Avrupa Birliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Avrupa Birliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Kasım 2020 Cuma

ORTA DOĞUDA TÜRK ALGISI., BÖLÜM 5

ORTA DOĞUDA TÜRK ALGISI., BÖLÜM 5


Ortadoğu,Türkiye Algısı,Dış Politika,Mensur Akgün, Sabiha Şenyücel Gündoğar,Dış Politika,Türkiye, Avrupa Birliği, 



Türkiye’nin Ortadoğu barışına katkısı sorulduğunda katılımcıların %77’si olumlu değerlendirmede bulunuyor. Türkiye’ye en düşük notu %58 ile Suriye’den katılımcılar veriyor. Türkiye’nin katkısını en olumlu bulan ülkeler sırası ile Filistin, Mısır, Tunus ve Libya. 
Türkiye, AB ve ABD karşılaştırması yapıldığında Türkiye’nin katkısının bu iki aktöre göre daha fazla kabul gördüğünü söyleyebiliriz. Bununla beraber, AB ve ABD etkisinin %55 ve %58 ile katılımcıların yarısından fazlası tarafından olumlu değerlendirildiğini de belirtmek gerekir. 
Türkiye’nin Ortadoğu’da yaşanmakta olan halk hareketlerine etkisi sorulduğunda olumlu değerlendirme oranı %56’ya düşüyor. Ancak daha önce de belirtildiği gibi Türkiye’nin halk hareketlerine etkisini yüzde ellinin altında olumlu değerlendiren iki ülke sadece Suriye (%34) ve İran (%42). 
Katılımcıların %70’i Türkiye’nin son yıllarda bölgede daha etkili olduğunu, %75’i İsrail-Filistin sorununda arabulucu olabileceğini düşünüyor. Filistin’de bu oran %84’e çıkıyor. “Türkiye bölgede daha fazla rol oynamalı” cümlesine katılma oranı ise %71. 
Türkiye’nin arabulucu rolüne ve bölgede daha fazla rol oynamasına en az destek Suriye ve Irak’tan geliyor. 
Diğer ülkelerin çoğunun oldukça yüksek oranlarda Türkiye’nin rolüne destek verdiği görülüyor. Bu sonuçlar 2009 ve 2010 yılı çalışmaları ile de paralellik gösteriyor. Buradan hareketle Türkiye’nin İsrail-Filistin sorununda arabulucu rol oynamasına ve bölge genelindeki rolüne olan desteğin devam ettiğini  söyleyebiliriz.
 
Yine geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi katılımcılar Türkiye’nin İslam ve demokrasinin başarılı bir bileşimi olduğunu düşünüyor. Bölgesel ortalamada bu görüşe katılma oranı %67. Bu görüşe en fazla destek Libya (%91), Tunus (%86) ve Mısır’dan (%80) geliyor. Suriye’den katılımcılar %45 ile bu görüşü en az paylaşıyorlar. Suriye’yi %51 ile İran ve Irak’tan katılımcılar takip ediyor. 

Son dönemde Ortadoğu halk hareketlerinin başlaması ile daha da fazla gündeme gelen “Türkiye Ortadoğu ülkeleri için başarılı bir model olabilir mi?” sorusuna katılımcıların %61’i “evet” cevabını veriyor. %22’si hayır derken, %13 kararsızları oluşturuyor. Ülke bazında katılımcıların verdikleri cevaplara bakarsak, en fazla “evet” cevabının %78 ile Mısır ve Tunus’ta verildiği görülüyor. Filistin’den katılımcıların %77’si, 

Lübnan ve Libya’dan katılımcıların %75’i Türkiye’yi model olarak görüyor. 
Türkiye model olabilir diyenlerin en az olduğu ülkeler sırası ile Suriye (%31), İran (%47), Irak (%48) ve Körfez ülkeleri (%53). 



Tablo 19: TÜRKİYE NEDEN MODEL OLABİLİR? 



Tablo 20: TÜRKİYE NEDEN MODEL OLAMAZ? 

2010 yılı araştırmasında olduğu gibi 2011 yılında da model olabilir ve olamaz diyen katılımcılara “neden?” 
sorusu soruldu. Tablo 19’da görüldüğü gibi model olabilir diyen katılımcıların %32’si Türkiye’nin demokrasisini, %25’i ekonomisini ve %23’ü Müslüman kimliğini ön plana çıkarıyor. Laik siyasi yapısı (%17) ve stratejik değeri (%8) diğer cevaplar oluyor. 
İki araştırma sonuçları (2010-2011) karşılaştırıldığında “evet, model olabilir” diyen katılımcıların önceliklerinin değiştiğini görüyoruz. 2010 yılında en öne çıkan cevap Müslüman kimliği olmuştu. 2011 yılında İran haricinde tüm ülkelerde “demokratik rejimi nedeni ile model” cevabı ilk sırayı alıyor. 
İran’dan bu soruya evet cevabını verenler gerekçe olarak %35 ile ekonomik gücünü ön plana çıkarıyor. 
Irak’ta “neden model” sorusu için demokratik rejimi, Filistinlilerin ve Müslüman ların haklarını savunuyor olması, stratejik önemi ve Müslüman geçmişi cevaplarının verildiği dikkat çekiyor. Filistin’de de demokratik rejimi öne çıkan cevaplardan. 
Türkiye model olamaz diyenlere neden sorusu sorulduğunda en popüler cevap %23 ile “yeterince Müslüman olmadığı” oluyor. “Batı ile yakın ilişkileri” %16 ile ikinci, “laik siyasi yapısı” %13 ile üçüncü sırada verilen cevaplar oluyor. 
2010 ve 2011 araştırma sonuçları karşılaştırmasında Tablo 21’de görülen ilk üç cevabın sıralamasının değiştiğini ama ilk üçteki yerlerini koruduklarını görüyoruz. 2010 araştırmasında yeterince değinilmeyen, ama 2011’de öne çıkan cevap “Arap olmadığı” oluyor. Model olamaz cevabını verenlerin %9’u, bunun sebebi olarak Türkiye’nin “Arap olmadığı” cevabını veriyor. 

“Arap olmadığı için” cevabının en çok verildiği ülkeler %25 ile Filistin, %22 ile Körfez ve %19 ile Irak. Irak’ta ayrıca imparatorluk geçmişi de %29 ile sık verilen cevaplar arasında yer alıyor. “yeterince Müslüman olmadığı” cevabı en çok Libya (%33), Suudi Arabistan (%32) ve Yemen’de (%31) veriliyor. 

TÜRKİYE VE AVRUPA BİRLİĞİ 

2011 yılında araştırmaya dahil olan ülkelerden katılımcılara Türkiye ve AB ilişkilerine dair görüşleri sorulduğunda %51’i Türkiye’nin AB üyeliğini desteklediği cevabını veriyor. Desteklemeyenlerin oranı %23 olurken, ne evet ne hayır cevabını verenler katılımcıların %19’unu oluşturuyor. 

Türkiye’nin üyeliğini destekleyenlerin en az olduğu iki ülke Suriye ve İran (%37 ve %38). En çok destek ise %71 ile Libya’dan geliyor. 


Tablo 21: TÜRKİYE’ NİN AB ÜYELİĞİNE VERİLEN DESTEK 

2009-2011: 7 ülke ağırlıklı ortalama Her üç yılda da araştırmaya dahil olan yedi ülke ortalamalarını karşılaştırdığımızda Türkiye’nin AB üyeliğine desteğin aynı oranlarda devam ettiği görülüyor (Tablo 21). 

Bu soruyu takiben katılımcılara Türkiye’nin AB üyeliğinin Ortadoğu’da oynadığı rolü nasıl etkileyeceğini düşündükleri sorulduğunda %59’u “olumlu” cevabını veriyor. Libya (%82) ve Mısır (%73) 

AB üyeliğinin Türkiye’nin rolüne olumlu katkı yapacağı cevabının en çok verildiği iki ülke. 2011 araştırmasında daha önce sorulmayan Türkiye’nin AB üyeliğinin AB’nin rolüne nasıl katkı yapacağı sorusu da yer aldı. Katılımcıların %60’ı Türkiye’nin katılımının Birliğin rolünü olumlu etkileyeceğini düşünüyor. Ülkelere ayrı ayrı bakarsak Türkiye’nin üyeliğinin AB’nin bölgedeki rolüne olumlu katkı 
yapacağı cevabı en fazla Libya (%80), Mısır (%75), Filistin (%71) ve Tunus’ta (%70) veriliyor. 

AB’nin rolüne Türkiye’nin olumlu katkı yapacağı cevabı ise en az Suriye’de veriliyor (%38). Iran %47 ile Suriye’yi takip ediyor. 



Tablo 22: BÖLGEDE TÜRKİYE VE AB İLİŞKİLERİN KÜLTÜREL  VE  EKONOMİK  BOYUTU 

   Türkiye’nin bölgedeki ekonomik ve kültürel etkisini anlamaya yardımcı olması amacı ile 2010 yılı araştırmasına bu konularda sorular eklenmişti. 2011 araştırmasında bu sorular tekrar soruldu. 
Tablo 23-27’de görülen cevaplar bir yıl içerisinde bu konularda pek değişim yaşanmadığını gösteriyor. 

Tablo 23: BÖLGENİN EN GÜÇLÜ EKONOMİSİ: ŞİMDİ VE 10 YIL SONRA

İki ayrı soruda bölgenin şu anki en güçlü ekonomisi ve on yıl sonra hangi ülkenin en önemli ekonomik güç olmasını bekledikleri soruldu. 2010 yılında olduğu gibi bu araştırmada da bölgenin mevcut en önemli ekonomik gücü olarak %26 ile Suudi Arabistan gösteriliyor ve Türkiye %20 ile ikinci sırada geliyor. 
Suudi Arabistan (%7),Suriye (%3) ve Körfez ülkelerinden (%6) katılımcılar ise Türkiye’nin bölgenin en güçlü ekonomisi olduğunu en az düşünenler. Tunus kendi ülkesi de dahil Türkiye’ye ilk sırada yer veriyor. 
On yıl sonraki en güçlü ekonomi beklentisinde geçen yıl olduğu gibi Türkiye %25 ile ilk, Suudi Arabistan ise %16 ile ikinci sırada en çok verilen cevap oluyor. Mısır’ın on yıl içerisinde bölgenin en güçlü ekonomisi olacağını düşünenlerin oranı %4 ile sınırlı kalıyor. 
Türkiye’den ekonomik alanda beklentisi en yüksek olanların İran’dan katılımcılar olduğunu söyleyebiliriz. 
Katılımcıların %36’sı on yıl içerisinde Türkiye’nin bölgedeki en güçlü ekonomi olacağını belirtiyor. Bu görüşe en az katılan ülke %5 ile Suriye. 




Tablo 24: DAHA ÖNCE TÜRKİYE MENŞELİ HERHANGİ BİR ÜRÜN KULLANDINIZ MI?

Araştırmaya katılanların %71’i daha önce Türkiye menşeli bir ürün kullandığını belirtiyor. 


Tablo 25: DAHA ÖNCE TÜRKİYE YAPIMI BİR DİZİ İZLEDİNİZ Mİ? 

Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolü üzerinde dizilerin etkisi bir süredir tartışılmakta olan bir konu ve son yıllarda yarattığı ekonomi ile de dikkat çekiyor. Araştırma sonuçlarından bu etkinin devam ettiğini gözlemlemek mümkün. Katılımcıların %74’ü daha önce Türkiye yapımı bir dizi seyretmiş. Katılımcıların çoğu birkaç 
dizi/oyuncu ismi sayabiliyor. 


ORTA DOĞUDA TÜRK ALGISI., BÖLÜM 4

ORTA DOĞUDA TÜRK ALGISI., BÖLÜM 4


Ortadoğu,Türkiye Algısı,Dış Politika,Mensur Akgün, Sabiha Şenyücel Gündoğar,Dış Politika,Türkiye, Avrupa Birliği, 



Tablo 12: ARAP BAHARININ ORTADOĞU’YA ETKİSİ


Gelişmelerin Ortadoğu bölgesi genelini nasıl etkilediği sorulduğunda ise destek oranı %8 artarak %60’a çıkıyor (Tablo 12). Katılımcıların %21’i Arap Baharının bölge genelini olumsuz etkilediğini belirtirken, %7’si olumlu veya olumsuz etkisi olmadığı cevabını veriyor. 
Libya’dan katılımcılar kendi ülkelerinde olduğu gibi halk hareketlerinin bölge genelinde de olumlu etki yaptığını en fazla düşünenler (%83). Libya’yı sırası ile Mısır (%78), Tunus ve Irak (%72) takip ediyor. Libya, Mısır ve Tunus’tan katılımcılar kendi ülkeleri için de gelişmeleri olumlu değerlendirenler olarak Tablo 11’de yer almıştı. 

Irak’tan katılımcılar gelişmeleri kendi ülkeleri için yeterince olumlu bulmazken %72 ile bölge geneli için olumlu buluyor. Bölge geneli için sorulduğunda İran’dan gelen değerlendirmenin de olumlu yönde artarak %49’a çıktığı görülüyor. 
Tablo 12’de görüldüğü gibi Suudi Arabistan, Lübnan, Ürdün, Körfez ülkeleri, Yemen, Suriye ve İran yaşanmakta olan gelişmelerin bölgeye etkisini ortalamanın altında olumlu buluyor. 


Tablo 13: BARIŞÇIL VE ŞİDDET İÇEREN HALK HAREKETLERİNE VERİLEN DESTEK

Ayrı bir soruda ise katılımcılara son bir yılda yaşanmakta olan gelişmeler ışığında bölgelerinin geleceğini nasıl değerlendirdikleri soruldu. 
Katılımcıların %62’si daha olumlu baktıklarını belirtiyor. Ancak soru kendi ülkelerinin geleceğini nasıl gördükleri şeklinde sorulduğunda olumlu cevap oranı 
%47’e düşüyor. 
Tablo 13 ise katılımcıların gösterileri/halk hareketlerini ne ölçüde desteklediklerini daha net olarak gösteriyor. 
Bölge ortalamasında barışçıl halk hareketlerine katılım %75 oranında destek alırken şiddet içeren gösterilere katılmak %20 oranında kabul edilebilir 
bulundu. Katılımcıların %21’i barışçıl gösterileri dahi kabul etmediklerini ifade ettiler. 
Ülkelerarası farklara bakacak olursak, Libya (%95), Irak (%91), Tunus (%90) barışçıl gösterilere en fazla onay veren ülkeler olarak ön plana çıkıyor. 
Tablo 13’te de görüldüğü gibi Mısır, Lübnan ve Filistin’de de şiddet içermeyen gösterilere destek oranı oldukça yüksek. 
Suriye’den katılımcıların verdiği cevap dikkat çekiyor; %45’i barışçıl gösterileri dahi desteklemediğini ifade ediyor. Söz konusu şiddet içeren gösteriler 
olduğunda katılımcıların %91’i bunu kabul edilemez bulduğunu söylüyor. 
Bölge genelinde, şiddet içeren gösterileri destekleme oranı barışçıl gösterilere verilen destek oranı ile karşılaştırıldığında oldukça düşük olsa da, Suriye 
dışında hiçbir ülkede tamamen kategori dışı da bırakılmıyor. 
Şiddet içeren gösterilere katılım ise en çok desteği %33 ile Tunus ve %32 ile Libya’dan alıyor. %31 ile Filistin de diğer ülkeler ile kıyaslandığında şiddeti 
kabul etme oranı yüksek olan ülke olarak göze çarpıyor. 
Bu bölümde son olarak katılımcılardan Tablo 14’te görülen dokuz ülke ve kurumun Arap Baharına etkisini değerlendirmeleri istendi. 
Bölge ortalamasında katılımcıların %56’sı Türkiye’nin olumlu etkisi olduğunu ifade ederken %16’sı olumsuz etkisi olduğunu söylüyor. 
Türkiye’nin ardından etkisi en olumlu değerlendirilen ülke %36 ile Fransa. Diğer ülke ve kurumlar birbirine yakın oranlarda olumlu olarak değerlendiriliyor. 
Türkiye dışında tüm ülke ve kurumlar için “ne olumlu/ ne olumsuz” değerlendirmesi yapan katılımcı oranının da fazla olduğu dikkat çekiyor. Aynı soruya verilen cevaplar arasında etkisi en olumsuz değerlendirilen aktör olarak ABD yer alıyor. ABD’yi %37 ile İngiltere, %36 ile NATO takip ediyor. 


Tablo 14: AŞAĞIDAKİ AKTÖRLERİN ARAP BAHARINA NASIL BİR ETKİSİ OLMUŞTUR?

Ülkelere ayrı ayrı baktığımızda Libya’dan katılımcılar, Rusya dışındaki tüm aktörlerin rolünü en olumlu değerlendirenler. Rusya’nın rolü Libya’dan 
araştırmaya katılanların sadece %26’sı tarafından olumlu bulunuyor. 
Suriye’den gelen cevaplara baktığımızda ise yalnızca Rusya’nın rolü %62 ile katılımcıların yarısından fazlası tarafından olumlu değerlendiriliyor. Suriye’den 
katılımcılar diğer tüm aktörlerin etkisini olumsuz değerlendiriyor. 
Mısır, Filistin, Ürdün, Suudi Arabistan, Irak ve Körfez ülkelerinde sadece Türkiye katılımcıların %50’sinden fazlasının olumlu değerlendirmesini alıyor. 
İran sorulan tüm aktörlerin rolünü olumsuz değerlendiriyor. 

               Bölüm 3: Türkiye ve Ortadoğu 



Tablo 15: TÜRKİYE HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ?

İlk bölümde 2011 yılında araştırmanın yapıldığı 16 ülkenin bölge ortalamasında Türkiye’ye olumlu bakanların oranının %78 olduğunu belirtmiştik. Tablo 15’te gösterildiği gibi Türkiye hakkındaki görüşlere ülkelere göre baktığımızda Türkiye’ ye en fazla olumlu görüş %93 ile Libya’dan geliyor. 
Tunus %91 ile Türkiye hakkında olumlu görüş bildiren katılımcıların en çok olduğu ikinci ülke. Filistin ve Suudi Arabistan %89 ile üçüncü sırada geliyor. 
Türkiye’nin araştırma yapılan tüm ülkelerin katılımcılarından genel olarak yüksek oranlarda olumlu görüş aldığını söyleyebiliriz. Bu eğilimin tersi yönünde cevap verilen tek ülke Suriye. Suriye’den katılımcıların %44’ü Türkiye hakkında olumlu görüş belirtiyor. 

Tablo 16’da, 2009,2010 ve 2011 yıllarında yapılan üç araştırmaya karşılaştırmalı olarak bakarsak, ülke bazında Türkiye algısında yaşanan değişiklikleri görmek mümkün. Burada en radikal değişim Suriye’de gözüküyor; 2009 ve 2010 yıllarında sırası ile %87 ve %93 olan Türkiye’yi olumlu değerlendirme oranı 2011’de %44’e düşüyor. 
Bir diğer belirgin düşüş İran’dan katılımcıların cevaplarında görülüyor. 2010 yılında %85 olan Türkiye’yi olumlu görme oranı 2011 yılında %71’e düşüyor. Ürdün, Lübnan ve Filistin Türkiye’ye olumlu bakma oranının gerilediği diğer ülkeler. Fakat belirtmek gerekir ki gerilemeye rağmen bu ülkeler halen Türkiye’ye yüksek oranlarda sempati duyuyor. 

Türkiye’ye sempatinin arttığı ülkeler sırası ile Irak (%16 artış), Suudi Arabistan (%7 artış) ve Mısır (%4 artış). 2010 ve 2011 yıllarında araştırmaya dahil olan yedi ülke bölgesel ağırlıklı ortalamasında Türkiye hakkında olumlu düşünenlerin oranı %80 seviyesinde değişmeden kalmıştır (Tablo 16). 



Tablo 16: TÜRKİYE HAKKINDA OLUMLU DÜŞÜNENLER 
2009-2011: 7 ÜLKE AĞIRLIKLI ORTALAMASI ve İran


Katılımcılardan Türkiye’nin bölgede son yılda yaşanmakta olan gelişmelere verdiği tepkilerin değerlendirmesini yapmaları istendiğinde %64’ü olumlu bulduğu cevabını veriyor (Tablo 17). Bu soruya verilen cevap ile Arap Baharı üzerindeki etkisi sorusuna verilen cevap arasında fark olduğu görülüyor. Tablo 18’de görüldüğü gibi Türkiye’nin Arap Baharına etkisinin olumlu olduğunu düşünenlerin 
oranı %56. İki sonuç arasında fazla bir fark olmasa da, %7’lik düşüşün tepki ve etki arasındaki farkı yansıttığı yorumunu yapabiliriz. 
Türkiye’nin son yılda yaşanan gelişmelere tepkisini en az olumlu bulanlar Suriye’den (%30) ve İran’dan (%42) katılımcılar. Ancak her iki ülkede de kararsız bir kesimin olduğunun da altını çizmek gerekli. İran’da Türkiye’nin tepkisini olumsuz bulanların oranı %12 ile sınırlı kalırken, bu oran Suriye’de biraz daha 
yükselerek %49 oluyor. 
Değişim taleplerinin başarılı olduğu ülkelerde (Mısır, Tunus, Libya) verilen cevaplara bakarsak Türkiye’nin tepkilerini olumlu bulma oranı %80’e çıkıyor. 



Tablo 17: TÜRKİYE’NİN SON 12 AYDA YAŞANANLARA VERDİĞİ TEPKİLERİ NASIL BULUYORSUNUZ?



Tablo 18: TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU’DAKİ ROLÜ


Tablo 18 Türkiye’nin Ortadoğu’da oynamakta olduğu rolü ve Türkiye’ye baktıklarında katılımcıların ne gördüklerini anlamak üzere sorulan soruların bir özetini sunuyor. Buradan çıkarılabilecek genel sonuç Türkiye’nin Ortadoğu bölgesinde bir aktör olarak kabul gördüğü, bölgede varlığının istendiği ve temsil 
ettiği özelliklere bölge halkı tarafından değer verildiğidir. 


