Hamas etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hamas etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Ocak 2020 Çarşamba

ARAP BAHARI SÜRECİNDE İRAN’IN SURİYE POLİTİKASI, BÖLÜM 5

ARAP BAHARI SÜRECİNDE İRAN’IN SURİYE POLİTİKASI,  BÖLÜM 5



8. İRAN’IN SURİYE POLİTİKASININ BÖLGESEL ETKİLERİ

Suriye’de Mart 2011’de başlayan hükümet karşıtı gösterilere bazı bölge ülkelerinin destek vermeye başlamasıyla sorun bölgesel bir sorun haline gelmiştir. Dolayısıyla İran’ın Suriye politikası hem bölgesel gelişmelerden etkilenmekte hem de bu gelişmeleri etkilemektedir. Diğer taraftan Suriye’de önümüzdeki yıllarda hâkim olacak rejimin dış politika tercihleri İran’ın bölgesel politikaları açısından son derece önemlidir.

Türkiye dâhil bölge ülkelerinin önemli bir kısmının, Suriye’de rejim değişikliğini desteklemesi, buna mukabil İran’ın Suriye’ye destek vermesi bölgede geçen onyılda oluşan rakip siyasi-güvenlik blokları arasındaki ayrışmanın şiddetlenmesine neden olmaktadır.114 
Bölgedeki kutuplaşma Suriye’nin İran ile ilişkilerine tepki olarak Arap ülkelerinin 
önemli bir kısmının liderlerinin 2008’de Şam’da yapılan Arap Birliği Zirvesi’ni “boykot” etmesine neden olmuştu. Son olarak Ekim 2010’da ortaya çıkan “wikileaks” belgelerinde Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın Amerikalı muhatapları ile görüşmesinde İran’ın nükleer programının durdurulması için “yılanın başının kesilmesini” istediğinin ortaya çıkması, bölgedeki gerginliği doruk noktasına ulaştırmıştı.115 Böyle bir ortamda Suriye krizinin ortaya çıkması ve Suudi Arabistan’ın isyancıları himaye etmesi İran’ın isyana yaklaşımını olumsuz şekilde etkilemiştir.

 < Ekim 2010’da ortaya çıkan “wikileaks” belgelerinde Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın Amerikalı muhatapları ile görüşmesinde İran’ın nükleer programının durdurulması için “yılanın başının kesilmesini” istediğinin ortaya çıkması, bölgedeki gerginliği doruk noktasına ulaştırmıştı. >

Her şeyden önce, yukarıda da değinildiği üzere İran, Suriye’deki isyanı direniş cephesini yıkmak amacıyla emperyal güçlerin bazı bölge ülkelerinin de işbirliğiyle Esad rejimine karşı düzenledikleri bir komplo olarak görmektedir. Bu komplonun amacı da rejim değişikliğine yol açmak suretiyle Suriye ile İran arasındaki ittifakın bitirilmesidir. Gerçekten de İran’ın Suudi Arabistan gibi bölgesel rakipleri ve düşmanları (ABD) Suriye’de rejim değişikliğini teşvik ederek İran’ın jeopolitik çıkarlarına darbe vurmak için kararlı görünmektedir. Nitekim Suriye, Suudi Arabistan ve ABD ile İran arasında hesaplaşmanın görüldüğü bir sahaya dönüşmüştür.116 

İran, Suriye’deki gelişmeleri büyük güçlerin ve bazı bölge ülkelerinin Orta doğu’daki siyasi değişimleri kontrol altına alma gayretlerine bağlamaktadır. İranlı seçkinler arasında sıkça dillendirilen bir söyleme göre Arap baharı ile birlikte Batı karşıtı ve İslami eğilimli isyanlar ABD, Batı ve muhafazakâr Arap devletlerinin Tunus ve Mısır’da müttefiklerini kaybetmesine yol açmıştır. Buna karşılık onlar bu kayıplarını telafi etmek ve İran’ın bölgesel gücünü kırmak için Suriye’de isyanı kışkırtmışlardır.117

Ortaya çıkmasında payının olup olmaması bir yana Suriye isyanı, Suudi Arabistan için İran’ın bölgesel yükselişinin önünün alınması, hatta İran ve müttefiklerinin etkisinin sınırlandırılması açısından fırsat sunmuştur. Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin Suriye’de demokratik bir rejimin tesis edilmesi için mücadele ettiklerini düşünmek İranlı seçkinlere göre safdillik olur. Nitekim İran Meclis Başkanı Laricani “Demokrasiden hiç nasibini almamış bazı Arap ülkelerinin Suriye’ye demokrasi adına müdahale etmeye hakları yok” demiştir.118 
Bu gözlem, bazı Amerikalı analistler tarafından da desteklenmektedir. 
Edward Luttwak Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez ülkelerinin Suriye 
isyanını desteklemekteki amacının, tam da İranlı yetkililerin tahmin ettiği gibi, Esad yönetiminin devrilerek yerine muhafazakâr ve Sünni bir yönetimin tesis edilmesi olduğunu iddia etmiştir.119 

İran’ın diğer bölgesel aktörlerle Suriye krizinin çözümüne ilişkin perspektiflerinin 
uyuşmaması bölgesel işbirliği imkânını ortadan kaldırmıştır. Esad yönetimine karşı sert bir politika izleyen Suudi Arabistan ve Katar, Şam’daki büyükelçilerini Ağustos 2011’de çekmiştir. Ekim 2011’den itibaren Suriye’deki isyan Arap Birliği’nin gündemine “Suriye sorunu” olarak gelmiştir. “Şiddetin son bulması” yönündeki ilk girişimlerinden sonuç alamayan Arap Birliği, Suriye’ye karşı önce yaptırım kararı almış, ardından Suriye’nin üyeliğini askıya almıştır. Bütün bu tedbirler sonuç vermeyince Arap Birliği konuyu BM gündemine getirerek açıkça Esad’ın iktidardan çekilmesini öngören bir geçiş planı sunmuştur.120 Sorunun uluslararasılaşması yönünde atılan bu adımların her birisi İran’da tepkiyle karşılanmıştır.

İran bölge ülkelerinin özellikle Arap Birliği’nin girişimlerini Suriye’nin işlerine karışmak olarak değerlendirmiştir. İranlı yetkililer Suriye’ye yardımcı olmak isteyenlerin Suriye’de istikrarın sağlanması için Esad’ın reformlarının desteklemesi ve rejim ile muhalifler arasında diyaloğun tesisine yardımcı olması gerektiğini ifade etmektedir. İran’ın bu yöndeki çağrıları aslında Esad yönetiminin iktidarda kalmasını sağlayacak adımlar olarak görülmektedir.121 

< İran’ın diğer bölgesel aktörlerle Suriye krizinin çözümüne ilişkin perspektiflerinin uyuşmaması bölgesel işbirliği imkânını ortadan kaldırmıştır. >

Böylece ortaya çıkan iki zıt ve katı yaklaşım, “statükocu” Arap devletlerinin Esad’ın iktidardan çekilmesini istemeleri, buna karşılık İran’ın Esad rejimine verdiği destek, bölgedeki kutuplaşmayı şiddetlendirmekte ve sorunun çözümü yönünde bölgesel işbirliğini engellemektedir. Nitekim Arap Birliği’nin öncülük ettiği Suriye krizine çözüm arayışları çerçevesinde İran dışarıda bırakılmıştır. 24 Mart’ta Tunus’ta ve 1 Nisan’da İstanbul’da düzenlenen “Suriye Halkının Dostları” toplantılarına İran davet edilmemiştir.122 İran’ın bu şekilde dışarıda bırakılması, bölgedeki kutuplaşmanın mevcut halini göstermektedir. Bu durum ileriki yıllarda bölgenin şekillenmesinde İran’a rol verilmeyeceğinin işareti olarak da değerlendirilebilir. Suriye sorunu ekseninde görülen ve aslında kökü daha gerilere giden bölgesel kutuplaşma, böylece Ortadoğu’nun geleceğini belirleyecek olan bölgesel rekabetin yansıması olarak ortaya çıkmaktadır. 

Ayrıca bölgesel gerilim ve İran’ın Suriye sorununa çözüm arayışlarının dışında tutulması, İran dış politikasının daha da radikalleşmesine yol açmaktadır. İran ile Suriye arasındaki özel ilişki dikkate alındığında, Esad yönetimini hedef alan girişimlerin nihai amacının İran olduğu değerlendirmesine yol açmaktadır.123 Dolayısıyla, Suriye’de Esad yönetiminin desteklenmesi İran’ın ulusal menfaatleri nin hatta mevcudiyetinin müdafaası olarak görülmektedir. 
Bu değerlendirme, İran rejiminin Esad’a daha güçlü destek vermesine neden olmaktadır.

Suriye krizi ile birlikte şiddetlenen bölgesel kutuplaşma ve gerilim Irak ve Lübnan’ı iki kutup arasında tercih yapmaya zorlamaktadır. Suriye’deki gelişmelerin kırılgan soysal ve siyasi yapılarını olumsuz etkilemesinden de endişe eden bu iki ülke, Arap Birliği’nin Suriye aleyhine aldığı kararlarda çekimser ya da karşı oy kullanmıştır.124 Zira kırılgan yapıları ve bölgesel güçlerin ülkeleri üzerindeki nüfuzu dikkate alındığında Irak ve Lübnan hükümetlerinin 
Suriye konusunda takınacakları kesin tavırlar, ülkelerindeki istikrarı tehdit 
etmektedir. Bu nedenle Irak, Arap Birliği ile Suriye arasında arabuluculuk yapmış ve Arap Birliği gözlemcilerinin Suriye’ye kabul edilmesinde önemli bir rol oynamıştır.

