20 Ekim 2020 Salı

GELİŞEN DÜNYA DÜZENİ İÇERİSİNDE TÜRK DÜNYASI ENERJİ KORİDORU., BÖLÜM 2

GELİŞEN DÜNYA DÜZENİ İÇERİSİNDE TÜRK DÜNYASI ENERJİ KORİDORU., BÖLÜM 2


Hakan Beyaz,Türk Dünyası, Küreselleşme, Enerji Politikası,küreselleşme,Yeni Dünya Düzeni,Çok Uluslu Şirketler,Petrol Boruhattı,Doğalgaz Boruhattı,
Enerjinin Ekonomi Politiği,

Yeni Dünya Düzeni İçerisinde Türk Dünyası 

Yeni düzen oluşurken Türkiye’nin de bu sistemin içerisine jeostratejik konumu ile dolaylı olarak entegre olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Yukarıda detaylı olarak verilen bilgiler ışığında da sistemin içerisinde ki pay ve oranlarını belirtilmiştir. Bu süreç özellikle siyasi yapının değiştiği 1980 yılı ve sonrasında başlamıştır. Yeni yapı ile birlikte ekonomik sistem kendini yenilemiş serbest piyasa ekonomisi ve teşvik sistemi, dış ticaretin, faizin ve sermaye dolaşımının serbestliği ile yeni bir döneme geçiş yapılmıştır. Ekonomik boyutunun yanı sıra jeostratejik konumundan kaynaklı siyasi olarak da önemli bir rol üstlenmektedir. Avrasya’nın merkezinde olmasından dolayı Akdeniz, Balkanlar, Kafkaslar, Karadeniz, Orta Asya ve Orta 
Doğu gibi merkezi noktaların hem birbirleriyle hem de Avrupa ile bağlantılarının sağlanması durumunda bölgesel bir güç odağı konumundadır. 

Türkiye’nin bu konumu sayesinde önemli bir güç odağı olmasının birçok getirisi vardır. 

Bu durumun sonuçları kendini özellikle enerji alanında göstermektedir. Komşu olduğu bölgelerin dünyanın en zengin petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip olması ve bu kaynakların Doğu-Batı istikametinde taşınması konusunda iktisadi açıdan en kısa ve en az maliyetli güzergahı sunmaktadır. Türkiye’nin katkılarıyla Doğu-Batı Enerji Koridoru Projesi’nin gerçekleştirilmesi, bölgesel olduğu kadar küresel anlamda da ekonomik sonuçlar doğuracaktır.9 

Günümüzde aynı gelişmeler ışığında Orta Asya ve Kafkasya’da da değişimler 
yaşanmaktadır. Özellikle Sovyetler Birliğinin parçalanmasından sonra ortaya çıkan devletler içerisinde, serbest piyasa ve ekonomik özgürlüklerine kavuşan Türk Cumhuriyetleri de aynı süreçlerden geçmiş bulunmaktalar. Yeni kurulan devletlerin hızlı bir şekilde ulus bilinci oluşturma ve devletin vazgeçilmezi olan millet olgusunu oluşturarak ekonomik anlamda gelişmelere başlanmıştır. Enerji rezervleri sayesinde hem ekonomik özgünlüklerini kazanmış hem de dünyada ki güç odağı devlet ve uluslar üstü kurumların ilgi odağı haline dönüşmüşlerdir. 

Özellikle 19.yy ve 20.yy'lar da İngiltere ve Rusya’nın Orta Asya üzerinde 
politik baskı ve kontrol uygulama çalışmalarına günümüzde İran ve Çin'in de dahil olduğunu görmekteyiz. Bölgenin jeopolitik konumu ve enerji rezervleri büyük devletlerin gözlemi altında ve bölge üzerinde yoğun bir nüfuz mücadelesine sahne olmaktadır. Bölgede etkin olan dış odakla üç güç merkezi Rusya, Çin ve İran Türk cumhuriyetlerini çevrelemekte ve baş güç odaklarının bölgeye müdahil olmasına engel olmaktadırlar. Ancak Azerbaycan ve Kazakistan’ın daha sonra da Özbekistan’ın merkeze dahil olmaları dengeleri değiştirmeye başlamıştır. 
Türkiye’nin içerisinde olmayan hiçbir oluşumun bölgeye ve bölge halklarına yarar 
sağlamayacağı aşikardır. Ancak bu oluşumun ne tür bir örgütlenme olacağı konusunda somut adımlar atılamamaktadır. Halihazırda bölgede faaliyet gösteren oluşumlardan en etkilisi ''Şangay İşbirliği Örgütü'' , ''Bağımsız Devletler Topluluğu'' ve ''Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’dür. Fakat Türkiye bu oluşumların hiçbirinde bir etkinliğe sahip değildir. Tarih boyunca Orta Asya Türk Milleti’nin ana vatanı olmuştur. Bozkırda göçebe bir hayat esası yaşayan Türkler bu coğrafyada kurdukları devletler ve yerleşik hayata teşkil etikleri büyük 
şehirler ile Türk medeniyetinin ve bölgesel kalkınma ve refahın ticaret yolu ile de gelişiminde yararlı olmuşlardır.10 Türkiye bölgesel bir aktör olarak öncelikle Türk devletleri ile işbirliği modelleri geliştirmek durumundadır. 

Enerjinin Ekonomi Politiği, 

Günümüzde enerji politikalarını anlayabilmek için öncelikle enerji jeopolitiğini incelemek gerekmektedir. Enerji jeopolitiği hem ülkeler hem de bölgesel dengeleri oluşturan önemli faktörlerdendir. Devletlerin güç durumlarını ve hükümet politikalarını önemli ölçüde etkilemektedir. 

Enerjiye ulaşım, devletlerin teknolojik yöntemleri, ham madde erişimi ve bu erişim araçlarının kullanımı, uluslararası alanda meşru gösterme gibi durumların yanı sıra; her durumda kaynaklara erişimi sağlamak gibi çıkar mücadeleleri ve bu süreçlerin getirisi karşısında alınan önlemler ve uygulanan yöntemlerin hepsi enerji eko-politiğinin zorlu parçalarıdır. 

19.yy ikinci yarısında ortaya çıkan petrol yeni keşiflere, endüstrisinin gelişmesine ve yeni bir ticari faaliyet alanına sebep olmuştur. Ülkeler kendi altyapılarını oluşturmuş gelişme sürecinde uluslaşma akımı ile kaynaklarını millileştirmeye gidilmiştir. Ülkelerin yanı sıra petrol şirketleri de kendilerine bir taban oluşturarak varlıklarını, konumlarını sağlamlaştırarak sürdürmeye çalışmışlardır. 20.yy başlarından itibaren savaşların hem varlık sebebi hem de yürüteci konumuna gelmiştir. Dünya sahnesinde ki önemi arttıkça uğrunda savaşlar verilmeye 
başlanmıştır. 1950'lerde Dünya da petrolün üretim merkezi ABD'den Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ya kaymış ve fiyatı alternatiflerine (kömür, linyit vb.) göre daha da ucuzlamıştı. Bununla beraber piyasaya çıkan yeni petrol ürünleri ile petro-kimya sanayisi de gelişmekteydi. Petrol artık Dünyanın yeni kalkınma ve itici gücünü oluşturmaktaydı. 

Enerjinin bir savaş sebebi olması ve bugünkü enerji coğrafyaları üzerinde yaşanan sıkıntıların temeli ilk olarak 1960 yıllarda petrolün bir silah olarak kullanılmasını öngören ve sonucunda İsrail'in Mısır'a saldırmasıyla alevlenen devamında Arap-İsrail savaşlarının yaşanması durumudur. Arap milliyetçiliğinin yaygınlaştığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde başlayan bu yeni dönem ile batı karşıtı tutumlar sonucunda petrolün, İsrail ve onu destekleyen ABD ye karşı 
bir koz olarak kullanılmasıyla beraber Petrol Krizi sürecine girilmiş ve bu süreci ''Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Teşkilatı''nı (Organization of Arap Petroleum Exporting Coutries - OAPEC) kullanarak şekillendirmişlerdir.11 Bu süreç karşısında artan petrol fiyatları karşısında çoğunluğu ''Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü'' (Organisation for Economic Co-operation and Development-OECD) üyesi ülkeler olan gelişmiş Batılı ülkeler, 1973 Arap petrol ambargosu benzeri gelişmelere karşı güvenliklerini sağlamak amacıyla ''Uluslararası Enerji Ajansı''nı 
(International Energy Agency - IEA) kurdular.12 Uluslararası Enerji Ajansı verilerine göre, mevcut koşullar altında küresel enerji talebinin 2035 itibarıyla bugünkü seviyesine oranla yüzde 50’den fazla artması beklenmektedir.13 

Avrupa’nın enerji tüketiminin 2020 itibarıyla yüzde 70'inin yabancı kaynaklarca karşılanıyor olması beklenmektedir. 

