İbrahim Şahbaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İbrahim Şahbaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Temmuz 2017 Salı

ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU (ANAYASA ŞİKAYETİ / ANLAMI, KAPSAMI VE OLASI SORUNLAR) BÖLÜM 14


ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU  (ANAYASA ŞİKAYETİ / ANLAMI, KAPSAMI VE OLASI SORUNLAR)  BÖLÜM 14


*Kazanılmış haklar ve hukuktaki istikrar nasıl sağlanacak? Bu konuya açıklık getirilmemiştir. Çünkü, bireysel başvuruda bulunmamış olanın, ilgili yargı düzeni içerisinde kazandığı hakkı kaybolabilecekse, ne olacak? Bu durumda, tazminata hükmolunması gerekirse, hangi taraf lehine hükmedileceği belli değil. 
Başvuruya gitmesine gerek olmayan veya başvurmakla beraber, karşı tarafın başvurusu haklı bulunursa, asıl kararda kazanılmış hakkı doğan tarafın kazanılmış hakkı bakımından Anayasa Mahkemesince nasıl karar verileceği veya iade üzerine nasıl karar verileceği konusunda açıklık yoktur. 

*İhlal kararından sonra yapılacak yeniden yargılama kararının olağan denetim yollarından geçip geçmeyeceği ile, yeniden bireysel başvuruya konu edilebilip 
edilemeyeceği açık değil. 

*Anayasa Mahkemesinde duruşmalı inceleme nasıl yapılacak(m.49/4)? 

*Oyların eşitliği halinde başkanın bulunduğu tarafın görüşü doğrultusunda karar verilmiş olur (6216, m.65/1) düzenlemesinin kabul edilmesi mümkün değildir. 
Anayasada yer almayan ve nitelikli çoğunlukla verilen kararlar da gözetildiğinde, bu düzenlemeye karşı birçok eleştiri yöneltildiği halde yaslaşması 
hayret vericidir. 

*Çok önemli hususlardan biri de, eğer sadece olağan yasa yollarının tüketildiği davalara bakılabilir denirse (çünkü anayasa böyle algılamaya elverişli), 
çok açık biçimde temel hakların çiğnenmiş olduğu durumlarda bile inceleme yapılmayacak demektir. Oysa, örneğin, AİHM’nin çok sayıda davada, Türkiye 
aleyhine verdiği kararlarda, tutukluluğun devamına yahut tutuklamaya itirazlar ile makul sürede yargılamanın yapılmadığına ilişkin olarak bazı kararlarda 
tutuklulukla ilgili kararlar ve itirazların gerekçelerinin yetersiz olduğu yahut makul sürede bitirilemeyen davalar için etkin başvuru yolunun bulunmadığı 
şeklindeki görüşü dikkate alındığında, bu tür kararlara karşı bireysel başvuru yolu kabul edilmez ise, başvuru halinde AİHM’den ihlal kararı verileceği 
açıktır. Bu gibi olumsuzlukların yaşanmaması için, yasa yolu tüketimini, hakkın alınabileceği düşünülerek kesinleşmesi beklenmeli; ancak yasa yolundan 
geçirilmeksizin kesinleşen kararlar bakımından (6216, m.47/5) da başvurunun kabul edilmesi gerekir. 

*Anayasadaki düzenlemeye göre, “Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” (m.36/1);“Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir” (m.141/son). 
AİHS’nin 6 ncı maddesindeki düzenleme ve AİHM kararları karşısında, yasa yolunda bu ilkelere uyulmamış ise veya yasa yolundan geçmeksizin kesinleşen kararlar bakımından karar mahkemesi bu ilkeleri gözetmemiş ise, bireysel başvuruda bunlar değerlendirilemeyecek mi? 

Bunlar değerlendirilemeyecekse, kamu işlemlerine karşı temel haklar korunmuş sayılabilecek mi? 

*İhlal kararı üzerine yeniden yargılama yapılması ile ilgili olarak, mahkemelerce ne gibi işlem yapılacağı konusunda, diğer yargılama yasalarında karşılığı 
madde bulunmamaktadır. 

* “Yeniden yargılama yapmak üzere” dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesi, yargılamanın yenilenmesi anlamına gelir mi? 
Bu konuda ilgili yasalarda açık düzenleme bulunmamaktadır. 
Örneğin, AİHM’nin ihlal kararından sonra yargılamanın yenilenmesinin uygulanabilmesi için kesinleşmeden itibaren bir yıl içerisinde talepte bulunulması gerekir (CMK, m.311). Yasada, yargılamanın yenilenmesi kurumu sadece AİHM’nin ihlal kararı üzerine Anayasa Mahkemesince verilecek kararlar bakımından kabul edilmiş olmasına karşın (6216,m.67/1), bireysel başvuru üzerine verilecek ihlal kararları için kabul edilmemiştir. 

Yasama organının abesle iştigal etmesi düşünülmeyeceğinden, yeniden yargılama kavramı ile yargılamanın yenilenmesini farklı olduğu anlaşılmaktadır. 
Ancak yeniden yargılamanın tanımı ve içeriği bulunmamaktadır. 

Bu nedenle, tartışmayı sonlandırmak ve hakları güvenceye almak için, AİHM kararları için olduğu gibi, bu kararlar için de yargılamanın yenilenmesi gerektiği 
açıkça düzenlenmeliydi38. 

*Bireysel başvuru ile somut norm denetiminin sistemde yer almasına gerek var mı diye soru akla gelmektedir. Çünkü, bireysel başvuru yolunda Anayasa 
Mahkemesi somut norm denetimi yapabileceğinden, ayrıca somut norma gerek var mı diye sorular ortaya atılabilir. Anayasa Mahkemesi baktığı kimi 
davalarda yasa anayasaya aykırı ise, önce anayasaya uygunluk denetimi yapıp, sonra davayı sonuçlandırmaktadır. Ancak bireysel başvuru dava olarak 
anlaşılırsa, mahkeme baktığı davada somut norm denetimi yapabilir. Eğer başvuru bir dava olarak kabul edilmezse, baktığı işler için somut norm denetimi 
yapabilecek mi? İşte bu tür tartışmalar karşısında somut norm denetiminin bireysel başvurularda da devam etmesi gerekir. 

*Yasadaki düzenlemeye göre, “Taraflarca ileri sürülen Anayasaya aykırılık iddiası davaya bakan mahkemece ciddi görülmezse bu konudaki talep, gerekçeleri de 
gösterilmek suretiyle reddedilir. 

Bu husus esas hükümle birlikte temyiz konusu yapılabilir” (6216, m.40/2). Anayasa Mahkemesi bireysel başvuruda yasa yolunda dikkate alınacak hususlarda değerlendirme yapamayacağına göre (Anayasa, m.148/4; 6216, m.49/6), Anayasa Mahkemesi temyiz mahkemesinin kararını inceleyemeyecek mi? 

*Yasadaki bireysel başvuruya yasak alanlar, eleştirilen 1982 Anayasasındaki düzenlemeleri anımsatıyor (m.45/3). 

*Yasada, “güncel ve kişisel bir hakkı” doğrudan etkileyen işlemler için başvuru kabul edilmekle beraber (m.46/1); ve “önemli bir zarara uğramadığı” halde kabul edilemezlik kararı verilmesinden söz edilerek (m.48/2), iki düzenleme arasında hak bakımından farklılık yaratılmıştır. Bu düzenlemelerin “insan haysiyetini” değil, maddi kaybı öne çıkarması temel hak korumasını zayıflatmaktadır39. 

*Bireysel başvuru ile birlikte yargının sorunlarının tümden çözülmesi gerekirdi. Adli Polis kurulmadan, Adli Tıp Kurumuna bilimsel işlerlik kazandırılmadan, 
adliyelerde personel ve alt yapı tamamlanmadan, yargıç ve Cumhuriyet Savcılarının iş yükü azaltılmadan, temel hakların etkin kullanımıyla ilgili çabalar takdirle karşılansa da, istenilen sonuç alınamaz. İş yükü artan Anayasa Mahkemesinin rahat çalışabilmesinin önünün açılması gerekir. 

*Anayasa Mahkemesinin mevcut yoğun iş yüküne bireysel başvurunun da eklenmesi iç hukukumuzda davaların daha da uzun sonuçlanmasına sebebiyet 
verecektir. Bu durum, bir yandan Anayasa Mahkemesine başvurular nedeniyle AİHM’ne başvuruyu geciktirecek; diğer yandan da, iç hukuktaki bireysel başvuru sebebiyle uzayacak süre nedeniyle AİHM’nin ihlal kararı vermesiyle sonuçlanacaktır. 

*İnsan haklarının/temel hakların korunması, pratiğe aktarılması hukuk devletinin varlık nedenidir. Hukuk devletini şeklen kabul etmenin yetmediği dünyamızda 
anlaşılmıştır. Bu nedenle sözleşmelerle yeni haklar kabul edilmiş ve hukukun üstünlüğü benimsenmiştir. Hukukun üstünlüğü de hukuk devleti gibi, hukuka 
(iç ve uluslar arası) saygıyı amaçlamıştır. Ancak görülen o ki, şekli hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü insan haklarını güvenceye alamıyor. İşte burada adalet 
devreye girmek zorunda. Adaletli olmayan hukuk ve o’nun uygulanması, insanlara mutluluk vermiyor. Öyleyse adalete sarılmak O’nu her yerde aramak ve bulmak zorundayız. 

Alman insan hakları savunucusunun şu sözünü unutmadan düzenleme ve uygulama yapmak zorundayız: “Biz adalet bekledik, fakat bir hukuk devleti bulduk”40. 

Türkiye’de anayasadan kaynaklanan yargı kısıntısı ve yargının alt yapı sorunları çözülmedikçe adaleti çok arayacağız. 

Tüm bu nedenlerle bireysel başvuru konusunun anayasa ve yasayla yeniden düzenlenmesi gerekir. 

Av. Ahmet GÜREL (Oturum Başkanı)
- Sayın Doç. Dr. İbrahim Şahbaz’a çok teşekkür ediyoruz açıklamalarından dolayı. 

