Ermenistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ermenistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Kasım 2019 Çarşamba

DOĞU SINIRININ PEACE MAKER OLARAK BELİRLENMESİNDE MUSTAFA KEMAL PAŞA (1920-1921) BÖLÜM 1

DOĞU SINIRININ PEACE MAKER OLARAK BELİRLENMESİNDE MUSTAFA KEMAL PAŞA (1920-1921). BÖLÜM 1


Prof. Dr. Enver KONUKÇU* 
* Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen - Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü. 
Barış - Sınır - Peace-Maker 


Hellen ve Roma döneminde, Anadolu’nun orta ve doğu kısımları savaşların sonunda, “barış” denilen sosyal bir kavramla tanışmıştır. 
Bunun diğer dillerdeki karşılığı sulh, hazer/hazar, mir ve Peace olmaktadır. Bazen, “andlaşma” da, bu kelimenin yerine kullanılmaktadır. 
Her andlaşmanın veya barışın öncesi ateşkes, bırakışma anlamına gelen “mütâreke”dir. Bizlerin çok yakından bildiği kavramın örneklerinden biri de Mudros/Mondros Mütarekesidir. Barışa giden yolda ilk aşama olmaktadır. Her mütârekenin ağır bedeli de barıştır. Fakat, barış, galip gelenin vazgeçilmez hakkı, yenilen ise aynı kelimenin anlamında nedense pek faydalanamamıştır. O zaman tek taraflı barış ortaya çıkıyor. Sevres Barışı, İtilaf devletleri için faydalı, Osmanlı Devleti için de zararlıdır. O zamanın liderleri Sevres’i Türkiye’nin veya Türklerin sonu olarak görmüş, bunu uygulamakta da epeyce uğraşmışlardır. Barışla ilgili terimler de bizlere bazı şeyleri hatırlatmaktadır. Meselâ Paris Barış Konferansı... 

Eski Paris toplantılarına hiç benzememektedir. Bu toplantıda Üçler Konseyi, Greklere, İzmir’in işgali yetkisini vermiştir. C.Nicholson, 

“1919 Yılında Barış nasıl Yapıldı?” isimli eserinde 1945 öncesi bir oldu-bittiyi gündeme getirmektedir. 21 Aralık 1916’da, deniz aşırı bir ülkede, ABD’nde, Başkan W.Wilson, tarafsız devletler aracılığı ile bir açıklama yaptı: “Zafersiz barış”. Ama, hem 14 ilkesine, hem de bu söze karşı tavır sergileyen Sevres Barışı’nın “Ermenistan Sınırlarını tesbit” gibi tamamen ters bir olayın içinde yer aldı. 

Çarlığın yıkılışını takip eden aylarda da, Rusya’da “Zafere kadar barış” ve “Zafere kadar savaş” kullanışlar da, kamuoyunun dikkatini çekmiştir. Lenin ise “ilhaksız ve tazminatsız barış”ı söyleyerek, yeni bir görüşü geliştirmeye çalıştı. Bunları, Rusya’yı ve dolayısıyla Türkiye’yi yakından ilgilendiren bir barış adı da Brest-Litovsk’dur. Yine bir şehir, kendisinde karar alındığı için, yanına barışı almış ve 
“Brest-Litovsk” ilgili edebiyatta göze çarpmıştır. Nedense bu barış da pek kimsenin aklına gelmeyecek bir sıfatla karşımıza çıkmaktadır. 

John W.Wheeler, Brest-Litovsk olayını sonuna kadar incelemiş ve anlaşmalar, barış edebiyatında yıldızının aniden söndüğünü görmüştü. İşte bu durumda, yazar, Brest-Litovsk’a “Forgotten Peace” demekten kendini alamamıştır. 

Doğu’da ve batıda “barış” görüldüğü gibi galip gelenin önerisi ile ortaya çıkan yenilene ise pek az hak tanıyan terim, kullanılmıştır. 
W.Wilson ve Lenin gibi XX.yy’da bu kelimeyi ağzından hiç düşürmeyen kişiler, barışı kalkan olarak kamuoyunun önüne koymuşlardır. 
Bu görüşte şimdiye kadar hiçbir sapma olmamıştır. 

Ulu önder Kemal Atatürk, Türk milletini kurtarma, eskisi gibi büyük olmayı temin için çalışmalarına başladığı 1919’dan itibaren, askerî kişiliği yanında, sivil hayatta da bazı ilkelerin hem Türkiye’de ve hem de dünyada uygulanmasının, iyi sonuçlar vereceğini kesin bir dil ile söylemiştir. 

İnsana, insan gibi bakma, devlete devlet gibi davranma, milleti ayrım yapmadan millet olarak görme gibi düşünceleri, gerçekten diğerlerinden ayırıcı bir özelliktir. Ona göre, dünya barışı içinde insanlığın gerçek mutluluğu ancak bu yüksek ülkü yolcularının çoğalması ile mümkün olabilecekti. Cumhuriyet Halk Fırkası reisi Gazi Mustafa Kemal olarak 20 Nisan 193l’de, seçim dolayısıyla millete 
beyannâmesinde, “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” için uğraş verdiğini söylemiştir. Ki bu ifade ile barışı yurtta, aziz vatanda, sonra çeşitli milletlerin yaşadığı dünyada, görmek ve yaşatmak azmini ortaya koymuştur. 1918-1923 şartlarında düşman olarak görülen, gerçekte de öyle olan milletlere, 1938’e kadarki kısa hayatı esnasında, dostluk elini uzatan, başlatan kendisidir. 

Barış gibi milletlerin hayatında gerekli olan siyasi, askeri ve sosyal gereklilik de dostluk temellerine dayanan sınırların oluşturulmasıdır. 
Günümüze kadar siyasi haritalar sınır nedeni ile sürekli değişmiştir ve değişmesine de devam etmektedir. Limitae, border, borderland, front, hudûd, sınır, serhad gibi kullanışlar, devletler arasında, ayrım çizgileridir. Bazı devletler, bloklar teşkil ederek, yukarıda da temas edildiği gibi aşılmaz, gerisinde ne olup-bittiği öğrenilemez yaşayışı sergilemişlerdir. Gerçi, Demir Perde terimi Rusya’ya 
ait değildir. Stalin’in aldığı kararlar çerçevesinde ülke yabancılar için sınırda demir perdeyi teşkil etmiştir. Buna güzel bir isim bulan da W.Churchill olmuş ve soğuk savaş döneminin sonuna kadar geçerli olmuştur. J.F.Kennedy’nin Almanya’daki tarihi nutkunda kardeşleri birbirinden ayıran Berlin Duvarı da Demir Perde’den farklı değildi. Şimdi ise İsrail, beton duvar inşaatını devam ettirmektedir. 

Türkiye’nin doğusunda, 1921’den önceki sınır durumu da karma karışıktı. 
Bu kadar arazi üzerinde değişebilen sınır pek yoktur. 

Kasr-ı Şirin Andlaşması ile Safevi-Osmanlı sınırı Arpaçay olarak belirlenmişti. Osmanlı-Rus Harblerinde ise taraflar arasındaki sınırlarda sonuncusunun lehinde epey değişmeler oldu. Edirne, Paris, Ayastefanos, Berlin isimleri altında barış hareketlerinde Arpaçayı sınırı, Erzurum’un doğusuna taşındı. 1916’da ise Ruslar, Erzincan’ın batısına kadar ilerlediler. Büyük savaşın mirası da bu oldu. Brest-
Litovsk ve Erzincan görüşmeleri Türkler için sınırı tekrar geçici olarak Arpaçayı’na kadar taşıdı. Mondros Mütarekesi’nde ise “The Six Armenian Vilayet/Vilâyat-ı Sitte”den bahsedildi. Az sonra Rusya Çarlığının çökmesi ile de Şura/cumhuriyetler oluştu. Sevres ve Moskova’daki görüşler, tekrar sınırı Arpaçayı’ndan Sivas-Erzincan arasındaki vadiye, Karadeniz’e dökülen Harşit Suyu’na götürdü. Düşünülen Ermenistan hududu buradan geçirildi. Mustafa Kemal ise, TBMM Başkanı olarak, bütün önerilere karşı çıktı. 

Ona göre, tarihi sınır Arapaçayı vadisi idi. Bu yolda çalışmaları organize etmesi gerekliydi. Böylece, Mustafa Kemal’in az bilinen yönü de ortaya çıkmıştır. Peace-Maker/uzlaştırıcı, barıştırıcı, barış yapıcılık gibi. H.Nicholson, 1919 yılı için Peace-Making’i kullanan, daha doğrusu, böyle bir şeyin farkına varabilen ilk araştırıcılardandır. Bu görüş altında, doğuda beliren Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan ile kalıcı bir sınırın tesbiti çalışmaları için uygun zamanlarda harekete geçti. Peace-Maker olarak, Gümrü, Moskova ve Kars Andlaşmaları haklılık ve eşitlik ilkeleri içinde hayata kazandırdı. Şimdi, aşağıda bunun tarihi gelişimi görülecektir. 

Doğu Sınırı denilince, savaşlar sonunda, sürekli Osmanlı Devleti’nin aleyhinde seyir takip eden, toprak kayıpları ile ortaya çıkan durumdur. Klasik olarak, doğu sınırı, Osmanlı- İran harpleri sırasında oluşmuş, Kars Kalesi’nin doğusundaki Arpaçay bu tespitte tabii rol oynamıştır.1 Fakat XIX.yy başlarında Gnl. İ.F.Paskeviç ile başlayan toprak kayıpları, Kırım Harbi sırasında devam etmiş, 
1878’deki Osmanlı-Rus harbinin neticesi olarak, daha fazla arazi harp tazminatı olarak Berlin Andlaşması hükümleri gereğince, Çarlık topraklarına katılmıştır. Böylece Kars, Ardahan ve Batum resmen Rus toprakları sayılmıştır. Ahalinin de ifade ettiği gibi yarım asra yakın “kara günler” başlamış, 1918’de sona ermiştir.2 19161918 devresinde, ilk defa Çarlık kuvvetleri, Sarıkamış sonrası, sıcak 
denizlere inen yolun doğusundaki Erzurum’u da istilâ ve ele geçirmişlerdir. Erzincan’ın batısından Refahiye dolaylarından geçirilen sınır, Brest-Litovsk, az sonra da Erzincan Mütarekesi ile Erzincan ve Erzurum’un I. Kafkas Kolordusu tarafından ele geçirilmesi ile 1878/1293 sınırına gerilemiştir.3 Rusya’da meydana gelen ihtilâl ve sonraki kanlı zamanlarda, yeni hükûmet, Osmanlı Devleti ile kalıcı bir anlaşma yapmıştır. İktidarın Lenin tarafından ele geçirilmesi ile de Bolşevik Rusya, sonraki adı ile Sovyetler ile andlaşma zemini aranmış ve Mustafa Kemal Paşa Çiçerin’in mektubu ile, TBMM Reisi olarak, Hükûmet adına Moskova ile temaslara geçmiştir. 19201921 

    Millî Mücadele için son derece önemli yıllardır. İtilaf Devletleri ve onların “Ionıa” hayali peşinde koşan, yeni bir İskender olma gibi asla gerçekleşmeyecek Hellen topraklarının kazanılması için gayret sarfeden Yunanlılar, İzmir’in işgali ile başlayan ve Afyon’a kadar uzanan maceranın ne sonuçlar verebileceğini pek anlamamışlardı. 

Ama, daima İtilaf Devletlerinin yardımı ile mevcut siyasi ve askerî ortamdan daima kârlı çıkıyorlardı. 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevres, aslında ölü doğmuş bir sözleşme idi. İstanbul dışında, kimseden muhatap bulmamıştı. İnkılap Tarihi edebiyatına “Sevr Paçavrası” diye geçen anlaşma, Mondros Mütarekesi’nin en ağır ve geliştirilmiş şeklinden başka bir şey değildi. Londra, Paris gibi merkezlerin yanında, deniz aşırı topraklarda, ABD başkenti Washington’da da akisler uyandırmıştır. Bu nedenle Başkan Woodrow Wilson4 (başkanlık süresi: 1913-1921) İtilaf Devletlerinin öngörmesi ile Anadolu’daki Ermeni sınırının tesbitine çağrılmış ve görevlendirilmişti. 

Bilindiği üzere 1918 ve 1919’da akisler uyandıran 14 ilkeden 12. maddede, Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk olan kısımlarının egemenliği sağlanacak, 
fakat Türk olmayan milletlere muhtar gelişme imkânı verilmesi, Osmanlı âlemi için bir kurtuluş ümidi olarak algılanmıştı. 

Aydınlar yanında ABD heyetlerinin bölgede gittikleri her yerde, 12. maddeyi işaret eden pankartlar taşınmıştı. Genel kanıya göre, ilkeler, ister İtilâfçıların zaferi olsun, ister merkezi devletler zaferi olsun ve hatta, isterse iki tarafın komprimesine dayanan bir barış olsun, sadece genel bir barış göz önüne alınarak hazırlanmıştır. Böylece, Wilson İlkesi hayal kırıklığı yaratırken, barış havarisi gibi gözüken Wilson, gözü dönmüş, hayâli ülke yaratma peşinde koşan Ermenilere istedikleri ortamı yaratmıştı.5. 

İngiltere ise Doğu Anadolu’daki nüfus yapısını bildiği için bu topraklarda hiçbir zaman Ermenistan kurulamayacağını biliyordu. Ama, mevcut gelişmelere göre hareket etme siyasetini takip etmeye devam etmiştir. Sevres ile Ermenistan teşkili bir kere daha gündeme geldi. Başkan ve sekreter Bainbridge 
Colby’nin, nerde ise, Anadolu’nun doğusunu tamamen Ermenilere bırakan arabuluculuğu ve harita çizimi, tabii ki ona ve hürriyet fikirlerine inanmış aydınlarımızca, sükût-ı hayale sebep olmuştur. Mustafa Kemal, Hey’et-i Temsiliye ve Erzurum milletvekili olarak 28 Aralık 1919’da, Sivas dönüşü Ankara’daki ikinci gününde Wilson ilkeleri ile ilgili ilk açıklamasında, bazı sözleri önceden sezmiş olduğu görülmüştür. Açıklamasında, Hey’et-i Temsiliye Reisi olarak XII. madde üzerinde durarak şunları söylemişti: “...Bu program, milletin 
kendi kaderine hâkimiyetini temin ediyordu. Programın XII. maddesi ise özellikle Türkiye’ye Devletimize ve milletimize aittir. Wilson, bu madde ile Türkiye’nin, milletimizin tam hâkimiyetine sahip olması lüzumunu ortaya koyduktan sonra, buna dair de bir iki kayıt da ilâve etmiştir. O kayıtlar şunlardır: Aramızda yaşayan gayr-ı müslim unsurların emniyetlerinin ve gelişmelerinin sağlanmasını temin etmek. Bir de Boğazların açık bulundurulmasıdır. Bütün İtilaf Devletleri Wilson’un prensiplerini kendi menfaatleri için uygun gördükleri gibi bizim devletimizde bu XII. maddeyi kabulde, hiçbir sakınca görmedi. Hakikaten kabul edilecek bir prensiptir.” 