Bu bağlamda 2030’da Avrupa’da ki gaz tüketiminin de yüzde 85’i ithal ediliyor olacaktır. 
Bu gelişmeler ışığında ve Sovyetler Birliği'nin dağılması, Körfez Savaşının çıkması ve yeni petrol ve doğal gaz rezervlerinin ortaya çıkışı yeni bir Enerji ekonomi politiğinin de oluşturulmasına sebep olmuştur. Bu durum, Türkiye’nin dünyada ki toplam petrol ve doğal gaz rezervlerinin yaklaşık yüzde 70'inin bulunduğu bölgede yer alması, jeopolitik konumu dolayısıyla doğu-batı koridoru ile Orta Asya, Orta Doğu ve Kafkasya'da ki petrol ve doğal gazı Avrupa’ya aktarımda potansiyel hat olması, OECD ülkeleri arasında en yüksek elektrik üretimi artışına sahip olması14 ve kendi bölgesi içerisinde bir enerji terminali olma iddiası ile çok büyük bir önem taşımaktadır.15 

***

GELİŞEN DÜNYA DÜZENİ İÇERİSİNDE TÜRK DÜNYASI ENERJİ KORİDORU., BÖLÜM 1

GELİŞEN DÜNYA DÜZENİ İÇERİSİNDE TÜRK DÜNYASI ENERJİ KORİDORU., BÖLÜM 1

Hakan Beyaz,Türk Dünyası, Küreselleşme, Enerji Politikası,küreselleşme,Yeni Dünya Düzeni,Çok Uluslu Şirketler,Petrol Boruhattı,Doğalgaz Boruhattı,

Hakan Beyaz 
Özet; 

Sistemli olarak gelişmekte olan dünya da etkin bir güç olabilmek ya da mevcut 
konumu koruyabilmek için sistemin bir parçası olmak zorunluluk haline gelmiştir. 
Mevcut sistemin küreselleşme ve çokuluslu şirketler olarak geliştiği süreçte bölgesel hareketliliğin, siyasi ve kültürel alandaki etkinliğinin ekonomik alandan daha düşük olduğu açıktır. Bu sebeple Türk dünyasında etkinliğin ve yükselişin ekonomik anlamda olması gerekmektedir. Türk Cumhuriyetlerinde çıkarılan petrol ve doğalgaz kaynaklarının Türkiye üzerinden Avrupa’ya aktarımı bu düşüncenin temelini oluşturmaktadır. Bu çalışmada küreselleşme sürecinin teorik açıklamaları, dünyada ki enerji politikaları ve gelişmekte ki düzen içerisinde ki rolü ve Türk dünyasının bu sürecin neresinde olması gerektiği analitik olarak ortaya koymaya çalışacağım. 

Giriş 

20.yy son çeyreği önemli gelişmelere sahne olmuştur. Soğuk savaşın sona ermesi 
Sovyetler Birliğinin kendini fesih etmesi, yeni bağımsız devletlerin ortaya çıkması gibi gelişmeler sonucunda dünya üzerinde yeni bir sistem ortaya çıkmak durumunda kalmıştır. Gelişen teknoloji ve popüler kültürün de etkisiyle yeni pazar arayışlarını daha da kolay hale getirecek bu sistem ''Küreselleşme'' olarak (karşımıza çıkmaktadır)adlandırılmıştır. Bu gelişmeler ışığında dünya üzerinde ki güç odakları da yerini yavaş yavaş büyük devletlerden çok uluslu şirketlere devretmiştir. Birçok ülkede, birden fazla alanda faaliyet gösteren bu şirketler, sağlamış oldukları istihdam, sosyal projeler ve ekonomik anlamda ki gelişmişlik  sayesinde birçok dünya ülkesinden daha zengin ve etkin bir konum kazanmışlar dır. Bu tür şirketlerin iş kollarından en önemlileri teknoloji, petrol ve doğal gazdır. 

 Belli başlı zengin ülkeler, gelir-gider dengesi arasındaki farklılıklarını koruyabilmek için yeni bir tür işbirliği ve yeni bir tür ekonomik düzen kurmak zorundadır. İşte kurulmakta olan bu düzen ''küreselleşme'' düzenidir.1 
Bu yeni sistem. ''Yeni Dünya Düzeni''nin yürüteci haline gelmektedir. Nitekim özellikle yeni teknolojilerin bulunması ve uygulanmasıyla ve pazar tabanlı 
kapitalizmin de etkisiyle, bunların yanında küreselleşmeyle gelen ekonomik değişikliklerle ülkelerin ve çok uluslu şirketlerin pazarlık güçlerinde değişimler yaşanmakta, bu değişimler birbiriyle bağlantılı olarak gerçekleşmekte dir.2 

Yeni Dünya Düzeni 

Siyasi krizler ve ekonomik çıkmazlar içerisinde çıkar yol bulma çabası içerisinde giren büyük devletler, 80'li yıllardan itibaren farklı bir piyasa düzeni inşa etme yoluna gitmişlerdir. 

Bu yeni kapitalist düzen için birçok farklı propaganda yürütmüşler ve bunun içerisinde en uygun olanı küreselleşme olarak benimsetmişler dir. Bunun neticesinde de gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelere başka bir seçenek bırakmamışlardır. 
Her ne olursa olsun, günümüzde küreselleşme, ekonomiden uluslararası ilişkilere kadar çeşitli alanlarda dünyayı etkileyen, uluslararası toplumun dokusunu ve yapısını eskiye oranla tanınmayacak ölçüde değiştiren bir güç olarak karşımıza çıkmaktadır. Birleşmiş Milletler 1945 yılında kurulduğunda, uluslararası ilişkileri belirleyen temel aktörlerin devletler olduğu konusunda herhangi bir kuşku yoktu. Sadece devletler, uluslararası ilişkileri etkileyebilecek kaynaklara sahipti. Oysa günümüzde, uluslararası ilişkileri ve dünya ekonomisini zaman zaman 
devletlerden çok daha fazla etkileyen yeni aktörler ortaya çıkmıştır. Çokuluslu şirketler, hükümet dışı örgütler, medya kartelleri, araştırma ve düşünce (think-tank) kuruluşları, hatta bazı devletlerin yıllık GSMH’sinden daha fazla şahsi serveti bulunan bireyler ve yatırımcı konsorsiyumlar son 10 yıl içerisinde oluşan uluslararası sistemin yeni aktörleri olarak ön plana çıkmışlardır.3 

Küreselleşme aslında tam olarak ülke sınırlarının ortadan kalktığı bir sistem değildir. 

Ülkeler ucuz iş gücü için gerekli görülmektedir. Ancak, bu durum ulus kavramına da uzaktır. 

Uluslararası şirketler maliyeti düşürmek için mevcut ülke ve işçileri kullanırken pazar olarak gelişmekte olan ülkeleri seçmektedirler. Üretim maliyetlerini en alt seviyeye düşürmek için bazı üçüncü dünya ülkeleri tercih ediliyorsa da bu durum şirketlerin merkezinin bulunduğu ülkelerde istihdam sorununa neden olduğundan bu konuda farklı yöntemler izlemek durumunda kalınmıştır. 

Çok Uluslu Şirketler 

Yeni dünya düzenin oluşturulması ve küreselleşme sürecinin hızlanmasıyla birlikte daha etkin bir rol alan çokuluslu şirketler, bu durumu biraz da sermayelerinin sağlam oluşu ve gelişen teknolojiyi en iyi şekilde uygulamalarına borçludur. 
Net bir tanım yapmak gerekirse; üretim, araştırma, yatırım, strateji, politika ve karar alma işlemlerinin belli bir ülkede olan genel merkezi tarafından belirlenen, birden fazla ülkede faaliyette bulunan ve şubeler aracılığıyla koordine edilen büyük işletmelerdir. Günümüzde özellikle uluslararası ticaret alanında etkin bir konuma sahiptirler. Bu konumlarının sayesinde uluslararası alanda bir çok yönden ve bir çok farklı kurum ve kuruluşlarla yoğun etkileşim içerisindedirler. Bu ayrıcalığın farkında olan uluslar üstü işletmeler kendilerini bu yöne doğru hızlı bir şekilde geliştirme çabası içerisine girerek, dünya üzerinde her açından söz sahibi olma pozisyonuna gelmek istemektedirler. Günümüzde bu duruma paralel olarak bu tür oluşumların sayısı ve etkinliği büyük bir artış göstermektedir. Çok uluslu şirketlerin ev sahibi ülkeye yaptığı katkıların en önemlisi ihracat rekabet 
gücünü arttırmasıdır.4 