DİPNOTLAR;

1 Konuşmanın bundan sonraki bölümü, konuşma üslubu olabildiğince korunarak makale biçimine dönüştürülmüştür. 

2 Alman Anayasa Mahkemesi’ne, Mahkeme’nin faaliyete geçtiği 7 Eylül 1951 tarihinden 31 Aralık 2010 tarihine kadar toplam 188.810 başvuru 
yapılmıştır. Bunlardan 182.151’i, yani takriben yüzde doksanaltıbuçuğu anayasa şikayeti başvurusudur. Buna karşılık soyut ve somut norm denetimine 
ilişkin başvuruların sayısı 3.646 olup, bunlar, tüm başvuruların yüzde ikisini geçmemektedir; bkz. 
(www.bundesverfassungsgericht.de/texte/deutsch/organisation/statistik) 

3 Hatta Federal Anayasa Mahkemesi üzerindeki iş yükünün a,zaltılması amacıyla 1996 yılında İçişleri Bakanlığı tarafından kurulan ve biraz sonra daha ayrıntılı 
olarak inceleyeceğimiz BENDA Komisyonu’nun kuruluş belgesinde, anayasa şikayeti kurumunun varlığı üzerinde tartışılmaması bir ön koşul olarak belirlenmiştir, bkz. Rüdiger ZUCK, Die Entlastung des Bundesverfassungsgerichts”: Zeitschrift für Rechtspolitik, 30 (1997) 3, s. 96. 

4 “fallübergreifende Wirkung”: Schlaich / Korioth, Das Bundesverfassungs gericht, Verlag C.H.Beck, 6. Aufl., München 2004, s. 141 kenar no.205. 

5 Peter Haeberle, “Die Verfassungsbeschwerde im System der bundesdeutschen Verfassungsgerichtsbarkeit”: JöR 45 (1997), s. 113 ve 131. 

6 Christopf GUSY, “Verfassungsbeschwerde”: Festschrift 50 Jahre Bundesverfassungsgericht (Hrg. Peter Badura – Horst Dreier) Band I Mohr Siebeck 2001, s. 564 vd..

7 Bu ilkenin tek istisnası, doğrudan yasaya karşı yapılacak olan anayasa şikâyeti başvurusudur ki bu da yasada anayasa şikâyeti konusu olmaktan çıkarılmıştır. 
Anayasaya açıkça aykırı olan bu düzenlemeye ileride dönülecektir. 

8 Yasalaşma süreci içinde yapılan eleştiri ve uyarılara örnek olarak İzmir Barosu’nun daveti üzerine bir araya gelen çalışma grubu (Prof.Dr. Fazıl Sağlam,  Doç.Dr.Ece Göztepe, Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak, Av. Sedef Özdoğan ve Av.Serkan Cengiz) tarafından hazırlanan ayrıntılı rapora aşağıdaki linkten ulaşılabilir: 
(http://izmirbarosu.org.tr/DuyuruDetay. aspx?ID=6307&Tip=Haber) 

9 BVerfGE 1, 418. 420; BVerfGE 18, 85, 92 

10 BVerfGE 65, 322 (Aktaran SCHLAICH-KORIOT, age, s.196) 

11 Kaynak: http://www.turktime.com/haber/Hasim-Kilic-tan-Sert-Aciklama-/126336. 

12 Kaynak : http://www.internethaber.com/kibirli-statukoculara-kilicgibi-mesaj--303423h.htm#ixzz1EyRUm3w4 

13 Yukarıda 10 No.lu dip notta kendisine yöneltilen “Yargının siyasallaştığı eleştirilerine karşın Cumhurbaşkanı, Yargıtay ve Danıştay yasasını onayladı. 
Sizin de dikkati çektiğiniz yargıdaki birikim sorununa çözüm getirecek mi?” sorusuna karşılık, “Ben bu soruya cevap verirsem doğru olmaz; çünkü 
anamuhalefet partisi, onaylanması durumunda Anayasa Mahkemesi’ne başvuracağını söyledi. Önümüze gelebilecek bir dosya hakkında konuşmayayım.” Dedikten hemen sonra “Üzülerek söyleyeyim, yüksek yargı bugüne dek uyumaktan başka bir şey yapmadı.” şeklinde fikir beyan etmesi, çıkan yasaları haklı bulduğunun dolaylı bir ifadesidir. 

14 BVerfGE 80, 137, 152 vd : Jutta LIMBACH, Aufgabe und Bedeutung der Verfassungsbeschwerde, Roderer Verlag, Regensburg 1997, s.16. : “jede 
Form menschlichen Handelns ohne Rücksicht darauf, welches Gewicht der Betaetigung für die Persönlichkeitsentfaltung zukommt” 

15 BVerfGE 6, 37 vd. : Georg BRUNNER, “Der Zugang des Einzelnen zur Verfassungsgerichtsbarkeit im europaeischen Raum”: JöR 50 (2002), s. 213: ... 
im Sinne der allgemeine Rechtsordnung , “die die materiellen und formellen Normen der Verfassung zu beachten hat.” 

16 LIMBACH, agm, s. 17 ve 18. 

17 Christian STARCK, “Verfassungsgerichtsbarkeit und Fachgerichte”: Juristenzeitung (JZ) 51 (1996) 21, s. 1038; Stefan KORIOT, “Bundesverfassungsgericht und Rechtsprechung”: Festschrift 50 Jahre Bundesverfassungsgericht (Hrg. Peter BADURA – Horst DREIER) I. Band, Mohr-Siebeck Verlag 2001, s. 69, 
Markus KENTNER, “Das Bundesverfassungsgericht als subsidaerer Superrevisor”: NJW 2005 12, s.785 – 789. 

18 Bu koşullar (dip not 22)’de belirtilen Alman Anayasa Mahkemesi kararının 78. bölümünden özetlenmiştir. 

19 Die Beschwerdebefugnis setzt, wenn sich eine Verfassungsbeschwerde - wie hier - unmittelbar gegen ein Gesetz richtet, voraus, dass der Beschwerdeführer durch die angegriffenen Normen selbst, gegenwärtig und unmittelbar in seinen Grundrechten betroffen ist (vgl. BVerfGE 1, 97 
(101 ff.); 109, 279 (305); stRspr). 

20 Die Voraussetzung der eigenen und gegenwärtigen Betroffenheit ist grundsätzlich erfüllt, wenn der Beschwerdeführer darlegt, dass er mit 
einiger Wahrscheinlichkeit durch die auf den angegriffenen Vorschriften beruhenden Maßnahmen in seinen Grundrechten berührt wird (vgl. 
BVerfGE 100, 313 (354); 109, 279 (307 f.). 

21 Unmittelbare Betroffenheit ist schließlich gegeben, wenn die angegriffenen Bestimmungen, ohne eines weiteren Vollzugsakts zu bedürfen, die 
Rechtsstellung des Beschwerdeführers verändern (vgl. BVerfGE 97, 157 (164); 102, 197 (207). 

22 Das ist auch dann anzunehmen, wenn dieser gegen einen denkbaren Vollzugsakt nicht oder nicht in zumutbarer Weise vorgehen kann (vgl. 
BVerfGE 100, 313 (354); 109, 279 (306 f.). 

23 Bkz. BVerfGE, 1 BvR 357/05 vom 15.2.2006, Absatz-Nr. 1-156. Karara aşağıdaki adresten ulaşılabilir: 
http://www.bverfg.de/entscheidungen/rs20060215_1bvr035705.html 

24 Hassemer, “Almanya Raporu”, s.37. 

25 Hassemer, Almanya’da Temel Hak Şikayeti Hakkında Rapor, Anayasa argısı 21, 2004, s.168. 

26 Anayasa’nın 148/son maddesindeki emredici kurala göre, “Anayasa Mahkemesi, Anayasa ile verilen diğer görevleri de yerine getirir”. 

27 Hassemer, Almanya’da Temel Hak Şikayeti Hakkında Rapor, Anayasa Yargısı 21, 2004, s.169. 

28 Hassemer, Almanya’da Temel Hak Şikayeti Hakkında Rapor, Anayasa Yargısı 21, 2004, s.169. 

29 Hassemer, Almanya’da Temel Hak Şikayeti Hakkında Rapor, Anayasa Yargısı 21, 2004, s.168-169. 

30 Haller, Herbert: “Avusturya Anayasa Mahkemesinin Organizasyonu ve Karar Biçimleri”, Anayasa Yargısı 21, 2004, s.185. 

31 6216 sayılı yasa’nın 67 nci maddesindeki düzenleme şöyledir: 
“(1) Mahkemenin siyasi parti kapatma davalarında veya Yüce Divan sıfatıyla verdiği kararlara karşı yargılamanın yenilenmesi 5271 sayılı Kanun hükümlerine 
göre istenebilir. 
(2) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, Anayasa Mahkemesinin siyasi parti kapatma veya Yüce Divan sıfatıyla verdiği bir kararının Avrupa İnsan Hakları 
Sözleşmesi ve eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğine hükmetmesi hâlinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl 
içinde Anayasa Mahkemesinden yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunulabilir. 
(3) Mahkeme, yargılamanın yenilenmesi istemini esaslı ve kabule değer bulursa, yargılamanın yenilenmesine karar verir. İstem genel hükümlere 
göre sonuçlandırılır”. 

32 Anayasa’nın 154/1 nci maddesindeki düzenleme şöyledir: “Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adlî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir”. Benzeri düzenleme Danıştay bakımından da Anayasa’nın 155/1 nci maddesinde mevcuttur. 

33 AİHS, m. 35/2-b: “Başvuru Mahkeme tarafından daha önce incelenmiş veya uluslararası diğer bir soruşturma veya çözüm merciine sunulmuş başka bir 
başvurunun konusuyla esas itibariyle aynı ise ve yeni olaylar içermiyorsa” kabul edilmez. 

34 AİHS’nin “Hakkaniyete uygun tatmin” başlıklı 41 nci maddesindeki düzenlemeye göre, “Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollarının ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder”. 

35 Kaboğlu, Ö. İbrahim: “AYM’ye Bireysel Başvuruda On Çelişki”, Birgün, 27.01.2011. 

36 Amacım mevcut mahkeme üyelerine eleştiri getirmek değildir. Amacım, konuya kurumsal olarak yaklaşıp, bireysel başvuru kurumundan beklenen yararınen yüksek noktaya çıkarılmasının sağlanması temennisinden ibarettir. 