Washington’un Sevres’deki görevi, İtilaf Devletleri görüşünde Ermeni yurdu meydana getirmekti. Harita üzerinde, en yetkili şahıs olarak Wilson, bu ödevi yerine getirmiş, kitap hâlinde yayınlanan metin, dolayısıyla Ankara’da hayal kırıklığı yaratmıştı. 

1919 ve 1920 siyasi gelişmelerini iyi bir şekilde takip eden TBMM Reisi Mustafa Kemal, Sevres için görüşlerini tabii ki millî bir heyecanla değerlendirerek, kamuoyuna duyurmaktan geri kalmadı; “Sevres Andlaşması, Türk milleti için öylesine uğursuz bir idam kararnâmesidir ki, onun bir dost ağzından çıkmamasını dileriz. Bize göre böyle bir andlaşma yoktur... Mondros’un arkasından yaşama hakkımızı ve istiklalimizi ayaklar altına alan Sevres Andlaşması yapılmıştır. Bu teklif projesinde, Ermenistan’ın sınırlarının tesbiti 
işi Cemiyet-i Akvam’ın göndereceği bir komisyona bırakılmakta idi... Efendiler, Mondros Mütarekesi’nden sonra düşman devletler Türkiye’ye dört defa barış şartları teklif etmişlerdir. Bunların ilki Sevres taslağıdır. Bu taslak, hiçbir görüşmenin ürünü olmayıp, İtilaf Devletleri tarafından Yunan Başvekili Mösyö Venizelos’un katılması ile düzenlenmiş ve Vahideddin’in hükûmeti tarafından 10 Ağustos 1920’de imza edilmiştir...”6 

TBMM’nde yaptığı bir başka konuşmada da Mustafa Kemal, Wilson tarafından şekillendirilen Ermenistan sınırını belirleyen harita hakkında şunları söylemiştir: 

“Gümrü Andlaşması, millî hükûmetin yaptığı ilk andlaşmadır. Bu andlaşma ile, düşmanlarımızın hayallerinde ta Harşit Vadisi’ne kadar uzanan Türk ülkelerini kendisine bağlamış oldukları Ermenistan, Osmanlı Devleti’nin 1877 seferi ile kaybetmiş olduğu yerleri bize, Millî Hükûmete terk ederek aradan çıkarılmıştır.”7 

Mustafa Kemal, Ankara çevresinde oluşan ayaklanmaları, askerî bir harekât ile bastırdıktan sonra, Sevres oldu bittisi ile karşılaşmasına rağmen, Ankara’nın sesini daha gür bir şekilde milletlerarası platformda duyurmuştur. 1920 yılının sonlarına doğru, XV.Kolordu sorumluluk sahasında olan Doğu Meselesini, işbirliği ile sonuçlandırmak için çaba sarfetmiştir. Bunun sonucu olarak, doğu sınırının ilk defa kalıcı bir şekilde oluşmasını da temin etmiştir. Arpaçayı’ndan geçirilen sınıra ait andlaşma da 2/3 Aralık 1920’de imzalanan, Gümrü Andlaşmasıdır.8. Kâzım Karabekir Başkanlığındaki bir heyet tarafından gerçekleştirilen sözleşme, TBMM Hükûmeti’nin imzaladığı ilk andlaşmadır: TBMM Başkanı Mustafa Kemal, doğudaki bu siyasi zaferin tanımını yaparken, oldukça ilgi çekici noktalara da dikkati çekmekte ve genel hatları ile şu şekilde bilgi vermektedir; 

“Savaş alanında verilecek emri bekleyen Doğu Ordumuz, 28 Ekim 1920 günü Kars üzerine harekâta başladı. Düşman (yâni Ermeniler) direnmeksizin Kars’ı terk etti. Kars 30 Ekim 1920’de tarafımızdan işgal edildi. 7 Kasım 1920’de birliklerimiz Arpaçayı’na kadar olan bölgeyi ve Gümrü’yü ele geçirdi. 
Ermeniler, 6 Kasım 1920’de ateşkes ve barış için başvurdular. 

Biz de ateşkes andlaşmasının maddelerini, Dışişleri Bakanlığı vasıtası ile 8 Kasım 1920’de Ermeni ordusuna bildirdik. 20 Kasım 1920’de başlayan barış görüşmeleri, 2 Aralık 1920’de son buldu. 2/3 Aralık 1920 gecesi, Gümrü Andlaşması imzalandı.” 

TBMM’ndeki konuşmasında Gümrü Andlaşması’nın önemi üzerinde duran Mustafa Kemal, takiben şu hitabede bulundu: 

“Efendiler... 

Gümrü Andlaşması, Millî Hükûmetin yaptığı ilk andlaşmadır. Bu andlaşma ile düşmanlarımızın hayallerinde, taa Harşit Vâdisi’ne kadar uzanan Türk ülkelerini kendisine bağışlamış oldukları Ermenistan, Osmanlı Devleti’nin 1877 Seferi ile kaybetmiş olduğu yerleri bize, Millî Hükûmete terk ederek, aradan çıkarılmıştır. Doğudaki durumlarda önemli değişiklikler olması yüzünden, bu andlaşma yerine 
daha sona 16 Mart 1921 tarihli Moskova, 13 Ekim 1921 tarihli Kars Andlaşmaları geçerli olmuştur.”9 

Taşnakların önde gelen isimlerinden olan Hovannes Kaçaznûni Gümrü Andlaşması hakkında, 1923’de açıklamalarda bulundu. “Ermeni delegasyonu Gümrü’de Türklerle andlaşma imzaladı. Bu andlaşma, acımasız Batum Andlaşması’ndan çok farklı değildi. Aynı gün Simon Vratsyan Hükûmeti iktidardan çekildi. Onu, Bolşeviklere devretti... Vratsyan Hükûmeti, Taşnak ve Es-Er’lerden meydana geliyordu... Bolşevikler, Ermenistan’ı Türkiye’ye karşı savunmadılar. Bizim yok olma tehdidi altında imzalamış olduğumuz Gümrü 
Andlaşması’nı onayladılar”10. 

Gümrü Andlaşması, TBMM Hükûmeti ile Ermeniler arasında imzalanmıştır. 18 maddeden meydana gelen andlaşmada, Sevres ve sınır konuları önemlidir. Ermeni heyeti, Gümrü’de, Sevres’e ait isteklerden vazgeçtiler. O.Kaçaznuni, bu konuda, “Başkan Wilson tarafından tasarlanan Ermenistan sınırları da bizi tatmin etmedi. Biz, Başkan Wilson’un Sevres Andlaşması’nı tam olarak kullanabileceği ni ve bize daha fazla toprak verebileceğini ifade etti. Fakat, bu dar sınırlar, bizim için ulaşılamaz ve elle dokunulamaz mavi kuştu... 

Türkler ne Wilson çözümünü ne bizim şikayetlerimizi ne de Sevres Andlaşması’nı tanıyorlardı. Ermeniler topraklarını boşaltmak yerine, yoğun bir şekilde silahlanıyor ve mevzilerini sağlamlaştırıyorlardı”11. Böylece, Sevres ve Wilson sınır tayini de geçersiz sayılmış ve mesele böylece kapanmıştır. Bu konu, Moskova ve Kars andlaşmalarında da “önceki sözleşmelerin geçersizliği” için yer alacak, tarihin karanlık sahifelerine terk edilecektir. 

Moskova’dan Sonra Yeni Konferansın Kars Olarak Kabulü 

16 Mart 1921’de Gnl.Ali Fuad ve G.V. Çiçerin’in imzaladığı Moskova Andlaşması, taraflarca atılmış en iyi adımlardan biri idi. 

TBMM’nde, 1 Mart 1922 tarihli konuşmasında Mustafa Kemal, Moskova Andlaşması’nın önemi üzerinde durarak, “16 Mart 1921’de Moskova’da bir muhadenat muahedenamesi aktettik. Bu muahede ile emperyalizmin savlet-i ihtiraskârisine hedef olan iki devlet arasında avamil-i tabiciyeden mutahassıl tesanüt bir şekl-i hukuki ile de tesbit edilmiş oldu. Türkiye-Rusya mu’ahedesi Rusya’nın müttefiki olan diğer devletlerle yaptığımız mes’ud muahedatın birincisidir. 

Bekir Sami ile başlayan, Dr.Rıza Nur ve Yusuf Kemal (Tengirşek) ve Ali Fuad Paşa’nın gayretleri ile, TBMM için en iyi şartlarda, kabul ettirilen sözleşmenin 15. ve 16. maddelerinde ön görülen ve geleceğe ait hususlardan ilki “Bu Türk ve Rus andlaşmasında Güney Kafkas Cumhuriyetlerine ait olarak sözü geçen maddelerin, Türkiye ile Cumhuriyetler arasında yapılacak andlaşmalarda kabul etme yükümlülüğünde olmaları için, sözü geçmiş (yani: Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan) Güney Kafkas Cumhuriyetleri (Kafkas Ardı: Ermenicesi Andrkovkase, İngilizcesi: Trans-Caucasia Türkçesi: Mavera-yı Kafkas) katında gereken girişimlerde bulunmayı Rusya taahhüd eder” idi. İkinci olarak, 16. maddede işaret edildiği gibi, “onaylama belgeleri en kısa zamanda belirlenecek yerde, değiştirilecektir” deniliyordu. Mustafa Kemal 1 Mart 1922 günlü, Meclisteki konuşmasında Kars toplantısına işaretle “Azerbaycan, Gürcistan, 
Ermenistan Sovyet Cumhuriyetleriyle Moskova Muahedenamesi esasları dairesinde Kars’ta 13 Ekim 1921 tarihli muahedenameyi akteddik” demektedir. 
Ali Fuad Paşa elçi sıfatı ile Ankara’nın talimatı çerçevesinde, kendine göre hazırlıkları başlattı. Ancak Rusya Sovyet Sosyalist Federatif Cumhuriyeti Dışişleri Halk Komiseri Georgi Vasiliyeviç Çiçerin ile 14 Ağustos 1921 görüşmesinde, “Kars Konferansı hakkında bazı söylentilerin olduğu” konusu ele alındı. Çiçerin ise “Ermenistan’ın Nahcivan’ı işgal etmek niyeti yoktur. Kars Konferansı’nın Moskova Muahedesi esasları dahilinde yapılacağına itimad edebilirsiniz” cevabı ile telaş edilecek bir şey olmadığını ifade etmiştir. 
Bir müddet sonra da Sovyetlerin Kafkasya temsilcisi B.V. Legran, Gürcistan’dan M.D. Orahelaşvili ile G.K. Orconikidze ile görüşen Yusuf Kemal Bey, toplantının Kars’ta yapılması kararını kesinleştirmiştir. 
R.S.F.S.C.’nin Türkiye Büyükelçisi S.P. Natsarenus son zamanlarda beliren Ankara’nın arz ettiği teknik sorun ve başkentin meşgul olduğu seferberlik nedeni ile uygun görülemeyeceğini ileri sürdü. Yusuf Kemal ile temasa geçen büyükelçi, “konferansın toplanma yeri olarak sizin de önermiş olduğunun Kars şehrini öneririm” dedi. 30 Ağustos 1921’de Ermenistan ileri gelenlerinden A. Mravian ile de tel görüşmesinde bulunan Yusuf Kemal Bey, Kars’ın kesinlik kazandığını, bu sebeple de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni temsil eden heyetin isim olarak son şeklini aldığını bildirdi. 

Böylece, Kars üzerinde taraflar anlaştıktan sonra, Yusuf Kemal Bey, Ermenistan, Rusya, Gürcistan ve Azerbaycan’dan da murahhasların tesbit ve yola çıkarılmasını rica etmiştir. Ağustos 1921’de başlatılan ve Eylül sonların doğru kimlikleri kesinleşen murahhaslar, yine telgraflarla bildirildi.12 

Kars’ta Moskova Andlaşması’nın Karşılıklı Olarak Sunulması (22 Eylül 1921) 

TBMM ile Rusya arasında imzalanan Moskova Andlaşması, 22 Temmuz 1921’de Ankara’da, TBMM’nde kabul ve tasdik edildi. 

Bu nüsha ile Rusçasının değişimi ise Kars’ta özel bir törenle, 22 Eylül 1921’de, icra edildi. Sovyet tarafını Guzinskov Aleksi Nikolay Baviç’in başkanlığındaki heyet temsil etti. Rus heyeti 20 Eylül 1921’de Salı günü öğleden evvel saat 09.30’da özel bir tren ile Kars’a ulaştılar. Rüşdi Bey, Kars Mutasarrıf Vekili ve Süvari Tümeni Komutanı Sami Sabit (Karaman), Mevk-i Müstahkem Komutanı 
Emin Bey askerler, okullar, ileri gelenler tarafından karşılandılar. Bunlar arasında, güven mektubunu Ağustos 1921’de Kars’da Kâzım Karabekir’e arzeden Yoldaş Kigork Serkisyan da göze çarpıyordu. Daha sonra Kars’a hâkim bir tepede bulunan Ruslardan kalma binaya geçilmiş (şimdiki Vali Konağı) ve burada kalabalık huzurunda hem Kâzım Karabekir ve hem de Bolşevik heyeti başkanı Aleksi Nikolayeviç kısa fakat andlaşmanın önemini vurgulayan nutuk irad ettiler. Eller sıkılarak, dosyalar takdim edildi. Çay verildiği sırada 
da İdadi öğrencileri, Bolşevik heyete Türk bayrağı verdiler. Yoldaş Kuzinov çocukları kucaklayarak, öptü. Sonra, günün anlamına uygun fotoğraf alındı. Ayrılmadan önce de Kâzım Karabekir, heyecanlı bir şekilde “Rica ederim... Gördüğünüz samimi ruhları Moskova”ya söyleyiniz” hitabına karşılık veren yoldaş ise “burada gördüğümü yeni Türkiye’nin Rusya için en kuvvetli bir dost olduğunu söyleyeceğim” cevabını verdi. Son olarak, Kâzım Karabekir “çocuklarımın dostluğunu Rus çocuklarına lütfen bildiriniz dedi.13. 

