Fetullah Gülen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fetullah Gülen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Mart 2018 Salı

FETÖ, CIA ve AJANLAR

FETÖ, CIA ve AJANLAR,



Tarık Dağlı
tarikdagli@yahoo.com



Fetullah Gülen ABD’ye CIA koruması ile yerleşmişti. Bu sıkı ilişki hep reddedildi. Ancak büyük elçilerin tavırlarından deşifre olan ajanların itiraflarına kadar birçok gelişme FETÖ’nün bir CIA projesi olduğunu kanıtlar nitelikte.

“CIA’den tam otuz yıl önce emekli oldum. Beş yıldır Türkiye’ye ayak basmadım. 15 Temmuz’da Kanada’daydım. İslamcı hareketler içinde ABD’ye bir güvenlik tehdidi teşkil edecek son hareket Gülen’inki. Washington’da hiç kimse Gülen’in bir ‘güvenlik tehdidi’ ya da ‘terörist’ olduğuna inanmamıştır. Darbenin Gülen’in talimatıyla gerçekleştiğinden daha da kuşkuluyum (Hizmet gibi 2 milyon üyesi bulunan bir hareket içindeki Gülenci bir avuç subayın amatör bir darbe planında rol alması olmayacak şey değil elbette, ama Erdoğan’dan nefret eden ve darbeyi gönülden desteklemiş olabilecek binlerce Türk subayı var). Hakkını teslim etmek gerekir ki Gülen darbe girişimini en kuvvetli ifadelerle kınadı. Dahası, darbe girişimine kadar Hizmet hareketinin karıştığı tek bir siyasi şiddet söz konusu değil. Tersine, Gülen nereden gelirse gelsin İslam’da şiddeti reddetmiş biri. Erdoğan, giderek buyurganlaşan davranışlarının ve ülkenin kutuplaşmasının bedelini 2019 seçimlerinde ağır ödeyecek. 
Tabii o seçimler adil olursa.”

Yazının Devamı Kriter’in Ocak Sayısında…

http://kriterdergi.com/feto-cia-ve-ajanlar/

FETÖ'cülerin 15 Temmuz darbe girişiminin perde arkasında CIA mi var? MİT'in eski müsteşarının verdiği Fethullah Gülen ve CIA ilişkisine dair bilgiler ibretlik. 

Eklenme Tarihi: 01-08-2016 12:32 - Güncelleme: 01-08-2016 12:32

FETÖ CIA ilişkisi 15 Temmuz darbe girişimiyle birlikte bir kez daha gündemde. Yeşil kart başvurusu CIA başkanının imzasını taşıyan Fethullah Gülen, 
ABD örgütünün baş ajanı olarak görülüyor.

http://www.internethaber.com/fethullah-gulen-ciain-bas-ajani-mitci-anlatti-1703454h.htm

***

26 Kasım 2017 Pazar

Gülen ve Gulâm ya da FETÖ ve Kâdiyânîlik Benzerlikleri,


Gülen ve Gulâm ya da FETÖ ve Kâdiyânîlik Benzerlikleri,


Fethullah Gülen, Haçlıların işgalinin kötü bir şey olmadığını söyledi. Haçlılara övgüler dizen terörist başı Fetullah Gülen, Haçlı işgalinin kötü bir şey olmadığını, Haçlıların kadınlara ve kızlara ilişmeyeceğini iddia etti. Kadıyanılığın kurucusu Mırza Gulam Ahmet, İngilizler, yeryüzünde Allah’ın gölgesidir. Onlara itaat lâzımdır. İslâm dünyâsını ancak İngilizler kurtarabilir. Müslümanlıkda cihâd vardır. Fakat, top ile, kılıç ile değil, nasihat ile, irşâd iledir. Kan dökmek, can yakmak yoktur, soğuk harb vardır.” demişti.Gülencilik ve Kadiyanilık Haçlıların hizmetinde İslam içerisine sokulan sapkın fırkalardır.Gülen ABD’nin yeşil kuşak projesine Gulam Mırza Ahmet İngiliz sömürgeciliğinin Pakistanda işbirlikçisiydi. 
Fetullahcı Terör Örgütü 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsüne kadar çok farklı isimlerle anılmış, kimi zaman dinî bir cemaat, kimi zaman da eğitim odaklı bir hizmet hareketi olarak tanımlanmıştır. Söz konusu tarihten sonra ise hem devlet hem millet nezdinde “terör örgütü” tanımlaması sübut bulmuştur. Diğer taraftan, Fetullah Gülen adlı terörist başının sözde vaaz türü konuşmalarında ve yazılarında her şeyden çok dinî referanslara başvurması sebebiyle FETÖ’nün dinî düşünce yapısı ve paradigması hakkında da çok çeşitli değerlendirmelerde bulunulmuştur.  

  Bu konuyla ilgili en isabetli değerlendirmelerden biri, FETÖ’nün farklı dinî hareketler, ekoller, gruplar ve tarikatlara ait unsurların birbiriyle harmanlanıp bağdaştırıldığı senkretik ve melez bir teolojiye sahip olduğudur. Zira gerek dinî referans sistemi gerek örgüt hiyerarşisi itibariyle FETÖ İslam mezhepler tarihinde Haşîşiyye, Fidâviyye ve Melâhide gibi sıfatlarla anılan Nizârî İsmâiliîlik’ten, Hıristiyan gelenekteki Opus Dei ve Cizvitler gibi tarikatlara özgü birçok özelliği kendine uyarlamış bir organizasyondur.FETÖ, 19. yüzyılın sonlarında Mirza Gulâm Ahmed (ö. 1908) tarafından Hindistan’ın Kâdiyân şehrinde kurulan ve Kâdiyânilik diye anılan siyasî ve dinî karakterli bir hareketle de birçok yönüyle benzeşir niteliktedir. Gulâm Ahmed kurduğu hareketi Hz. Peygamber’in ismine işaret etmek üzere Ahmediyye diye isimlendirmiştir. Bu sebeple hareketin mensupları ile Batılılar Ahmediyye ismini kullanmayı yeğlerken, Sünnî Müslümanlar bu ismin Gulâm Ahmed’e delalet ettiğini ileri sürerek Kâdiyânîyye ismini kullanmayı tercih etmişlerdir.  14. asrın müceddidi (!)Gulâm Ahmed, Hindistan’da Pencap eyaletinin Gurdâspûr bölgesinde küçük bir kasaba olan Kâdiyân’da 1835, 1839 veya 1840 yılında doğdu. Küçük yaşlardan itibaren Kur’an-ı Kerim, Arapça ve Farsça tedrisatına başlayan Gulâm, mantık ve felsefe derslerinin yanı sıra babasından da hekimlikle ilgili bilgiler öğrendi; ardından babası tarafından 1864’te Siyalkût’a gönderildi. Siyalkût’ta Hıristiyan misyonerlerle kurduğu temas sayesinde Hıristiyanlık hakkında da bilgi sahibi olan Gulâm daha sonra babasının isteği üzerine 1868’de Kâdiyân’a döndü. Memleketine döndükten sonra inzivaya çekilip Kur’an, tefsir, hadis alanında ve diğer dinlerle ilgili çalışmalara başladı. 