37 Göztepe, s.92-93. 

38 Türk, Hikmet Sami: Anayasa Yargısı 21, 2004, Tartışmalar, s.295’de bu durumda yargılamanın yenilenmesi sistemini önermektedir. 

39 Kaboğlu, Ö.İbrahim: “AYM’ye Bireysel Başvuruda On Çelişki”, Birgün, 27.01.2011. 

40 Aktaran, Hassemer, Anayasa Yargısı 21, 2004, Tartışmalar kısmı, s.224. 

15 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU (ANAYASA ŞİKAYETİ / ANLAMI, KAPSAMI VE OLASI SORUNLAR) BÖLÜM 13


ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU  (ANAYASA ŞİKAYETİ / ANLAMI, KAPSAMI VE OLASI SORUNLAR)  BÖLÜM 13


C- Kararın Yayımlanması 

Anayasa Mahkemesinin ihlal kararının yayımlanması konusunda yasada iki farklı düzenleme var: 

1- İnternet Sayfasında Yayımlama 

Bölümlerin esas hakkındaki kararları gerekçeleriyle birlikte ilgililere ve Adalet Bakanlığına tebliğ edilir; ayrıca Mahkemenin internet sitesinde yayımlanır (m. 50/3). 

Burada ilgililerin kimler olacağı belirtilmemiştir. İlgililer kavramının başvuruyu/başvurucuları içerdiğinde kuşku yoktur. Ancak “ilgililer” kavramına, başvuru konusu dava dosyasında isimleri geçen ve karardan etkilenecek kimseleri de dahil edilmesi gerekir. 

2- Resmi Gazete’de Yayımlama 

Kural olarak “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar” (Anayasa, m. 153/son). 

Yine Anayasada bireysel başvuru üzerine verilecek kararlar bakımından Resmi Gazetede yayımlamaya istisna getirilmemiştir. Oysa, yasada, bireysel başvuru 
sonucu verilen ihlal kararlarının tümünün Resmi Gazete’de yayımlana mayacağına yer verilmiştir. Bu düzenlemeye göre, “bu kararlardan hangilerinin Resmi Gazetede yayımlanacağına ilişkin hususlar içtüzükte gösterilir” (m. 50/3). Anayasanın 153/son maddesindeki düzenlemeye aykırılığı açık olan bu düzenlemenin kısa sürede değiştirilmesi gerekir. Yasadaki bu düzenlemeyle, içtüzüğe yollamada bulunulması ve yasada objektif ölçütlerinin belirtilmemesi de ayrı bir eleştiri konusudur. 

D- İçtihat Farklılıklarının Giderilmesi 

Anayasada yer almamakla beraber, yasada, “Komisyonlar arasındaki içtihat farklılıkları, bağlı oldukları bölümler; bölümler arasındaki içtihat farklılıkları ise 
Genel Kurul tarafından karara bağlanır” (m. 50/4) düzenlemesi mevcuttur. 

Burada, yukarıda üzerinde durduğum komisyonlarla ilgili karmaşık düzenleme, yine sorun yaratmaktadır. Bilindiği gibi komisyon kararları söz konusu değil. 
Zira komisyonlar kabul edilebilirlik incelemesi yapıyorlar; esastan incelemeleri söz konusu değil. Eğer komisyonların kabul edilebilirlik kararı verdiklerini kabul 
edecek olursak, yasanın 48/2 nci maddesinde yer alan başvuruların kabul edilemezlik kararı verebilme yetkisinin “mahkeme”ye neden verildiğinin cevabı 
bulunamaz. 
Çünkü, Anayasaya göre komisyonlar, mahkeme heyetinin çalışma düzeni içerisinde yer almıyorlar. Bir başka deyişle Anayasa Mahkemesi, iki bölüm ve Genel Kurul halinde çalışır (m. 149/1). Her ne kadar yasadaki düzenlemede, Komisyonlar Anayasa Mahkemesi teşkilatı içerisinde yer almakta ise de (m. 20), 
oluşumu konusunda açıklık bulunmamaktadır. Örneğin, yasada bölümün tanımına yer verilirken (m. 2/1-ç); Komisyonun oluşumuna yer verilmemiştir(m. 2/1-ğ). 

Mahkeme kavramı yasada Anayasa Mahkemesinin iki bölüm ve Genel Kurul halinde çalışacağı ifade edilmekte (Anayasa, m. 149/1) ve Komisyon teknik anlamda Mahkeme kavramının dışında tutulmaktadır. Bu durumda yasada yer alan (m. 48/2) mahkeme kavramı Komisyonu ifade etmemektedir. Buna karşın komisyonların içtihatlarından söz edilmektedir. 

Komisyonların hukuki niteliklerinin açıklığa muhtaç olduğu kanısındayım. 

İçtihat farklılığının giderilmesi doğru bir düzenlemedir. Genel Kurulun iradesi, bireysel başvurular bakımından, sadece bölümler arasındaki içtihat farklılıklarının giderilmesinde etkisini gösterebilecektir. 

E- Başvuru Hakkının Kötüye Kullanılması 

Başvuru bir hak aramadır. Anayasanın 36 ncı maddesinin amir hükmü olan hak aramanın da, tüm haklarda olduğu gibi (Anayasa, m. 14; AİHS, m. 17) kötüye 
kullanılması yasaktır. 

Yasanın 51 nci maddesindeki düzenlemeye göre, “Bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığı tespit edilen başvurucular aleyhine, yargılama giderlerinin dışında, ayrıca ikibin Türk Lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasına hükmedilebilir”. 

Bir yandan başvuru harcı alınması (m. 47/2), diğer yandan kötüye kullanma gerekçesiyle yaptırım öngörülmesi (m. 51), AİHS’de yer almayan ve AİHM’nce 
kabul edilmeyen bir uygulamayı kabul etmek demektedir. Hakkın kullanımında etkinliği sağlamak yerine daha başlamadan bitirtilmesi olarak savunulabilir. 

V- SONUÇ VE ÖZETLE TESPİTLER 

*Ülkemizde, bireysel başvurunun kabul edilmesi yerindedir. Ancak, yukarıda ilgili kısımlarda açıkladığım eksiklikler mevcuttur. Bu eksikliklerin bir kısmı 
anayasada değişiklikler yapılmasını, bir kısmı diğer yargı yerleriyle ilgili iyileştirmeler yapılması ve nihayet tümü bakımından yasal düzenlemeler gerektirmektedir. 

*Başta Anayasa Mahkemesine bu denli geniş ve önemli yetki ve görevler verildiğine göre, yapısının, üyelerde aranacak nitelikler35 (üyelerin seçimi dahil) ve görevlerinin bireysel başvuru kurumunun işleyişine uygun olarak yeniden belirlenmesi gerekirdi36. Örneğin “Yüce Divan” görevinin bu işin uzmanlarından 
oluşacak bir organa verilmesi uygun olurdu. 

Bu organ, Yargıtay içerisinde veya Yargıtay ve Danıştay üyelerinden oluşturulacak bir kurul şeklinde olabilir. Bunalar ayrı bir tartışmanın konusu edilebilir. Getirilecek düzenleme, Yüce Divanda yargılanacak olanlar bakımından da yasa yollarının kabul edileceği bir sistem şeklinde olmalıdır. 

*Kabul edilebilirlik kararları bakımından oluşturulması düşünülen ve İçtüzüğe bırakılan Komisyonların üye sayısı ve çalışma düzeninin Anayasa ve yasayla 
düzenlenmesi gerekmektedir. Çünkü Komisyon kararı, esas incelemesi yapılıp yapılmaması bakımından büyük öneme sahiptir. Yasada (6216, m.14/2-c), 
üyelerin komisyonda dönüşümlü çalışmasının sağlanacağından söz edilmekte ise de, komisyonun oluşumuna yer verilmemiştir. 

*Bireysel başvuru için olağan yasa yollarından geçilmesini öngören Anayasa ve yasa yollarının (olağanüstü de dahil mi belli değil) tüketilmesini öngören 
yasa arasında çelişme mevcuttur. 

*Ayrıca, olağan yasa yolları bitirilmeksizin kesinleşmiş kararlar bakımından bireysel başvuru yolunun kullanılabilip kullanılamayacağı konusu hem Anayasa, 
hem de yasada açık düzenlenmemiştir. Eğer, bireysel başvuruda olağan yasa yollarının mutlaka tüketilmiş olması aranırsa, temel hakların korunmasında 
istenilen amaç elde edilemez. Böyle bir durumda, AİHM’ne gidilemez bir sonuca ulaşılır ki, insan hakları hukuku buna olur veremez. Anayasa’da açıklık yok 
ise de, yasanın 47/5 nci maddesindeki düzenlemede de açık engel bulunmamaktadır. 

Kural olarak olağan yasa yollarından geçmeksizin kesinleşmiş kararlara karşı bireysel başvuru kabul edilmezse, açıkça hukuka aykırı kararlar söz konusu 
olabileceğinden yasanın 47/5 nci maddesinin dikkate alınarak, bu kararlar için de bireysel başvurunun kabul edilmesi gerekir. 

-Almanya’da, yasa yollarının tüketilmesinden sonuç alınamayacaksa, başvuru kabul edilmiştir (Alman AMKK, m.90/II C.1). 

Bu konudaki yaklaşımlara göre, 

a) örneğin ilgili yargı düzeni içerisinde temyiz mahkemesinin somut olayla ilgili kararından dönmesi mümkün görülmüyorsa, bireyden yasa yollarını tüketmesi 
beklenmemektedir; 

b)İdari işlemler bakımından da, yasadaki düzenleme idareye takdir alanı bırakmıyor ve idarenin farklı bir yorumda bulunması mümkün değilse, önceki 
başvuruların da sonuçsuz kaldığı anlaşılıyorsa, yasal yolun tüketilmesi beklenmemektedir. 

-Yerleşik içtihat yoksa, başvuruda bulunulsa bile sonuç alınamayacağı düşüncesi varsa, içtihat oluşabilir diyerek yasa yolunun tüketilmesi beklenemez. 
Yerleşik içtihadın varlığı halinde de, daha baştan hakkın teslim edilebileceği anlaşılamıyorsa, yasa yolunun tüketilmesinin aranmaması gerekir. 

