlığını ve tahammül sınırlarını zorlamıştır. Ancak, aslında Türkiye gibi Rusya’nın bu konuda içinde bulunduğu ekonomik krizler sebebiyle fazla yapacağı bir şey yoktu ve bölgede parası olan büyük Batılı şirketler enerji kaynaklarından “aslan payını” almışlardı. Rusya, bu enerji kaynaklarından pay sahibi olma sürecinde Türkiye ile doğrudan çok ciddi mücadele etmemiştir. 

Zira, bu dönemde enerji kaynakları daha çok Batılı şirketlerin kontrolüne girmiştir. ”22

Bununla beraber, şu anda Rusya çok sayıda ülkenin enerji tedarikçisi konumunda bir ülkedir. Dolayısıyla, diğer Avrupa ülkeleri gibi Fransa’nın da Rusya ile enerji ve doğal gaz anlaşmaları mevcuttur. Zira Fransa, doğalgaz ihtiyacının %35’ini Rusya’dan karşılamaktadır. Bu nedenle Rus şirketi Gazprom ile Fransız şirketi Gaz de France arasındaki anlaşmanın süresi taraflarca onbeş yıl daha uzatılmıştır:

“Rusya’nın devlet tekelindeki şirketi ‘Gazprom’, Fransız ‘Gaz de France’ şirketi ile
var olan doğalgaz anlaşmasını, 2015 yılından 2030 yılına kadar uzatıp, Fransız
doğalgaz piyasasında doğalgaz tüketicisine doğrudan ulaşarak, konut ve işyerlerine doğalgaz satış yetkisini elde etmiştir.”23

Enerji konusuna gelince; Rusya’nın ve diğer Orta Asya ülkelerinin sahip olduğu
doğalgazın ve enerjinin Avrupa’ya nakli konusunda ülkemizin değeri bir kere daha bütün dünya tarafından açık ve net bir şekilde anlaşılmaktadır. Enerji nakil hattı konusunda gerek Nabucco Projesi ve gerekse Güney Akım Projesi ile yine konumu gereği ülkemiz dikkatleri üzerinde toplamaktadır. Türkiye’den geçmesi ve 2015 yılında devreye girmesi planlanan Güney Akım Projesi için, İtalyan’lar ve Alman’lardan sonra Fransız’ların da Éléctricité de France (EDF) adlı enerji
şirketleriyle projeye talip oldukları, Rus doğalgaz şirketi Gazprom’un CEO’su
Aleksey Miller tarafından dile getirilmiştir. Konuyla ilgili olarak:

“Güney Akım’ın geçeceği kendi ekonomik alanında jeolojik inceleme izni veren
Ankara, hattın inşası ile ilgili izin için Moskova’dan rapor beklemektedir. Samsun- Ceyhan petrol boru hattı, Mersin Akkuyu nükleer santrali, Mavi Akım ve diğer enerji alanlarında Rusya ile işbirliğini sürdüren Türkiye, hem Güney Akım hem de Nabucco’nun inşa edilebileceğini savunmaktadır..”24

Bu arada hemen belirtelim: özünde, Türkmenistan gazının Azerbaycan gazı ile
beraber Hazar Denizi’nin altına döşenecek bir boru hattıyla önce Türkiye’ye sonra oradan AB’ne ulaştırılması olan Nabucco Projesi 27 Haziran 2013’te iptal edilince yerine söz konusu gazın Yunanistan ve Arnavutluk üzerinden İtalya’ya ulaştırılmasını öngören ve inşaası 2019 yılında tamamlanacak olan Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi (TAP) geçmiştir.

Dolayısıyla Fransa, Türkiye’yi AB içerisinde görmek istemediğini her seferinde
çeşitli bahaneler sunarak ısrarla dile getirse de, bu durum kendisi açısından gelecekte zorluk yaşamasına neden olacaktır. Zira Fransa, Türkiye’nin Karadeniz’e kıyısı olan bir ülke olduğunu unutmaktadır:
“Sarkozy’nin siyasi miyopluğunu kanıtlayan ufuksuzluk tam da bu noktada kendini göstermektedir. Çünkü Türkiye’nin birlik içinde yer alması veya birlik dışında kalması bölgenin tüm ağırlık merkezinin, güvenli, istikrarlı ve müreffeh Orta ve Doğu Avrupa’ya doğru mu, yoksa nispeten güvensiz, yoksul ve istikrarsız Hazar Havzası ve ötesine doğru mu kaykılacağını tayin edecektir.”25
Bununla beraber Fransa’nın, Türkiye’nin KEI’deki rolünü de unutmaması lehine
olacaktır.

Sonuç olarak Fransa, Türkiye ile olan ilişkilerini gerek AB’nin genişleme
politikası çerçevesinde, gerekse kendisinin belirlemiş olduğu Karadeniz politikası ve Kafkasya stratejisinde ve gerekse yakın zamanda Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin NATO’ya üye olacağını hesaba katarak bir kere daha gözden geçirmelidir.

Fransa’nın ilişki kurduğu Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerden biri de Gürcistan’dır.
Gürcistan aynı zamanda bir Güney Kafkasya ülkesidir. Ne ilginçtir ki Gürcistan’ın
toprak bütünlüğünün kalıcı olması onun Rusya ile kurduğu ilişkiye bağlıyken, 2008 yılında Rusya Gürcistan’a saldırmış ve beş gün süren bir çatışma yaşanmıştır. İşte tam da bu süreçte Fransa, Rusya ile Gürcistan arasında arabuluculuğa soyunmuştur. Bizzat Nicolas Sarkozy tarafından ateşkese çağrılan Rusya, askerlerini Gürcistan’dan çekme taahhüdüne uyarak savaşa son vermiştir.

Gürcistan Cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili, 2010 yılının Haziran ayında Fransa’yı ziyaret etmiş ve bu ziyaretinde Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile NATO, İsrail ve mevcut genel sorunlar üzerinde müzakerelerde bulunmuştur. 2011 yılının Ekim ayında ise Sarkozy’nin Güney Kafkasya ülkelerini ziyaret edeceği Gürcistan’ın Fransa büyükelçisi Mamuka Kudava tarafından belirtilmiş ve bu ülkelerden Gürcistan’a yapacağı ziyaretin ise dikkatle izleneceği dile getirilmiştir.

Sonuç

Batıdan doğuya 1200 km, kuzeyden güneye ise 600 km’lik bir alana yayılmış
olan Karadeniz’de Soğuk Savaş döneminde var olan müttefiklik anlayışı bu dönem sonrasında yerini çok uluslu ve çok zeminli bir stratejik rekabete bırakmıştır. Ancak Karadeniz Havzasında ki genel manzara bu şekilde görülse de, yeryüzünün bu bölgesinde aslında yine iki süper gücün güç mücadelesi içerisinde olduğu görülmektedir. 

Bu bağlamda genel bir değerlendirme yapılacak olursa Karadeniz Havzası:

“Enerji jeopolitiğinin hem kaynak hem de erişim odağıdır. Çok taraflı mücadelenin sahnesidir. Soğuk Savaş döneminin iki süper gücünün yeniden eskiyi hatırlatırcasına doğrudan karşı karşı geldikleri potansiyel çatışma alanıdır. ABD açısından Avrasya egemenliği hedefinin jeopolitik düğüm noktalarından biridir. 
Bu anlamda Karadeniz, Avrasya mücadelesinin en önemli sinir uçları arasındadır.”26

Küresel güç aktörlerinden ABD’nin ve beraberinde emperyalizminin bir anlamda
Güney-Doğu Avrupa’ya diğer bir ifade ile Balkanlar’a NATO aracılığıyla
yerleşmesinden sonra, benzer taktikin ABD tarafından Karadeniz bölgesi için de
sergileneceği düşünülmektedir.

Bir diğer küresel güç aktörlerinden AB’nin ve onun içerisinde yer alan Fransa’nın
Karadeniz Havzası’ndaki çıkarları ve bu havzaya katkıları AB ve ABD ile paralel
olarak ilerlemektedir. Son dönem Fransız dış politikası, bilhassa Sarkozy iktidarı
döneminde geliştirilen dış politika, güvenlik odaklı olup, barışçıl ve aynı zamanda
arabuluculuğa yönelik tarzda ilerlemektedir. Bununla birlikte, her ülke gibi Fransa’nın da, çıkarlarını ön planda tutarak hareket ettiği düşünülürse, Karadeniz Bölgesi’ne ve Kafkasya’ya yönelik geliştirdiği politikaların AB’nin genişleme süreciyle ve ABD’nin bu bölgeye yerleşme zamanıyla paralel olarak ilerleyeceği söylenebilir. Ayrıca Sarkozy dönemindeki dış politika anlayışının De Gaulle tarzı dış politikanın bir tür devamcısı niteliğinde olduğu hesaba katılınca, ister istemez Fransa’nın bölgeye yönelik stratejilerini onun Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerle kuracağı ilişkiler belirleyecektir. Dolayısıyla Fransa, Senegal’den Pakistan’a kadar uzanan, bildik bir ifadeyle ise ‘Dakar’dan Peşaver’e kadar olan coğrafya’daki egemenliğine ilaveten küreselleşme sürecinin de sağladığı katkıyla yerinde duramayan ve kabına sığmayan bir Fransa olarak dış politika enstrümanlarının yönünü Karadeniz’e ve Kafkasya’ya doğru çevirecektir.

“Fransız parlamenterlerinin boğazların uluslar arası bir komisyon tarafından
yönetimine ilişkin tasarı hazırlıkları, Montrö Boğazlar Sözleşmesini fesih hakkı
bulunan ‘Montrö’ye akit devlet’ sıfatına sahip Romanya’nın ABD’nin ilgisine mahzar olması, ABD’nin Karadeniz’e kıyısı olan Balkan ülkelerinde yeni üsler oluşturması küresel ve bölgesel rekabetin Karadeniz’e yönelen ilgisinden Türkiye’ye yansıyan jeopolitik sorunlara verilebilecek örneklerdir. Karadeniz konusuna NATO’nun da müdahil kılınma arzusu, Türkiye açısından bir başka açmazdır. Görünen odur ki, Karadeniz ve Türk Boğazları Avrasya egemenlik arzularının mücadele sahası haline gelecektir. 

Bir kez daha Türkiye adına gerçekler tüm çıplaklığıyla ortadadır.”27

KAYNAKÇA

Alakbar Raufoğlu, Svetla Dimitrova, Paul Ciocoiu, “Karadeniz’deki Çok Uluslu
Askeri Tatbikat Güvenliği”, Setimes,
http://www.setimes.com/cocoon/setimes/xhtml/tr/features/setimes/features/2013/07/17/feature-04  (Erişim: 27 Ağustos 2013)

Ardan Zentürk, “Amerika ile Krizin Asıl Nedeni”, Star Gazetesi, 28 Şubat 2005.