  Bu dönemde ilâhî vahye mazhar olduğu iddiasında bulundu.1885’de kendisinin hicrî 14. asrın müceddidi olduğunu da ilan eden Gulâm, 1888’de Allah’ın kendisine taraftarlarından biat almasını ve ayrı bir cemaat oluşturmasını emrettiğini belirtti. Nihayet 1891 yılında mazhar olduğu vahye(!) istinaden Hz. İsa’nın diğer peygamberler gibi tabii bir ölümle öldüğünü, kendisinin Muntazar Mehdi ve Mesih olduğunu iddia etti.Kâdiyânîlik zaman içerisinde Kâdiyân Ahmedîleri ve Lahor Ahmedîleri olmak üzere iki kola ayrıldı. Hareketin Mirza Beşîrüddin Mahmud Ahmed önderliğindeki Kâdiyân kolu Gulâm Ahmed’in gerçek anlamda nebî olduğu iddiasından hareketle buna inanmayanların kâfir olduğunu ileri sürdü. Mevlana Muhammed Ali’nin önderliğindeki Lahor kolu ise Hz. Peygamber’in son nebî/rasul olduğunu, ondan sonra gerek hakikî gerek mecazî anlamda hiçbir nebînin gelmeyeceğini ifadeyle Gulâm Ahmed’in gerçekte bir müceddit ve mehdi olduğunu savundu.Geniş mezheplilikFETÖ elebaşı Gülen de tıpkı Gulâm Ahmed gibi hareket mensuplarınca kültleştirilmiş bir kişiliktir. Buna göre Gülen mutlak hakikati temsil ettiği iddiasıyla modern çağın aydınlatıcısı olduğuna inanılan, olağanüstü güçlere sahip olduğu savlanan ve hepsinden öte kâinat imamı gibi sıfatlarla ilahi kurtarıcı (mehdi-mesih) olarak algılanan bir şahsiyettir. Gülen Allah’la konuşmak, rüya yoluyla Hz. Peygamber’le istişarede bulunmak gibi hezeyanlarla kendisine ilişkin bütün bu vehimleri pekiştirmekte ve bu sayede hareket mensupları arasında itaat ve sadakat duygusunu perçinlemektedir.FETÖ ile Kâdiyânilik arasındaki bir diğer benzerlik, her iki hareketin de kelam ve fıkıh alanında sözde Ehl-i Sünnet’e sadakat söylemine sahip olmasıdır. Kâdîyânîk Gulâm Ahmed’le ilgili nübüvvet iddiası, kılıçla cihadın reddedilmesi ve Gulâm’a inanmayanların kâfir sayılması gibi heretik görüşler hariç, Allah, ahiret, kader gibi konularda Ehl-i Sünnet itikadını benimsediği iddiasındadır. Hatta kendi ifadeleriyle Kâdiyânîler Rasûlullah’a gönülden bağlı, İslâmî emirlerin tamamına riayet eden Sünnî Müslümanlardır. Gülen ve FETÖ mensupları da söylem düzeyinde Ehl-i Sünnet anlayışına sadakat iddiasındadır. FETÖ’nün Sızıntı ve Yeni Ümit gibi dinî içerikli dergilerine göz atıldığında, dinî meselelerde geleneksel Ehl-i Sünnet anlayışına bağlılığı esas alan bir yayın politikasına sahip olduğu sonucuna ulaşılır. Buna mukabil dinlerarası diyalog gibi konular söz konusu olduğunda, Ehl-i Sünnet şöyle dursun, Mutezile ve Şia gibi fırkaların itikadi sistemlerinde dahi kabul görmeyecek bir geniş mezheplilikle karşılaşılır. Bu durum, FETÖ’nün sosyal ve siyasal şartların değişmesine bağlı olarak kendini yeniden yapılandırıp yeniden tanımlaması ve yeni fırsatlar oluştukça hiçbir fırsatı kaçırmaması gibi karakteristik bir özelliğe sahip olmasıyla açıklanabilir.

Kâdiyânîlik Hint alt kıtasındaki işgalci İngiliz hükümetine sadakat politikasıyla tanınan bir harekettir. 

Nitekim Gulâm Ahmed, İngilizlere bağlılığını dile getirip adalet ve iyilik yıldızı olarak gördüğü kraliçenin duacısı olduğunu açıklayan iki eser telif etmiştir. Buna benzer şekilde Gülen de 1998 yılında Papa II. Jean Paul’e sunduğu mektupta,    “ Papa VI. Paul cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. ” demiş, ayrıca 1990’lı yıllarda Nevval Sevindi’ye verdiği bir röportajda Amerika Birleşik Devletleri hakkında şunları söylemiştir: “ Eğer gönüllü kuruluşlar küresel birleşimi sağlamak maksadıyla dünyanın değişik yerlerinde okul açıyorlarsa, bu kuruluşların ABD ile çatışma içinde olması halinde bu projelerin gerçekleştirilmesi mümkün olmayacaktır. ABD hala dünya Liderliğini elinde tutan ülkedir.” Kâdiyânîlik ile FETÖ arasındaki bir diğer önemli benzerlik cihad anlayışında kendini gösterir. Kâdiyâniliğe göre Gulâm Ahmed hem Hz. Muhammed’in hem İsa’nın ruhunu taşıdığı için barışçıdır: Cihadını kılıçla değil tebliğle yaparak İslam’ı yayacaktır. Gülen de 1998 yılında Aksiyon dergisine verdiği bir mülakatta cihadı, “ Kâmil insan düzeyine ulaşma çabası ” ve “ Nefsânî duyguların disiplin altına alınması ” şeklinde tanımlamış, Prophet Mohammad as Commander (Komutan Olarak Hz. Muhammed) adlı eserinde ise “Küçük cihaddan büyük cihada (nefisle cihada) dönüyoruz” şeklinde hadis diye nakledilen ve fakat gerçekte tâbî sözü olan meşhur rivayete de atıfta bulunarak İslâmî hedeflerin ancak İslâmî vasıtalar ve yollarla gerçekleştirileceğini savunmuştur. İşbu yumuşak bakış ve anlayış doğrultusunda ABD’deki 11 Eylül saldırısını derhal kınamış; buna mukabil 15 Temmuz 2016 gecesi gözünü kırpmadan kendi devletine ve milletine darbe teşebbüsünde bulunmuştur. Tıpkı FETÖ gibi Kâdiyânîler de İngilizlerin Hindistan’da binlerce Müslümanın kanına girmesine seyirci kalmış, hatta belki de ellerini ovuşturmuşlardır.Küresel ölçekli faaliyetlerFETÖ ile Kâdiyânilik arasındaki dikkat çekici benzerliklerden biri de, küresel ölçekli faaliyetler ve yayılmacı politikalarda kendini gösterir. Kâdiyân Ahmedîleri’nin internet üzerindeki yayın organına göre bu hareketin şimdiye kadar yerleştikleri ve merkez kurdukları ülkelerin sayısı 207, dünyadaki merkezlerinin sayısı 1869, şimdiye kadar değişik dillerde yayınladıkları Kur’an-ı Kerîm meallerinin sayısı 69, “Humanity First” adlı acil yardım kuruluşunun resmi olarak kaydedildiği ülkelerin sayısı 23, bütün dünyada insanlığa hizmet amacıyla kurulmuş olan hastanelerinin sayısı 12 ülkede 36; dispanserlerin sayısı 55 ülkede 650; sadece Afrika’da harekete ait matbaalarının bulunduğu ülkelerin sayısı 8; yuva, ilkokul, ortaokul ve liselerini kurdukları ülkelerin sayısı 11 okulların sayısı 505, inşa ettirdikleri cami sayısı 15 binin üzerindedir. Sadece 2006 yılında inşa ettirdikleri cami sayısı 169’dur. Bütün bunların yanında Maneviyat (Müslüman Ahmediye Cemaati Türkçe Dergisi) adlı Türkçe bir dergi de çıkaran hareketin Muslim Television Ahmadiyya International adlı uluslararası TV kanalı da bulunmakta ve kanalın programları muhtelif dillerde izlenebilmektedir.  Bilindiği üzere FETÖ de yurt, dershane, üniversite, süreli yayın, sivil toplum kuruluşları, gazete, televizyon ve finans kuruluşları gibi çok çeşitli faaliyet alanlarıyla 170 ülkeye sızmış bir örgüttür. Gülen’in 1999’da Türkiye’den ayrılıp Amerika’ya yerleşmesi ve hareketin tüm faaliyetlerini buradan sevk ve idare etmesi ile Kâdiyânîliğin de kendi faaliyetlerini daha ziyade Avrupa ve Amerika üzerinden yönetmeleri de iki hareket arasındaki bir diğer müşterek özelliktir.Bütün bu benzerliklere rağmen devlet kurumlarına sızmak, sınav sorusu çalmak, terör örgütleriyle işbirliği yapmak ve darbe girişiminde bulunmak gibi cürümleri dikkate alındığında FETÖ’nün Kâdiyânîliğe nispetle çok daha tehlikeli bir hareket ve örgüt olduğu, dahası şer kariyerleri mukayese edildiğinde Kâdiyâniliğin FETÖ’nün eline su dökemeyeceği rahatlıkla söylenebilir. 
Haçlı Emperyalizmin hizmetkarı Fetöcülük ve Kadiyanilikle İslam dünyasının Mücadele etmesi şarttır.