Kars Konferansı (26 Eylül-13 Ekim 1921) 

Doğu Sınırı’nın belirlenmesi, ülkeler arasındaki bazı problemlerin karşılıklı olarak giderilmesi için Kars’ta, daha önce belirlenen tarihte, 26 Eylül 1921’de toplanıldı. Bu arada Kars epeyce hareketli günler geçirdi. Ermenistan temsilcisi göreve başladı. Moskova Andlaşması’nın karşılıklı değişimi burada yapıldı. Son olarak da, Rusya, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan murahhasları trenle,  Gümrü’den, Kars’a ulaştılar. İstasyonda törenle karşılandılar. 

Kars’daki toplantıya katılan devlet ve murahhaslar şunlardı. 

TBMM Murahhasları: 

Başkan: Tuğgeneral Kâzım Karabekir Edirne Milletvekili Şark Cebhesi Komutanı 
Murahhaslar: Veli Bey (Saltıkgil), Burdur Milletvekili 
Memduh Şevket (Esendal), TBMM’nin Azerbaycan 
Temsilcisi) Ahmed Muhtar Bey, Şarki Anadolu Demiryolları 
İnşaat Mühendisi ve eski Nafıa Müsteşarı 
Müşavirler: Kurmay Binbaşı Veysel Milletvekili Edib (Dinç) Muvaffak Kurmay Binb.Talat Kadri (Cebhede idi). 
Rusya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti (RSFSC): 
Jacques Hanetszky (Letonya Mümessili Jacques karşılığı bazen Yakov deniliyor. Kanitzky, Ganetçkiy, Ganeçkiy, Ganetsky gibi farklı soyadı var. 
Ermenistan SSSC: Bogos Makinziyan Dahiliye Komiseri, Askanaz Mravian Dışişleri Halk Komiseri (Aleksandr Bekzadyan’dan sonra görevi üstlenmiştir) 
Gürcistan SSC: Şalva Zuraboviç Eliyava Harbiye ve Deniz İşleri Komiseri, Aleksandr Svanidze Dışişleri ve Maliye Komiseri, 
Azerbaycan SSC: Behdud Şahtahtılı (Şahtahtinskiy) Devlet Denetimi Halk Komiseri 

İlk oturumda, Sınır ve ekonomi komiserlikleri ayrıldı. Gündüzleri özel oturumlar devam ettirildi. Konferansta, Kafkas Cumhuriyetleri adına J.Ganetskiy konuştu. II. ve Ill.oturumlarda, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına tesbit edilmiş maddeler tesbit edildi. 
Moskova’daki sınır tespiti olduğu gibi kabul edildi. 

Kâzım Karabekir, fazla zaman kaybına sebebiyet verilmemesi için, özellikle J.Ganetskiy’in zaman zaman müdahalede bulunması, ortamın istenilmeyen şekilde gerginleşmesinin önüne geçilmesi için “Ruznâme/Gündem” tesbiti yapıldı. Kâzım Karabekir, Konferans müddetince, ele alınan konulara dair özetle şunları yazmaktadır; 

“26 Eylül’de başlayan konferans 10 Ekim’de bitti. Karşı taraf müzakeresini Rus delegesi Genetzky idare ediyor. Birleşik bir cephe gösterdiler. Hudut için tarafların askerî delegelerinden oluşan bir komisyon teşkil ettik. 
Diğer meselelerde akord olduklarımız sulh andlaşmasının metnini teşkil etti. Tarafların bazı isteklerini diğer taraf kabul etmedi. Bunlar ancak hususi muhabere ve tutanaklarda kaldı. 

Mesela bizden istedikleri: 

1-Gürcistan Evliye-i Selâsede eski eser araştırmaları yapabilsin, 
2-Ermenistan Kulp tuz madenlerinden faydalansın, 
3-Tebaanın kültür ve dini gelişmesini koruyan haklar verilsin, 
4-Gümrü’den alınan şimendifer malzemesi geri verilsin. 

Bunlardan ilk üç madde resmi celsede bahsolunmadı. Hususi görüşüldü. Dördüncü madde resmi celsede istendi. Tabii ilk üç madde haklarımıza müdahale görülerek reddolundu. Dördüncü madde hakkında dahi “Bizim için Gümrü meselesi yoktur. Umumi Harb’te Çarlık Rusya bütün doğunun varını yoğunu silip süpürdü. Mütarekede Taşnaklar da Elviye-i Selâsede böyle yaptılar. Biz de galip geldiğimiz yerlerde Ermeni halkının elinden parasını, bir şeyini almadık, fakat ordusuna ait malzemeden ganimet aldıklarımız hakkımızdı, aldık. Binaenaleyh bu hususta münakaşaya giremeyiz” dedim. Kapattım. 

Bizim İsteklerimizden; 

1- Tebaamızdan alınan eşyanın geri verilmesi. 
2- Taşınmaz malların nasyonalize edilmemesi. 
3- Baku gazlarından faydalanmamızın sağlanması. 

Bunlardan ilk ikisini hususî, üçüncüsünü resmi celsede istedim. Bakû’de 25.000 işçi petrol çıkarıyor, 10.000 kadarı petrol fabrikalarında 15.000’i diğer fabrikalarda. Ayda 13 milyon pot yani 208 milyon kilo petrol istihsal olunuyor. Ortalama %70’ini Ruslar alıyor. 
Bize en çok 10 milyon kilo verebilirler. 

Azerbaycan temsilcisi Behbud Şahtahtinski cevap verdi. Hususi olarak yardım yapacaklar. Fakat resmi bir kayıt altına girmiyorlar. 

Batum limanından şahsi ve ticari ve askerî istifademizin temini hususunda Rus delegesi dedi ki: “Yardımı yapmaktayız. 
Bunun batıya gönderilen mühimmata münhasır olduğunu ticari ve şahsi istifadelerimizde bizim için bir hak olduğunu, özerk idareye sahip Acara’nın merkezi olmak üzere Batum’u terk etmekliğimiz Kafkas milletlerinin hayati bir imanı olduğundandır. Fakat bizim de faydalanmamız şartıyladır”. 

Bu husus temin edildi. Andlaşmaya yazıldığı gibi ayrıca Gürcü hükûmeti delegesi bir beyannamede verdi. Acara özerkliği hakkında şunları teklif ettim: Halkı temin edici muhtariyetten şunları görmek istiyoruz. 

1-Herkesin bir oyu olmalıdır. Yabancılar oya iştirak etmemelidir. Yabancı demek Umumî Harb başladıktan sonra Acara’ya gelenler demektir. Hariciye ve Harbiye komiserlerim Gürcistan tayin ederse de hükûmetin diğer üyelerini Acara Millî Meclisi tayin eder. 
2-Dil, resmi dil Türkçe ve Gürcüce olmak şartiyle öğretim her cemaatin isteğine göre serbesttir. 
3- Müşterek menfaatlere hizmet eden şimendifer ve liman idareleri ve hasılatı merkezi hükûmete ait olduğu gibi, önemi keza umumi ve bütün Gürcistan’a yaygın olan Acara şosalarının iyi korunması ve tamir masrafı dahi merkezi hükûmete aittir. 
4-İslam halkının şer’i ve dini işlerinde serbest ve özerk olmaları ve ihtiyaç halinde Şer’iyye Vekaletimizle münasebette bulunabilmeleri hakkının da teslim edilmesine çalışılmalı. 

Bu tekliflerimiz, biz kendimizi Acara halkıyla Gürcü hükûmetini uzlaştırma mevkiinde görmek lüzumundan ileri geliyor. 
Bugün Batum’da Çeka diğer devlet tebaasına yapılmayan şiddeti Acara halkına yapıyor. Sıhhiye vesair namlarla fazla vergi alıyor, baskı yapıyor, serbest harekete izin verilmiyor. 

Acara ve Nahcivan özerkliği hakkında dahi Gürcü ve Azerbaycan hükûmetlerinin neler yaptığını bilmek isteriz. Gürcü delegesi İlyava şu beyanatta bulundu: Acara özerkliği ile ilgili Moskova Andlaşması’nın kendisine siyasi bir mecburiyet yüklediğini göz önüne alarak, Gürcistan- Türkiye arasında henüz andlaşma imzasını beklemeksizin 54 numaralı ve 16 Temmuz 1921 tarihli ve Gürcistan 
devrim komitesi başkanı Medivani ve Adliye Halk Komiseri Kefnarensten’in imzaları ile bir emirname çıkardı. Bu emirname Gürcistan kısımlarından olan özerk Acara Cumhuriyeti’nin durumunu ve Gürcistan Cumhuriyeti ile olan münasebetlerini tayin eder. Bu emirnamenin konferans tutanaklarına eklenmesini teklif ederiz. 

Bu teklifi kabul ile beraber dedim ki: “İşbu dekrenin uygulanmasının halkın kültür, din ve mülkiyetine ait hukuki özerkliğine kefil olmasını temenni ederiz”. 

İlyava izahat verdi: “Maarif, ziraat, Mezhepler komiserliklerinin tamamen özerk olduğunu beyan ederim. Bu işlemin meydana çıkması bu komiserliklerin faaliyetine bağlıdır. Gürcistan hükûmeti bu komiserliklere zorluk çıkarmayacağı gibi onlara her türlü yardımda bulunacaktır”. 

Cevaben dedim ki; “Komiserliklerdeki kişiler arasında samimiyet tesisi ve faaliyetlerinin temini için kendilerine yardım edilmelidir”. 

Azerbaycan delegesi Behbud Şahtahtinski şunu söyledi: “Azerbaycan Sovyet hükûmetidir. Nahcivan’a verilecek özerklik Rusya’daki usule göre olacaktır. Nahcivan’ın uzak bulunmasından verilen idare özerklikten de fazladır. Halk komiserlerinden oluşan bir meclis vardır. Resmi dairelerde lisan Rusça’dır. Çünkü ilim ve irfan sahipleri çok azdır. Fakat müesseseleri millîleştirmek hususunda bir 
kanun yapılmıştır. Ve adım atılmıştır. Maliyesini Azerbaycan idare eder. Askeri henüz kararlaştırılmamıştır. İlkokullar Türkçe’dir ve üç senedir. Nikah ve boşanma ve diğer dini müesseseler eskisi gibi serbesttir. 

Batum hakkında Rus delegesinin ve Acara ve Nahcivan özerkliği hakkında Gürcü ve Azerbaycan delegelerinin beyanatını gazetelerle ilan ve halka anlatılması teklifimi de kabul ettiler. 

Rus delegesi Ermenilere mühimce bir şey sağlayarak onları memnun etmeye çalışıyordu. Ermeniler Bolşevik olmakla Taşnaklardan fazla bir şey almıyorlar diye Ermeni delegeleri üzgün görünüyorlardı. Kulp tuzları on verstlik bir arazidir. Verilse sizin için zararı olmaz fakat Ermenilere büyük iyilik olur, diye Rus delegeleri ricada bulundu. Cevaben: “Sınırların stratejik bakımından pek mühim olan şeklini bozmayız” dedim. Iğdır ve Beyazıt yollarını kestiğini anlattım. Yoldaş Ganetzky dedi ki: “O halde Kağızman Tuzlası size yeterli, Kulp Tuzlasından yalnız faydalanma hakkını Ermenilere veriniz. Arazi ve her şey Türkiye’nin olsun, Ermeniler yanız tuz çıkarsın ve size de bir miktar versin. Bunu da kabul etmedik. “Bu iş sulh konferansına ait değildir, herhangi bir imtiyaz hükûmetten istenilmelidir dedim. Ani harabelerinin tarihi kıymeti dolayısıyla Ermenilere bırakılması hakkında ricada bulundu. Hudud yine Arpaçayı, yalnız Kale harabesi Ermenilere bırakılsın. Bunu hükûmetten de rica ettiler. Bu hususta hükûmete yazarız, fakat biz muvafakat edemeyiz dedik. 

Hükûmet de razı olmadı bu mesele kapandı, kuvartshane ve Murgul bakır madenleri Çoruh vadisinde Artvin kuzeybatısında imtiyazının Ruslara verilmesi için de Ganetzky hususi olarak benden rica etti, hükûmete resmen müracaat edilebilir. Benim bu işlerle meşgul olmaya yetkim yoktur dedim. Ermenistan hakkında çok ricada bulundu. “Ermeni delegeleri ile bomboş dönecekler, ıstırap içinde kıvranıyorlar. Bari Gümrü’den alınan şimendifer malzemesini olsun verseniz” dedi ve bilhassa Erivan’daki açlık ve sefaleti anlattı. Dedim ki: “Siz 
büyük kardeş sıfatı ile gereği gibi yardım edebilirsiniz, hatta biz bile sizlerden malzeme rica edeceğiz”. Cevaben: “Halin imkansızlığını ve bizden Erivan’a bazı şeyler gönderilirse Rusların da Ermenilerin de şükranını kazanacağımızı” söyledi. Bizim hey’etle bir miktar erzak ve sığır ve bazı bozuk şimendifer malzemesi göndermeye karar verdik. 8 Ekim 1921’de şu tezkere ile yapacağımız yardımı bildirdim. Memnun oldular. ” 

Erzurum ve Sivas Kongrelerindeki kararları gibi az farklı olarak Moskova’da kabul edilen andlaşma maddeleri aynen Kars metninde de yer aldı. 20 maddeden oluşan metin belirlendikten sonra, Konferans çalışmaları kapandı. 13 Ekim Perşembe günü 14.00’de, imza edilme işi de tamamlandı.. Konferansın yapıldığı bina yine bayraklarla süslü idi. Askeri İdadi Mektebi’nden bir müfreze, izci kıyafeti ile diğerleri de Mızıka (musika)ları ile birlikte konferans binası çevresinde tesbit edilen yerlerde sıralandılar. Karslılar da törene büyük ilgi göstermişti. Konferans masası etrafına biriken kalabalık arasında Sovyet Rusya’nın Doğu illeri Başkonsolosu Yoldaş Norman, Azerbaycan Başkonsolosu Yoldaş Hacı İslam Beyli, Ermenistan’ın Kars Temsilcisi Serkisyan, askerler, hükûmet görevlileri göze çarpıyordu. 