ORTA DOĞUDA TÜRK ALGISI., BÖLÜM 3

ORTA DOĞUDA TÜRK ALGISI., BÖLÜM 3


Ortadoğu,Türkiye Algısı,Dış Politika,Mensur Akgün, Sabiha Şenyücel Gündoğar,Dış Politika,Türkiye, Avrupa Birliği, 


BÖLGESEL GÜVENLİK 

Bölge dışı bazı ülke ve uluslararası kurumların bölgede barışın sağlanmasında olumlu rol oynanıp oynamadığına ilişkin soruda Türkiye %77 ile ilk sırada 
yer alıyor (Tablo 5). Araştırma genelinde Türkiye hakkında en olumsuz sonuçlara sahip olan Suriye’den katılımcıların bile bu soruda %58 oranında Türkiye’nin 
Ortadoğu barışında olumlu rol oynadığı cevabını vermeleri dikkat çekici. 
Tabloda da görüldüğü gibi NATO dışındaki diğer ülke ve kurumların Ortadoğu barışında oynadıkları role verilen olumlu görüş birbirine oldukça yakın. NATO ise 
%46 ile en az olumlu rol oynayan kurum olarak yer alıyor. Beklendiği üzere NATO %70 ile en fazla olumlu görüşü Libya’dan alıyor. NATO’nun rolünü en az olumlu bulanlar ise Suriye (%28) ve İran’dan (%31) katılımcılar. 
Birleşmiş Milletler’in Ortadoğu barışına katkısını en olumlu değerlendiren ülke %83 ile yine Libya oluyor. Bu ülkeyi %73 ile Tunus, %71 ile Filistin ve %69 ile 
Körfez ülkeleri takip ediyor. 
Avrupa Birliği (AB) de en fazla desteği Libya’dan (%81) alıyor. AB’nin rolü Suriye, İran ve Irak dışında diğer ülkelerde olumlu değerlendiriliyor. 
AB’nin rolünü en az olumlu değerlendiren ise %36’lık bir oran ile İran’dan katılımcılar. 
Tahmin edileceği gibi ABD’nin rolünü en az olumlu değerlendiren ülke de İran (%28). Irak tarafından da ABD’nin Ortadoğu barışına katkısı sadece %37 
oranında olumlu değerlendiriliyor. ABD en fazla olumlu değerlendirmeyi %86 ile Libya’dan alıyor. 
Çin’in rolü sorulduğunda ise en olumlu değerlendirmeyi Suriye’den katılımcılar yapıyor; %77 oranında Çin’in Ortadoğu barışına olumlu katkı yaptığını düşündüklerini belirtiyorlar. Suriye’yi %75 ile Yemen takip ediyor. Çin’in oynadığı role en az destek %27 ile Irak’tan geliyor. 
Son olarak Rusya’ya bakıldığında, bu ülkenin oynadığı role de en fazla destek %76 ile Suriye’den geliyor. Ardından %69 ile Yemen Rusya’nın oynadığı rolü olumlu değerlendiriyor. Irak ise yine en az olumlu bulan ülke (%40). 



Tablo 5: AŞAĞIDAKİ AKTÖRLERİN BÖLGEDE BARIŞIN SAĞLANMASINDA NE KADAR OLUMLU ETKİSİ VARDIR?



Tablo 6: ORTADOĞU’YA EN BÜYÜK TEHDİT HANGİ ÜLKEDEN GELİYOR?


Ortadoğu’ya tehdidin hangi ülkeden geldiği sorusuna verilen cevaplarda İsrail %47 ile başı çekiyor. ABD %24 ile ikinci, İran %11 ile üçüncü sırada geliyor. 
Ülke bazında baktığımızda İsrail’i en fazla tehdit olarak gören ülke %71 ile Libya. İran yine İsrail’i en az tehdit olarak gören ülke olarak gözüküyor (%31). 
İran’da geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi bu yıl da tehdit algısında ABD’ye öncelik veriliyor. İran’dan araştırmaya katılanlar %47 ile ABD’yi Ortadoğu’ya en büyük tehdit olarak işaret ediyorlar. 
İran söz konusu olduğunda da algının 2009 ve 2010 yıllarında yapılan araştırmalar ile paralel olduğunu söylemek mümkün. Suudi Arabistan (%30) ve Irak 
(%24) İran’ı tehdit olarak gören ülkelerin başını çekiyor. Bu iki ülkenin yanı sıra Ürdün, Lübnan, Körfez ülkeleri ve Yemen’de İran ABD’nin önüne geçerek 
İkinci en büyük tehdit oluşturan ülke olarak algılanıyor. İran’ı en az tehdit olarak gören ülke ise Suriye. 
Tablo 7’de görüldüğü gibi üç sene için yedi ülke karşılaştırmasına bakacak olursak, İsrail’i tehdit olarak algılayanların arttığını görmek mümkün. İsrail bu ülkelerin ortalamasında 2010 yılında %40 ile en büyük tehdit olarak görülürken, 2011 yılında bu oran %52’ye çıkıyor. 
ABD ise halen iki numaralı tehdit olarak görülse de aldığı oran %26’dan %16’ya düşüyor. 7 ülke ortalamasına bakıldığında ise 2011 yılında İran ve ABD’nin neredeyse eşit derece tehdit olarak algılandığı görülüyor. 2011’de bölge ortalamasında İran’a verilen oran %14. 



Tablo 7: ORTADOĞU’YA EN BÜYÜK TEHDİT HANGİ ÜLKEDEN GELİYOR? 2009-2011: 7 ÜLKE AĞIRLIKLI ORTALAMA



Tablo 8: İRAN’IN NÜKLEER SİLAH GELİŞTİRMESİ HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ?


Katılımcılara İran’ın nükleer silah geliştirmesi hakkında ne düşünüldükleri de soruldu (Tablo 8). 2011 yılı bölge ortalamasına bakıldığında katılımcıların 
%38’i İran’ın nükleer silah geliştirmesini desteklerken, %47’si karşı çıkıyor. 
İran’daki katılımcıların cevaplarına bakıldığında kendi ülkelerinin nükleer silah geliştirmesine karşı çıkanların oranının arttığı görülüyor. 2010 yılı araştırmasında 
İran’dan katılımcıların %15’i İran’ın nükleer silah geliştirmesine karşı çıkarken, bu oran 2011 araştırmasında %34’e yükseliyor. Destek verenlerin oranı ise %51. 
İran’ın nükleer silah geliştirmesine en karşı olan ülkeler aynı zamanda İran’ı en fazla tehdit olarak gören Suudi Arabistan ve Irak. Irak %76 ile bu fikre en 
karşı ülke konumunda. Suudi Arabistan %67 ile Irak’ı takip ediyor. 
İran’a bu konu özelinde kendi halkından bile daha fazla destek veren ülke %52 ile Suriye. 
İran’ın nükleer silah geliştirmesini desteklediğini söyleyen katılımcılara bunun sebepleri sorulduğunda ilk sırayı %24 ile “İran’ın kendi güvenliğini sağlaması 
için” cevabı alıyor. İkinci sırada ise “İsrail’e karşı çıkabilmek için” cevabı yer alıyor. 
2010 ve 2011 yıllarına beraber bakarak yedi ülke üzerinden karşılaştırma yapar isek öncelik sıralamasında bir değişim görülüyor. 2010 yılında araştırma yapılan yedi ülkeden katılımcıların İran’ın nükleer silah geliştirmesini neden destekliyor sunuz sorusuna ilk sırada verdikleri cevap “diğer devletler sahip olduğu için” olmuştu (%19). “İsrail’e karşı çıkabilmek için” cevabı %7 ile dördüncü sırada yer almıştı. Aynı ülke katılımcıları 2011 yılında ilk sırada “kendi güvenliği için” (%17), ikinci sırada ise “İsrail’e karşı çıkabilmek için” cevabını veriyor (%14). Buradan hareketle İran’ın nükleer silah geliştirmesini destekleyenlerin oranı düşerken, İsrail karşısında İran’ı destekleyenlerin oranının arttığını söyleyebiliriz. 

Tablo 9: İRAN’IN NÜKLEER SİLAH GELİŞTİRMESİNİ NEDEN DESTEKLİYORSUNUZ?



Tablo 10: USAME BİN LADİN SONRASI DÜNYA

Katılımcılara bölgesel güvenlik açısından Usame Bin Ladin’in öldürülmesi hakkında ne düşündükleri sorulduğunda %43’ünün bu gelişmenin bir değişiklik yaratmadı ğını düşündüğü görülüyor. Katılımcıların %25’i Usame Bin Ladin’in öldürülmesi ile dünyanın daha tehlikeli bir yer olduğunu belirtirken, %20’si daha güvenli hale geldiğini söylüyor. 
Dünyanın daha güvenli hale geldiği görüşünü en fazla destekleyenler %50 ile Irak’tan katılımcılar. Libya %36 oranında bu görüşe katılıyor. İran’da ise 
katılımcıların %61’i bu gelişmeyi önemsemiyor. Ülkelerdeki genel eğilimin bu gelişmenin önemli görülmediği yönünde olduğu söylenebilir. 

                   Bölüm 2: Bölgede Yaşanmakta olan Değişim Algısı 



Tablo 11: ARAP BAHARININ ÜLKENİZE ETKİSİ

Son dönemde bölgede yaşanmakta olan gelişmelere yer verilen bu bölümde katılımcılara öncelikle halk hareketlerinin kendi ülkelerinde yaptığı etkiyi nasıl değerlendirdikleri soruldu. 
Tablo 11’de verilen bölge ortalamasına baktığımızda katılımcıların %52’si yaşanmakta olan gelişmeleri kendi ülkeleri için olumlu olarak değerlendiriyor. %22’si olumsuz görüş belirtirken, %19’unun bir değişiklik yaratmadığı görüşünde olduğu görülüyor. 
Ülkelere ayrı ayrı baktığımızda Libya’dan katılımcılar %92 ile yaşanan değişimi en olumlu bulanlar oluyor. 
Libya’nın ardından %89 ile Tunus ve üçüncü sırada da %75 ile Mısır geliyor. Bu üç ülkede her ne kadar talep edilen değişimler tam olarak gerçekleşmemiş olsa da, süreçlerin başlamış olmasının katılımcıların olumlu değerlenmesine yansıdığı söylenebilir. Bölgedeki gelişmeler Filistin halkı tarafından da oldukça olumlu 
değerlendiriliyor (%65). 
Gelişmeleri kendi ülkeleri için en olumsuz değerlendiren katılımcılar bekleneceği gibi Suriye’den oluyor. Suriye’den araştırmaya katılanların sadece %22’si gelişmelerin kendi ülkeleri için olumlu olduğunu düşünüyor. Desteğin ortalamanın altında kaldığı diğer ülkeler İran (%33), Yemen (%40), Lübnan (%42) ve Irak (%49). 