Ferhat Özden, “Enerjide Devleşen Ülke Rusya”,
http://www.turkishrelations.com/rusya-federasyonu/enerjide-devle-en-ulke-rusya (Erişim: 23 Ağustos 2013)

Kamer Kasım, “Türkiye’nin Karadeniz Politikası: Temel Parametreler ve Stratejiler”,
http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/eVRqmB4CKUXHvPJTAUQF9U6skITPdp.pdf (Erişim: 03 Mart 2013)

Mesut Taştekin, “Türk-Amerikan İlişkilerinde AB’nin Rolü ve Önemi”,
http://www.habususlu.com/makale36.htm (Erişim: 15 Haziran 2007)

Mustafa Can, “Amerikan Donanması Karadeniz’de”, Ufuk Ötesi, Kasım 2008,
http://www.ufukotesi.com/yazigoster.asp?yazi_no=20060785 (Erişim: 09 Aralık 2008)

“Nabucco’nun Rakibi Güney Akım’a Fransızlar ve Almanlar da Ortak Oluyor”,
http://enerjienstitusu.com/2011/09/07/nabucconun-rakibi-guney-akim%E2%80%99afransiz-
ve-almanlar-da-ortak-oluyor/ (Erişim: 14 Eylül 2011)

Nuray Yusuf, “Rusya’nın Balkanlar Denkleminde Bulgaristan Politikası”,
http://btk.balgoc.org.tr/yazilar/nyusuf.html (Erişim: 19 Kasım 2011)

Özdem Sanberk, Murat Sungar, “Karadeniz Ekonomik İşbirliği veya Barış Mantığı”, Radikal, 5 Haziran 2007, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=223192
(Erişim: 15 Haziran 2007)

Sinan Oğan, “Küresel Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz ve Montrö Anlaşması”,
http://www.turksam.org/tr/a907.html (Erişim: 15 Haziran 2007)

Yalçın Sarıkaya, “Turuncuya Veda: Ukrayna’nın Kritik Seçimi”,
http://www.karam.org.tr/Makaleler/83105678_sarikaya.pdf   (Erişim: 15 Ağustos 2010)

Yaşar Hacıoğlu, “Karadeniz Jeopolitiğinden Türkiye’ye Yansıyanlar”,
http://www.turkpolitika.com/doryasar-hacihoglu-mainmenu-72/16-doryahaciho/542-doryahaciho (Erişim: 15 Mayıs 2012)


DİPNOTLAR;

1 HACIOĞLU Yaşar, Karadeniz Jeopolitiğinden Türkiye’ye Yansıyanlar,
   http://www.turkpolitika.com/doryasar-hacihoglu-mainmenu-72/16-doryahaciho/542-doryahaciho
2 OĞAN Sinan, Küresel Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz ve Montrö Anlaşması,
   http://www.turksam.org/tr/a907.html
3 OĞAN Sinan, Küresel Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz ve Montrö Anlaşması,
   http://www.turksam.org/tr/a907.html
4 CAN Mustafa, Amerikan Donanması Karadeniz’de,
   http://www.ufukotesi.com/yazigoster.asp?yazi_no=20060785
5 HACIOĞLU Yaşar, Karadeniz Jeopolitiğinden Türkiye’ye Yansıyanlar,
   http://www.turkpolitika.com/doryasar-hacihoglu-mainmenu-72/16-doryahaciho/542-doryahaciho
6 OĞAN Sinan, Küresel Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz ve Montrö Anlaşması,
   http://www.turksam.org/tr/a907.html
7 KASIM Kamer, Türkiye’nin Karadeniz Politikası: Temel Parametreler ve Stratejiler,
   http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/eVRqmB4CKUXHvPJTAUQF9U6skITPdp.pdf
8 OĞAN Sinan, Küresel Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz ve Montrö Anlaşması,
   http://www.turksam.org/tr/a907.html
9 OĞAN Sinan, Küresel Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz ve Montrö Anlaşması,
   http://www.turksam.org/tr/a907.html
10 HACIOĞLU Yaşar, Karadeniz Jeopolitiğinden Türkiye’ye Yansıyanlar,
     http://www.turkpolitika.com/doryasar-hacihoglu-mainmenu-72/16-doryahaciho/542-doryahaciho
11 CAN Mustafa, Amerikan Donanması Karadeniz’de,
     http://www.ufukotesi.com/yazigoster.asp?yazi_no=20060785
12 ZENTÜRK Ardan, “Amerika ile Krizin Asıl Nedeni”, Star Gazetesi, 28 Şubat 2005.
13 KASIM Kamer, Türkiye’nin Karadeniz Politikası: Temel Parametreler ve Stratejiler,
     http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/eVRqmB4CKUXHvPJTAUQF9U6skITPdp.pdf
14 RAUFOĞLU Alakbar, DİMİTROVA Svetla, CIOCOIU Paul, “Karadeniz’deki Çok Uluslu Askeri
    Tatbikat Güvenliği Arttırıyor”,
    http://www.setimes.com/cocoon/setimes/xhtml/tr/features/setimes/features/2013/07/17/feature-04
15 RAUFOĞLU Alakbar, DİMİTROVA Svetla, CIOCOIU Paul, “Karadeniz’deki Çok Uluslu Askeri
    Tatbikat Güvenliği Arttırıyor”,
    http://www.setimes.com/cocoon/setimes/xhtml/tr/features/setimes/features/2013/07/17/feature-04
16 KASIM Kamer, Türkiye’nin Karadeniz Politikası: Temel Parametreler ve Stratejiler,
    http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/eVRqmB4CKUXHvPJTAUQF9U6skITPdp.pdf
17 TAŞTEKİN Mesut, Türk-Amerikan İlişkilerinde AB’nin Rolü ve Önemi,
    http://www.habusulu.com/makale36.htm
18 SARIKAYA Yalçın, Turuncuya Veda: Ukrayna’nın Kritik Seçimi,
    http://www.karam.org.tr/Makaleler/83105678_sarikaya.pdf
19 KASIM Kamer, Türkiye’nin Karadeniz Politikası: Temel Parametreler ve Stratejiler,
    http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/eVRqmB4CKUXHvPJTAUQF9U6skITPdp.pdf
20 OĞAN Sinan, Küresel Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz ve Montrö Anlaşması,
    http://www.turksam.org/tr/a907.html
21 YUSUF Nuray, Rusya’nın Balkanlar Denkleminde Bulgaristan Politikası,
    http://btk.balgoc.org.tr/yazilar/nyusuf.html
22 OĞAN Sinan, Küresel Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz ve Montrö Anlaşması,
    http://www.turksam.org/tr/a907.html
23 ÖZDEN Ferhat, Enerjide Devleşen Ülke Rusya,
    http://www.turkishrelations.com/rusya-federasyonu/enerjide-devle-en-ulke-rusya
24 Nabucco’nun Rakibi Güney Akım’a Fransız ve Almanlar da Ortak Oluyor,
    http://enerjienstitusu.com/2011/09/07/nabucconun-rakibi-guney-akim%E2%80%99a-fransiz-vealmanlar-da-ortak-oluyor/
25 SANBERK Özdem, SUNGAR Murat, “Karadeniz Ekonomik İşbirliği veya Barış Mantığı”,
    http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=223192
26 HACIOĞLU Yaşar, Karadeniz Jeopolitiğinden Türkiye’ye Yansıyanlar,
    http://www.turkpolitika.com/doryasar-hacihoglu-mainmenu-72/16-doryahaciho/542-doryahaciho
27 HACIOĞLU Yaşar, Karadeniz Jeopolitiğinden Türkiye’ye Yansıyanlar,
     http://www.turkpolitika.com/doryasar-hacihoglu-mainmenu-72/16-doryahaciho/542-doryahaciho


***

BÖLGESEL GÜVENLİK BAĞLAMINDA KARADENİZ HAVZASINDAKİ STRATEJİK REKABETİN ‘DÜNÜ-BUGÜNÜ-YARINI’ VE FRANSA’NIN BU REKABETTEKİ ROLÜ BÖLÜM 1

BÖLGESEL GÜVENLİK BAĞLAMINDA  KARADENİZ HAVZASINDAKİ STRATEJİK REKABETİN  ‘DÜNÜ-BUGÜNÜ-YARINI’  VE FRANSA’NIN BU REKABETTEKİ ROLÜ BÖLÜM 1




Ayşim Parlakyıldız
* BİLGESAM Eski Stajyeri, Doktora Öğrencisi 



   Askerî, politik ve ekonomik müdahalelere tarihi boyunca açık halde bulunmuş olan ve günümüzde de açık halde bulunan Karadeniz; konumu gereği, Avrupa ile Kafkasya ve Orta Asya arasında köprü vazifesi gören ve aynı zamanda kuzey ülkelerini güney ülkeleriyle buluşturan bir coğrafyaya sahiptir. Bununla birlikte; İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı sayesinde bir ‘iç deniz’ olmaktan kurtulan Karadeniz;

“uluslararası bir deniz” olma özelliğine kavuşmuş ve böylelikle kendisine kıyı olan ve olmayan ülkeleri bir taraftan bir araya getirip huzur ve istikrar sağlarken, öte yandan bu ülkeler arasındaki çıkar çatışmaları, anlaşmazlıklar ve ihtilaflar nedeniyle onları birbirinden uzaklaşır hale getirmiştir. Bu nedenle yakın zamanda, tamamı AB’ne ve NATO’ya üye olacak ülkelere kıyı oluşturan Karadeniz’in; sadece ABD ile Rusya’nın değil, AB üye ülkelerinin de birbirleriyle güç mücadelesi içerisinde olacağı bir mekân haline dönüşeceği düşünülmektedir. Onun içindir ki; yeryüzünde belki de en çok barış, güven ve istikrar ortamının yaratılması ve bunun sürdürülebilir olmasının sağlanması gereken bölgelerden biri Karadeniz’dir.

AB genişleme politikası gereğince, AB’ne Bulgaristan ve Romanya’nın da dahil
olmasıyla, Birlik, artık Karadeniz’e de pencerelerini açmış bulunmaktadır.
Dolayısıyla Birliğin Kafkasya politikası açılan bu kapılar sayesinde şekillenirken bir yandan da AB’nin doğal kaynaklara duyduğu ihtiyacın giderilmesinde Karadeniz’in önemi daha da görünür hale gelmiştir. Özetle; bütün Avrupa’nın enerji ihtiyacının karşılanmasında özel bir yeri ve anlamı olan Karadeniz’in aynı zamanda Birliğin genişleme politikasına da dolaylı yoldan hizmet edeceği rahatlıkla söylenebilir. 

Bu bağlamda Avrupa Birliği’nin kurucu ülkelerinden biri olan Fransa’nın Karadeniz Bölgesi’ne ve Kafkasya’ya yönelik geliştirdiği politikaların AB’nin genişleme süreciyle ve ABD’nin bu bölgeye yerleşme zamanıyla paralel olarak ilerleyeceği söylenebilir. Fransa’daki düşünce kuruluşları, siyasetbilimciler ve dış politika uzmanları Fransız dış politikasınca belirlenen stratejiler ve politikalar çerçevesinde Karadeniz Bölgesi’ne yönelik gerçekleştirilecek bölgesel işbirliklerinde karşılaşılacak riskler ve kazanımlar üzerine çalışmalar yapmaktadır. KEİ’ne gözlemci ülke sıfatıyla katılan Fransa’nın Karadeniz’e uzanışı bölgeye kıyısı olan altı ülke; Rusya, Gürcistan, Ukrayna, Romanya, Bulgaristan ve Türkiye ile kurduğu ilişkiler sayesinde gerçekleşmektedir. 

Dolayısıyla Fransa’nın Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerle kuracağı
ilişkiler bölgeye yönelik geliştireceği stratejilerde belirleyici bir unsur olarak
karşımıza çıkacaktır.

