MİLLİ GÜVENLİK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
MİLLİ GÜVENLİK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Temmuz 2017 Cumartesi

28 ŞUBAT SÜRECİNİN DEVLET VE TOPLUM ÜZERİNDEKİ YANSIMALARI, BÖLÜM 5

28 ŞUBAT SÜRECİNİN DEVLET VE TOPLUM ÜZERİNDEKİ YANSIMALARI, BÖLÜM 5



c. İrticanın yeni simgesi 

 Tarihe geçen Millî Güvenlik Kurulu’nun 28 Şubat 1997 tarihli toplantısında alınan kararlardan biri de özel kişiler veya vakıflar tarafından açılan öğrenci yurtlarıyla ilgiliydi. O günlerde özel yurtlarda irticai kesime destek verildiği konuşuluyordu. Öğrencilere zorla namaz kıldırıldığı gibi konular gündeme getiriliyor, kısaca bu yurtlarda ‘beyin yıkama’ faaliyeti yapıldığı anlatılıyordu. Hükümet ile MGK’nın asker üyeleri arasında gerginlikler devam ederken Millî Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam da il valilerine bir genelge gönderdi. 

 18 Mayıs 1997 tarihli genelgeyle, öğrenci yurtları ve benzeri kurumların ve pansiyonların denetlenmesi ve 15 gün içinde istenen bilgilerin acilen Bakanlığa iletilmesi istenmiştir. 

 O dönemde İstanbul Millî Eğitim Müdürlüğü’nde yurtlardan sorumlu Millî EğitimŞube Müdürü Nurettin Göncü’ye bir soruşturma açılır ve Bakanlık müfettişlerinin kendisine yönelttiği soru şudur: “Siz Valide Sultan Öğrenci Yurdu’nda toplantı yapmışsınız, o toplantıya ayağınızın üzerine galoş 
takarak girmişsiniz. Böyle bir iddia var. Diğer müdürler de ayaklarına terlik giymişler bu doğru mu?” 


 Nurettin Göncü bu olaydan kısa bir sonra İl Millî Eğitim Şube Müdürlüğü görevinden alınarak il dışına öğretmen olarak atandı. Millî Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Bener Cordan imzalı yazıda müfettişlerin hazırladığı rapora atıfta bulunuluyor ve şöyle deniliyordu: 

 “Millî Eğitim Müdürlüğünce 18 Mart 1998 günü planlanan ve Valide Sultan Öğrenci Yurdu’nda gerçekleştirilen ve özel yurt müdürlerinin çağırıldığı, başkanlığını yaptığınız, toplantı salonuna ayakkabınızın üzerine galoş takarak geldiğiniz, toplantıya katılan yurt müdürlerinin de terlik giydikleri, giymeyenlerin ayakkabılarının üzerine galoş takmasının istendiği, türban gibi terliğin de 
irticai kesimin bir simgesi olarak kullanıldığı, (…) 657 sayılı kanunun 125/C-1 maddesi gereğince 1,30 oranında aylıktan kesme cezası ile cezalandırılmış bulunuyorsunuz.253 

 d. 8 yıllık kesintisiz eğitime karşı olanlarla gönül bağı kurmak: 

28 Şubat Süreci’nin idari işlemleri arasında yer alan; İstanbul Eyüp İlçe Millî Eğitim Şube Müdürü Yaşar Değirmenci hakkında yazılan, Millî Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Bener Cordan imzalı yazıda: 

İstanbul Eyüp İlçe Millî Eğitim Müdürlüğü eski şube müdürü olarak hakkınızda 
MEB Müfettişleri tarafından düzenlenen 6.3.1996 gün ve 8517/10, 6 sayılı 
soruşturma raporunda; Türbanlı öğretmenlere yakın bir görüntü sergileyerek bazı ast ve üstleriniz nezdinde 8 yıllık zorunlu eğitime karşı ve karşı olanlarla gönül bağı olan bir kişi olduğunuz kanaatinin oluşmasına meydan verdiğiniz tespit edilmiştir. Söz konusu raporda bulunan bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi sonucu 657 sayılı kanunun 125/A-e maddesi gereğince uyarma cezası ile cezalandırılmış bulunuyorsunuz. 

 Mahkeme kararında ilçelerden birinde şube müdürlüğünün devam etmesi istendiği halde, Yaşar Değirmenci’nin müdürlüğüne son verildi ve bir liseye öğretmen olarak atandı. Sonuçta 1998'de başlayan dava 6 yıl sonra 23 Mart 2004 tarihinde sona erdi. Danıştay 5. Daire'de görülen davanın 
nihayetinde hâkimler şu kararı verdi: 

Soruşturmacılar tarafından da yöneticilik görevinden alınması önerilmeyen 
davacının, İstanbul Eyüp ilçe millî eğitim müdürlüğündeki şube müdürlüğü 
görevinden alınmasını gerektirecek hukuken geçerli somut bir neden bulunmadığı ve yalnızca bazı ast ve üstlerin değerlendirme ve yorumlarına dayanılarak işlem tesis edildiği anlaşıldığından, davacının naklen atanmasına ilişkin işlemlerde kamu yararı ve hizmet gerekleri yönünden hukuka uyarlık ve davanın reddi yolundaki İdari Mahkemesi kararında da hukuki isabet görülmemiştir.254 

 Diğer taraftan 1997-2001 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Soruşturma açılan personel ile bu personelin aldığı ceza ve Soruşturmayı açtıran birim/kurum ilgili Bakanlık tarafından Komisyonumuza gönderilmiştir. 


Komisyona gönderilen belgelerde soruşturma açılan meslek grupları ile sayısı aşağıdadır: 

 Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 1997-2001 yılları arasında Kılık-kıyafet Yönetmeliğine aykırı davrandıkları gerekçesi ile 804 öğretmenin görevine son verilmiştir. 

 Bu personel hakkındaki soruşturma taleplerinin Bakanlık Makamı, Genelkurmay Başkanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, UTKK, MGK, Amasya Valiliği, Zonguldak Valiliği, Kocaeli Valiliği, Karabük Jandarma Komutanlığı ve MEB Bakanlığı Müsteşarlığından geldiği görülmüştür. 