Irak ve Lübnan’ın ihtiyatlı duruşu, diğer ülkeler ve gözlemciler tarafından Esad yönetimine verilen destek şeklinde değerlendirilmektedir.125 
Bu durum sadece Suriye rejimine karşı en sert tedbirlerin alınmasını savunan ülkelerde değil, İran tarafında da benzer şekilde değerlendirilmektedir. El-Arabiye gazetesi, Devrim Muhafızları arasında bir kaynağa dayandırdığı haberinde “Biz [İran], Irak ve Lübnan’daki kardeşlerimiz Suriye’yi koru yor!” diyerek Maliki hükümetinin ve Hizbullah’ın Esad yönetimini desteklediğini ima etmiştir.126 Ali Ekber Velayeti de Şubat 12’de yaptığı ve İran’ın Suriye’ye olan desteğini yinelediği konuşmada “İran, Irak ve Hizbullah’ın ciddi şekilde Suriye’nin arkasında olduğunu” söylemiştir.127 

<   Arap Birliği’nin öncülük ettiği Suriye krizine çözüm arayışları çerçevesinde İran dışarıda bırakılmıştır. 24 Mart’ta Tunus’ta ve 1 Nisan’da İstanbul’da düzenlenen “Suriye Halkının Dostları” toplantılarına İran davet edilmemiştir.  >

Bununla birlikte Suriye’nin dış ticaret ilişkileri doğal olarak yaptırım kararlarını kabul etmeyen Irak’ta yoğunlaşmaya başlamıştır. İran’ın lojistik ve ekonomik desteği de büyük ölçüde Irak üzerinden Suriye’ye ulaştırılmaya başlanmıştır. Fakat üç ülke arasındaki ilişkilerin bu şekilde yoğunlaşması bazı kesimler tarafından Irak’ın Şii blokuna eklemlenmesi olarak değerlendirilmiştir.

Suriye üzerinden yükselen gerilimin bir başka yansıması bölgede Şiiler ile Sünniler arasında mezhep çatışması riskinin artmasıdır. Suriye krizinin yayılması ve gerek rejimin gerekse muhalefetin kendi konumlarını güçlendirmek ve taraftarlarını seferber edebilmek için zaman zaman mezhepçi argümanlara sarılması bu ülkedeki mezhepler arasındaki ayrışmanın şiddetlenmesine neden olmaktadır. Diğer taraftan Suriye rejimine açıkça destek veren İran’ın yanı sıra Irak ve Lübnan’ın zaman zaman Esad yönetimini destekliyor gibi görünmesi bu ülkeler arasında mezhepçi dayanışma şeklinde değerlendirilmekte ve tepki çekmektedir.

9. İRAN’IN SURİYE POLİTİKASININ TÜRKİYE’YE ETKİLERİ

İran ve Türkiye, Suriye isyanı konusunda farklı yaklaşımlar benimsemiştir. Öncelikle, İran Suriye’de rejim karşıtı muhalefeti ve ilk protesto eylemlerini neredeyse görmezden gelirken Türkiye, Suriye hükümetinden eylemleri kontrol altına almak için bir an önce reform yapmasını istemiştir. Hatta Başbakan Erdoğan’ın Ocak 2011’de, Suriye’de rejim karşıtı eylemler başlamadan önce, Halep’te bir araya geldiği Suriye lideri Esad’ı reformlar yaparak siyasal sistemi bir an önce demokratikleştirmesi konusunda uyarmış ve altı ay içerisinde serbest seçimlere gitmesini istemiştir.128 Rejim aleyhine gösterilerin başlamasından sonra Türkiye bir süre daha Esad yönetimini kapsamlı reformlar yapması için teşvik etmiştir. Fakat Esad yönetiminin reformlar konusunda ağır hareket 
etmesi, gösterilerin hızla bütün Suriye’ye yayılması ve nihayet Haziran 2011’den itibaren şiddetten kaçan Suriyelilerin Türkiye’ye sığınmaya başlaması ile Ankara’nın Esad’a olan desteği kaybolmaya başlamıştır. Aynı zamanda Suriyeli muhaliflerin Türkiye’de toplanarak örgütlenmelerine izin verilmiştir.129

<  Fakat üç ülke arasındaki ilişkilerin bu şekilde yoğunlaşması bazı kesimler tarafında Irak’ın Şii blokuna eklemlenmesi olarak değerlendirilmiştir. >

Esad’dan desteğini yavaş yavaş çeken Türkiye’nin aksine İran’ın Suriye rejimine desteğini sürdürmesi iki ülkenin bu konuda zıt kutuplarda konumlanmasına yol açmıştır. İran ile Suriye arasındaki yakın ilişkiyi dikkate alarak Suriye meselesini görüşmek, fikir ayrılıklarını gidermek üzere Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu 10 Temmuz 2011’de Tahran’a gitmiştir.130 Davutoğlu, İranlı muadili Salihi ile görüşmesinde bölgenin geçirdiği dönüşüme işaret ederek Türkiye’nin her türlü yabancı müdahalesine karşı olduğunu, fakat halkların meşru talepleri konusunda duyarlı olduğunu söylemiştir. İran’ın bölge halklarının meşru taleplerine barışçıl ve diyalog yoluyla olumlu cevap verilmesinden yana olduğunu bildiren Salihi, yabancı güçlerin müdahalesine karşı olduklarını kaydetmiştir. Salihi, İran, Suriye ve Türkiye’nin tek bir ailenin üyeleri olduğunu ve dolayısıyla Suriye sorununun da aile içinde çözülmesi gerektiğini söylemiştir.131 

Benzer söylem ve işbirliği temennisine rağmen İran, Türkiye ile aynı pozisyonu almaktan uzak durmuştur. İran’dan beklediği desteği bulamayan Davutoğlu bu defa net bir mesaj vermek için 9 Ağustos 2011’de Şam’a gitmiştir.132 Davutoğlu’nun Şam’da yaptığı temaslardan sonuç alamaması, Türk hükümeti ile Esad yönetimi arasındaki bağların kopmasına neden olmuştur. Bu tarihten sonra Türkiye dolaylı bir şekilde Suriye’de rejim değişikliğini desteklemeye başlamış tır.133  Bununla birlikte İran yönetimi, Türkiye ile işbirliği arayışını sürdürmüş tür. Cumhurbaşkanı Ahmedinejad Başbakan Erdoğan ile Ağustos 2011’de yaptığı telefon görüşmesinde bölge dışı güçlerin bölgesel sorunlara müdahalesinin daha büyük badirelere yol açtığını söyleyerek, bölgede özgürlük, demokrasi ve adaletin sağlanması amacıyla iki ülkenin sıkı işbirliği yapmasını istemiştir.134 

Eylül 2011’de New York’ta Ahmedinejad ile bir araya gelen Başbakan Erdoğan, 
Esad yönetimininin İran’ın verdiği destekten cesaret aldığını belirterek İran hükümetinin Esad’ı reform yapması için ikna etmesi gerektiğini söylemiştir.135

Hükümet yetkililerinin Türkiye’ye karşı açık bir tepki göstermemiş olmasına rağmen İran basınında yer alan değerlendirmeler Türkiye’nin Suriye politikasından dolayı İran’da duyulan rahatsızlığı göstermiştir. İran basınında Suriyeli kaynaklara dayandırılan haberlerde Türkiye’nin ABD ile işbirliği yaparak eylemcileri silahlandırdığı ve isyanda rol oynadığı ileri sürülmüştür.136 Davutoğlu’nun Tahran ziyaretinden kısa bir süre sonra Devrim Muhafızları’nın yayın organı Sobhe Sadegh dergisinde Türkiye’nin Suriye’deki gelişmelerle ilgili tavrını sürdürmesi halinde mevcut krizin daha da derinleşeceği uyarısında bulunularak İran’ın tercih yapmak zorunda kalması durumunda Suriye’nin yanında yer alacağı yazılmıştır. Türk yetkililer olayların geri dönülmez bir 
noktaya varmaması için daha makul olmaya ve Suriye hükümetinin yanında yer almaya çağırılmıştır.137 

  <  Esad yönetiminin reformlar konusunda ağır hareket etmesi, gösterilerin hızla bütün Suriye’ye yayılması ve nihayet Haziran 2011’den itibaren şiddetten kaçan Suriyelilerin Türkiye’ye sığınmaya başlaması ile Ankara’nın Esad’a olan desteği kaybolmaya başlamıştır. >

İran basınında yer alan haber ve yorumlarda Türkiye ağır bir şekilde eleştirilirken İranlı yetkililer Türkiye’yi doğrudan hedef almaktan genellikle sakınmıştır. İranlı yetkililer konuyla ilgili yaptıkları açıklamalarda “bazı bölge ülkelerinin” Suriye’nin içişlerine müdahale ettiğini, muhalifleri desteklediğini, Siyonistler ve Amerikalıların direniş ekseni aleyhindeki komplolarına bilerek veya bilmeyerek alet olduklarını vs. ifade etmişlerdir. 
Böylece hem söylemlerine belirsizlik katmışlar, hem de Türkiye’yi üstü kapalı şekilde uyarmışlardır. Türkiye’ye en açık uyarı Ekim 2011’de Hamanei’nin güvenlik danışmanı Rahim Safevi’den gelmiştir. Türkiye’nin Suriye’ye yönelik tavrının çok yanlış olduğunu ve Amerika’nın çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini iddia eden Safevi, Türkiye’nin bu tavrını değiştirmemesi durumunda Suriye, İran ve Irak’ın bu ülke ile ilişkilerini yeniden değerlendireceklerini söylemiştir.138