Bu çalışmada Karadeniz’in önemi, bölgeye hâkim olan/olacak olan ülkeler üzerinden ve bölgesel güvenlik bağlamında ortaya koyulmaya çalışılacaktır.
Anahtar sözcükler: Bölgesel güvenlik, Karadeniz, KEİ, AB, Fransa.

Giriş

Rekabet kavramının gerçekleşmesinde temel etken hiç şüphesiz “insan”ın
kendisidir. Ancak işin içerisine mekânsal neden olarak “coğrafya”, zamansal neden olarak “tarih” ve hırsa değin neden olarak “insan” faktörünün girmesiyle bu kavram gündelik anlamının yanısıra farklı boyutlar kazanmış ve bilhassa uluslararası ilişkilerde ülkelerin arasındaki ilişkileri belirleyen temel unsurlardan biri olmuştur.

Dolayısıyla ister istemez her ülke belirli bir strateji geliştirme ihtiyacı duymuş ve yine buna bağlı olarak birtakım kaygılar nedeniyle ortaya güvenlik sorunu çıkmıştır.
Bölgesel ölçekte de olsa bütün dünya için önem arz eden bölgesel güvenlik anlayışı, geçmişte sorun oluşturmuş ve gelecekte de sorun oluşturabilecek olan yeryüzünün bazı bölgelerinde/merkezlerinde bugün halen daha tam anlamıyla olmasa da yerleşmiş bir haldedir. Bu nedenle bölgesel güvenlik anlayışının tam olarak yerleşmesi ve işlerlik kazanması için ülkeler arasında birtakım işbirlikleri, karşılıklı antlaşmalar ve geleceğe yönelik kısa ve uzun vadeli planlar yapılmaktadır. Yeryüzünde bölgesel güvenliğin tesis edilmesi, daha açık bir ifadeyle; belki de en çok barış, güven ve istikrar ortamının yaratılması ve bunun sürdürülebilir olmasını sağlanması gereken bölgelerden biri de Karadeniz’dir.

Askerî, politik ve ekonomik müdahalelere tarihi boyunca açık halde bulunmuş olan ve günümüzde de açık halde bulunan Karadeniz; konumu gereği, Avrupa ile Kafkasya ve Orta Asya arasında köprü vazifesi gören ve aynı zamanda kuzey ülkelerini güney ülkeleriyle buluşturan bir coğrafyaya sahiptir. Bununla birlikte; İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı sayesinde bir ‘iç deniz’ olmaktan kurtulan Karadeniz; “uluslararası bir deniz” olma özelliğine kavuşmuş ve böylelikle kendisine kıyı olan ve olmayan ülkeleri bir taraftan bir araya getirip huzur ve istikrar sağlarken, öte yandan bu ülkeler arasındaki çıkar çatışmaları, anlaşmazlıklar ve ihtilaflar nedeniyle onları birbirinden uzaklaşır hale getirmiştir. Bu nedenle yakın zamanda, tamamı AB’ne ve NATO’ya üye olacak ülkelere kıyı oluşturan Karadeniz’in; sadece ABD ile Rusya’nın değil, AB üye ülkelerinin de birbirleriyle güç mücadelesi içerisinde olacağı bir mekân haline dönüşeceği düşünülmektedir.

Karadeniz Havzası’ndaki Stratejik Rekabet

Bugün Karadeniz; kendisine kıyı olan ve olmayan ülkeleri bir taraftan bir
araya getirip huzur ve istikrar sağlarken, öte yandan bu ülkeler arasındaki çıkar
çatışmaları, anlaşmazlıklar ve ihtilaflar nedeniyle onları birbirinden uzaklaşır hale
getirmiştir. Bu nedenle yakın zamanda, tamamı AB’ne ve NATO’ya üye olacak
ülkelere kıyı oluşturan Karadeniz’in; sadece ABD ile Rusya’nın değil, AB üye
ülkelerinin de birbirleriyle güç mücadelesi içerisinde olacağı bir mekân haline
dönüşeceği düşünülmektedir. Şu durumda Karadeniz’in önemi, bölgeye hâkim
olan/olacak olan ülkeler üzerinden ve bölgesel güvenlik bağlamında bir kere daha görünür hale gelmektedir.

“Karadeniz jeopolitiğine odaklanan mücadele kabaca üç unsura dayalıdır. Üsler,
boru hatları ve boğazlar olarak tanımlanabilecek bu üç unsur küresel ve bölgesel
jeopolitiğin mücadele zeminidir.” 1

Karadeniz Havzası’ndaki stratejik rekabet pek çok yönden zaman zaman farklılıklar arz etse de kalıcı olarak bu rekabette rol alan başlıca aktörler şu başlıklar altında toplanabilir: ‘Küresel Güçler’, ‘Bölgesel Güçler’ ve ‘Uluslar arası Örgütler’. ‘Küresel Güçler’ başlığının altına ABD, AB ve Rusya Federasyonu girerken, ‘Bölgesel Güçler’ başlığının altına Karadeniz’e sınırı olan ülkeler girmektedir:

Türkiye, Ukrayna ve Gürcistan. Bu başlık altına Romanya ve Bulgaristan’ı dahil
etmeyiş nedenimiz bu iki ülkenin yakın zamanda da olsa AB ülkesine dönüşmüş
olmalarıdır. Bu nedenle onları ‘Küresel Güçler’ kapsamında, AB’nin içerisinde
değerlendirmek yerinde olacaktır.

Nihayetinde ‘Uluslar arası Örgütler’ başlığının altına ise NATO, AGİT, KEİT gibi
örgütler ve kısa adı GUAM olan; Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan ve Moldova
ülkelerinin bir araya geldiği örgüt girmektedir.

Karadeniz Havzası’ndaki Stratejik Rekabetin Dünü-Bugünü-Yarını 1990 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (S.S.C.B)’nin dağılıp yıkılmasıyla, daha yaygın bir ifade olan “Soğuk Savaş Dönemi”nin sona ermesiyle, Karadeniz Bölgesi’nin jeostratejik ve jeopolitik önemi daha da görünür hale gelmiş ve bölgedeki egemenlik mücadeleleri şekil ve boyut değiştirerek çok yönlü, karmaşık ve çetrefilli bir hal almıştır. Zira, artık S.S.C.B’den ayrı, bağımsız yeni devletler ortaya çıkmış ve dolayısıyla Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin sayısı çoğalmıştır. Bununla beraber, yaratılışından bu yana insanoğlu için her zaman bir tehdit unsuru oluşturan terör ve terör olayları da dikkate alındığında, -bilhassa dünyadaki stratejik mücadelelerin ve hesapların yapılmasında bazı değişikliklere yol açmış olan ABD’deki 11 Eylül Saldırısı- Karadeniz Havzası’nın stratejik anlamdaki öneminin mutlak bir şekilde idrak edilmesi zorunluluğu doğmuştur.

Günümüzde artık uluslar arası yapılanmanda Yeni Dünya Düzeni adlı sistem
egemen olmuş olsa da, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (S.S.C.B)’nin
dağılmasından sonra kurulmuş olan Rusya Federasyonu aslında halen daha tek
kutuplu dünya düzenini kabul etmemekte ve çok kutuplu bir dünya düzenini
arzulamaktadır. Belki doğru olan da budur. Zira, gücün tek elde toplanması insanlık tarihi boyunca olumlu sonuçlar doğurmamıştır. Ancak, Karadeniz Bölgesi’nde, tarihsel arka planına bakıldığında bölgeye yönelik köklü bilgi ve belgelere sahip olması nedeniyle bölgede en hâkim devlet olarak Rusya’nın bulunmuş olması bölgeye yönelik kalıcı güvenlik stratejilerinin yaratılmasında ister istemez onun söz sahibi olmasını sağlamaktadır. Rusya’nın bölgeye yönelik bu anlamdaki gücü ise Türkiye’nin girişimiyle oluşturulan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı sayesinde bir nebze de olsa azalma göstermiştir. Daha açık bir ifadeyle; KEİ sayesinde Rusya’nın bu anlamdaki gücü bir tekel oluşturmaktan ziyade gücün paylaşımına ve dağılımına yönelik bir hâl almıştır. Bu durum, Rusya’nın bu anlamdaki potansiyel gücünün yönetim şekli anlayışı ile bölgeye kıyısı olan ülkeler arasında paylaşımına neden olmuştur.

“Bölge devletleri arasında KEI örgütünden başka 1993 yılında BM ve AB’nin desteği ile kurulmuş Karadeniz Çevre Programı (Black Sea Environment Programme) vardır.
Yine benzer şekilde 1993 yılında AB, Avrupa-Kafkaslar-Asya Geçiş Koridoru’nun
(The Transport Corridor Europe-Caucasus-Asia) kurulmasını desteklemiştir. 1995’te kurulan Avrupa’ya Devletlerarası Petrol ve Gaz Aktarımı (Interstate Oil Gas Transport to Europe) da bir başka AB fonlu bölgesel programdır. Ancak AB
genişleyen yapısı ve bunun sonuçlarını kontrol etmek için geliştirdiği YKP
çerçevesinde daha geniş, şimdiye kadar yapılmış anlaşma ve ortaklıkları da içine
alabilecek şemsiye anlaşmalar ve programlar yapmak istemektedir.”2


Karadeniz Havzası’ndaki Stratejik Rekabette Küresel Güçler: ABD, AB ve Rusya


ABD

ABD, Karadeniz’de kendine yer açabilmek, daha doğru bir ifadeyle Karadeniz’e
girişini meşrulaştırabilmek için 11 Eylül saldırılarını kullanmıştır. Sözkonusu
meşrulaştırma çabası bu saldırılar sonrasında Karadeniz’de bir güvenlik boşluğu
olduğu iddiası üzerine kuruludur. Bu bağlamda, ABD, NATO bünyesinde Akdeniz’de faaliyet gösteren Aktif Çaba Operasyonu’nun Karadeniz’de de görev yapmasını istemektedir. Bununla beraber Karadeniz’deki bazı limanlarda ve Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerde askerî üsler kurmayı planlayan ABD, Büyük Ortadoğu Projesi (B.O.P)’tan sonra ikinci büyük projesi olan Kafkasya Projesi’ni bu yolla hayata geçirme arzusundadır. Ancak Kafkasya ile beraber Orta Asya için hazırladığı stratejisini bozan bazı ülkeler de olmamış değildir:

“Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra ekonomik olarak Avrasya bölgesine yerleşen
ABD’nin askeri olarak bu bölgeye yerleşmesi için gereken fırsatı 11 Eylül saldırıları sağlamıştır. Zira Afganistan operasyonları sebebiyle ABD Kafkasya ve Orta Asya’dan geçiş kolaylıkları ve askeri üsler elde etmeye başlamıştır. (Gerçi daha sonra Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) desteğini arkasına alan ve renkli devrimlerin kendisini de etkilemesinden korkan Özbekistan ABD üslerini ülkesinden çıkarmıştır.)”3

2005 yılında Romanya, ABD’nin topraklarında askerî üs kurmasına izin vermiştir.
Romanya’dan bir yıl sonra 2006 yılında Bulgaristan da ABD’nin 10 yıllık süre
içerisinde topraklarında üs kurmasını onaylamıştır.

