KİTAP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KİTAP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Temmuz 2017 Cumartesi

28 ŞUBAT SÜRECİNİN DEVLET VE TOPLUM ÜZERİNDEKİ YANSIMALARI, BÖLÜM 6


28 ŞUBAT SÜRECİNİN DEVLET VE TOPLUM ÜZERİNDEKİ YANSIMALARI, BÖLÜM 6


 YÖK Başkanlığı ve üniversiteler tarafından gönderilen yazılar: 

 12 Eylül 1980 askeri darbesinde olduğu gibi, 28 Şubat döneminde de üniversitelerde adeta bir korku rüzgarı estirilmiştir. Çok sayıda rektör ve dekan “şeriatçı/irticacı oldukları veya şeriatçı/irticacı kadrolaşmaya göz yummakla” itham edilmiş; bu konuda kimi zaman isimsiz ve imzasız, kimi zaman 
da bizzat öğretim üyelerince Cumhurbaşkanlığı ve YÖK Başkanlığı’na muhtelif ihbar mektupları gönderilmiş, bu iddialar incelenerek ilgililer hakkında soruşturmalar açılmış ve görevlerinden alınmışlardır. 


1. YÖK Disiplin Kurulu tarafından 1997 yılında; Kılık Kıyafet Yönetmeliğine uymadıkları gerekçesiyle 16 personel Kamu görevinden çıkarılma cezası, 1998 yılında Kılık Kıyafet Yönetmeliğine uymadıkları gerekçesiyle 31 personel , Türban yasağı ile ilgili gösteriye katıldıkları gerekçesi ile 11 personel, Kamu görevinden çıkarılma cezası, 1999 Kılık Kıyafet Yönetmeliğine uymadıkları gerekçesiyle yılında Kılık Kıyafet Yönetmeliğine uymadıkları gerekçesiyle 50 personel , 
Türban yasağı ile ilgili gösteriye katıldıkları gerekçesi ile 3 personel, 2000 yılında Kılık Kıyafet Yönetmeliğine uymadıkları gerekçesiyle 8 personel, İdeolojik ve siyasi amaçlı türban takmak gerekçesi ile 19 personel ve irticai faaliyette bulunduğu gerekçesi ile 1 personel olmak üzere 1997-2000 yıllları arasında toplam 139 personel kamu görevinden çıkarılmıştır. 

 YÖK Disiplin Kurulu’nun kararları incelendiğinde, en fazla cezanın 1999 yılında verilmiş olduğu, 2000 yılında verilen cezada ise ilk kez “İdeolojik ve siyasi amaçlı türban takmak gerekçesi” kullanılmıştır. 

 Diğer taraftan aynı yıl kurulda görüşülen ceza konuları incelendiğinde, fiili tecavüz, küfür ve hakaret, sahtecilik ve dolandırıcılık gibi konularda kamu görevinden çıkarması teklif edilen cezaların reddedildiği görülmüştür. 

2. Dumlupınar Üniversitesi tarafından gönderilen belgelerde, 196 öğretim görevlisinin sözleşmelerinin yenilenmesi nedeni ile görevlerine son verildiği anlaşılmıştır. Komisyona ulaşan mektuplarda buna benzer olayların diğer üniversitelerde de olduğu bilgisi alınmasına rağmen üniversitelerden konuyla ilgili sayısal değerler tam olarak alınamamıştır. 

3. Yüksek öğretim Kurulu (YÖK) Başkanlığının Balıkesir Üniversitesi Rektörlüğüne gönderdiği 26.08.1996 tarih ve 16562 sayılı yazıda özetle, araştırma görevlisi olarak lisansüstü eğitim amacıyla yurt dışına gönderilen kişilerin ülkenin birlik ve bütünlüğünü tehdit ettiği vurgulanmıştır. Bu 
kişilerin eğitimlerini tamamladıktan sonra yurda geri çağrılmaları, kalan eğitimlerini Türkiye’de tamamlamalarının gerekli görüldüğü ve dönüşlerinde her türlü faaliyetlerinin takip edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. 

4. Yüksek öğretim Kurulu Başkanlığının Milli Eğitim Bakanlığına gönderdiği 30.03.2000 tarih ve 6343 sayılı yazıda özetle şu hususlara yer verilmiştir: 

 “Yüksek öğretim Yürütme Kurulu 10.12.1997 tarihinde aldığı kararla, 

 Bundan böyle, yurtdışı yükseköğretim kurumlarında öğrenim görenlerin, öğrenim programlarında T.C. Anayasasının temel ilkeleri ile 2547 Sayılı Kanunun 4 ve 5. Maddelerinde belirlenen temel amaç ve ilkelere aykırı dersler bulunması halinde diplomalarına denklik verilmemesine; 

 Geçmiş yıllarda Kurulumuz tarafından ilahiyat alanında verilmiş olan denklik belgelerinin, öğrenim süresi, devam, sınav, değerlendirme ve benzeri eğitim-öğretim esasları ile, belgelerde maddi hata bulunup bulunmadığı yönlerinden yeniden incelenmesine, yukarıda belirtilen hususlarda eksiklik, 
aykırılık, uygunsuzluk veya maddi hata bulunduğunun tespiti halinde daha önce
verilmiş olan lisans denklik belgelerinin iptaline; yukarıda belirtilen hususlara uygunluğu tespit edilen durumlarda ise, daha önce verilmiş olan lisans denklik belgelerinin 09.01.1996 tarihli İlahiyat Uzmanlık Komisyonu 


Raporu doğrultusunda ön lisans denklik belgesine dönüştürülmesine ve bu belgelere, 2547 Sayılı Kanunun 43. Maddesi hükümlerine dayanılarak “Bu belge öğretmen atamalarında geçerli değildir.” şeklinde şerh konulmasına; bu suretle de hukukun temel kavramlarından olan kazanılmış hakları geri alınamayacağı ilkesi ihlal edilerek mağduriyetlere yol açmıştır. 

 Daha önce Kurulumuzdan almış oldukları ön lisans denklik belgeleri ile Ankara ve Dokuz Eylül Üniversitelerinde denklik lisans tamamlama programını başarıyla tamamlayanlara verilmiş olan lisans denklik belgelerine, 16.07.1997 tarihli karar uyarınca konulan “Bu belge öğretmen atamalarında geçerli değildir.” şeklinde değiştirilmesine karar verilmiştir. 

5. İnönü Üniversitesinin YÖK Başkanlığına gönderdiği belgeler arasında Malatya İl Jandarma Komutanlığının 14.05.2001 tarih ve İSTH:3590-1046-00/Ter-Ças.K.1236(3634) sayılı yazısında Rektör Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu ismine gönderdiği yazısında: 

 Nurculuk Grubuna mensup Mustafa Sungur grubu mensuplarının yaptıkları toplantıda baskın yapıldığı ve bu toplantıda bulunan Prof. Şener Dilek hakkında idari işlem yapılmasının talep edildiği görülmüştür. 

 Diğer taraftan baskında gözaltına alınan 69 kişi hakkında İstanbul DGM tarafından 1999/385 no’lu karar ile takipsizlik kararı verilmiş olmasına karşın söz konusu toplantıya katıldığı gerekçesiyle YÖK Disiplin Kurulu Kararı ile Prof. Şener Dilek’in kamu görevinden çıkarıldığı görülmüştür. 

6. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Sevgi Kurtulmuş’a “kılık-kıyafet yönetmeliğine uymaması” nedeniyle hakkında daha önce açılan disiplin soruşturması sonucunda “uyarma” ve “iki yıl süreyle kademe ilerlemesinin durdurulması” cezası verilmiştir. Ceza konusu hususlarda ısrarcı davrandığı gerekçesiyle Yüksek öğretim Kurumları Yönetici Öğretim 
Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliğinin 15. Maddesi dikkate alınmak suretiyle 10. Madde gereği “Görevden Çekilmiş Sayma” disiplin cezası uygulanmıştır. Doç. Dr. Sevgi Kurtulmuş’un kıyafetinin yönetmeliğe uygunluğunun tespit edilmesi için öğretim üyesi çalışma arkadaşlarından 
oluşan bir komisyon teşkil edilmiştir. Burada dikkat çeken husus ise, komisyon üyelerinin çoğunluğunun kıyafetin yönetmeliğe aykırı bir özellik taşımadığı yönünde görüş bildirmesine karşın Doç. Dr. Sevgi Kurtulmuş’un üniversite ile ilişiği kesilmiştir. 