Çok uluslu şirketler herhangi bir ülkede yatırım yaparken beraberinde 
sermaye, teknoloji ve yönetim bilgisi getirir; ev sahibi ülke dünya çapında pazarlara kolayca erişme olanağına sahip olan çokuluslu şirkete mal ve hizmet tedarik eden yerli firmalar sayesinde bölgesel ve global piyasalara erişim olanağına kavuşabilir. Yerli firmalar, yaparak öğrenme süreci sonrasında ihraç ürünlerinin çeşitlenmesini sağlarlar. Çokuluslu bir şirketin herhangi bir ülkede yatırım yapması halinde çokuluslu şirketin ev sahibi ülkeye getirdiği sermaye, bilgi ve beceri ile teknoloji ölçüsünde ev sahibi ülkenin reel milli gelirinde artış olur. Ev sahibi ülkenin vergiler yoluyla elde ettiği ek gelirler ile toplumun elde ettiği dolaylı faydalar çokuluslu şirketin elde ettiği getiriden daha yüksekse çokuluslu şirketin doğrudan ekonomik etkileri ev sahibi ülke lehine gelişir.5 

Yeni dünya düzeninin vazgeçilmez bir parçası olan bu sistem içerisinde ülkemizin de toplam yabancı varlığı 36,7 milyar Amerikan doları, yurtdışı satışları 23,4 milyar Amerikan doları ve istihdam ettikleri yurtdışı işgücü 115.539 kişiye ulaşan 29 Türk çokuluslu şirketi bulunmaktadır. İlk en büyük beş şirket toplam piyasanın %58’ini diğer bir deyişle 21,4 milyar Amerikan dolarını kontrol etmektedir. 

En büyük on şirket ise toplam yabancı varlığın %70’inden biraz daha fazlasını (toplam 26,4 milyar Amerikan dolarını) kontrol etmektedir.6 

Yurtdışında 426 iştiraki olan bu yirmi dokuz çokuluslu şirketin iştiraklerinin 326’sı Avrupa ve Orta Asya’da, 53’ü Ortadoğu ve Afrika’da, 31’i Doğu Asya, Güney Asya ve Kalkınmış Asya-Pasifik’te7 ve 16’sı ise Kuzey ve Güney Amerika’da faaliyet göstermektedir.8 

Çokuluslu şirketlerin küreselleşmeyle paralel olarak devam eden bu gelişmeleri 
ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda topluma sağlayacağı katkıların ve oluşacak türlü fırsatların yanı sıra yine aynı çeşitlilikte tehlikeli durumların da oluşabileceği gerçeğine karşı da bir takım önlemlerin alınmasında faydalı bir gereklilikte bulunmaktadır. 


***

Globalleşen dünyada aktör olabilmenin yolu enerjiden geçiyor.,

Globalleşen dünyada aktör olabilmenin yolu enerjiden geçiyor.,



Gokcen Ozkara 
12 Kasım 2018 



   Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği (EcoAvrasya) Yönetim Kurulu Başkanı Hikmet Eren, İki ülke arasındaki stratejik iş birliği anlaşmalarının 2012’de “Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi” ile taçlandırıldığını belirterek şu sözleri söyledi : “İlişkilerin bugünlere gelmesinde özellikle siyasi, ekonomik ve sosyal alanda yapılan çalışmalar uluslararası alanda takdire şayan. İki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler 2 milyar dolar seviyesinde. Umudumuz bunun orta vadede 5-10 milyar dolar seviyesine çıkarılması.”

“Türk iş adamları Kazakistan’da 15 bin kişiye iş imkanı sağladı”
Kazakistan’dan Türkiye’ye 2017’de 500 binin üzerinde turist geldiğini belirten Eren, hedeflerinin bu rakamı 600-700 bin seviyesine çıkarmak olduğunu söyledi. Eren, Türk iş adamlarının Kazakistan’da 15 bin kişiye iş imkanı sağladığına dikkat çekerek, konuşmasını şu şekilde sürdürdü:
“Bundan sonraki süreçte Türk müteşebbisleri ve sanayicileri Kazakistan enerji sektöründe yer almalı. Türkiye’de faaliyet yürüten ve global sahada varlığını ispat etmiş olan büyük holdinglerin ve firmaların orta vadede Kazakistan’da enerji sektöründe yatırımlar yapmaları her iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin daha üst seviyeye çıkarılmasına katkı sağlayacaktır.”


“Globalleşen dünyada aktör olabilmenin yolu enerjiden geçiyor”
Eren, Kazakistan’da 18 milyon insanın yaşadığını ancak ülkenin Avrasya Ekonomik Birliği üyeliği dolayısıyla 250 milyon kişilik bir pazar olduğunu vurgulayarak sözlerine şu şekilde devam etti:

“İki ülke arasındaki ekonomik ilişkileri güçlendirirsek Türkiye’de üretilen bir ürünü 250 milyonluk pazara açabilme durumu söz konusu olur. Şu anda Orta Asya’nın parlayan yıldızlarından Özbekistan ile Türkiye’nin ekonomik ve siyasi ilişkileri artarak devam ediyor. Bu durum Kazakistan ile münasebetlerimize de tesir edecektir. Şu anda 160-170 milyar dolar civarında olan ihracat potansiyelimizi 500 milyar dolar hedefimize doğru yönlendirmemizin bir yolu da başta Kazakistan olmak üzere Türkmenistan, Özbekistan, Azerbaycan ve Kırgızistan pazarında mevcudiyetimizi daha güçlü bir zeminde devam ettirmemizdir. Enerji sektöründe var olmak zorundayız. Globalleşen dünyada aktör olabilmenin yolu enerji sektöründen geçiyor.”




“21’inci yüzyılın vazgeçilmez ana unsurlarından biri enerjidir; enerjinin de merkezi ve geçiş güzergahı Avrasya’dır”

Kazakistan’ın Rusya ve Çin gibi önemli iki ülke ile sınırı bulunduğuna işaret eden Eren, Kazakistan’ın Çin ile ticaret hacminin yaklaşık 25 milyar dolar olduğunu belirtti. Eren, Türkiye’nin bu 25 milyar dolarlık hacimden pay elde edebileceğini dile getirerek, şunları kaydetti:

“Biz Avrasya’da Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak varız. Bundan sonraki süreçte de yine var olacağız. Bu bölgede kesinlikle hem Kazakistan hem Türkiye hem Azerbaycan hem de Özbekistan mutlaka ama mutlaka küresel aktör olacaklardır. Bunu çok net olarak ifade edebiliriz. 21’inci yüzyılın vazgeçilmez ana unsurlarından biri enerjidir ve enerjinin de merkezi ve geçiş güzergahı Avrasya’dır. Onun için bu coğrafyada olmanın sıkıntılarını elbette yaşayacağız ama nimetlerinden de gelecek nesillerimiz mutlaka istifade edecektir.”

Kaynak: Haber Türk
***


Silkele İmamoğlu “Antrikot Belediyeciliği” duvara dayandı!

 Silkele İmamoğlu “Antrikot Belediyeciliği” duvara dayandı!


Necati Doğru
22 Nisan 2019 


Ankara'nın Çubuk İlçesi'nde cenaze töreninde muhalefet partisi lideri Kemal 
Kılıçdaroğlu'na, şehit yakınlarıyla ilgisi bulunmayan, dışardan gelmiş organize 
bir grubun saldırısı olmasaydı, ben bu yazıyı yazmayacaktım. İstanbul'da 
Maltepe'de meydanlara dolan binlerce insanı kışkırtıcı ve ülkeyi birbirine 
düşürmeyi amaçlayan Ankara'daki saldırı olmasaydı; Silkele İmamoğlu “Antrikot 
Belediyeciliği” duvara dayandı!” diye yazmaya ihtiyaç duymazdım. 25 yıl sonra 
seçimle gelen yeni başkan Ekrem İmamoğlu, ilk gün Saraçhane'deki İBB binasını 
ziyaret etti.
Çalışanlarla tanıştı.
Bu arada yemekhaneye de gitti, el sıkıştıktan sonra belli ki, laf olsun diye 
“bugün yemekte ne var?”diye sordu.
Çalışana musakka.
Başkana antrikot.
★★★
“Belediye çalışanına musakka fakat başkana antrikot belediyecilik modeli” 
yaratıldığını ve 25 yıldır sürdüğünü bu sayede öğrendik.