“Önce Romanya, ardından da Gürcistan, Amerika’nın Karadeniz’de askeri varlık
göstermesi için kolları sıvamıştır. Bu sözü geçen iki devlet Rus deniz gücünün ancak Amerika desteği ile dengelenebileceğine inanmaktadır. Türkiye ve Rusya ise bu iki ülkenin gereksiz, zamansız debelenmelerini endişe ile izlemekte ve gelişmelerden rahatsızlık duymaktadır. Çünkü Karadeniz’deki bir A.B.D. donanması ne bölgedeki irtica sorununa, ne de Kafkas’lardan inen Petrolün emniyetinin sağlanmasına katkıda bulunacaktır. Bu donanmanın gelme talebi bile Rusya ve Türkiye’yi birbirine çekecektir. Rus’larla Türk’ler tarihlerinde ilk defa Türk boğazları ile ilgili hemfikir durumdadırlar, A.B.D. Donanması’nın Karadeniz’de işi yoktur.”4

Her ne kadar bölgede en eski NATO üyesi ülke olma sıfatını taşıyan ülke Türkiye de olsa, o, bu konuda, ABD’ye karşı hem endişeli hem de biraz mesafeli davranmayı yeğlemiştir. Zira, aksi halde Montrö Boğazlar Sözleşmesi tartışmalı bir hal alacaktır.

“ABD’nin Karadeniz hevesi, 1938 Montrö Boğazlar sözleşmesiyle dolayısıyla da
Türkiye’-nin çıkarlarıyla çelişmektedir. Ayrıca belirtilmektedir ki, ABD’nin
Karadeniz hevesi, Avrasya egemenlik hedefinin en önemli tasarımı olan Büyük
Ortadoğu Projesi’nin (BOP) bir parçasıdır. Buna göre BOP zemininde Türkiye’nin
ABD ile çelişen çizgileri giderek daha da belirginleşmektedir. Karadeniz ve Türk
Boğazları konusunda ABD kadar, Balkan ve AB ülkelerinin de tavrı Türkiye açısından giderek önem kazanmaktadır.”5

Montrö Boğazlar Sözleşmesi ABD’nin Karadeniz’e girişine engel teşkil ettiği sürece sözleşmenin değiştirilmesi yönünde çalışmalar sergileyecek olan ABD bu sefer NATO üyesi ülke sıfatıyla bölgeye giriş yapmayı deneyecektir:

“ABD’nin Karadeniz’de etkin olabilme düşüncenin gerçekleştirilmesinde en önemli engellerden birisi Montrö’dür. Bu anlaşma değişik senaryolar içinde eritilmeye ve değiştirilmeye çalışılmak istenmektedir. ABD için kısa vadede kendi bayrağı ile Karadeniz’e girememesi durumunda NATO bayrağı altında “yumuşak geçiş” planları da gündemdedir. Ancak Kremlin bundan büyük bir endişe duymaktadır. Özellikle de Karadeniz’in NATO’ya açılması durumunda Kırım’ın Türkiye’nin kontrolüne gireceği endişesi mevcuttur.”6

AB

Karadeniz Havzası’ndaki stratejik rekabette bir diğer küresel güç ise AB’dir. KEI
örgütünün yanı sıra 1993 yılında BM ve AB’nin desteği ile “Karadeniz Çevre
Programı (Black Sea Environment Programme)” kurulmuştur. AB, aynı yıl içerisinde,

“Avrupa-Kafkaslar-Asya Geçiş Koridoru (The Transport Corridor Europe-Caucasus- Asia)” ’nun kurulmasını desteklemiştir. Yine bunlardan başka, 1995’te kurulmuş ve AB fonlu bölgesel bir program olan “Avrupa’ya Devletlerarası Petrol ve Gaz Aktarımı (Interstate Oil Gas Transport to Europe)” da Karadeniz Havzası için önem taşımaktadır.

AB’nin genişleme politikası çerçevesinde, Güneydoğu Avrupa (Balkanlar) ülkeleriyle kendisi arasında yeniden şekillenen ilişki biçimi, ülkemize yönelik genişleme politikası ve Rusya Federasyonu ile stratejik ortaklık sayesinde Birlik Karadeniz’de de varlığını hissettirmektedir:

“AB, Karadeniz Boyutu (Black Sea Dimension) adı verilen bir yaklaşım ortaya
koymuştur. Romanya ve Bulgaristan’ın üyeliğiyle Karadeniz’e uzanan AB,
Karadeniz’de bir kurumsallaşmaya gitmeden bölgedeki üç politikayı koordine etmek istemektedir: Güney-Doğu Avrupa ve Türkiye’ye yönelik genişleme süreci, Rusya ile stratejik ortaklık ve bölgedeki beş ülke, Ukrayna, Moldova, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan ile Avrupa Komşuluk Politikası çerçevesi içerinde ikili yardım ve ticaret anlaşmaları.”7

Özetle AB; Romanya’yı ve Bulgaristan’ı Birliğe üye ülke yaparak Karadeniz’in batısında, Avrupa Komşuluk Politikası adı altında Ukrayna, Moldova,
Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan ile kurduğu ilişkilerle de orta ve doğu
Karadeniz’de egemenliği kurmak istemektedir.

Rusya

Karadeniz Havzası’ndaki stratejik rekabette aslan payını alan küresel güç ülkelerinden biri olan Rusya’nın Karadeniz’e olan iştahı aşikardır. Bu iştahın bir de ‘sıcak denizlere inme’ arzusuyla birleştiği düşünülürse, herhalde bugünkü Rusya’nın S.S.C.B dönemindeki o şaşaalı dönemini aratmayacak bir dönem yaşayacağını söylemek yanlış olmaz.

“ABD ortaya attığı ve kısaca “Büyük Ortadoğu Projesi” ile Kuzey Afrika’dan
Pakistan’a kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada dünyayı yeniden dizayn etmeye kalkışırken, Sovyetler Birliği’nin mirasçısı olan Rusya, artan petrol fiyatlarının da desteğini arkasına alan yeni lideri Vladimir Putin ile bölgede yeni bir “Dış Politika Konsepti” geliştirmeye başlamıştır.”8

Bununla birlikte;

“ABD Afganistan operasyonları sonrası Rusya’nın dış politika ve millî güvenlik
konseptlerinde oldukça önemli bir yer tutan “Yakın Çevre” politikasını âdeta ortadan kaldırarak Orta Asya ülkelerinde peş peşe askerî üsler edinmesi, diğer yandan da Afganistan ile hiç te alâkası olmayan ve Hazar petrollerinin geçiş güzergâhı olan Gürcistan’a askerî yardım ve teknik personel yardımını artırmaya başlaması, Rusya’nın alternatif politikalar geliştirilmesi yönündeki çabalarını hızlandırmıştır.

ABD, Orta Asya’ya yerleşmekle Rus jeopolitik menfaatlerine çok büyük zarar vermiş olmasına rağmen Başkan Putin Batı’yla başlatmış olduğu işbirliğinin zarar
görmemesi için buna fazla ses çıkarmamıştır. Ancak, Orta Asya’dan sonra ABD’nin Karadeniz ve Kafkasya’da da giderek ağırlığını hissettirmeye başlaması ve Gürcistan’a verdiği desteği her geçen gün arttırması, Rusya’yı bölgede oldukça rahatsız etmeye başlamıştır. Bu çerçevede Orta Asya’da Şanghay İşbirliği Örgütü’nü kuran Rusya ABD ile rekabet etmeye başlamıştır. Zaman içerisinde bu rekabetin Karadeniz’e kayması Rusya açısından özellikle enerji nakil hatlarında stratejik önemi olan bu bölgeye verilen önemin daha da artmasına sebep olmuştur.”9

Özetle Rusya; ABD’ni ve AB’ni Karadeniz’de kendisine rakip olarak görmek
istememektedir ve bunun için Orta Asya’da Şanghay İşbirliği Örgütü’nü kurmuştur.

Karadeniz Havzası’ndaki Stratejik Rekabette Bölgesel Güçler: Türkiye, Ukrayna, Gürcistan, 

Türkiye “Karadeniz Havzası Doğu-Batı ekseninde jeopolitik eksenlerin kesişme alanıdır. Sadece ABD-Rusya açısından değil aynı zamanda AB, Türkiye, Ukrayna, Gürcistan için de Karadeniz, jeopolitik çıkarların çatışma alanıdır. Tüm ülkeler içinde Türkiye’nin konumu çok daha özeldir. Türk boğazları bu çelişki yumağının odağındadır.”10

Bununla beraber, Türkiye’nin önemi, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (B.O.P)’nin
yanısıra Kafkasya Projesi’nde de belirgin bir şekilde görünür hale gelmektedir.
Dolayısıyla:

“Türkiye’nin, Karadeniz kıyısında yeni bir politika geliştirmesi şarttır. Herşeye
rağmen Amerika’yı ve dengelerin değişiminden medet uman Karadeniz ülkelerinin çıkarlarına aykırı gibi görünse de (uzun vadede zararlı olduğunu görecekler), Karadeniz’deki Amerikan askeri varlığına neden itiraz ettiğimizi iyi anlatmamız gerekmektedir. Bulgaristan ve Romanya’nın NATO’ya girmesi, Gürcistan ile Ukrayna’da ‘Batı’ yanlısı iktidarların işbaşına gelmesi, Karadeniz’de yeni dengeler oluşmasını gerektirmiştir.”11

Karadeniz Havzası’nda Bölgesel Güvenlik Anlayışının Gelişmesine ve İşlerlik
Kazanmasına Türkiye’nin Katkısı

Soğuk Savaş döneminde Karadeniz’e kıyısı olup ta aynı zamanda NATO’ya üye olan tek ülke Türkiye idi. Dolayısıyla bu durum onun Karadeniz’de Doğu Bloğuna karşı güvenlik sağlamasını mecbur kılıyordu. Düşünüldüğünde S.S.C.B’nin dağılmasından sonra Karadeniz’e kıyısı en çok olan ülkelerden biri haline gelen Türkiye’nin doğal olarak bölgede etkin bir söz sahibi olması kaçınılmaz olmuştu. Kısacası artık bölgesel bir güç haline gelmiş olan ülkemize daha büyük görevler düşmekteydi. S.S.C.B’nin dağılıp ardından Soğuk Savaş döneminin bitmesi gibi dünyadaki konjonktürel yapıyı değiştirecek böylesi önemli bir değişimin hemen ardından güvenlik ve ekonomi alanlarında bölgenin acil ihtiyaçlarına cevap niteliğinde olacak şekilde bölgesel işbirliklerini ve bölgesel menfaat politikalarını belirleyen bir örgütün kurulması gerekli olmuştur. Kısa adı KEIT (Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı) olan bu örgütün kurulmasını sağlayan ülke Türkiye olmuştur.

“Karadeniz, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra tam anlamıyla bir Türk
denizine dönüşmüş durumdadır. Bu denizdeki en güçlü donanmaya sahip Türkiye, İstanbul ve Çanakkale Boğazları’ndaki hakimiyeti nedeniyle, tam bir askeri üstünlük sağlamış, bölge güvenliği açısından çok önemli görevler üstlenmiş bir görüntü içindedir.”12

İşte bütün bu nedenlerle, Türk dış politikasının bölgesel işbirliği ve dayanışmaya
yönelik attığı en güzel adımlardan biri; 25 Haziran 1992 tarihinde gerçekleştirilmiş olan İstanbul Zirvesi’nde yayımlanan bir deklarasyon ile kurulan, fakat yürürlüğe 1999 yılının Mayıs ayında giren ve kısa adı “KEI” olan “Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı”dır. Amacı ise bu örgüte üye olan ülkeler arasındaki ekonomik işbirliğinin arttırılmasıdır. 
Bir yandan bu hedeflenirken bir yandan da bölgeye yönelik geliştirilen stratejilerin neler olduğu ve uygulanabilirliği tartışılmaktadır.