7. YÖK Başkanlığının Üniversite Rektörlüklerine gönderdiği 14.05.1997 tarih ve 
B.30.0.PER.0.00.00.01/05.001-5053.8750 sayılı yazısında, bazı radikal dini unsurlara vurgu yapılarak sistemli bir mücadele süreci başlatılması, bu çerçevede aydınlatma faaliyeti yürütülmesi, mevzuata uymayanlar hakkında işlem yapılması ve yapılacak faaliyetler hakkında bilgi verilmesi istenmiştir. 
Buna istinaden bazı üniversitelerin bağlı fakültelerine bu yönde çalışmalar yürütmelerine ilişkin yazı yazdıkları görülmüştür. 

8. İçişleri Bakanlığının 1998 yılında yayımladığı iki gizli genelgeden birinde yeni kayıt olacak öğrencilere özellikle türban konusunda ikna ve ikaz yöntemi ile müdahale edilmesi, ısrarcı öğrencilere yasal mevzuatın hatırlatılması direktifi verilmektedir. Diğer genelgede ise, türban konusunda yapılan eylemlerde genellikle 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa muhalefetten gözaltına alınanların yargı önünde serbest bırakıldığı vurgulanarak, eylemlerin basit bir gösteri olmaktan ziyade Cumhuriyetin temel niteliklerini değiştirmeye yönelik olduğu hatırlatılmış ve suçun niteliğinin iyi belirlenerek gözaltına alınanların Cumhuriyet Savcılığına sevk edilmesi istenmektedir. Bu çerçevede, 
cezasız kalan suçun olayların tırmanmasında önem rol oynadığı belirtilerek hâkim ve savcılarla yakın ilişki içinde olunması tavsiye edilmiştir. Gereği için Valilik ve güvenlik birimlerine bilgi için Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu ile MGK Genel Sekreterliğine gönderilen genelgeler ek’te sunulmuştur. 

9. Eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz görev süresi boyunca değişik vesilelerle üniversitelere yazdığı yazılarda laiklik, irtica ile mücadele ve türban konularına özel hassasiyet gösterilmesi konusunda uyarılar yaptığı görülmüştür. 

10. Necmettin ERBAKAN Üniversitesi (Selçuk Üniversitesi döneminden) Meram Tıp Fakültesinde, Kılık Kıyafet Yönetmeliğine uymama gerekçesiyle 24 Hemşireye kamu görevinden çıkma cezası verilmiştir. 

11. Ondokuz Mayıs Üniversitesinde 223 öğrencinin uyarma, kınama ve okuldan uzaklaştırma cezası aldığı görülmüştür. 

11. Pamukkale Üniversitesinde 20 öğrenci kınama ve uyarma cezası almıştır. 

12. Sakarya Üniversitesinde 23 personel Kılık Kıyafet Yönetmeliğine uymama gerekçesiyle uyarma, kınama ve aylıktan kesme cezaları verilmiştir. 

13. Aksaray Meslek Yüksek Okulunda 6 öğrenci Kılık Kıyafet Yönetmeliğine uymama gerekçesiyle kınama cezası almıştır. 

14. Celal Bayar Üniversitesinde 9 Araştırma Görevlisi Kılık Kıyafet Yönetmeliğine uymama gerekçesiyle uyarma ve kademe ilerlemesinin durdurulması cezası almıştır. 

15. Cumhuriyet Üniversitesinde irticai faaliyet yürüttüğü gerekçesiyle 2 personele kademe ilerlemesi ve uyarma cezası verilmiştir. 

16. Dumlupınar Üniversitesi 1997-2002 yılları arasında 196 öğretim görevlisi ve araştırma görevlisinin görev sürelerinin yenilenmediği görülmüştür. Bu tür bir uygulamanın diğer üniversitelerde de olduğu, bu uygulama nedeniyle de çok sayıda öğretim görevlisinin mağdur olduğu değerlendirilmektedir. 

17. Harran Üniversitesinde Kılık Kıyafet Yönetmeliğine uymama gerekçesiyle 8 Hemşire ve Araştırma Görevlisi memuriyetten çıkarma cezası verilmiştir. 

18. İnönü Üniversitesinde Kılık Kıyafet Yönetmeliğine uymama gerekçesiyle 6 personele kademe ilerlemesi cezası verilmiştir. 

Üniversitelerde yaşanan olaylara örnek olarak; Harran Üniversitesi Rektörlüğü görevini yürüten Prof.Dr. Servet Armağan dan bir diğeri, 1993-15.11.1996 yılları arasında Harran Üniversitesi Rektörlüğü görevini yürüten Prof.Dr. Servet Armağan’nın Cumhuriyet Gazetesinde yer alan iddialar ve bazı öğretim üyelerince YÖK’e ulaştırılan şikayet dilekçeleri üzerine açılan soruşturma neticesinde görevden alındığı, 


Marmara Üniversitesi Fen-edebiyat Fakültesi Dekanı Prof.Dr.Mustafa Çetin Varlık’ın “irtica faaliyetleri” ile Marmara Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu’nda Atatürk büstlerinin kırılması, Atatürk fotoğraflarının kaybolması, yırtılması ve üzerinde küçültücü tahrifat yapılması gibi 
irticai faaliyetlere katıldıkları gerekçesiyle disiplin cezasıyla cezalandırılan öğrencilere geçici mezuniyet belgeleri verilmesi hakkında Cumhurbaşkanlığına çeşitli imzasız ve isimsiz şikayet mektupları gönderilmiş, bu dilekçeler Cumhurbaşkanı Genel Sekreterliği tarafından “irticai faaliyetler” yönünden incelenerek sonucu hakkında bilgi verilmek üzere YÖK’e yazılarla intikal 
ettirilmiştir. Bu iddialar üzerine YÖK Denetleme Kurulu tarafından gerekli incelemeler başlatılmış, ilgili öğrenciler okullarından uzaklaştırılmışlardır. 

 Komisyonumuza gönderilen Dr. Kazım Kara imzalı mektupta; Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde, öğretim elemanları kendi müktesebatı olan kadrolara (Yrd. Doç., Doç. Ve Prof.) atanmayarak mağdur edildikleri, bazı öğretim elemanlarına bu birçok öğretim üyesi de, Kemal Gürüz'ün Başkanlığı zamanında YÖK'e yazılan yazılarla denenmek üzere başka üniversitelere atandıklarını (Prof. Dr. 
Nurhan Akyüz, Prof. Dr. Avni Öztürk, Doç. Dr. Erdoğan Küçüköner, Doç. Dr. Burhan Arslan, Yrd. Doç. Dr. M. Kazım Kara). 

 Bu dönem içerisinde üniversite yönetimince yayımlanan 11.10.2001 tarihli Prof. Dr Yücel AŞKIN imzalı Genelgede; 

 “Yükseköğretim Kurumlarında öğrenim gören öğrencilerin, çalışan akademik ve idari personelin Üniversitelerde herhangi bir siyasi ya da dini ideolojinin simgesi şeklinde kılık kıyafette bulunamayacağı yönünde karar ve uygulamalara uyma zorunluluğu bulunmaktadır. Bu konudaki karar ve uygulamaların yasal dayanağı Anayasanın başlangıç bölümünde yer alan ilkeler ve özellikle laiklik ilkesi, Anayasanın 2, 10, 24, 174, maddeleri Anayasa Mahkemesi, Danıştay, İdare 
Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Komisyonu kararlarıdır. 

Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı 28.08.2001 tarih ve 19196 sayılı yazısıyla; yasal düzenlemeler, yargı kararları ve uygulamalar çerçevesinde türbanlı kişilerin Üniversitelere alınmaması hususunda Üniversite Yönetimlerince gerekli özen ve titizliğin gösterilmesinin gerektiğini belirtilmektedir. 