Pakistan Parlamentosu; 7 Eylül 1974 tarihli kararıyla Kâdıyânîleri, “İslâm dışı azınlık” olarak îlân etmiştir. Pakistan’ın şehîd devlet başkanı Ziyâül-Hak da dış güçlerin maşası olan Kâdiyânîlerle çok mücâdele etmiş, Pakistan’ı karıştırmalarına mâni olmuştur. 

Fetöcülükte Türkiye’de İslam dışı ilan edilmelidir.

http://www.umrandergisi.com/u/umran/pdf/269-1483364250.pdf


***

14 Temmuz 2017 Cuma

28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ MİLLİ GÜVENLİK KURULU TOPLANTISI, BÖLÜM 10


  28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ MİLLİ GÜVENLİK KURULU TOPLANTISI, BÖLÜM 10

 (İDDİA 51 üzerinde “Hiçbir işlem yapılmayacak” notu var.) 

 İDDİA 51 Refah Partisi, yılbaşı kutlamalarına alternatif olarak “fetih gecesi” olarak isimlendirilen kutlama günleri düzenlemek suretiyle irticai duyguları güçlendirmeyi, toplumda var olan müşterek değerleri ortadan kaldırmayı ve insanları çağdaş yaşamdan soyutlamayı amaçlamaktadır. (Sayfa 56-57) 

 CEVAP 51: Doğrudur. 

 (İDDİA 52 üzerinde “Başbakanlık” notu var.) 

 İDDİA 52: Rize Milletvekili Şevki YILMAZ, çeşitli irticai grupların toplantılarına katılmakta, laiklik, ırk ve dil konularında sahip olduğumuz ulusal değerleri yıpratmaya gayret sarfetmektedir. (Sayfa 56-57) 

 CEVAP 52: Doğrudur. Bu çeşit beyanda bulunanlar hakkında Cumhuriyet Savcılarının daha aktif harekete geçmeleri gerektiği konusunda Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından Başbakana yazılan yazı örneği ektedir. 

 (İDDİA 53 üzerinde “Hiçbir işlem yapılmayacak” notu var.) 

 İDDİA 53: Gelişmiş G-7 ülkelerine karşı, “Müslüman Sekizler” olarak isimlendirilen bir ekonomik birlik kurma projesi, son aşamada tesisi öngörülen “İslami Birliği” alt yapısının temel taşı olarak kabul edilmekte bu yaklaşımla islami örgütlenme çalışmaları kuvvetlendirmek ve genişletilmek istenmektedir. (Sayfa 58) 

 CEVAP 53: Doğrudur. Sadece ekonomik konularda değil, bazı radikal İslam ülkeleriyle savunma işbirliği anlaşması arayışları da sürdürülmektedir. 

 Bu nedenlerle Anayasanın 11 inci maddesinde Milli Güvenlik Kuruluna verilen görev ve yetkiler dikkate alınarak bu hususların Kurulca Hükümete bildirilmesi gerekmektedir. 

 (İDDİA 54 üzerinde “ Hiçbir işlem yapılmayacak ” notu var.) 

 İDDİA 54: MİT Müsteşarlığı; halihazır durumu ile bu hayati görevi yeterince yerine getirememektedir. Bu göreve siyasi etkilerden uzak kalabilecek bir kişinin atanması milli menfaatlarımız açısından önem taşımaktadır. (Sayfa 64) 

 CEVAP 54: Konunun değerlendirilmesi Sayın Cumhurbaşkanımızın tensiplerine maruzdur." 

 Cumhurbaşkanlığı genel Sekreterliği bürokratları tarafından yapılan bu inceleme çalışmasında; Genelkurmay Başkanlığının brifinginde yer alan bütün iddiaların ayrıntılı şekilde incelendiği, bu iddialar çerçevesinde Başbakanlık ve Bakanlıklarla çeşitli yazışmalar yapıldığı görülmektedir. 

 Çalışmada; “Refah Partisi Batman Milletvekili Musa OKÇU’nun PKK terör örgütü ile ilişkisinin tespit edilerek Savcılığa intikal ettirilmesi” ve “Fetullah Gülen grubunun eğitim faaliyetlerinin takip edilmesi” hususlarında, o dönemde başında bir Orgeneralin bulunduğu, MGK Genel Sekreterliğine doğrudan görev verildiği dikkat çekmektedir. Bu tutum, o dönemde Cumhurbaşkanlığı bürokrasisindeki anlayışının anlaşılması bakımından önem arz etmektedir. Brifingte yer alan, 
“RP, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na yandaşı olabilecek bir adayı seçtirmek için çaba sarf etmektedir” iddiasına cevaben, “17 Ocak 1997 tarihinde seçilen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural SAVAŞ da görevini en iyi şekilde yerine getirecek bir kişidir” denilmesi, adı geçen Başsavcının, bir süre sonra, Refah Partisi’nin kapatılması için hazırlanacak olan iddianameyi hazırladığı bilinmekte dir. 

 Cumhurbaşkanlığı Süleyman Demirel Arşivi’nde, 17 Ocak 1997 tarihli bu Brifing hakkında, 
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Necdet SEÇKİNÖZ tarafından yapılan inceleme sonuçlarına ilişkin on sahifelik bir başka çalışma daha mevcuttur.164 

Cumhurbaşkanı DEMİREL’e arz edildiği tespit edilen bu belgenin son bölümüne, el yazısıyla, Genel Sekreter Necdet SEÇKİNÖZ tarafından aynen şu notun 
düşüldüğü görülmektedir. 

“SAYIN CUMHURBAŞKANIM, BANA VERMİŞ OLDUĞUNUZ RAPORU DİKKATLE 
OKUDUM. RAPORDA BAHSEDİLEN OLAYLARDAN BİR KISMI MÜBALALI OLMAKLA BERABER DOĞRU OLANLARI DA BÜYÜK NİSBETTEDİR. BU OLAYLAR ÜLKEMİZİN VAHİM BİR NOKTAYA GELDİĞİNİ GÖSTERMEKTEDİR.” 

Bu çalışmada, özetle, şu hususlar yer almaktadır: 

“Müslümanlıkla laikliğin bir arada olamayacağı propagandası yapan basın yayın kuruluşları, vakıf, dernek gibi sosyal organizasyonların faaliyetlerinin takip edilmesi, bu gibi oluşumlara göz açtırılmaması, faaliyetlerini artıran Hizbullah, Tevhit, Mazlum-Der, Müslüman Gençlik, İBDA-C, İslami Hareket gibi radikal islami gruplara karşı görevlilerin dikkatinin çekilmesi ve gerekli tedbirlerin alınması, bu grupların kamu kurum ve kuruluşlarında, yargı organlarında 
kadrolaşmalarına imkan verilmemesi, bilhassa yurt işletmelerinde tedbir alınması, gerekirse yurt işletmeciliğinin ruhsata veya müsaadeye bağlanması, radikal İslamcı ve tarikatçıların Türkiye’yi İran benzeri islam köktendinciliğine ve fanatizmine dayalı şeriat devleti haline getirmesine müsaade edilmeyeceğinin kesin bir dille ifade edilmesi, şeriatçı kesimin 1995 genel seçimlerinde birinci parti olmasına rağmen meclis başkanının üçüncü partiden seçilmesi ve hükümetin kuruluşunda bu cereyanın dışarıda bırakılmasının aydın kesimlerin başarısı olduğu, radikal dinci akımın her tarafta olduğu gibi yasama organında da etkili olmak için TBMM toplantılarına büyük bir disiplin içinde devam ettiği, bu akımın ortağını (DYP) kendisine mahkum etme politikası yürüttüğü, bu partinin 
(DYP) bakanlarının koalisyon ortağı partinin (RP) kendi görev sahalarına müdahale edilmesine karşı çıkmaları gerekmektedir.” 