KEI’den sonra, Karadeniz Havzası’ndaki bölgesel işbirliği çalışmalarından biri de
yine Türkiye’nin önderliğinde 2 Nisan 2001 tarihinde kurulmuş ve kısa adı
BLACKSEAFOR olan Karadeniz İşbirliği Görev Grubu Karadeniz’e kıyısı olan
ülkeler arasında arama-kurtarma çalışmaları ve kanundışı deniz trafiğini önlemek gibi görevleri üstlenmiştir. Gerektiğinde Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ile BM bünyesinde de çalışacak olan grup kuruluşundan bu yana etkin bir şekilde görevini yerine getirmektedir.

Yine bundan başka, 2004 yılında bölgede Türkiye’nin girişimiyle gerçekleştirilmiş
olan bir başka oluşum da Karadeniz Uyum Harekâtı’dır.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

REALİZMİN GÜVENLİK ANLAYIŞI VE SOĞUK SAVAŞ SONRASI KARADENİZ’İN GÜVENLİĞİ

REALİZMİN GÜVENLİK ANLAYIŞI VE SOĞUK SAVAŞ SONRASI  KARADENİZ’İN GÜVENLİĞİ 




Tolga Çikrıkci
* Giresun Üniversitesi, İ.İ.B.F., Uluslararası İlişkiler Bölümü, Araştırma Görevlisi, Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Doktora Öğrencisi.


Soğuk Savaş'ın sona ermesinin ardından uluslararası sistemde büyük bir dönüşüm başlamış ve bu dönüşüm 11 Eylül terör saldırıları ile büyük bir ivme kazanmıştır.

Tehdit algılarının değişmesi ile bölgesel ve ulusal güvenlik anlayışı da dönüşüme
uğramış ve Karadeniz'in güvenlik unsurları da farklılaşmıştır. Önemi temelde
jeopolitik konumundan kaynaklanan Karadeniz Havzası, enerji kaynaklarına yakınlığı dolayısıyla uluslararası toplumun ve devletlerin gündeminde yer almaktadır.
Uluslararası ilişkileri anarşi ve çatışma ortamı olarak betimleyen realist teori,
güvenlik kavramını da bu temel anlayış üzerinden şekillendirmiştir. Bu anlayış
içerisinde devletlerin güvenliği, askeri güç ve ulusal çıkarlar ekseninde sıkıştırılmış ve Soğuk Savaş sonrası dönemin güvenlik unsurları bağlamında realist teorinin güvenlik anlayışı büyük ölçüde eleştirilir hale gelmiştir. Bu çalışmanın amacı realizmin güvenlik kavramına yaklaşımını ortaya koymak ve bu doğrultuda Soğuk Savaş sonrası evrimleşen güvenlik algısını Karadeniz örneği üzerinden açıklamaktır.
Çalışmada tarihsel ve betimsel araştırma yöntemleri kullanılmıştır.

1. Giriş

Günümüzde, uluslararası alanda, üzerinde en çok tartışma bulunana kavramlardan birisi de güvenliktir. Kavram üzerinde tam bir uzlaşının olmamasının asıl nedeni, uluslararası ilişkilerin doğası gereği yerleşik bir uluslararası sistemin bulunmamasıdır.
Diğer bir deyişle uluslararası sistemin olaylar neticesinde değişime uğraması, tehdit algısı ile şekillenen güvenlik anlayışının değişmesine ve bu bağlamda güvenlik kavramının sınırlarının da değişime uğramasına sebep olmaktadır.
İki kutuplu bir yapıya dayanan Soğuk Savaş’ın sona ermesi, yapay sınırları ortadan kaldırarak uluslararası ilişkilere farklı bir boyut kazandırmıştır. Daha geçirgen, çok yönlü ve daha dinamik olan bu yeni boyut, yukarıda değinildiği gibi “güvenlik” kavramının nasıl algılanması gerektiği konusunda da tartışmaları gündeme getirmiştir.

Bunun sebebi, güvenliğin kimin güvenliği olduğu, hangi boyutta güvenlik olduğu,
güvenliğin tanımlanmasında esas unsur olan tehdidin ne olduğu gibi soruların,
meselelere taraf olanlar tarafından farklı cevaplandırılabilecek olmasıdır. Ancak bir sonuca ulaşabilmek için, güvenliğin anlam ifade etmesi ve bu anlamın hassas olarak tanımlanması gerekmektedir.1

Uluslararası ilişkilerin üç temel paradigmasından Realizm güvenlik kavramını
düşünce sisteminin doğası gereği askeri güvenlikle ilişkilendirerek açıklamakta dır. Güvenlik kavramının dönüşüme uğraması neticesinde uluslararası sistemi düzenleme konusunda temel olarak güç ve güç dengesi kavramları üzerinden hareket eden Realizm, Soğuk Savaş’ın bitimiyle yaşanan değişimi öngörme ve inceleme konusunda eleştirilere maruz kalmıştır. Realizm etrafında toplanan bir kısım yazar, teorinin temel aldığı güç dengesinin ancak savaşlar yoluyla değişebileceğini belirtmektedir. Ne var ki Sovyetler Birliği’nin savaş olmadan çözülmesi bu paradigmaya yöneltilen eleştirileri daha da artırmıştır.

İki kutuplu sistemin ardından değişen jeopolitik ve jeoekonomik unsurlar neticesinde bölgelerin değeri ve önemi de değişime uğramıştır. Karadeniz Bölgesi de Soğuk Savaş sonrası dönemin güvenlik konusunda en çok adı geçen bölgelerinden birisi haline gelmiştir. Bu anlamda Realizmin güvenliğe bakışı ile nispeten yeni bir mücadele alanı olan Karadeniz’in güvenliği arasında bir bağlantı oluşmuştur.
Karadeniz hem doğal kaynaklar (petrol, doğalgaz) hem de bu kaynakların nakliyatı için çok önemli bir merkez konumunda bulunmaktadır. Bölge, Orta Asya ve Hazar Havzası’nda bulunan enerji kaynaklarının2 Avrupa’ya aktarılmasında yeni boru hatlarının bölgeden geçmesi nedeniyle daha da önemli bir duruma gelmiştir. Bu bağlamda 21. yüzyıl uluslararası çekişmelerinde Karadeniz’in önemi açıkça görülmektedir. Zira bu çekişmelerin odak noktalarından biri de enerji ve bu anlamda enerji kaynaklarının kontrolü ve enerji güvenliğidir.

Bu çalışmada Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından değişen güvenlik algısı
ekseninde uluslararası ilişkilerin temel paradigmalarından realizmin güvenlik anlayışı ve bu bağlamda Karadeniz’in güvenliği ele alınmaktadır. Çalışmanın temel amacı “Karadeniz’in Güvenliği” konusu üzerinden realist teorinin güvenlik anlayışının günümüz güvenlik algısı ile karşılaştırmasını yapmaktır.

2. Realist Teori ve Güvenlik

Uluslararası ilişkilerin kuramsal tartışmaları temelde üç paradigma yani, realizm,
idealizm ve rasyonalizm etrafında seyretmektedir. Değişen uluslararası sistem, bu paradigmaların bakış açılarına eklemlenen eleştiriler neticesinde yeni kuramların doğmasına yol açar. Söz konusu üç temel paradigma sırasıyla klasik felsefenin Hobbesçu, Kantçı ve Grotiusçu geleneklerine dayanır3. Bu üç gelenek birbirini şekillendirmektedir. Yani esasen Realist düşüncenin karşısında olan görüş İdealizm ekolünü oluşturmuş; bunların bazı yönlerini olumlayan ve bazı yönlerine de karşı çıkan bir görüş olarak da Rasyonalizm şekillenmiştir denilebilir. Ancak Soğuk Savaş döneminin hakim ekolü realizm, sistemin değişme uğraması neticesinde en çok eleştiriye maruz kalan kuramlar bütünü olmuştur.

Realizmde devlet, uluslararası ilişkilerin tek ve hakim aktörüdür. Bu aktör, Hobbes’un görüşlerinden esinlenen Morgenthau’nun da vurguladığı üzere yalnız çıkarları doğrultusunda hareket eder4. Bunun yanında uluslararası ilişkiler ya da uluslararası sistem bir anarşi hali olarak görülmektedir. Buradaki anarşi, bir üst otoritenin yokluğunu ifade ederken aynı zamanda egemen devletlerarasındaki çatışma ortamına da işaret etmektedir. Bu anlamda uluslararası ilişkiler tam bir doğal savaş halidir.

Böylesi bir ortamda düzenden, işbirliğinden ya da uluslararası toplumdan bahsetmek neredeyse imkansızdır. Bu haliyle uluslararası ilişkiler Hobbes’un belirttiği gibi bir doğa halini yansıtmaktadır. Doğa hali kavramı, Hobbes’un toplum ya da devletin oluşumunu açıklamak için oluşturduğu bir kavramdır. Kavram, bu noktada insanların toplum halinde devlet benzeri bir oluşuma itaat etmeye başlamadan önce yaşadıkları varsayılan durumu göstermektedir. 

Bu yaşam şeklinde yapı gereği, hukuk ve adalet yer almamakta dolayısıyla hakim durum savaş ve çatışma olmaktadır5. Bu noktada devletlerin içerisinde bulundukları ortam güvenliksiz bir ortamdır. Güvenlik ulusal güvenliğe işaret etmektedir ve ancak devletin kendi bekasını sağlama konusunda gücünü artırmasıyla sağlanabilecektir.

Görüldüğü gibi realizm güvenliği doğal olarak güç ile ifade etmektedir. Diğer
devletlere göre daha baskın yeterli bir güce sahip olan devlet daha güvenli olacaktır.

Bu düşünceye göre askeri kaynaklar güvenliğin sağlanmasında esas çözüm yoludur.6

Soğuk Savaşı genel hatlarıyla şekillendiren düşünce de budur. Realist yaklaşımla
Soğuk Savaş döneminde ekonomik faktörlerin çözümlenmesi göz ardı edilmiş ve
siyasi/güvenlik konularının incelenmesine askeri güç ekseninde ağırlık verilmiştir. Bu noktada belirtmek gerekir ki Realist geleneğin içerisinde farklı yaklaşımlar da söz konusudur. Örneğin E.H. Carr’dan gelen ekonomik faktörlerin uluslararası ilişkilerdeki önemine vurgu yapan realist bir bakış açısı da mevcuttur7.