Nurettin Sözen:
(1989- 1994)
5 yıl görev yaptı.
Tayyip Erdoğan:
(1994- 1998)
4 yıl görev yaptı.
Ali Müfit Gürtuna:
(1999-2004)
6 yıl görev yaptı.
Kadir Topbaş:
(2004-2017)
13 yıl görev yaptı.
Mevlut Uysal:
(2017-2019)
2 yıl görev yaptı.

   Acaba CHP'li Nurettin Sözen, görevi Refah Partili Tayyip Erdoğan'a verirken bu “çalışana musakka- başkana antrikot belediyeciliği” var mıydı? 
Sonradan geldiyse hangi başkan döneminde geldi?
★★★
İstanbul halkı bilmeli.
25 yılda belediye başkanları toplam kaç ton antrikot yediler?
İthalse kaç bin Dolar?
Yerliyse kaç bin TL?
Diyeceksiniz ki İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin, şirketleriyle beraber 2018 
konsolide bütçesi 42.6 milyar TL. 18 bakanlığın bütçesinden daha fazla olan dev 
harcamanın içinde antrikot parasının ne önemi olur?
Evet, önemi olmaz.
Ama gösterge olur.
Raylı sistem ihalelerinde, metro hattı ihalelerinde, kavşak, tünel, karayolu, 
kaldırım, meydan düzenlemesi, park, bahçe yapımı, atık su tesisi, biyolojik 
arıtma, kentsel dönüşüm, hastane, sosyal hizmet, spor, kültür, sanat harcaması 
yaparken, yandaş medyayı beslerken, iktidar büyüğü yakınlarının vakıflarına 
belediye mülklerinden arsa-bina bağışlarken “musakkaya kim razı oldu- antrikotu 
kimler yedi bu önemli.
Bunu bilelim.
★★★
Öğrenmek haktır.
Bilgi güçtür.
Bilgi, kışkırtmanın, iç savaş çıkarma kirli niyetlerinin kovucusudur. Silkele 
İmamoğlu! Antrikot belediyeciliği duvara dayandı.

KALEMİN GÖR DEDİĞİ

Farkı fark edelim!
Maltepe'de dün binlerce insan toplandı. Sayı önemli değil. Bir kişi de gelseydi, 
diyeceğim değişmeyecekti: Farkı fark edelim. Fark, yeni başkan Ekrem 
İmamoğlu'nun mitinge gelecek olanlara “belediye otobüslerini, metrobüslerini, 
metroları bedava yapmayacağını” söylemesiydi. Herkes kendi imkanlarıyla geldi. 
Bu tavrıyla Ekrem İmamoğlu ilan etmiş oldu ki: Belediye parası üzerinden avanta 
elde edenlerden, şehir rantı yiyenlerden, imara aykırı bina dikenlerden ve sonra 
imar affı bekleyenlerden, belediye ihalelerinden şeffaf olmayan yollarla büyük 
paylar kapmak için partiye, başkana sırnaşanlardan, trafik kurallarını bozarak 
başkalarının zamanını çalanlardan, şehri kirleterek gelecek kuşakların hakkını 
gasp edenlerden, vergi kaçıranlardan, kentli ve kentliliği bencilce istismar 
edenlerden, ettirenlerden destek istemiyorum.
Onlar bizden değildir. İmamoğlu sözünde durursa; “ben sana avanta vereyim, 
usulsüzlüğünü görmeyeyim, sen bana oy ver siyaseti” bitti. Yeni nesil siyaset, 
yeni nesil belediyecilik diyor. Farkı fark edelim.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez 
konumlandırmakta yız. 
Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/necati-dogru/silkele-imamoglu-antrikot-belediyeciligi-duvara-dayandi-4511366

***

Kürt Melelere İstanbul seçimi için 50 milyon lira dağıtıldı.

Kürt Melelere İstanbul seçimi için 50 milyon lira dağıtıldı.


Sabahattin Önkibar.
19.05.2019 10:55   


Mele ne midir?
Kürtlerin İslami alim ve  önderlere verdikleri addır.
Mesela Mesut Barzani’nin babası olan Türk düşmanı Mustafa Barzani “Mele” diye anılırdı.
Bir dönem Diyanet’ten sorumlu olan imam-hatip kökenli Adalet eski Bakanı Bekir Bozdağ Mele’yi şöyle tanımlar:
“Büyük saygınlığı olan, sözleri insanları durduran ve harekete geçiren alaylı din büyükleri…”
Doğu ve Güneydoğumuzda bunların sayısı hayli fazladır.
     Bunlardan biri olan Abdülsamet Akarsu ile önceki akşam Ankara Yenimahalle’de iftar açtım ki, o iftara beni davet eden muhafazakar bir guruptu.
Abdülsamet Hoca tane tane anlattı:
“-……… Devlet, Melelere, İstanbul seçimi için seferberlik ilan etti.
-Milletvekilleri, valiler ve kaymakamlar bizzat devrede.
-Sözü dinlenen itibarlı Melelere, İslam’ın ve devletin size ihtiyacı var deniliyor.
-İkna edilen Melelere uçak biletleri alınıp, İstanbul’da kiralanan ev ve villalara yerleştiriliyor.
-Nüfus müdürlüklerindeki bilgilere göre Meleler İstanbul’a memleketlere göre dağıtılıyor.
-Seçimde rey kullanmayan namazlı-abdestli Kürt kardeşlerimiz mübarek Ramazan ayı vesile edilerek öncelikle ziyaret edilip AK Parti adına ikna edilmeye çalışılıyor.
-Melelerin mollalığı yani ehemmiyetine göre, ‘Hayır yaparsınız’ denilerek ceplerine büyük miktarda paralar konuluyor.
-Şu ana kadar dağıtılan paranın 50 milyon TL’nin üzerinde olduğunu duydum.
-Şahsıma da böyle bir teklif yapılıp, ‘Hayır işleri yapmanız için 100 bin dolar var’ denilen hediye paketi uzatıldı… Ben, ‘imanımı günlük siyaset ve para için satmam” deyip, reddettim.
-Hükümetin Mele desteği konusunda bölgemizden bir milletvekili aracılığı ile Barzani’den yardım istediğini ve Mesut Barzani Bey’in ‘hay hay’ dediğini işittim…”
Evet, iftar yemeği boyunca bana anlatılanların özeti budur.
Bilahare ertesi gün Abdülsamet Akarsu ismini ve Meleler konusundaki iddiaları, bölge ile irtibatlı  donanımlı birkaç isme sorup, dinlediklerimi dolaylı olarak teyit ettirdim.
Kuşkusuz anlatılanlar iddia kabilindedir ve ispatı mümkün değildir. Ancak AKP iktidarının dindar lakin kızgın  olan Kürt seçmenini sandığa götürmek istediği bütün kamuoyunun malumudur. Dolayısı ile bu dinlediklerim bilinsin istedim.
Yorumu size bırakıyorum.
NOT: Sevgili okurlarımı,  yargı kararı ile toplatılıp daha sonra ceza mahkemesinde “suç unsuru yok” denilip beraat eden “BAHÇELİ VE ÜLKÜCÜLER HAKKINDA HER ŞEY” isimli kitabımdaki sırları ve günlük siyasi gelişmeleri dinlemek için YOUTUBE kanalıma bekliyorum…
Sabahattin Önkibar
Odatv.com


***

Nakşibendi tarikatının bankasına dolandırıcılık suçlaması

Nakşibendi tarikatının bankasına dolandırıcılık suçlaması


  Türkiye devlet içinde örgütlenen cemaat ve tarikatları konuşurken Nakşibendi tarikatı bu kez bir dolandırıcılık davasıyla gündemde. Kuzey Kıbrıs’tan Brezilya’ya uzanan hikayenin merkezinde ise Türkiye var...

Barış Türkoğlu.,

22.04.2019 03:51

   Türkiye devlet içinde örgütlenen cemaat ve tarikatları konuşurken Nakşibendi tarikatı bu kez bir dolandırıcılık davasıyla gündemde. Kuzey Kıbrıs’tan Brezilya’ya uzanan hikayenin merkezinde ise Türkiye var.

Brezilya’da ilaç ve kimya alanında faaliyet gösteren Cristalia şirketinin iştiraki olan Hollanda merkezli Edgeworth Investment Grup, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde faaliyet yürüten Mondial Bank’taki hesabına 26 Nisan ve 9 Mayıs 2017 tarihlerinde iki seferde toplam 40 milyon dolar para transfer etti. Offshore sistemiyle faaliyet yürüten bankanın özelliği Nakşibendilere ait olması ve Şeyh Nazım Kıbrısi’nin oğlu Behaeddin Adil tarafından yönetilmesiydi. Malezya bağlantılarıyla dikkat çeken Faisal İslam Bank’ın Lefkoşa’daki binasının 3. Katında faaliyet yürüten banka, binasına Şeyh Nazım Kıbrısi’nin fotoğrafını asacak kadar Nakşibendiliğini öne çıkarıyordu.