Çalışmanın, “Hükümete Bildirilmesi İstenen Konular” başlığı altında; 

“BU KONUDA DYP BAKANLARININ DİKKATİNİ ÇEKMEKTEN BAŞKA YAPILACAK BİRŞEY DÜŞÜNEMEDİM. BU BAKIMDAN RAPORDAKİ BAZI OLAYLARI DA BAKANLARA VERİLMEK ÜZERE AYRICA BELİRTTİM.” denildikten sonra, devamla, “İçişleri Bakanınca kanunen yasak olan faaliyetlere imkan verilmemesi, Milli Gençlik Vakfı ve benzeri illegal teşekküllere derhal el konulması, aşırı dinci 
örgütlerin dış ülkelerdeki “Müslüman Kardeşler”, “Rabıta” ve “İslami Selamet Cephesi” gibi örgütlerle irtibatlarının çok yakından takip edilmesi, yurt dışı ve yurt içi finansman temin etmelerinin önlenmesi, yerel yönetimlerde “İslam Şuraları” adı altında kurulan örgütlerin teftiş edilmesi ve tedbir alınması, Milli Eğitim Bakanı tarafından İmam Hatip Okullarının sıkı kontrol altında tutulması, aşırı dinci örgütlerin okul, yurt, burs verme gibi yöntemlerle taraftar toplamaları na izin verilmemesi, şu anda sadece Kırıkkale Üniversitesinde mevcut olan yuvalanmanın dağıtılması” hususları yer almaktadır. 

“TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİ İLGİLENDİREN KONULAR” başlığı altında, özetle, 
“Devlet kadrolarının işgal edilmesi konusundaki endişelerin henüz büyük boyutta olmadığı, ancak giderek tehlikeli hal adlığı, son tayin mercii Cumhurbaşkanında olan makamlar için endişeye mahal olmadığı, Silahlı Kuvvetlere ve Emniyete sızmaları önlemek için Milli Savunma ve İçişleri Bakanlarının dikkatlerinin çekilmesi, Sayın Cumhurbaşkanının Genelkurmay Başkanlığının Milli Savunma Bakanlığına bağlanması ve YAŞ kararlarının gündemde tutulmasına karşı alenen beyanda bulunması, Kayseri Belediye Başkanının ayaklanmayı teşvik edici sözlerine karşı derhal takibat yapılması” hususları yer almaktadır. 

“MİT’E BİLDİRİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR” başlığı altında, özetle, “TSK ve MİT’e sızmak isteyen kişilere karşı ilgili kuruluşlarca tedbir alınması, Kürt sorununa karşı “Müslüman Kardeşliği” sloganı ile meseleyi sulandıranların dikkatle takip edilmesi, Milletvekilleri Necdet SEÇKİNÖZve Kayseri Belediye Başkanının söz ve hareketlerinin takip edilmesi, haklarında soruşturma açılması durumunda savcılığın derhal harekete geçmesi, 16 Aralık 1996 tarihinde Gölbaşı 
Bayrak Garnizonu içindeki okula alınmayan tesettür kıyafetli bayan öğretmen hadisesinin kimin tarafından yapıldığının araştırılması” hususları mevcuttur. 

“YARGI ORGANLARINA BİLDİRİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR” başlığı altında, 
özetle, “Devlette kadrolaşma sırasında karşı çıkacak ve direnecek memurlara her kesimin yardımcı olması ve bilhassa Danıştay nezdinde teşebbüste bulunulması, Sultanbeyli’de ‘Belediyeyi dışlayarak, ATATÜRK heykeli dikilmesinin Susurluk kazasından daha önemli’ olduğunu söyleyen Sayın Bakanın muhakeme edilmesi gerektiği” hususları yer almaktadır. 

“DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞINA BİLDİRİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR” başlığı 
altında, özetle, “cami görevlilerinin memur statüsüne geçirilmesinin normal olduğu, Diyanet İşleri 

Başkanlığının bu işlere alet edilmemesi için azami dikkat sarfedilmesi, Kuran Kursları açılmasının izne tabi olması ve izin verirken Diyanet İşleri şartlarının 
yerine getirilmesinin dikkatle takip edilmesi” hususları mevcuttur. 

“MEDYANIN DİKKAT ETMESİ GEREKEN HUSUSLAR” başlığı altında, özetle, “medyanın mutaassıp okuyucu veya dinleyicileri etkilemek için yayın yapmaması, TV ve radyolardaki programlara yer alan dinci kesimin sözcülerinin çok hazırlıklı ve bilgili elemanlardan seçilmekte olduğu, buna karşın diğer taraftan seçilenlerin hazırlıksız ve bilgisiz çıkması nedeniyle olumsuz propagandaya yol açıldığı dikkate alınarak sayın Yaşar Nuri ÖZTÜRK gibi bilgili ve ileri görüşlü din adamlarının seçilmesi” hususları mevcuttur. 

1.7. Cumhurbaşkanı Demirel’e sunulan “Türk Silahlı Kuvvetlerinin Cumhuriyeti  Koruma ve Kollama Görevi” başlıklı not: 

 Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği Arşivi’nde yer alan bir belgede, bu brifingi müteakip Cumhurbaşkanı Demirel’e, sözkonusu brifingte geçen 
“Türk Silahlı Kuvvetlerinin Cumhuriyeti Koruma ve Kollama Görevi” başlıklı iki sahifelik bir not hazırlandığı görülmektedir.165 

Hukuk İşleri Kanunlar ve Kararlar Başkanı Kemalettin KAŞİFOĞLU imzalı üç maddeden müteşekkil bu belgede, TSK İç Hizmet Kanunu’nun 2, 35 ve 37’inci 
maddeleri ile TSK İç Hizmet Yönetmeliği’nin 1, 85 ve 86’ncı maddeleri hükümleri zikredilerek; üçüncü maddesinde “Gerek İç Hizmet Kanunu ve gerekse bu 
Kanuna dayanılarak çıkarılan İç Hizmet Yönetmeliği’nin yukarıda yazılı hükümleri nazara alındığında; Türk Silahlı Kuvvetlerinin Cumhuriyete ve Cumhuriyetin 
temel ilkelerine yönelik tehditler karşısında “koruma ve kollama görevi”ni yerine getirmesinin, bu Kurumun görevleri cümlesinden olduğu düşünülmektedir.” 
ifadesi yer almıştır. 

 1.8. MİT’in “İhraç Edilen TSK Mensupları” Başlıklı Raporu: 

Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği Arşivinde, herhangi bir resmi evrak numarası verilmeden, boş bir A4 sahifesi kapağı üzerine, 30/01/1997 notu düşülen “İHRAÇ EDİLEN TSK MENSUPLARI” başlıklı, 9 sahifelik bir başka MİT Raporu daha tespit edilmiştir. 166
Raporun kapak sahifesinde, “İÇİNDEKİLER” başlığı altında; 

“1. Giriş 

2. Milli Görüşçülerin İslamcı Tabanı İknaya Yönelik Arayışları 

3. Konuyu Hukuki Zeminde Savunma Arayışları 

4. İhraç Edilen Personeli İstihdam Çabaları 


 4.1. Belediyeler, Kamu Kurumları ve Özel Sektörde İstihdamına İlişkin Duyum Alınan Şahıslar 

 4.2. İhraç Edilen TSK Mensuplarının Örgütlenme Çabaları 

5. Sonuç ve Değerlendirme” 

 alt başlıkları yer almaktadır. 

Rapor metninde, özetle; 

“Milli Görüşçüler ve F.GÜLEN grubunun TSK’dan uzaklaştırılan askeri personele sahip çıktıkları, bu şahısların İslami cemaatlerin etkili olduğu özel sektör kurumları tarafından işe alındığı, kitapçı, fotoğrafçı gibi müstakil işyerleri açıldığı, Refah Partisi’nin İmam Hatip Lisesi Mezunlarının harp okullarına alınması, dini inançlara saygı gösterilmesi vb. söylemlerinin İslamcı tabanı Refah Partisi çatısı altında toplama gayretlerine katkı sağladığı; ancak ERBAKAN’ın kendi başkanlığında Ağustos ve Aralık 1996 aylarında yapılan YAŞ toplantılarında “irticai nedenlerle ihraç” kararlarının alınmış olmasının ERBAKAN’ın bu imajını zedelediği, eleştirilere uğradığı; bu gelişme karşısında, ERBAKAN tarafından, ‘son YAŞ Toplantısında 200 civarında dindar ordu mensubunun ihraç 
edilmesinin gündemde olmasına karşılık, Başbakan ERBAKAN’ın tepkisi nedeniyle sayının azaltıldığı, ihraç edilen ordu mensuplarına da sahip çıkılacağı’ yönünde açıklama yapılması zorunluluğu hissedildiği, Milli Görüş’ün önemli hatiplerinden Rize milletvekili Şevki Yılmaz’ın partinin politikasında bir değişiklik olmadığını vurgulayarak, “Erbakan’ın önüne çıkan virajlarda yavaşladığını, ancak yolundan kimsenin döndüremeyeceğini” belirtmesinin iktidar için zaaf kabul edilen YAŞ konusunu gündemden düşürme çabası olduğu” öne sürülmektedir. 