-Benzeri durumlarla ilgili çok sayıda karar verilir ve bunlar bireysel başvuruda da kabul edilmezse, Anayasa Mahkemesinin yine de devreye girmesi gerekmez mi? 

-Mahkemelerce verilen kararda, ağır ve giderilemez zararlar doğarsa/doğma olasılığı yüksek olur ve bu hukuksuzluk başka bir yolla da giderilemez olursa yasa yolu tüketilmediğinden bahisle başvuru kabul edilmeyecek mi? 

Aynı hususu yasa yolunda gözetilmesi gereken hususlar bakımından da dile getirebiliriz. Örneğin, “Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken 
hususlarda inceleme yapılamaz” (m.148/4). Açık hukuka aykırılık varsa, bu durumda da başvuruyu bu düzenlemeden hareketle değerlendirmeyecek miyiz? 

*Anayasa Mahkemesinin de sıkıntı duyacağı durumlar ortaya çıkabilir. Örneğin, bireysel başvuru reddedilse ve bu red kararı üzerine AİHM’ne başvurulsa ve 
bu mahkeme ihlal var derse sorun ortaya çıkabilir. 

*Anayasa Mahkemesinin içtihatla kabul edeceği haklar bakımından bireysel başvuru kabul edilecek mi? 

*Anayasada, bireysel başvuru hakkı kamu gücünün tüm ihlallerini içerecek biçimde geniş düzenlendiği halde, yasada sınırlama getirilerek, adeta sadece yargı kararları bakımından bu hakkın kabul edildiği anlaşılmaktadır. Yasanın anayasaya aykırılığı çözülebilecek mi? 

*Bireysel başvurunun hem tüm haklar için, hem de kamu gücü tarafından gerçekleştirilecek tüm hak ihlallerine karşı kabulü yerinde olurdu. Yasamanın sessiz kaldığı konular için zaten yargı organına gidilemeyeceğine göre, teslim edilmeyen haklar ne olacak. Bu nedenle, yasamanın eylemsizliği/işlemsizliği 
için de başvurunun kabul edilmesi gerekirdi. 

*Yasayla getirilen (m.45/3) sınırlamaların kaldırılması gerekir. Çünkü, maddede yer alan “yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemler aleyhine doğrudan 
bireysel başvuru yapılamayacağı gibi Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler de bireysel başvurunun konusu olamaz” şeklindeki başvuruya yasak alan oluşturulması, 12 Eylül 1980 Anayasasında yer alan ve toplumun tüm kesimlerince kabul edilmeyen yargı kısıntısının sürdürülmesidir. Bireysel başvurunun kabul edildiği bir sistemde bunların sonlandırılması gerekirdi. 

* Almanya’da, “kararda, anayasanın hangi hükmünün, hangi eylem ya da ihmalle ihlal edildiği belirtilmelidir. Anayasa Mahkemesi aynı zamanda dava konusu işlemin yinelenmesinin anayasayı yine ihlal edeceğini belirtebilir” (AMKK, m.95/1) düzenlemesi yer almaktadır37. 

Bizde yasayla getirilen düzenlemede, ihlal kararı verilirse, “ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye 
gönderilir” (m.50/2) denmektedir. Anayasa Mahkemesinin vereceği kararın içeriği konusunda açık düzenleme yoktur. 

Diğer yandan bizdeki düzenlemede, “ilgili mahkemenin” hangi mahkeme olduğu konusunda da açıklık yoktur. Burada ayrımda bulunmak gerekir. Eğer başvuru 
yasa yollarından geçen kararlara karşı yapılmış ise, ihlal kararı üzerine yetkili mahkeme ilk derece mi, yoksa temyiz mahkemesi mi olacak? 

Burada şu görüşler ileri sürülebilir: son kararı temyiz mahkemesi verdiğine göre, ilgili mahkeme temyiz mahkemesidir. Veya, ilgili mahkeme kararı vermiş 
olan mahkemedir. Yahut, ihlalle ilgili husus temyiz aşamasındaki bir yanlış uygulamadan kaynaklanıyorsa, ilgili mahkeme temyiz mahkemesi, değilse 
karar mahkemesidir. 

Temyizden geçmeksizin kesinleşen kararlar bakımından ki bunlar için de bireysel başvuru yolunun açılacağını düşündüğümden (6216, m.45/3), ilgili mahkeme 
karar mahkemesini ifade ediyor diyebiliriz. 

14 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU (ANAYASA ŞİKAYETİ / ANLAMI, KAPSAMI VE OLASI SORUNLAR) BÖLÜM 12



ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU  (ANAYASA ŞİKAYETİ / ANLAMI, KAPSAMI VE OLASI SORUNLAR)  BÖLÜM 12


IV-BİREYSEL BAŞVURU İLE İLGİLİ KARARLAR 

A- Karar Türleri 

Bireysel başvuru konusunda Esas incelemesi sonunda üç tür karar verilebilir. Biri, ihlal edildiği; ikincisi, ihlal edilmediği (m. 50/1); üçüncüsü ise, davadan 
feragat halinde düşme kararı verilir (m. 50/5). 

İhlal kararı verilmesi demek, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden, AİHS kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal 
edildiğinin tespiti demektir(Anayasa, m. 148/3). 

İhlal yoktur kararı ile, o konuda iç hukukumuzda yapılacak bir işlem kalmadığının kabul edildiği anlaşılır. Bu karardan sonra konu ile ilgili olarak, olağanüstü yasa yollarından (örneğin yeniden yargılama) birinin koşulları ve başvurusu yoksa, AİHM’e başvurulabilir. 

B- Kararın İçeriği ve Sonuçları 

1-Anayasa Mahkemesi’nin Kararı 

*Almanya’da anayasa şikayeti ek bir yasa yolu olmayıp, olağandışı bir yasa yoludur. Anayasa şikayetinde, Anayasa Mahkemesi, spesifik anayasa hukukunun ihlali ile sınırlandırılmıştır. 
O nedenle, görevli mahkemedeki usulün biçimlendirilmesi, nesnel durumun tespiti ve değerlendirilmesi, anayasa altı hukukun yorumu ve tekil olaya 
uygulanması Anayasa Mahkemesi’nin değil, bu konuda yetkili ve görevli mahkemenin işidir25. 

*Anayasamızda Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda nasıl karar vereceğine ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Anayasada sadece, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurabileceğine (m.148/3), bireysel başvuruların bölümlerce karara bağlanacağına (m.149/2) ve bireysel başvuruya ilişkin usul ve esasların yasayla düzenleneceğine yer verilmiştir (m.148/5). Oysa, Anayasa Mahkemesi’nin nasıl karar vereceği konusunun Anayasada açıkça belirtilmesi gerekirdi. 
Çünkü, Anayasa Mahkemesi’nin görevleri anayasayla belirlenebilir / verilebilir (m.148/son)26. 
Bireysel başvuru gibi önemli bir konunun anayasada açık düzenlenmesi yerine, verilebilecek kararlar bakımından yasamanın takdirine bırakılması, bu kurumun güvence oluşturmasını zayıflatmıştır. 

Yasadaki düzenlemeye göz attığımızda, bireysel başvuru konusunda verilebilecek kararın iki çeşit olduğunu görürüz. Buna göre Anayasa Mahkemesi, esas incelemesi sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verir (6216, m.50/1). 

a-İhlal Kararı 

Ancak ihlal kararı verilmesi hâlinde Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmeder (6216, m.50/1). 
Bu düzenlemeden, Anayasa Mahkemesi’nin tespit ettiği ihlal nedenlerine göre, ihlalin ve bu ihlalin ortaya çıkardığı sonuçların nasıl ortadan kaldıracağına 
da hükmetmesi gerekir. Anayasa’da açıkça yer verilmemesine karşın, yasadaki düzenlemede de, bu kararın nasıl verileceğine ilişkin ilkelere yer verilmemiştir. 
Verilecek kararların ilkelerini Anayasa Mahkemesi içtihatlarıyla belirleyecektir. 

Yasada, Anayasa Mahkemesi’nce tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlalin nasıl ortadan kaldırılabileceği konusunda da şu düzenleme yer almıştır: ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir (6216, m.50/2). 

Anayasa Mahkemesi, ihlal tespitine karşın, yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir 
veya genel mahkemelerde dava açılması yolunu gösterebilir (6216, m.50/2). 

Yasadaki düzenlemeye göre, yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan 
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verecektir (6216, m.50/2). Esas mahkemesinin vereceği kararın ihlali nasıl ortadan kaldırılacağı 
hususu da uygulamaya bırakılmıştır. 

*Yasadaki “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa” şeklindeki düzenleme, mahkeme kararı dışında kalan uygulamaların da ihlale sebebiyet verebileceğine işaret edilmiştir ( 6216, m.50/1). Nitekim, “İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir” (m.45/2) şeklindeki düzenleme karşısında, mahkeme kararı dışında kalan işlemler bakımından da bireysel başvurunun kabul edildiğine işaret edilmektedir. 

Ancak 45/2 nci maddedeki bu düzenleme de tartışmalıdır. Çünkü, 45/2 ile 45/3 ncü maddedeki düzenleme birlikte değerlendirildiğinde, 45/2 nci maddedeki, 
örneğin “idari” başvuru yollarının tüketilmiş olması koşulunun aranmasına karşın; 45/3 ncü madde ile idarenin düzenleyici işlemlerine karşı bireysel 
başvuruda bulunulamayacaktır. 

Zira, 45/3 ncü maddede bireysel başvuruya konu edilemeyecek işlemler arasında, kimi idari işlemler de yer almaktadır. Dolayısıyla anayasada yargı denetimi dışında bırakılmış işlemler bireysel başvuruya konu edilemeyecektir. Anayasanın yargı denetimi kısıntısı getirmediği konularda idari işlemlere karşı yargı yolu açık olacağından (Anayasa, m.125/1), idari işlemler için bireysel başvurudan söz edilemeyecektir. Dolayısıyla, anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler bakımından bireysel başvuru yolu kapalı olduğu gibi (6216, m.45/3); yargı denetimine açık olan idari işlemler bakımından da bireysel başvuru doğrudan bu işleme karşı olmayıp, bu işlemle ilgili yargı kararına yönelik olabileceğinden, yasanın 45/2 ve 45/3 ncü maddesi arasında çelişki bulunmaktadır. 
Bu çelişki çok yönlü olarak ele alındığında bireysel başvurunun sadece yargı kararlarına karşı mümkün olduğu sonucuna varılmaktadır. Yani, yasaya karşı 
doğrudan bireysel başvuru mümkün olmadığı gibi, idari işlemler bakımından da, yargı denetimi mümkün ise, yargı kararından sonra bireysel başvuruda 
bulunulabileceğinden, sonuçta bireysel başvuru yargı kararlarına karşı kabul edilmiş olmaktadır. 