Kriz, Brezilya merkezli şirketin parasını başka bir hesaba aktarma girişimiyle başladı. Mondial Bank çeşitli gerekçelerle süreci uzattı. Bu süreçte Edgeworth’a 5 milyon dolar da kredi kullandıran banka kalan 35 milyon doları aktarmamakta direndi. Mondial Bank ile Edgeworth arasında 35 milyon dolarlık kriz çözülmeyince olay yargıya taşındı.

DOLANDIRICILIK SUÇLAMASI

İstanbul Anadolu Cumhuriyet Savcılığı’na 3 Mayıs’ta başvuran Edgeworth, Mondial Bank Yönetimindeki Bensen Safa, Behaeddin Adil ve Mehmet Ali Arıkbuka’dan şikayetçi oldu. Uluslararası şirket, söz konusu isimler için “nitelikli dolandırıcılık ve görevi kötüye kullanma” suçlamasında bulundu.

Soruşturmada Vakıfbank da mercek altına alındı. Zira Nakşibendilerin sahibi olduğu Mondial Bank, KKTC’nin uluslararası kuruluşlar tarafından tanınmaması nedeniyle Vakıfbank üzerinden faaliyet yürütüyordu. Vakıfbank’ta bir hesap açan Mondial Bank, parayı önce Vakıfbank’a ardından kendi hesaplarına aktarıyordu. Hesap hareketlerinden bankanın bu yolla yüz milyonlarca dolar aktarım yaptığı anlaşıldı.

Anadolu Cumhuriyet Savcılığı, suçun KKTC’de işlenmiş olması nedeniyle takipsizlik vererek Kuzey Kıbrıs’ı işaret etti. Süreç, Kıbrıs’ta Lefkoşa Kaza Mahkemesinde açılan dava ile devam etti. Kıbrıs’taki davada Mondial’in Bank’ın uluslararası ilişkilerini gerçekleştiren Joao Cunha da suçlananlar arasında yer aldı.

DİPLOMATİK KRİZ ÇIKTI

Brezilya’da Cristalia şirketinin devletle iyi ilişkileri olayın diplomatik boyuta taşmasına neden oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a geçen yıl Şubat ayında yapmayı planladığı Brezilya ziyareti için olayı anlatan bir dosya hazırlandı. Ancak Erdoğan’ın ziyareti iptal olunca bu gerçekleşmedi. Ardından Brezilya Devleti’nin talebiyle Brezilya’nın Ankara Büyükelçiliği, Türk Dışişleri ve Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası nezdinde girişimlerde bulundu. Brezilya Büyükelçisi hem Dışişleri Bakanlığı’na hem de Merkez Bankası’na giderek Mondial Bank’taki krizin çözülmesi için destek istedi. Kriz Türkiye’de çözülemezken KKTC’deki dava halen sürüyor. Dava sürecinde Mondial Bank’ın Malezya ve Cebelitarık’a para transferleri nedeniyle “kara para aklama” suçlaması da yapıldı.

ŞEYH NAZIM KİMDİR

2014 yılında hayatını kaybeden Şeyh Nazım Kıbrisi, Nakşibendi Tarikatı’nın önde gelen isimleri arasındaydı. Yakın zamanda Malezya Büyükelçisi olarak atanan Merve Kavakçı’nın bir otel odasında dizinin dibinde oturduğu şeyh, Nazım Kıbrısi idi. Şeyh Nazım, Türk İstihbarat belgelerinde “İngiliz ajanı” olduğu iddiasıyla yer alırken, Kıbrısi’nin AKP ile gelgitli ilişkisi de dikkat çekiyordu. Şeyh Nazım’ın ardından tarikata ve malvarlığına oğlu Behaeddin Adil’in hakim olması da tartışma yaratan bir başka gelişmeydi.

Barış Terkoğlu

Odatv.com


https://odatv4.com/naksibendi-tarikatinin-bankasina-dolandiricilik-suclamasi-22041941.html


***

Hemen, derhal, şimdi olsun o TÜRKİYE İTTİFAKI.,

Hemen, derhal, şimdi olsun o TÜRKİYE İTTİFAKI.,


Sevilay Yılman

sevilayyilman@htgazete.com.tr

22.04.2019 - 07:05

Bir şey itiraf edeyim mi size…

Bunca yıllık gazeteciyim ve köşe yazarıyım… Kaç bin kez oturmuşumdur kim bilir şu bilgisayarımın başına... Ve kim bilir kaç bin defa yazı yazmışımdır… Ama inanın ilk defa, ilk kez bu kadar gergin ve korkuyla başlıyorum bir yazıya…

O kadar kılı kırk yardım ki dün CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırı ve sonrası yaşananlarla ilgili neler yazmam gerektiği konusunda…

İnanın karnıma sancılar girdi.

Neden?

Ee çünkü kamu vicdanının şahsıma yüklediği bir sorumluluk var.

Ve ben dün yaşanan olaylarla ilgili ne yazacaksam, nasıl bir görüş ortaya koyacaksam o sorumluluk bilincinde kaleme almalıyım.

Öyle bir badire atlattık ki dün ülke olarak… Benim ya da başka bir yazarın, gazetecinin o olay üzerine yanlış bir şeyler yazma veyahut da yanlış anlaşılmaya meyledecek ifadeler kullanma lüksü yok artık!

Sadede gelirsek…

Önce CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na, sonra da tüm Türkiye’ye büyük geçmiş olsun diliyorum.

Umarım bir daha tekrarı olmaz ama galiba bunun olmaması için başta siyasetçiler olmak üzere biz gazeteciler ve kendisini kanaat önderi sayan herkesin kullandığı dile, sergilediği duruşa çok özen göstermesi, çok dikkat etmesi gerekiyor.

Dün bir kez daha anlaşılmıştır ki; Toplumun sinir uçları çok açık ve hiç kimsenin popülizm ya da politika uğruna bu sinir uçlarıyla oynamaya hakkı yok!

Biliyoruz ki, bu ülke daha önceleri de kaos ve gerilim yüklü olaylar yaşadı.

Bir yığın örnek verilebilir bu tür olaylara ama sonunda hep sağduyumuzun galip geldiği de bir gerçektir.

Öyle bir gene sahip ki bu topraklar… Ve bu toprakların sahibi olan bizler…

İçerde ya da dışarda… Kim oldukları, nereye hizmet ettikleri mühim değil. Ne yapsalar da, ne kadar çabalasalar da aramıza asla nifak sokmayı başaramadılar.

Asla izin vermedik bizleri ayrıştırmalarına, kamplaştırmalarına, bizleri birbirimize kırdırmalarına…

15 Temmuz gecesi de yaşanan o alçak darbe girişimi de sahip olduğumuz bu sağlam genlerin sayesinde alt edilmiş alçak bir darbe girişimidir.

Öyle bir kumaşa sahibiz ki biz millet olarak… O gece, o alçaklığı sağcı, solcu, Türk, Kürt, Alevi, Sünni demeden… Hiçbir siyasi fark gözetmeden… Birbirimize deliler gibi kenetlenerek def ettik o belayı ülkenin başından.

Ancak dün Ankara’da yaşanan… Çubuk’taki o şehit cenazesinde olan bitenler bambaşka bir şeydi değerli okurlarım.

Sahip olduğumuz o sağlam genlere, birliğimize, kardeşliğimize, bütünlüğümüze, bize, bu ülkeye, bu topraklara yakışmayan korkunç bir sahneydi.

Bakın… Protesto elbette ki anayasal bir haktır.

Dolayısıyla CHP liderinin protesto edilmesi de gayet normal ve doğaldır.

Ancak bu hakkın kullanılacağı yer bir şehit cenazesi de değildir.

Siyaset ne derse desin… Siyasiler ne yaparsa yapsın… Şehitlerimizi bu toprağın gelenek ve göreneklerine ve İslamiyet’in felsefesine uygun bir biçimde uğurlamak bizim için bir mecburiyettir. 

Ayrıca kaldı ki dün Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan protesto falan değil, açık açık bir linç girişimidir!

Sizi bilmem ama ben gerçekten bu ülkenin bir yurttaşı olarak yaşananlardan hem çok üzüldüm hem de çok ürktüm!

Hele hele Kılıçdaroğlu’nun kendisine tekme tokat saldıranlardan korunmak amacıyla bir eve sığındığı o anlar ve aklı biraz başında olan her insana “Orta Çağ da mıyız?” dedirten o görüntüler...

Bilmiyorum izlediniz mi?