 Buna göre, Üniversitemiz Kampusu dahilinde bulunan lojmanlarda ikamet edenlerinde türbansız olmaları gerekmektedir. Aykırı tutumlarını sürdürmekte olanlar hakkında ise gerekli tüm yasal işlemler yapılacağı önemle rica olunur.” 

İfadeleri yer almıştır. 

7. Basın- yayın kuruluşlarına yapılan baskılar: 

Adalet Bakanlığı tarafından Komisyonumuza gönderilen yazı eklerinde ifade edilen konu başlıkları incelendiğinde, 1997-2006 yılları itibariyle aşağıda gösterilen çizelgede irticai yayın yaptıkları iddia edilen yayınların sayıları yer almaktadır. 


İRTİCAİ NİTELİKTE YAYIN YAPAN GAZETE   KİTAP   DERGİ RADYO  TV 





 Özet olarak ifade etmek gerekirse, on yıllık bir dönem baz alındığında, toplam olarak 235 gazete, 39 kitap, 52 dergi, 128 radyo ve 46 televizyonun irticai nitelikte yayın yaptığı belirtilmiştir. 

 Bu çizelgeye göre, “irticai yayın yaptığı” şeklinde nitelendirilen gazetelerin sayısı 2001 yılında zirveye çıkmıştır. Benzer şekilde kitaplar, radyolar ve televizyonlar açısından bu tür yayınlar 2000 yılında en büyük artışı göstermiştir. Dergiler açısından ise en yoğun yıl 2002 olmuştur. 

Dolayısıyla 406 Sayılı MGK Kararına istinaden alınan önlemlerin 2000’li yılların başlarına kadar etkili olamadığını söylemek mümkündür. 

 Öte yandan, MGK Genel Sekreterliğinin 28.01.2000 tarihli yazısında, Başbakanlık Uygulamayı Takip Kurulu faaliyetleri çerçevesinde düzenlenen raporlarda “yalnızca 406 Sayılı” MGK kararı kapsamındaki konulara yer verilmesi istenmiştir. Böylelikle “irtica” kavramının birinci öncelikli tehdit olarak empoze edilmiş olduğu ancak, bölücü yayın yapan kuruluşlara değinilmediği açıkça görülmektedir. Bu kapsamda, bölücü terörün etkili olduğu bir dönemde silahlı kuvvetler tarafından irtica tehdidinin ön plana çıkarılmış olması, bugün gelinen nokta dikkate alındığında tehdit algılaması açısından tartışmaya açık bir tercih yapıldığını söylemek mümkündür. 

 Ayrıca, söz konusu dönemde özel televizyonlara ve radyolara açılan davaların çoğunluğunun takipsizlikle sonuçlanmış olması, televizyonların hiç birinin mahkum edilmemesi, radyolarda ise sadece 2 mahkumiyet kararı bulunması dikkat çekicidir. Benzer şekilde davaların önemli bir bölümünün erteleme, görevsizlik, derdest, yetkisizlik gibi değişik şekillerde sonuca bağlanmış olması 
konunun yargı organları nezdinde farklı algılama veya ele alma biçimlerine neden olduğunu akla getirmektedir. Böylelikle bu davaların açılma nedenlerinin bir yönüyle baskı unsuru olarak kullanıldığı ve açılan davaların sorgulanmaya muhtaç hale geldiği değerlendirilmektedir. 


BÖLÜM DİPNOTLARI;


237 Milli Savunma Bakanlığının 26.09.2012 tarih MAİY: 2012/7749/Kan.ve Kar.D.Kan.Tetkik ve İşl.Ş.1755 sayılı yazısı. 
238 Yavuz SULUMEŞE’nin 03/07/2012 tarihli Dilekçesi. 
239 Mustafa Hacımustafaoğulları 17/05/2012 tarihli Dilekçesi. 
240 M.Ufuk Ertuğrul’un Tarihli Dilekçesi. 
241 Eyüp Saracoğlu’nun tarihli Dilekçesi. 
242 ….’ın İl Emniyet Komisyonun 04.02.1999 günü yaptığı ocak ayınama ilişkin değerlendirme ve kararların yer aldığı toplantının özel gündeminde; ….ilçe Kaymakamının asker aleyhindeki bazı davranışlarının görüşüldüğü, aynı komisyonun 18.02.1999 tarihinde yaptığı son toplantıda 3 üncü madde olarak " …. bölge Komutanlığına intikal eden bilgilere göre; kaymakamının eşinin başörtülü olduğu, derslere perukla girdiği, çevresine askerden korkarak: yapıyorsunuz gibi sözler sarf ettiği belirtilmiştir." denilmiş ve ayrıca aynı toplantıda …… Kaymakamının her türlü faaliyetlerinin kontrol altında tutulması ve olumsuz davranışlarının takip edilmesine karar verilmiştir.
…. ‘ın 29 Ekim Cumhuriyet Bayramında yaptığı konuşmada günün önemini belirten konulara değinilmediği, Atatürk ve Cumhuriyet kelimelerinin konuşma metninde bulunmadığı…
…. Kaymakamının, irticai bir faaliyette bulunduğu kanıtlanamamış ise de;…….. Eşinin dinsel amaçlı türban taktığı ve eşli resmi toplantılara katılmamasının ilçede kınandığı; gibi eleştiri ve suçlamalarla bir çok Mülki İdare Amirinin hizmetten uzaklaşması sağlanmıştır

243 Ömer KAYIR’ın Komisyon Tutanağı.
244 Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 19.10.2012 tarih ve B.02.1.DİB.0.71.05.00-090.02-123 sayılı yazısı.
245 Tümgeneral Yaşar Karagöz’ün ve Diyanet işleri Bakanlığında Başdanışman sıfatıyla Kurmay Albay Oğuz Kalelioğlu’nun da faaliyet yürüttüğü gözlenmiştir. Her iki askerin de MGK Genel Sekreterliği Toplumla İlişkiler Başkanlığında (Psikolojik harekat görevi yürüten) görev yapmaları bundan sonra da DİYAM’ın kuruluşunu yapıp burada görev almaları dikkat çekicidir. Diğer taraftan Kalelioğlu, 2003 yılında, Kıbrıs Adalet Partisi başkanlığı döneminde, Annan Planı’na hayır denilmesi yönünde çalışmalar yapmıştır.
246 RTÜK Başkanlığının 18.10.2012 tarih ve B.02.6.RTÜ.0.06.00.00-041.02/1161 sayılı yazısı.
247 Çetinkaya, T; En Uzun Şubat, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2012, s. 82, 83, 84

248 Millî Eğitim Bakanlığı, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı, 15. Millî Eğitim Şurası, s. 4. http://ttkb.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/ 2012_06/06021410_15_sura.pdf (Erişim: 22.09.2012)
249 Çetinkaya, T; s. 88, 89 
250 28 Şubat Postmodern Bir Darbenin Sosyal ve Siyasal Analizi, Birey Yayıncılık, İstanbul, 2007, s. 15, 16 
251 Çetinkaya, T; s. 94, 95, 96 
252 Hürriyet, 24 Eylül 1997 
253 Çetinkaya, T; s. 55, 56, 59, 62 
254 Çetinkaya, T; s. 237, 242, 243 
255 Bu konuda, Milli Eğitim Bakanlığı’nca İmam-Hatip Liselerinde okuyan kız öğrencilerin kıyafetleri konusunda Bakanlık Görüşünün bildirilmesi talebiyle Devlet Bakanı Sn. Mehmet ÖZGÜNEŞ’e gönderilen 22.12.1980 gün ve 
018323 sayılı yazıda yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından ilgili Devlet Bakanlığı’na sunulmak üzere hazırlanan ve Diyanet İşleri Başkanlık Makamına arz edilen 30.12.1980 tarih ve 77. Nolu “KARAR”da: “…İmam-Hatip Liseleri’nin yönetmeliğinde, dinimizin Müslümankadınların örtünmesiyle ilgili hükümlerine aykırı, anayasamızın tanıdığı kişinin temel hak ve hürriyetlerini zedeleyici ve sözü edilen okulların yönetim, eğitim ve öğretim faaliyetlerini olumsuz yönde etkileyici nitelikte hükümlerin yer 
almasının uygun olmayacağı mütalaa olunmuştur.” ifadelerine yer verilerek İmam-Hatip Liselerinin yönetmeliğine başörtüne ilişkin yasağın konulmasının doğru olmayacağı vurgulanmıştır.
256 İstanbul Valiliği’nin 12 Şubat 2002 tarih ve B.08.4.MEM.4.34.00.23.-Orta Sor.410/1200 sayılı “İlimiz İmam-Hatip Liselerinde Kılık-Kıyafet Yönetmeliğine Uyulması” ile 12 Mart 2002 tarih ve B.08.4.MEM.4.34.00.12-510/907 sayılı yazıları ektedir. 