İran ile Türkiye arasında Suriye konusundaki gerginlik Şubat 2012’de resmi düzeyde ortaya çıkmıştır. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Suriye askeri birliklerinin “kandil gecesinde” Humus’a düzenledikleri yoğun saldırı karşısında İran’ı kayıtsız kalmakla itham etmiştir. Buna karşılık İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mihmanperest Türkiye’nin Suriye’de yanlış hesap içinde olduğunu söylemiştir.139

Suriye meselesi en üst düzeyde Başbakan Erdoğan’ın 28-29 Mart 2012’de İran’a yaptığı ziyarette ele alınmıştır. Suriye meselesi Erdoğan’ın Hamanei ile Meşhed’ de yaptığı görüşmede gündeme gelmiştir. Hamanei bu görüşmede “İslam Cumhuriyeti’nin Siyonist rejime karşı direniş cephesine verdiği destekten dolayı Suriye’yi savunacağını ve Suriye’nin içişlerine yabancı güçlerin müdahalesi ne şiddetle karşı olduğunu” bir kez daha yinelemiştir.140 Türkiye’nin dolaylı da olsa Suriye’de rejim değişikliğini savunmasına karşın İranlı yetkililerin Esad’ı destekleyeceklerini ilan etmeleri; Erdoğan’ın Esad’ı reformlar konusunda güvenilmez bulduğu halde İranlı yetkililerin Suriye’de reform sürecini destekleyeceklerini söylemeleri iki ülkenin Suriye meselesindeki farklılığını bir kere daha ortaya sermiştir.141 

Fakat Erdoğan, İranlı yetkililerle bölgedeki her türlü istikrarsızlığın Türkiye ve İran dâhil bütün bölge ülkelerini olumsuz etkileyeceği konusunda mutabık  kaldıklarını ve bölgenin istikrarı ve kalkınması için İran ile her düzeyde işbirliği yapma konusunda kararlı olduklarını ifade etmiştir. Erdoğan, Rehber Hamanei ’nin Suriye konusunda “dayanışma içerisinde bir adımın atılması”nı talep ettiğini söylemiştir.142 Bu iyi niyet beyanlarına karşın Türkiye’nin ve İran’ın politikalarında değişiklik olmaması, iki ülkenin Suriye meselesinde anlaşmaya varamadıklarını göstermiştir. 

<  İran basınında Suriyeli kaynaklara dayandırılan haberlerde Türkiye’nin ABD ile işbirliği yaparak eylemcileri silahlandırdığı ve isyanda rol oynadığı ileri sürülmüştür. >

Bununla birlikte aralarındaki diplomatik kanalları her daim açık tutan İran ve Türk hükümetleri iki ülke arasındaki görüş farklılıklarının ikili ilişkilerin tamamını esir almasını önlemeye gayret etmektedir. Bu sayede Suriye konusunda benimsedikleri zıt pozisyonlara rağmen Türkiye-İran ilişkilerinde doğrudan Suriye eksenli gerilim olmamıştır. 
Suriye krizinin ortaya çıkmasından beri taraflar arasında çok sayıda ikili görüşme yapılmıştır, fakat bu görüşmelerde ne Türkiye, Tahran’ı Esad’a verdiği destekten vazgeçmeye ikna edebilmiş ne de İran, Ankara’yı Suriye muhalefetine destek vermekten vazgeçirebilmiştir. Buna rağmen, iki ülke üst düzey yetkilileri arasında karşılıklı ziyaretler ve hüsnü kabuller devam etmektedir. Nitekim Başbakan Erdoğan’ın Tahran gezisi sırasında her iki tarafın da Suriye konusun daki farklı yaklaşımlarını tekrar etmelerine rağmen bölgesel işbirliği ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi konusunda mutabakata varmışlardır. Hatta Türkiye, İran’ın nükleer programına desteğini bir kez daha en yetkili ağızdan yinelemiştir. Fakat gerek İran basınında Türkiye’ye yöneltilen eleştiriler, gerekse 
Türk basınında İran’a yöneltilen eleştiriler dikkate alındığında, işbaşındaki hükümetlerin ikili ilişkileri belirli bir düzeyde tutma gayretlerine rağmen Suriye üzerinden yükselen bölgesel gerginliğin Türkiye-İran ilişkilerini olumsuz etkilemesi beklenebilir.

<  Suriye krizinin ortaya çıkmasından beri taraflar arasında çok sayıda ikili görüşme yapılmıştır, fakat bu görüşmelerde ne Türkiye, Tahran’ı  Esad’a verdiği destekten vazgeçmeye ikna edebilmiş ne de İran, Ankara’yı Suriye muhalefetine destek vermekten vazgeçire bilmiştir.  >

Nitekim Suriye üzerinde alınan farklı tavırlar Türkiye ile İran’ı zaman zaman karşı karşıya getirmektedir. Bu durumun en somut örneği İran’dan Suriye’ye yapılan silah sevkiyatının Türkiye tarafından engellenmesidir. Sadece silah sevkiyatı değil, Türkiye’nin Suriye’ye ambargo kararı almasından sonra Tahran’dan Şam’a Türkiye üzerinden sağlanan her türlü lojistik destek neredeyse kesilmiştir. Bunun üzerine İran ve Suriye ikili ilişkilerini ve karşılıklı malzeme transferini sürdürebilmek için Irak’a yönelmiştir.143 
Bu gelişme bölgede Irak’ın İran-Suriye ittifakına dâhil olması şeklinde değerlendirilmektedir. Gerçekten mezkûr üç ülke arasında yeni bir blok oluşması, Türkiye’nin diğer Ortadoğu ülkeleri ile ekonomik bağlarını olumsuz etkileyebilecektir. Aralık 2011’de Bağdat yönetiminin Ürdün kamyonlarına Türkiye’ye geçiş izni vermemesi bu çerçevede değerlendirilebilir.144 Irak’ın İran-Suriye ittifakı ile yakınlaşması “Şii hilali” söyleminin değirmenine de su taşımaktadır. Bu gelişme Türkiye’de ve Sünni Arap kamuoyunda “mezhepçilik yaptığı” gerekçesiyle İran’a karşı duyulan tepkinin şiddetlenmesine neden   olmaktadır.145 

6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ARAP BAHARI SÜRECİNDE İRAN’IN SURİYE POLİTİKASI, BÖLÜM 4

ARAP BAHARI SÜRECİNDE İRAN’IN SURİYE POLİTİKASI,  BÖLÜM 4



Bu yaklaşım Ortadoğu’daki devletleri ve siyasi hareketleri İsrail’e karşı konumları ve ABD ile ilişkilerine bakarak iki gruba ayırmaktadır. Bir tarafta bölgenin geleceğinin İsrail’in güvenliği ve Amerika’nın çıkarları doğrultusunda şekillenmesi için çalışan devletler vardır. Bu devletlerin bölgeye yönelik farklı hedefleri varsa da ana hatları itibariyle bu hedefler İsrail ve Amerikan çıkarları ile örtüşmekte dir. Bölgesel liderlik peşinde olan ve İran’ın bölgedeki nüfuzunun kırılmasını isteyen Suudi Arabistan bu hususta başı çekmektedir. Diğer tarafta ise ABD’nin bölgesel planlarına ve İsrail’e karşı mücadele eden direniş cephesi vardır. 

Suriye, Hizbullah, Filistinli direniş örgütleri ve İran bölgedeki direniş cephesini oluşturmakta dır.82 Bu yaklaşıma göre Suriye üzerinde artan baskıların esas sebebi bu ülkenin direniş mihverindeki rolüdür. Birçok Arap ülkesinin ve hatta FKÖ’nün İsrail ile iş tuttuğu ortamda yalnızca baba ve oğul Esadların yönetimi altındaki Suriye, Arap dünyasında İsrail karşısında yıllardır direnen tek ülke  olarak kalmıştır. Suriye’yi direniş örgütlerinin merkezi haline getirmiş olan Esadlar, İran ve Hizbullah ile ittifak ilişkileri sayesinde direniş cephesine güç katmıştır. O halde Suriye’nin direniş ekseninden koparılmasıyla İran ile Hizbullah’ın birbirinden uzaklaşması hedeflenmektedir. Böylece direniş ekseninin zayıflaması ve İran’ın bölgesel gücünün kırılması sağlanacaktır.83 Dolayısıyla İran için Suriye’nin desteklenmesi sadece dost bir yönetimin değil bir ülkünün ve direniş hattının desteklenmesidir.

Bu bakış açısı Suriye’deki gelişmeleri bir takım dış güçlere dayandırarak iç faktörlerin etkisini ve önemini göz ardı etmektedir. Birçok İranlı siyasetçi ve yazar Esad yönetiminin halkı ile bazı sorunları olduğunu kabul etse de onları Suriye’deki mevcut buhranın asli değil tali sebepleri olarak görmektedir.84 Suriye rejiminin zayıflıklarına ve hatalarına rağmen halk arasında belli bir meşruiyete sahip olduğu kabul edilmekte ve bazı reformların yapılması suretiyle bu sorunların düzeltilebileceği düşünülmektedir.85 
Bununla birlikte isyanın büyümesi ve yayılması toplumsal bir tabana sahip olmasına değil dış güçlerden destek almasına bağlanmaktadır.