 Kayseri’de bir özel lisede görev yapan 4 bayan öğretmen derslere peruklu olarak girdikleri için haklarında soruşturma açılmış ve istifa etmişlerdir. Genelkurmay Başkanlığının soruşturma talep ettiği bir Yurt Müdürü hakkında “Yurdun kütüphanesinde (1) adet Kur’an-ı Kerim bulunduğu” 
gerekçesi dikkat çekmiştir. 

 Diğer taraftan 646 personel hakkında yukarıda belirtilen benzer suçlamalardan dolayı oruşturma açılmış ve inceleme safhasında kaldığı, görülmüştür. 

 Soruşturma gerekçeleri incelendiğinde, kılık-kıyafet yönetmeliğine uymadıkları gerekçesiyle 657 sayılı Devlet Memurları kanunu Madde 125-A, g bendine göre ; “Belirlenen kılık ve kıyafet hükümlerine aykırı davranmak” gereği uyarma cezası verilmesi gerekirken, aynı gerekçeden göreve son verilmeye kadar farklı uygulamalar yapıldığı anlaşılmıştır. 
İmam-Hatip Liselerinde Okuyan Kız Öğrencilerin Maruz Kaldığı Başörtüsü Yasağı 
Uygulamaları 

İmam Hatip Liseleri, kurulduğu yıllardan bu yana her zaman siyasetçiler arasında tartışılan bir konu olmuştur. 28 Şubat döneminde ise bu tartışma doruk noktasına çıkmış; sözkonusu okulların Refah Partisi ve diğer irticai grupların arka bahçesi olduğu, bu okullarda okuyan öğrencilerin devleti ele geçirmek amacıyla kullanıldığı, irticai örgütlerin bu öğrenciler arasında örgütlendiği vb. şeklinde 
yapılan propaganda toplumdaki gerilimi daha da artırmıştır. 

Bu propaganda kampanyasında, başörtüsü, “türban” olarak adlandırılarak, “siyasi bir simge” olarak tanımlanmış; dolayısıyla Devrim Kanunlarına göre okul vb. “kamusal alanlarda” “türban” takılmayacağı öne sürülmüştür. 

Bu propagandanın etkisiyle 28 Şubat döneminde İmam Hatip Liselerinde öğrenim gören kız öğrencilerin başörtülü olarak okula ve derslere girmesi hukuk dışı yollarla engellenmiştir. Bu maksatla okulların önüne panzerler ve polisler yığılarak televizyon kameraları önünde sözkonusu öğrenciler taciz edilmiş; bu öğrencilerin eğitim hakkı ellerinden alınmıştır. Bu nedenle çoksayıda kız öğrenci, öğrenim görebilmek için Avrupa ülkelerindeki okullara gitmek zorunda kalmışlardır. 

Anayasa ve Türkiye’nin taraf olduğu Uluslararası Sözleşmelerin ilgili hükümlere göre, “Türkiye Cumhuriyeti Devletinde hiç kimsenin kapsamı Kanunla tespit edilen ve düzenlenen eğitim hakkından yoksun bırakılamayacağı” açıkça bildirilmiş olmasına rağmen, bu yasak uzun yıllar devam etmiştir. 


Oysa ki, 12 Eylül darbesinde bile başörtüsü yasağı uygulanmamıştır.255 

28 Şubat döneminde, özellikle, İstanbul Valisi Erol ÇAKIR imzalı, İlçe Kaymakamlıklarına gönderilen ki yazıda,256 Kılık Kıyafet Yönetmeliğine uygun davranmayan öğrencilerin okula alınmayarak çıkarılması; bu öğrencilere müsamaha eden, göz yuman okul müdürleri ve sorumlu öğretmenleri için görevden uzaklaştırma dahil her türlü cezai, idari ve inzibati işlem yapılması 
istenmiştir. 

 Öğretmenlere yönelik uygulamalar: 

Bu süreç içerisinde çok sayıda öğretmen’de başörtüsü nedeni ile çeşitli cezalara çarptırılmış ve hatta kamu görevinden çıkarılmıştır. Komisyonumuza bu konuda çok sayıda mağdur dilekçesi ulaşmıştır. Bunlardan; 

 Öğretmen Meryem VARGUN: 

 10/10/2012 tarihli dilekçesinde; Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi öğretmenliği bölümünden 1995 yılında mezun olduğunu, Eylül ayında Van İmam Hatip Lisesine Fizik öğretmeni olarak atandığını, daha sonra Ankara' nın Mamak ilçesinde; bulunan Mamak İmam Hatip Lisesinde Fizik öğretmeni olarak çalışmaya başladığını, görev yaptığı okullarda başörtülü olarak 
çalıştığını, bu nedenle 1998-2000 yılları arasında çalıştığı okullarda sürekli müfettiş soruşturması geçirdiğini ve her defasında çeşitli disiplin cezalarına çarptırıldığını, 2000 yılında ise altı ay süresince görevden uzaklaştırıldığını(açığa alınma ) ve nihayet aynı yılın Kasım ayında ise MEB Yüksek 
Disiplin Kurulu kararıyla memuriyetten ve dolayısıyla öğretmenlik mesleğinden temelli olarak ihraç edildiğini, belirtmiştir. 

Söz konusu olay ve benzer olaylarla ilgili mevzuat incelendiğinde; 

 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa 125. Maddesinin A/g bendine göre Memurların 'belirlenen kılık kıyafet hükümlerine uymama' sının cezası sadece 'Uyarma' olmasına rağmen, haksız yere, sadece kılık kıyafetten dolayı ve her defasında bir üst ceza verilerek en ağır disiplin cezası olan 'memuriyetten ihraç' ile tecziye edildiği, Açıkçası karşılığı sadece uyarma cezası olan bu durumun 
'memuriyetten çıkarılma' ile cezalandırılması hukukun zorlanması olarak görülmüştür. 