 ***

28 ŞUBAT SÜRECİNİN DEVLET VE TOPLUM ÜZERİNDEKİ YANSIMALARI, BÖLÜM 1

28 ŞUBAT SÜRECİNİN DEVLET VE TOPLUM ÜZERİNDEKİ YANSIMALARI, BÖLÜM 1 


1. Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki yansımaları: 

 Türkiye’de 1990’lı yıllardan itibaren yapılan yerel ve genel seçimde Refah Partisi’nin yükselen grafiği yakından takip edilmiş; bu gelişme, Türkiye’nin muhafazakarlaşması, irticanın yükselişi gibi ideolojik bir temelde ele alınarak, Refah Partisi’nin temsil ettiği Milli Görüş çizgisi Devleti yıkmaya yönelik bir iç tehdit olarak algılanmıştır. 

 Bu rahatsızlık, Refah Partisi’nin 1990 ve 1994 yıllarında yapılan yerel seçimlerdeki başarısı, ardından Aralık 1995 genel seçimlerinde birinci parti olması ve nihayet 8 Temmuz 1996 tarihinde REFAH-YOL Hükümeti’nin kurulmasıyla had safhaya ulaşmıştır. Bu gelişme karşısında, sözkonusu 
irticai kişilerin orduya sızmış olduğu/sızmak istediği vehmine kapılan Komuta Kademesi tarafından, 28 Şubat 1997 tarihli MGK Kararının uygulanmasının takibi amacıyla, Batı Çalışma Grubu (BÇG) ve Mayıs 1997 ayında Genelkurmay İkinci Başkanı’nın imzasıyla kabul edilen Batı Harekat Konsepti çerçevesinde, TSK personeline ve diğer bazı kişilere yönelik, aileleri de dahil olmak üzere örtülü bir 
tespit ve fişleme operasyonu”na girişilmiştir. 

 Komisyonumuzca Genelkurmay Başkanlığından istenen Batı Çalışma Kurulunun kuruluşu ile ilgili istenen bilgi ve belgelerin 28 Şubat dönemini soruşturan Cumhuriyet Savcılığına gönderildiği bildirilmiştir. Ordu içindeki sözkonusu rahatsızlığın 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısı ile beraber doruk noktasına çıktığı görülmektedir. Bunun somut göstergesi, askeri teamüllere göre her yıl 
iki kez Ağustos ve Aralık aylarında gerçekleştirilen YAŞ’ın, 1997 yılına mahsus olmak üzere 26 Mayıs 1997 tarihinde olağanüstü toplanması olmuştur. 1997 yılında, yurt çapındaki tüm Kuvvetler bünyesindeki askeri birimlerde, askeri hiyerarşiye aykırı olarak yapılan bilgi toplama faaliyetlerinde, subay ve astsubayların eşleri ve hatta çocukları da birer haber toplama elemanı olarak kullanılmıştır. Bu durum, ordu içinde birlik ve beraberlik duygusunu zedelemiş; komşuluk ilişkilerini zedeleyerek, “muhbir komşu” korkusunu körüklemiştir. 

 Öte yandan, BÇG içinde görevlendirilen personelin kimi zaman alt rütbelerde olması, bu kişilere kendisinden üst rütbedeki amirlerini de fişleme imkanı vermiş, bu durum ordu içindeki hiyerarşinin bozulmasına yol açmıştır. Keza, çok sayıda sicil amiri/komutan da, “irticacı personele müsamaha gösteriyor “damgası yememek için, terfi vb. endişelerle, bu uygulamalar karşısında sesini 
çıkaramamıştır. 

 Ardından hedefteki bu kişilerin tasfiye edilmesi için gerekli altyapı oluşturulmaya çalışılmış; bunun için ilgili personelin kimi zaman geriye dönük sicil raporları -hukuka aykırı biçimde- bozulmuş, kimi zaman psikolojik taciz, kimi zaman da fiili işkence gibi yöntemler uygulanabilmiştir. 

 Bu operasyon; kendisi ve/veya eşi dindar/mütedeyyin olarak görülen personelin öncelikle fişlenmesi, akabinde çeşitli yollarla kendisinin ve ailesinin sözlü veya fiili şekilde taciz edilmesi, nihayetinde bu kişilerin kendi istekleriyle istifa etmesi veya emekliye ayrılmak zorunda kalması yahut “kaderine razı” olanların “disiplinsizlik” gerekçe gösterilerek, Yüksek Askeri Şura Kararı veya Bakan 
Onayı gibi yöntemlerle re’sen emekliye sevk edilmek suretiyle tasfiye edilmesiyle sonuçlanmıştır. 

 TSK’nın bir tür kendini koruma refleksi olarak değerlendirilebilecek bu süreçte, “türban” olarak tanımlanan “başörtüsü”, irticaın/gericiliğin sembolü olarak değerlendirilerek, eşi başörtülü olan asker personel, sırf bu nedenle ihraç edilmekten kurtulamamıştır. 

 Tasfiye edilen personel, psikolojik yönden çöküntüye uğramanın yanı sıra, bazıları intihar etmiş, birçoğunun kendisi veya eşi hastalığa yakalanmıştır. Daha da önemlisi, bu kişiler, YAŞ Kararlarının temyiz edilememesi sebebiyle idarenin bu eylemine karşı çaresiz kalmış; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) gibi hak arama imkanlarını kullanamamış ve neticede özlük hakları kaybına 
uğrayarak maddi yönden yıkıma uğramıştır. Öte yandan, bu personelin, 28 Şubat 1997 tarihli MGK Kararı gereğince, ordudan ihraç edildikten sonra başka bir işe girmeleri de, yine temel insan haklarına aykırı şekilde engellenmek istenmiştir. Böylece bu kişilerin mağduriyetlerinin ömür boyu sürmesi 
istenmiştir. 

 Nitekim, Komisyonumuza Milli Savunma Bakanlığı’ndan intikal eden, “Yüksek Askeri Şura kararlarıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinden uzaklaştırılan personele ilişkin yazıda”, 237  Sözkonusu tasfiye sürecinin, 28 Şubat MGK toplantısının hemen öncesinde ve hemen sonrasında, 1995-1999 yılları arasında yoğunlaştığı görülmektedir. 
 Söz konusu yazıdan, 01 Ocak 1990-31 Aralık 2011 tarihleri arasında toplam 1235 personelin Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişiğinin kesildiği; bu kişilerden 1043‘ünün “irticai faaliyet” gerekçesiyle ordudan uzaklaştırıldığı; bunların 395’inin subay, 648’inin astsubay olduğu anlaşılmaktadır. 

 Öte yandan, sözkonusu yazıda, dört askerin ise “yıkıcı örgütlerle bağlantılı” oldukları gerekçesiyle ilişiklerinin kesildiği bildirilmektedir. 

 Başka bir ifadeyle, 1990-2011 yıları arasında, Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilen asker personelin yaklaşık %84.4’ünün mesleklerinden koparılma gerekçesi irtica olmuştur. 