Bu düzenlemeler karşısında, yasada yer alan Anayasa Mahkemesi’nce, “yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez” (m.6216, m.50/1) düzenlemesinin nasıl yorumlanacağı tartışmaya açıktır. 

*Yine Almanya’da temel haklara riayetsizlik anayasaya aykırı bir yasaya dayalı olabileceği gibi, anayasaya uygun normun anayasaya aykırı bir yorumdan veya 
uygulamasından da kaynaklanabilir. Almanya’da, normun uygulanmasından kaynaklanan ihlallerde daire veya komite, şikayet konusu karar ya da kararları kaldırıp, davayı yeniden görülmek üzere geri çevirmektedir. 
Buna karşın, ihlal yasadan kaynaklanıyorsa, daire yasanın geçersizliği ya da anayasa ile bağdaşmazlığını karara bağlamakta dır27. 

Almanya’da eşitlik ilkesi açısından anayasa ihlali, hukuki yorum veya uygulamanın objektif olarak savunulmasının mümkün olmaması ve dolayısıyla keyfi bir hukuk anlayışına dayalı olması, bu nedenle de varılan kararın anlaşılamaz olması ve nesnel olmayan kanaatlerden kaynaklanması hallerinde kabul edilmekte dir 28. 

Yine, yargılama usulüne yönelmiş bir başvuru söz konusu ise, kuşkusuz “yargısal temel haklar” önemli yere sahip olacağından, bu hususun da dikkate alınması 
gerekir. Ceza yargılama hukuku, ceza hukukunun anayasası olarak kabul edilmektedir. Örneğin, yasal yargıç ilkesi anayasayla güvence altına alınmıştır. 
Bu ilke, yargıcın karar vermeden önce tarafları dinlemesini zorunlu kılmaktadır. Bu kurala aykırılık ihlale sebebiyet verebilir29. 

*Avusturya’da, şikayetin kabul edilmesi halinde, Mahkeme, şikayetçi için götürü olarak bir gider tazminatına (şikayet ve duruşma için) ve gerçekleşmiş tüm 
seyahat giderlerine hükmeder30. 

Anayasa Mahkemesi’nin verebileceği iki karar daha var: Biri, tazminata hükmetme; Diğeri, dava açılması yolunun gösterilmesidir. 

aa- Anayasa Mahkemesi’nin ihlal tespitine karşın, yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar görmezse, “başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir”  (m. 50/2). Tazminatın maddi ve manevi tazminatı içerip içermediği ile ne kadar olacağına ilişkin açık düzenleme ve ölçütleri bulunmamaktadır. 

Ancak, bu düzenleme gösteriyor ki, esas mahkemesinde davayı kazanmış olan kimsenin kazanılmış hakkı korunacaktır. 

bb- Diğer karar ise, “genel mahkemelerde dava açılması yolu”nun gösterilebilmesidir (6216, m.50/2). Burada, ihlal tespiti üzerine mi böyle bir karar verilebileceği, yoksa zaten hak ihlali yok ama, başvurucuya dava açma yolu gösterme şeklinde mi kabul edileceği konusunda açıklık bulunmamaktadır. 
Ancak yasadaki, “Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir” şeklindeki düzenlemeden, dava açma yolunun gösterilmesinde de ihlal tespitinin yapılmış olması gerekir sonucuna ulaşılabilir. 

Çünkü, ihlal kararı verilmeyen bir konuda, ihlalin olmadığına karar verilmesi gerekmektedir. 

b-İhlalin Olmadığı Kararı 

Anayasa Mahkemesince başvuru konusunda ihlal olmadığı belirtilirse, artık yapılacak bir şey yok demektir. Bu karar herkesi bağlar. Ancak, esas mahkemesi kararının taraflara farklı tarihlerde tebliğ edilmesi nedeniyle taraflarca bireysel başvuruda bulunulması halinde, başvuruların birleştirilerek değerlendirilmesi gerekir. Bu nedenle, esas mahkemesinin, aynen temyizde olduğu gibi, taraflara tebliğ sağlandıktan ve bireysel başvuru olduğu taktirde aynı dava ile ilgili tüm başvuruları birlikte Anayasa Mahkemesine göndermesi gerekir. Böyle bir durumda, ihlal olmadığına ilişkin karar taraflar bakımından bağlayıcı olacaktır. 
Kuşkusuz, tebliğle ilgili sorunlar burada da ortaya çıkabileceğinden, ayrı ayrı değerlendirme yapılmasının önüne geçilebilmesi için tebligatların usulünce yapılıp yapılmadığı konusunun daha baştan değerlendirmede bulunulması gerekir. 

2- Esas Mahkemesinin Verebileceği Karar 

*Anayasa Mahkemesi’nce ihlal kararı verilmesi halinde, ihlalin giderilmesi için yapılabileceklere de işaret edilmesi gerekir. 

Anayasa Mahkemesince “İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir” (m.50/1) ve 
“Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse 
dosya üzerinden karar verir” (m.50/2) düzenlemelerinin yeniden yargılama yapacak mahkemece dikkate alınması gerekir. 

Bu düzenleme gereğince Anayasa Mahkemesi’nin, esas mahkemesi tarafından yapılabilecekler konusunda belirttiği hususlara göre karar vermesi gerekecektir. 

Ancak yeniden yargılama yapan mahkemenin mutlaka Anayasa Mahkemesi kararı doğrultusunda bir karar vermesi zorunlumudur? Bu düzenlemelere göre, 
sorunun yanıtı evet olacağı için esas mahkemesi ihlal kararı doğrultusunda karar vermek zorundadır diyebiliriz. Fakat bu yaklaşımı her olay için gerçekçi bulmak 
mümkün mü? Veya bunu hangi organ sağlayacak? 

Esas mahkemesince yapılacak yeniden yargılama üzerine verilecek karar, somut durumlara göre Anayasa Mahkemesi’nin öngördüğünden farklı olabilir. 
Eğer öyle olmasaydı, esas hakkındaki kararı da Anayasa Mahkemesi verebilirdi. Anayasa ve yasada böyle bir düzenlemeye yer verilmemesi, esas mahkemesinin 
mümkün mertebe Anayasa Mahkemesi kararı doğrultusunda karar vermesini zorunlu kılmakta ise de, yeniden yargılama denmesi karşısında, yargılama sonunda öngörülmeyen durumlar ortaya çıkabilecek demektir. Bir başka deyişle Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararının aynen uygulanması kabul edilseydi, yeniden yargılama yapılmasına gerek kalmazdı. 

Buradaki “yeniden yargılama” kavramı ile “yargılamanın yenilenmesi” kurumunun aynı olup olmadığı konusu tartışma yaratabilir. Çünkü, yasa koyucunun farklı kavramları seçmiş olması; yeniden yargılamanın “mümkünse dosya üzerinden” karara bağlanması (m. 50/2) ve diğer yargılama yasalarında yer alan yargılamanın yenilenmesi hükümlerine yollamada bulunulmaması nedenleriyle, farklı kurumlar oldukları söylenebilir. 

Nitekim yasada 5271, m. 311 vd. maddelerinin uygulanacağına ilişkin açık düzenleme (6216, m.67)31, bireysel başvurular için açıkça kabul edilmemiştir. 

Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, “Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkça ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse 
dosya üzerinden karar verir” (m. 50/2). Ancak gerekirse duruşma açılabilir. 

Görüldüğü gibi, yasada, ihlal kararı üzerine, ihlalin yeniden yargılama ile sona erdirileceği/ortadan kaldırılacağı/başvurucunun hakkına kavuşmasının sağlanacağı öngörülmektedir. 

Anayasa Mahkemesinin ihlalin nasıl giderileceği konusunda karar verebilip veremeyeceği konusunda da açıklık yoktur. AİHM’nce verilen ihlal kararları için, 
AİHM’nin iç hukukta ne gibi işlem yapılacağı hususunda takdiri bulunma maktadır. Üye ülkeler AİHM’nce verilen, ihlal kararı üzerine iç hukuk larında değişik uygulamalara yer vermişlerdir. Ayrıca, AİHM’nin ihlal kararı üzerine iç hukukta yapılan işlemin ihlali ortadan kaldırıp kaldırmadığı konusunda Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin değerlendirmede bulunması söz konusu dur. Oysa Anayasa Mahkemesince verilen ihlal kararı üzerine, yapılacak yeniden yargılama sonucu kararın Anayasa Mahkemesince kontrolü söz konusu değildir. 

Ayrıca yeniden yargılama kararına karşı, her yargı düzeninde yasa yollarına başvurulup başvurulmayacağı konusunda da açık bir hüküm yoktur. Ancak, örneğin, Anayasanın 154/1 nci maddesindeki düzenleme karşısında32, adliye mahkemelerince verilen kararlar için son inceleme merciinin Yargıtay olması nedeniyle bu kararları Yargıtay’ın temyizen inceleyebileceğini söyleyebiliriz. Ancak esas mahkemesinin yapacağı yeniden yargılama sonucunda vereceği kararda, belli ölçüler içerisinde serbest olduğunu da kabul etmek gerekir. Çünkü hukuk ve haktaki dinamizm nedeniyle, farklı çözüm biçimlerinden birinin 
uygulanması gerekebilir. 

Ancak yasada, “yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez” (m. 50/1, son cümle); ihlalin bir mahkeme kararından 
kaynaklanması halinde, “ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir” (m. 50/2) şeklinde 
düzenlemeler yer almaktadır. Bu düzenlemeler, yeniden yargılama yapılmasında yarar bulunan haller için kabul edilmiştir. Bunun takdiri ve gerekçesi Anayasa 
Mahkemesine aittir. 