Kaleden atılan top sesleri, andlaşmanın imzalandığını müjdeliyordu. Bu toplantı için gelen heyetler de akşamüzeri saat 16.00’da Kars’tan yine törenle uğurlandılar.14. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

23 Aralık 2018 Pazar

Karabağ’da Savaş Senaryoları

Karabağ’da Savaş Senaryoları 





Araz ASLANLI
* Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi (UNEC) İktisat ve İşletme Bölümü öğretim görevlisi ve Azerbaycan merkezli Kafkasya Uluslararası 
İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (QAFSAM) Başkanı. 

       Ermenistan açısından adeta bir çıkmaz söz konusu. “Büyük Ermenistan” kurmak hedefi varken neredeyse bağımsız hiçbir karar alamayan Ermenistan’a dönüşüyor. Ermenistan’ın içinde bulunduğu çıkmaz Karabağ sorununun çözüm şansını da zayıflatıyor. Mevcut ateşkes ihlalleri de bu çıkmazın devam etmesinin bir sonucu… Ateşkes anlaşmasının 22. yılına yaklaşılırken, Ermenistan-Azerbaycan cephe hattında ateşkes ihlallerinin artması savaş senaryolarının bir kez daha gündeme gelmesine neden oldu. Peki, buraya nasıl gelindi? Karabağ sorunu neden bunca yıl çözülemedi? 22 yıldır süren ateşkesin şartları nelerdi?


Son yaşanan olayları dikkate alırsak, Azerbaycan tarafının resmi açıklamalarına göre, Nisan 2016 başında çatışmaların yoğunlaşmasının sorumlusu Ermenistan. Azerbaycan Savunma ve Dışişleri Bakanlıklarının açıklamalarında, Ermenistan’ın ateşkes ihlallerini yoğunlaştırmak suretiyle Azerbaycanlı sivillere zarar verdiği ve buna cevaben Azerbaycan ordusunun askeri harekât başlattığı yönünde (tabii ki, Ermenistan tarafının resmi açıklamaları çok daha farklı ve bu ateşkes ihlallerine ilişkin alışılagelen bir durum). 

Olaylar yaşandığı sırada Nükleer Güvenlik Zirvesi için ABD’de bulunan Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev Azerbaycan’a döner dönmez 
Ulusal Güvenlik Konseyi’ni topladı. Toplantıda Aliyev ve Savunma Bakanı Zakir Hesenov, Ermenistan’ın provokasyonlarına cevaben Azerbaycan ordusunun gerçekleştirdiği askeri operasyonlar sonucunda düşmana ciddi darbe indirildiğini, bazı yerleşim birimlerinin ve önemli yüksekliklerin işgalden kurtarıldığını açıkladı. 

Aslında Azerbaycan’ın pozisyonuna ilişkin genel tablonun görülmesi açısından Ulusal Güvenlik Konseyi’nin 2 Nisan 2016 tarihli toplantısı büyük önem taşıyor. Çünkü Azerbaycan medyası ve kamuoyunda, o toplantıdaki çerçeveyle bu kadar yüksek oranda bir uyum ilk kez öne çıktı. 

Zira zaman zaman farklı söylemler ve eleştiriler olabiliyordu. 

Aliyev’in konuşmasında “gerginlik” ve “zafer” vurgularının birbirine paralel olarak sürdürülmesi dikkat çekiciydi. Örneğin, Devlet Başkanı Aliyev “ateşkes döneminde ilk kez Ermenistan’a bu kadar büyük darbe indirildi” dedi ama hemen ekledi: Bunun suçlusu, topraklarımızı işgal altında turan ve saldırıları başlatan Ermenistan’dır. Aliyev’in konuşmasında yer verdiği “biz kendi toprağımızdayız, başkasının toprağına saldırmadık”, “Ermenistan BM Güvenlik Konseyi’nin ve diğer uluslararası kuruluşların kararlarını uygulamıyor”, “Ermenistan ordusu Azerbaycan topraklarında kültürel anıtları, mezarlıkları tahrip etmiş. Bunu AGİT ve Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi’nin bölgede çalışma yapan uzman heyetleri de tespit ederek raporlarına yansıtmış” vb. ifadeler son gelişmelerden ziyade sorunun genel durumuna dikkati çekmek amacı taşıyordu. 

Toplantıda genel olarak “gerginlik” ve “zafer” havası hâkim olsa da barış ve hümanizm vurgusu da ihmal edilmedi. Aliyev Azerbaycan’ın savaş ve 
kan dökülmesini istemediğini de vurguladı: Biz sadece Azerbaycan analarının değil, Ermeni analarının da ağlamasını istemiyoruz. Ama sonu belli olmayan 
göstermelik bir sürecin bir parçası olmayı da düşünmüyoruz. İşgal Ermenilerin de işine yaramıyor. Ermenistan yönetimi Ermenilerin çıkarlarını düşünüyorsa işgalden vazgeçsin. 

Neden şimdi? 



Peki, neden bu kadar geniş çaplı bir çatışma ve neden şimdi? 

Öncelikle bir noktayı açıklığa kavuşturmakta fayda var, Karabağ sorununun ortaya çıkmaya başladığı 1980’lerin ikinci yarısından günümüze kadarki süreçte ateşkese ilişkin uzlaşmaların hiçbirisi tam anlamıyla başarılı olmadı. Özellikle 1990’lı yılların başındaki ateşkese ilişkin uzlaşmaların tamamı saldırı, terör, katliam ve işgalle sonuçlandı. Boris Yeltsin ve Nursultan Nazarbayev’in arabuluculuğuyla varılan uzlaşmadan kısa süre sonra 20 Kasım 1991’de Azerbaycanlı, Rus ve Kazak bakanları, generalleri ve gazetecileri taşıyan helikopter Ermeni birliklerinin işgali altındaki bir bölgeden açılan ateşle düşürüldü ve saldırıdan kurtulan olmadı. 

    Bu, Azerbaycan kamuoyunda, ateşkes kavramına özellikle olumlu bir anlam yüklenmemesi gerektiği algısının yerleşmesine neden oldu. 
Daha uzun süreli ve kalıcı görüntüye sahip olan mevcut Ateşkes Anlaşması uzun ve zor bir sürecin ardından Mayıs 1994 ‘te imzalandı ama o da sürekli olarak ihlal edildi. 

Ağustos 2008 ve sonrası Özellikle Ağustos 2008 olaylarından sonra“dondurulmuş sorunlar”ın aslında donmamış olduğu ve bu durumun büyük tehlike arz ettiği  daha iyi anlaşıldı, sorunun çözümüne yönelik girişimlerin yoğunlaşacağı iddia edildi. 

Bu aşamada, Rusya’nın arabuluculuğuyla 2 Kasım 2008’de Moskova yakınlarındaki “Mein Dorf ” şatosunda imzalanan anlaşmanın ateşkesi 
önemli ölçüde garanti altına alması bekleniyordu. Çünkü ilk kez taraflar Rusya’nın da imza attığı bir belgeyle sorunun çözümünde barışçıl yöntemlere 
bağlı kalacaklarını ifade etmişlerdi. Ama ilginç bir şekilde son yıllarda büyük kayıplara neden olan ateşkes ihlalleri, taraflar arasında görüşmelerin yapıldığı sırada ya da hemen ertesinde yaşandı. 

Örneğin Haziran 2010’da, Ağustos 2014’te, Kasım 2014’te, Aralık 2015’te ve diğer bazı dönemlerde ne zaman üst düzey görüşmeler söz konusu olsa, ateşkes ihlalleri her iki taraftan önemli kayıpların yaşanmasına ve savaş senaryolarının gündeme gelmesine neden oldu. Fakat bu gerginliklerin her birinden sonraki birkaç gün içerisinde önceki düzene geri dönüldü. 

<  Bölgedeki savaşın kaderi açısından hayati konumdaki Hocalı, Şuşa ve Laçın’ın işgallerinden önce de taraflar ateşkes konusunda uzlaşmaya varmışlardı. >

Daha öncesinde de sorunun çözümüne yönelik adımların atılma ihtimali belirdiğinde, Ermenistan’da (1998) iktidar değişikliği hatta bir terör saldırısı (27 Ekim 1999’da Ermenistan parlamentosuna yönelik saldırıda başbakan ve parlamento başkanı dâhil 8 milletvekili hayatını kaybetmişti) bile yaşanmıştı. 


Aslında Ateş hiç kesilmedi 

Yani ateş aslında hiç kesilmedi. Ateşkes ihlalleri ise daha çok tarafların karşı tarafı suçlama konusu ve Mayıs 1994’teki dengeyi kendi lehlerine 
çevirme girişimi olarak dikkat çekiyor. Şöyle ki, Azerbaycan askeri, ekonomik ve diplomatik açıdan 1990’lı yılların başlarına göre çok daha güçlendi. 

Rakamlar da bu veriyi destekliyor. 

Azerbaycan açısından topraklarının (eski Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi ve çevresindeki 7 rayonun) Ermenistan işgali altında kalması, hem uluslararası hukuka aykırı hem de iki ülkenin mevcut kapasitelerine uygun değil. Yani, Azerbaycan uygun gördüğü zamanda BM Sözleşmesi’nin 51. maddesine dayanarak meşru müdafaa hakkı çerçevesinde topraklarını Ermenistan işgalinden kurtarma hakkına ve kapasitesine sahip. 

Bazıları olayları sadece son gelişmeler ışığında değerlendiriyor ve bu olayın, Azerbaycan’ı Rusya’nın taleplerine boyun eğmeyen dış politika anlayışından vazgeçirmeye yönelik olarak Rusya tarafından planlandığını iddia ediyor. Bu çerçevede özellikle Azerbaycan’ın Batı’ya yönelik enerji projelerine devam etmesine, Rusya-Türkiye gerginliğine rağmen Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’in sürekli olarak her konuda Türkiye’nin yanında olduklarını vurgulamasına ve 15 Mart 2016 tarihli Ankara ziyaretinde çok alışılagelmişin dışında bir tablo sergilemesine, en nihayet son ABD ziyaretine dikkat çekiliyor. 

Son yaşananlarda her iki neden rol oynamış olabilir. Ayrıca bu süreçlerde hem Ermenistan hem de Azerbaycan kendi güçlerini (askeri, diplomatik ve s.) test edebilme imkânı buluyor. 

Diğer yandan toplumlarını ortak hedefler için kenetleyebiliyorlarda. 

Rusya Faktörü 

Peki, süreç nereye kadar gider? Karabağ sorununun çok karmaşık bir sorun olduğunu, sorunun ortaya çıkışında tek suçlunun Rusya olmadığını ifade etmekle beraber, mevcut manzaranın ortaya çıkmasını sağlayanın da, çözüm sürecindeki en önemli engelin de bu ülke olduğunu belirtmek yanlış olmaz. 
Karabağ sorunu Rusya açısından Kafkasya’da etkinliğini sürdürmesi amacı doğrultusunda önemli bir araç. 
Bu nedenle de tam olarak çözüme kavuşturulmasını, yani bir aracının ortadan kalkmasını istemez. 

Dönemsel olarak yaşanan çatışmalarda bir tarafın üstünlüğü eğer Rusya’nın genel politikalarının dışına taşmıyorsa, buna izin verir. 
Örneğin, bir tarafa kendisini daha fazla sevdirmek ya da diğer tarafa varlığının önemini hissettirmek istiyorsa buna izin verebilir. 
Bunun dışında Rusya’ya rağmen ciddi bir çatışmanın başlaması ve taraflardan birinin diğerine ciddi üstünlük sağlaması ihtimali zayıf. 

Azerbaycan`ın bu aşamada Rusya`nın da müdahil olacağı bir savaşı arzu etmemesi, Rusya`nın da bu kadar sorun sürüyorken Azerbaycan dolayısıyla yeni sıkıntılar yaşamayı arzu etmemesi çatışmanın büyümesi ihtimalini de zayıflatıyor. 

< Azerbaycan’ın görüşüne göre Ermenistan bu gidişatı kendisi açısından çok riskli görüyor ve Azerbaycan’ın artan kapasitesinin Rusya’nın da 
yer alacağı bir savaşla sınırlanmasını sağlamak için Azerbaycan’ı provokasyona çekmeye çalışıyor.>

Ermenistan sürekli olarak Rusya’nın askeri desteğini hissediyor. Zaten Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü çerçevesinde ittifakı, ikili ittifak anlaşmasını ve 
Ermenistan’daki Rus askeri üslerini güvencesi olarak görüyor. Ayrıca Rusya’nın eski SSCB’yi canlandırma girişiminin bir parçası olarak de değerlendirilen Avrasya Ekonomik Birliği’nin de üyesi. 

Bakü’deki yaygın kanaate göre Ermenistan’da bu ülkeyi değil kendi geleceğini düşünen, bu nedenle de Rusya’ya bağımlı kalan bir iktidar var. 
SSCB dönemindeki tam bağımsız Ermenistan için yürütülen mücadele, SSCB’nin dağılmasıyla birlikte başarılı olsa da günümüzde Azerbaycan’ın görüşüne göre Ermenistan bu gidişatı kendisi açısından çok riskli görüyor ve Azerbaycan’ın artan kapasitesinin Rusya’nın da yer alacağı bir savaşla sınırlanmasını sağlamak için Azerbaycan’ı provokasyona çekmeye çalışıyor. 

Ermenistan bırakın tam bağımsız olmayı, Ermenistan’daki yönetimlerin hatalı politikaları, özellikle de Karabağ sorunu dolayısıyla Rusya’nın kontrolü altında. 

Ermenistan özellikle Azerbaycan ve Türkiye’ye yönelik politikaları nedeniyle kendisini bir güvenlik çıkmazının içine sokmuş durumda. 
Bu iki ülkeyle olan sorunlarını çözmek yerine bu iki ülkeden tehdit algıladığı düşüncesiyle Rusya’ya sürekli olarak daha bağımlı hale gelecek politikalar izliyor, izledikçe de bu iki ülke ile güvenlik sorununu büyütüyor. Yani “Büyük Ermenistan” kurmak hedefi varken neredeyse bağımsız hiçbir karar alamayan Ermenistan’a dönüşüyor. O nedenle de Ermenistan açısından adeta bir çıkmaz söz konusu. Bu çıkmaz Karabağ sorununun çözüm şansını da zayıflatıyor. Mevcut ateşkes ihlalleri de bu çıkmazın devam etmesinin bir sonucu… 

(Bu makale daha önce Aljazeera’nın internet sayfasında yayınlanmıştır. 
http://www.aljazeera.com.tr/gorus/karabagda-hic-kesilmeyenates-ve-rusya

EDİTÖRDEN DEĞERLENDİRME..