 Söz konusu yazıya göre; bu personelin Kuvvet Komutanlıklarına göre dağılımı şöyledir: 

 - Kara Kuvvetleri Komutanlığı : 275 subay, 319 astsubay 

 - Deniz Kuvvetleri Komutanlığı : 49 subay, 105 astsubay 

 - Hava Kuvvetleri Komutanlığı : 33 subay, 155 astsubay 

 - Jandarma Genel Komutanlığı : 38 subay, 69 astsubay 

  “İrtica” gerekçesiyle gerçekleştirilen sözkonusu tasfiye sürecinin; 

 - Kara Kuvvetleri Komutanlığında 1995-1999 yılları arasında, 

 - Deniz Kuvvetleri Komutanlığında 1996-1999 yılları arasında, 


 - Hava Kuvvetleri Komutanlığında 1990-1991 yılları arasında, 

 - Jandarma Genel Komutanlığında 1998 yılında, zirve noktasına ulaştığı görülmektedir. 

 926 sayılı TSK Personel Kanunu’nun 94/b maddesinin “disiplinsizlik veya ahlaki durum sebebiyle ayırma” hükmü ile bu Kanun’a istinaden 27 Aralık 1998 tarihli 23566 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Subay Sicil Yönetmeliği’nin 91/f maddesi ile 28 Aralık 1998 tarihli 23567 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Astsubay Sicil Yönetmeliğinin 60/f 
maddesinin “Tutum ve davranışları ile yasa dışı siyasi, yıkıcı, bölücü, irticai ve ideolojik görüşleri benimsediği, bu gibi faaliyetlerde bulunduğu veya karıştığı anlaşılanlar” hükmüne istinaden, sicil raporları sözkonusu “sübjektif ölçütlere” dayalı olarak, menfi şekilde düzenlenen çok sayıda subay ve astsubay mağdur edilmişlerdir. 

 Yürürlükteki ceza yasalarında “siyasi, yıkıcı, bölücü, irtica ve ideolojik görüşleri benimsemek, bu gibi faaliyetlerde bulunmak veya karıştığı anlaşılmak” şeklinde bir suç tanımı yapılmamış olmasına rağmen, söz konusu Yönetmelikler yoluyla asker personel için yeni bir suç tanımı yapıldığı ve suç kavramının yasalara aykırı şekilde genişletildiği görülmektedir. 

 Bu personel hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın haklarında Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulandığı için bu kişilerden, ayırma işlemi tarihi itibarıyla, emekli hakkını elde edemeyenler, emekli ikramiyesi dahi alamamışlar ve maddi açıdan büyük kayba uğramışlardır. 

 Öte yandan, 28 Şubat döneminde ordudan ayırma işlemleri sadece YAŞ Kararları ile değil, bunun yanı sıra, Milli Savunma Bakanları tarafından onaylanan Kararnameler ve sicil raporları yoluyla da yapılmıştır. YAŞ Kararından farklı olarak Bakan onayıyla atılan bu personel ile sıralı amirleri tarafından zayıf sicil notu aldıkları için atılan asker personel kamuoyunda pek fazla bilinmemektedir. Bu yöntemlerle ordudan atılanlar için YAŞ’zedelerden farklı olarak, temyiz yolu açık gibi görünmektedir. Ancak, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin yerindelik denetimi yapamaması sebebiyle, bu kişilerin hak arama mücadelesi olumsuz sonuçlanmıştır. Tıpkı YAŞ’zedeler gibi, bu yollarla ordudan atılan kişilerin AİHM’deki hak arama mücadeleleri de başarısız olmuştur. 

 Komisyonumuza ve Meclis İnsan Hakları Komisyonu’na intikal eden Mağdur dilekçelerinde, TSK içinde, İrticanın; “ Din ile barışık olma ya da manevi değerlerinden kopmadan hayatını devam ettirme” şeklinde algılanmış olduğu; “namaz kılmanın” veya “eşi türbanlı” olmanın, “irtica” gerekçesiyle ordudan uzaklaştırılmak için yeterli olduğu görülmektedir. Nitekim, mağdur 
dilekçeleriyle beraber gönderilen sicil raporlarında, amirleri tarafından “sosyal faaliyetlere katılmayan, eşleri çağdaş kıyafet giymeyen, Cuma namazına gittiği görülen vb.” şeklinde değerlendirilen personelin, bu gerekçelerle ordudan tasfiye edildikleri anlaşılmaktadır. 

 Diğer yandan, TSK bünyesinde 1990-2011 döneminde sadece dört personelin “yıkıcı örgütle bağlantılı olma” gerekçesiyle ordudan uzaklaştırılmış olması, “irticai faaliyet” sebebiyle ilişiği kesilenlerin, özel hayatları ve dini inançları açısından değerlendirmeye tabi tutulduklarını ortaya 
koymaktadır. 


 Öte yandan, Komisyonumuza ulaşan bilgiler çerçevesinde, YÖK Başkanlığının Ek’te yer alan yazısından, GATA Komutanlığında görev yaparken YAŞ Kararlarıyla ordudan ilişiği kesilen asker personelin başka kamu kurumlarında görev yapmalarının mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. 

 Komisyonumuza intikal eden mağdur dilekçeleri arasında dikkati çeken örnekler aşağıda özetlenmektedir. 

 - Emekli Astsubay Yavuz Sulumeşe: 

 Emekli Astsubay Yavuz Sulumeşe dilekçesinde,238 özetle; “2003 yılında “Disiplinsizlik” gerekçesiyle Yüksek Askeri Şura toplantısı beklenmeden TSK’nden emekli edildiğini, TSK bünyesine dahil olduğu 1990 yılından itibaren çeşitli takdir belgeleri ve olumlu sicil notlarına sahip başarılı bir personel olduğunu, ancak 1996 yılında, 3ncü Zh.Tug.K.lığı Çerkezköy-Tekirdağ’a tayin olmasıyla beraber, işlerin ters gitmeye başladığını, yeni evlendiği eşinin başörtüsü takması ve sosyal faaliyetlere katılmaması sebebiyle yedi kez savunmasının istendiğini, 1998 yılında siciline “Eşi başörtülüdür” ibaresinin eklendiğini” ifade etmektedir.

 - Emekli Kd.Bnb. Mustafa Hacımustafaoğulları: 

 Emekli Kd.Bnb. Mustafa Hacımustafaoğulları dilekçesinde,239 özetle; “1976 yılında girdiği TSK’nden 12.12.1997 tarihli YAŞ kararıyla ihraç edildiğini, görevi süresince çeşitli takdir ve başarı belgelerine sahip, başarılı bir subay olduğunu, çalışma hayatı boyunca herhangi bir suç veya disiplin suçu işlemediğini, herhangi bir soruşturma geçirmediğini” ifade etmektedir. 

 - Adı geçen Şahıs, 

Bilgi Edinme Hakkı Kanunu çerçevesinde Genelkurmay Başkanlığı’nca kendisine verilen 12 OCAK 2011 tarih ve PER.:5010-4703-11/Per.D.Ynt.Ş. (5)11210120 sayılı cevabi yazıda, “ordudan atılma gerekçesi” olarak; 

 “
-Aşırı sağ görüşe sahip olup Milli Görüş mensubu olduğu, 
-Akıncı grubuna mensup olduğu iddialarına karşı takip ve kontrol altına alındığı, 
-Daha ziyade dinine aşırı bağlı kişilerle samimiyet kurduğu, 
-Birlik içinde ve dışında dindar olmayan kişilerle özel temaslardan hoşlanmadığı, 
-Aile ziyaretlerinde misafirlerinin haremlik selamlık olarak oturmalarını istediği, 
-Lojman sırası geldiği halde eşini bahane ederek, lojmana girmeyip sivil konutta oturduğu, 
-Ailesi yönünden laiklik ilkesine ve ailesinin giyimi bakımından kılık kıyafet inkılabına karşı olduğu, 
-Parti yanlısı Milli Görüşçü olduğu,
-Kütahya’da Milli Görüşçülerce oluşturulan Refah-Kent Yapı Kooperatifinin yönetim kurulu üyeliğini yaptığının öğrenildiği, 
-Bulut Projesi kapsamında sorgulanması sırasında kendisine uygulanan Polygraph test sorgusunda (yalan makinası) sorulan beş sorudan dördüne yalan yanıt verdiği, 
-Askeri mesai aracına türbanlı öğrencilerin bindiği duyumu alınması üzerine bir personelin görevlendirilerek 25 KASIM 1997 tarihinde Yenikent’ten kalkan servis aracında kimlik tespiti esnasında kızının türbanlı olduğunun belirlendiği” 
hususlarının yer aldığı ifade edilmektedir. 