- Fatma SUİÇMEZ: 

18.06.2012 tarihli mektubuyla Komisyonumuza başvuran Fatma SUİÇMEZ, Lise eğitimini tamamladıktan sonrada Ankara Hacettepe Üniversitesi Ev Ekonomisi Y. O. Ev İdaresi ve Aile Ekonomisi bölümünü başörtülü olarak bitirdiğini, 15/04/1996 yılında Trabzon'da ilk defa göreve başladığını, Hayrat merkez ilkokulunda stajyer öğretmen iken 14/01/1997 tarihinde ilköğretim 
müfettişleri nce hakkında tutanak tutulduğunu, daha sonra başörtüsü nedeni ile açığa alınma ve sürgün edilme gibi cezalara çarptırıldığını ve nihayetinde, Yüksek disiplin Kurulu kararıyla başörtüsü taktığı ve toplumun huzur ve sükununu bozduğu gerekçesiyle görevine son verildiğini belirtmiştir. 
Fatma SUİÇMEZ bu süreçten sonra yaşadığı olaylarla ilgili olarak; 

-Toplumdan dışlandıklarını hissetmeye başladıklarını, 

-Maddi olarak büyük külfetlerle karşılaştıklarını, o dönemde ikiz kızlarının olduğunu, bu ortamda çok büyük ekonomik sıkıntı yaşadıklarını, 

-Kendi anne ve babasının sağlık güvenceleri karşılarken görevine son verilmesi nedeni ile anne ve babasının mağdur edilerek ilaç ve tedavilerini doktor masraflarını karşılayamaz duruma düştüklerini, 

-Manevi olarak ise öğrencilerinden koparıldığını ve çocukları kendi çocuğu gibi sevdiği için bu konuda da üzüntü yaşadığını, 

-Görevden atılmadan önce başörtüsü sebebiyle yapılan soruşturmalarla adeta bana bir idam mahkumu muamelesi gördüğünü ve hakaretlere uğradığını, 

 -Başörtüsünün yasak kapsamında değerlendirilmesini bir nebze atlatmak amacıyla eşiyle birlikte günlerce istanbul sokaklarında peruk satın almak için dolaştığını, başıma peruk takıp sınıfa girdiği bir zamanda öğrencilerin alay ettiklerini, 
-Yaşanan bu süreçte hem psikolojisinin hem de sağlığının bozulduğunu ifade
etmiştir. 
 Bu dönemde yaşanan olaylarla ilgili benzer nitelikte çok sayıda mektup komisyonumuza gönderilmiş, ve çok sayıda öğretmenin mağdur edildiği görülmüştür. 


6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

28 ŞUBAT SÜRECİNİN DEVLET VE TOPLUM ÜZERİNDEKİ YANSIMALARI, BÖLÜM 4


28 ŞUBAT SÜRECİNİN DEVLET VE TOPLUM ÜZERİNDEKİ YANSIMALARI, BÖLÜM 4

5. Vakıflar Genel Müdürlüğünce yapılan işlemler: 

 28 Şubat dönemiyle ilgili olarak Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden talep edilen bilgi ve belgelere göre, 409 sayılı MGK Kararı Gereğince Vakıflar Genel Müdürlüğü Tarafından, vakıfların mali ve idari işleyişlerine ilişkin eksikliklerin yanında farklı değerlendirmelerin de yapıldığı görülmüştür. Bunlar arasında, “Laiklik ve anayasal düzen karşıtı eylemler, Tevhidi Tedrisat Kanununa muhalefet, siyasal amaçlı faaliyetlerde bulunmak, izinsiz kurban derisi toplamak, yasak yayın 
bulundurmak, 8 yıllık eğitimi protesto etmek ve Kur’an kursu açmak” gibi hususlar dikkat çekicidir. 

 Kapatılan vakıflar arasında en büyüğü 28 Şubat sürecinde, gazetelerde, Refah Partisi’nin “gençlik örgütü” olarak takdim edilen Milli Gençlik Vakfı’dır. Kapatılan diğer vakıflar taşrada faaliyet gösteren küçük vakıflardır. 

 1997 yılından itibaren irticai faaliyetler gerekçesiyle kapatılarak, mallarına el konulan sekiz adet vakıf bulunduğu tespit edilmiştir. Bu vakıflara ilişkin bilgiler aşağıda özetlenmektedir: 


 Zehra Eğitim ve Kültür Vakfı: 

 1989 yılında Eskişehir’de kurulan Vakıf hakkında müfettişlerce hazırlanan teftiş raporunda, “Vakfın, Kürtçülük ve Ümmetçilik faaliyetleri çerçevesinde Şer’i esaslara dayalı bir Kürt devleti kurma amacı taşıdığı sonucuna varılarak”, 2001 yılında açılan dava sonucunda Vakıf 2005 yılında dağıtılmış; Vakfın sahip olduğu arsa, tarla ve farklı mesken türlerinden oluşan 21 adet taşınmazı Vakıflar Genel Müdürlüğüne geçmiştir. 


 İslami Dayanışma Vakfı: 

 Malatya merkezli Vakıf 1993 yılında kurulmuştur. Vakfın amacı, vakıf senedinde şu şekilde belirtilmektedir: “Geleceğin teminatı olan insanımızın inançlı, kültürlü, ilmi seviyesi yüksek, ahlaklı, çağdaş, bilim ve teknolojik bilgilere sahip bir şahsiyet olmalarını sağlamak, halkın manevi alanda İslami kültürünü geliştirmek ve yaygınlaştırmak.” 

 Vakıf, 1999 yılında açılan dava sonucunda 2009 yılında dağıtılmıştır. Vakfın bir adet taşınmazı, Vakıflar Genel Müdürlüğüne geçmiştir. 

 Milli Gençlik Vakfı: 

 Vakıf, 1975 yılında Ankara’da kurulmuştur. Vakfın amacı; “İnsanların ve toplumların ilmi, içtimai, kültürel, sağlık ve bedensel yönden gelişmelerine katkıda bulunmak amacıyla nev’i itibariyle genel, katma ve özel bütçeli idarelerin hizmet sahaları içerisinde yer alan eğitim, kültür ve sağlık hizmetleri yükünü paylaşarak devletin kamu görevi yükünü azaltıcı çalışmalar yapmaktır” olarak ifade edilmiştir. 