EDİTÖRDEN,

    Mart ayının ön plana çıkan en önemli gelişmelerden biri Rusya’nın çekilme açıklamasıydı. Resmi açıklamalar ve Suriye içindeki değerlendirmeler Rusya’nın 
tamamen çekilmediği sadece Suriye’deki askeri personel sayısını ve varlığını azalttığı, siyasi süreçteki desteğini ise sürdürdüğü yorumlarını doğurdu. Rusya’nın Suriye’de kurduğu radar sistemleri ve edindiği askeri üsler, Akdeniz ve Orta Doğu’daki varlığını da belirginleştirdi. Nisan ayı ise işgal altındaki Karabağ’ın uluslararası hukuk vurgusuyla kendini dünyaya yeniden 
hatırlatmasıyla başladı. 2 Nisan’da başlayıp 5 Nisan’da Azerbaycan ve Ermenistan Genel Kurmay Başkanları’nın Moskova’da imzaladıkları ateşkes anlaşmasına kadar devam eden Karabağ’daki son çatışmalar, 1994’te sağlanan ateşkes sonrasının en önemli gelişmelerinden biri oldu. Rusya’nın burada Ermenistan’a açık destek vermek yerine tarafsız bir duruş sergilemesi dikkat çekiciydi. 

Karabağ’daki Nisan 2016 çatışmasının askeri ve siyasi galibi Azerbaycan oldu. Azerbaycan Karabağ’ın kuzey ve güneyinde üçer tane stratejik öneme sahip tepeyi geri aldı. Ancak acaba Azerbaycan, Ermenistan’ın Karabağ ile bağlantısını 
sağlayan Laçin ve Kelbecer’i ya da İran ile Ermenistan bağlantısını sağlayan Qubadlı veya Zengilan’ı da alacak olsaydı Rusya göreceli sessizliğini sürdürür müydü? Her halükarda geri aldığı topraklar Azerbaycan’a askeri avantaj sağlamaktadır. Öte yandan meselenin siyasi ve hukuki boyutu bakımından da 
Azerbaycan’ın kendi tezlerinin altını bir kez daha çizme fırsatı yakaladığı açıktır. Bu anlamda Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Başkanı Pedro Agramunt’un 3 Nisan günü yaptığı, Ermeni silahlı birliklerinin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararları doğrultusunda Azerbaycan’ın işgal altındaki 
topraklarından çekilmesi yönündeki çağrısı büyük öneme sahiptir. 

Diğer taraftan 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü olarak her daim gündemde tutmaya çalıştığımız işgal edilen Ege adalarına (12 yılda Eşek, Koyun, Hurşit, 
Bulamaç, Fornoz, Nergizçik, Kalolimnoz, Keçi, Sakarcılar, Koçbaba, Ardacık, Gavdos, Dhia, Dionisades, Gaidhouronisi ve Koufonisi adaları işgal edildi) 9 Mart’ta bir yenisi daha eklendi. 9 Mart’ta Yunanistan’ın Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı ve Deniz Kuvvetleri Komutanı, Türk hava sahasını ihlal edip Muğla’ya bağlı Ardıççık Adası’na helikopterle indi. 11 Şubat 2016 günü yine Türk hava sahasını 6 mil ihlal ederek Ardıççık Adası’na düşen Yunan helikopterinde hayatını kaybeden subaylar için burada anma töreni düzenlendi. Anma töreninde çekilen fotoğraflar Yunan Savunma Bakanlığı’nın resmi internet sitesinde de yayımlandı. Muğla sınırları içinde bulunan Ardıççık Adası, halihazırda Yunan işgali altında olan Koçbaba Adası’na 5 mil uzaklıktaki Türk Adası. 1943 Tarihli İngiliz haritasında da bu adanın 12 Ada deniz sınırının dışında ve Türkiye’ye ait olduğu açık bir şekilde gösteriliyor. 

Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nin Balkan Kasabı Radovan Karaçic’in yargılamasını bitirip 24 Mart 2016’da hakkındaki 40 yıl mahkûmiyet kararını 
açıklaması da not alınması gereken gelişmelerden biriydi. Karaciç’in 8 bin Müslüman’ın katledildiği Srebrenica’da soykırım suçu işlediği hüküm altına alındı… 

Ölen öldüğüyle kaldı… 

   21. Yüzyıl Dergisi’nin bu sayısında da dünya gündeminden önemli siyasi ve askeri gelişmeleri dikkatinize sunuyoruz. Kapak konusu olarak Türk-Rus rekabetini seçtik ve Sabir Askeroğlu okuyucularımız için geniş bir perspektiften konunun ayrıntılarını inceledi. Rusya’nın IŞİD’i tehdit olarak algılarken aynı zamanda bunu fırsat olarak kabul edip Orta Asya’daki etkisini artırmak için araçsallaştırmasını da Dilek Yiğit’in değerlendirmesiyle analiz ettik. 

Karabağ’daki çatışma, KKTC ve Türkiye arasındaki su krizi, Fergana Vadisi’ndeki yeni gerilim de dikkatinize sunduğumuz konu başlıklarından. Öte yandan Türkiye’nin gündemindeki ağırlıklı yeri itibariyle Sur, Silopi ve Cizre’deki operasyonlar ve bu çerçevede PKK terör örgütünün yenilenen stratejisi de terör ve terörizm konularının uzman ismi Merve Önenli tarafından analiz edildi. 

Gözde Kılıç Yaşın 
Editörden



***

31 Ocak 2018 Çarşamba

PANZER VE KÜRT İSYANI, PKK NIN AVRUPADA SİYASALLAŞMA ÇABALARI BÖLÜM 2

PANZER VE KÜRT İSYANI, PKK NIN AVRUPADA SİYASALLAŞMA ÇABALARI BÖLÜM 2


PKK’nın Balkanlar Açılımı 

1997-98 sürecinde Almanya ve Yunanistan merkezli sürdürülen çalışmaların getirdiği başarı nedeniyle faaliyetlerin tüm Avrupa’ya yayılması kararı alınmıştır. Bu dönemle birlikte örgütün faaliyetleri Balkanlar’a da yayılmış ve Bulgaristan ve Romanya’daki faaliyetler hız kazanmıştır. 

Daha önce Doğu bloku ülkesi olmaktan kurtulan Romanya, S.S.C.B’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan yeni politik ve ekonomik durum, doğal olarak yeni bir pazarında meydana gelmesini ortaya çıkarmıştır. 
Mevcut yeni Pazar Türkiye’den pek çok firmayı da Romanya’ya çekmiştir. Zamanla Romanya’da artan Türk işadamlarının varlığı, örgütü bu ülkede daha etkin olmaya itmiş, Romanya zamanla örgütün mali ve örgütlenme 
merkezi haline gelmeye başlamıştır. 

Terör örgütü mensubu V..Ç’ konu ile konu hakkında yapılan mülakaatta; “1998 yılında İstanbul ilinden aldığım pasaport ile Atatürk Havalimanından uçakla Romanya'ya gittim, iki gün kadar iş aradıktan sonra; Mahir Kod adlı PKK örgüt mensubu ile pazarda karşılaştım, beni alarak ismini hatırlama dığım bir Kürt derneğine götürdü, bu demek Bükreş'in merkezinde iki katında PKK örgütünün faaliyetlerinin gösterildiği yerde bana PKK örgütünün propagandası yapılmaya başlandı. 

Daha sonra yine bu Demekte sorumlu düzeyde olan Mahir Kod adlı örgüt mensubu ile birlikte Bükreş’te bulunan ve Türkiye'den gelerek burada ticaret yapanlardan örgüt adına para topladık. Esnaftan her ay belli aidatlar alıyorduk, ayrıca herkese dergi satıp, bunlardan toplanan parayı da derneğe götürüyorduk. Bu dönemde kendi el yazım ile özgeçmiş raporu yazarak Mahir Kod'a verdim. Bükreş'te bulunan demekte 20-22 örgüt mensubu vardı birlikte bu Demekte birlikte yatıyorduk. Dernek'te Mahir Kod bizleri PKK örgütü hakkında bilgilendiriyor ve örgüte ait yayınlan okumamızı sağlayarak pratiğimizi geliştirmeye çalışıyorduk. 

Mahir Kod tarafından faaliyetlerimde Şiyar Kod adını kullanma talimatı verildi” şeklinde ifadesiyle Romanya’daki örgüt faaliyetleri hakkında bilgi vermiştir. 

Bu dönemde Romanya’da örgüt tarafından toplanan paralar Yunanistan'a gönderilmek üzere Türkiye'de bulunan Toprak Bank Şubesine havale edilmekte, Toprak Banktan ’da Atina'daki Arap Bank Şubesindeki Celal Halilî isimli şahsın ilişkili olduğu bir Arap şahsa iletilmektedir. Bu paranın bir kısmı Avrupa çalışmalarında kullanılırken, bir kısmı da kırsala aktarılmıştır. Toplanan paralar ilk zamanlar kuryeler üzerinden Yunanistan ve kırsala gönderilirken, bazılarının Bulgaristan veya Yunan polisince yakalanmış olması, yine bazı kuryelerin paraları alıp kaçması nedeniyle yöntem değişikliğine gidilmiş ve banka üzerinden işlemler yürütülmüştür. 

Romanya’nın Türk vatandaşlarına vize uygulamaması ve bu ülkeye girişlerin diğer Avrupa ülkelerine göre rahat olması, Avrupa’ya iltica etmek isteyen insanları Romanya’ya çekmiştir. Kaçak işçiler Romanya’ya gelip, buradan illegal yollardan Avrupa’nın çeşitli ülkelerine geçiş yapabilmişlerdir. Örgüt hemen bu boşluğu da fark ederek, ülkeye gelen bölge halkını kazanmayı bilmiştir. Çalışmak için gelen işçiler Romanya’nın pek çok ilinde kurulan ve “Male Kurde” adı verilen derneklere çekilerek kazanılmaya başlanmıştır. 

Örgütün eski Avrupa PKK/DHP sorumlusu F. D.’ile yapılan mülakaatta geçen konular örgütün Romanya faaliyetlerini anlamada daha aydınlatıcı olacaktır. “Romanya'nın PKK terör örgüt açısından önemi Avrupa ile Türkiye arasında bir geçiş noktası olmasıdır. Ayrıca Türk işadamlarının Romanya'da çok fazla yatırımının bulunması da örgüt için bir avantajdır. Romanya ile Türkiye arasında yapılan anlaşmaya göre bu ülkeye pasaport ile vizesiz gidilip gelinmesinden dolayı örgüt mensupları Romanya'ya rahatça giriş ve çıkış yapmaktadırlar. Romanya kara para aklama ve uyuşturucu ticaretinin 
yoğun bir şekilde yapıldığı ülke olduğu için örgüt bunu yapanlardan haraç toplayarak örgüte gelir temin etmektedir. Örgüt burada zengin işadamlarını kaçırmak sureti ile yüklü miktarda fidye toplamaktadır. Bir keresinde Y… E…'in yeğeni olarak duyduğum ancak ismini bilmediğim şahıs kaçırarak bu şahıstan 50.000 D.M fidye alınmıştır. Bu şahıs Romanya da kuyumculuk 
yapmaktadır, kaçırılma olayından sonra kendisi bu parayı vermek üzere derneğe gelmiştir ve bu parayı dernekte ödemiştir. 

Türkiye de Güvenlik güçlerince deşifre olmayan örgüte katılmak isteyen şahıslar Romanya üzerinden rahatça geçiş yapmaktadırlar. Buraya örgüte katılmak üzere gelen örgüt mensupları Romanya’dan Yunanistan'a vize alarak geçiş yapıyorlardı… 

… Ayrıca Türkiye'nin metropol illerine gelen yaralı örgüt mensupları İstanbul'da bulunan ve konfeksiyonculuk yapan, kırmızı bir Mercedes arabası olan Bingöllü Bayram (K) isimli örgüt mensubu tarafından yaralı örgüt mensuplarına legal yollardan pasaport sağlanarak bu örgüt mensuplarını İstanbul-Köstence-Bükreş seferi yapan Kargo uçaklarına bindirmektedir ve örgüt bu yaralıları Bükreş'te teslim almaktadır. Bu yaralı örgüt mensuplarının tedavileri duruma göre burada yaptırır veya Avrupa'ya göndermektedir. Avrupa'ya gönderilen örgüt mensupları sahte pasaport ile gönderilmektedir” şeklindedir. 

Romanya'da 1994-1995 yılları arasında Bükreş-İstanbul arasında otobüsçülük yaparken örgütün malzemelerini taşıdığından dolayı yakalanarak tutuklanan ve daha sonda Romanya'ya yerleşen Nebun Alî isimli şahıs, örgütün para alma ve fidye için adam kaçırma faaliyetlerini yürütmektedir. Romanya Hükümetinin adam kaçırma işlerine karşı tavır almasından sonra Nebun Ali adlı kişi örgütten atılmış, akabinde de bu işleri kendi menfaati için yapmaya başlamıştır. 

Elde edilen bu inanılmaz başarı ülkenin bomba eğitim merkezi haline gelmesini sağlamıştır. Örgüt, özellikle Türkiye’deki dernek ve kurumlara giden sempatizan gençleri Romanya’ya aktararak, elamanlarını burada 
bombacı olarak eğitmiş ve Türkiye’ye eyleme göndermeye başlamıştır. 1997 yılında Bükreş’te kurulan bomba eğitimi kampında her defasında 50-60 kişinin katıldığı eğitim devreleri meydana getirilmiş ve eğitim alanların bir kısmı kırsala gönderilirken diğerleri de eylem yapmak üzere Türkiye metropollerine sevk edilmiştir. 

DHP sorumlusu F. D.’nin ifadesinde ayrıca; “…Yurt dışından Türkiye'ye gönderilen patlayıcı maddeler Romanya ve Bulgaristan'dan para karşılığı temin edilir ve buradan da Doğu ve Güneydoğu kökenli tır şoförleri aracılığı ile Türkiye'ye geçirilir ve geçirilen bu patlayıcı maddeler İstanbul'da örgüt mensuplarına teslim edilirdi. Yine Avrupa'dan temin edilen telsizler ve elektronik malzemeler tırlar ile Türkiye'ye gönderilir ve Türkiye'de kendilerine söylenen yerlerde teslim alırlardı… Çektar (K) Cizreli Romanya Sorumlusu Yardımcısı'dır. Kendisi eski bir milistir. Ailesi Avrupa'da kalmaktadır. Yurt içindeki örgüt mensuplarının istemiş olduğu ve Avrupa'dan temin edilen telsiz uydu ve cep telefonu gibi malzemeleri Türkiye'ye aktarmaktan sorumludur. Bunların yanı sıra C-4 gibi patlayıcı madde ve örgütün maddi gereksinimlerini karşılar ve Romanya'daki örgüt adına vergilendirmelerden sorumludur…” şeklindeki beyanları da Türkiye sokulan patlayıcının nasıl temin edildiği hususuna açıklık getirmiştir. 