Hobbesçular, içinde yaşadığımız şiddete eğilimli dünyanın ötesine geçmenin mümkün olmadığına inanır8. Milletler Cemiyeti’nin başarısızlığı realizmin bu düşüncesini yükselten en büyük örnek olmuştu. Bu bağlamda Soğuk Savaş Dönemi boyunca temel düşünce ekolü olan Realizm ekseninde dönemin birçok yazarı da, savaşı devletlerarası ilişkilerin yapı özelliği olarak değerlendirmiştir. Ancak Soğuk Savaş’ın bitişi ile dengeler tamamen değişmiş ve Kantçı bakış açısını olumlar nitelikte bir uluslararası ortam doğmuştu. Baylis’in belirttiği gibi bu “Yeni İdealizm” barışçıl bir küresel toplumun gelişmesine yönelik daha iyimser görüşleri yansıtmaktaydı9. Bu ortam içersinde realizme yöneltilen eleştiriler daha da şiddetlenmiştir. Öyle ki realizmin Soğuk Savaş’la birlikte tarihe gömüldüğünü ileri sürenler bile olmuştur10.
Günümüzde ulaştığımız düzeyde ülkelerin iç dinamiklerini devletlerarası ilişkiler söz konusuyken de göz ardı edemeyeceğimiz açıktır. İç ve dış faktörleri birbirinden net bir şekilde ayıran realist bakış açısı, günümüzde en çok bu noktada eleştiri almaktadır.

Uluslararası sistemin sürekli değişim göstermesi gibi uluslararası ilişkilerin temel
paradigmalarının güvenlik konusuna farklı yaklaşmaları, güvenlik konusunda birçok yazar ve akademisyenin de konu ile ilgili farklı görüşlere sahip olmasını beraberinde getirmektedir. Zira uluslararası sistemin şartları değiştikçe güvenlik kavramı içerisinde öncelik verilen hususların sırası değişmekte, güvenliği etkileyecek yeni tehditler ortaya çıkmaktadır. Yeni Dünya düzeninde tehdit algısının artık birçok boyutu vardır. 1990 öncesi tehdit güçlü ordulardan, bu ordulara sahip devletlerden kaynaklanmakta iken, bugün ulaştığımız noktada insan kaçakçılığından terörizme, saldırgan milliyetçilikten kökten dinciliğe kadar çok boyutlu bir hale gelmiştir. Bunun bir sonucu olarak, devletler arasında yatay olarak yeni ilişkiler oluşmakta, bölgesel ve alt-bölgesel işbirliği girişimleri çoğalmakta, devlet dışı faktörler, yerel makamlar, sivil toplum ve özel sektör ön plana çıkmaktadır. Bu durum Soğuk Savaş döneminin parlak realist bakışını yalnızca askeri boyuta önem vermesi bakımından oldukça eksik bırakmaktadır.

Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından jeopolitiği en çok etkilenen bölgelerden
birisi de Karadeniz Bölgesi’dir. Bu anlamda güvenliğe yeni eklenen girdileriyle
Karadeniz’in güvenliği konusu “Eski Realizm”in güvenliğe yaklaşımı bağlamında
incelenebilecek örnek bölgelerden birisini teşkil etmektedir.

3. Değişen Güvenlik Anlayışı ve Karadeniz’in Güvenliği

“Değişen güvenlik anlayışı” ifadesinin temel dayanak noktası, iki kutuplu sistemin yani Soğuk Savaş döneminin sona ermesi ile birlikte ortaya çıkan yeni uluslararası sistemdir. Bilindiği gibi ortaya çıkan bu yeni uluslar arası sisteme Yeni Dünya Düzeni adı verilmektedir.11 
Bu yeni yani günümüz uluslararası sisteminin temel özellikleri; çok merkezlilik ve Amerika Birleşik Devletleri’nin başat güç olarak konumlandırılması dır.12

Mackinder’in Kalpgah teorisi 13, Mahan’ın Deniz Hakimiyet Teorisi, Spykman’ın Kenar Kuşak Teorisi de özlerinde Karadeniz Bölgesi yer almaktadır ve buraya hakim olan güç, Dünya Adasına hakim olacaktır düşüncesini barındırmaktadır. Bu bağlamda jeopolitik teoriler ekseninde, Karadeniz’in bugün sahip olduğu konum uluslararası ilişkiler açısında büyük stratejik önem arz ettiği açıktır.

Karadeniz’in siyasi tarihine baktığımızda 19. yüzyılın başlarına kadar Türk ve Rus
hakimiyetinde kaldığını; daha sonra I. ve II. Dünya savaşları sırasında İngiliz ve
Alman nüfuzuna maruz kaldığını görmekteyiz. Günümüzde ise bölge, Amerika
Birleşik Devletleri (ABD), Avrupa Birliği (AB) ve NATO’nun etki alanı halindedir.
Tarihi süreçlerde Karadeniz Bölgesi, bu süreçlerin güvenlik anlayışları ekseninde
farklı farklı nitelendirilmiştir. Başka bir ifadeyle Karadeniz Bölgesi’nin devletlerin
algısındaki stratejik konumu çeşitli aşamalardan geçmiştir. Özetle bu aşamalar şu şekildedir14:

1) Soğuk Savaş Öncesi Dönem: Geçiş Bölgesi
2) İki Kutuplu Dönem (Soğuk Savaş Dönemi): Çevre Alan
3) Soğuk Savaş Sonrası Dönem (Günümüz): Merkez Bölge


Soğuk Savaş dönemi sonrasındaki “Yeni Dünya Düzeni”’nde uluslararası ilişkilerde ideolojik etmenlerin öneminde nispeten bir azalma olduğu açık bir şekilde görülmektedir. Bunun yanında jeopolitik 15 etmenlerin öneminde ise ideolojik etmenlere nazaran bir artış olduğu göze çarpmaktadır 16.

Karadeniz’in en önemli coğrafi karakteristiği Akdeniz, Kafkaslar, Balkanlar ve
Ortadoğu gibi birçok komşu alana büyük ölçüde açılmasıdır. Bu alanlardan Balkanlar ve Kafkaslar Avrupa’nın art alanında en çok sorunlu olan alt bölgesel alanlardır.17
Ortadoğu ise şiddet saçan kürsel bölgenin merkezidir ve dünya enerji kaynaklarının büyük bir kısmına sahiptir 18.

Karadeniz Bölgesi sınırları üzerinde en çok farklı görüşü barındıran bölgelerden
birisidir. Karadeniz Bölgesi’ni sınırlandırırken Karadeniz-Hazar Havzası (Black-
Caspian Seas Region), Karadeniz-Akdeniz Bölgesi (Black-Mediterranean Seas
Region), Tuna-Karadeniz Bölgesi, Büyük Karadeniz (Greater BlackSea), Geniş
Karadeniz (Wider Black Sea) ve NATO’nun genişleme dalgası ile anılır olan Baltık- Karadeniz Güvenlik Alanı (Baltic-Black Sea Zone of Security); ifadelerinin kullanılır olması bölgeyi sınırlandırmanın zorluğundan ileri gelmektedir.19
Karadeniz Bölgesi’nin güvenliği, bölgenin taşıdığı özellikler bakımından günümüzde uluslararası sistemin başat güçlerinin politik çıkarlarını yakından ilgilendirmektedir.

ABD için Karadeniz ve çevresi, küresel politikasının Avrasya bölümünün önemli bir halkasını oluşturmaktadır. ABD için Karadeniz’in önemi bölgenin tekrardan RF’nin kontrolü altına girmemesi ve Ortadoğu ile Orta Asya’nın kontrolü ve geleceği açısından önem taşımaktadır.

AB için ise Karadeniz ve çevresi, küresel bir aktör olma yolunda önemli bir geçiş
coğrafyası ve gelecekte yüzleşmek zorunda kalacağı sorunları bugünden çözümlemesi gereken bir alandır. Avrupalıların geçen yüzyılda “Yakın Doğu” olarak nitelendirdikleri bölgeler artık Avrupa’nın içerisindedir. 2007’deki son genişlemenin ardından, Romanya ve Bulgaristan’ın AB üyesi olması ile birlikte AB Karadeniz’e kıyıdaş bir aktör olmuştur. Hatta daha AB Karadeniz’e kıyıdaş olmadan evvel hem Avrupalı hem de Amerikalı araştırmacı ve politikacılar Orta Doğu ve Orta Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan bir kuşak bölgenin varlığından söz etmeye başlamış ve burası “Karadeniz Bölgesi” ya da “Geniş Karadeniz Bölgesi” olarak anılmaya başlamıştır.

Bu kapsamda Karadeniz ülkeleri Avrupa’nın doğuya kara yolu ile açılmasında yegane coğrafyayı kaplamaktadırlar. Karadeniz’de etkili olmayan bir Avrupa’nın uzun vadede Orta Asya ve Ortadoğu’da etkili olmasının pek mümkün olmayacağı
değerlendirilmektedir. Diğer yandan Doğu’nun ekonomik olarak yükselişi AB’yi bu coğrafyaya kesintisiz ve ekonomik yoldan yakın olmaya zorlamaktadır.
Bu coğrafyayı AB için önemli kılan bir diğer nenden ise bu coğrafyanın enerji
merkezlerine ulaşımında bir geçiş koridoru olmasıdır. AB’nin enerjiye bağımlılığı her geçen gün artmakla beraber bugün Avrupa dünyanın en büyük gaz ve petrol
ithalatçısıdır. Bugünkü enerji tüketiminin %50’sini ithal etmektedir ve 2020 yılında bu rakam %70’lere kadar yükselecektir. AB’de artan bu enerji ihtiyacını Rusya, Körfez ve Kuzey Afrika’dan karşılayacak, Avrupa’nın başkentleri RF’nin ve Suudi Arabistan’ın baskısını daha çok hissedecektir. Bu bakımdan güvenli bir Karadeniz sistemi enerji tedarik problemine ciddi bir alternatif oluşturması açısından önemlidir.20

Aynı zamanda Karadeniz’in kuzey ve kuzeydoğu sahilleri boyunca devam eden
donmuş çatışma alanları ve Kuzey Kafkasya, silah, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı için bir merkez oluşturmaktadır. Bu merkezler bir taraftan ülkelerin reformlarını sekteye uğratırken diğer taraftan bölgeyi ve AB’yi yasadışı trafik ile tehdit etmektedir.

Görüldüğü gibi 10-15 sene önce uluslararası arenada çok az gündeme gelen
Karadeniz son yıllarda büyük güçlerin öncelikli ilgi alanlarından birisi olmuştur. Daha somutlaştıracak olursak, Karadeniz’in dünya gündeminde bu kadar yer almasını sağlayan başlıca nedenler şu şekilde sıralanabilir;

Sovyetler Birliği’nin ve Varşova Paktı’nın dağılması, bu dağılma sonrası batıdan
doğuya doğru genişlemeye devam eden AB ve NATO’nun Karadeniz’e kadar
genişlemeyi tamamlamış olması ve Karadeniz’i kapsayacak şekilde Güney
Kafkasya’yı da (“Dublin’den Bakü’ye”) içine alarak genişlemeyi tamamlamak
istemesi, Karadeniz ülkelerinin, RF’nin orta vadede ekonomik, siyasi ve askeri alanlarda toparlanması sonrası tekrar eski nüfuz alanına dönmek isteyebileceği ihtimalinin olması nedeniyle, NATO ve AB üyeliğini kendilerinin gelecekteki siyasi, ekonomik ve askeri güvenliğinin en önemli güvencesi olarak görmeleri,
11 Eylül 2001 saldırısı sonrası ABD’nin “terör” merkezlerini yok etmeye yönelik
başlattığı askeri harekat içinde Karadeniz’in bulunduğu özel konum,
ABD’nin olası bir İran harekatı ve Avrupa-Atlantik dünyası dışında kalan Beyaz
Rusya ile RF’nin askeri hareketlerini kontrol altında tutmak için, Karadeniz’i “askeri üs, radar istasyonları ve casus uçakları ile izleme merkezi” olarak değerlendirmek istemesi, 11 Eylül saldırısı sonrası, gittikçe istikrarsızlaşan Orta Doğu’ya alternatif olabilecek enerji kaynakları arayışı, RF-Ukrayna doğalgaz krizinin ardından, enerji güvenliğinin dünyada hayli önem kazanması.