 Vakıf, 1997 yılında hazırlanan teftiş raporuna istinaden, aynı yıl açılan dava sonucunda 2004 yılında dağıtılmıştır. 

 Bu işlemi müteakip, Milli Gençlik Vakfının çoğunluğu Büyükşehir Belediye sınırları içinde olan toplam 156 adet taşınmazı Vakıflar Genel Müdürlüğüne geçmiştir. Bu taşınmazların çoğunluğu, arsa ve tarla niteliğinde olup, devredilenler arasında bahçe, büro, daire gibi taşınmazlar da bulunmaktadır. 

 Zöhre Ana-Ali Sosyal Hizmet Vakfı: 

 1992 yılında Ankara’da kurulan Vakfın amacı, özet olarak, “Türk İslam Felsefesinin gerçek bir bölümünü oluşturan Hacı Bektaş-ı Veli ve Yunus Emre’nin görüş, düşünce, felsefe ve anlayışları doğrultusunda tüm insanların ve insanlığın manevi yönden kalkınmalarına, aydınlanmalarına, huzur ve mutlu olmalarına, her türlü kötülüklerden arınmalarına yardımcı olmak, yurt açmak, yardım 
faaliyetlerinde bulunmak sosyal ve kültürel etkinlikler düzenlemektir.” 

 Vakıf 1999 yılında hazırlanan teftiş raporuna istinaden açılan dava sonucunda 2001 yılında dağıtılmıştır. Vakfın Ankara Mamak’taki 4 adet arsası Vakıflar Genel Müdürlüğüne geçmiştir. 

 Sahabe Eğitim ve Kültür Vakfı: 


 1996 yılında Adıyaman/Kahta’da kurulan Vakfın amacı, “toplumun kültür seviyesini yükselterek çağımızın öngördüğü şartları yerine getirmek, bunu milli ve manevi duygularla birleştirmek, bunu milli ve manevi duygularla birleştirmek, milletimize her alanda öncülük yapabilmek, ülke meselelerine duyarlı, erdem sahibi, mevcut kanunlara saygılı bir nesil yetiştirmek” olarak ifade edilmiştir. 
 Vakıf 1999 yılı teftiş raporuna istinaden açılan dava sonucunda 2004 yılında dağıtılmıştır. 
 Davet Eğitim Kültür ve Kardeşlik Vakfı: 

 Vakıf 1993 yılında İstanbul’da kurulmuştur. Vakfın amacı, “Gençliğin inançlı, kültürlü, çağdaş ilmi bilgilere sahip, kardeşlik hukuku çerçevesinde hoşgörü ve anlayış ile birbirlerine karşı saygılı şahsiyet olmalarını sağlamak ve milletimizin birlik ve huzur içerisinde kalkınma ve gelişmesine katkıda bulunmaktır.” 

 Vakıf 2000 yılında hazırlanan teftiş raporuna istinaden açılan dava sonucunda 2005 yılında dağıtılmıştır. 

 Polatlı Eğitim ve Kültür Vakfı: 

 Vakıf, 1994 yılında Polatlı’da kurulmuştur. Vakfın amacı özet olarak “ Milli ve Manevi değerlerimize bağlı insanlar yetiştirmek, Muhtaç durumdaki insanlara yardım faaliyetinde bulunmak, yurt açmak, eğitim ve kültür faaliyetlerinde bulunmak, hac ve umre ziyaretleri organize etmektir.” 

 Vakıf 2001 yılında hazırlanan teftiş raporuna istinaden açılan dava sonucunda 2004 yılında dağıtılmıştır. Vakfın bir adet taşınmazı Vakıflar Genel Müdürlüğüne geçmiştir. 

 Dünya Spastik ve Ortopedik Özürlüler Vakfı: 

 1995 yılında İstanbul’da kurulan Vakıf, 2000 yılında hazırlanan teftiş raporunda yer alan yasa dışı bağış toplama ve dolandırıcılık iddialarına istinaden açılan dava sonucunda 2001 yılında dağıtılmıştır. 

 Öte yandan, Komisyonumuza bilgi veren eski Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Ömer Kayır, vakıflarla ilgili olarak kendinse yöneltilen “vakıfların kuruluşuyla ilgili, kuruluş sermayelerinin artırılması ve vakıfların kuruluşlarının zorlaştırılmasıyla ilgili talep askerlerden mi geldi? sorusuna şu cevabı vermiştir: 

 “Bakın, ben onunla ilgili bildiğimi söyleyeyim: Kanun Kararlar Genel Müdürlüğü de bana bağlı olduğu için bir gün Kanun Kararlar Genel Müdürü “Sayın Metin Gürdere bir şeyi imzalamıyor. Millî Güvenlik Kurulu karar aldı, Bakanlar Kurulu hâline dönüştürmek gerekiyor, sürekli cebine alıp bu kâğıtları gidiyor.” 

6. Milli Eğitim Bakanlığı ve Üniversitelerde yapılan işlemler: 

A) 8 yıllık kesintisiz eğitim kararının serüveni: 

15’inci Millî Eğitim Şurası, Turhan Tayan’ın Millî Eğitim Bakanı olduğu 13-17 Mayıs 1996 tarihleri arasında yapıldı. Herkesin ortak kanaati Şura’nın toplanış gayesinin İmam Hatip Liselerinin orta kısmını kapatmak olduğu yönündeydi. 8 yıllık eğitim 1946 yılından beri uygulanmak istenen bir projeydi. 1946’daki 3. Millî Eğitim Şurası’nda ele alınan bu konu, 1. Nihat Erim Hükümeti (1971) 
Programı’nda da yerini bulmuştur. O günlerde tartışmalara sebep olması ise 8 yıllık eğitimin kesintili mi, kesintisiz mi uygulanacağı yönündeydi. Çünkü 15. Şuraya kadar işleyen süreç içinde hiçbir yerde 8 yıllık eğitimin ‘kesintisiz’ olacağı söylenmiyordu. Şuraya 8 yıllık eğitim tartışmaları damgasını vurdu. Bu güne kadar 14 şura yapılmıştı ama hiçbiri bu kadar gündeme oturmamıştı. Ülke, 8 yıllık kesintisiz eğitim meselesine kilitlendi. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kalemli ve Başbakan Mesut Yılmaz bile şuraya iştirak etti. Bu güne kadar şuralardan haberdar bile olmayan devletin en tepesindeki kişiler bu şura’ya özel ilgi gösteriyordu.247 