Emekli Dz.Bnb. M.Ufuk Ertuğrul: 

 Dz.Bnb. M.Ufuk Ertuğrul’un dilekçesinde;240 eşinin başörtüsü ve kendisinin Cuma Namazına gitmesi nedeniyle sistemli bir şekilde baskı gördüğünü ve daha sonra kendisine sıklıkla ordudan ayrılmasının telkin edildiğini ifade etmiştir. Son olarak eşinin tesettürü nedeniyle sicilinin değiştirildiğini de dilekçesinde belirtmiştir. 

 Emekli Sb.Kazım Çetin: 

 Emekli Kazım Çetin ise 1990’lı yıllara kadar herşeyin normal olduğunu inançlı bir subay olarak namazını kılabildiğini ve başörtüsü sorunu yaşamadığını, ancak bu tarihten sonra, “yemeklere/çaylara eşli katılmamayı adet haline getirmek” gerekçesiyle ilişiğinin kesildiğini; bu süreçte, ordu bünyesinde; 

 - Mescit/camii talimatlarının yayımlandığı; mesai saatleri içinde mescitlerin açık olmayacağı ve resmi elbise ile camilerde namaz kılınmamasının emredildiği, 
- Kütüphanenin yeniden dizayn edildiğini, 
- Seri konferanslar verilmeye başlandığını, ifade etmiştir. 

 Emekli Levazım Kıdemli Binbaşı Eyüp Saracoğlu: 

 Emekli Levazım Kıdemli Binbaşı Eyüp Saracoğlu’nun gönderdiği mektupta;241 “1993-2000 yılları arasında irtica bahanesiyle kendilerine yönelik baskıların arttığını, özellikle askeri liselerden tayinle gelen öğretmenlerin sık sık baskıya maruz kaldığı, bazı personelin eşlerinin başlarının zorla açtırıldığını, başlarını açan eşleriyle kokteyllere ve içkili yemeklere katıldıklarını, deniz kamplarında 
eşlerinin mayoyla denize girmeleri konusunda baskı yapıldığını, emekliliği hak eden personelin bu baskılar yüzünden erken emekli olmak zorunda kaldığını” ifade etmektedir. 

 Eyüp Saracoğlu, kendisi hakkında Ulaştırma Yüzbaşı Ziya DOĞAN tarafından; ”Subay ve astsubayların eşleri ile birlikte sosyal faaliyetlere katılacağı ilgi emirde belirtilmiş olmasına rağmen 15 ŞUBAT1996 günü verilen iftar yemeğine eşinizin katılmadığını tespit ettim. Bu konudaki yazılı savunmanızı 26 ŞUBAT 1996 günü saat 09’15’e kadar hazırlamanızı rica ederim” şeklinde savunma istendiğini ifade etmektedir. 


İlaveten, Tuğgeneral M. Kemal TUTKUN tarafından Kara Kuvvetleri Komutanlığı 4ncü Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı’nın 22 ARALIK 1999 gün ve İSTH:3590-268-99/(2424) sayılı, “Savunma” konulu yazısında; 

“1. Muhtelif vesilelerle yapılan kontrol ve gözlemlerde eşinizin TSK personeline yakışmayan ve geleneksel giyim tarzı olan başörtüsü dışında, ideolajik bir simge olarak kullanılan türban/tesettür benzeri kıyafet giyindiğine dair bazı duyumlar alınmış bulunmaktadır. 

2. Eşinizin çağdaş kıyafetle ve TSK.leri personeline yakışır bir kıyafet giyinmesi gerektiğini bilmiyor muşunuz? Biliyorsanız neden uygulamaktan imtina ediyorsunuz? 

3. Yukarıdaki hususlarda savunmanızı, mümkünse eşinizin stüdyoda çekilmiş vesikalık ve boy fotoğraflarıyla takviye edilmiş olarak 27 ARALIK 1999 tarihine kadar vermenizi rica ederim” şeklinde savunma alındığını belirtmektedir. 

Sivil Memur Abdulkadir BOZDEMİR (1998-377) 

 Abdulkadir BOZDEMİR, Komisyonumuza gönderdiği 15 Ekim 2012 tarihli dilekçesinde; YAŞ Kararları haricinde, TSK’da görevli Sivil Memurların da “irticai faaliyetlere karışma” gerekçesiyle görevlerine son verildiğini ifade etmektedir. 

Adıgeçen şahıs dilekçesinde kendisi ile ilgili olarak; 

- Hava Kuvvetleri Komutanlığı 1.Füze Grup Komutanlığı’nda görevli iken, Hava Kuvvetleri Komutanlığı 1.Füze Grup Komutanlığı’nın 14 KASIM 2001 gön ve İSTH.: 3590-872-01/122 sayılı ve "Sivil Memur.Abdulkadir BOZDEMÎR ve Ailesi" konulu emrinde; 

“- Fz. Grp. Kliği Pek Şb. Merk. Per. İşl. Me. olarak görev yapan Svl. Me. Abdulkadir BOZDEMÎR (1998-377) ve ailesi hakkında müteakip zamanlarda yapılan kontroller sırasında: 

- Terminoloji olarak genelde, dini terimleri çoklukla kullandığı; (İnşallah, Maşallah gibi.). Özellikle Spor saati olan CUMA gününün öğlen vakitlerinde Komutanlık birimi irinde görünmeyip, spora katılmadığı; daha önce hakkında irticai faaliyetlerde bulunduğu tespit edilen Svl. İşçi Kazım GULAYDIN (0001787)'la birlikte, 'Cuma Namazı'na gittiği konusunda duyumlar alındığı. 

- Anılan personelin aksaklığa sebebiyet verecek durum oluşturmadan araştırılması, özellikle eşi ve yeni doğan kızına 'Rüveyda' ismini niçin verdiği birinci derece ailesi hakkında gerekli takibatın yapılması, şahsi dolabındaki eşyaların envanter dökümlerinin periyodik aralıklara yapılarak, yazılan tutanakların İstihbarat Şubeye gönderilmesi, talimatlarının verildiği görülmüş tür.” hususlarının yer aldığını belirtmiştir. 

Hava Kuvvetleri Komutanlığı 1.Füze Grup Komutanlığı’nın 05 Ekim 2004 tarih ve İSTH.: 3590-23-04 İsth/267(82) sayılı bir diğer yazıda; 

“03 EYL 2004 tarihinde: Destek Memur AbduIkadir BOZDEMİR (1998-377)'in evine; kontrol-ziyaretleri yapıldığı, bu ziyaretler sırasında bazı irticai envanter unsurlara rastlanmış olduğu ve tutanakla el konulduğunun belirtildiği, başta Kuranı Kerim (Meal Ömer Nasuhi Bilmen), 


'Yasak Yayınlar' listesinde bulunmadığı, ancak, dini bilgiler ihtiva ettiğinden el konulmasının yerinde olduğu, 

- Evinde alenen teşhir ettiği tablo yazma eserlerin (Ör.:1947 yılı el yazma "Allah"hattı) irticai propaganda kapsamında olduğu, 
- Bu ziyaretler esnasında yapılan incelemede; 
- Eşinin tüm uyanlara rağmen, çağdaş olmayan kıyafetle dolaştığı. Kıyafet konusunda değişimin; mümkün olmadığı, 
- Anılan personelin bu envanterleri bilerek ve isteyerek bulundurduğu yönünde kanaat oluşturduğu, 
- Bu nedenle İlgi personelin takibinin sıklaştırılarak, atıl görevlere atanması ayrıca, diğer TSK Personeliyle koordinesinin en alt seviyeye indirilmesi. 3 yıldır süren araştırmada sona gelindiğini ve bunun ilgi personele yansıtılmaması gerektiğinin belirtildiği görülmüştür.” denilmektedir. 