2004 yılı Nisan ayında NATO’nun yeni iki üyesi konumuna gelen ve 1 Ocak
2007’den itibaren de AB üyesi olan Bulgaristan ve Romanya ise kendi güvenliğini
bölgesel olmakta ziyade Avrupa-Atlantik eksenine oturmuşlardır. Bu iki ülke gerek RF’nin etkisinden bir an önce tamamıyla kurtulmak, gerek Karadeniz’de RF
karşısında etkin bir güç olabilmek ve gerekse Karadeniz ve çevresinde bulunan
sorunların çözümünde RF baskısını azaltmak için ABD, AB gibi güç aktörlerini
bölgeye çekme çabası içerisine girmiştir.

Söz konusu nedenler, Karadeniz’i ister istemez giderek Batı ile Doğu arasındaki nüfuz mücadelesinin merkezi durumuna getirmektedir.21 Karadeniz Bölgesi’nin güvenlik unsurları açısından bakıldığında, realizmin askeri güvenliği öne alan güvenlik anlayışının bugün kısmen geçerli olduğunu söylemek mümkündür. Zira Karadeniz Soğuk Savaş sonrası dönemin önemli bir mücadele alanı haline gelmiş ve bölgenin güvenliği tüm kıyıdaş devletlerin güvenliği konusunda hayati bir önem taşımaya başlamıştır.

Karadeniz’in kuzey ve kuzeydoğu sahilleri donmuş çatışma alanları ile meşgul olur iken Kuzey Kafkasya silah, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı için bir merkez haline gelmiştir.

Mevcut güç boşluğundan yararlanmak isteyen odaklar bir taraftan ülkelerin
reformlarını sekteye uğratırken diğer taraftan bölgeyi ve AB’yi uyuşturucu trafiği gibi yasadışı işler ile tehdit etmekte, sahip oldukları teknoloji ve silahları ABD
düşmanlarına satma niyetleri ABD için bir tehlike oluşturmaktadır. Bir iddiaya göre de Londra sokaklarında satılan uyuşturucunun % 80’i Karadeniz üzerinden
gelmektedir.22

Bu yönden bakıldığında realizmin güvenlik anlayışının Karadeniz’in güvenliği
örneğinde eksik kaldığı görülmektedir. Çünkü günümüz uluslararası ilişkilerinde,
yukarıda da belirtildiği gibi, tehditler çeşitlenmiş ve güvenlik yalnızca askeri
kapasitenin yükseltilmesi neticesinde sağlanabilecek bir olgu olmaktan çıkmıştır.
Sınıraşan suçlar ekseninde tehditler küresel bir hal almış ve devletlerarası işbirliği tehditlerin giderilmesinde elzem bir yöntem haline gelmiştir. Bu noktada realizme yöneltilen eleştiriler haklı bir zemine oturmaktadır denilebilir.

4. Sonuç Yerine

Güvenlik algısının dönüşümü, yaşanılan olaylar neticesinde ortaya çıkan doğal
süreçtir. Ancak kendiliğinden gelişmeyen; stratejik analiz ekseninde ilerleyebilecek olan süreç, devletlerin ya da güvenliğin derinleşmesi neticesinde buna eklenen diğer aktörlerin uyumlaşma ve uyumlaştırma kabiliyetleridir. Bu kabiliyeti belirleyen ölçütler, bahsi geçen analiz biriminin gücü ile doğru orantılıdır. Teknolojik kapasite, jeopolitik konum, istihbarat, askeri kapasite, ekonomik büyüklük, homojenlik vb. unsurlar ise bu gücü belirleyen öğelerdir.

Soğuk Savaşın sona ermesiyle Avrasya, sınırsal ve politik olarak değişikliklere
uğramıştır. Doğu-Batı ayrımı üyeleri birbiri üzerine bindirmeli birçok coğrafi alana ayırmaktadır. Bunun bir sonucu olarak da Karadeniz Bölgesi Doğu-Batı arasında stratejik öneme sahip bir koridor haline gelmiştir.

Jeopolitik konumu en fazla değişen bölgelerden birisi Karadeniz olup, bölge Soğuk Savaş sonrasında jeopolitik olarak güçlenme ve aynı zamanda tehdit altında olma çelişkileri yaşamaya başlamıştır. Diğer bir deyişle 19. yüzyılda oynanan “Büyük Oyun”un hayat alanının bir bölümü olan Karadeniz Bölgesi, 20. yüzyılın sonunda bir kez daha dikkatleri üzerine çekmiş ve bölgenin tarihinde yeni bir sayfa açılmıştır.

Karadeniz’in hem jeostratejik hem de jeoekonomik öneme sahip bir coğrafyada yer alması, bölge dışı aktörlerin bu coğrafyaya olan ilgisinin artmasına sebep olmuş, bu durum da bölgede jeopolitik bir rekabeti başlatmıştır. Bölge devletlerinin birçoğunun “zayıf devlet” olması ise, bu jeopolitik rekabetin devletlerin güvenliği üzerinde daha çok hissedilmesine sebep olmuştur. 

Bu kapsamda mevcut çatışma alanları, ülkelerin yönetim değişikliklerinin yaşandığı süreçler, enerji nakil hatlarının seçimi bu rekabetin en yoğun hissedildiği kritik konular olmuşlardır.

Mackinder’in jeopolitik kalpgahında merkezi bir yerde bulunan, aynı zamanda
Huntington’ın medeniyetlerin ayrıştığı hat diye ifade ettiği Karadeniz, birçok etnik ve politik sorunuyla beraber Avrupa tarihinin ve Türk-Rus ilişkilerinin şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır.23

Bugün için Karadeniz yerel stratejik önemi olan bir bölgeden ziyade yükselen bir
jeopolitik ekseni ifade etmektedir. Bu jeopolitik eksen bölge dışı aktörler ve bölge ülkeleri tarafından farklı derecelerde farklı önemlerde olmakla birlikte; ABD ve AB’nin bölgeye yönelik çıkarlarının büyük oranda uyuştuğu değerlendirilmektedir.

Soğuk Savaş dönemin sağladığı güvenlik yapısı içerisinde bir barış denizi olarak
kalmayı başarmış Karadeniz, özelikle 11 Eylül saldırıları sonrası büyük güç
odaklarının dikkatini çekmeye başlamıştır.

Günümüzde, başta Rusya Federasyonun yakın çevre politikasına engel olmak ve
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’nin gerçekleşmesine katkıda bulunak maksadıyla,
Amerika Birleşik Devletleri bölgedeki anti demokratik yönetimleri değiştirmek, enerji nakil hatlarını kontrol etmek, ülkelerin ekonomik gelişmelerine katkıda bulunmak, Kitle İmha Silahları (KİS) yayılımı ve yasadışı faaliyetleri önlemek gerekçelerine dayanarak Karadeniz’de bir şekilde varlık göstermeyi hedeflemiş tir. Yapılan inceleme göstermiştir ki, yakın tarih içerisinde bir barış denizi olarak kalan, Soğuk Savaş dönemi dahil herhangi bir çatışmaya sahne olmayan Karadeniz’in güvenliğinin yine Karadeniz’e kıyıdaş ülkelerce sağlanması bölgedeki huzur ve dengelerin devamı için en uygun şartları sağlayacaktır. Kıyıdaş olmayan güçlerin Karadeniz’e girişi özellikle RF faktörü dikkate alındığında mevcut barışı bozabilecektir. Ayrıca, kıyıdaşlar haricinde Karadeniz’e girecek diğer deniz unsurlarının temelde tonaj ve kalış sürelerini kısıtlayan Montreux Sözleşmesi’nin bu kapsamda aşındırılmaya çalışılması, diğer Karadeniz’e kıyıdaş ülkeler güvenlik çıkarlarına büyük darbe indirecektir.24 

Bu nedenle anılan sözleşmenin değiştirilmesine yönelik hiçbir şart kabul edilmemelidir.

Realizm uluslararası sitemi devletlerin kendi güvenliklerini komşuları pahasına
sağlamaya çalıştığı katı bir alan olarak değerlendirmektedir. Buna bağlı olarak
devletlerararası ilişkiler, devletlerin sürekli olarak birbirinden faydalanmaya çalıştığı bir güç mücadelesi olarak görülmektedir. Karadeniz’in yukarı da sayılan özellikleri neticesinde, realizmin güvenlik konusundaki yaklaşımlarını olumlar nitelikte bazı unsurlar göze çarpmaktadır. Zira askeri güvenlik Karadeniz Bölgesi’nin güvenliği için halen birinci basamakta yer almaktadır. Ancak genel resme bakıldığında Karadeniz Bölgesi’nin küresel tehdit unsurlarından etkilenen bir bölge olduğu açıktır. Realist teorinin güvenlik anlayışında bu unsurları göz ardı etmesi ve temel aktör olarak yalnızca devletleri kabul etmesi, onun zayıf karnını oluşturmaktadır. 

Zira bölgede oluşturulan, KEİT, Blacksea Harmony gibi işbirliği unsurları teorinin bu zayıf yönünü somutlaştıran örnekleri teşkil etmektedirler.

KAYNAKÇA

ALKAN Akın, 21. Yüzyılın İlk Çeyreğinde Karadeniz Güvenliği, Nobel Yayın
Dağıtım, Ankara, 2006

ARI Tayyar, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, Alfa Basım Yayım, İstanbul, 1999,

ASMUS Ronald; Bruce Jackson, “The Black Sea and the Frontiers of Freedom”,
Policy Review, No:125, June/July 2004, 
http://www.hoover.org/publications/policyreview/article/6451 (Erişim Tarihi: 04/05/2013)

AYDIN Mustafa, “Europe’s Next Shore: The Black Sea Region after EU
Enlargement”, IIS Occcasional Papers, No. 53, Paris, Haziran 2004.

BAYLIS John, “Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Kavram”, Uluslararası İlişkilerde
Çatışmadan Güvenliğe, Der: Mustafa Aydın, Hans Günter Brauch, Mitat Çelikpala,
Ursula Oswald Spring, Necati Polat, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları 398, Siyaset
Bilimi 44, Ekim 2012, s.153-166.

BP Statistical Review of World Energy, June 2012,
http://www.bp.com/assets/bp_internet/globalbp/globalbp_uk_english/reports_and_pu
blications/statistical_energy_review_2011/STAGING/local_assets/pdf/statistical_revi
ew_of_world_energy_full_report_2012.pdf. (Erişim Tarihi: 03/06/2013)

BRZEZİNSKİ Zbigniew, Büyük Satranç Tahtası, Çev. Ertuğrul Dikbaş, Ergun
Kocabıyık, Sabah Yayınları, İstanbul, 1998.