ORTA DOĞUDA TÜRK ALGISI., BÖLÜM 2

ORTA DOĞUDA TÜRK ALGISI., BÖLÜM 2


Ortadoğu,Türkiye Algısı,Dış Politika,Mensur Akgün, Sabiha Şenyücel Gündoğar,Dış Politika,Türkiye, Avrupa Birliği, 


Temel Bulgular 

1. Bölgenin en önemli sorunu: Ekonomi Araştırma, Arap dünyasında yaşanan ve demokratikleşme talebi içeren dramatik gelişmelere rağmen bölgenin en önemli sorununun ekonomi olduğuna işaret ediyor. Bölgesel olarak sorulduğunda katılımcıların %21’i, kendi ülkeleri söz konusu olduğunda ise %40’ı ekonomik sorunlar diyor. 

2. Bölgenin geleceğine bakış: Umutlu Katılımcıların %62’si bölgelerinde son bir yılda yaşanmakta olan gelişmeler sonrasında geleceğe daha olumlu baktıklarını belirtiyorlar. Ancak katılımcılara kendi ülkelerinin geleceği sorulduğunda olumlu cevap oranı %47’e düşüyor. 
3. Halk hareketlerine destek: Barışçıl olduğu sürece “evet” Bölge ortalamasında barışçıl halk hareketlerine katılım %75 oranında destek alırken, şiddet içerikli 
gösterilere katılmak %20 oranında kabul edilebilir bulunuyor. 
4. Ortadoğu’ya en büyük tehdit: İsrail İsrail %47 ile Ortadoğu bölgesine en büyük tehdit olarak işaret ediliyor. İsrail’i %24 ile ABD takip ediyor. 
5. Hakkında en olumlu düşünülen ülke: Türkiye Türkiye, bölge ortalamasında %78 ile en fazla sempati duyulan ülke. Türkiye’yi %70 ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) takip ediyor. Filistin %66, Çin %65, Suudi Arabistan ve Lübnan %64, Mısır %62 ile neredeyse aynı sempati oranına sahip ülkeler. 
6. Ortadoğu’da barışa en fazla katkıda bulunan ülke: Türkiye Bölge dışı bazı ülke ve uluslararası kurumların bölgede barışın sağlanmasında olumlu rol oynanıp 
oynamadığına ilişkin soruda Türkiye %77 ile ilk sırada yer alıyor. 
7. Model ülke: Türkiye Ortadoğu’da halk hareketlerinin başlaması ile daha da fazla gündeme gelen “Türkiye Ortadoğu ülkeleri için başarılı bir model olabilir mi?” sorusuna katılımcıların %61’i “evet” cevabını veriyor. %22’si hayır derken, %13 kararsızları oluşturuyor. 
8. Çatışma çözümünde rol oynaması beklenen ülke: Türkiye “Türkiye bölgede daha fazla rol oynamalı” cümlesine katılma oranı ise %71. Ayrıca katılımcıların %70’i Türkiye’nin son yıllarda bölgede daha etkili olduğunu, %75’i İsrail-Filistin sorununda arabulucu olabileceğini düşünüyor. Filistin’de bu oran %84’e çıkıyor. 
Bu sonuçlar 2009 ve 2010 yılı çalışmaları ile de paralellik gösteriyor. 
9. Geleceğin en güçlü ekonomisi: Türkiye On yıl sonraki en güçlü ekonomi beklentisinde geçen yıl olduğu gibi Türkiye %25 ile ilk sırada, Suudi Arabistan ise %16 ile ikinci sırada geliyor. Mısır’ın on yıl içerisinde bölgenin en güçlü ekonomisi olacağını düşünenlerin oranı %4 ile sınırlı kalıyor. 
10. Türkiye’ye en düşük destek veren ülke: Suriye Suriye’den katılımcılara Türkiye’ye karşı duydukları sempati sorulduğunda %44, son bir yıl içindeki 
gelişmelere verdiği tepki sorulduğunda %30, modelliği sorulduğunda %31 oranlarında olumlu cevap geliyor. Ancak Suriye halkının önemli bir kesimi hala 
Türkiye’nin Ortadoğu barışına katkı yapabileceğine inanıyor. Oran %58. 

Bölüm 1: Bölgeye Bakış 



Tablo 1: Bölgenizi İLGİLENDİRENEN ÖNEMLİ KONU

2011 yılında araştırma yapılan ülkelerde1 katılımcılara genelde Ortadoğu’da ve özelde kendi ülkelerinde en önemli gördükleri konuların hangileri olduğu soruldu 
(Tablo 1 ve 3). Bölge ortalamasına bakıldığında “ekonomik sorunlar” %21 ile bölgenin önemli konuları sıralamasında ilk sırada yer alan cevap oldu. 
Bölgenin ikinci en önemli gündem maddesi olarak % 15’lik bir değerle “halk hareketleri” cevabı ön plana çıkıyor. Bölgede değişim hareketlerinin nispeten 
başarılı olduğu ülkeler olan Mısır, Tunus ve Libya’nın ortalamasına bakarsak halk hareketlerine verilen önemin %21’e çıktığı görülüyor. 
2011 yılında yapılan araştırma Mısır, Ürdün, Lübnan, Filistin, Suudi Arabistan, Suriye, Irak, İran, Tunus, Körfez ülkeleri (Katar, Bahreyn, Kuveyt, Umman, 
Birleşik Arap Emirlikleri), Yemen ve Libya’yı kapsamaktadır. Körfez ülkeleri adı altında yer alan Katar, Bahreyn, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman tek bir kategori olarak sıralamada yer almaktadır. 
Ülkelere ayrı ayrı baktığımızda halk hareketleri cevabının ilk sırada yer aldığı ülkelerin başında %27 ile Yemen ve %26 ile Suudi Arabistan geliyor. 
Bu cevabın en az popüler olduğu ülke ise %2 ile İran. 
Üçüncü sırada verilen cevap %12 ile “batının etkisi/ varlığı” olmuştur. Irak (%26) ve İran’dan (%15) katılımcılar “batının etkisini/varlığını” bölgenin en önemli konusu olarak değerlendiriyorlar. Dördüncü en önemli bölgesel mesele olarak “diğer siyasi sorunlar” cevabı (%9) veriliyor. 
Bu sonuçlar 2009 ve 2010 yılı araştırmaları2 ile karşılaştırıldığında İsrail-Filistin sorununa verilen önemin görece gerilediğini söylemek mümkün. 2011 yılı 
bölgesel ortalamasında İsrail-Filistin meselesi %8 ile beşinci sırada yer alıyor. Ancak bunu İsrail-Filistin sorununun önemini yitirmesinden çok bölgede 
yaşanmakta olanların dönemsel etkisi olarak yorumlamak diğer cevaplara da bakıldığında daha doğru olacaktır. 
Tunus, %29 ile İsrail-Filistin meselesine bölgesel bir konu olarak en çok önem atfeden ülke. Filistin’den araştırmaya katılanlar İsrail-Filistin sorununu (%18) 
bölge için ekonomik sorunlar (%20) ile hemen hemen eş önemde görüyor. Bu iki ülkeyi %16 ile Ürdün, %14 ile Mısır, %12 ile Lübnan ve Libya ve %11 ile 
Körfez ülkeleri takip ediyor. 

2 Araştırma 2009 yılında Mısır, Ürdün, Lübnan, Filistin, Suudi Arabistan, Suriye ve Irak olmak üzere 7 ülkede yapıldı. 2010 yılında bu ülkelere İran eklendi. 


Tablo 2: bölgenizi İLGİLENDİREN EN ÖNEMLİ KONU: 

2009-2011: 7 ülke ağırlıklı ortalama Tablo 2: Bölgenizi İLGİLENDİREN EN ÖNEMLİ KONU: 
2009-2011: 7 ülke ağırlıklı ortalama Tablo 2 her üç yılda da (2009, 2010, 2011) araştırmaya dahil olan yedi ülke 3 ortalamasının karşılaştırmasını gösteriyor. 2010 yılında yedi ülke bölge ortalamasında İsrail-Filistin sorunu %34 ile ilk sırada yer alırken, aynı ülkelerin 2011 yılı ortalamalarına baktığımızda bu oranın %11’e gerilediği görülüyor. Bu sonuçlardan hareketle bölgede yaşanmakta olan değişimin bölgenin önemli gündem maddeleri sıralamasını da etkilediği söylenebilir. 

Bununla beraber, ayrı bir soruda Filistin’in Birleşmiş Milletler üyelik başvurusuna destek konusu sorulduğunda, araştırmaya katılanların %85’i üyeliği  “destekledikleri” cevabını veriyor. Bölgede diğer gelişmeler nedeni ile İsrail-Filistin sorunu bir numaralı gündem maddesi olmaktan şimdilik çıkmış gözükse de 
Filistinlilere tanınma mücadelelerinde yüksek oranlarda destek veriliyor. 
Araştırma katılımcılarına ülkenizin en önemli konusu nedir diye sorulduğunda ekonomik sorunlar bölge ortalamasından daha yüksek bir oran ile (%40) ilk 
sırada verilen cevap oluyor (Tablo 3). Ekonomik sorunlar cevabını güvenlik, seçimler, diğer siyasi konular ve halk ayaklanmaları cevapları %7’lik eşit 
değerler ile takip ediyor. Bu sorunlar en önemli ülke içi gündem maddeleri sıralamasında aynı öneme sahipler. 

Her 3 yılda da araştırmaya dahil olan ülkeler Mısır, Ürdün, Lübnan, Filistin, Suudi Arabistan, Suriye ve Irak’tır. 



Tablo 3: ÜLKENİZİ İLGİLENDİREN EN ÖNEMLİ KONU

Ülkelere ayrı ayrı bakıldığında ekonomik sorunların en yüksek oranlarda cevap olarak verildiği üç ülke İran (%70), Ürdün (%59) ve Lübnan (%55) 
olarak sıralanıyor. 
Sadece Libya ve Filistin’de ekonomik sorunlar en önemli konu olarak görülmüyor. Libya’da %27 ile ülkenin genel güvenliği birinci sırayı alırken, ekonomiye verilen oran %10 ile diğer birçok ülkenin gerisinde kalıyor. Filistin’de ise beklendiği gibi İsrail-Filistin sorunu % 34 ile ilk sırayı alıyor. 

Tablo 4: AŞAĞIDAKİ ÜLKELER HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ?