Bu gelişmeler sonrası kendisiyle ilgili olarak, Hava Kuvvetleri Komutanlığı 1.Füze Grup Komutanlığı’nın 05 Ekim 2004 tarih ve PER.: 7200-262-04 /3.KS.1136 sayılı yazısında; 

“Ailenizin durumu ve eşinizin çağdaş olmayan bir kıyafetle toplum içerisinde kendini göstermesi siz TSK mensubuna ve bağlı bulunduğunuz birliğe yakışmamaktadır. Komutanınız ve 1. sicil Amiriniz olarak, bu konu hakkında sizi sözlü olarak uyarmama rağmen olağan durumunuz da bir gelişme olamaması üzerinize başta sizi ve eşiniz bayan Bozdemir'i son kez uyarmak zorundayım. 
Durumunuzun takipçisi olduğumu, eşinizin kıyafetini değiştirme yönünde girişimde bulunmaması halinde ortaya çıkabilecek 926 Sayılı İç Hizmet Kanununun ilgili müeyyideleriyle karşı karşıya kalabileceğinizi hatırlatır, bu konunun bilinmesini rica ederim.” şeklinde bir uyarı yazısı daha aldığını 
ve nihayetinde “irtica bahanesi” ile ancak aslında eşinin başını örtmesi nedeniyle memuriyetine son verildiğini ifade etmektedir. 

- BULUT PROJESİ: 

Komisyonumuza; Türk Hava Kuvvetleri bünyesinde, 1992 yılından itibaren, irticai faaliyette bulunduğu iddia edilen asker personele yönelik olarak, “Bulut Projesi” adıyla yürütülen gizli bir operasyon ilişkin bilgi ve belgeler intikal etmiştir. Söz konusu belgelere göre, yüzlerce Havacı subay ve astsubayın, 1990’lı yıllarda, yasa dışı şekilde sorgulandıkları ve işkenceye maruz kaldıkları 
anlaşılmaktadır. 

Sözkonusu belgelerde; sözkonusu Proje kapsamında, sorgulanan personele, “Refah Partisinin Milli Görüş Düşüncesini benimsiyor musun?”, “Kütahya Milli Gençlik Vakfında dini-siyasi faaliyetlerde bulunuyor musun?”, “Evinde veya diğer yerlerde yapılan aile toplantılarında aşırı dinci propaganda yapıyor musun?”, “Toplumun şeriat kuralları ile yönetilmesini benimsiyor musun?” vb. 
şekilde çeşitli sorular yöneltildiği; bu kişilerden birinin 28 gün oda hapsiyle cezalandırıldığı, sorgulanıp yalan makinasına bağlandığı, fiziksel ve ruhsal işkenceye maruz kaldığı ifade edilmektedir. 


 Bu kişinin, ayrıca, Kasım 1997’de Eskişehir 1. Hava Kontrol Grup K.lığında görevli iken İmam Hatip Lisesinde öğrenim gören kızının da, askeri istihbarat elemanlarınca baskı altına alındığı, bu durum karşısında başlattığı hukuki mücadele üzerine, YAŞ Kararı yoluyla TSK’dan ihraç edildiği 
anlaşılmıştır. 

 Komisyonumuza ulaşan mektuplarda, bahsekonu BULUT PROJESİ kapsamında çok sayıda askeri personelin sorgu ve işkenceden geçirildiğine ilişkin iddialar yer almaktadır. 

 Diğer taraftan YAŞ kararları ile ordudan atılan personelin kamu kurum kuruluşlarında görev yapmayacaklarına dair yazılar yazılmıştır. 

 Bunlardan Yüksek Öğretim Kurulu tarafından üniversiteler gönderilen örnek yazıda; 

 “ Gülhane Askeri Tıp Akademisi Komutanlığında görev yaparken Yüksek Askeri Şura Karan ile görevleri ile ilişiği kesilerek görevlerine son verilen tabip subayların listesinin bir örneği yazımız ekinde gönderilmektedir. 

 Bilindiği üzere kamu kurum ve kuruluşundan disiplin nedeniyle ihraç edilen kamu görevlilerinin bir başka kamu kurum ve kuruluşunda istihdam edilmesi 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125. Maddesi uyarınca mümkün bulunmamaktadır. 
Bilgilerinizi ve gereğini rica ederim.” denilmekte ve yazının ekinde ise, YAŞ kararları ile ordudan atılan subayların isimlerine yer verilmektedir. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,



***

9 Eylül 2015 Çarşamba

DEVR-İ TAYYİP ÇIRAKLIK DÖNEMİ:2002-2007




DEVR-İ TAYYİP ÇIRAKLIK DÖNEMİ:

2002-2007




Yeni Türkiye’nin takip edeceği siyaset, belirsiz ve keyfi olamaz. Bizim siyasetimiz, mutlaka milletin kabiliyet ve ihtiyacı ile mütenasip olacaktır. Artık yeni Türkiye’nin devlet siyaseti, milli sınırları dahilinde egemenliğine dayanarak bağımsız yaşamaktır (1923)