< Birçok İranlı siyasetçi ve yazar Esad yönetiminin halkı ile bazı sorunları olduğunu kabul etse de onları Suriye’deki mevcut buhranın asli değil tali sebepleri olarak görmektedir. >

Direniş ekseni söylemi büyük ölçüde İran’ın resmi görüşünü yansıtması açısından anlamlıdır, fakat bu yaklaşım Suriye’nin “direniş cephesinde” kalmasını doğrudan Esad yönetimine indirgemesi nedeniyle problemlidir. Bir kere Esadlar yönetimindeki Suriye’nin İsrail karşısında duran tek Arap ülkesi olarak kalmasının nedeni Esadların İran ile aynı “direniş” ideolojisini ve stratejisini paylaşmaları değil, barış görüşmelerinin çeşitli nedenlerle kesintiye uğramış olmasıdır. Suriye direniş örgütlerine destek vererek İsrail’e karşı mücadele vermiş olsa da doğrudan İsrail ile karşı karşıya gelecek hareketlerden daima sakınmıştır.86 Nitekim barış görüşmeleri sırasında direniş hareketleri ile ilişkilerini koz olarak kullanması, Suriye’nin direniş eksenindeki varlığının aslında 
pragmatik nedenlere dayandığını göstermektedir.

Bu yaklaşımın diğer problemli yanı ise Esad yönetimine karşı muhalefetin İsrail ve Batı tarafından desteklendiği ve muhalefetin başarılı olması durumunda Suriye’nin İsrail ile barış imzalayarak direniş ekseninden ayrılacağı varsayımıdır. Bu varsayım Suriyeli muhalifler arasındaki farklılıkları göz ardı etmektedir. Gerçekten de Suriyeli muhaliflerin bir kısmının Siyonistlerle bağlantılı olduğu iddia edilmektedir, fakat bu, Siyonistlerin Suriye’deki ayaklanmaları kontrol ettiği ve yönlendirdiği anlamına gelmez. Suriye’nin topraklarının bir kısmı İsrail işgali altında olduğu müddetçe Suriye’de iktidara kim gelirse gelsin İsrail ile ilişkileri sorunlu olmaya adaydır. Dolayısıyla mevcut şartlar altında iktidar değişikliği olsa dahi yeni Suriye yönetimi İsrail’e karşı İran’ın ve Hizbullah’ın 
desteğini almaya çalışacaktır.87 

Son olarak bu yaklaşım Esad yönetiminin düşmesi durumunda İsrail’in güçleneceğini ve Hizbullah’ın yok olacağını varsaymaktadır. Bu varsayıma karşı İranlı eski diplomat Muhammad Ali Subhani tarihsel ve bölgesel gelişmelerin Suriye ve diğer Arap ülkelerinin direnişi göz ardı edemeyeceğini gösterdiğini, taktikler değişse de bölgede demokrasinin yayılmasının İsrail’in yalnızlığını artıracağını ve direnişi güçlendireceğini ileri sürmektedir.88 Subhani, Hizbullah’ın Lübnan’da kendi tabanı olduğuna işaret ederek Esad iktidardan düşerse Hizbullah’ın yok olacağını varsayımına da karşı çıkmaktadır.89

6. İRAN – ESAD YÖNETIMI İLİŞKİSİNİN SINIRLARI

İran ile Suriye arasında otuz yılı aşkındır süren ittifak ilişkisi ve son isyan sırasında İran’ın Esad yönetimine verdiği doğrudan ve dolaylı desteklere rağmen, İran ile Esad yönetimi arasındaki ilişkileri sınırlayan birtakım faktörler vardır.90 Bu faktörlerin birincisi her iki ülkede hâkim olan rejimlerin ideolojilerindeki farklılıktır. İki rejim Amerikan ve İsrail karşıtlığı noktasında birleşmiş olsa dahi Baas ideolojisinin Arap milliyetçiliği ve laikliği ile İran rejiminin İslamcı niteliği uyumsuzdur. Ayrıca, İran’ın “Siyonist rejim”le 
her türlü anlaşmayı reddederek İsrail’in meşruiyetine reddetmesine karşın Suriye’nin BM kararlarının uygulanmasını ve Filistin’in “Siyonistler” ile Filistinliler arasında bölünmesini kabul etmesi iki rejimin İsrail’e bakışındaki farklılığı göstermektedir.91 Bu şartlar altında Şam yönetiminin zaman zaman İsrail ile barış ve Batı ile diyalog eğiliminin artması İran-Suriye ittifakını tehlikeye atmıştır. Fakat barış görüşmelerinin kesintiye uğraması ve Suriye’nin Batılı ülkeler ile ilişkilerinin gerilmesi İran-Suriye arasındaki ittifakın sürmesini sağlamıştır.

<  İki rejim Amerikan ve İsrail karşıtlığı noktasında birleşmiş olsa dahi Baas ideolojisinin Arap milliyetçiliği ve laikliği ile İran rejiminin İslamcı niteliği uyumsuzdur. >

İkincisi, otuz yılı aşan “ittifaka” rağmen iki ülke arasındaki askeri ve ekonomik ilişkiler çok sınırlı seviyelerde kalmıştır. Mesela 2006 yılında imzalanan askeri işbirliği anlaşması ile güçlendirilmesine rağmen bu ilişki tam olarak askeri ittifak ilişkisine dönüşmemiştir.92 Nitekim Devrim Muhafızlarının eski Komutanı ve Hamanei’nin güvenlik konularındaki danışmanı Yahya Rahim Safavi Temmuz 2010’da yaptığı değerlendirmede İran’ın Suriye ve Türkiye dışında bölgede stratejik müttefikinin olmadığını, fakat onların da gerçek anlamda müttefik olarak görülmediğini ifade etmiştir.93 Keza yukarıda değinildiği gibi iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler oldukça zayıftır. Bu durum İran ile Esad yönetimi arasındaki ilişkilerin bizatihi önemli olmadığını, fakat ortak stratejik çıkarların, yani amaç birlikteliğinin bu ilişkide yönlendirici olduğunu göstermektedir. 
O halde Esad yönetiminin yerini alacak fakat Suriye’yi “direniş cephesi”nde tutacak her türlü hareket İran’da makbul karşılanacaktır.94

Son olarak İran ile Suriye’nin bölgesel çıkarlarının ve yaklaşımlarının zaman zaman farklılaşması iki ülke arasındaki ilişkileri sınırlayan önemli bir faktördür. Bu durumun en çarpıcı örneği ABD’nin Irak’ı işgali sırasında görülmüştür. İran yönetimi kerhen de olsa Amerikan müdahalesini ve yeni hükümetin kurulmasını desteklerken Suriye, Amerikan müdahalesine doğrudan karşı çıkmış ve uzunca bir müddet direnişçileri desteklemiştir. Keza Suriye, Mart 2008’de Şam’da toplanan Arap Birliği Zirvesi’nde Tahran’ın tezlerinin aksine, İran’ın kontrolünde bulunan Abu Musa ve Tunb adalarının BAE’ne ait olduğu şeklindeki Arap tezine destek vermiştir.95

<  Safavi Temmuz 2010’da yaptığı değerlendirmede İran’ın Suriye ve Türkiye dışında bölgede stratejik müttefikinin olmadığını, fakat onların da gerçek anlamda müttefik olarak görülmediğini ifade etmiştir. >

İki ülke arasındaki ilişkileri hâlihazırda olumsuz şekilde etkileyen mezkûr faktörlerin yanı sıra İran yönetiminin Suriye isyanına yaklaşımına ve Esad yönetimine verdiği desteğe İran seçkinleri arasından eleştiriler yükselmiştir. Mevcut İran yönetiminin Esad’ın iktidarını sürdüreceğine inanmasına rağmen İran kamuoyunda rejimin sürdürülebilir olmadığına dair tartışmalar baş göstermiştir. Mesela Meclis Milli Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu üyelerinden Seyyid Ahmad Avaei, Ağustos 2011’de yabancıların müdahale etme gayretleri bir yana Suriye’de rejim aleyhine gösteri yapan muhalifleri dindar bir halk ve kendiliğinden ortaya çıkan bir hareket olarak değerlendirmiş ve Suriye’ye 
mutlak destek verilmesinin doğru olmadığını söylemiştir. İran’ın eski Amman Büyükelçisi Muhammed Ali Subhani de Suriye’de mevcut durumun sürdürülmesi nin imkânsız olduğunu ileri sürerek İran’ın tek yönlü ve Esad yönetimini destekleyen politikasının değişmesi gerektiğini savunmuştur.96 Keza Devrim Muhafızlarının eski komutanlarından Hüseyin Alai, İran’ın bütün yatırımını Esad’a yapmadan alternatiflerini çeşitlendirmesi gerektiğini söylemiştir.

Diğer taraftan İran muhalefeti Esad’a verilen desteğe isyanın başlamasından beri karşı çıkmaktadır. “Arap baharı” sürecine İran yönetiminden farklı bir şekilde yaklaşan ve “Yeşil Hareket” şeklinde adlandırılan muhalefet, İran’ın Esad yönetimine destek vermesini çifte standart olarak nitelendirmiş ve Suriyeli muhaliflere sempatisini ve desteklediğini belirtmiştir.97 Bir dönem Cumhurbaşkanı Hatemi’ye danışmanlık yapan Huccetülislam Muhammad Şeriati Dehaghani 20 Nisan 2011’de verdiği mülakatta Suriye rejimini baskıcı olarak nitelemiştir. Esad’ın reformlarının gecikmiş olduğunu söyleyen Dehaghani devrim ateşinin er geç Suriye’yi etkisi altına alacağını ve İran’ın Suriye halkının karşısında durmaması gerektiğini söylemiştir.98 İran yönetiminin Suriye  politikasına yöneltilen eleştiriler İran’ın Esad yönetimine verdiği desteği olumsuz etkileyen bir faktör olarak değerlendirilebilir.