Diğer bir husus ise, aynı konuda Anayasa Mahkemesine ikinci, üçüncü vd. kez başvuruda bulunulamayacağına ilişkin açık bir düzenleme bulunmaması karşısında, konunun yeniden yargılama sonrası da tekrar bireysel başvuru konusu edilip edilemeyeceği tartışmaya açık bir husustur. Örneğin, Anayasa ve yasada AİHS’nin 35/2-b maddesindeki gibi33 bir düzenleme bulunmamaktadır. 

Burada eleştiriye açık bir husus da, ihlal tespitine karşın, yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hallerde başvurucu lehine tazminata 
hükmedilebilmesidir (6216, m.50/2). Hukuki yarar görülmemesi nedeniyle tazminata hükmetmek, yeniden yargılama yapılmasıyla ihlalin giderileme yeceğinin kabul edilmesi demektir. Anayasa Mahkemesi’nin burada hukuki yararın ölçüsünü nasıl belirleyeceğine ilişkin açık düzenleme yoktur. 
Hukuki yararın belirlenmesinde, hakkaniyete uygunluluğu gözetilmesi gerekir34. 

Diğer yandan, “genel mahkemelerde dava açılması yolu”nun gösterilebilmesi (m. 50/2), ilgili mahkemenin Anayasa Mahkemesinin yönlendirdiği biçimde karar 
vermesini gerektirir mi, gerektirmez mi? Burada da açıklık yoktur. 

Bir başka husus ise, AİHM’nce verilen ihlal kararı üzerine yargılamanın yenilenmesi gerekmekte (örneğin, 5271, m. 311 vd.) ve bu durumda önceki kararı veren yargıcın/yargıçların yargılamanın yenilenmesi kararına katılmaması (5271, m. 23/1) zorunludur. Oysa, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı üzerine yapılacak yeniden yargılama konusunda, yargılamanın yenilenmesine yollamada bulunulmadığından, aynı mahkemenin aynı yargıcın/yargıçlarının davaya bakabilip bakamayacağı da sorun olarak ortada durmaktadır. 

Ancak burada yasanın, sadece “esas hakkındaki inceleme” başlıklı 49/7 nci maddesinde yer alan “bu kanun ve içtüzükte hüküm bulunmayan hallerde ilgili 
usul kanunlarının bireysel başvurunun niteliğine uygun hükümleri uygulanır” hükmü gereğince, diğer yasalarda yer alan yargılamanın yenilenmesi hükümlerine yollamada bulunulduğu savunulabilir. Fakat Yasanın 49/7 nci maddesindeki düzenleme, Anayasa Mahkemesinin yaptığı incelemelerle ilgili olup, ihlal kararı üzerine davaya yeniden bakan mahkeme için dikkate alınabilecek mi? Burada da açıklık bulunmamaktadır. 

Yine de, önerim, açık hüküm olmamakla beraber, temel hakların korunması amacıyla kabul edilen bireysel başvuru üzerine, örneğin 5271 sayılı Ceza Yargılama Yasası’nın 311 vd. maddelerindeki tüm hükümler olmasa bile, aynı Yasanın 23/1 nci maddesinin dikkate alınmasında yarar olacağıdır. 

Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru üzerine verdiği kararının yeniden incelenmesinin istenebileceği konusunda bir düzenleme yer almamaktadır. 
Oysa, Yüce Divan kararları bakımından yeniden inceleme başvuru yapılabilmektedir (Anayasa, m. 148/9). 

Bir diğer husus ise, Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararı üzerine, mutlaka yeniden yargılama mı yapılacak. Bir başka deyişle, ihlal kararı üzerine, bu karar 
dayanak yapılarak (kimi ihlal tespitlerinde böyle bir durum ortaya çıkarsa) yargılamanın yenilenmesi de yapılabilir mi? Bu sorular çoğaltılabilir ve 
mevzuatta bunların yanıtı bulunmamaktadır. 

13 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU (ANAYASA ŞİKAYETİ / ANLAMI, KAPSAMI VE OLASI SORUNLAR) BÖLÜM 11


ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU  (ANAYASA ŞİKAYETİ / ANLAMI, KAPSAMI VE OLASI SORUNLAR)  BÖLÜM 11


3- Esas Hakkındaki İnceleme 

Kabul edilebilirlik kararı verilen başvuruların esas incelemesi bölümler tarafından yapılır. Anayasa, kabul edilebilirlik ve esas incelemesi ayrımı yapmaksızın, 
bireysel başvuruların bölümlerce karara bağlanacağına yer vermektedir (m. 149/2). Yasada da aynı hususa işaret edilmektedir (m. 49/1). 

a- Bildirme 

Kabul edilebilirlik kararı verilince, bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilir. Adalet Bakanlığı gerekli gördüğü hallerde görüşünü yazılı olarak 
mahkemeye bildirir (m. 49/2). 

Burada kabul edilebilirlik kararının, örneğin aleyhine bireysel başvuruda bulunulan bir mahkeme kararı lehine olduğu için bireysel başvuru isteğinde bulunmamış tarafa da tebliği gerekirdi. Çünkü, idari veya adli yolların tüketilerek, olağan yasa yolu sonucu hak elde etmiş olan kimsenin hakkının bir şekilde etkilenme olasılığı olan tarafın bundan haberdar edilmesi ve diyeceklerini söyleyebilmesi gerekir. Adalet Bakanlığı’na tebligat yapılması ve Bakanlığın görüş bildirebilmesine karşın, mahkemeden hak kazanmış kimsenin görüş bildirmesine olanak tanınmaması, silahların eşitliği ilkesiyle çelişmektedir. Ayrıca, bu hak sahibinin kazandığı hakkının korunmasını isteme hakkı da verilmeliydi. Çünkü, Anayasa Mahkemesinin vereceği ihlal kararında, kazanılmış hakların çiğnenip çiğnenmeyeceği de belli değil. Kuşkusuz hukuk devletinin olmazsa olmazı kazanılmış haklara saygıdır. Ancak yeni bir kurum ve uygulamanın nasıl olacağında tam bir açıklık yoktur. Bakanlığı bilgilendirmedeki amaç kadar, esas mahkemesinde hak kazanmış tarafın da diyeceklerinin sorulmasının sakıncasından söz edilemez. 

Eğer burada Adalet Bakanlığına bildirimde amaç, konu AİHM’ne götürüldüğünde Dışişleri Bakanlığına konuyla ilgili yeterli dokuman iletilmesinin sağlanması ise, 
Anayasa Mahkemesi kararından sonra da bu bilgilerin hazırlanması mümkündür. Mahkeme kararında hukuki zenginleşme olsun diye Bakanlığın görüşüne ihtiyaç 
duyuluyorsa, o zaman diğer tarafın da bilgilendirmesi gerekirdi. 

b-İnceleme 

Yasadaki düzenlemeye göre, komisyonlar ve bölümler, bireysel başvuruyu incelerken, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediğine yönelik her türlü araştırma ve incelemeyi yapabilir. Başvuru ile ilgili olan ve gerekli görülen bilgi, belge ve deliller ilgililerden istenir (m. 49/3). 

Delillerin istenmesine kadar uzanan inceleme, Anayasada yer olan “bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz” 
(Anayasa, m. 148/4; 6216, m. 49/6) düzenlemesi ile çelişmektedir. 

Çünkü örneğin, Ceza Yargılama Yasasında, temyiz incelemesi sırasında “hukuka kesin aykırılık halleri” başlığı altında, “hükmün hukuka aykırı yöntemlerle elde 
edilen delile dayanması”nın bozma nedeni olduğu (5271, m. 289/1-i) düzenlemesi yer almaktadır. 

Oysa, Anayasada bu yasaklanırken (m. 148/4); Yasada, hem “bilgi, belge ve deliller” isteniyor (m. 49/3); hem de gerekli görülmesi halinde (ki bu temyizden 
geçmiş aşamayı da içerir), duruşma yapılması (m. 49/4) kabul edilmektedir. Yasadaki bu düzenleme, deliller bakımından Anayasanın 148/4 nci maddesi 
ile çelişmektedir. Çünkü, delil konusu temyiz mahkemesince incelenmektedir. 

Burada duruşma açılabilmesi Anayasa ile uyumludur. Çünkü Anayasadaki(m. 149/6), “Ancak, bireysel başvurularda duruşma yapılmasına karar verilebilir. 
Mahkeme ayrıca, gerekli gördüğü hallerde sözlü açıklamalarını dinlemek üzere ilgilileri ve konu üzerinde bilgisi olanları çağırabilir” düzenlemesi buna olur 
vermektedir. 

c-Tedbir kararı 

Bölümler, esas inceleme aşamasında, tedbir kararı verebilirler. Tedbir kararı ancak re’sen veya başvurucunun talebi üzerine verilebilir. Tedbir kararının 
verilebilmesinde ölçü, tedbirin, “başvurucunun temel haklarının korunması için zorunlu” görülmesidir (6216, m. 49/5). 

Tedbir kararı verilmesi, yürürlüğün durulması şeklinde olabileceği gibi, başka gerekçelere de dayanabilir. Anayasa koyucu tarafından öngörülmeyen tedbir 
kararının, yasa koyucu tarafından kabul edilmesi yerindedir. Zaten temel hakkın korunması zorunluluğu, ihlalin varlığı halinde tedbiri de kaçınılmaz kılmaktadır. 

Ancak tedbir kararı verilebilmesi bakımından açık hak ihlalleri ile ilgili dosyaların öncelikli incelenmesi konusunda açık bir düzenleme yok ise de, mahkemenin 
bunu gözeteceği düşüncesindeyim. Zaten yasada, tedbir kararı verilen dosyaların 6 ay içinde karara bağlanması zorunluluğu bunu göstermektedir (m. 49/5). 

Fakat, tedbir verilen dosyaların 6 ay içinde esastan incelenip karara bağlanamaması halinde tedbir kararının kendiliğinden kalkacağına ilişkin düzenleme (m. 49/5 son cümle) yerinde değildir. Çünkü tedbir kararındaki gerekçe ortadan kalktı ise, dosyanın esastan ihlal yoktur şeklinde karara bağlanması gerekir. 
Şayet, tedbir kararındaki gerekçe devam ediyor ise, kendiliğinden tedbirin sona ermesi, yani 6 aylık sürede dosyanın karara bağlanmaması/bağlanmaması 
mahkemeye olan güveni sarsar. 