İlköğretim ve Yönlendirme Komisyonu’nda, İmam Hatip Lisesi, Anadolu Lisesi ve bazı meslek liselerinin 3 yıllık orta kısımlarının kapatılarak ilköğretimin kesintisiz yapılması kararı; 28’e karşı 58 oy ile alındı. 

Avrupa ülkelerinden Belçika, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Yunanistan, Lihtenştayn, Monako, Hollanda, Norveç ve İsveç 6+3+3 modelini; Avusturya, Çek Cumhuriyeti, Romanya, Slovakya ve Slovenya 4+4+4 modelini; Andora, Fransa, İtaya ve İspanya 5+3+4 eğitim modelini; Avrupa’nın eski 
komünist ülkelerinden Arnavutluk, Bulgaristan, Hırvatistan, Polonya, Yugoslavya ve eski Çekoslovakya ise 8+4 sistemini; 58 Afrika ülkesinden 51’inde ilkokul+ortaokul+lise şeklindeki eğitim modeli uygulanıyordu. Türkiye’nin gerçekleştirmek istediği 8 yıllık ‘kesintisiz eğitim modeli’, sadece Doğu Bloğu ülkelerinde ve Belize, Bermuda, Dominik, Porto Riko, Virgin Adaları, Bolivya, Brezilya, Venezuela, Ürdün, İsrail, Kenya, Libya, Raunda, Somali, Yemen, Norfolk Adaları, Solomon Adaları gibi çoğunlukla az gelişmiş ülkelerde geçerliydi. 


b. Millî Eğitim Şurasında kesintisiz 8 yıllık eğitimle ilgili çıkan karar: 

Yakın bir gelecekte 5-6 yaş okul öncesi eğitim, ilköğretim bünyesine alınmalı, ilköğretim kesintisiz 8 yıllık zorunlu eğitim olarak uygulanmalı, 8 yılın sonunda tek tip diploma verilmeli, 9. sınıf liseye ya da mesleki teknik eğitime yönlendirme yılı olmalı; böylece ilköğretimde zorunlu 2+8+1 sistemi oluşturulmalıdır. Çocukluğun tam yaşandığı, çocukların kendilerini, ailelerin de çocuklarını tanıdığı bu dönemde bulunanlar çırak yapılmamalıdır. Uzun vadede zorunlu eğitim 18 yaşını kapsayacak şekilde düzenlenmelidir.248 


İmam Hatip liselerinin orta kısımlarını kapatacak bu karar, neticede tavsiye kararıydı. Çünkü Millî Eğitim Şuraları bakanlığın danışma organıydı ve verdiği kararların bağlayıcı özelliği yoktu. Bugüne kadar yapılan şuralarda alınan yüzlerce kararın gerçekleşmemiş olması da bunun göstergesiydi.249 

28 Şubat 1997’de kamuoyunda ‘postmodern darbe’ olarak nitelendirilen 18 maddelik Millî Güvenlik Kurulu bildirisi hükümete tavsiye edildi. 28 Şubat sürecinin gün yüzüne çıktığı o gün, kararlardan 3’ü direk Millî Eğitim Bakanlığı’nı ilgilendiriyordu. Bunlar: 

Eğitim politikalarında yeniden Tevhidi Tedrisat Kanunun ruhuna uygun bir çizgiye gelinmelidir, 

-Temel Eğitim 8 yıla çıkarılmalıdır, 
-İmam-Hatip okulları toplumdaki bir ihtiyacı karşılamak üzere kurulmuşlardır. Bu ihtiyacın fazlası olan İmam hatip Okulları, meslek okullarına dönüştürülmelidir. Ayrıca kökten dinci grupların kontrolünde olan Kuran Kursları kapatılarak, Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda düzenlenmelidir.250 

Koalisyon hükümeti 28 Şubat kararlarını uygulamaya hiç niyetli değildi. Hükümetin büyük ortağı Refah Partisi tabanına mesaj veriyor, MGK kararlarının tavsiye niteliği taşıdığını ve gerekli olan maddelerin uygulanacağını söylüyordu. Asker 26 Nisan’da yapılan MGK'da, hükümeti irtica ile mücadelede samimi bulmadığını açıkladı. Kamuoyunda, askerin darbe yapma niyetinde olmadığı; 
ancak bu kez görevin 'silahsız kuvvetlere' düştüğü hatırlatılıyordu. İşler sivil toplum örgütleri eliyle yapılacaktı. Ve Genelkurmay karargahında verilen 'brifing süreci' başladı. Asker; işçi-işveren kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, medya ve yargı mensupları ile açıktan temas kuruyor; Millî Askeri Stratejik Konsept'in (MASK) değiştiğini, irticayla mücadele için silah bile kullanılabileceğini 
söylüyordu. 