Raporda, devamla, “Milli Görüş yanlısı Hukukçular Derneği, MAZLUM-DER ve İslamcı yazarlar tarafından YAŞ’ın işleyiş ve kuruluş mevzuatının tartışmaya açıldığı, konunun Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi açısından incelendiği, YAŞ kararlarıyla sözkonusu personele “yargısız infaz” yapıldığı temasının işlendiği, TSK’dan ihraç edilen subay ve astsubay personelin 
RP’li Belediyelere ve özel şirketlere girdiği” ifade edilmektedir. 

Raporda, ayrıca, “TSK’dan ihraç edilen bir subayın Refah Partisi ANKARA İl Yönetimi Kurulu toplantılarında, ordudan atılan subay ve astsubayların bir çatı altında toplanması maksadıyla kooperatif, dernek veya vakıf kurulması yönünde destek talep ettiği, bu talebin olumlu karşılandığı, diğer taraftan TSK’dan ayrılan şahıslarca Ankara’da İnsani Değerler adı altında bir dernek kurma çalışmaları yapıldığına dair duyum alındığı” belirtilmektedir. 

Raporun sonuç bölümünde, “Refah Partisi tarafından, sözkonusu imaj zedelenmesinin önüne geçmek amacıyla, Milli Görüş yönetim kademelerinin uyguladıkları yöntemlerle, Milli Görüş liderinin Türkiye Cumhuriyetinin geleneksel tutumuna uyma zorunluluğu arasında çelişkiler ortaya çıktığının ifade edilebileceği” ve “bu çerçevede TSK’dan ilişiği kesilen asker personelin örgütlenme çabalarının teşvik edileceği, bu yolla ihraç kararlarının hukuka aykırılığı ve haksızlığı yönünde kamuoyu oluşturma faaliyetleri yürütüleceğinin muhtemel görüldüğü” belirtilmektedir. 

Öte yandan, bu Raporun eklerinde, Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlandığı görülen “YAŞ Kararıyla TSK’dan Atılan ve Refah Partili Belediyelerce İşe Alınan Personel Listesi” başlıklı iki sahifelik bir yazıda ordudan atılan 20 subay ve astsubayın ismi ile konuya ilişkin olarak Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine intikal eden edinilen bilgiler çerçevesinde 9 subay ve astsubay 
isminden oluşan bir liste yer almaktadır. 

Bu çerçevede, “YAŞ kararı ile TSK’den atılan ve refah partili belediyelerce işe alınan personel listesi” ve “diğer kurum ve kuruluşlarca işe alınan personel listesi” başlığı altında ise ordudan atılan bazı subay ve astsubay isimleri yer almaktadır.167 

 Bu rapordan, 28 Şubat toplantısının hemen öncesinde, güvenlik birimleri tarafından, YAŞ Kararlarıyla ordudan ihraç edilen asker personelin Refah Partili Belediyeler ile “İslami gruplara” yakın kurumlarda işe girmeleri konusunun yakından takip edildiği anlaşılmaktadır. 

 1.9. Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarının 1 Şubat 1997 tarihinde Başbakan ERBAKAN’la yaptığı görüşmeye dair tutanak: 

Dönemin MİT Müsteşarının, 28 Şubat tarihli MGK toplantısından önce, 1 Şubat Cumartesi günü, bizzat Başbakan Erbakan’ın evine giderek kendisiyle yaptığı 
görüşmenin Tutanağı168 yer almaktadır. 

Tutanaktan, görüşmenin sebebinin, 28 Şubat MGK toplantısı gündemi olduğu anlaşılmaktadır. 
Tutanakta Erbakan’ın Müsteşara söylediklerinin olduğu gibi aktarılarak, Cumhurbaşkanı DEMİREL’e sunulduğu anlaşılmaktadır. 
Tutanağın orijinalinde, bazı imla hataları ile altı kırmızı kalemle çizilmiş bölümler yer almaktadır. 

Bu Tutanak, olduğu gibi, aşağıdadır: 

 “MGK’nın gelecek toplantısının etraflıca hazırlanması gerekecek. Fevkalade önemli ve nazik bir konu. Deniz Kuvvetleri Komutanımızla bir hafta süre 
görüşülebilse fikirlerinde herhalde değişiklik olur. Türkiye bugün 70 milyon nüfuslu bir ülke. Devlet-Millet kaynaşması gayet önemlidir. Milletimiz 
“Ne güzel Devletimiz var” diyebilmelidir. Demokraside esas olan halktır. Devlet ise arızidir. Bunun tersi doğru değildir. Nitekim, MİT’in başında sivil bir 
Müsteşar olması demokrasinin bir sonucudur. Devlet halka hizmet için vardır. Devlet ben dini hizmetlere karışamam diyemez. Dini hizmetler halka 
hizmetin ayrılmaz bir parçasıdır. Halkın inancına ve tarihine saygı gösterilmesi esastır. Halkımız Müslümandır. o itibarla tarihine ve dinine saygılı olmak 
durumundayız. Dünyanın en kuvvetleri ordularından olan Türk ordusunun gücü de maneviyatından gelir. Şehitlik ve vatan sevgisi İslamın en yüksek değeridir. Nitekim, askerimiz “Allah Allah” diyerek taarruza kalkar. denizcilerimiz besmele çekerek demir atar. savaş gemilerimizin direğinde Kuran-ı Kerim asılı bulunur. Halkımızın inanç ile Devleti benimsemesi gerekir. O zaman Devletimiz daha güçlü olur. Nitekim dinimizde “Vatan sevgisi imandandır” şeklinde bir deyim vardır. 

Oramiral, Başbakanlık konutunda düzenlediğimiz iftar yemeğine yadırganacak bir tutum olarak işaret etti. Biz herkesi kucaklamak durumundayız. 
O iftarda halihazır ve eski Diyanet İşleri Başkanlarımız, üniversite mensubu Profesörlerimiz ve halkın hürmet ettiği şahıslar katılmışlardır. O şahıslar 
yemekte ağladılar. “Çocukluğumuzdan beri hayal ettiğimiz bir husus gerçekleşti. İlk kez bize Devlet sahip çıktı “dediler. Her gün ayrı bir grupla iftar yapıyoruz. 
Pazartesi günü gecekondulardan davet edeceğimiz 3.000 vatandaşımızla iftar yapıp, kendilerine ufak hediyeler takdim edeceğiz. 

İrtica tehlikesi var mı? Müslümanlık tehlikeli olamaz. Yalnız bu alanda öğrenim eksikliği var. İBDA-C gibi neyin kısaltılmış hali olduğu belli olmayan grupların 
silahlı eylemleri varsa, bunlar cahillikten, dinin iyi öğretilmemiş olmasından kaynaklanıyor. Bu gibi grupların dinle yakından uzaktan ilgisi yoktur. 

Varlıklarının nedeni dinin öğretilmemiş olmasıdır. Bu tür faaliyetlerin tedavisi müslümanlığı daha iyi öğretmek ve yaymaktır Devletin, halkın inancına karşı 
çıkmaması gerekir. 

PKK terörü devam ediyor. YUNANİSTAN'ın düşmanca politikaları süreklilik içinde. Bir takım komşularımızın olumsuz tavırları var. Ayrıca RUSYA FEDERASYONU 
dostane değil. Böyle bir durumda gücümüz, halkla beraber olmamızdan gelir. Yöneticilerle Halkın karşı karşıya getirilmesinin hiçbir faydası olmaz. 