Bunun yanı sıra yaşamakta oldukları siyasi süreç ile paralel olarak Mısır’da (%22) seçimler katılımcıların en çok önem verdiği konu olarak ortaya çıkıyor. 
Dikkat çeken bir diğer sonuç ise Irak’ta “etnik ve dini gruplar arası ilişkiler”in %10’luk bir değer ile ülkenin önemli konuları arasında ilk sıralarda yer alması. 
2009 ve 2010 yılı araştırma sonuçlarında bu ülkede “etnik ve dini gruplar arası ilişkiler” cevabı sıralamada yer almamıştı. 2011 araştırmasının yapıldığı tarih 
aralığında ABD’nin Irak’tan çekilmeye başlamış olmasının yarattığı endişenin sonuçlara yansıdığı söylenebilir. 
Tablo 4’te araştırmaya katılan ülkelerin diğer ülkeleri nasıl değerlendirdiklerini görmek amacı ile katılımcılara seçilen 19 ülke4 hakkında ne düşündükleri 
sorulduğunda ortaya çıkan resim sunulmaktadır. Bu tabloda da görüldüğü gibi en göze çarpan sonuç katılımcıların %70’inden fazlasının hakkında olumlu 
düşündüğü tek ülkenin Türkiye olması. Bu sonuç 2009 ve 2010 yıllarının sonuçları ile de paralel 5. Türkiye geçen iki yıl yapılan araştırma sonuçlarında Suudi 
Arabistan’ın ardından hakkında en çok olumlu görüş belirtilen ülke olarak yer almıştı, bu sene ise Suudi Arabistan’ın önüne geçmiş görünüyor. 
Diğer ülkeler Rusya (%50), Brezilya (%52) ve Venezuela (%47), Almanya (%52). 
2009 yılı 7 ülke ortalamasında Türkiye’ye sempati duyanların oranı %75; 2010 yılında ise %80 idi. 
2011 yılı araştırmasında Türkiye bölge ortalamasında %78 ile ilk sırada yer alırken, Türkiye’yi %70 ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) takip ediyor. 
Filistin %66, Çin %65, Suudi Arabistan ve Lübnan %64 ve Mısır’ın %62 ile neredeyse aynı sempati oranına sahip ülkeler olduğu görülüyor. 
2011 bölge ortalamasında en az sempati duyulan ülke %10 ile İsrail’dir. İsrail’i %33 ile ABD ve %36 ile İngiltere takip ediyor. İran %45 ile hakkında en az 
olumlu görüş dile getirilen dördüncü, Irak ise %49 ile beşinci ülke oluyor. 
Katılımcılara diğer AB ülkelerinden Fransa ve Almanya hakkındaki görüşleri sorulduğunda %46’sı Fransa, %52’si Almanya hakkındaki görüşlerinin olumlu 
olduğunu belirtiyor. 
Her üç yılda da araştırmaya dahil olan yedi ülke ortalamasına göre bir karşılaştırma yapılır ise Türkiye’nin bu yıl 2010 yılında %80 düzeyinde sahip 
olduğu oranı koruduğunu, Suudi Arabistan’ın 10 puanlık düşüş ile %71’e gerilediğini söyleyebiliriz. 
Yine yedi ülke ortalaması üzerinden bakıldığında en büyük düşüşü yaşayan iki ülke Suriye ve İran olarak göze çarpıyor. Suriye’ye duyulan sempati oranı 24 
puanlık bir düşüş ile %46’ya, İran’a duyulan sempati oranı ise 11 puanlık bir düşüş ile %47’ye gerilemiştir. 
Diğer taraftan Filistin, hakkındaki olumlu algıyı en çok arttıran ülke olarak gözüküyor; bu ülke 2010 yılında %55 oranında olumlu görüşe sahipken, 
2011 yılında bu oranın %69’a çıktığı görülüyor. Mısır ve Irak radikal bir değişim olmasa da kendilerine duyulan sempatiyi arttıran diğer iki ülke. 
Diğer ülkeler hemen hemen aynı oranlarını koruyor. 

ORTA DOĞUDA TÜRK ALGISI., BÖLÜM 1

 ORTA DOĞUDA TÜRK ALGISI., BÖLÜM 1

Ortadoğu,Türkiye Algısı,Dış Politika,Mensur Akgün, Sabiha Şenyücel Gündoğar,Dış Politika,Türkiye, Avrupa Birliği, 


Ortadoğu’da Türkiye Algısı 2011 TESEV Dış Politika Programı 

2011 TESEV Dış Politika Programı
Mensur Akgün, Sabiha Şenyücel Gündoğar 
DIŞ POLİTİKA PROGRAMI 


Ortadoğu’da Türkiye Algısı 2011Ortadoğu’da Türkiye Algısı 2011
Mensur Akgün, 
Sabiha Şenyücel Gündoğar 
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı.
TESEV
Bankalar Cad. Minerva Han 
No: 2 Kat: 3 
Karaköy 34420, İstanbul 
Tel: +90 212 292 89 03 PBX 
Fax: +90 212 292 90 46 
info@tesev.org.tr 
www.tesev.org.tr 
Yazarlar: 
Mensur Akgün, 
Sabiha Şenyücel Gündoğar 
Yayıma Hazırlayan: 
Gökçe Perçinoğlu 
Yapım: Myra 
Yayın Kimliği Tasarımı: Rauf Kösemen 
Uygulama: Gülderen Rençber Erbaş 
Koordinasyon: Sibel Doğan 
Üretim Koordinasyon: Nergis Korkmaz 

Basım Yeri: İmak Ofset Basım Yayın San. ve Tic. Ltd. Şti. 
Atatürk Cad. Göl Sok. No : 1 Yenibosna 
Bahçelievler/İSTANBUL-TÜRKİYE 
Tel: 0212 656 49 97 

Baskı Adedi: 500 
TESEV YAYINLARI 
ISBN 978-605-5332-03-7 
Copyright © Ocak 2012 

Tüm hakları saklıdır. Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı’nın (TESEV) izni olmadan bu yayının hiçbir kısmı elektronik ya da mekanik yollarla (fotokopi, kayıtların ya da bilgilerin arşivlenmesi, vs.) çoğaltılamaz. 
Bu yayında belirtilen görüşlerin tümü yazarlara aittir ve TESEV’in kurumsal görüşleri ile kısmen ya da tamamen örtüşmeyebilir. 
TESEV Dış Politika Programı bu raporun hazırlanması ve yayınlanmasındaki katkılarından ötürü Açık Toplum Vakfı’na, KA Araştırma’ya, Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği’ne ve TESEV Yüksek Danışma Kurulu’na teşekkür eder. 

İçindekiler 

SUNUŞ, 5 
TEMEL BULGULAR, 6 
BÖLGEYE BAKIŞ, 7 
Bölgesel Güvenlik, 10 
BÖLGEDE YAŞANMAKTA OLAN DEĞİŞİM ALGISI, 14 
TÜRKİYE VE ORTADOĞU, 18 
Türkiye ve Avrupa Birliği, 22 
İlişkilerin Kültürel ve Ekonomik Boyutu, 23 
SONSÖZ, 25 
METODOLOJİ, 26 
DEMOGRAFİ, 28 

Teşekkür; 

Bu projenin hayata geçirilmesinde, yürütülmesi ve yayına hazırlanmasında verdikleri istisnai destek için başta Bülent Kılınçarslan olmak üzere, Diler İnal, Seda Aras, Shirin Jahangir ve tüm KA ekibine; kısa zamanda mümkün olan en az hata ile raporun çıkması için verdikleri özverili çalışma ve tüm katkıları için Jonathan Levack ve Gökçe Perçinoğlu’na; baskıya hazırlanması esnasında yardımlarını esirgemeyen Erdem Aydın, Aybars Görgülü ve Ayşe Yırcalı’ya ayrı ayrı teşekkür ederiz. 
Mensur Akgün & Sabiha Şenyücel Gündoğar, TESEV Dış Politika Programı 

Sunuş 

Elinizdeki rapor TESEV Dış Politika Programı olarak üçüncüsünü gerçekleştirdiğimiz Ortadoğu’da Türkiye Algısı araştırmasının temel verilerini içeriyor. 
19 Ekim-15 Aralık 2011 tarihleri arasında KA Araştırma tarafından bu kez 16 ülkede 2323 kişilik bir örneklemle telefon ve doğrudan görüşme metodu ile 
gerçekleştirilen araştırma, geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi bu yıl da çarpıcı sonuçlar ortaya koyuyor. 

Suriye ve İran başta olmak üzere bazı ülkelerde Türkiye’ye karşı duyulan yakınlıkta düşüş olmasına rağmen, Ortadoğu bölgesi genelindeki Türkiye 
algısının temelde değişmediğini görüyoruz. 

Araştırmanın gerçekleştiği ülkelerde katılımcılara seçilen ülkeler hakkında ne düşündükleri sorulduğunda; %78 destek oranı ile Türkiye’nin bu yıl Suudi Arabistan’ı bile geçerek ilk sırada yer aldığı görülüyor. 

İsrail ile olan ilişkilerindeki gerginliğe rağmen katılımcıların %77’si Türkiye’nin bölge barışı üstündeki katkısını olumlu buluyor. Türkiye’nin Filistin sorununa 
katkıda bulunması gerektiğini düşünenlerin oranı ise %75. Türkiye’yi model görenlerin oranı da %61. 

Bu veriler geçtiğimiz yıl elde edilen verilerle paralellik gösteriyor. Dolayısıyla bu yılki araştırmadan çıkarttığımız sonuçlar da daha önce çıkardıklarımıza 
benziyor. Her şeyden önce, Ortadoğu’da Türkiye’ye duyulan sempati giderek yapısal bir nitelik kazanıyor ve Türkiye bazı tereddütlere rağmen bölgede model 
olarak kabul ediliyor. Görünen o ki, Türkiye’yi yönetenler, iktidarda bulunanlar büyük bir hata yapmadığı sürece bu eğilim devam edecek, bölge Türkiye’ye karşı sempati duyacak. 

İkinci çıkarttığımız sonuç, Türkiye’nin dış politikasında son dönemde gözlemlenen sertleşmeye rağmen arabuluculuk konusunda kendisine duyulan güvenin sürmekte olduğu. Üçüncü sonuç ise Türkiye’nin sadece bir siyasi güç değil, ekonomik güç olarak da algılandığı yönünde. Bölgenin en güçlü ekonomisi şimdi hangisidir, 10 yıl sonra hangisi olacaktır diye sorduğumuzda ise şimdi için Suudi Arabistan’dan sonra Türkiye’nin, 10 yıl sonrası için de ilk sırada Türkiye’nin gösterilmesi dikkate değer. 
Burada “Arap Baharı” metaforu ile özdeşleşen değişim üstüne halkların ne düşündüklerinden de bahsetmek gerek. Her şeyden önce 16 ülkede insanların 
sadece %52’si değişimin ülkeleri için olumlu sonuçları olduğuna inanıyor. Beklenebileceği gibi değişimi en olumsuz gören katılımcılar %22’lik oranla 
Suriye’den. En olumlu görenler ise sırasıyla %92 ile Libya, %89 ile Tunus, %75 ile Mısır. Soru bölgeyi kapsayacak şekilde sorulduğunda ise destek oranı toplamda %60’a çıkıyor. 

Türkiye başta olmak üzere tüm bölge içi ve dışı aktörlerin dikkate alması gereken bir başka sonuç da barışçıl gösterilere verilen destek oranının yüksekliği. 
Şiddet kullanarak rejim değişikliği Libya’da bile sadece %32 oranında destek görüyor. 16 ülke ortalaması ise %20. Barışçıl gösterilere verilen destek ise %75. 
Bu oranın NATO müdahalesinden “yararlanan” Libya’da %95 olması, Suriye’de halkın sadece %5’inin şiddet içeren protesto yöntemlerini desteklemesi 
müdahale kararı verme konumunda olanların üstünde düşünmesi gereken veriler. 
Araştırmanın öne çıkan daha pek çok sonucu var. Bunların bazılarını bu raporda, diğerlerini de TESEV Dış Politika Programı tarafından yayınlanacak daha 
kapsamlı bir çalışmanın içinde göreceksiniz. Bu kısa sunuşun ve bunu takip edecek çalışmaların, Türkiye ve dünya siyasetine ışık tutabileceğine, tartışmalara 
katkı sağlayabileceğine inanıyoruz. 