İran’ın Esad yönetimine desteğini sınırlayan bir başka faktör ise iktidar içindeki uyumsuzluktur.99 
Hükümet kanadından, yani Cumhurbaşkanı Ahmedinejad ve Dışişleri Bakanı 
Salihi’den gelen açıklamalar yabancıların isyandaki rolünü kabul etmekle birlikte 
Suriye’de muhalefeti meşru bir hareket olarak görüp hükümetin muhalefet ile müzakere etmesini istemekte ve reform sürecini teşvik etmektedir. Diğer taraftan Rehberlik makamından gelen açıklamalarda muhaliflerin varlığı ve hareketleri neredeyse tamamen dış mihrakların komplosuna mal edilmekte ve Esad yönetimine mutlak destek belirtilmektedir.100 

< Mevcut İran yönetiminin Esad’ın iktidarını sürdüreceğine inanmasına rağmen İran kamuoyunda rejimin sürdürülebilir olmadığına dair tartışmalar baş göstermiştir. >

Ayrıca iç siyasi mücadelenin bir yansıması olarak Ahmedinejad’ın dış politikadaki rolünün azaldığı görülmektedir. Özellikle Arap Baharının başlamasından sonra Ahmedinejad’ın Ortadoğu ve Suriye ile ilgili girişimlerine pek rastlanılma maktadır. Buna karşılık İranlı yetkililerin “İslami Uyanış” olarak adlandırdığı süreci takip etmek, tartışmak ve İslami uyanış hareketleri arasında temas sağlamak üzere “İslami Uyanış Dünya Meclisi” kurulmuştur. Bu kuruluşun sekreterliğine atanan Hamanei’nin dış politika danışmanı ve eski Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayeti bu süreçte İran’ın Ortadoğu politikasında daha çok öne çıkmıştır.101 İsyanın başlamasından sonra İran ile Suriye arasında üst 
düzey siyasi temas yokken doğrudan Hamanei’ye karşı sorumlu olan Kudüs Ordusu Komutanı Süleymani’nin Şam’da temaslarda bulunduğunun iddia edilmesi de İran’ın Suriye politikasının Hamanei’nin kontrolünde yürütüldüğü kanısını desteklemektedir. Fakat iktidar merkezleri arasında uyumsuzluk, İran’ın hem Arap Baharı karşısında hem de Suriye isyanı karşısında aktif ve etkili bir dış politika izlemesini engellemektedir.

7. SURİYE MUHALEFETİ VE İRAN

Suriye’de Esad karşıtı protesto gösterilerinde sık sık İran bayrakları yakılmakta ve İran ile Hizbullah aleyhine sloganlar atılmaktadır. Bu durum Esad karşıtı muhalefetin aynı zamanda İran karşıtı olduğunu göstermektedir. Muhalefetin İran’a karşı olan tutumunda İranlı yetkililerin Suriye muhalefetinin taleplerine uzun bir süre kayıtsız kalması, hatta muhalefeti emperyalist ve Siyonist odakların piyonları olarak nitelemesi etkili olmuştur. Muhalefete kayıtsızlığının yanı sıra İran’ın Esad yönetimine verdiği destek de muhaliflerin İran karşıtı bir tutum almasına neden olmuştur.

İran’ın Suriye muhalefetine kayıtsız kalmasının başlıca sebebi Suriyeli muhalifler ile İran rejimi arasında tarihsel ve ideolojik bağların yokluğudur. Devrimci İran’ın 1979 yılından beri jeopolitik ve ideolojik kaygılarla Suriye rejimi ile ittifaka verdiği önem Suriye muhalefetine karşı ilgisiz kalmasına neden olmuştur. Suriye rejiminin zayıflamasının İsrail’in işine yarayacağı kaygısı İran’ı bu ülkeye yönelik devrim ihracı faaliyetlerinden bile alıkoymuştur. Hatta 1980-1982 yıllarında Baas rejimine karşı ayaklanan “Suriye İslam Cephesi”nin ve Müslüman Kardeşler’in İran devrimine sempatisine ve İslam Cumhuriyeti’nden yardım beklemesine rağmen İran yönetimi Suriye hükümeti ile iyi ilişkilerini sürdürmeyi tercih etmiştir.102 Bu tutum Suriyeli İslamcı hareketlerin dahi İran’a yabancılaşmasına neden olmuştur.103

İran’ın Suriye muhalefetine kayıtsız kalmasının ikinci nedeni İsrail’in ve ABD’nin Suriye rejimini devirmek için bitmek tükenmek bilmeyen komplolar tezgahladığı düşüncesidir. 
Bu düşünce, Suriye hükümetine karşı çıkan her muhalif hareketin İsrail, Batı ve işbirlikçi Arap hükümetlerinin tasarladığı bir tertip olarak değerlendirilmesine yol açmaktadır. 

<  İktidar merkezleri arasında uyumsuzluk, İran’ın hem Arap Baharı karşısında hem de Suriye isyanı karşısında aktif ve etkili bir dış politika izlemesini engellemektedir. >

Bu bağlamda Oded Yinon isimli bir gazetecinin Suriye ve Irak’ın parçalanmasını öngören “İsrail İçin 1990’lar Stratejisi” isimli makalesi ve farklı İsrailli yetkililerin Suriye aleyhindeki beyanatları tertip iddialarını desteklemek için kullanılmaktadır. Son dönemde ortaya çıkan muhalefetten de bazılarının “Siyonistlerle” bağlantılı olduğu iddiaları İran tarafında tertip tezlerini güçlendirmiştir.

Bahsedilen nedenlerden dolayı İran’ın Suriye muhalefetine genel olarak ilgisizliğinin yanı sıra son isyanda Selefilerin etkili bir rol oynadığı iddiaları, İran’ın muhalefetten uzak durmasına neden olmuştur. Selefiler, Suudi Arabistan ile güçlü olduğu düşünülen bağlarının yanı sıra Şiilik karşıtı olmaları nedeniyle İran rejimi tarafından tehdit olarak görülmektedir.104 

El-Kaide lideri Eymen el-Zevahiri’nin taraftarlarından isyana destek vermesini istemeleri, İran’ın Suriye’deki Selefilerin yükselişinden algıladığı tehdidi 
şiddetlendirmiştir. Bu nedenle, İran Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Hasan Ruhani, Türk Büyükelçisi Ümit Yardım ile görüşmesinde bölgede demokrasinin ve istikrarın tesisi için terörizm ile mücadelenin önemini vurgulamış ve Suriye’de el-Kaide ile mücadele edilmesi gerektiğini söylemiştir.105

İran’ın Esad yönetimine destek vermesine ve muhalefete kayıtsız kalmasına rağmen, Suriyeli muhaliflerin arkasındaki uluslararası siyasi desteğin güçlenmesi, rejimin isyanı tam olarak kontrol altına alamaması, Esad yönetimine verilen desteğin İran kamuoyunda da sorgulanmaya başlaması üzerine İran yönetimi muhaliflerin bir kısmıyla temas kurmaya çalışmıştır. Muhaliflerle temas çabalarının ardında, Esad yönetimine alternatif arayışları değil, Suriye rejimi ile muhalifleri uzlaştırma arayışının etkili olduğu görülmektedir.

Muhaliflerle temas arayışları çerçevesinde İranlı yetkililer önce Ekim 2011’de İstanbul’da bulunan Suriye Müslüman Kardeşler Hareketi’nin Siyasî Lideri Muhammed Faruk Tayfur ile görüşme girişiminde bulunmuşlardır. Tayfur bu konu ile ilgili yaptığı açıklamada Ayetullah Hamanei tarafından üç kişilik bir heyetin kendileri ile görüşmek üzere görevlendirildiğini dile getirmiştir. Ekim 2011’de İstanbul’a gelen İranlı heyetin Tayfur’a görüşmek istediklerini bildirdiklerini, fakat kendisinin Tahran yönetimi Esad’ın tarafında yer aldığı için görüşmeyi reddettiğini aktarmıştır.106 Tayfur, “Ne zaman İran Suriye halkının yanında yer alırsa o zaman elçileriyle görüşürüz ve konuşuruz. Aksi halde, halkımızın öldürülmesine yardım ederlerken İranlılarla hiçbir surette görüşemeyiz.” demiştir.107

 < Suriyeli muhaliflerin arkasındaki uluslararası siyasi desteğin güçlenmesi, rejimin isyanı tam olarak kontrol altına alamaması, Esad yönetimine verilen desteğin İran kamuoyunda da sorgulanmaya başlaması üzerine İran yönetimi muhaliflerin bir kısmıyla temas kurmaya çalışmıştır. >

Bu yöndeki ikinci adım Kasım 2011’de Demokratik Dönüşüm için Ulusal Koordinasyon Komitesi üyelerinden Heysem Menna ile görüşülmesi olmuştur. İran’ın Koordinasyon Komitesi’ne yaklaşmasında bu komitenin Suriye’ye yabancı askeri müdahalesine karşı duruşunun etkili olduğu düşünülmektedir. Fakat bu görüşme İran’ın muhalefet arasındaki ayrılığı şiddetlendirme çabası şeklinde de değerlendirilmiştir. Görüşmede İran’ın Menna aracılığıyla bir muhalefet konferansı organize etmek istediği, ama istediği sonucu alamadığı iddia edilmiştir. 