Yukarıdaki başlık 19 KASIM 2013 tarihinde amazon.com’dan yayınlanarak okuyucuların hizmetine sunulan 14  ncü kitabımın ismidir (1)
Türkiye’nin son 12 yılının siyasi yaşamına damgasını vuran başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile ilk karşılaşmamız 2002 Mayısında tarihi Sepetçiler Kasrının Haseki salonunda oldu. Güven Hareketi yönetim kurulunun periyodik perşembe toplantısına konuşmacı olarak davet edilmişti.
Tayyip Bey bize önce kendi siyasi geçmişini anlattı. Sonra henüz bir yaşındaki partisini tanıttı. Gelecek için hedeflerini ve siyasetten beklentilerini açıkladı. Tayyip Erdoğan’ı dört saat kadar süren karşılıklı soru cevap periyodunda sıkıştırmış olmalıyız ki dışarıda yolunu kesen gazetecilere söylediği ilk söz ayni mekânda yer alan Hammam isimli lokanta’dan da esinlenerek “Derin devlet beni hamamda fena terletti” olmuştu.
Tayyip Bey haklıydı. İktidara oynayan bir partinin genel başkanı olarak her biri konusunda uzmanlaşmış ondört kişinin soru bombardımanı karşısında gerçekten bunalmıştı. Bizler bir taraftan kamuoyunun beklentileri doğrultusunda Türkiye’nin geleceğinde söz sahibi olacak olan kişiyi tanımaya çalışırken, diğer taraftan ülke ve devlet için kendisinden ve partisinden beklentilerimizi de birinci ağızdan iletme fırsatı bulmuştuk. 
Recep Tayyip Erdoğan alışılagelmiş lider tiplerinin dışında çok değişik bir tavır içinde idi. Fiziği düzgün, enerjik, kendinden emin, insanları korkutmayan karşısındakilere güven veren, halka yakın, hitabeti güçlü ve delikanlı bir kişiliğe sahip bir lider tipi sergiliyordu. 
Türk halkı, aleyhindeki bütün söylemlere ve “ seçtirmezler, hanımı başörtülü kişiyi başbakan yaptırmazlar” şeklindeki ciddi uyarılara rağmen Tayip Bey’e büyük destek verdi. Önce partisini tek başına iktidara taşıdı ve sonra da önündeki bütün engelleri birer birer kaldırarak başbakanlık koltuğuna oturttu. 
Türk halkı, yıllardır koalisyon yönetimlerindeki kısır siyasi çekişmelerden bıkıp Tayyip Bey ve arkadaşlarını tek başına iktidara taşırken yılların siyasetçilerini partileri ile birlikte sandığa gömmüştü. Halk istikrar istemişti. Ve şimdiye kadar denenmemiş bir lideri ve henüz bir yıllık bir geçmişe sahip partisini tek başına iktidara taşımıştı. Bunu yaparken de ona gerek mecliste ve gerekse yerel yönetimlerde başarılı olmasını temin edecek temsil gücü vermişti.
Dünyanın merkezindeki bir coğrafyada, küresel mihrakların menfaatlerinin düğümlendiği bir bölgede, cihan imparatorluğu mirasından gelen 70 milyonluk bir Türkiye’nin yönetimi kolay değildi. Bu ülkenin yönetimi sadece karizmatik liderlik vasfı dışında, köklü bir devlet tecrübesine bilimsel düşünceye ve zorluklardan asla  yılmayacak güçlü bir iradeye ihtiyaç gösteriyordu. 
Peki, Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti kadroları ülke yönetecek bilgi, beceri ve tecrübeye sahipler miydi? İşte bunu zaman gösterecekti. 
30 yıllık devlet memurluğu görevimin tecrübeleriyle hiçbir siyasi fikrin tesiri altında kalmaksızın Atatürkçü düşünce ışığında ülke meselelerine çözüm üretmeye çalışan biri olarak Türkiyenin gündemindeki konuları Önce Vatan gazetesindeki “Bildiri-Yorum” köşesinde ve internetteki (www.kumkale.net) adresli sitemde irdeledim. Bir başka ifade ile AK Parti’nin Kasım 2002’de başlayan ve iktidarını araştırıcı bir gözle yakından takip ederek görüşlerimi tarafsız bir gözle açıklamaya çalıştım. 
 “Devri Tayyip” kitabı, 20 Eylül 2002- 22 Temmuz 2007 arasında Türkiye’nin yönetim ile ilgili gündem maddelerinin kronolojik olarak ifadesidir. 
Bu kitap, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ve AK Partinin özellikle eleştirildiği bir kitap olarak görülmemelidir.  Türkiyenin meselelerine Atatürkçü görüşle stratejik anlamda bakan bir aklın ürünüdür. Türkiyeyi yönetecek siyasi kadrolara tavsiyeler ve yol haritası belirlemesinde yardımcı doküman olarak değerlendirilmelidir. 
AK Parti kurucusu ve genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan bu ülkenin son 12 yılına damgasını vurmuş bir siyasi liderdir. AK Parti birinci yılı  içinde 3 Kasım 2002’de girdiği genel seçimin galibi olarak tek başına iktidar olmuştur. İktidarının arkasındaki halk desteğini tüm seçimlerde artırarak bugünlere gelinmiştir. Çok  partili sistem içinde ilk defa bir iktidar bu kadar uzun süre yönetimde kalmıştır.
AK Parti, gerek liderinin otoriter kişiliği gerekse  kuruluş felsefesinin temelindeki Milli Görüş fikrinin güçlü yapısından olsa gerek, geçen 12 yıllık süre içinde yaptıkları büyük yanlışlara rağmen hem oylarını sürekli arttırmış, hemde kendi içinde birlik ve beraberliğini pekiştirerek güçlenmiştir.
Geçen süre içinde diğer siyasi partilerde sıkça görülen parti içi demokratik muhalefet AK Parti içinde görülmemiştir. AK Partililer, liderleri Tayyip Erdoğan’ın emrinde verilen her türlü görevi en iyi şekilde yerine getirmeye çalışan inançlı ve birbirlerine saygılı bir parti grubu sergilemişlerdir.
Bu kitaba konu olan olaylar AK Parti yönetiminin 2002-2007 arasındaki ilk dönemine aittir. Devleti çok az tanıyan ve tecrübesiz olarak nitelendirilen kadroların icraatlarını bizzat Başbakan Erdoğan ÇIRAKLIK dönemi olarak belirtmektedir. Yine başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ın sözleriyle 2007-2011 ikinci seçim dönemi KALFALIK devri, 2011-2015 üçüncü seçim dönemi ise USTALIK dönemi olarak tarif edilmektedir.
Kalfalık dönemi olarak sayılan ikinci dönem AK Partinin iktidarına muhalif olan tüm toplum kesimleri ile ciddi bir hesaplaşmanın içine girildiği dönemdir.
Özel yetkili mahkemeler bu dönemde kurulmuş ve bu mahkemeler eliyle muhalefete savaş açılmıştır.  Özellikle ulusalcı ve milliyetçi olarak bilinen aydınlar ile Türk Silahlı Kuvvetleri komuta kademesinin tasfiyesini öngören ERGENEKON, BALYOZ, CASUSLUK, FUHUŞ gibi davalar bu dönemde başlamıştır. Basın ve Yayın organları her yönü ile baskı altına alınarak muhalif basın susturulmuştur. Hükümetin kontrol ve denetiminde “Yandaş Basın” oluşturularak kamuoyu yönlendirilmeye başlanmıştır. Direkt veya otokontrol ile başlayan basın sansürü sonunda halk gerçeklerle değil, sadece iktidarın söyledikleri ile bilgilenir hale gelinmiştir. Bu dönemde devlet yönetiminde artık tamamen cemaatlerin söz sahibi olduğu konusu sıkça dile getirilmiştir.
            USTALIK Dönemi olan 2011-2015 yılları arasında ise 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu sonuçlarına dayanılarak Yasama ve Yürütme erkini denetleme konumunda olan bağımsız yargı sistemi  kontrol altına alınmış ve AKP’nin siyasi rakiplerinin susturulması operasyonlarında doğrudan kullanılmaya başlanmıştır.
Son dönemde toplumda adalet ve yargıya güven duygusu sıfırlanırken Cumhuriyetin  temel değerleri olan Atatürk ve Atatürkçü Düşünce plânlı şekilde yokedilmeye çalışılmıştır. Bütün komşularımız ile sıfır sorun diyerek tamamı ile sorunlu hale gelinmiş, ülkemizin Suriye ile savaşmasına ramak kalmıştır.
Kürtçü/Bölücü  PPK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan ile sözde barış masasına oturularak “Çözüm  Süreci” adı altında ülkenin hızla bölünmesinin yolları açılmıştır. Dağdaki PKK militanlarına toplumda itibar kazandırılırken, bu örgüte karşı geçmişte mücadele etmiş askerler düzmece deliller ve gizli tanık ifadeleri ile terör görgütü üyesi suçlamasıyla ömür boyu hapis cezaları almışlardır. 26 ncı Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ ile O’nun Genelkurmay Karargahındaki yakın silah arkadaşlarının çoğu terör örgütüne üye veya yönetici olmak suçlamasıyla hapse mahkum edilmişlerdir.
Bu dönemde bir yandan ülkenin federal bir yapı altında yeniden şekillendirilmesi çalışmaları sürerken yeni Anayasa çalışmaları ile rejimin değiştirilmesi istikametinde ciddi ilerlemeler sağlanmıştır.
Yine bu  dönemde TBMM’deki partilerin yeterli muhalefet yapamadığını iddia eden üniversiteli gençler sokaklara dökülmüştür.  Gençlerin eylemleri sokaktaki sade vatandaşın büyük desteğini almıştır. Sokaklarda oluşan toplumsal muhalefet giderek gücünü arttırmış ve eylemler ayni anda tüm yurt sathına yayılmıştır.
Tamamen demokratik yöntemlerde anayasal hakkını sokaklarda kullanan halkın üzerine polis gücü ile çok şiddetle gidilmiştir. Polis terörü ve şiddeti  ile yargı baskısı halkı korkutamamış daha fazla sokaklara çıkması sonucunu doğurmuştur.  Bu dönemde AK Partinin şiddet uygulamaları dünya gündeminin de daima ön sıralarınını işgâl etmiştir.
Bizzat iktidar sözcüleri ve özellikle başbakanın söylemleri ile Türk toplumu fiilen bizimkiler ve ötekiler  olarak ikiye bölünmüştür. Bu arada meydanı boş bulan terör örgütü PKK, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde fiilen Kürdistan’ı kurma yolunda çok önemli kazanımlar elde etmiştir.
Özetle; 2002-2013 döneminin uygulamalarının tamamına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, tek adam olarak  damgasını vurmuştur. Ülkede her olay, her faaliyet kendisinden sorulur olmuştur. Tek seçici, tek karar verici, kanun koyucu, kaldırıcı, her şey o’nun iki dudağı arasındadır. Başbakan Tayyip Erdoğan  için, Tek Adam, Diktatör,  Sultan, Padişah, Usta  gibi yakıştırmalar basında sıkça görülmeye başlanmıştır.
Başbakanın deyimiyle 2007-2013 yıllarını kapsayan KALFALIK ve USTALIK dönemini içeren olaylar hakkındaki değerlendirmeleri yansıtan yazılarımın yer alacağı yeni kitaplar üzerindeki çalışmalarım devam etmektedir.

Dr. Tahir Tamer Kumkale