Duydunuz mu yüzlerce insan Kılıçdaroğlu’nun sığındığı o evin etrafında öfkeyle toplaşmışken, güvenlik güçlerine rağmen evin içine girmeye ve ellerine geçirdikleri taşları fırlatırken bir kadının; “Yakın o evi! Yakın!!!” diye çığlık çığlığa bağırışlarını…

İnanılır gibi değildi.

O kadar şükrettim ki o anda Kılıçdaroğlu’nun yalnız olmadığına. O kadar teşekkür ettim ki Allah’a o anda onun dışında devlet erkanından da birilerinin olmuş olmasına.

“Korudu resmen bu ülkeyi bir kez daha!” dedim kendi kendime.

Çünkü eğer başta Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar olmak üzere, diğer siyasiler olmasaydı o anda büyük bir ihtimalle güvenlik de çok üst düzeyde olmayacaktı ve olayın seyri de başka türlü gelişecek ve başka türlü son bulacaktı.

Sözün özü…

Tekrar geçmiş olsun ülkeme ama bitirmeden önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın;

“Siyaset milletin maslahatını kendi menfaatinin önüne koymayı gerektirir. 

Türkiye’nin bekası vatandaşlarımızın birlik ve beraberliği her türlü politik hesabın üstündedir. Seçim tartışmalarını geride bırakarak ekonomik 

ve güvenlik başta olmak üzere asıl gündemimize odaklanmamız şarttır. Dönem kızgın demiri soğutma, musafahalaşma, kucaklaşma birlik ve beraberliğimizi yeniden perçinleme dönemidir… Ülkemizin bekasını ilgilendiren meselelerde siyasi görüş ayrılıklarımızı bir tarafa koyarak 82 milyon TÜRKİYE İTTİFAKI olarak hareket etmeliyiz!” konuşmasını hatırlatmak ve bir yurttaş olarak memleketin hayrına olacak TÜRKİYE İTTİFAKI siyasetinin biran evvel hayata geçirilmesini talep ettiğimi belirtmek istiyorum…


https://www.haberturk.com/yazarlar/sevilay-yilman-2383/2439229-hemen-derhal-simdi-olsun-o-turkiye-ittifaki


Cumhuriyet’in Temelleri 19 MAYIS 1919’DA kurulmaya başlandı.,

Cumhuriyet’in Temelleri 19 MAYIS 1919’DA kurulmaya başlandı.,



UĞUR DÜNDAR
ugur.dundar@ugurdundar.com.tr
Cumhuriyet’in temelleri 19 MAYIS 1919’DA kurulmaya başlandı!..
19 Mayıs 2019 


  Eğitimci-yazar Berna Bridge, ABD'ye gitti, “Genç Atatürk” kitabının yazarı 
ABD'li Profesör George Gawrych'le 19 Mayıs 1919'un 100. yıl dönümü için konuştu:


Sevgili okurlarım;

Bu yıl Mustafa Kemal'in bağımsızlığımızı kazanabilmemiz için Samsun'a çıkıp 
Milli Mücadele yürüyüşünü başlatmasının 100'üncü yıl dönümünü kutluyoruz. Büyük coşku ve heyecanla kutladığımız bu çok anlamlı günde ben de sizlere çok özel bir söyleşiyi sunuyorum. Eğitimci-yazar Berna Bridge, Amerika'ya kadar giderek “Ata”mızın sınırlarımızı aşan, başka ülkelerde derslere konu olan liderliğiyle ilgili araştırmalar yaparak çarpıcı bilgi ve belgelerle dolu bir kitap yazan George Gawrych'le konuştu. Bilim insanının Texas'taki evine oğluyla birlikte gittiğindeki izlenimlerini anlatırken “İlk dikkatimi çeken şey, profesörün 
Atatürk portreli ve imzalı kravatı oldu” diyor. Türkçe'ye de çevrilen “Genç 
Atatürk-Osmanlı Zabitliğinden Türk Devlet Adamına” adlı kitabın yazarı, ABD 
Baylor Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gawrych, ilginç bir 
yaşam öyküsüne sahip. İkinci Dünya Savaşı sırasında Gulag Takım Adaları'nda esir yatmış Polonyalı asil bir aileden gelen anneyle yine İkinci Dünya Savaşı'nda 
çeşitli işkencelerden geçmiş Polonyalı asker bir babanın oğlu. Baba ve anne bir 
süre Rusya'da tutsak kalmışlar. Savaş süresince çeşitli serüvenler yaşadıktan 
sonra İngiltere'de tanışıp evlenmişler. Oğulları George doğduktan dokuz ay sonra 
ABD'ye göç etmişler. Londra'da doğup ABD'de büyüyen Polonyalı Gawrych'in yaşam öyküsü bir noktada onu Atatürk'le birleştirmiş…

★★★



SUBAYLARA GÖRE ATATÜRK BİR DAHİDİR
BERNA BRIDGE 
(B.B.): Atatürk'e ilginiz nasıl başladı?

GEORGE GAWRYCH (G.G.): Amerika'da Katolik, Polonyalı, çift dilli bir Amerikalı 
olarak büyüdüm. Kendimi hem Polonyalı hem Amerikalı hissettim. Eğitimimi tamamen farklı bir kültür üzerine yaparak kendimi geliştirmek istedim ve Michigan Üniversitesi'nde Osmanlı Tarihi üzerine doktora yaptım. Askeri bir okul olan US Commandand General Staff College'da bulunduğum 18 yıl boyunca 100'den fazla ülkeden gelen binlerce subaya sivil kadroda hocalık yaptığım süreçte benden “Orta Doğu'da Modern Savaş”la ilgili bir ders vermemi istediler. Atatürk'ün Kurtuluş Savaşın'daki büyük liderliğini biliyordum. Michigan Üniversitesi'nde doktoramı yaparken üniversitenin Atatürk'ün devlet adamlığı üzerinde  durduğunu, ancak öncesiyle ilgili pek bilginin bulunmadığını fark ettim. 
Bu nedenle derslerimde Kurtuluş Savaşı'nı işlemeye karar verdim. Bu kolejde yıllar içindeki gözlemim tüm subayların Atatürk'ün bir dahi olduğunu söylemeleriydi. Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı'ndaki dehasını anladıktan sonra onu bir lider olarak daha fazla takdir etmeye başladım.

(B.B.): Atatürk'ü ne kadar süreyle araştırdınız?

(G.G.): Hakkındaki sayısız yayına karşın, asker Atatürk'ü sistemli bir şekilde 
(derinliğine) inceleyen Batılı bir araştırmacı bugüne dek çıkmadı. Dahası, 
hiçbir Batılı bu konudaki askeri arşivleri, hatta Türkiye'deki diğer arşivleri 
araştırmamış durumda. Ben bu boşluğu doldurmak için araştırmamın büyük bir 
bölümünü Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Dairesi, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, 
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivleri, Cumhurbaşkanlığı Atatürk Arşivi ve Başbakanlık 

Osmanlı Arşivleri'nde çalıştım. Bu arşivler temelde Arap alfabesiyle yazılmış, 
el yazısı Osmanlıca belgeleri içerir. Bu bakımdan yalnızca Latin alfabesindeki 
yayınlardan yararlanan Atatürk araştırmacılarının çoğunun erişemediği, değerli 
kaynaklardır.

(B.B.) Atatürk'ün liderliğiyle ilgili ne söylemek istersiniz?

(GG) “Genç Atatürk” adlı kitabımda İstiklal Harbi'nde bir yandan savaşırken bir 
yandan da cumhuriyetin inşasıyla uğraşan bir askeri kumandan ve siyasal önder 
olarak Atatürk'ün rolünü araştırdım, Milli Mücadele'nin son yılında, Atatürk'ün 
resmi olarak iki unvanı vardı: Geçici hükümetin başkanı ve ordunun 
başkumandanıydı. Sakarya Muharebesi, Büyük Taarruz ve düşmanı takip esansında emirler verdi. Bu itibarla çağdaş önderler arasında Atatürk, tıpkı hem devlet başkanlığı yapan, hem de taktik muharebeler yöneten Büyük (II.) Frederick ve Napoleon gibi siyasi önderlikle muharebe kumandanlığını şahsında başarıyla 
birleştirmiştir. Böyle liderler tarihte sayılıdır.