Bu doğrultudaki en sürpriz gelişme, Suriye Ulusal Konseyi (SUK) üyesi Samir al-Nashar’ın Aralık 2011’de Tahran ile iletişim halinde oldukların söylemesi olmuştur. Oysa SUK, İran’ın Suriyeli muhalifler arasında en mesafeli olduğu gruptu. Bu grubun lideri Burhan Galyun’un İsrail Başbakanı B. Netanyahu’ya danışmanlık yaptığı ileri sürülen Fransız yazar Bernard Henry Levy ile dostluğu muhaliflerle Siyonistler arasındaki ilişkinin en somut kanıtı olarak gösteriliyordu. Ayrıca SUK’un Batı ülkeleri ile temas halinde olması İran’ın tepkisini çekiyordu. Diğer taraftan Galyun, Wall Street Journal’a verdiği mülakatta rejim devrilir ve muhalifler iktidara gelirse Suriye’nin İran ile özel ilişkisinin devam etmeyeceğini 
ve Hizbullah ile şimdiki yakın ilişkisinin de değişeceğini söylemişti.108 

Tahran ile iletişim halinde olduklarını söyleyen al-Nashar hiçbir taraf ile diyaloğa karşı olmadıklarını ve İran’ı bölgede merkezi bir güç olarak gördüklerini belirtmiştir. Fakat diyaloğa geçmeden önce İran’ın Suriye ilgili tutumunu düzeltmesi gerektiğini söylemiştir. Al-Nashar, muhaliflere karşı Suriye rejimine lojistik, istihbarat ve harekât desteği sağladığı için Suriye devrimi hakkındaki tutumunu düzeltinceye kadar İran ile görüşmeyeceklerini belirtmiştir.109

İlk girişimlerinde başarısız olsa da İran, Suriye muhalefeti ile diyalog kurma çabalarını sürdürmüştür. Müslüman Kardeşler’den Melhem al-Droubi Ocak 2012’de yaptığı açıklamada İran’ın Aralık 2011’de kendileriyle temas kurmaya çalıştığını belirtmiştir. Al-Droubi, Suriye halkı ile rejim arasında tarafsız bir tutum alıncaya kadar İran ile görüşmeyeceklerini ve tekliflerini dinlemeyeceklerini beyan etmiştir.110

Muhalifler arasında İran’a en sert tepkiyi Özgür Suriye Ordusu göstermektedir. Suriyeli muhaliflerin İran’a tepkisi önceleri gösteriler sırasında İran aleyhine sloganlar atılması ile sınırlı iken 2011 güz aylarından itibaren muhaliflerin bir kısmının silahlı gruplar halinde örgütlenmeye başlamasından sonra Suriye’de bulunan İranlılar hedef alınmaya başlamıştır. Kimliği belirsiz silahlı kişiler 21 Aralık 2011’de Humus’ta beş İranlı mühendisi kaçırmıştır. Mühendislerin kaçırılmasından sonra, kaçırılanların akıbetini araştırmakla görevli iki İranlı daha kaçırılmıştır. Bu olaydan kısa bir süre sonra Şam’dan Halep’e giden İranlı ziyaretçileri taşıyan bir otobüs 26 Ocak 2012’de durdurulmuş ve ziyaretçilerin 
arasından 11 kişi daha kaçırılmıştır.111 İranlı mühendislerin çalıştığı MAPNA 
mühendislik şirketinin Suriye mesulü Morteza Ganjizadeh mühendislerin kaçırılmasından Özgür Suriye Ordusu’na bağlı El-Faruk Tugayları’nı sorumlu tutmuştur.112 

<  Al-Nashar, muhaliflere karşı Suriye rejimine lojistik, istihbarat ve harekât desteği sağladığı için Suriye devrimi hakkındaki tutumu nu düzeltinceye kadar İran ile görüşmeyeceklerini belirtmiştir.  >

Gerçekten de Özgür Suriye Ordusu 28 Ocak’ta Humus’ta kaçırılan mühendislerin görüntülerini yayınlayarak onlardan beşinin Devrim Muhafızı olduğunu iddia etmiştir. Onlardan birisi adının Sajjad Amirian olduğunu; Suriye’deki isyanı bastırmak için görevlendirilen Devrim Muhafızı birliğinin mensubu olduğunu ve emirleri Humus’taki Suriye Hava Kuvvetlerinin güvenlik biriminden aldıklarını söylemiştir. El-Faruk Tugayları bir bildiri yayınlayarak Hamanei’den “Esad rejimine Suriye halkını bastırması için yardım etmek üzere Devrim Muhafızlarının Suriye’de bulunduğunu” net bir şekilde itiraf etmesini ve ondan sonra Devrim Muhafızları’nı Suriye’den çekmesini istemiştir.113

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ARAP BAHARI SÜRECİNDE İRAN’IN SURİYE POLİTİKASI, BÖLÜM 3

ARAP BAHARI SÜRECİNDE İRAN’IN SURİYE POLİTİKASI,  BÖLÜM 3



Amerikalı yetkililer de gösterilerin bastırılmasında yardımcı olmak üzere çok sayıda eğitimci, danışman ve Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Ordusu mensuplarının Suriye’ye gönderildiğini iddia etmiştir. ABD, Kudüs Ordusu’nun gösterilerin bastırılmasında önemli bir rol oynadığını ileri sürmüştür.55 Amerikalı yetkililerin iddiasına göre Kudüs Ordusu komutanı Kasım Süleymani, Ocak 2012’de Şam’a giderek Esad dâhil üst düzey yetkililerle görüşmüştür. Bu ziyaret İran’ın Suriye’ye verdiği askeri desteğin bir nişanesi olarak değerlendirilmekte dir. 56

< İddiaya göre İranlı askerler eylemlere müdahale etmek için hem harekât planlamasında yer almakta hem de bizzat eylemcilere müdahale etmektedir.  >

İran güvenlik birimlerinin isyanın bastırılmasında rol oynadığına inanan ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri Suriye ile ilgili aldıkları yaptırım kararlarının kapsamına İranlı yetkilileri de dâhil etmiştir. Bu çerçevede Kudüs Ordusu Komutanı Kasım Süleymani ve Kudüs Ordusu Harekat ve Eğitim komutanı Muhsin Çizari, Suriye’de insan hakları ihlallerindeki ve halka karşı güç kullanılmasındaki rolleri nedeniyle Amerikan yaptırımları kapsamına alınmıştır.57 DevrimMuhafızları Komutanı Tuğgeneral Muhammed Ali Jafari, Kasım Süleymani ve Devrim Muhafızları İstihbarat Komutanı Hossein Taeb Suriye rejimine malzeme ve destek sağlayarak protestoların bastırılmasına yardımcı olmaları nedeniyle Haziran 2011’de AB yaptırımlarına dâhil edilmiştir.58 

İran, Suriye’de isyanın bastırılmasına yardımcı olduğu iddialarını birçok defa reddetmiş ve aksine diğer ülkeleri, özellikle ABD ve İsrail’i Suriye’deki “terörist” eylemleri desteklemekle suçlamıştır.59 Gerçekten de İran’ın Suriye’ye sağladığı teknik ve lojistik destek iddiaları makul ve mümkün görünmektedir. İki ülke arsındaki güvenlik işbirliği dikkate alındığında İranlı askerlerin harekât planlamasında yer aldığı iddiaları da itibar kazanmaktadır. Buna mukabil, enformasyon ile dezenformasyonun son derece karıştığı Suriye’de İranlı askerlerin bizzat gösterilere müdahale ettiğine dair iddialar bağımsız 
kaynaklar tarafından henüz doğrulanmamıştır. Bununla birlikte İran’dan Suriye’ye en açık askeri destek gösterisi 18-19 Şubat 2012’de iki İran savaş gemisinin Tartus limanına demirlemesi ve Suriye Deniz Kuvvetleri ile ortak bir tatbikat yapması olmuştur.60

4.3. Diplomatik Destek

İran’ın Esad yönetimine verdiği diplomatik desteğin yabancı ülkelerin Suriye’nin içişlerine karışmasının önlenmesi; Suriye’ye yabancı, özellikle Amerikan, askeri müdahalesinin engellenmesi ve Suriye’nin yalnızlaştırılması girişimlerinin boşa çıkarılması olmak üzere üç boyutu vardır. Suriye’deki isyanın kısa sürede uluslararasılaşması, Suudi Arabistan, Katar, Türkiye gibi bölge ülkelerinin yanı sıra Arap Birliği, Avrupa Birliği ve ABD’nin sürece dahil olması Suriye’ye yönelik askeri müdahale spekülasyonlarına yol açmıştır. Bu spekülasyonların yaygınlaş  ması üzerine İranlı yetkililer Suriyeli muhaliflerin bir kısmının yabancı müdahalesi ne zemin hazırlamak için çalıştığını ve Batı basınının da uluslararası müdahaleye zemin hazırlamak için olayları bilinçli bir şekilde abarttığını ileri sürmüştür. İşte bu minval üzere Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, Suriye halkının ve hükümetinin aralarındaki problemleri yabancı müdahalesi olmaksızın 
kendi aralarında çözebilecek kadar olgun olduklarını ifade etmiştir.61