*Almanya’da tedbir kararının tekrarlanmasında daire üyelerinin üçte iki çoğunluğu ile mümkündür. Tedbir kararının verilmesi, askıya alma etkisi yaratır24. 

d- İncelemede Sınırlama 

Anayasada gerek kabul edilebilirlik/edilemezlik, gerekse esastan inceleme bakımından açık bir sınırlama yer almamaktadır. 
Anayasada sadece “bireysel başvuruların kabul edilebilirlik incelemesi için komisyonlar” oluşturulabileceği (m. 149/1); bireysel başvuruların bölümlerce karara bağlanacağı( m.149/2); yasa yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamayacağı (m. 148/3) hususları yer almaktadır. 

Oysa yasada Anayasada yer alan yasa yolunda gözetilmesi gereken hususa yer verilmekle beraber; şu düzenleme getirilmiştir: “Bölümlerin, bir mahkeme 
kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi 
ile sınırlıdır” (m. 49/6). Bireysel başvurunun can alıcı noktası burasıdır. 

e- Dayanılacak Mevzuat 

Esas hakkındaki incelemede, verilecek karara (m. 50) ışık tutabilecek mevzuatın hangileri olduğuna da yer verilmiştir. 
Buna göre, bireysel başvuruların incelenmesinde, 6216 sayılı Yasa ve içtüzükte hüküm varsa bunlar, bunlarda hüküm yoksa “ilgili usul kanunlarının bireysel 
başvurunun niteliğine uygun hükümleri uygulanır” (m. 49/7). Yani yasa koyucu mahkemeye geniş bir takdirilik alanı bırakmıştır. Mahkeme bu takdir yetkisini 
serbestçe kullanabilecektir. Oysa, aceleye getirilmeden bu husus açıkça düzenlenmeliydi. 

Yasa koyucu bununla da yetinmeyip, “esas hakkında incelemenin usul ve esasları ile ilgili diğer hususlar içtüzükle düzenlenir” (m. 49/8) demek suretiyle, 
konuya ilişkin asıl hükümleri içtüzüğe bırakmıştır. 

12 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

-----

ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU (ANAYASA ŞİKAYETİ / ANLAMI, KAPSAMI VE OLASI SORUNLAR) BÖLÜM 10


ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU  (ANAYASA ŞİKAYETİ / ANLAMI, KAPSAMI VE OLASI SORUNLAR)  BÖLÜM 10


b - Başvuru Yöntemi 

aa) Nereye Başvuru 

Başvuruyu Anayasa Mahkemesi değerlendirecek(m.148/3). Ancak, Anayasada Anayasa Mahkemesine başvurulacağı belirtilmekte ise de, yasa koyucu, hakkın 
etkin kullanımını gözeterek dolaylı yoldan başvuruyu da kabul etmiştir. Buna göre, “doğrudan ya da mahkemeler veya yurt dışı temsilcilikler vasıtasıyla” 
başvuru yapılabilir. Yasa koyucu bununla da yetinmeyip, başvurunun “diğer yollarla kabulüne ilişkin usul ve esaslar”ın iç tüzükle düzenleneceğine de yer 
vermiştir (m.47/1). Başvurunun yazılı olması gerekir. 

bb - Başvuru Harcı 

Anayasada harçtan söz edilmemektedir. Yasaya göre ise, bireysel başvuruda harç alınacaktır (m.47/2). Yasada harçtan muafiyete yer verilmediği gibi, 
muafiyet yollamasında da bulunulmamıştır. Anayasa Mahkemesinin adli muafiyetle ilgili bir konuda harç alınmasını iptal eden bir kararı var. Bu karar 
dikkate alındığında kimi haklı nedenlerin varlığı halinde harçtan muafiyet söz konusu olabilecektir18. 

AİHM, bir kararında19 Türkiye’nin yasal düzenlemede bulunma yükümlülüğünü hatırlatmaktadır. Dolayısıyla Türkiye aleyhine verilen ihlal kararlarının tümünde 
yargının hatalı olmadığına işaret edilmektedir. 

AİHM, 492 sayılı Harçlar Yasası’nın 28/1-a maddesinde yer alan “Karar ve ilam harçlarının dörtte biri peşin, geri kalanı kararın verilmesinden itibaren iki ay 
içinde ödenir. Şu kadar ki, ölüm ve cismani zarar sebebiyle açılan maddi ve manevi tazminat davalarında peşin alınan harcın oranı yirmide bir olarak uygulanır. 
Bakiye karar ve ilam harcının ödenmemiş olması, hükmün tebliğe çıkarılmasına, takibe konulmasına ve kanun yollarına başvurulmasına engel teşkil etmez” 
düzenleme ile hak arama özgürlüğünün kısıtlandığına ilişkin hükmün değerlendirilmesini yapmıştır. 

Anayasa Mahkemesi tarafından söz konusu yasa hükmünün Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilmesine karşın AİHM, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararının 
geriye yürümemesi nedeniyle hukuka aykırılığın son bulmuş sayılamayacağı değerlendirmesine bulunarak, ihlal sonucuna ulaşmış ve hükümetin/yasamanın bu konuda tedbir alması gerektiğine işaret etmiştir. 

AİHM, “öncelikle bir Sözleşmeci Devlet’in ulusal hukuk düzeni tarafından verilen zorunlu ve kesinleşmiş bir yargı kararının taraflardan birinin zararına etkisiz 
kalması durumunda, 6. Maddenin 1. paragrafıyla güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının anlamsız hale gelmiş olacağını hatırlatmaktadır. 
Bu nedenle, bir mahkeme kararı aşırı derecede geciktirilemez. Bu bağlamda pozitif yükümlülüklerini yerine getirmek amacıyla uygun ve yeterli yasal 
düzenlemeleri yapmak her Sözleşmeci Devlet’in görevidir. AİHM, ayrıca 492 sayılı yasada belirlendiği şekliyle mahkeme kararlarının infazına bağlı koşulları 
daha önce incelediğini hatırlatmaktadır20. Bu vesileyle 


AİHM, bu harçların peşin ödenme zorunluluğunun icra işlemlerinin başlatılmasını fiilen sınırladığını ve yargılama masraflarının ödenmesinin hukuk mahkeme lerine erişim için bir kural haline geldiğini kaydetmektedir.(…) Tüm bu unsurlar, AİHM’nin ulusal yetkililerin başvuranın mahkemeye erişme hakkını kısıtladığı ve bu hakkını esas bakımından ihlal ettiği sonucuna varmasına yetmektedir. Bu itibarla AİHM, AİHS’nin 6.maddesi 1.paragrafının ihlal edildiğine hükmetmektedir” demiştir. 

cc - Başvuru Dilekçesi 

Başvuru dilekçeyle yapılacaktır (m.47/3). Dilekçede başvurucunun ve varsa temsilcisinin kimlik ve adres bilgilerinin işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle ihlal 
edildiği ileri sürülen hak ve özgürlüğün ve dayanılan Anayasa hükümlerinin, ihlal gerekçelerinin, başvuru yollarının tüketilmesine ilişkin aşamaların, 
başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolları öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarih ile varsa uğranılan zararın belirtilmesi gerekir (m.47/3). 

Ayrıca, başvuru dilekçesine, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğinin ve harcın ödendiğine dair belgenin eklenmesi şarttır (m.47/3-son cümle). 

Başvurucunun avukatı varsa vekaletnamesinin de dilekçeye eklenmesi gerekir (m.47/4). 

dd - Başvuruda Süre 

Yasada başvuru süresi bakımından 30 gün öngörülmüştür. Bu süre, ihlal işlemine karşı başvuru yolları öngörülmüşse bunun tüketildiği; başvuru yolları 
öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren başlar (m.47/5). Yasadaki bu düzenleme karşısında iç hukukumuzda Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, 
ilgili karara karşı başvurunun tüketildiği veya yasa yolu yoksa kararın öğrenilmesinden itibaren 30 günlük sürenin geçirilmesinden sonra bireysel başvuruda bulunulamayacaktır. 
Yasa koyucu ihlal işlemine karşı başvuru yolunun olup olmadığına göre ayrım getirmekle beraber, sürenin başlangıcını farklı düzenlemiştir. 

İlk durum, “başvuru, yollarının tüketildiği tarihten” itibaren 30 gün denmesi tartışma yaratabilir. Çünkü, “başvuru yollarının tüketildiği” konusundaki bilgiyi ilgili ancak tebliğ ile öğrenebilecektir. Tebliğ yapılmadan sürenin başlatılmaması gerekir. Sanırım yasa koyucunun olağan yasa yollarının öngörülmesi halinde 
bunun tüketildiğinin tebliğ veya başka yolla öğrenildiği tarihten başlatılması gerekir. Aksi takdirde, “başvuru yollarının tüketildiği tarihten” başlatılacak 30 günlük süre, hak aramayı engeller. 

Yine başvuru ile ilgili olarak, Anayasada yer alan, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek 
zorundadır” düzenlemesinin dikkate alınması gerekir (Anayasa, m.40/2). Anayasadaki bu düzenleme yasaya açıkça yansıtılmadığı gibi, yasanın 47/5 nci 
maddesinde yer alan, “başvuru yollarının tüketildiği” veya “ihlalin öğrenildiği” tarihten itibaren 30 günlük sürenin başlayacağına ilişkin düzenleme yerinde 
değildir. Ancak bu durumda Anayasanın doğrudan uygulanması veya yasanın bu hükmünün iptal edilmesi gerekir. 

Diğer yandan, işleme karşı öngörülen yasa yolu başvurusunda süreyi kaçırma, yanlış tebligat işlemleri nedeniyle kesinleşme veya bilinçli olarak yasa yoluna 
başvurmama yahut öngörülen yasa yolunun etkin olmayacağı düşüncesiyle tüketmeme gibi nedenlerle yasa yolu tüketilmeksizin/tüketilemeden 
kesinleşmiş işlemler bakımından, kesinleşme tarihinden itibaren 30 gün içerisinde bireysel başvuruda bulunulabilir. 