Bu konuda yine M. Y. ile yapılan mülakaatta; “…Zeki Kod bana hitaben sen artık PKK örgütü içerisinde faaliyetlerde bulunacaksın, Kürt halkı adına vermiş olduğumuz Bağımsızlık mücadelesine senin de katkıların olacak diyerek bir dolabın içinden (1) adet El bombası çıkardı. Sen Türkiye'de sağ görüşlü Siyasi Partilere bombalı eylemlerde bulunacaksın diyerek elinde bulunan El Bombasını bana gösterdi. Daha sonra El Bombasının nasıl kullanılacağını tarif eden bir kağıdı defalarca bana okuttu. Daha sonrada bizzat kendisi Pimi takılı olmayan El Bombasına pimin nasıl takılacağını, daha sonra nasıl patlatılacağını defalarca bana göstererek, bombanın pimini taktırıp söktürdü…” demektedir. 

Bu dönemde örgüte katılan Soro-Halil-Zafer Kod adlı A. E. bir örgüt mensubu ile yapılan mülakaatta; “…Yine K. B. aracılığı ile PKK/YCK içerisinde faaliyet gösteren İstanbul Üniversitesi Öğrencileri olan S. B. ve Özlem …. İsimli şahıslarla tanıştırdı. Bu şahısların Propagandaları sonucu PKK'ya sempati duymaya başladım 1998 başlarında derslerimde başarısız olmam dolayısıyla S. B.'e Avrupa'ya çıkmak istediğimi söyledim S.'de Özlem isimli arkadaşla irtibata geçerek durumu kendisine anlattı… Özlem bana seni PKK örgütü kanalı ile Romanya'ya göndereceğini söyledi. Romanya'da 
bulunan örgüt mensuplarının telefonlarını bana verdi ayrıca kendisi Romanya'daki örgüt mensuplarının telefonla arayarak size birisini gönderiyorum karşılayın alın dedi. Bende Türk Havayolları ile İstanbul Atatürk Hava limanından Romanya'nın Bükreş kentine gittim… daha sonra beni örgütün kullandığı bir eve götürdüler. Bu evde kırsalda yaralanmış üç kişi vardı. Yine Bu eve gittiğimizde yaklaşık 25-30 örgüt mensubu bulunuyordu bu şahıslar örgüte katılmak için burada siyasi eğitim görüyorlardı…” 

Yine Ender-Seyit Kod A. K. İle yapılan mülakaatta; “…1997 yılı Ağustos ayı içerisinde Atatürk havalimanından çıkış yaparak Romanya'ya gittim… Bu arada ben Romanya Bükreş'in Obur diye bir semtinde faaliyet gösteren 
Kürt Derneğine gidip gelmeye başladım. Dernekten tanıdığım Metin isimli şahıs benim Kürt olduğumdan dolayı derneğe gidip gelmemi söyleyerek, örgütün yani PKK'nın propagandasını yapmaya başladı... 

Metin isimli şahıs bana PKK terör örgütünün propagandasını yapıyordu. Bu sırada 1998 yılı sonlarına doğru Metin bana seni siyasi eğitim almak için beni Yunanistan da bulunan örgütün kampına göndereceğini söyledi. Bende 
kabul ettim. 1998 yılı sonbaharında Romanya’dan Yunanistan'a geçmemiz için Metin tarafından hazırlanan sahte pasaport bana verildi.   Karayolu ile yani Yunanistan'a gitmemiz söylendi benim ile birlikte bir aile yani anne ve kızı ile birlikte Atina’ya geçtik…” şeklindeki beyanları o dönem Romanya’nın Kuzey Irak’tan farksız olduğunu bizlere göstermiştir. 

Romanya faaliyetlerinin hızla büyümesi nedeniyle örgüte ait kurumların sayısında da artma meydana gelmiştir. bu nedenle de Bükreş’te ERNK merkez bürosu (tabelada başka ad kullanılmıştır), Male Kurde, Bomba 
eğitiminin verildiği bir çiftlik ve daha başka birkaç örgüt evinin yanı sıra; Yaş, Kaloşvar, Temeşvar ve Köstence illerinde de bürolar açılmıştır. Örgütün kullandığı evlerde ise genelde Türkiye’den gelen örgütün üniversite yapılanması olan PKK/YCK militanları bomba eğitimi almışlardır. 

Konu ile ilgili olarak PKK/YCK mensubu B. M. İle yapılan mülakaatta; “1998 yılı Mart ayı içerisinde Veysi isimli arkadaş bana, artık Üniversiteyi bırakmamız, bu devlete hizmet etmememiz ve kırsal alanda faaliyet göstermemiz gerektiğini bana söyledi. Bende kabul ettim… Atatürk Havalimanı’ndan uçağa binerek Romanya'ya gittim. O dönemde Türkiye'de okuyan öğrencilerin örgütle ilişki bakımından Romanya ile ilişkileri İstanbul'da bir üniversitede okuyan Savaş isimli şahıs sağlıyordu. Savaş da Romanya'da örgüt adına faaliyet gösteren Rodi Kod ile irtibat kurarak beni Romanya'da Bükreş Havalimanında Rodi Kod ile buluşturdu. Rodi Kod beni yanında kod adını hatırlamadığım bir şahısla birlikte beni karşıladı. 
Havalimanından beni alarak Bükreş’te bulunan ve PKK'nın o dönemde siyasi kanadı olan ERNK ‘nin kullanmış olduğu Büroya götürdü. Bu büroda bana örgütün yöneticileri tarafından Brüks kod adı verildi. Benden kimlik bilgilerimi içerir öz geçmiş raporu alındı. aynı zamanda pasaportumu ve kimliğimi buradaki örgüt mensuplarına teslim ettim. Bu dernekte benim gibi isimlerini hatırlamadığım (5) yeni katılım örgüt mensubu daha vardı…” şeklinde gençlik faaliyeti yürüten grubun örgütlenmesini ifade etmiştir. 

Örgütün Romanya’da örgütlenmenin yanında gerçekleştirdiği vergilendirme lerde de önemli boyutlara ulaşıldığından, bunun daha da kontrol altına alınması için “Kürt İş Adamları Derneği” adı altında bir dernek kurarak, ticari faaliyetleri kontrol etmeye başlamıştır. 

Örgütün Romanya'daki mali faaliyetleri Kürt-Şark İşadamları Vakfı görünümü arda altında yürütülmüştür. Bu vakfın o dönem başkanlığını Mustafa Hasan isimli Suriye ordusundan atılma Romanya'da 
bulunan bir işadamı yapmıştır. Bu şahıs Romanya devleti ile PKK terör örgütü arasında resmi aracı rolünü üstlenmiştir. Bu vakfa bağlı Olarak Voceo Mezopotamya (Mezopotamya’nın Sesi) dergisi çıkartılmaktadır. Örgütün Romanya'daki ERNK bürosu Türkiye ile Romanya arasındaki ilişkilerin bozulmaması için ERNK bürosu olarak gösterilmediğinden, bu derginin bürosu olarak gösterilmiş ve Atina'daki Balkan temsilciliğine bağlı olarak faaliyet yürütmüştür. Bu büronun sorumluluğunu ise o zamanlar Enver Kod isimli örgüt mensubu sürdürmüştür. 

Romanya'da Voceo Mezopotamya dergisinin yönetimi ise Mustafa Akkaya isimli bir şahıs tarafından gerçekleştirilmiş olup, adı geçen şahıs daha önceleri Türkiye'de Özgür Gündem Gazetesinde çalışmış, yapılan bir 
operasyonda deşifre olmasından dolayı yurt dışına çıkmıştır. Bu şahsa yine burada daha önceden Özgür Gündem Dergisinde çalışan İbrahim adlı kişi yardımcılık yapmıştır. 

Ayrıca bu büroda iki tane Romen bayan tercüman olarak çalıştırılmış ve kendilerine örgüt tarafından her ay 100'er dolar maaş verilmiştir. Bu dergiye Eski Devlet Başkanı İyon Iliescu’nun milletvekilleri sıkça gelip 
gittiğinden dolayı dokunulmazlığı olan bir kurum haline gelmiştir. 

Büronun ayrıca Romanya'daki diğer sivil kurum ve kuruluşlar ile de yakın ilişkisi söz konusu olmuştur. Romanya’nın Başkenti Bükreş'in Fainari sokağında faaliyet gösteren ana PKK Derneği de bu derginin lokali görüntüsü altında kurulu bulunmaktadır. Yine Voceo Mezopotamya adlı dergi, örgüt sempatizanları tarafından Türk işadamlarına dağıtılmakta, almayanlara ise zorla verilmektedir. Burada yürütülen bu faaliyetler 
karşılığında ayda (30-40) bin dolar aidat toplanarak, örgütüm Mali birimine aktarılmaktadır. Bu derginin ayrıca Köstence-Arat-Tinşora gibi Romanya kentlerinde de çok sayıda dağıtıldığı bilinmektedir. 

Romanya’da ortaya çıkan örgütlenme o denli büyümüştür ki örgütünde tahmin etmediği bir seviyeye ulaşılmıştır. Romanya’nın dış ticaret hayatının merkezi olan Bükreş’teki Avrupa Pazarı adı verilen bölgedeki tüm 
yabancı orta ölçekli kurumlar örgütün koruması altına girmiş ve bu şirketlerden her ay aidat adı altında büyük meblağlarda para alınmaya başlanmıştır. 

PKK, Romanya’da varlık gösteren Türkiye kökenli sağ mafya ve Çingene mafyasını da bertaraf ederek illegalitede tek söz sahibi olmuş, sadece Kürt kökenliler değil, sağ görüşlü Türk vatandaşları, Çingeneler hatta 
yabancılar dahi sorunların çözümlenmesinde PKK terör örgütünün kadrolarına arabulucu olarak başvurmaya başlamışlardır. 

Ayrıca Romanya'da Doğulu Esnaflar Derneği adı altında faaliyet gösteren bir yapıda oluşturulmuş ve Başkanlığına Ramazan Dilbaş getirilmiştir. Romanya'da legal olarak faaliyet gösteren 300 üyeli bu derneğin en etkili 
üyesi Bükreş yakınlarında Bisküvi fabrikası bulunan Halil lakabı ile tanınan bir şahıstır. 

Romanya’da örgütün genel Balkanlar sorumluluğunu o dönem Mehmet Hoca Kod Cevat Soysal isimli örgüt mensubu yapmakta olup, bu kişi ülkemizdeki birçok bombalama eyleminin de azmettiricisidir. Soysal, Öcalan’ın yakalanmasından kısa bir süre sonra Moldova’da yakalanarak Türkiye’ye getirilmiş ve 21 yıl cezaya çarptırılmıştır. 21 yıla mahkûm edilen Cevat Soysal 4 Aralık 2008 tarihinde ise salıverilmiştir. Soysal ağır şiroz  hastalığıyla boğuşmaktadır. 

PKK örgütü Cevat Soysal ve ailesiyle şimdilerde hiç ilgilenmemekte olup, ailesi parasızlık içerisinde Almanya’da perişan durumdadır. Cevat Soysal’da akıttığı kanların bedeli ile ağır bir yaşam sürmektedir182. 

Örgütün Romanya’da bu denli rahat hareket etmesinin altındaki ana etken, Romen Devletinin faaliyetlere göz yummasından kaynaklanmaktadır. Bu çerçevede örgütün Romen istihbaratı ile çok iyi ilişkileri olmuş 
ve istihbaratından destek almıştır. 

PKK’nın Romanya’da kazandığı muazzam başarı Devlet yetkililerinin de dikkatini çektiğinden 1997 yılı içerisinde o dönemde İçişleri Bakanı olan Meral Akşener Romanya'ya giderek, Romanya İçişleri Bakanı ile PKK 
terör örgütünün faaliyetlerini kısıtlayan bir anlaşma imzalamış, bu anlaşmadan sonra Romanya İçişleri Bakanı PKK faaliyetlerini Romanya da kısıtlanacağı konusunda açıklamalarda bulunmuştur. 

Örgütün Avrupa Sorumlularından F. D.’nin konu ile ilgili olarak; “… Ben bu konuyu araştırmak ve engellemek için Romanya'ya gittim. Gittikten bir gün sonra Mustafa Hasan ile görüştüm. Bana kendisi Romanya istihbarat Başkan Yardımcısı konumunda olan VASİLİ soy isimli şahıs ile görüşmemi söylemesi üzerine bende kabul ettim, görüşmeyi Mustafa Hasan ayarladı. Bükreş'te bulunan Golden Falcon lokantasında görüşme yaptık. 

Tercümanlığı Mustafa Hasan yaptı. Bu görüşmede şahıs bana kendilerinin Romanya olarak Kürt halkının faaliyetlerini desteklediklerini, 30 Milyonluk bir halkın Devletsiz kalamayacağını belirtti. Bende kendisine İçişleri Bakanlığının açıklamalarının doğru olup, olmadığını sordum. Bana Bakanın bu tür şeyleri bilmeden açıklama yaptığını belirtti. Kendilerinin bu anlaşmadan sonra İçişleri Bakanlığını uyardıklarını ve PKK faaliyetlerinin yasaklanmasının söz konusu olmadığını belirtti. Fakat PKK adına yapılan bazı işlerden rahatsızlık duyduklarını, bu işlerin adam kaçırma fidye ve uyuşturucu işinden alınan paralar gibi işler olduğunu belirtti. Yine kaçırılan veya kendinden zorla para alınan Türk Vatandaşlarının bu durumu Türkiye'ye bildirdiklerini ve sonucunda da Türk Hükümetinin kendilerine baskı yaptığını anlattı. Bu tip açığa çıkan ve dikkat çeken faaliyetlerin yapılmamasını talep etti. Türkiye'ye karşı zor durumda kaldıklarını, Türkiye ile ilişkilerinin bozulmasını istemediklerini ve Türkiye ile ilişkileri bozmadan PKK'yi destekleyeceklerini belirtti. Bu yüzden PKK faaliyetlerinin engelleneceği yönünde açıklamaların bir devlet politikası olduğunu hiç 
bir zaman böyle bir şey olmayacağını söyledi. Uyuşturucu kaçakçılarının kendilerine teslim edilmesini istedi. Yine Romanya sorumlusu Cemal (K) 'un bu tip faaliyetleri açıktan yaptığını, kendilerini dinlemediğini ve görevden alınmasını istediler. Biz zaten bir hafta önce Cemal (K) görevden almış yerine Cizreli olan Çektar (K) geçici olarak görevlendirmiştik. Bu konuya memnun oldu…” şeklinde yaptığı bilgilendirme de örgütün Roman devleti ve İstihbarat güçleri ile olan bağlarını ortaya koymuştur. 