Oramiral, ÇİLLER Hanımın "Siyaset dinin hizmetindedir” şeklindeki sözüne de değindi. Aslında bu söz kendisinin değildir. Etrafındaki arkadaşları kulağına 
söylemişlerdir. Aslında doğru bir söz. Devlet ve demokrasi doğru yorumlandığında bu sonuç çıkar. Bu sözü yanlış bir yöne çekmemek gerekir. 

Müslümanlıkla ilgisi olmayan silahlı şiddet eylemlerine tevessül edenlere karşı çıkmak gerekir. Ancak bu yapılırken Devleti halkın dinine karşıymış gibi bir hava 
yaratılmaması gerekir. Yoksa, bu devlete yapılacak en büyük kötülüktür. Halkın Devlete yabancılaştırılmaması gerekir. 

Mesala kıyafet meselesini ele alalım. Kanuna göre herkesin fötür şapka giymesi gerekir. Gümüş motor projesi için yıllar önce ALMANYA'da temas ettiğim 
Almanlar, kiyafetin TÜRKİYE'de kanunla düzenlendiğini öğrenince hayret etmişlerdi. Bugün illa herkese fötür şapka giyeceksin demek demokrasiyle bağdaşmaz. 

Hoşgörülü, özgürlükçü olmak gerekir. İnsanları rahat bırakmak lazım. Bugün, bu meseleleri ortaya çıkarmak Devlet-Millet kaynaşmasına aykırıdır. Bu anlayış. 
Halk Partisi anlayışıdır. Buna karşı bizim anlayışımız garson devlet, gardiyan devlet anlayışıdır. Halk Partisi son seçimlerde %5'lere düşmüştür. Halk artık 
kendisine tahakküm edilmesini istemiyor. Bu böyle olursa Halk Devletinden uzaklaşır. 

İrtica tehlikesi var mı? Tarifler üzerinde durmak gerekir. İrtica, ricat geriye dönmek anlamına gelir. Bugün hiç kimsenin TÜRKİYE'yi geriye götürmeye gücü 
yetmez. Bizi kurtaracak bu ileriye gitme azmimizdir. Köylülerimizin bile gönlünde yatan ileriye gitmektedir. Kim, yeni gelecek teknolojiyi reddeder? Teknik ve 
teknolojide ileriye gitmek herkesin arzusudur. Olmayan şeyin tehlikesi de olmaz. 

Kelimelerden başlamak gerekir. 

Lügat anlamı nedir? Laiklik kelimesinin manası nedir? İlmi ve aklı esas almak, dogmatik ve Skolastik olmamak demektir. 
1949 yılında TCK 163.ncü maddesinin kabulü vesilesiyle Millet Meclisi bir hafta süre ile tartışmış ve sonunda tarifi bulmuştur. İtiraz Demokrat Parti ve 
Millet Partisi'nden gelmiştir. Neticede, "Bazı şeyleri zorla yapmak yasak, biz bunları yasaklıyoruz, yoksa hepimiz müslümanız" denilmiştir. "Kaba softalığı, 
körü körüneciliği, dayatmacılığı yasaklıyoruz, laikliğe karşı gelerek yapılmasını yasaklıyoruz'' denmiştir. Bu konular etraflıca görüşülürse herkesi ikna 
etmemiz mümkündür. Mesela, Cumhurbaşkanlığı seçiminde biz Muhsin BATUR'a oy verdik. 

Neden? 

Bize destek için müracaat ettiğinde. "Sizinle görüşelim" dedik. Üç defa birer saatlik konuşma yaptık. Sonunda Muhsin BATUR. bizim fikirlerimizi benimsedi. 
"Cumhurbaşkanı seçilsem de seçilmesem de bu fikirleri her yerde savunurum" dedi. Ancak, sonra kendi partisi oy vermediği için seçilemedi. 

Laiklik, her türlü inanışa saygı göstermek demektir. Hazırlanacak metni gözden geçireceğiz. Ortaya herkesin kabul edeceği bir metnin çıkması gerekir.” 

Bu tutanağa istinaden, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği tarafından hazırlanan 24.02.1997 tarihli bir notta169, Sayın Başbakanın ifadeleri hakkında bir değerlendirme yapıldığı görülmektedir. Bun notta aşağıdaki hususlar yer almaktadır: 

“Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Anayasanın 14 üncü maddesinde de açıklandığı gibi; Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri; Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak amacıyla kullanılamaz. 

Başta inkılap Kanunları olmak üzere, Medeni Kanun, Ceza Kanunu ve sair tüm yürürlükteki mevzuatlar, Türk toplumunun çağdaş uygarlık niteliğini koruma amacını gütmektedir. 

O sebeple, Cumhuriyetin niteliklerinden ve özellikle laiklik ilkesinden taviz vermek, kimsenin hakkı ve yetkisi içinde değildir. 

Bir kimsenin kimliği, makamı ve bilgisi ne olursa olsun, aklı başında Türk Vatandaşlarının yukarıda belirlenen Cumhuriyet niteliklerinden vazgeçmesi, ülkenin yararına olan ve onu çağdaş dünyanın bir temsilcisi seviyesine çıkaran bu esaslardan taviz vermesi düşünülemez. 

Laiklik bir devlet düzenidir. Ord.Prof.Dr.Ali Fuat BAŞGİL başta olmak üzere çoğunluğa yakın bilim adamları, laikliğin halkın inancının en büyük teminatı olduğunu vurgulamaktadırlar. 

Sayın Başbakan irtica konusunda, “olmayan şeyin tehlikesi olmaz” biçimindeki sözleri ile irticai kesimlerin, yürüttükleri gizli ve planlı kadrolaşma faaliyetleri ile çelişmekte; Aczimendi’ler ve benzeri tarikatlar, Kayseri ve Sincan olayları ile büyük tırmanışa geçen irticai faaliyetleri görmemezlikten gelmektedir. O halde, bunlar bağımsız yargı mercilerince niçin tutuklanmış ve haklarında dava açılmıştır sormak gerekir. 

Bu arada Sayın ÇİLLER’e atıf yapılarak dile getirdikleri ve benimsedikleri “Siyaset dinin hizmetindedir” biçimindeki sözleri; başta Anayasa, Siyasi Partiler Kanunu ve Türk Ceza Kanunu olmak üzere pek çok Yasaya aykırı olduğu gibi, laiklik prensibini de inkar anlamına gelmektedir. Siyasi Partilerin dini siyasete alet etmeleri, kapanma nedenlerinin başında gelmektedir. 

Saygıyla arz olunur.” 

Yukarıdaki belgeden anlaşılacağı üzere, MİT Müsteşarı bağlı olduğu Başbakan’ın laiklik anlayışının Anayasa ve yasalara aykırı olduğunu savunmakta ve bu nedenle Refah Partisi’nin “dini siyaset eden diğer partiler gibi” kapatılabileceğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu tutanağa istinaden, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği tarafından yapılan çalışmada ise Erbakan’ın sözlerinin Anayasa 
ve kanunlar ile laiklik ilkesine aykırı olduğu; bu durumun, Refah Partisinin, dini siyasete alet etmek yoluyla, kapatılabileceği değerlendirilmesi yer almaktadır. 

 11 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,


***

28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ MİLLİ GÜVENLİK KURULU TOPLANTISI, BÖLÜM 5

28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ MİLLİ GÜVENLİK KURULU TOPLANTISI, 
BÖLÜM 5


- Refah Partisi; iktidarın silahla ele geçirilmesi gerektiğinde ihtiyaç duyacağı silahlı gücü yaratma ve silah temin etme yönünde büyük atılımlar göstermekte, 
bu kapsamda hızla silah temin etmektedir. 

- Bu gerekliliği Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe yaptığı tv. konuşmasında " İktidarın birinci timsali silahtır, silah kimde ise iktidar ondadır, Türkiye'de sivil iktidar henüz silaha hakim olamadığı için asker güçlü gözüküyor " demiştir. Refah Partisi bu konudaki ihtiyacını adeta kanıtlarcasına yayınladıkları genelge ile ruhsat verme yetkisini İçişleri Bakanlığı'ndan alarak valilere devretmiştir. 