< İran güvenlik birimlerinin isyanın bastırılmasında rol oynadığına inanan ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri Suriye ile ilgili aldıkları yaptırım kararlarının kapsamına İranlı yetkilileri de dâhil etmiştir. >

Suriye’de protesto gösterilerinin yaygınlaşması ve sorunun uluslararasılaşması üzerine İran bir taraftan sorunun çözümü için Suriye yönetiminin muhalefetle diyaloğa geçmesini isterken, diğer taraftan Batılı güçlerin müdahalesini önlemek amacıyla soruna “bölgesel çözüm” arayışlarına girmiştir. Bu yöndeki ilk açıklama İran Meclisi Milli Güvenlik ve Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Alaadin Burucerdi’den gelmiştir. Burucerdi 16 Ağustos 2011’de Kahire’de yaptığı açıklamada bölge ülkelerinin iç problemlerin çözülmesi ve istikrarın tesisi için Suriye yönetimine yardımcı olmasını ve bu ülkeyi ABD veya NATO müdahalesine karşı desteklemesini istemiştir. Keza Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ramin Mihmanperest Suriye’de güvenlik ve istikrarın sağlanması için bölge ülkeleri arasındaki işbirliğinin önemine dikkat çekmiştir.62 Benzer şekilde İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, Başbakan Erdoğan’ı 22 Ağustos 2011’de telefonla arayarak Batılı ülkelerin bölge işlerine müdahalesinin durumu daha karmaşık hale getirdiğini savunarak bölgesel sorunların çözümü için iki ülke arasında daha sıkı işbirliği yapılmasını istemiştir.63 

< İran’ın Suriyeli muhaliflerle problemli ilişkisi sorunun çözümünde aktif rol almasına mani olurken, Esad yönetimi ile sıkı ilişkisi ve Esad’a verdiği tavizsiz destek İran’ın soruna bölgesel çözüm arayışlarının dışında tutulmasına neden olmuştur. >

Fakat İran’ın Suriye sorununun çözümü için bölgesel işbirliği arayışları çerçevesinde sadece birkaç (İran, Türkiye ve Irak) ülkeyi işaret etmesi, İran’ın esas gayesinin hasımlarını Suriye’den uzak tutmak olduğunu göstermektedir. Diğer bir tabirle, İran’ın bölgesel çözümden kastı Suriye’de statükonun sürdürülmesi, İran’ın rakipleri ile düşmanlarının dışarıda tutulması ve rejim muhaliflerine verilen desteğin önlenmesidir. Aşağıda da değinileceği üzere İran’ın Suriyeli muhaliflerle problemli ilişkisi sorunun çözümünde aktif rol almasına mani olurken, Esad yönetimi ile sıkı ilişkisi ve Esad’a verdiği tavizsiz 
destek İran’ın soruna bölgesel çözüm arayışlarının dışında tutulmasına neden olmuştur. 
Bununla beraber, Esad’ın iktidardan çekilmesini istemeyen uluslararası ve bölgesel girişimleri memnuniyetle karşılayan İran, ülkede şiddetin tırmanmasından Esad yönetimini sorumlu tutarak Esad’ın iktidardan çekilmesini isteyen girişimlerin karşısında olmuştur.

Dışişleri Bakanı Salihi, Kaddafi’nin NATO destekli operasyon ile düşürülmesinden kısa bir süre sonra 28 Ağustos 2011’de yaptığı açıklamada NATO’yu Suriye’ye müdahale etme ihtimaline karşı uyarmıştır.64 Suriye’yi Ortadoğu’da İsrail’e karşı direnişin öncü devleti olarak tanımlayan Salihi, NATO’nun saldırı tehdidi ile bu ülkenin gözünü korkutamayacağını söylemiş, böylelikle İran’ın Esad rejimine verdiği siyasi desteği yinelemiştir.

Arap Birliği’nin Suriye krizine müdahil olmasına ve 16 Kasım’da Suriye’nin üyeliğini askıya almasına İran’dan eleştiri gelmiştir. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mihmanperest, bu gelişmenin Suriye’deki sorunun çözümüne yardımcı olmak yerine durumu daha karmaşık hale getireceğini iddia etmiştir.65 

İran, Ocak 2012’de Suriye’nin BM Güvenlik Konseyi’nin gündemine alınmasına şiddetle karşı çıkmış ve Güvenlik Konseyi’nde Suriye aleyhine düzenlenen karar tasarısının Çin ve Rusya tarafından veto edilmesini memnuniyetle karşılamıştır. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mihmanperest yaptığı açıklamada bu iki ülkenin sorumluluk duygusuyla hareket ederek sair ülkelerin Suriye’nin işlerine karışmasının önünü aldığını söylemiştir.66 
Hatta Arap basınında BMGK’da Suriye hakkındaki karar görüşülürken İran’ın Çin’in kararı veto etmesini sağlamak amacıyla piyasa değerinin altında ucuz petrol verme teklifinde bulunduğu iddia edilmiştir.67

BM İnsan Hakları Konseyi’nin Suriye hakkında hazırladığı raporun Genel Kurul’da gündeme getirilmesi üzerine İran’ın BM’deki Büyükelçisi Mohammed Hazai söz konusu girişimin teamüllere uygun olmadığını iddia etmiştir. Hazai, raporun tek taraflı olduğunu ileri sürmüş, Suriye’deki “terör” olaylarına dikkat çekmiş ve başta Halep olmak üzere Suriye’de terör eylemleri yüzünden çok sayıda insanın hayatını kaybettiğini, yaralandığını ve kamu mallarının zarar gördüğünü söylemiştir. Bu ülkede uzun sürecek istikrarsızlığın ve karışıklığın bütün bölgeyi olumsuz etkileyeceğini savunan Hazai, mevcut krizin barış içinde ve yabancı müdahalesi olmaksızın çözümü için herkesin çalışması gerektiğini ifade etmiştir. Hazai yaptırım uygulamanın ve Şam üzerindeki diğer baskıların yanı sıra ülkenin içişlerine karışılmasının Suriye’deki siyasi ve sosyal krizi sadece daha derinleştireceğini ileri sürmüştür. Bu krizden tek çıkış yolunun Suriye halkının ve yöneticilerinin katılacağı siyasi bir süreç olduğunu vurgulayan Hazai, 
BM’nin gerçek yükümlülüğünün soruna Suriye eksenli bir çözüm bulmak için siyasal grupların hükümet ile diyaloga girmelerini sağlamak olduğunu söylemiştir.68

İran’ın Esad yönetimine verdiği diplomatik desteğin bir boyutu da Suriye’nin yalnızlaşmasını önlemek ve Esad yönetimine bölgesel destek sağlamaktır. Bu bağlamda İran’ın bölgedeki diğer müttefiklerini Esad yönetimine destek vermeleri için yönlendirdiği düşünülmektedir. İran’dan sonra Esad yönetimine en büyük destek Hizbullah’tan gelmiştir. 

< Suriye’nin BM Güvenlik Konseyi’nin gündemine alınmasına şiddetle karşı çıkmış ve Güvenlik Konseyi’nde Suriye aleyhine düzenlenen karar tasarısının Çin ve Rusya tarafından veto edilmesini memnuniyetle karşılamıştır. >

Hizbullah’ın Lübnan siyasetinde etkili olması, bu ülkenin Suriye krizinde daha 
ihtiyatlı bir tutum almasına neden olmuştur. Suriye krizi sırasında Esad yönetimine bir başka destek de dolaylı da olsa Irak yönetiminden gelmiştir. Maliki yönetimi Arap Birliği’nin Suriye aleyhine aldığı yaptırım kararlarına uymayacağını ilan etmiştir. 

Başbakan Maliki’nin Mart ayında Bağdat’ta yapılması planlanan Arap Birliği Zirvesi’ne Esad’ın da katılmasını umduğunu söylemesi, Irak yönetiminin Suriye rejimine verdiği desteğin göstergesi olarak değerlendirilmiştir.69 Suriye’deki gelişmeleri “durumun kötüleşmesi” şeklinde gören Maliki, Suriye yönetimi ile Arap Birliği arasında arabuluculuk yapmaya girişmiş, fakat bu girişim Arap devletleri nezdinde karşılık bulmamıştır.70 

5. İRAN’IN SURİYE DESTEĞİNE BAKIŞ: DIRENIŞ VE Şİİ HİLALİ YAKLAŞIMLARI 

Suriye’de isyanın çıkmasından sonra İran’ın Esad Yönetimine verdiği desteği açıklamaya dönük olarak iki farklı söylem ortaya çıkmıştır: Direniş ekseni ve Şii hilali. Söylemlerde çok büyük farklılar görünse de konu detaylı bir şekilde incelendiğinde aslında her iki söylemin de aynı jeopolitik ve jeostatejik temeller ile benzer kaygılara dayandığı görülmektedir.