28 Şubat kararları ve 8 yıllık kesintisiz eğitim ile başlayan tartışmaya herkes ortak edilmişti. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nden, Türk Kadınlar Birliğine, TOBB'dan Ziraat Odaları Birliğine kadar herkes 8 yıllık kesintisiz eğitimin uygulanması ve Kur'an kurslarının kapatılmasını istiyordu. Hatta turist rehberleri Vakfı ve İstanbul Turist Rehberi Esnaf Odası yazılı açıklama 
yapıyordu, şöyle diyorlardı: 

Dünyaya, Müslümanların çoğunlukta bulunduğu tek laik ülke olma özelliği bulunan ülkemizde devlet eliyle demokrasi ve laiklik düşmanı milyonlarca insan yetiştirildiğini açıklayamıyoruz. Yarım milyon gencimizi, nasıl oluyor da sadece din adamı yetiştirmekle sınırlandırılması gereken din okullarından, üst düzey kamu yöneticisi olarak çıkardığımızı anlatamıyoruz. Cami sayısının okul sayısının önüne geçmesine izin veren bir devlet anlayışını izah edemiyoruz. (Cumhuriyet 11 Mart 1997). 251 

8 Yıllık kesintisiz eğitim meselesi, Anasol-D hükümeti göreve başlayalı bir ay bile olmamışken yine hükümet krizine dönüştü. Konu ile ilgili yasa tasarısı 22 Temmuz'da Meclise sunuldu ancak Bakanlar Kurulu’nda bazı ANAP'lı bakanların tasarıya imza koymaması hükümette kavgaya sebep oldu. Sabah saat 5'e kadar süren Bakanlar Kurulu’nda DSP'li Bakanların yasa tasarısını imzalayıp çıkmasından sonra, ANAP'lı bakanlar uzun uzun tasarıyı tartıştı. Kriz, DSP'li bakanların Kur'an Kurslarının Millî Eğitim Bakanlığına Bağlanması isteğinden dolayı çıkmıştı. Daha sonra DSP'li Bakanlara 'Kur'an Kursları Diyanette kalacak ama denetimi Millî Eğitim Bakanlığı yapacak' ara formülü iletildi ve DSP'li bakanlar ikna olunca uzlaşma sağlandı. (Milliyet, 23 Temmuz 1997). Nihayet 
üzerinde aylarca tartışılan 8 yıllık kesintisiz eğitim Meclis Genel Kurulu'nun sabahlara kadar süren 37 saatlik çalışması sonunda 277 milletvekilinin oyuyla 16 Ağustos 1997’de yasalaştı. 

ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Süha Sevük üniversitesinin açılış töreninde yaptığı konuşmada durumu şöyle özetliyordu: “Hepimiz kabul etmeliyiz ki Türk Silahlı Kuvvetleri'nin baskısı olmasaydı, parlamentomuz bu kanunu çıkaramazdı.252 

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,


***

28 ŞUBAT SÜRECİNİN DEVLET VE TOPLUM ÜZERİNDEKİ YANSIMALARI, BÖLÜM 3


28 ŞUBAT SÜRECİNİN DEVLET VE TOPLUM ÜZERİNDEKİ YANSIMALARI, BÖLÜM 3



 b. Aylık Raporlar 

 Öte yandan, İrtica ve İrtica ile Mücadele Raporu dışında ayrıca 1999 ve 2000 yıllarında aşağıda özet olarak ifade edilen başlıklarda Ek’te sunulan aylık raporlar düzenlenmiştir: 

- Camilerde okunan hutbeler ve vaazların konuları, 
- Merkezi vaaz sisteminin geliştirilmesi için çalışmalar yapılması, 
- Cami derslerinde işlenen konular, 
- İl Müftülüklerinde yapılan konferans ve panellerin konuları, 
- Vatandaşların aydınlatılması için Diyanet İşleri Başkanlığınca farklı illere “Aydınlatma Ekiplerinin” gönderilmesi, 
- Personel için düzenlelen kurslarda Psikolojik Harekat Planı çerçevesinde bilgilendirme yapılması, 
- Yapılacak atamalar ve yapılacak her türlü görevlendirmeler için arşiv araştırması yapılması, 
- Yurt dışında yürütülen faaliyetler, 
- Diyanet İşleri Başkanının medyaya yansıyan demeç ve söylemleri, 
- İbadet yerleri ve Kur’an kurslarının denetimi konusunda mahalli emniyet ve istihbarat birimleriyle koordinasyon ve işbirliği yapılması, 
- Başkanlık personelinden irticai faaliyetleri olduğu düşünülenler hakkında yapılan işlemler, 


c. Denetim Faaliyetleri 

 2. Maddede bahsedilen raporlarda ayrıca, “Başkanlık Merkez, Taşra ve Yurtdışı Teşkilatı İzleme Koordinasyon Kurulu” teşkil edildiği, Diyanet İşleri Başkanlığına Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı, MGK Genel Sekreterliği ve İçişleri Bakanlığı kanalıyla personel hakkında gelen yazılı şikayet ve ihbar konularının Başkanlıkça oluşturulan “Özel Müfettiş Gruplarınca” titizlikle incelendiği ve soruşturması tamamlananların sonucu hakkında yazılı olarak 
ilgili makamlara bilgi verildiği hususları yer almıştır. 

d. Diğer Faaliyetler 

 - Bütün il ve ilçe müftülüklerinden görev bölgelerindeki tarikatlarla ilgili bilgi toplamaları istenmiştir. Tarikatlarla ilgili bilgi formunda tarikat lideri veya şeyhinin ismi, tarikat müritlerinin kadın ve erkek olarak sayıları, hitap ettiği toplum kesiminin eğitim seviyeleri, ekonomik durumları, sosyal statüleri tarikatin gelir kaynakları ve yayınları gibi ilgi çekici bölümler yer almıştır. Konuya ilişkin form Ek’te sunulmuştur. 

 - Başbakanlık Müsteşarlığı tarafından 28 Nisan 2000 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısına sunulan ve Başbakan onayıyla yürürlüğe konulan “İrticai Faaliyetlere Karşı Yürütülecek Mücadele Stratejisi” çerçevesinde “Diyanet İşleri Başkanlığı Eylem Planı faaliyet Takvimi” oluşturulduğu görülmüştür. Ek’te yer alan bu belgede Diyanet İşleri Başkanlığınca alınması gereken tedbirlerden ilgi çekici bulunanlar aşağıda sunulmuştur: 


- İrticai kesim tarafından Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı yürütülen faaliyetlerin etkisiz hale getirilmesinde en etkin olarak görev yapacak olan Diyanet İşleri Başkanlığının bu görevi bizzat Diyanet İşleri Başkanı tarafından zamanında kamuoyuna yapılacak açıklamalar ile ve merkezde hazırlanan Cuma Hutbeleri vasıtasıyla yapması,bu konuya ilişkin Cuma Hutbelerinde kullanılacak temaların seçiminin ve uygulanmasının BUTKK ile koordineli olarak Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yürütülmesi. 

- Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatının yeni baştan ele alınması, çağdaş, aydın din adamlarının teşkilat içerisinde yer almasının sağlanması ve Başkanlığın irtica ile mücadele edecek yeni bir konsept içerisinde yapılanması konusunda, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinden Diyanet Araştırma Merkezi (DİYAM) adlı bir birim kurulmuştur. Bu merkezin yöneticileri, emekli askerlerden oluşturulmuştur. Bu şahıslar, Emekli Tümgeneral ve Tuğgeneral ve bir Albaydır. Emekli Kurmay Albay Oğuz Kalelioğlu, ayrıca, Diyanet İşleri Başkanı Başdanışmanı olarak görev yapmıştır. Bu çerçevede Diyanet İşleri Başkanlığı’nda emekli askerlerin görev alması ihtiyacının nereden kaynaklandığı dikkat çekici bulunmuştur.245 Bu birimde çalışan asker personelin maaşları, Türkiye Diyanet Vakfı bütçesinden karşılanmıştır. Bu askerler, “Türkiye’deki dini hayatın durumuyla ilgili bilgi toplama ve yönlendirme” amacıyla faaliyet yürütmüşlerdir. 

 Sonuç olarak; Türkiye'nin içinden geçtiği değişik süreçlerde Diyanet İşleri 
Başkanlığı'nın da bu durum ve gelişmelerden etkilendiği gerçeği göz ardı edilemez. Özellikle kamuoyunda "darbe", "ihtilal" ya da "müdahale" gibi sözcüklerle tanımlanan ve çoğunda devlet ve hükümet geleneğimizi zorlayan çizgi dışı uygulamaların egemen olduğu bu süreçlerde, toplumun bütün yönleriyle yeniden biçimlendirilmesinin amaçlandığı uzun süreli zaman 
dilimlerinde Diyanet İşleri Başkanlığı alanının da bu düzenlemelere tabi kılınmaya çalışıldığı, hatta kısmen de olsa tabi kılındığını söylemek mümkündür. 

 Bugün devasa örgütlenmesi ve saygın konumuyla Diyanet İşleri Başkanlığı, sosyal bakışın yeniden inşa edilmesinde, gündelik dilin dönüştürülmesinde, siyasi ve ideolojik tasavvurların meşrulaştırılmasında özellikle ilgililer nezdinde önemli ve kullanışlı bir referans aygıtı olarak işlevsel hale getirilmek istendiği açıkça görülmektedir. 

 İlgili dönemlerin birer problem olarak öne çıkardığı belli başlı konular arasında yer alan ve "irtica", "siyasal İslam", "İslam'ın görünürlüğü" ve dolayısıyla "laikliğin tehdit altına girmesi" vs. gibi konularda dini hayatın örgütlü temsilini deruhte eden başkanlığın birtakım düzenlemelerde öncü ve belirleyici pozisyon lara sahip olması istendiği değerlendirilmektedir. 


Bu çalışmalarla, 28 Şubat döneminde, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından sürece katkı sağlanmıştır. Açıkça görülebileceği üzere, din ve dini hayat kavramları yeniden ele alınmış, alelade, mütedeyyin ya da kendi halinde dindarlık biçimlerinin bile "ölçü ve sınırları" adeta yeniden belirlenmeye çalışılmış, özellikle dini referanslı kimi aşırı gruplar üzerinden dini temsil alanının daraltılmasına çaba sarf edilmiştir. Din alanı bir yandan söz konusu grupların belli başlı icraatlarından arındırılmaya çalışılırken diğer yandan da din alanının bu tür zeminlere kayma potansiyelinin yüksek olduğu sıklıkla ima edilmiştir. 

 Bu çerçeve içerisinde, üst düzey belli başlı yöneticilerden sürecin akışına ayak direyenler tasfiye edilirken, konunun eşzamanlı bir süreklilik içinde sürdürülebilmesi için sivil olmayan unsurlardan da izleyici/yönlendirici düzeyinde katkı sağlanmıştır. 

 Diyanet İşleri Başkanlığı açısından en büyük sorunun, varlığını Cumhuriyet'in kurucu iradesinin kendisine atfettiği rol kadar toplumun kendisine yüklediği derin misyondan da alan bir yapının çoklukla sivil bir inisiyatif içinde gerçekleştirdiği geleneksel rolünün açıkça kesintiye uğratılması olduğu değerlendirilmektedir. Devletle toplum arasında uygun bir dengenin taşıyıcı ve koruyucusu 
olarak varlığını sürdüren bir kurumun, mevcut yapılanmasını terk ederek vesayetçi bir yapılanmaya doğru şekil aldığı görülmektedir. Bu bağlamda Diyanet mensuplarının öteden beri gerçekleştirdiği hizmetlerin bile birer irtica numunesi olarak değerlendirilip kriminal bir konuya dönüştürülmesi ise, 
28 Şubat sürecinde diğer kamu kurumlarında görev yapan personel ve ailelerinde yaşananlara benzeyen toplumsal dramlara neden olmuştur. 

4. RTÜK tarafından yapılan işlemler: 

4.1. RTÜK FREKANS TAHSİSİ 

 Radyo ve Televizyon Üst Kurulu tarafından Komisyonumuza gönderilen yazıda 246 verilen bilgiler çerçevesinde, doğrudan irtica ile mücadele kapsamında işlemler yapıldığına ilişkin bir kayıt bulunmadığı ifade edilmiştir. Ancak, 15 Aralık 1997 tarihinde yapılacağı ilan edilen yayın lisansı almak için başvuran kuruluşlar için yapılması planlanan sıralama ihalesi Başbakanlığın Ek’te sunulan 02.12.1997 tarihli yazısı üzerine RTÜK tarafından ertelenmiştir. 