- Bu kolaylıktan da istifade ile irticai unsurlar; büyük bir hızla otomatik av tüfeği, ruhsatlı ve ruhsatsız seri atışlı tabanca, makinalı tabanca ve piyade tüfeği 
temin ederek hızla silahlanmaktadır. Bugün için Türkiye genelinde ruhsatlı tabanca toplamı 637 bin, ruhsatlı tüfek miktarı 2 milyon 266 bin 456'dır. Ruhsatsız olanların miktarı bu miktarın 2 veya 3 misli olduğu tahmin edilmekte dir. irticai unsurların PKK terör örgütünün oluşturduğu boşluktan, silah ve uyuşturucu kaynaklarından da yararlanarak Güneydoğu ve İran üzerinden önemli miktarda silah ve mühimmat temin ettikleri yolundaki haberler bu konuda yayınlanan kitap ve makalelerde yer almaktadır. Refah Partisi, önündeki en büyük engeli oluşturan TSK.ni yıpratma, parçalama ve çökertme gayretlerini süratli ve etkin bir şekilde gerçekleştirebilmek için, askeri camianın düşünceleri ni, faaliyetlerini ve icraatlarını daha yakından takibe imkan verecek bir istihbarat ağının silahlı kuvvetler bünyesinde teşkili yönünde yoğun gayretler göstermekte ve bu maksatla kendine müzahir TSK’den ayrılan ve/veya halen görevde bulunan subay ve astsubayları kullanmak istemektedir. özetle irticai örgütlerin, kendileri için tek engel olarak gördükleri TSK içine nüfuz etme faaliyetlerine hız kazandırdığı ve bunu Refah Partisi'nin iktidar ortağı olması ile birlikte daha fazla arttırdığı, özellikle genç subay, astsubay ve uzman erbaşları hedef olarak aldıkları gözlenmektedir. 

- Refah Partisi'nin son dönemdeki önemli açılımlarından biriside, kürt sorununa kendi ideolojileri doğrultusunda yaklaşımlarıdır. Anılan parti, tanınan "kürt benliği" olgusundan hareketle, PKK terörüne çözüm olarak “müslüman kardeşliği" ilkesini önermekte bu maksatla Şeyh Osman başta olmak üzere diğer kürt şeyhleriyle irtibata geçmektedir. 

- Bu düşüncesini icraata dönüştürmekte gecikmeyen refah partisi, partisinden ayrı bireysel girişimde bulunduğunu iddia eden RP Van milletvekili 
Fetullah Erbaş’ı; PKK terör örgüt elinde bulunan 6 askeri geri almakla görevlendirmiş ve devletin bugüne kadar yürütmekte olduğu güneydoğu politikasına ters girişimlerde bulunarak ilk kez devletin resmi bir şahsiyetinin, kanlı PKK terör örgütü mensupları ile defalarca bir araya gelmesine, 
onları muhatap almasına ve PKK terör örgütü bayrağı altında belge imzalamasına müsaade etmiştir. 

- Alınan bir duyumdan ise, refah partisi ile PKK terör örgütü arasında ilişki kurulduğu, bu ilişki için Batman milletvekili Musa Okçu'nun görevlendirildiği 
öğrenilmiştir. 

- Ayrıca Refah partisi ile yakın ilişki içinde olan İhlas Haber Ajansı; Bekaa vadisinde PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan ile siyasi içerikli bir röportaj 
yapmış, bu röportajda Öcalan'ın barış çağrısında bulunduğu, siyasi çözüm istediği şeklindeki düşüncelerini dile getirmiştir. İhlas Haber Ajansı tarafından 
yapılan bahsekonu görüşmenin; Refah Partisi'nin yönlendirmesi ve bilgisi dahilinde gerçekleştirilmiş olduğu değerlendirilmektedir. 

- Kamuoyunda kendilerine yönelik olan "Atatürk karşıtı olma" olgusunu, mevcut imkanlar ve ortamlar çerçevesinde yumuşatma ve ortadan kaldırma amacıyla 
"Atatürkçü değiliz ama Atatürk ilkelerini benimsiyoruz" cümlesiyle özetlenebilecek aldatıcı yaklaşımlar sergilenmek suretiyle Atatürkçü kesime, ılımlı mesajlar verilmeye çalışılmakta bu suretle mevcut ortamı yumuşatmayı, vatandaşın kafasında istifham yaratmayı böylece sahip oldukları iktidar ortaklığının ömrünü uzatmayı hedeflemektedir. 

- Nitekim Başbakan Erbakan tarafından başbakanlık konutunda tarikat ve cemaat liderlerine verilen yemeğe, halktan tepki gelmesi üzerine bu kesim, 
Atatürk'ün de şeyhleri mecliste kabul ettiğini ileri sürerek verilen davette yanlış yapılmadığını ve tepkilerin gereksiz olduğunu ileri sürmektedir. 

- Diğer taraftan Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe 18 Kasım 1996 günü bir TV. programında "Erbakan da, ben de Atatürkçü değiliz. 

Ama bunlar Türkiye'de siyaset yapmanın aksesuarıdır" diyerek zihniyetlerini bir kez daha vurgulamıştır. Yine aynı şekilde RP'li bakan Necati Çelik 
‘ Askerlerin Sultanbeyli'de irticai yanlısı belediyeyi dışlayarak Atatürk heykeli diktirmesinin, Susurluk’taki esrarengiz kazadan daha önemli olduğu’ fikrini 
ileri sürmüştür. Refah Partisi, Atatürk ilke ve inkılaplarının bu ülke insanına ait değerlerden kaynaklanmadığını, bunların Yahudi profesörlerin Türk toplumunu
kendi inançları doğrultusunda yönlendirme gayretlerinin ürünü olduğunu ileri sürmek suretiyle, toplumun Atatürk'e olan inanç ve güvencini yıpratmaya, 
Atatürk düşmanlığını körüklemeye ve Atatürk ilke ve inkılaplarının mimarlarının Yahudi'ler olduğunu topluma empoze etmeye çalışmaktadır. 

- Refah Partisi, yılbaşı kutlamalarına alternatif olarak, amacı ve gerekçesi belli olmayan ve "fetih gecesi" olarak isimlendirilen kutlama günleri düzenlemek 
suretiyle irticai duyguları güçlendirmeyi, toplumda varolan müşterek değerleri ortadan kaldırmayı ve insanları çağdaş yaşamdan soyutlamayı amaçlamaktadır. 

- Ayrıca şeriat özlemini her fırsatta dile getiren Rize milletvekili Şevki Yılmaz, çeşitli irticai grupların toplantılarına katılmakta, laiklik, ırk ve dil konularında 
sahip olduğumuz ulusal değerlere ve bu değerlere yönelik toplumda oluşmuşyerleşik kavramlara aykırı açıklamalarda bulunmak suretiyle şeriatçı kitleleri kaynaştırmaya gayret etmektedir. Bu toplantılarda şevki Yılmaz açıkça; "ben Hizbullah'ım", "vatanın yanında yer almakla izzetiniz, şerefiniz ve haysiyetinizin artacağını mı zannediyorsunuz hayır sakın aldanmayın." "Kürtçe konuşuyormuş kardeşim, Lazca, Çerkezce, lisanları yasak etmek gözü kör olmaktır. 
Türkçeyi yaratan evladır. Arapçayı da Türkiye'nin TV.lerinden Fransızca, Almanca, İngilizce haberler okunuyorsa niye benim kardeşim Kürtçe konuşunca 
kıyamet kopuyor. İşte bunlar zulümdür. Yıllarca bu insanların ana diline nasıl yasak koyarsınız,” “yazmış oraya ne mutlu Türküm diyene. Niye kürdüm dememiş, Kürt ne zaman mutlu olacak. Ne mutlu Müslümanım diye yazılsaydı" beyanlarında bulunmaktadır. 

- İktidara ortak olan Refah Partisi, iktidar öncesi ilişki içinde olduğu yurtdışındaki örgüt ve ülkelerle iktidar ortamında bir araya gelerek etkin ve güçlü bir grup 
olduğu izlenimlerini özellikle dış dünyaya gösterme çabası sergilemektedir. Ayrıca bu girişimleri ile Türkiye'yi oluşturulması tasarlanan "islam birliği"nin 
merkezi ve lideri olacağı mesajını vermektedir. 