İşte o kitap…



ATATÜRK HEM DEVLETİ HEM DE SAVAŞI YÖNETTİ

(B.B.): Peki Atatürk'ü bu iki liderle karşılaştırdığınızda gördüğünüz fark nedir?
(G.G.): Bu isimlerden ikisi de güçlü devletlere hükmetmiş ve geleneksel 
savaşlarda çarpışmışken, Atatürk çok özel ve çok zor koşullarla karşı karşıya 
kalmıştı. Bir yandan kendini parçalanmış bir ulusun direniş hareketinin meşru 
lideri olarak kabul ettirmeye çalışırken diğer yandan da etkili bir hükümet 
kurma, dağılmış bir orduyu yeniden oluşturma ve büyük bir savaş için halkı 
seferber etme mücadelesi vermişti. Atatürk Kurtuluş Savaşı'nda birçok strateji 
kullanmıştır. Dolayısıyla, İstiklal Harbi yüzyılın ilk büyük kurtuluş savaşı 
oldu ve Atatürk bu mücadeleden, yetenekli ve hünerli bir lider olarak hak ettiği 
ünle çıktı. 

(B.B.): Kitabınızda Atatürk'ün liderliği ve onun yüksek duygusal zekasıyla 
ilgili bağlantı kuruyorsunuz…

(G.G.): Atatürk'ün zihinsel ve kişisel gelişimine nüfuz edebilmek için, onun 
askeri yayınlarını, özel defterlerini, resmi rapor ve yazışmalarını, emirlerini, 
mektuplarını ve konuşmalarını tahlil ettim. Bu kaynaklar Atatürk'ün neyi, nasıl 
düşündüğünü çözmeye yardım etti. Atatürk'ün yazıları ve konuşmalarında çok sık 
kullandığı üç terim veya kavramı gördüm: His, dimağ, vicdan. His, Atatürk'ün 
“zihni” ile “kalbini” ilişkilendiren insani duygudur. Duygular insan 
psikolojisinin ayrılmaz parçasını oluşturur ve bir lider olarak Atatürk, kendi 
duygularıyla başkalarının duygularını, bugün yaygın olarak duygusal zeka veya 
sezgisel anlayış olarak adlandırdığımız bir beceriyle birleştirmeyi başarmıştı. 
Duygusal zeka, etkili bir halk lideri olmak açısından temel önem taşıyordu ve 
Atatürk insan ruhunu araştırmak ve kavramak için zaman ve çaba harcamıştı.
(B.B.): Yukarıda sözünü ettiğiniz “Vicdan”da, bugün etik değerler dediğimiz 
kavramın temelini oluşturuyor…

(G.G.): Atatürk, “vicdanı” bireylerin ve toplumun iyiyle kötüyü ayırt 
edebilmesini sağlayan, eylemlerine karar verirken onlara kılavuzluk eden manevi 
bir pusula olarak anlıyordu. Atatürk, kişileri ve toplumları yüce hedeflere sevk 
eden değerler ve erdemler olarak hem kişisel hem de ulusal vicdandan söz 
ediyordu. Fazilet ve ahlakı, vicdanla ilişkilendiriyordu. Atatürk'te “His, 
dimağ, vicdan”, her üç unsur da birbiriyle sürekli etkileşim halindeydi. İyi bir 
dinleyici ve gözlemciydi. His, dimağ ve vicdan, beraberce Atatürk'ün kişiliğini 
ve hedef odaklı yaşamını biçimlendirmeye yardım etti. İstiklal Harbi'nden sonra 
da Atatürk, Türk Devrimi'ni bu üç eksen doğrultusunda gerçekleştirdi.

ATATÜRK TOPLUMSAL DEĞİŞİMİN ÖNDERİ OLDU

(B.B.): 19 Mayıs'ın yüzüncü yılını kutladığımız bu yıl bizim için çok büyük 
anlam taşıyor. 19 Mayıs için söylemek istedikleriniz nelerdir?
(GG): 19 Mayıs 1919 yeni Türkiye'nin ve Cumhuriyet'in temellerini temsil eder. O 
gün, Mustafa Kemal askerliğinin, komutanlığının yanı sıra, milli mücadele için 
siyasi liderliğe başlamıştır. Kısaca hem komutan, hem siyasi lider olarak iki 
şapkayı aynı anda giymeye yönelmiştir. Şiirsel bir yaklaşımla söylersek; Birinci 
Dünya Savaşı'nın topları Osmanlı İmparatorluğu'nu yok etmeye yardımcı oldu. Onun küllerinde Atatürk, halkın yürek atışlarını duydu ve onların bağımsızlığa, dünya topluluğunda saygınlığa ulaşmalarında liderlik etti. Cumhuriyeti kurduktan sonra bir dizi etkileyici devrimle Türkiye'yi dinamik ülkeye dönüştürecek toplumsal bir değişimin önderi oldu. Bugün Türkiye hâlâ bağımsız ve ülkü/hedef olarak “Yurtta Barış, Dünyada Barış” söylemiyle insani değerler yaratmak için mücadele etmekte. Atatürk'ün başarıları ve mirası hem ulusal hem uluslararası anlama sahip. 

Kurtuluş Savaşı'nı kazandıktan sonra, 4 Eylül 1923 günü Atatürk, yeni Türkiye 
ile ilgili hedefini şöyle belirtti: Memleket behemehal (kesinlikle) asri, medeni 
ve müteceddit (yenilenen) olacaktır.

***


EN YAŞLIDAN EN GENÇ 19 MAYIS MESAJI

 EN YAŞLIDAN EN GENÇ 19 MAYIS MESAJI 


“TEK ADAMLIKTAN HEMEN VAZGEÇİLMELİ”


Can Ataklı
19 Mayıs 2019, 11:10

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

En yaşlıdan en genç 19 Mayıs mesajı “Tek adamlıktan hemen vazgeçilmeli”
Milli Merkez Başkanı Hüsamettin Cindoruk 86 yaşında, Türkiye'nin en eski siyasetçilerinden biri. Ancak ne siyasetten ne hayattan asla kopmadan duayen kimliğini büyük bir saygınlıkla sürdürüyor.
Cindoruk bu yıl 19 Mayıs için Milli Merkez adına bir bildiri yayınladı.
En gençlerin bayramına en yaşlı olarak çok önemli katkı sağlayan Cindoruk iktidarı uyararak “bir an önce tek adam rejiminin sona erdirilmesinin ülke çıkarları için yararlı olacağını” belirtiyor.
Cumhuriyetin siyasal kurgusunun 19 Mayıs 1919'da Atatürk ve arkadaşlarının Anadolu toprağına ayak basmaları ile yapılanmaya başladığına dikkat çeken Cindoruk geçen sürede pek çok badirenin atlatıldığını kaydederek “Ne var ki, kurucumuz Yüce Meclis'e yansıyan milli iradenin gücü ile bu engelleri aştık, geliyoruz. Bugün Türkiye'nin gündeminde ön mesele var. Bir sistem değişikliği oldu bittisi dayatılmak isteniyor” dedikten sonra AKP iktidarının bugün yarattığı sorunları özetle şöyle sıralıyor;
“1920'de Meclis Hükümeti ile başlayan, Yüce Meclis'in güvenoyuna dayalı, meşru, başbakanlık, parti disiplinlerini temsil eden hükümetler de artık yoktur.
Cumhurbaşkanı tayin ve azil yetkisini elinde bulundurduğu kimi kişileri Bakan sıfatı ile görevlendiriyor, Başkanlık Sarayı'nda bakanlıklara eş değer ofisler kuruyor.
Bu yürütme organlarının eylem ve işlemlerinin denetimi Yüce Meclis'imizin yetkileri dışındadır.
Parlamentolar, özgürce söz söylemek için kurulmuştur. Yüce Meclis'te, sözlü önerge yasağı ile bakanlara soru sorma, bilgi isteme olanağı kalmamıştır.
Cumhurbaşkanlığı görevi ile iktidar partisi genel başkanlığı işlevinin birleştirilmesi, çok genişletilmiş bir Anayasa yorumudur. Böyle bir uygulama, devlet geleneğimizde var olan, yurttaşların son sığınağı tarafsız, bilge, her yurttaşı kollayan ve kapsayan bir siyasal kimliğin boşluğunu doğurmuştur.
İçte ve dışta her alanda zorluklar çoğalıyor. Yüce Meclis'in desteği, partilerin uzlaşmaları, uluslararası kuruluşlarla dayanışma yoksunluğu çoğalıyor. Ekonomik göstergeler düzelmiyor.
Çok partili hayatın başladığı yıllardan bu yana tarafsızlığı tartışılmayan bir hakem olan, Yüksek Seçim Kurulu'nun tahkim niteliğinin taraflarca tartışılır hale gelmesi de bir rastlantı değildir.
Başkanlık Sistemi başarısız, yersiz, gereksiz ve nafile bir dayatmadır. Demokrasimiz açısından ise tehlikelidir.
Devletimizin geçmiş yüz yılın deneyimlerinden yararlanan, iyileştirilmiş parlamenter sisteme hızla dönmesi gerekiyor.
Yüz yıllık bir devlet sistemi, bir heves, bir deneme düşüncesi ile değiştirilemez.
Milli Merkez, hukukun üstünlüğüne bağlı, taraf olduğumuz demokratik kuruluşlarla iş birliğine ve demokratik, laik, tam bağımsız Cumhuriyetimizin temel değerlerine dayalı bir huzur iklimine dönüş çağrısını dile getirmektedir.
19 Mayıs Bayramı, milletimize ve tüm gençlerimize kutlu olsun.”