Örgütün Avrupa sorumlusunun İstihbarat görevlisi ile görüşmesinden sonra Bükreş’e yakın bir noktada örgüte ait bir kampın kurulmasına izin çıkmıştır. Örgüt sorumlularından Ramazan Dirîbaş tarafından aylığı 800 DM’a kiralanan bu çiftlik Bükreş havaalanının 20 Km kuzeyinde ana yol üzerinde bulunan bir yerde konuşlu bulunmaktadır. Bu kampta ilk olarak 1997 Nisan ayında siyasi eğitim çalışmalarına başlanmış, uzun bir dönemde 
devam etmiştir. 

Bu kamptaki eğitim ile ilgili olarak P. A. Adlı bayan militanla yapılan mülakaatta; “…1997 yılında bir şahıs beni havaalanı çıkışında alarak Bükreş'te PKK örgütünün bürosu olarak kullanılan bir eve götürdüler. Bu evde Jiyan kod ve Dilan kod isimli örgüt mensupları da burada bulunmaktaydı. Bu evde bir hafta kadar kaldıktan sonra Bükreş'in dışında bulunan bir çiftliğe ismini bilmediğim bir erkek şahıs bizleri araba ile götürdü. Burada Mehmet Kod isimli bir örgüt mensubu tarafından 
burada bulunan toplam 20 kadar yeni katılan örgüt mensubuna siyasi eğitim verilmekteydi… Bu eğitim kampında (3) ay kadar siyasi eğitim gördükten sonra gelen bir talimat doğrultusunda Yunanistan'ın Atina şehrinin dışında bulunan PKK örgütünün kampına katılacağım bildirildi…” şeklinde eğitim alındığını belirtmiştir. 

Çiftliğin kiralanmasından yaklaşık 15-20 gün sonra Romanya polisi bu çiftliği baskın düzenleyerek bir kısım örgüt militanlarını gözaltına almıştır. Baskının akabinde Romanya istihbaratı duruma müdahale etmiş ve gözaltına alınanlar serbest bırakılmış, faaliyetler de kaldığı yerden devam etmiştir. 

Örgüt yönetimi ve Romanya istihbaratı arasında yapılan ikinci toplantıda, Romenler, örgütün Doğu ve Güneydoğululardan para almasında bir sakınca olmadığı ama diğer Türk vatandaşlarından alınmamasını istediklerini ifade etmişledir. Bu dönemden sonra Türkiye'nin batısından gelen vatandaşlardan para istenme olaylarında büyük düşüş yaşanmıştır. 

Yine PKK Romanya yapısı Türkiye’deki HADEP ve MKM gibi kurumlarında finansmanını sağlamakla görevlendirildiğinden, bu kurumların yöneticileri zaman zaman Romanya’ya giderek, örgütten maddi destek almışlardır. Bu kurumlarla parasal ilişkiyi ise Hoca Kod adlı militan takip etmiştir. 

1998 yılında PKK Balkanlar örgütlenmesi; 

CAHİT (K) (Balkanlar Sorumlusu) 
SERDAR (K) (Eğitim Sorumlusu) 
CEVDET(K) (Dış ilişkiler Sorumlusu) 
AHMET (K) (Metropol ve Bombacılar Sorumlusu) 
FAİK (K) Suriyeli (Bomba Eğitim Sorumlusu) 
MAHİR (K) (DHP Sorumlusu) şeklinde oluşturulmuş olup, Cahit Kod’un sonrasında sorumluluğa Mahir Kod F.D. getirilmiştir. 

 Mahir Kod’un Balkanlar sorumluluğuna getirilmesinden sonra Eğitim Faaliyetleri Genel Sorumluluğuna Serdar Kod, DHP Sorumluluğuna Ilgaz Kod, Eğitim Sorumluluğuna Cemal Kod getirilmiştir. Mahir Kod’un 
Karedeniz sorumluluğuna atanmasının akabinde Balkanlar sorumluluğuna Necmi Kod Mehmet Tandoğa getirilmiştir. 

Romanya’daki faaliyetler örgütünde beklediğinin çok ötesinde olumlu neticeler verirken, Bulgaristan faaliyetlerinde de artış gözlemlenmiştir. Bulgaristan’da faaliyet gösteren Milliyetçi Bulgar Partisi ve kurumları da salt Türkiye düşmanlığı nedeniyle PKK’yı destekleyerek ülkelerinde faaliyet göstermelerine yardım etmişlerdir. 

B. M. Bulgaristan’daki faaliyetlerle ilgili yapılan mülakaatta; “…Romanya’daki bu dernekte benim gibi isimlerini hatırlamadığım (5) yeni katılım örgüt mensubu daha vardı. İki gün bu dernekte kaldıktan sonra (6) yeni katılım ile birlikte tren ile Bulgaristan'a gittik. Bulgaristan'a sahte Bulgar pasaportu ile gittik. Bulgaristan'ın başkenti Sofya'da örgüte ait 
bir milis bizi karşılayarak örgütün kullanmış olduğu bürosuna götürdü. Büronun sorumlusu Roni Kod isimli bir bayandı. Yaklaşık 15 gün kadar bu büroda kaldık…” şeklinde bilgilendirmede bulunmuştur. 

Yine Romanya PKK terör örgütüne bağlı olarak çalışan ve Romanya'dan gönderilen Moldovya ve Macaristan ülkelerinde de örgütün birer temsilcisi bulunmaktadır. Bu temsilciler bulundukları yerlerdeki doğu kökenli vatandaşlara ve öğrencilere PKK terör örgütünün propagandasını yaparak örgüte sempatizan ve eleman kazandırma faaliyetlerini yürütürmüşlerdir. 

PKK/YCK örgüt mensubu M. Y. ile yapılan mülkaatta; “…Romanya'nın Bükreş şehrine gittim. beni Bükreş havalimanında Savaş kod markasını bilmediğim başka bir araba ile karşıladı ve beni Bükreş şehrinde başka bir eve götürdü. Burası ikinci katta bulunan başka bir örgüt evine getirdi. Sonra Savaş kod beni alarak otobüs ile Moldovya'ya götürdü. Orada da yine 6. katta bulunan bir eve geldik, burada Mahir Kod, Erkan Kod ve isimlerini hatırlayamadığım iki militan daha vardı. Ben yine Kemal Kod adını kullanmakta idim ve burada 15 gün süre ile siyasi eğitim gördüm, eğitmenliği Savaş ve Erkan kod yaptılar. Ders olarak Kürdistan   Tarihî-Sosyalizm-İdeoloji-Önderlik Gerçeği -Katılım Sorunu isimlidersleri gördük. Eğitim sonunda ben tekrar Savaş Kod Erkân Kod ile birlikte tren ile Bükreş şehrine geldik…” beyanlarında bulunarak Moldovya’da da o dönem faaliyet 
yürütüldüğünü ortaya koymuştur. 

1997-98 Türkiye’de PKK Faaliyetleri 

Tarihler 24 Ocak 1997’yi gösterdiğinde Midyat’ta dağlık bölgeden geçen Kerkük - Yumurtalık Petrol boru Hattı bomba ile 4. kez havaya uçurulmuştur. Bu tür saldırılar devam ederken, 14 Mayıs 1997’ye gelindiğinde Türk ordusu, PKK terör örgütüne karşı Kuzey Irak’a 50 bin asker ve birçok korucu ile “Çekiç Harekâtı” adı altında dev bir operasyon gerçekleştirmiş ve bu operasyonlar sonucunda PKK’nın kalesi olarak bilinen birçok kamp ele geçirilerek imha edilmiştir. 

Bu operasyon sonucunda örgüt mensubu ölü ve yaralı yakalanmış, ayrıca 300 bine yakın hafif silah mermisi, 119 ağır silah, 3373 ağır silah mühimmatı, 421 ton yiyecek ele geçirildiği ifade edilmiştir183. Bu harekât sürerken 18 Mayıs’ta bir “süper kobra”, 4 Haziranda da “Cougar As 502” tipi helikopter vurularak düşürülmüştür. Bu füzeleri PKK’ya Yunanistan’ın verdiği ortaya çıkarılmış, nitekim bu hususu yakalandıktan sonra PKK’nın ikinci adamı Semdin Sakık’ta doğrulamıştır. 

1998 yılının ilk aylarında, PKK terör Örgütü’ne yönelik TSK operasyonları sürerken, PKK terör Örgütü’nün iki numaralı ismi Semdin Sakık, kardeşi ve iki Peşmerge KDP güçlerine teslim olmalarının akabinde teslim alınarak 
Türkiye’ye getirmiştir. 

1998 yılında terör örgütü birçok ilde silahlı saldırıda bulunurken Bingöl’ün Genç ilçesine bağlı Şehit, Tarlabaşı ve Çetedere köylerinde, köylülere zorla Hint keneviri (esrar) ektirmekten de geri kalmamıştır. 

Örgütün bu yıl içerisinde yapmış olduğu saldırılarda taktiksel olarak değişimler planlanmıştır. PKK terör örgütü, son üç yıldır yapmış olduğu baskınlarda karakolları hedef almasına rağmen, 3 yıl sonra ilk kez alay düzeyindeki tabura yönelik bir saldırı düzenlemiştir. Çelik Harekâtından sonra bazı devlet görevlileri örgütün bittiğini belirtseler de örgüt ”PKK bitti” söylentilerinin doğru olmadığını ortaya koyma adına daha kanlı saldırılara 
girişmiştir. 

Bu dönemlerde diğer bir çalışma tarzı ise mahalli milislerin daha etkin kullanılması olmuştur. Bölgede boşaltılan köyler ile mevsimlik isçi olarak Batı illeri ile Karadeniz bölgesine giden Güneydoğulu vatandaşların arasına milis adı verilen insanlar katılmıştır. Milislerin ikisinin birleşmesinden hücreler oluşturulmuş, bu hücreler kuruldukları yerlerde, metropollerde veya Karadeniz bölgesinde ortam ve lojistik destek arayışına girişmişleridir. 

PKK terör örgütünün Diyarbakır sorumlusu Sait Çürükkaya ile temasa geçen milisler, militanları istenilen bölgelere göndermeye başlamışlar ve milislerle ile militanların birleşmesiyle hücreler cepheye dönüşmeye başlamış ve eylemler artık bu çevrede yapılmaya başlanmıştır. 

1998 yılında, Türkiye’nin terörle mücadeledeki 14 yıllık bölümünde en büyük operasyon olan ve Diyarbakır, Elâzığ, Muş ve Bingöl’ü çevreleyen 16.00 km2’lik bir alanda yapılan “Murat Operasyonuna” 24 general ve 38.500 asker katılmış, bu operasyon sonunda 200’e yakın terörist etkisiz hale getirilmiş ve örgüte ait çok sayıda silah, mühimmat, giyim ve gıda maddeleri ele geçirilmiştir. 

Murat operasyonu asker sayısı olarak çok fazla olmasına karşın, neticeleri itibariyle yeterli sonuçları vermemiştir. Bu denli yüksek meblağlar tutan operasyonların daha caydırıcı sonuçlar doğurması gerekirdi. 

1998 Ateşkes Süreci 

Türkiye’nin PKK terör örgütüne yönelik 90’lı yılların ortalarına doğru geliştirdiği yeni terörle mücadele konsepti ve örgütün faaliyetlerinin kısır döngü şeklinde cereyan etmesi nedeniyle, örgütün lojistik ihtiyaçlarını 
karşılama da sıkıntılar yaşadığı, örgüt militanlarında tekrardan kaynaklı heyacanlarını kaybettikleri ve bununda eylemlerin etkinliğinde olumsuzluğa neden olduğu görülmüştür. 

1998 yılının ortalarına gelindiğinde örgütün askeri anlamda zorluklar içerisine girdiği gerçekliği ve ABD’nin Ortadoğu’da geliştirmek istediği Yeni Dünya Düzeni planı, Öcalan ve örgütü PKK’yı disipline edileceğini göstermiştir. Bu zorunluluğu gören örgüt yönetimi de yeni süreçte yer almak için kısmi değişime gidilmesi gerektiğini anlamıştır. Bunun içinde şiddet hareketlerini kültürel haklar söylemiyle kamufle etme politikasına yönelmiştir. 

Mücadelenin sürdürülebilirliği çerçevesinde ortaya çıkan sorunlar nedeniyle taktiksel bir kış yolu aramaya başlanmıştır. Kürt sorunu çerçevesinde Almanya, Avusturya, Belçika, ABD, Lübnan ve İsviçre’de düzenlenen Kürt sorununa siyasal çözüm konferansları ve dış dünyanın silahlı terörün bitirilmesi noktasında beyanları bu sürecin hızlanmasını sağlamıştır. 

Ortaya çıkan zaruri durum örgütü yeni bir ateşkese mecburi kılmıştır. Ateşkes ilanından önce örgütün destek turları başlamış, SKP üyeleri Avrupa’daki ülkelere ziyaretler gerçekleştirmiştir. Bu amaçla Temmuz 1998 
tarihinde Sürgünde Kürdistan Parlamentosu heyeti tarafından İspanya-Madrid’de Sosyalist İşçi Partisi (PSOE), Birleşik Sol (IU) koalisyonuna, AP üyesi Pedro Marset başkanlığında bir heyete, İspanya’nın ikinci büyük 
sendikası olan İşçi Komisyonlarına (CCOO), İşçi Genel Birliğine (UGT), İspanya İnsan Hakları Kuruluşu Başkanı Juan Serranear ve İspanya Sosyalist Partisinden AP üyesi Fancisca Sauguillo’nun Başkanlığını yaptığı Barış, Silahsızlanma ve Özgürlük Hareketine (MPDL) ziyaretlerde bulunularak, görüşmeler gerçekleştirilmiştir. 