- Gelişmiş G-7 ülkelerine karşı, "Müslüman Sekizler" olarak isimlendirilen bir ekonomik birlik kurma projesi, son aşamada tesisi öngörülen "İslam Birliği" alt 
yapısının temel taşı olarak kabul edilmekte bu yaklaşımla islami örgütlenme çalışmaları kuvvetlendirilmek ve genişletilmek istenmektedir. 

- Refah Partisi, iktidarda olmasının verdiği avantajları da çok iyi kullanarak, ülkemizde laikliği dinsizlik olarak algılayan bir kitlenin oluşumuna yönelik uygun bir propaganda ile desteklenen, kurumlaşma ve kadrolaşma faaliyetlerine ağırlık vermiş bulunmaktadır. 
- Refah Partisinin devlet kurumları içerisinde büyük bir hızla devam ettirdiği kadrolaşma faaliyetlerini en geç 1,5 ile 2 yıl içerisinde tamamlayacağı ve devleti 
tamamen kontrolü altına alabileceği değerlendirilmektedir. 

-Refah Partisi, iktidar ortağı DYP'nin bilinen zafiyetleri nedeni ile ortaya çıkan teslimiyetçi yaklaşımlarından azami derecede istifade ederek daha da 
güçlenmekte ve böylece kendi ideolojisi doğrultusundaki icraatlarını, gittikçe artan bir cüretkarlıkla gerçekleştirme imkanı bulmaktadır. 

- Hedeflerine ulaşmak için insan ve para faktörlerinin önemini çok iyi bir şekilde kavramış olan refah partisinin, amaçları doğrultusunda kaliteli insan gücünün 
yetiştirilmesi ve bu insanların devletin kilit noktalarında görev alarak kadrolaşma gayretlerini organize etmesi yönünde aldıkları mesafe dikkati çekmektedir. 
Ekonomik güce sahip olmak için tesis ettikleri ortaklıkları ise siyasi potansiyel ve parlamenter temsil kabiliyetiyle desteklenmektedir. 

-Bugün önemli birçok devlet kadrosu refah partisinin eline geçmiş bulunmakta dır. Emniyet güçlerine sızılmış, birçok mahalli idare ve kamu iktisadi teşebbüs lerinin büyük bir bölümünde kadrolaşma yönünde alt yapı tesis edilmiştir. 

- Bu kesim gençliğe verdiği önem çerçevesinde yoğun bir şekilde eğitim ve öğretim kurumları açmakta, açtığı birçok özel okul vasıtasıyla Atatürk düşmanı 
binlerce gencin yetişmesini sağlamaktadır. Diğer taraftan camilerdeki imamlar vasıtasıyla din duyguları sömürülerek irticai bir toplumun süratle büyümesine 
ve halk desteğinin kazanılmasına büyük önem vermektedir. 

- Refah Partisi, amaçlarına ulaşmada en büyük engel olarak tsk.ni görmektedir. Bu nedenle TSK’ne sızma girişimlerini büyük bir gizlilik içerisinde ve inatla 
sürdürmektedir. Bu çerçevede öncelikle askeri öğrencilere, astsubay ve uzman erbaşlara el atmakta ve azda olsa başarılı olunmaktadır. bugün için TSK’ne 
sızma ve onu pasifize etme yönünde ulaşılan nokta gün geçtikçe artmakla birlikte, henüz bilinen kadarıyla endişe verici boyutlarda değildir. 

- Bugün için Refah Partisinin kendilerine bağladıkları kitle sayısının 10-15 milyona ulaştığı, sadece Refah Partisinin kayıtlı üye sayısının 4-4,5 milyonu bulduğu ve son kongrede bu sayının ikiye katlanmasının hedeflendiği dikkate alındığında, sayıları 20 milyonu bulan "yarı olgunlaşmış" kökten dinci bir kitlenin 
şekillenmeye başladığı göz ardı edilmemelidir. Nitekim Başbakan Erbakan; Refahlı seçmen sayısının 8 milyona ulaştığı gün yapılmakta olan seçimlerin sadece formaliteden ibaret olacağını ifade etmiştir. 

- Refah Partisi bir devleti devlet yapan, ulusu birbirine kenetleyen ortak hasletlerden dil birliği, yurt birliği ve ülkü birliği gibi temel değerleri din birliği bazında ele alıp işleyerek, Türk halkının bu müşterek değerlerini ortadan kaldırmayı ve T.C. devleti toprakları üzerinde bir / ulus bilinciyle yaşayan halkımızı, bu hasletlerden koparıp ümmetçilik temelinde yapılandırmayı amaçlamaktadır. 

- Bugün için Refah Partisi; çoğunluğu ile halkı maddi, manevi ve ahlaki açıdan sömüren, ümmet toplumunu oluşturma yönünde onların dini duygularını istismar eden, onları kul mantığı ile her türlü emellerine hizmette kullanan ve kendisinin iktidara gelmesinde destek sağlayan tarikatlara, büyük bir hoşgörü ile yaklaşmakta ve onların, kendilerinin sahip olduğu iktidar nimetlerinden azami ölçüde istifade etmelerine müsaade etmektedir. 

- Nitekim, iktidar ortağı Refah Partisi ile tarikat birlikteliği, 11 Ocak 1997 tarihinde kamuoyunun tamamına malolacak şekilde tüm medya tarafından tespit edilen görüntülerle açıkça ortaya konmuştur. Bu bağlamda çağdaş Türkiye açısından büyük temsil değeri bulunan başbakanlık konutunda başbakan Erbakan tarafından düzenlenen iftar yemeğine; başta Fetullah Gülen, Kemal Kaçar, Prof.Dr.Esat Coşan, Haydar Baş ve Şeyh Nazım Kıbrısi olmak üzere, ülkenin yürürlükteki kanunlarına göre yasaklanmış toplam 51 tarikat ve cemaat lideri davet edilmiş ve davet edilenler Cumhuriyet Türkiye'sinin hiçbir döneminde örneğine rastlanılmayacak bir davranışla çağrıldıkları konut kapısında RP Ankara milletvekili Hasan Hüseyin Ceylan tarafından el öpülerek karşılanmıştır. 

- Bu olay sonrası kamuoyundan gelen tepkiler üzerine, Refah Partisi milletvekili Oğuzhan Asiltürk bu tepkileri "kim ne söylerse söylesin hiçbir şey bizi 
engelleyemez, biz kendi işimizi yapmaya devam edeceğiz" şeklinde toplumu hiçe sayan bir umursamaz yaklaşımla yorumlamak istemiştir. 

Başbakan Erbakan, başbakanlık konutunda tarikat ve cemaat liderlerine vermiş olduğu bu yemekle; anayasa ile teminat altına alınmış olan inkılap kanunları çiğnenmiş ve anayasanın temel ilkesi olan laiklik hiçe sayılmış, anayasa delinmiştir. 

- Refah Partisinin bu yaklaşımı, şeriat devleti kurma yolunda en fazla çaba sarfeden ve kanunla yasaklanan tarikatlara verdiği desteği ve şeriat özlemini
birkez daha açıkça ortaya koyması açısından önem arz etmektedir. 

- Refah Partisi, kendi ideolojisini ülkeye yerleştirmek ve hakim kılmak doğrultusunda, halihazırda ülkenin en hassas konusunu oluşturan kanlı terör örgütü pkk ile ilişkiye girmekten kaçınmamakta, bu şekilde terörü sona erdireceği noktasından hareketle, örgütü kendi amaçları için kullanmanın yollarını aramaktadır. 

- Diğer taraftan Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi ve milleti ile bütünlüğüne, varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine, anayasal düzenine ve milli gücünü meydana getiren bütün unsurlara karşı içten ve dıştan yönetilen mevcut ve muhtemel faaliyetler hakkında milli güvenlik istihbaratını devlet çapında oluşturmakla görevli MİT Müsteşarlığı; halihazır durumu ile bu hayati görevi yeterince yerine getirememektedir. Dolayısıyla bu kritik dönemde MİT Müsteşarlığı için görev değişikliğin sözkonusu olması halinde, bu göreve siyasi etkilerden uzak bir kişinin atanması milli menfaatlerimiz açısından önem taşımaktadır. 


6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***