Ancak 30 günlük süre kısadır. AİHM’ne başvuruda iç hukuk yollarının tüketilmesinden itibaren altı aylık süre öngörüldüğü halde (AİHS, m.35/1), 
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda 30 günlük süre öngörülmesi başvuruya hazırlanma bakımından hak aramayı güçleştirebilir. Örneğin bu süre en az üç ay olarak öngörülebilirdi21. 

c - Başvurunun Kabulü Aşaması 

aa) Eksikliklerin İncelenmesi 

Haklı bir mazereti nedeniyle süresi içinde başvuramayanlar, haklı mazeretin kalktığı tarihten itibaren 15 gün içinde ve mazeretlerini belgeleyen delilerle 
birlikte başvurabilirler (m.47/5). Mahkeme öncelikle başvurucunun mazeretinin geçerli görülüp görülmediğini inceleyerek talebin kabul veya reddine karar verir 
(m.47/5-son cümle). 

Eğer başvuru evrakında eksiklikler varsa, mahkeme yazı işleri tarafından eksikliğin giderilmesi için başvurucu veya varsa vekiline 15 günü geçmemek üzere bir süre verilir. Geçerli mazeret olmadan bu sürede eksikliğin tamamlanmaması halinde başvurunun reddine karar verileceği bildirilir (m.47/6). Burada, temel haklar gibi bir konuda başvuru evrakında eksiklik olup olamadığının takdirinin “mahkeme yazı işleri”ne bırakılması yerinde değildir. 

bb) Başvuruların Kabul Edilebilirliği Koşulları ve İncelenmesi 

Almanya’da mahkemelerden gelen işlerle ilgili ön incelemeyi Komiteler yapıyor. Her daire, her biri üç yargıçtan oluşan komite seçiyor. Komitenin kararı daire 
kararı ile eşdeğerdir. Kararlar duruşmasız veriliyor; ancak, gerekçelidir. Kararlar oybirliği ile verilir22. Bu komitece kabul edilen dava dosyası sayısı %1 olarak ifade edilmektedir23. 

Kabul edilebilirlik incelemesi komisyonlarca yapılır (m.48/3). Kabul edilebilirlik, bireysel başvuru hakkının kullanımının giriş kısmını oluşturmaktadır. 
Eğer kabul edilmezlik kararı verilirse bu kararlar kesin olduğundan (m.48/4), başvurunun esastan görüşülmesi söz konusu değildir. Zira ancak komisyon larca yapılan inceleme sonunda başvurunun kabul edilebilirliğine karar verilirse esas incelemesi “bölümler” tarafından yapılabilecektir (m.49/1). 
Dolayısıyla kabul edilemezlik kararı çok önemlidir. 

Anayasada, bilindiği gibi, “bireysel başvuruların kabul edilebilirlik, incelemesi için komisyonlar oluşturulabilir” (Anayasa, m. 149/1). 

Yine Anayasadaki düzenlemeye göre, “Mahkemenin çalışma esasları, bölüm ve komisyonların oluşumu ve işbölümü kendi yapacağı içtüzükle düzenlenir” 
(Anayasa, m. 149/5). 

Yasada da, Anayasa koyucunun iradesini göz önünde tutarak, “Bölüm ve komisyonların oluşumu ve işbölümü ile ilgili hususlar içtüzükte düzenlenir” 
(6216, m. 22/2) denmiştir. 

İçtüzük, yasada, “Anayasa Mahkemesi içtüzüğünü” ifade etmektedir (6216, m.2/1-e). 

İçtüzük, konumuzla ilgili olup, Anayasa değişikliği öncesi, “mahkemenin çalışma esasları ve üyeleri arasındaki işbölümü kendi yapacağı içtüzükle düzenlenir” 
(m.149/3) biçiminde iken, komisyonların oluşumunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğüne (m.149/5) bırakılması yerinde olmamıştır. Çünkü temel haklar konusunda kabul edilebilirlik incelemesi yapacak olan ve mahkeme üyelerinden oluşması gereken Komisyonların oluşum biçiminin İçtüzüğe bırakılmaması gerekirdi. 
Çünkü, dolaylı da olsa bir hakla yakın bağlantılı işlem yapacak kurulun, yasallık ilkesine aykırı oluşturulması, anayasanın 13 ve egemenliğin kullanımıyla ilgili 
6 ncı maddesiyle çelişmektedir. 

Kuşkusuz bu husus Anayasa koyucunun iradesinin eleştirilmesi ile açıklanabilir. Kararı mahkeme verse de (6216, m.48/2), incelemenin komisyonlarca yapılması esası etkileyebilir. 

aaa) Kabul Edilemezlik Kararı 

Anayasa (m.149/5) ve yasada (m.48) kabul edilebilirlik incelemesinin komisyonlarca yapılacağı kabul edilmektedir. 

Kabul edilemezlik kararının verilebileceği haller yasada belirtilmiştir. Buna göre, “Mahkeme, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların 
kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir”(6216, 48/2). 

Yasanın bir maddesinde başvuru bakımından “güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan” etkilenenlerden söz edilirken (m.46/1); başka bir maddede(m.48/2), 
“önemli bir zarara uğramadığı” durumda kabul edilmezlik kararı verilebileceğine ilişkin düzenleme çelişkilidir. 

Yasayla, kabul edilemezlik kararı verilmesi güçleştirilmiştir. Çünkü, mahkemenin kabul edilemezlik kararını oybirliği ile vermesi gerekir. Oybirliği sağlanamayan 
dosyaların esastan incelenmek üzere bölümlere gönderilmesi zorunludur (m.48/3). Bu düzenleme, kabul edilebilirlik için oybirliğinin aranmaması (oy çokluğunun yeterli görülmesi) nedeniyle yerindedir. 

Yasa koyucu kabul edilebilirlik şartları ile incelemesinin yöntem (usul) ve esaslarıyla ilgili diğer hususların düzenlenmesini içtüzüğe bırakmıştır (m.48/5). 

bbb) Komisyonun hukuki Yapısı 

Komisyonlarca yapılacak kabul edilebilirlik incelemesinden sonra (Anayasa, m. 149/1), Mahkemece, başvuruların kabul edilmezliğine karar verilmezse 
(6216, m. 48/2), esas incelemesine geçilir. 

Anayasaya göre, Anayasa Mahkemesi iki bölüm ve Genel Kurul halinde çalışır. Bölümler, başkanvekili başkanlığında dört üyenin katılımıyla toplanır. 
Genel Kurul gibi, bölümler kararlarını salt çoğunlukla alırlar (Anayasa, m. 149/1). 

Bireysel başvurular bölümlerce karara bağlanır (Anayasa, m. 149/2). Ancak Yasanın 48/2. maddesinde “mahkeme” kavramına yer verilmiş olup, bunun yerine “bölüm” denmesi daha doğru olurdu. Çünkü Anayasadaki “bireysel başvurular ise bölümlerce karara bağlanır” (m. 149/2) ve “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik incelemesi için komisyonlar oluşturulabilir” (Anayasa, m. 149/1-son cümle) düzenlemeleri karşısında, başvuru incelemesini komisyonlar yapacak ve kabul edilip edilmediğine “bölümlerce” karar verilecektir. Bu nedenle yasada “mahkeme” dendikten sonra, “kabul edilmezliğine karar verilebilir” (m. 48/2); “Kabul edilebilirlik incelemesi komisyonlarca yapılır. Kabul edilebilirlik şartlarını taşımadığına oybirliği ile karar verilen başvurular hakkında, kabul edilemezlik kararı verilir. Oy birliği sağlanamayan dosyalar bölümlere havale edilir” (m. 48/3) denmek suretiyle komisyon, mahkeme ve bölüm yetkileri karmaşasına sebebiyet verilmiştir. Zira, 48 nci maddenin 3 ncü fıkrasında bölümler tarafından kabul edilebilirlik kararı verileceğini benimsediğimizi düşünsek bile (ve öyle olmalı), son cümledeki “oybirliği sağlanamayan dosyalar bölümlere havale edilir” denmesi, eğer kabul edilebilirlik kararını (inceleme görevi komisyonlara ait) bölümler verecek ise, bölümlerin Anayasaya göre salt çoğunlukla (Anayasa, m. 149/1) karar vermesi gerektiği halde, burada kimin karar vereceği konusunda (48/2 nci maddede mahkeme deniyor) netlik olmadığından oybirliği ile salt çoğunluk da karmaşıklaşmaktadır. 

Zira komisyonların sadece “inceleme” yetki ve görevi olup, karar vermelerine ilişkin düzenleme bulunmadığı gibi, komisyonların Anayasa Mahkemesi 
üyelerinden oluşup oluşmadığında da açıklık bulunmamaktadır. 

Çünkü, “Anayasa Mahkemesi, iki bölüm ve Genel Kurul halinde çalışır” (Anayasa, m. 149/1); 17 üyeden kurulur (m. 146/1); Genel Kurul başkanla beraber 13 
üyelidir (m. 149/1); bölümler, başkanvekili başkanlığında dört üyenin katılımıyla toplanır (m. 149/1); Yasaya göre de, “mahkemede, bireysel başvuruları karara 
bağlamak üzere bir başkanvekili başkanlığında yedişer üyesi olan iki bölüm bulunur. Bölümler, bir başkanvekilinin başkanlığında dört üyenin katılımıyla toplanır” (6216, m. 22/1); raportörlerin görevleri konusunda da Yasada “bireysel başvurularla ilgili olarak Kanunda ve İçtüzükte belirtilen görevleri ifa ederler” 
düzenlemesi (6216, m. 26/1) yer almaktadır. 

Dolayısıyla komisyonlarda görev alacaklar Anayasa Mahkemesi üyesi olmadıklarına göre, mahkeme genel kurulu veya bölümleri adına karara katılamazlar. Buna karşın, bölümlerce verilebilecek kararların (kabul edilebilirlik veya edilemezlik) komisyonlarca verilmesi açıkça mümkün olmadığı halde, “bölümlere havale edilir” şeklindeki (Yasa, m. 48/3) düzenlemede karışıklık mevcuttur. 

11 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***