17 Mayıs 2020 Pazar

GÖÇ VE GÜVENLİK: AVRUPA BİRLİĞİ’NDE GÖÇÜN GÜVENLİK PERSPEKTİFİNDEN YORUMLANMASI

GÖÇ VE GÜVENLİK: AVRUPA BİRLİĞİ’NDE GÖÇÜN GÜVENLİK
PERSPEKTİFİNDEN YORUMLANMASI


Tolga Sakman*
* TASAM (Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi) Avrupa Birliği Masası Uzman Yardımcısı.

Özet

21.yy’a kadar uluslararası göç, göç alan ülkeler tarafından ekonominin gelişmesi için bir araç, göç veren ülkeler için de az gelişmişliğin bir sembolü olarak görülmüştür. 2003 yılına gelindiğinde 20,5 milyon göçmen Batı Avrupa ülkelerinde yaşamaktadır. Fakat bu ülkelerde yaşanmaya başlanan siyasi ve ekonomik gelişmeler göçmenlerin de varlığı konusunda bazı sorunların yaşanmasına neden olmuştur. İlk başta yasa dışı göç ve iltica ile başlayan tartışmalar daha sonra yasal olarak bu ülkelere yerleşmiş bulunan ‘yabancılar’ için de kendini göstermeye başlamıştır. Avrupa Birliği içinde önde gelen göç alan ülkelerde (Almanya, İngiltere gibi) üçüncü ülkelerden gelenlerin yanında diğer Birlik üyesi ülkelerden gelenlere karşı dahi toplumsal ve siyasal tavır değişmekte dir. Bu tavır değişikliğinin sebepleri araştırıldığında ekonomik ve siyasi endişelerin temel teşkil ettiği görülmektedir. Ayrıca kendilerine karşı gelişen bu süreçten göçmenlerin de kaygı duyduğu ve bu kaygının varlıklarına yansıdığı da bir gerçektir. İş bu sebepten, göçün bazı siyasiler ve akademisyenler tarafından güvenlikleştirildiği görülmektedir. Bu bağlamda sorulması gereken göç ile güvenlik arasındaki ilişkinin yapısıdır: Göç, Devlete ve Ulusal çıkarlara doğrudan bir tehdit midir yoksa devletin ve toplumsal aklın refleksleri neticesinde bireyin güvenliğini de etkileyecek bir olgu mudur? Ayrıca sadece kendi ülkelerinde yaşamak yerine yasal olarak başka bir toprakta hayatını devam ettirmeye çalışmanın güvenlik çerçevesinden bakılacak bir durum olmadığı görüşünü dile getiren siyasiler ve akademisyenler de mevcuttur.

Giriş

Avrupa’nın ekonomik kalkınmasını takip eden dönemde birçok coğrafyadan
kalkınmış Avrupa ülkelerine göç başladı. Hatta bu kalkınmayı hızlandırmak için
yabancı ülkelerden işçi isteyen bu ülkelerin kendisiydi. Fakat bu göç akışının
durdurulamaması nedeniyle Batı Avrupa ülkelerinde yaşayan göçmen sayısı 2003 yılına gelindiğinde 20,5 milyonu bulmuştur. Göçmenler, son yıllarda
muhafazakârlaşan bir görüş çerçevesinden, iktidarlarca yönetsellik sürecinde
kullanılmaktadırlar. Bu bağlamda göçmenler ulusal egemenliğin karşısında mutlak bir korkuya dönüştürülmüşlerdir.1

Özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra güvenlik, terörizm, göç ve toplumsal korkular arasındaki sınırlar birbirine geçmiştir. Göç, 21. yüzyılın en önemli güvenlik endişelerinden biri haline gelmiştir. Bunun yanında, göçün siyasallaştırılması, demokrasinin getirdiği birlik ve çoğulculuk söylemleri arasındaki çatışmaların ulusal hükümetleri etkilemesiyle kaçınılmaz olarak ortaya çıkan bir süreçtir. Fakat bu süreçte ortaya çıkan çeşitli söylemler arasında (ekonomik fayda olarak göç, güvenlik endişesi olarak göç, göçün liberalleşmesi vb.) 11 Eylül saldırılarının da hızlandırıcı etkisiyle güvenlik söylemi baskın çıkmıştır. Avrupa Birliği’nde son yıllarda ‘ekonomileştirme’ (nitelikli işgücüne olan ihtiyacın vurgulanması) ve ‘güvenlikleştirme’ söylemleri öne çıkan söylemlerdir. 11 Eylül saldırıları ile güvenlikleştirme ağır basmaya başlasa da son yıllarda AB ülkelerinde yaslanan nüfusla birlikte genç iş gücü ihtiyacının giderek artacak olması ekonomileştirme söylemini de ön plana çıkarmaya başlamıştır. Güvenlikleştirme söyleminin baskın olmasının sebebi, ulusal hükümetlerin giderek artan göç akımını engelleme, medya baskılarını yatıştırma ve kamuoyunu göçe ilişkin korkuları konusunda rahatlatmaya ilişkin yaklaşımları ile yakından ilgilidir. 2004 yılında İngiliz İçişleri Sekreterliği görevinde bulunan David Blunkett’in de belirttiği gibi, sosyo-ekonomik açıdan sorunlu dönemlerde toplum günah keçisi arama ihtiyacını genelde göçmenlere yöneltmektedir.2

1.Siyasi Hayatın Güvenliği ve Göç

AB’nin göçü güvenlikleştiren boyutunu çözebilmemiz için temel metinlere ve
toplantılardan çıkan kararlara bakmak gerekmektedir. Bu metin ve kararlar AB’nin politikalarını şekillendirdiği düşünüldüğünde, üye devletlerin göç politikalarının güvenlikleştirilmesi adımlarını takip etmemiz kolaylaşacaktır.

Öncelikle ele alınması gereken, AB’nin kurucu anlaşması olan Maastricht
Anlaşmasıdır. Bu anlaşma, göçten söz eden ve bu konuyu iç güvenlik meselesi olarak değerlendiren bir belge niteliğindedir. Belge, ilk olarak birliğe üye olmayan üçüncü ülkelerden gelen göçmenlerin girişlerini, birliğe üye ülkelerde kalma ve çalışma şartlarını düzenlemekten söz etmektedir. K.1 maddesinin 3. fıkrasında göç konusunu düzenleyen anlaşma, AB üyesi olmayan ülkelerden gelenlerin AB bölgesine giriş ve dolaşım koşulları, aile birleşmeleri ve çalışma hakkı gibi konuları da içerecek biçimde oturma koşulları ve kontrol dışı göçle, oturma ve çalışma ile mücadele edilmesi ortaya konulmuştur. Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta ise uyuşturucu kaçakçılığı ve organize suçlar gibi konulardaki düzenlemeler yine Sözleşmenin göç ile ilgili olan başlığının altında irdelenmiştir.3

AB’nin bir diğer temel anlaşması olan Amsterdam Anlaşması da göç konusundaki
düzenlemeleri nedeniyle incelenmesi gereken bir sözleşmedir. Amsterdam
Anlaşması’nda birinci bölümde Avrupa Anlaşması’na eklenmesi gereken maddeler bölümünde birinci maddenin beşinci fıkrasında Avrupa Birliği’nin şekillendirmesi gereken temel hedeflerden biri olarak göç konusu da yer alır. Birliğin ekonomik ve sosyal bir ilerleme sağlayarak istihdam yaratması gerektiği, ortak kimliği güçlendirerek dış ve savunma politikasını kurması gerektiğinin dillendirilmesinin ve üye ülkelerde vatandaşlık bağlamında temel hak ve özgürlüklerin korunması gerekliliğinin hemen ardından Birliğin bir özgürlük, adalet ve güvenlik alanı olmasından bahsedilmiştir. Bu alanda kişilerin serbest dolaşımının güçlendirilmesi gerektiği düşüncesi ortaya konulmuştur. Bunu yapabilmek için göç ve sığınmacıları engellemek üzere dış sınırların yükseltilmesi, suçla mücadele edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Üye olmayan devletlerden gelen kişilerin AB’ye girişlerinde uygulanması gereken vize sisteminin nasıl olması gerektiğini de anlatan sözleşme, bunu iç güvenliğin bir gerekliliği olarak ortaya koymaya çalışmıştır. Anlaşmada göç konusu birçok maddede işlenmiştir. 73 Maddesi ile sınırların güvenlikleştirilmesi bakımından
vize politikasından bahsedilmiştir. Bu politika ile sınırlardan giriş, vize politikası ile kurala bağlanacak ve AB üyesi olmayan ancak bölgeye giriş yapmak isteyen kişiler giriş yapmak istediği AB ülkesinden vize alacaktır. Amsterdam Anlaşması metnin birçok yerinde Avrupa’yı temel olarak, özgürlük, güvenlik ve adalet alanı olarak tanımını yapmıştır. Anlaşma’daki madde B’ye göre; özgürlük, güvenlik ve adalet alanı olan Avrupa coğrafyasının bu şekilde korunması, dışarıdan gelen her türlü göç için gerekli önlemlerin alınması ile gerçekleşecektir.4
Kasım 1999’da Tampere’de gerçekleşen Avrupa Komisyonu toplantısında,
Avrupa’nın bir özgürlük alanı olduğu tekrar vurgulanmıştır. Bu alanın korunması
gerektiği ve bu korumanın da bahsedilen özgürlük alanına doğru gelen ve suç unsuru teşkil eden göçmenlerin uzakta tutulması ile sağlanabileceği vurgulanmıştır. Bunu gerçekleştirmek için ise dış sınırların en iyi şekilde korunması gerekmektedir. Bu amacın ‘güvenli ve açık Avrupa’ için mutlaka gerekli olduğu belirtilmiştir. Göçün geldiği ve geçtiği transit ülkelerin de kıtaya doğru gelen göç rüzgârını önlemede önemli gören çalışma belgesi bu bölgelerde ki çalışma, yaşam, koşullarının da iyileştirilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Toplantı sonucunda ortak bir bakış açısı da açık ve güvenli Avrupa Birliği’nin Cenova Sözleşmesi ve diğer insan haklan enstrümanların kurallarına tam olarak uyumlu bir şekilde gelişmesi yönündedir.