BUNU YAZMAK GEREK

Başakşehir 150 milyon Euro'luk maça çıkıyor
Süper Lig'de sonuç bugün alınacak.
Şampiyon belli olacak.
Galatasaray-Başakşehir maçını kim alırsa şampiyonluğu kazanacak.
Bu yıl süper lig bir ilk yaşadı.
Görünürde hiçbir geliri olmayan bir İstanbul takımı milyonlarca liralık transferler yaptı.
Maçlarını kazandı.
Çoğunu belki bileğinin hakkıyla kazandı ama kazamayacağı maçları da hakemler hediye etti.
Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere iktidarın bütün birimleri bu takımın arkasında durdu.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi takıma çok büyük maddi katkılarda bulundu.
Futbolcuların ve yöneticilerin sportmenlik dışı tüm davranışlarına göz yumuldu, hakemlere parmak sallanmasına, “Görürsün gününü” denmesine bile ses çıkarılmadı.
Peki neden?
Takımın arkasında Erdoğan'ın olmasından mı sadece?
Elbette Erdoğan'ın desteği başlı başına bir olay.
Medeni ülkelerde asla olmayacak bir şey yaşandı Türkiye'de.
Ama işin bir de maddi tarafı var.
Aldığım bilgiler şöyle;
Sarayın girişimiyle Başakşehir'e Katarlı bir müşteri bulundu.
Bu Katarlı Başakşehir'in yüzde 60'ı için 120 milyon Euro vermeyi taahhüt etti ve bir protokol imzalandı.
Katar tarafı protokola “Başakşehir şampiyon olursa bu protokol aynen uygulanır, aksi halde vazgeçme hakkı da saklıdır” yazdı.
İşte bu nedenle Başakşehir'in şampiyon olması için resmi kurumlar ve belediyeler de kolları sıvadı.
Şampiyon olursa Başakşehir Avrupa Şampiyonlar Ligi'ne gidecek ve buradan da en az 30 milyon Euro alacak.
İşte bu nedenle bugün Saray da, federasyon da, futbolcular da, hakemler de çok heyecanlı.
Sonuçta ortada Başakşehir'e gidecek 150 milyon Euro ve bunun takipçisi bir iktidar var.
Kimsenin işi kolay değil bugün.

BAŞIMDAN GEÇENLER

Bir çay, bir kahve, bir tost kaç lira eder
Sorun para değil, öncelikle onu belirteyim..
Tabii para da sorun ama asıl canımı sıkan kimi esnafın fırsatı ganimet bilip canlarının istediği gibi davranabilmeleri.
Geçen hafta için Sultanahmet'te, caminin arkasındaki kafelerden birine soluklanmak için oturduk.
Bir konuğumuz vardı.
Sultanahmet'i, camiyi ve çevreyi gezdirdik.
Amacımız oruçlu olan bu dostumuzla iftarı da Sultanahmet'te yapmaktı.
Oruçlu olmayanlar bir çay bir Türk kahvesi ve bir tost istedi.
Hepsi bu kadar.
15-20 dakika sonra da kalktık.
Garson “63 lira” dedi.
İster istemez şaşkınlığa düştük.
Garson “Ne bu böyle?” tepkimize son derece nezaketsiz, magandaca bir bakışla karşılık verdikten sonra “Sen” dedi “Hiç Avrupa gördün mü?”
Bu durumlarda insan ne diyeceğini bilemiyor.
Yüzüne tuhaf biçimde baktığımı görünce “Gidin görün bakalım, Euro kaç para?” diye yine aynı azarlayıcı tonda devam etti.
“Burası Türkiye ama” diyebildim sadece.
Kalite, ahlak ve namus bu kadar seviye kaybedince açıkçası tartışmanın bile anlamı yok,
Magandalık her zaman galip gelecek çünkü.
Merak edene; iftar için elbette Sultanahmet'te kalmadık.
Oranın esnafı Arap turistleri kazıklamaya devam etsin.

ÖNERİ

CHP her gün çağrı yapmalı
Bu köşede dün yazdığım yazıda “Uygar demokratik ülkelerde olduğu gibi iki aday kamuoyunun karşısına birlikte çıkmalı ve yapacaklarını anlatmalı” demiştim.
Bugüne kadar edindiğimiz deneyimlere göre bu tür tartışmadan AKP hep kaçtı.
Muhalefetteyken karşılıklı tartışmaları hararetle savunan Erdoğan iktidar olduktan sonra hiçbir şekilde rakipleri ile aynı platforma çıkmadı, tartışmadı.
Bunu da “Ben en tepedeyim, altlarda olanlarla birlikte tartışamam” kibiriyle açıkladı.
Nitekim dünkü yazımdan sonra muhalefet “Yıldırım korkmasın, tartışmaya gelsin” derken AKP'liler parti yönetiminin kibirine ayak uydurarak “Aradaki sıklet farkı var, Binali Yıldırım rakibiyle aynı hiç aynı kantara çıkar mı, Ekrem İmamdoğlu da kimmiş, Yıldırım'ın onu muhatap alması mümkün mü?” diyerek buna karşı çıktılar.
Anladığım kadarıyla hem Binali Yıldırım hem de AKP yönetimi ve özellikle Saray bundan çok korkuyor.
Çünkü biliyorlar ki iki aday karşı karşıya geldiklerinde Binali Yıldırım perişan olacak.
CHP'ye önerim şu: Bu işin peşini bırakmasın. Yıldırım'ı hangi platformda olursa olsun Ekrem İmamoğlu'nun karşısına çağırsın. AKP'nin en zayıf noktası burası. Yıldırım Saray izin vermeyeceği için elbette böyle bir tartışmaya asla katılmayacaktır. Ve katılmaması katılmasından daha büyük etki yapacaktır üzerinde.
CHP bu fırsatı iyi değerlendirmeli.
Ben olsam bütün billboardları “Korkma gel” afişleriyle doldurur, gazetelere tam sayfa ilan verir, televizyonları reklama boğarım.
CHP bütün parasını buna harcasa değer.
Düşünsenize, sonunda pes etmiş ve Yıldırım ikili tartışmaya katılmış.

ÇOK GÜLDÜM

Üç pazar fıkrası
Bu pazar da Yıldırım Tuna'dan gelen üç fıkrayı sizlere sunuyorum…
Bilgisayar ve Ben
Geçen gün bir bilgisayar aldım, sistemin kuruluşu sırasında hayli sıkıntılar çektim… Bizim yaş gurubuna yabancı bir alet.
Sonunda bilgisayarı aldığım mağazanın yardım masasını aradım, telefonu açan adam yapmam gereken işlemin son derece basit bir şey olduğunu söyleyerek ve tamamen bilgisayar jargonları kullanarak konuyu daha da kavrayamayacağım hale getirdi.
Benim olayı anlayamamam, onun da konuyu bana kesinlikle izah edemeyeceğini anlaması adamı hayli sinirlendirdi, abuk sabuk konuşmaya başladı.
Sonunda kibarca ona “Affedersiniz” dedim, “Sanki karşınızda 5 yaşında bir çocuk olduğunu farz ederek konuşur musunuz?”
Adam “Tamam” dedi sinirini bastırmaya çalışarak, “Yavrum, babanı telefona verir misin?”
Aile Lokantası.,
Kız arkadaşımı dün gece bir lokantaya götürdüm, Etrafı bir müddet gözleriyle taradı, masalara kulak kabarttı, daha sonra “Hayatım burası gerçek bir aile lokantası” dedi.
“Nereden çıkardın bunu?” diye sordum.
Hemen cevapladı; “Baksana masalardaki her çift birbirleriyle münakaşa ediyor!”
Alkolizm
İki arkadaş uzun süredir birlikte içtikleri arkadaşlarını aşırı alkol bağımlılığı nedeni ile kaybetmişler.
Kilisede düzenlenen cenaze töreninde üzeri açık tabutun önünden geçerlerken “Şuna bak” demiş biri,  “Ne kadar iyi görünüyor. Değil mi?”
Diğeri “Tabii oğlum” demiş “3 gündür içemiyor ya ondan!”
https://twitter.com/can_atakli_
 
https://www.haberhabere.com/en-yaslidan-en-genc-19-mayis-mesaji-tek-adamliktan-hemen-vazgecilmeli-makale,6318.html

***