Ayrıca İspanya’nın Bask Bölgesi Otonom Parlamentosunda temsil edilen parti temsilcileri ile de görüşmeler yapılmıştır. İspanyollarla başlayan ziyaret turları Avrupa’nın diğer ülkelerine de yapılarak örgütün ilan edeceği ateşkes için destek istenmiştir. 

Bu amaçla toplantılar ve ziyaretlerin ardından 27 Ağustos 1998 tarihinde Med-Tv de yapılan bir açıklamayla, 1 Eylül 1998 tarihinden itibaren gelişmelere ve şartlara bağlı olan bir ateşkese karar verildiği ifade 
edilmiş ve bir gün sonrada KDP-B’ye karşıda ateşkes çağrılarında bulunulmuştur. 1 Eylül 1998 tarihinde ise tek taraflı ateşkese ilan edilerek, ateşkesin; derinleşen şiddetin ve çözümsüzlüğün ortaya çıkardığı tehlikeli durumu ortadan kaldırmak ve sorunların çözümü için fırsat sunmak için ilan edildiği ifade edilmiştir. 

Ateşkes ilanı nedeniyle yurt içinden ve yurt dışından çok sayıda basın mensubu, bu açıklamaya çağrılarak, açıklama Dünya kamuoyuna duyurulmuş, yine bu ateşkesin silah bırakma değil, silahları geçici olarak 
şartlara göre susturma olarak yapıldığı vurgulanmıştır. 

PKK’da Yeni Stratejik Dönem 

Batılı Ülkelerin etnik Kürtçü örgütlere ve terör örgütü PKK'ya bakış açıları, yaklaşımları ve beklentileri çerçevesinde hareket eden ve ilişki düzeyini belirlenen çerçeveye oturtan bölücü örgütler ve PKK, bu ilişkilerden 
önemli hâsılatlar elde etmiştir. PKK terör örgütü bu tür ilişkilerden azami faydalar sağlamak için gerekli altyapıyı ve mekanizmaları oluşturmuş ve her geçen gün de mevcut altyapıyı ve ilişki-irtibat araçlarını ve kanallarını 
geliştirmeye çalışmıştır. 

Nitekim hemen hemen her ülkede kurulmuş bulunan sosyo-kültürel maskeli demekler, bu derneklerin bağlı bulunduğu ve tüm ülke bazında etkili olan Kürt Dernekleri Federasyonları, bu federasyonların bağlı bulunduğu KON-KURD (Avrupa Kürt Dernekleri Konfederasyonu) isimli Konfederasyon kamuoyu ile direkt teması sağlayan kuruluşlar olarak öne çıkmıştır. 

Öte yandan, Kürdistan Aydınlar Birliği, Kürdistan Hukukçular Birliği, Kürdistan Gazeteciler Birliği, Kürdistan Gençlik Birliği, Kürdistan Kadınlar Birliği, Kürdistan İslami Hareketi, Kürdistan Aleviler Birliği, Kürdistan Yezidiler Birliği gibi mesleki veya dini kuruluşlar, ERNK koordinesinde ve muadili yabancı kuruluşlar nezdinde önemli ilişki ve irtibatlar oluşturmuştur. 

Yine, KON-KURD tarafından 03-04 Temmuz 1998 tarihlerinde Brüksel'de "Türkiye'de İnsan Hakları İhlalleri" ismiyle bir başka konferans gerçekleştiril miştir. Rusya, Ermenistan ve Lübnan'da da benzer toplantılar konferanslar yapılmıştır 

PKK'nın bu faaliyetleri neticesinde örgütün iddiaları, giderek uluslararası kuruluşlar ve birçok çevre tarafından da kabul görmeye başlamış ve bu yönlü olarak içte ve dışta kamuoyu oluşturmuştur. Sözde yargısız 
infazlar, faili meçhul cinayetler, gözaltında işkence/kayıplar, köy yakma/boşaltmalar konularındaki iddiaları başta Batılı ülke yetkilileri olmak üzere, uluslararası birçok resmi/sivil kişi, grup ve kurum ve ülkemizdeki çeşitli sözde liberal-aydın kesimce de sahiplenemeye başlanmıştır. İçte ve dışta sürdürülen bu faaliyetler ülkemizi uluslararası çevrelerde zor duruma soktuğundan, her iddia ülkemize bir baskı aracı olarak kullanılmıştır. 

Kürdistan Gazeteciler Birliği gibi kuruluşlara mensup örgüt mensupları, ulusal veya uluslararası temelde gazetecilerin üye olduğu kuruluşlar ile temas etmiş ve bu temaslar sonucu dikkatleri örgüt çizgisinde oluşturulan 
Kürt sorununa ve PKK'ya çekmiştir. 

Bu Amaçla; 

. Ermeni Davasını Savunma Komitesi ve Sürgünde Kürt Parlamentosu tarafından 29-31 Mayıs 1998 tarihinde Lübnan’ın başkenti Beyrut'ta düzenlenen "Türk Devletinin Bölgedeki Yayılmacı Politikasının Tehlikesi" adı altında düzenlenen konferans, 
. İsviçre'nin Cenevre/Cetigny kasabasında TOSAV (Toplumsal Sorunları Araştırma Vakfı) tarafından 06-07 Haziran 1998 tarihinde düzenlenen "Kürt Konferansı", Almanya’nın Berlin şehrinde bulunan Vanessi Gölü yakınlarında 06-07 Haziran 1998 tarihinde ABD Aspen Enstitüsü ile Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin Friedrich Ebert Vakfı tarafından düzenlenen "Türkiye'nin İç ve Dış Politikasının Geleceği" konulu konferans, 
. Terör örgütü PKK paralelinde göstermekte yürüten NAVEND (Kürdistan Enformasyon ve Dokümantasyon Merkezi) tarafından 27-28 Haziran 1998 tarihinde Almanya'nın Bonn şehrinde düzenlenen konferans, 
. Avusturya'nın başkenti' Viyana'da 02-03 Temmuz 1998 tarihinde Avusturya Kari Renner Enstitüsü ve Avrupa Parlamentosu Sosyalist grubun ortaklaşa olarak düzenlediği "Avrupa'ya Giden Yolda Türkiye ve 
Komşuları İçin Kürt Sorununun Geleceği" adı altında düzenlenen konferans, 
. Belçika’nın Başkenti Brüksel'de 03-04 Temmuz 1998 tarihinde KON-KURD’un düzenlediği "Türkiye'de insan hakları ihlalleri" konulu konferans, 
. ABD’nin başkenti Washington'da faaliyet göstermekte olan Washington Kürt Enstitüsü (Washington Kurdısh Institute-WKI) tarafından organize edilen ve ABD eski Ankara Büyükelçisi olan Morton Abramovvitz'in bir dönem başkanlığını yaptığı Carnegie (Carnegie Endovvment For International Peace) Vakfı binasında 28-29 Temmuz 1998 tarihleri arasında "Kürt Sorununu Çözme Forumu" adı altında bir toplantı gerçekleştirildiği, söz konusu toplantıya ABD Barış Enstitüsünden Pâtrica Carley, CIA eski 
Ulusal İstihbarat Konsey Başkanı Graham Fuller, Tennesse Teknik Üniversitesi öğretim üyesi olan ve PKK elebaşı Abdullah Öcalan ile görüşme yapan Michael Gunter, Diyarbakır eski Belediye başkanı ve DEP eski Milletvekili Leyla Zana'nın eşi olan Mehdi Zana, Stratejik ve Uluslararası Politikalar Merkezi'nden Zeyno Baran ve TOSAV (Toplumsal Sorunları Araştırma Vakfı) Başkanı Doğu Ergil'in de katıldığı konferanslar düzenlenmiştir. 

PKK güdümünde faaliyet gösteren "Kürdistan Hukukçular Birliği" tarafından İsviçre'nin Lozan şehrinde, Lozan Antlaşmasının yıldönümü olan 24-25 Temmuz 1998 tarihleri arasında "Lozan'dan Sevr'e" adı altında, "Kürt Hukuk Konferansı" düzenlenmiştir. Bu konferansta, Kürt halkının Lozan ile dört parçaya bölündüğü fikri ileri sürülmüş ve antlaşmanın iptal edilmesi gerektiği belirtilmiştir. 

ABD’li ve Batı ülkelerin organize ettiği bu toplantı ve konferans serilerinde örgütü cesaretlendirici ifadeler kullanılmış ve PKK’nın Kürt sorunun çözümünde asli unsur olduğu ifade edilmiştir. Batılı güçler Türkiye karşıtı 
her oluşuma destek verirken, ülkemiz kendi tezlerini anlatma gibi gayretinin cılız kaldığı izlenmişti. 

PKK’da Ekonomik Örgütlenme 

Örgüt bir yandan siyasal çalışmalarını yürütürken diğer yandan da ekonomik örgütlenmeye başlamıştır. 
1995 yılı ile birlikte sözde "Uluslaşma-Devletleşme" süreci iddiası doğrultu sunda devlet olmanın özellikleri ve bu özellikleri taşıyabilme amacıyla çeşitli oluşumlar meydana getirilmiştir. 

Terör örgütü tarafından yandaşlarına yapılan propagandalarda, Türk Bankalarına yatırılan paraların Türkiye'nin silahlanmasına katkıda bulunduğu, bu nedenle Türk Bankaları ile ilişkilerin kesilmesi gerektiği 
belirtilmiştir. 

Bu propaganda çerçevesinde örgüt tarafından iktisadi bir kongre oluşturulması, Kürt işadamlarının bir araya gelerek milli bir sanayinin oluşturulması, "Kürt Bankasının” Avrupa ülkelerinin birinde kurulması, bu 
çalışmaların Sürgünde Kürt Parlamentosu üyeleri Ali YİĞİT ve Mehmet TAŞKALE tarafından sürdürülmesi kararlaştırılmıştır. 

Diğer yandan terör örgütü güdümünde Hollanda'da faaliyet göstermekte olan Kürdistanlı Esnaflar ve İşçiler Birliği adlı dernekte, Avrupa ülkelerinde Kürt sermayesini geliştirmek ve uluslararası sermaye piyasasında 
yer edinmek gayesiyle banka kurma çalışmalarına katkıda bulunulmuştur. 

PKK'yı bu dönemde böyle bir kararı almaya iten asıl neden ise örgütün halktan vergilendirme adı altında zorla aldığı paraları aklayacak bir yer bulma isteğidir. Önceki yıllarda yapılan bazı operasyonlarda gerek 
uyuşturucu ticaretinden gerekse de vergilendirmeden elde edilen paralar ele geçirişmiş ve el konulmuştur. Lakin daha sonrada kurulan derneklerin Kürt sermayesi oluşturmak yerine Avrupa’da yaşayan Kürtlerin parasını legal şekilde gasp etmek için oluşturulduğu, bu paraların örgüte de ulaştırılmadan bazı yöneticiler tarafından zimmetine geçirildiği görülmüştür184. 

Abdullah Öcalan'ın Suriye'den Çıkartılması ve Takip Ettiği Güzergâh 

1996’lı yıllara gelindiğinde Öcalan’ın Türkiye’ye yönelik söylemlerinde hissedilir değişimler gözlenmiştir. Öcalan bu yıldan sonra Türk kamuoyuna ve yöneticilerine siyasal işbirliğinden ve muhatap kabul edilmesinden dem vurmaya başlamıştır. 

Özellikle Yalçın Küçük’le yaptığı röportajlarda muhatap alınması ve şartlarının kabul edilmesi durumunda Türkiye’ye gelmek istediğini belirtmiştir. Yalçın Küçük Öcalan ile yaptığı bu görüşmelerde kendisinin cumhuriyetin 75. Yılında Türkiye’ye geleceğini ve cezasını çekmek istediğini belirterek, bu dönemde Öcalan’ında geliş sürecine gireceği mesajını vermiştir. 

Baki Karer bu süreç için; “…Yalçın Küçük, devlet yetkililerine isimleriyle hitap eden çağrılarda bulunuyor, “Apo iyidir, dikkat edin. Sonra daha iyisini bulamazsınız” diyordu. Sonunun yaklaştığını hissettikçe bunalan A. Öcalan, Yalçın Küçük’le yaptığı sohbetleri terapi seansları olarak kabul ediyor, az da olsa rahatlıyordu…” tespitlerinde bulunarak Yalçın Küçük’ün gelişmeler konusunda önceden Öcalan’ı hazırladığını belirtmektedir. 

Öcalan seanslar sonrasında örgütün kuruluşunun 19. yıl kapsamında Med-Tv’de yaptığı konuşmasında; “Ciddi bir çözüme adım atanlarla da; devlet içinde de olabilir, bilmem ta istihbarat içinde de olabilir, ordu içinde de olabilir… Ben o zaman bir Amerikalı gazeteciye söyledim. Clinton’a dedik siz bir şeyler söyler misiniz? Amerikan’ın güç vereceği eğilim, getireceği çözüm; Çevik Bir Paşa etrafında ve Kürt çözümünü de az çok bağrında taşıyan biraz da odur. Ancak bir süre kalıcı olarak gelecek bir iktidar, ister askeriye, ister sivil olsun, ama ben askeriyenin gelmesini istemem ama asker gelirse, bu işi çözme ihtimali yüksektir. Orta Asya boyutuna kadar kapsamlı bir çözüm projesini tartışıyorlar bunlar” ifadeleriyle bürokrasiye mesaj göndererek, yeni gelişecek sürecin ipuçlarını ortaya koyduktan sonra, Türkiye’nin Kuzey Iraklı güçlere güvenmemesi vurgusunu yapmıştır. 

Öcalan bu konuda da; “KDP yedi kocalı Hürmüz gibidir. Sahibi çok. Bir sahibi de Amerika oluyor, güvenilmez. KYB fazla Amerika’yla oynayamaz, Türkiye’yle oynaması zor. Barzani Amerika’yla oynuyor. PKK üzerinde bazı görüş alış verişleri sanırım yapılıyor. Benim vardığım şey, gelişmeler de bunu doğruluyor” ifadelerini kullanarak, Iraklı güçlerdense kendisinin tercih edilmesi gerektiği mesajını vermeye çalışmıştır. 

İddialara göre Öcalan 1998 yılının başında ABD’nin Lübnan Büyükelçiliği ile görüşmeler yaptığı ve Öcalan’a Suriye’de kalamayacağının bildirildiği, Şam’dan çıkması halinde ise kendisine yeni yer bulunacağı  belirtilmiştir 185. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR



***