BUZAN Barry, People, States and Fear, Great Britain, London, 1991

ÇİKRIKCİ Tolga, “Türk Boğazlarının Hukuki Rejimi ve Karadeniz’in Güvenliği”,
III. Karadeniz Uluslararası Sempozyumu Karadeniz Yararlanıcıları Sempozyum
Bildirileri Kitabı, Giresun Üniversitesi, Yayın No:8, Giresun, 2010, ss.241-252.

ÇÖRTEN Burcu, Güncel Karadeniz Jeopolitiği, Karadeniz Stratejik Araştırma ve
Uygulama Merkezi, Giresun Üiversitesi Yayınları, Giresun, 2009.

DEMİR Sertif, “Karadeniz’in Güvenliğini Yeniden Düşünmek”, Karadeniz
Araştırmaları, Sayı:35, Güz 2012, ss. 19-50.

Atila Eralp, “Uluslararası İlişkiler Disiplininin Oluşumu: İdealizm-Realizm
Tartışması”, Devlet Sistem ve Kimlik, Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar,
İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, ss.57-88.

İLHAN Suat, Jeopolitikten Taktiğe, Harp Akademileri Yayını, İstanbul, 1971.

İŞCAN İsmail Hakkı, “ Uluslararası İlişkilerde Klasik Jeopolitik Teoriler ve Çağdaş
Yansımaları”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 1, Sayı 2, (Yaz 2004), ss. 47-79.

KANBOLAT Hasan, “Karadeniz’in Değişen Jeopolitiği”,
http://www.denizhaber.com/YAZAR/3765/22/Karadeniz'in-degisen-jeopolitigi.html,
( Erişim Tarihi: 02.05.2013)

KARABULUT Bilal, “Küreselleşme Sürecinde Güvenlik Alanında Değişimler:
Karadeniz’in Güvenliğini Yeniden Düşünmek”, Karadeniz Araştırmaları, Cilt: 6, Sayı: 23, 
Güz 2009, ss.1-11.

KARAMAN Oğuz, Karadeniz’de Güvenlik Sorunu, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi) Kocaeli Üniversitesi, 2006.

MACKINDER Halford John, “The Geographical Pivot of History”, Democratic
Ideals and Reality, National Defence University Press, Washington, DC, 1996, pp. 175-194

MORGAN Patrick, “Regional Security Complexes and Regional Orders”, Regional
Orders: Building Security in a New World, (Eds.) David A. Lake and Patrcik M.
Morgan, Pennsylvania, The Pennsylvania State University Press, 1997.

SANDIKLI Atilla, “Jeopolitik ve Türkiye, Riskler ve Fırsatlar”, BİLGESAM, Rapor
No:27, Ocak 2011.

SEZER Duygu Bazoğlu, “The Changing Strategic Situation in the Black Sea Region”,
http://www.bmlv.gv.at/pdf_pool/publikationen/03_jb00_26.pdf , (Erişim Tarihi: 01.05.2013)

SÖNMEZOĞLU Faruk, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, Filiz Kitabevi,
İstanbul, 2000.

YURDUSEV A. Nuri, “Uluslararası İlişkiler Öncesi”, Devlet Sistem ve Kimlik,
Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, 15-56.

DİPNOTLAR;

1 Patrick Morgan, “Regional Security Complexes and Regional Orders”, Regional Orders: Building
   Security in a New World, (Eds.) David A. Lake and Patrcik M. Morgan, Pennsylvania, The
   Pennsylvania State University Press, 1997,s.22.
2 Hazar Denizi petrol rezervleri, İran Körfezi ile aynı düzeyde olmasa da, 21. Yüzyıl için kayda değer
   bir enerji kaynağı olması bakımından oldukça önemlidir. Ortadoğu ve Hazar Havzası 2012 yılı
   verilerine göre Dünya petrol rezervinin %55.9 ‘una ve doğalgaz rezervinin ise %74.4’üne sahiptir. BP
   Statistical Review of World Energy, June 2012,
   http://www.bp.com/assets/bp_internet/globalbp/globalbp_uk_english/reports_and_publications/statistic
al_energy_review_2011/STAGING/local_assets/pdf/statistical_review_of_world_energy_full_report_2
012.pdf. (Erişim Tarihi: 03/06/2013)
3 Çalışmanın iki temel ayağından birini oluşturan realist teori, Hobbesçu geleneği ifade etmektedir. Bu
   yüzden bazı noktalarda realist teori, realizm ya da Hobbesçu gelenek kavramları birbirlerinin yerine
   kullanılmıştır.
4 Atila Eralp, “Uluslararası İlişkiler Disiplininin Oluşumu: İdealizm-Realizm Tartışması”, Devlet
   Sistem ve Kimlik, Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, s.73- 74.
5 A. Nuri Yurdusev, “Uluslararası İlişkiler Öncesi”, Devlet Sistem ve Kimlik, Uluslararası İlişkilerde
Temel Yaklaşımlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, s.44.
6 Barry Buzan, People, States and Fear, Great Britain, London, 1991, s.1-3 (Aktaran: Akın Alkan, 21.
Yüzyılın İlk Çeyreğinde Karadeniz Güvenliği, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, 2006, s.4.)
7 Eralp, a.g.m. s.81.
8 John Baylis, “Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Kavram”, Uluslararası İlişkilerde Çatışmadan
Güvenliğe, Der: Mustafa Aydın, Hans Günter Brauch, Mitat Çelikpala, Ursula Oswald Spring, Necati
Polat, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları 398, Siyaset Bilimi 44, Ekim 2012, s.153.
9 Baylis, a.g.m., s.154.
10 Eralp, a.g.m., s.85.
11 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, Alfa Basım Yayım, İstanbul, 1999, s.103.
12 Uluslararası ilişkiler alanındaki akademik çalışmaların büyük çoğunluğunda Amerika Birleşik
Devletleri süper güç olarak nitelendirilmektedir. Süper güç kavramı sarsılmaz bir askeri güce,
ekonomik ve teknolojik önderliğe işaret etmektedir. Oysa Amerika Birleşik Devletleri’nin bugün içinde
bulunduğu durum buna örnek teşkil etmemektedir. Örneğin bu yeni dönemde Çin, Japonya, Hindistan,
Brezilya ve Almanya gibi önemli güç merkezleri karşımıza çıkmaktadır. Özellikle Çin’in 21. yüzyılın
ortaları itibarıyla ABD’nin bu konumu sarsabilecek şekilde yükselmekte olduğu açıktır. Yakın bir
zaman diliminde yeni bir süper gücün ortaya çıkabileceği öngörülen bir durumda ABD’yi süper güç
olarak konumlandırmak anlam karmaşasına neden olmaktadır. Bu yüzden ABD için başat güç
nitelendirmesi daha uygun olacaktır.
13 Bkz. Halford John Mackinder, “The Geographical Pivot of History”, Democratic Ideals and Reality,
National Defence University Press, Washington, DC, 1996, pp. 175-194.
14 Sertif Demir, “Karadeniz’in Güvenliğini Yeniden Düşünmek”, Karadeniz Araştırmaları, Sayı:35, Güz 2012, s.21.
15 Jeopolitik, insanlığı mekan faktörüyle karşılıklı ilişkisi içerisinde inceleyen bir disiplindir. Politik
düzeyde bugün ve gelecekteki güç ve amaç ilişkisini fiziki ve siyasi coğrafyayı esas alarak inceler.(
Suat İlhan, Jeopolitikten Taktiğe, Harp Akademileri Yayını, İstanbul, 1971, s. 61.) Jeopolitik; dünya
coğrafyasını, coğrafi yapı ve evrensel değerleri inceleyerek dünya, bölge ve ülke çapında güç ve politik
düzeyde hareket tarzı araştırması yapar. Bugünkü ve gelecekteki politik güç ve hedef ilişkisini coğrafi
gücü esas alarak inceler, hedefleri ve hedeflere ulaşma koşul ve aşamalarını belirler. Jeopolitik;
coğrafya, tarih, teknoloji ve siyaset verilerini zamanın ruhuna uygun olarak analiz ederek milli güç
unsurlarının en etkin bir şekilde geliştirilmesini ve kullanılmasını sağlayacak milli politikaların
belirlenmesi ve uluslararası siyasi faaliyetlerin yürütülmesi sanatı ve bilimidir.( Atilla Sandıklı,
“Jeopolitik ve Türkiye, Riskler ve Fırsatlar”, BİLGESAM, Rapor No:27, Ocak 2011, s.1-2.)
Jeopolitik konum, coğrafi konumun değeri ile birlikte dünya ve bölge güç merkezlerine göre, yani
dünyanın politik yapısına göre ülkenin ya da analiz biriminin bulunduğu yeri açıklamaktadır. Soğuk
Savaş sonrası yaşanan gelişmelerle birlikte ülkelerin fiziki coğrafyalarında herhangi bir değişiklik
olmamıştır. Kısaca coğrafi konumda bir değişiklik olmamıştır. Değişen, coğrafyayı aktifleştiren ülke
güçleri, uluslararası birlikler ve anlaşmalardır. Yani evrensel değerdeki güç odakları ile bölge
güçlerinin etkinliği değişmiştir. Global ve bölgesel güç merkezlerinde meydana gelebilecek bu türde
değişiklikler söz konusu ülkenin ya da bölgenin jeopolitik konumunu ve bu konumun uluslararası
ilişkilerde ifade ettiği stratejik değeri değiştirebilmektedir.( İsmail Hakkı İşcan, “ Uluslararası
İlişkilerde Klasik Jeopolitik Teoriler ve Çağdaş Yansımaları”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 1, Sayı 2,
(Yaz 2004), s.50.)
16 Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2000, s.701.
17 Duygu Bazoğlu Sezer, “The Changing Strategic Situation in the Black Sea Region”, s.1.
    http://www.bmlv.gv.at/pdf_pool/publikationen/03_jb00_26.pdf , (Erişim Tarihi: 01.05.2012)
18 Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası, Çev. Ertuğrul Dikbaş, Ergun Kocabıyık, Sabah
    Yayınları, İstanbul, 1998, s.51.( Aktaran: Alkan, 2006, s.17.)
19 Alkan, a.g.e., s.17.
20 Ronald Asmus & Bruce Jackson, “The Black Sea and the Frontiers of Freedom”, Policy review No.125. 
     http://www.hoover.org/publications/policy-review/article/6451 (Erişim Tarihi: 04/05/2013)
21 Hasan Kanbolat, “Karadeniz’in Değişen Jeopolitiği”,
    http://www.denizhaber.com/YAZAR/3765/22/Karadeniz'in-degisen-jeopolitigi.html, 
( Erişim Tarihi: 02.05.2013)
22 Oğuz Karaman, Karadeniz’de Güvenlik Sorunu, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Kocaeli Üniversitesi, 2006, s.6.
23 Mustafa Aydın, “Europe’s Next Shore: The Black Sea Region After EU Enlargement” ISS Occasional Paper, June, No:53, Paris, Haziran 2004. s.5.
24 Tolga Çikrıkci, “Türk Boğazlarının Hukuki Rejimi ve Karadeniz’in Güvenliği”, III. Karadeniz Uluslararası Sempozyumu Karadeniz Yararlanıcıları Sempozyum Bildirileri Kitabı, Giresun Üniversitesi, Yayın No:8, Giresun, 2010, ss.243.



***