Tampere’nin kilometretaşları olarak nitelenen, AB’deki özgürlük, güvenlik ve adalet alanı için temel teşkil eden konulardan 4. madde de bu doğrultuda AB bölgesinde yaşayan, hukuksal olarak oturma izni olan grupların ve kişilerin AB toplumuna entegrasyonu için ortak bir yaklaşım belirlenecektir. 10 madde ile ortak bir göç ve sığınma politikası belirlenmesinin çağrı yapan söz konusu toplantının sonuç deklarasyonunda, 11. Madde ile ortak göç politikasının belirlenmesi için sadece Avrupa bölgesinde düzenleme yapmanın yeterli olmayacağı, göçün geldiği ya da transit olarak geçtiği ülkelerde de bir takım düzenlemeler yapılması gerektiği ifade etmiştir. Bu düzenlemeler, yoksullukla mücadele, yaşam koşullarının iyileştirilmesi, iş fırsatlarının yaratılması, çatışmaların önlenmesi, kadın ve çocuk temelinde demokratik insan haklarının sağlamlaştırılması gibi noktaları içermektedir. 18. madde ile AB’nin daha etkili bir entegrasyon politikasını amaçlaması gerektiği ifade edilmiştir. Bu politika entegre edilmek istenen kişilerin hak ve sorumluluklarını AB vatandaşları ile karşılaştırılabilecek şekilde garantilemek amacını taşımalıdır. AB aynı
zamanda ekonomik sosyal ve kültürel yaşamda ayrımcılığın önlenmesini geliştirmeli ve ırkçılık ve yabancı düşmanlığına karşı önlemler geliştirilmelidir.5
2002 yılında Seville’de yapılan Avrupa Konseyi’nin sonuç bildirgesinin 28.
maddesinde, mücadele kapsamında kısa ve uzun vadede alınan önlemlerin 1951
tarihli Cenova Sözleşmesi ile uyumlu olacağı ifade edilmiştir. Bu doğrultuda yasa dışı göçle mücadele ve insan kaçakçılığının engellenmesinde Birlik politikaları Birliğin ve üye ülkelerin kabul kapasiteleri doğrultusunda yasal yollarla giriş yapıldığı takdirde iyi bir yaşamın göçmenleri beklediğine dair öncelikle yasal bir istek yaratılmak istenmesi üzerine kurulur.6

AB Konseyi’nin 2003 yılında yayınladığı Güvenlik Stratejisi Belgesi’nde dış boyutu oldukça önemli görülen tehditler arasında düzensiz göç de sayılmaktadır. Söz konusu belgede, terörizm ile bağlantılı olabilecek konular arasında görülen ve suç örgütlerinin faaliyet gösterdiği alanlar arasında düzensiz göç de sayılmıştır.7
Güvenlik endişeleri, göç ve suç arasında algılanan bağlantılardan da
kaynaklanmaktadır. 2002 yılındaki Avrupa Sosyal Anketine katılanların % 70’i,
göçmenlerin bir ülkenin suç sorunlarını arttırdığına inanmaktadır. 
Bu oran Almanya, Çek Cumhuriyeti ve Norveç’te %85’in üzerine çıkmıştır.8

2. Kültürel Hayatın Güvenliği ve Göç 

Göç politikasının Avrupalılaştırılması sadece teknik ve profesyonel bir konu olmaktan çıkmış, aynı zamanda sıcak bir politik konu olarak değerlendirilmekte dir. Sosyal hayatta karşılaşılan zıtlıklar ve korunmaya çalışılan kimlik algısı nedeniyle göçün kültürel olarak güvenlikleştirilmesine neden olmaktadır. Kültürel kimliğin şekillenmesi ve korunması, göç sorununa ve ait olma politikasına bağlantılı olarak temel konulardan biri haline gelmiştir. 
Kültürel kimlik fikrinin siyasi bir malzeme olması durumunda ise göçün birçok konu ile ilişkilendirilebileceği görülebilir. Bunlar; çok kültürlülük, Avrupa kimliği, milliyetçilik, yabancı düşmanlığı ve ırkçılıktır.
Göçün kültürel olarak güvenlikleştirilmesinin, kültürlerin birbirleri ile olan
mücadeleleri üzerinden değil, toplumun politik ve sosyal entegrasyonundaki
belirsizliği üzerinden yapıldığı ortaya çıkan bir gerçektir.
Özellikle Soğuk Savaş sonrası İslami grupların Batı medeniyeti içinde şiddet kaynağı olarak sunulması ve Batı tarzı yaşam ve değerlere ayak uydurama maları, AB’de ‘medeniyetler çatışmasını’ gündeme getirir. 
Bu çatışmaya göre Avrupa’da İslam, sivil anlamda politik bir güç olarak doğmaktadır.9 Kimlik bağlamında güvenlik söylemini oluşturmada yine medyanın çok önemli bir rol üstlenerek göçmenlerin gettolarda yaşadıklarını ve gettolaştıkları tezini toplumun gündemine sokmuştur. 

Örneğin 2005 yılında Paris’in kuzeyinde yer alan bir banliyöde Afrika kökenli göçmenler tarafından başlatılan isyan, medyada ve kamuoyunda çok ses getirmiştir. İki genç göçmen, bu banliyöde polisten kaçarken sığındıkları yerde elektrik çarpması sonucu ölmüştür. 

   Bu olay, olayın yaşandığı banliyöde ve Fransa’da birçok banliyöde isyana neden olduğu gibi, Avrupa’da, Hollanda gibi ülkelere, sıçramasına da neden olmuştur. Sokağa çıkma yasağının ilan edildiği banliyölerde birkaç gün süren direnişler görülmüştür. Bu direnişleri geldikleri ülkenin düzenine bir direniş gibi gösteren medya, özellikle uyum sağlayamadıkları düşünülen 15-17 yaş arasındaki gençleri haber yaparak direnişi kamuoyuna iletmiştir. Dönemin Fransa İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy “bizimle bu ülkede yaşıyorlarsa bu ülkenin kural ve kanunlarına uymak zorundalar” 10 söylemi ile göçmenlerin uyumsuzluk larını medya aracılığı ile ilan etmiştir.

AB bilindiği üzere sosyal ve siyasi birleşmeyi yeni dönemde önüne hedef olarak
koymuştur. Ancak bu bütünleşmede dil, etnik köken, din gibi bazı kimlik alanları
hedefi etkileyebilmektedir. Avrupa vatandaşlık olgusunun gelişimi bu sorunu
giderecek bir seçenek olarak görülmektedir. Bu vatandaşlık projesi ile evrensel haklar ve çok kültürlülüğü benimseyen, aynı zamanda geleneksel ulusal kimlikten bir parça bir şeyler taşıyan bir olgunun peşine düşüldüğü söylenebilir.11

Kimlik kavramsal olarak aynı olmayı belirten bir durumun sonucudur. Kimlikle birey kendini toplumsal bir grupla ve grubun değerleri özdeşleştirmektedir.12 Kimliğin neden oluşturulduğu, ne gibi işlevlerinin olduğu sorularına güvenlik perspektifinden bakıldığında karşımıza aidiyet duygusu ve sosyal çevre faktörü çıkmaktadır: İnsanlar güvenlik ihtiyaçlarını bir gruba ait olduklarında karşılarlar ve grup, kolektif kimliğini sosyal çevreye taşımak, yaymak ister. Sıklıkla etnik, dinsel, ulusal ve diğer politik kimlikler bu sosyal çevreye yayılışta kabul edilebilir ifadelerle geleneğin kurulması, maddesel değişikliklerin gerçekleşmesi ve değişen tartışmalar çerçevesinde hizmet eder. Özellikle bu hizmet karmaşık, belirsiz zamanlarda grubun imajını oluşturmak açısından çok önemlidir.

Kimliklerini oluştururken gruplar sadece içlerindeki olumlu birleştirici öğelere, din, dil ortak geçmiş ve gelecek ülküsüne vurgu yapmazlar. Kendi tanımını kendine göre gayet açık bir şekilde ortaya koyduğunu düşünürken aslında açık ve kesin yaptığını düşündüğü tanımlama ‘öteki’nin farklılıklarından beslenerek ve dış sınırını ortaya koyarak ortaya çıkmaktadır. Diğerinin bu farklılığı, oluşturduğu dış sınır, onun kimliğini tanımlanması ve birleştirici olması açısından gereklidir.
Kimlik ve kimlikle ilgili durumların güvenlik sorunu haline gelmeden çözümlen  mesinde en önemli tema AB toplumlarının gelen göçmenleri kendi toplumlarına entegre etmesi olarak görülebilir. Örnek olarak entegrasyon yanlısı politikalar, göçü ve göçmeni sonradan gelen ve homojenize toplumu bozan, farklı
yaşam tarzı ve kültürlere sahip olduklarından dolayı toplumun iç istikrarını
kırılganlaşması ile güvenlikleştirilir.13

Avrupa’nın göç alan ülkeleri uzun süre kalacağı anlaşılan hatta yerleşik olacak
göçmenler için bu göçmenleri ülke içinde kontrol edebilme politikaları ortaya
koymaya başlamışlardır. Genellikle emperyal tarihlerinden gelen pratikleri ile de
asimilasyon, entegrasyon ya da içselleştirme gibi politikalar izlemişlerdir.
Avrupa’daki sosyal bütünleşme sürecine bakıldığında ortaya çıkan 3 temel yöntem, çok kültürlülük, asimilasyon, farklılaştırarak dışlama şeklinde görünmektedir14 ve bunların uygulama alanlarında güvenliğin olduğu da açıktır.

3.Ekonomik Hayatın Güvenliği ve Göç

Önceki iki kısımda göçün, AB’de mücadele alanı olduğu, kimlik ve sınırlar
bakımından güvenlikleştirilmesi, aslında bu kısımda ele alacağımız refah devleti
açısından güvenlikleş tirilmelerinin bir sonucudur. Weiner, ekonomik bir perspektifle göçe baktığında gönderen ülke için beyin göçü yaşanırken, alan ülke için işsizlik ve konutta yetersizlik gibi bir takım sonuçların ortaya çıktığını ifade eder.15
Gelen bu insanlar ek barınma, eğitim, ulaşım hizmetlerinin de doğmasına neden
olacaklardır. Bu ihtiyaçlar ise geldikleri refah devletinin olanakları ile karşılanacaktır.

Bu olanaklara sahip olan ev sahibi ülkenin nüfusu, kendi olanaklarını gelenlerle
paylaşmayı istememektedirler.16 Paylaşılmak istenmeyen refah devletinin tanımına bakıldığında dar anlamı ile gelir transferi ve sosyal hizmetler aracılığı ile sosyal iyileştirme olarak görülebilir. Geniş anlamda ise ekonominin yönetiminde devletin daha etkin bir rol alması olarak yorumlanabilir. Geniş anlamı ile daha çok ekonomi politik bir algının oluşması mümkün olabilir.17 Savaş sonrası oldukça başarılı bir kalkınma modeli çizen Batı Avrupa, ekonomik durgunluğun yaşamaya başladığı 1970’lerle birlikte, konut, sağlık ve işsizlik güvencesi, iş ve diğer sosyal hizmetler gibi sosyal devletin nimetlerinin rekabet konusu haline gelmesine tanık olmuştur.

Yaşanan ekonomik durgunluk, vatandaşlarla göçmenleri, emek piyasasında rakip
haline getirmiştir.18

Refah devletinin kriz ve mücadele içerisinde günümüzde dışarıdan üç kollu baskı
altında olduğu söylenebilir. Bu kollar ise Küreselleşme, Avrupa Entegrasyonu, Göç olarak görülmektedir.19 Göçmen oturma iznini aldığı, yasal olarak yaşadığı Avrupa ülkesinin refah devletinin olanaklarından yararlanmaktadır. AB’nin Doğu Avrupa ile birleşmesi önemli bir ekonomik yük olmuştur.