5.1. Mezhepçi Yaklaşım ve “Şii Hilali” Söylemi

İran’ın Baas rejimine verdiği desteği mezhepçi bir bakış açısıyla açıklamaya çalışan bu yaklaşım şu satırlarda net olarak görülmektedir: “İran’a hâkim olan Caferi Şiiliğe yakınlığıyla bilinen … Alevi/Nusayri azınlık tarafından yönetilen Suriye rejimini desteklemek, aslında İran’ın Şiici ideolojisinin bir gereği olarak öne çıkmaktadır.”71 İran ile Suriye arasındaki ittifak ilişkisini mezhep faktörü ile açıklamaya çalışan bu yaklaşım yeni değildir. 1980-1982 yıllarında İhvan’ı Müslimin hareketinin önceliğinde Baas rejimine karşı başkaldırı girişimi şiddetle bastırılmış, İran yönetimi o zaman da isyana karşı Hafız Esad yönetimine destek vermiştir. İran’ın o dönemde “Sünni” ayaklanmalara destek vermemesi, İran-Suriye ittifakının mezhep ekseninde (Şii ekseni) değerlendirilmesine 
neden olmuştur.72 

< Söylemlerde çok büyük farklılar görünse de konu detaylı bir şekilde incelendiğinde aslında her iki söylemin de aynı jeopolitik ve jeostatejik temeller ile benzer kaygılara dayandığı görülmektedir.  >

Bu yaklaşımın iki temel varsayımı vardır. Bir kere İran’ın mezhep eksenli bir dış politika izlediğini ve bu çerçevede Ortadoğu’da Lübnan, Suriye, Irak, İran ve Körfez Şiilerini kapsayan bir “Şii hilali” oluşturmaya çalıştığını kabul etmektedir. İlk defa Ürdün Kralı Abdullah tarafından 2004’te dile getirilen bu iddia, 2005’te Ahmedinejad’ın iktidara gelmesi ve devrimci dış politika anlayışını (İsrail ve Batı karşıtı, İslamcı, popülist) canlandırmaya çalışmasıyla revaç bulmuştur. Gerçekten de İran dış politikasında Şiiliğin önemli bir yeri vardır. Şiilik devrimci ideolojinin, dolayısıyla İran dış politikasının şekillenmesinde etkili bir rol oynadığı gibi İran dışındaki Şii topluluklar İran dış politikasının ilgi alanında özel bir yer almıştır. Devrim sonrası “İslam birliği” ülküsü çerçevesinde mezhepçi bir söylemden kaçınmışsa da İran’ın devrimci mesajları Şii dünyasında daha 
çok kabul görmüştür. Fakat İran’ın Şii dünyasının bir kısmında karşılık bulan bu yaklaşımı Şii dünyasının birleşmesini amaçlayan Pan-Şii bir hareketin sonucu değil, statükoya meydan okuyan, anti-emperyalist ve popülist bir siyasetin sonucudur. Bu nedenle İran Hizbullah’ın yanı sıra Filistinli direniş örgütleri ve Şiiliği siyasi bir kimlik olarak görmeyen Suriye Baas rejimi ile ittifaka girmiştir. Rafsanjani ve Hatemi’nin cumhurbaşkanlığı dönemlerinde İran dış siyasetinde pragmatizmin yükselmesine paralel olarak devrim ihracı önemini kaybetmiş, anti-emperyalizm ve popülizmin tonu azalmıştı. 2005 yılında Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanlığı ile birlikte İran dış politikası yeniden radikalleşme eğilimine girdi, fakat bu dönemde Ortadoğu’da Şiiliğin yükselişi, Pan-Şii bir  hareketin ya da İran’ın doğrudan çalışmalarının eseri değil, bölge jeopolitiğinin iç ve dış dinamikler sonucunda değişmesinin bir eseri olmuştur.73 Dolayısıyla İran’ın Pan-Şii bir siyaset izlediği ve Esad yönetimine Şii olduğu için destek verdiği iddiaları açıklayıcı gücünü kaybetmektedir.

< Şiilik devrimci ideolojinin, dolayısıyla İran dış politikasının şekillenmesinde etkili bir rol oynadığı gibi İran dışındaki Şii topluluklar İran dış politikasının ilgi alanında özel bir yer almıştır. >

Mezhepçi dayanışma söyleminin ikinci varsayımı ise Suriye’deki Esad yönetiminin Şii olduğu önkabulüdür. Bir kere ortak tarihsel ve kültürel bağlara karşın Nusayrilik (Alevilik) ve Şiilik süreç içinde oldukça farklılaşmış, Aleviliğin Şiiliğin aşırı uç bir formu olarak görülmüştür.74 Bazı Şii alimlerinin Aleviliği Şiiliğin meşru bir unsuru olarak ilan etmiş olmalarına rağmen bu kanaat Şii dünyasının geneline hakim olmamıştır. Diğer taraftan Alevi Baascıların mezhepsel kimliği ile siyasi yaklaşımı arasında bağlantı kurmak zordur. Baascılar, Alevi toplumunun çıkarlarını Şii dayanışmasında değil Arap milliyetçiliğinde görmüştür. Ayrıca Baas rejiminin laik niteliği dolayısıyla Suriye yönetiminin siyasi kararlarında dini motivasyonlar etkili bir rol oynamamıştır.75 

Baas rejiminin Arap milliyetçisi ve laik tutumuna rağmen İran, Suriye yönetimi ile iyi ilişkilerini kullanarak özellikle Beşar Esad döneminde bu ülkedeki kültürel faaliyetlerini artırmıştır. Şiilik propagandası söz konusu kültürel faaliyetlerin önemli bir kısmını teşkil etmiştir.76 Fakat bu faaliyetler Suriye’de bir “Şii uyanışı” yaratacak düzeye ya da İran Şiiliği ile Suriye Aleviliği arasında ulus aşırı bağların kurulması düzeyine varmamıştır. İran’ın Suriye’deki kültürel etkisinin artmasına rağmen Şiilik, iki ülke arasındaki ittifakı güçlendiren bağlardan birisi haline dönüşmemiştir. Bununla birlikte Mart 2011’de başlayan isyan sürecinde Suriye’de yaşayan halklar arasında mezhep kimliğinin öne çıktığı gözlemlen mekte dir. 77 Fakat Alevilik ile Şiilik arasında ulus aşırı bağların yokluğu 
ve Aleviliğin “yerel” niteliği nedeniyle “mezhep ortaklığının” İran’ın Suriye yönetimine verdiği desteği açıklayıcı gücü sınırlıdır.

Bu noktada dikkat çekici hususlardan birisi de İran’ın özellikle bölgesel rakipleri tarafından Şii hilali siyaseti gütmekle suçlanmasına karşın İran’dan gelen bazı seslerin bunun tam aksini iddia etmesidir. Mesela Şiilik tarihi uzmanlardan Rasul Jafarian, Suudi Arabistan ve Katar’ın bölgede Şiiler ile Sünniler arasında topyekûn bir savaş çıkarmaya çalıştığını ileri sürmektedir.78 Bu iddiaya göre Suudi Arabistan, Sünnileri seferber ederek Suriye’nin tasarrufunu ele geçirmek ve böylece hem Irak Şiilerini hem de Lübnan Şiilerini sınırlamak ve kontrol altına almak istemektedir.79 

5.2. Direniş Ekseni Söylemi

İranlı yetkililerin beyanatlarında Suriye yönetimine verilen desteğin “Şii” dayanışması veya Şii jeopolitiği politikası çerçevesinde verildiğine dair bir dayanak bulmak pek mümkün değildir. Bilakis, İranlı yetkililer öncelikle Suriye’nin Arap dünyasında yıllardır İsrail’e “direnen” tek ülke oluşunu takdir etmekte, ardından Suriye’ye yapılan saldırıları direniş eksenine yapılan saldırılar olarak değerlendirmekte ve nihayet bu saldırılara karşı Suriye rejiminin desteklenmesi gerektiğini ileri sürmektedir.

Haziran 2000’de babasının ölümünden sonra iktidara gelen Beşar Esad bu süre zarfında sekiz kez İran’a gitmiştir. Ekim 2010’da son Tahran ziyaretinde Lübnan ve Filistin milletlerine desteğinden, yani “direniş cephesine katkılarından” dolayı Esad’a İran’ın en yüksek onura sahip Devlet Nişanı verilmiştir. Bu ziyaret sırasında Esad’ı kabul eden Hamenei Suriye’nin dış baskılar karşısındaki metanetini takdir etmiş ve ABD’nin Ortadoğu’da direniş hareketini zayıflatma girişimlerinin sonuçsuz kalacağını söylemiştir.80 

<  Ekim 2010’da son Tahran ziyaretinde Lübnan ve Filistin milletlerine desteğinden, yani “direniş cephesine katkılarından” dolayı Esad’a İran’ın en yüksek onura sahip Devlet Nişanı verilmiştir. >

Bu görüşmeden beş ay gibi kısa bir süre sonra Suriye’de hükümet karşıtı gösterilerin çıkması, İran’da dış güçlerin (ABD, Batı Avrupa ülkeleri, İsrail ve bazı bölge ülkeleri – öncelik sırası sık sık değişmesine rağmen liste pek değişmiyor) direniş hareketini zayıflatmak amacıyla giriştikleri yeni bir komplo olarak görülmüştür. Nitekim Hamanei, Suriye’deki isyanla ilgili yaptığı bir değerlendirmede Suriye’deki gelişmeler dikkatli birşekilde incelendiğinde bu ülke üzerindeki Amerikan projesinin rahatlıkla görülebileceğini ve bazı bölge ülkeleri nin de bu komploya dâhil olduklarını iddia etmiştir. Hamanei, ABD’nin esas amacının direniş hattının kırılması olduğunu, Suriye’nin Lübnan’daki 
İslami direniş ile Filistin direnişine destek verdiği için hedef alındığını savunmuş ve Suriye hükümetinin Filistin ve Lübnan’da direnişe desteğini keseceğine dair söz vermesi durumunda Batılılar için bütün sorunun çözüleceğini ileri sürmüştür.81 


4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***