Özellikle Avrupa’da son dönemde yaşanan ekonomik bunalım göçmenleri iki yönden oldukça etkilemiştir. Avrupa’nın birçok ülkesinde artan işsizliğin mağduru olan, Avrupa’daki işsiz nüfusun yaklaşık iki katına çıkan işsizlik oranlarıyla göçmenler, aynı zamanda yaşadıkları ülkelerin halkı tarafından da işsizliğin nedeni olarak görülmektedir. Nitekim 2009’da İngiliz işçilerin “İngiltere’deki işler İngilizlerindir” protestoları bu durumun somut bir örneğidir.20
Avrupa ülkelerinde, kendilerine ait, milli olarak algılanan refah devleti kaynaklarının başka milletlerle o kaynakların daha zor elde edildiği bir dönemde paylaşılması ‘yabancı düşmanı’ sesleri yükseltmektedir. Bu noktada ‘Yeni Sağ Popülizmi’ birçok Avrupa ülkesinde ses bulmaktadır. Öyle ki Avrupa’da Jean-Marie Le Pen, Pim Fortuyn, Geert Wilders gibi aşırı isimlerin de etkin siyasette bulunduğu döneme girilmiştir. Bu hareket öteki, yerli olmayan, dışarıdaki kavramlarını toplum literatürüne sokmaktadır.

Bu tartışmalar refah ve sosyal haklar bakımından göçmenleri istenen (vasıflı işgücü) ve istenmeyen (sığınma talep eden düşük vasıflı) olarak ikiye ayırır. Bununla birlikte göç ve göçmenler Avrupa Birliği’nde, refah devleti, entegrasyon, ve sosyal birleşme konuları çerçevesinde incelenmeye başlanır ve göç üzerinde tartışmalar bunlar üzerinden yapılır.
Refah devleti tartışmaları kapsamında işsizlik çok önemli bir sorun olarak Avrupa
gündeminde en üst sıralarda yer almaktadır. Avrupa’daki yerel halkın işgücüne
katılımı etkileyen bir faktör olarak göçmenleri görmek ilginç bir paradigmayı ortaya çıkarmaktadır. Göçmenler sadece düşük profilli işlerde değil aynı zamanda tehlikeli işlerde çalışmaktadırlar. Onlara ödenen ücret işsiz bir Avrupalının bu işlerde çalışmasını sağlamamaktadır. Bu işlere yerli Avrupalıların talebinin artması için gerekli olan şey ücretin de artırılması olacaktır.21 Göçmenlerin çalışmaya razı olması nedeniyle ücretlerin artırılmaması ve bu işlerin cazip kılınmaması ile orta halli ve düşük vasıflı yerel nüfusun işsiz kalmaya devam ettiği söylenebilir. RWI Ekonomi Enstitüsünün ölçümlerine göre göçmenlerin yılda 461 milyar dolar gelir sağladığı, 153 milyar dolarını vergi olarak ödeyerek yerli Avrupalıya iş imkanı yaratılabilecek ekonomik katkıyı sağlamaktadırlar. Bu geliri sağlarken, yabancı Avrupalılar, yani göçmenler Avrupalıların istemedikleri işlerde çalışmaktadırlar.22

AB bir serbest ticaret alanı olmanın ötesinde bir kültürel alan olma çabası
vermektedir; çünkü farklı kültürlerin ekonomik olarak bütünleşebilmesi ve ekonomik düzene uyum sağlayabilmesi için öncelikle birlik duygusunu benimseyen, Avrupalılık kimliğini içselleştiren insan bilincine ihtiyaç vardır.
Kendi vatandaşları için istihdam sorunu yaşayan AB bir de göçmenler için bu sorunu yaşarken, bunu sınır ve kimlik politikaları ile bütünleştirerek sorunsallaştırmaktadır.

Sonuç

Göçmen sayısının artması, göçü siyaseten, iç güvenlik temelinde, kültürel, sosyal veya ekonomik açıdan Avrupa’da önemli bir sorun haline getirmiş ve söz konusu ‘yabancılar’ ile yerel halk birbirlerinin farklarını çözmeye ve anlamaya başlamışken 11 Eylül saldırıları göç olgusuna bambaşka bir boyut katmıştır. Tüm çözümleme güvenlikleştirilmiş ve göç algısı üzerinden yürütülmeye başlamıştır. Dolayısıyla bu da Göç ve göçün getirdiği sorunlardan kurtulmak için en iyi çözüm olarak göçmenlerin Avrupa Kalesi’ne girmesini zorlaştırmayı hedefleyen politikaların çok verimli sonuçlar doğurmadığı artık görülebilmektedir. Yasal göçün önüne koyulan bu sınırlar yasadışı yollar için bir baskı oluşturmaktadır.
Göçün siyasi hayatın güvenliğine etkileri yasal metinlerle düzenlenmeye çalışılmıştır.

AB ve üye ülkeler tek yönlü gerçekleşen göç için gereken önlemleri bu yolla almaya çalışmaktadır. Özgürlüğün merkezi olarak lanse edilen Avrupa’nın göçmenler için de aynı temelde yaklaştığı metinler mevcuttur. Fakat genel olarak alınan kararlara göçün Avrupa güvenliğine tehdit oluşturma potansiyeline göre şekil verilmiştir.

Göçmenlerin haklarının verilmesi konusunda isteksiz olan yönetimlerin de söz konusu güvenlikleştirme temelinde hareket ettiğini anlamaktayız.
Kültürel olarak göçün güvenlikleştirme boyutu ise çok daha etkindir. Zira Avrupa’da kimlik oluşturmak son dönemin sıcak gündem maddelerinden. Bu kimliği oluştururken kullanılan argümanlardan ortak veya karşıt değerler üzerine
geliştirilenlerin göçmenler üzerine etkisi tartışılmaz. Avrupa kimliğini oluştururken kullanılan karşıtlık, göçmenlerin bulundukları ülkelerdeki hayata adaptasyonunda büyük güçlük çıkarmaktadır. Bulundukları ülkelerin bir parçası olarak hissedemeyen göçmen grupları da bu ayrışmadan dolayı kendilerini farklı bir kültürel yere oturtmaktadırlar.

Ekonomik hayata etkileri incelendiğinde ise Avrupa halklarının göçten etkilendiği
algısı ile karşılaşılmaktadır. Refah devleti durumunu negatif etkilediği düşünülen göç için devletin kaynaklarının paylaşılması için önlemler alınması gerektiği fikri genel kanıdır. İş sahipliğini de etkilediği yorumuyla karşı çıkılan göçün söz konusu devletlerin refah devleti olabilmesi için gereken altyapının oluşmasına katkısının ne denli büyük olduğu gerçeği ile incelenmelidir. Fakat bugün Avrupalı orta sınıfı üzerindeki ekonomik baskının nedeni olarak göçmenler görülmektedir. Emekleri ve vergi gibi parasal katkıları ile devletlere olan katkılarının yanında ekonomik olarak gelişmeleri ile kurdukları işletmelerde istihdam yaratmaktadır lar. Siyasal ve kültürel alanlarda güvenlikleştirilen göç olgusunun temelinde ekonomik perspektif yattığı düşüncesi bu bağlamda güç kazanan bir olgudur.
Genel olarak Avrupa’da göçün güvenlikleştirilmesi, tüm hukuksal/siyasal çabalara rağmen göçmenlerin toplumsal hayata ve söz konusu ülkelerdeki günlük yaşama entegre edilebilmesini zorlaştırmaktadır. Özgürlük ve refah odağında hareket eden AB ise göçü güvenlik açısından ele almaya başladığında ‘Avrupa Kalesi’ ya surlarını büyütmekte ya da güvenlik kuleleri inşa etmeye başlamaktadır. Böylece de ulaşılmaz, kapalı bir toplum haline gelme olasılığından söz edilebilmektedir.

DİPNOTLAR;

1 Ayhan Kaya, “Göç: Güvenlik ve Korkunun İktidarı" Uluslararası Göç Sempozyumu Bildiriler, 8-11 Aralık 2005,İstanbul. s.25
2 Alessandra Buonfino. “Between Unity and Plurality: The Politicization and Securitization of the Discourse on Immigration in Europe”, New Political Science, Vol. 26, No. 1, 2004, s.37
3 Maastricht Anlaşması, http://www.eurotreaties.com/maastrichteu.pdf, Erişim Tarihi: 12.09.2013
4 Amsterdam Anlaşması, http://www.eurotreaties.com/amsterdamtreaty.pdf, Erişim Tarihi: 12.09.2013
5 Tampere European Council, Presidency Conclusion, 15-16 Ekim 1999,
http://www.europarl.europa.eu/summits/tam_en.htm#union , Erişim Tarihi: 12.09.2013
6 Seville European Council, Presidency Conclusion,
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/72638.pdf , 21-21 Haziran 2002, Erişim Tarihi: 12.09.2013
7 Council of European Union, European Security Strategy,
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cmsUpload/78367.pdf , 12 Aralık 2003. Erişim Tarihi: 13.09.2013
8 United Nations Development Programme, European Social Survey, 2002. s. 89
9 Thomas Faıst, “Internatıonal Migration and Security before and after September 11 2001” International Migration Review, vol.36, no.1, 2002. ss.8, 9
10 “Curfew Fails to Stop French Riot”. BBCOnline.13.11.2005. http://news.bbc.co.uk/2/hi/4432724.stm  Erişim Tarihi: 13.10.2013
11 Cris Shore, Building Europe, London, Routledge, 2000, s.72
12 F.H. Burak Erdenir, Avrupa Kimliği Pan Milliyetçilikten Post Milliyetçiliğe, Ankara, Ümit Yayıncılık, 2005, s26
13 Jef Huysmans, “The European Union and The Securization of Migration”. Journal of Common Market Studies, vol. 38, no. 5, 2000, ss.751-777. s765
14 Stephen Castles, “The Guest-Worker in Western Europe- An Obituary”, International Migration Review, vol. 20, no.4, 1986, ss.761–778.
15 Myron Weiner, “Security, Stability, and International Migration”, International Security, vol. 17, no.3, 1992-1993, s.6
16 age s.25
17 Meryem Koray, Avrupa Toplum Modeli, İstanbul, Tüses Yayınlan, 2002. s.175
18 Huysmans, age 767,768,769
19 Meıer Jaeger Mads and Jon Kvist, “Pressures on State Welfare in Post-Industrıal Societies: Is More or Less Belter?” Social Policy and Administration, vol.37, no.6, 2003, ss.555-572. s.558
20 Fatma Yılmaz-Elmas, “Avrupa’da Yükselen Duvarlar Göçmenlerin Üzerine Yıkılır mı?” , Analist, Sayı:5, Temmuz 2011, ss.4-8. s.6
21 James F Hollifield, Immigrants Markets and States The political Economy of Postwar Europe, London, Harvard University Press, 1992. ss.114-115
22 Business Week ,New York, 6 March 2000, s.92


***