246 RTÜK Başkanlığının 18.10.2012 tarih ve B.02.6.RTÜ.0.06.00.00-041.02/1161 sayılı yazısı. 

 Söz konusu ihalelerin ertelenmesinin asıl sebebinin irticai nitelikte yayın yaptığı iddia edilen yayın kuruluşlarının ihalelere girmesinin engellenmesi için düzenleme yapılması isteğinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Nitekim dönemsel olarak dini içerikli yayın yapan kuruluşlara verilen cezalar bu 
görüşü doğrular niteliktedir. Ancak, bu noktadaki asıl amacın bazı büyük medya kuruluşlarının frekans tahsisi açısından sahip oldukları gücün bir yönüyle ayrıcalığa dönüşmesi sürecinin başlatılması olduğu izlenimi uyanmaktadır. 

 Milli Güvenlik Kurulunun 26.11.1997 tarihli toplantısında alınmış olan 415 sayılı Karar Bakanlar Kurulu'nda görüşülmüş ve 01.12.1997 tarihli ve 97/10292 sayılı Karar ile kabul edilmiştir. Bu karar çerçevesinde, RTÜK’ün şu ana kadar yaptığı ve yapmaya devam ettiği, özel radyo ve televizyon kuruluşlarına kanal ve frekans tahsisi ve bununla ilgili sıralama ihalesi işlemlerini durdurması, 
bununla birlikte hukuki dayanaktan yoksun ve bir kısmı yok hükmünde olan ve diğer kısmı hukuken sakat olan ve iptal edilebilir nitelikte bulunan özel radyo ve televizyon kuruluşlarına kanal ve frekans tahsisi sıralama ihalelerini iptal etmesi gerektiği vurgulanmıştır. 

 Yine bu karar kapsamında, özel radyo ve televizyon kuruluşlarına kanal ve frekans tahsisi işlemlerinin yetersiz bir hukuki düzenlemeyle yapılmakta olduğundan ortaya telafisi mümkün olmayan zararlar ortaya çıktığı ve bu nedenle bir an evvel mevzuatta0 düzenlemeye gidilmesi gerektiği ifade 
edilmiştir. 

 Ayrıca, Milli Güvenlik Kurulu'nun 415 sayılı Kararının alınması, özel radyo ve televizyon kuruluşlarına kanal ve frekans tahsisi işlemlerinin "ulusal güvenliği" doğrudan ilgilendiren bir mahiyet kazandığı belirtilerek, Radyo Televizyon Üst Kurulu'nun kanal ve frekans tahsisine ilişkin ihalelerde, ihaleye katılan şirketlere, değerlendirmede teknik ve ekonomik kıstasların yanında "ulusal güvenlik" 
gereklerinin de göz önünde bulundurulacağını işin başında bildirmesi ve ihale sonuçlandırılmadan önce "ulusal güvenlik" açısından değerlendirilmesine imkân sağlamak üzere,” Başbakanlığın görüşünün almasının” gerekli hale geldiğinden bahsedilmiştir. 

 Bu çerçevede 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunun 16ncı maddesinde yer alan "kamu ve tüm özel radyo ve televizyon kuruluşlarına kanal ve frekans bandı tahsisi ile yayın izni ile lisansı vermek ve bu tahsis ve izni iptal etmek yetkisi, münhasıran Üst Kurula 
aittir." hükmü hatırlatılmıştır. 

 Frekans tahsis işleminde idarenin özel kişilerle eşit konumda olmadığı, bu nedenle tahsis işlemini yaparken eşit, adil ve objektif olmanın yanı sıra "kamu yararı ve hizmet gerekleri" esaslarını gözetmesinin gerekliliği vurgulanmıştır. Bu esaslar çerçevesinde idarenin herkesle sözleşme yapmak zorunda olmadığı, bu alanda kamu yararı gözeterek bir takım kısıtlamalara gidilmesinin kaçınılmaz 
olduğu belirtilmiştir. Kamu yararı tanımının en fazla "ulusal güvenlik" kavramıyla ilgili olduğu, idarenin bütün organlarının "kamu yararı ve hizmet gerekleri" çerçevesinde "ulusal güvenliği" dikkate alarak hareket etmesi gerektiği de belirtilmiştir. 

 Son olarak, RTÜK'ün yayın takip imkânlarının zayıflığının göz önünde bulundurularak, tüm Valiliklerce birer büro oluşturulmasına ilişkin düzenleme yapılmalı ve bilhassa yerel ve bölgesel radyo ve televizyon yayınlarının bu bürolar aracılığıyla takip edilmesi ve Valiliklerin de konusu suç olan yayınlar hakkında gereği yapılmak üzere RTÜK'e ve savcılıklara suç duyurusunda bulunması gerektiği vurgulanmıştır. 


4.2. RTÜK tarafından yapılan işlemler: 

 Radyo ve Televizyon Üst Kurulu 1995-2003 yılları arasında özel radyo ve televizyon kuruluşlarına 180 adet ceza verilmesini öngörmüştür. Ek’te sunulan çizelgede belirtilen bu cezaların 68 tanesi uyarı, 99 adedi ise kapama cezası olması talep edilmiştir. 2 yayın kuruluşunun yayın izni ise iptal edilmiştir. 
Ceza verilmesi öngörülen yayın kuruluşlarının toplam sayısı 37’si radyo, 8’i televizyon olmak üzere 45’tir. Bu cezaların tamamının irtica ile mücadele kavramı çerçevesinde verilmek istendiği anlaşılmaktadır. Ceza talep edilen davaların 22 adedi bağlı olunan İdare Mahkemesi tarafından reddedilmiştir. 

 “Yayın ihlali” kapsamında değerlendirilen ve ceza talep edilmesine neden olan ifadelerden çarpıcı bulunan örnekler aşağıda sunulmuştur: 

 - İstanbul’da yayın yapan Üsküdar FM adlı radyo kanalında, 25-26 Kasım 1999 tarihli Düşünce Günlüğü adlı programdaki “Demokratik bir Cumhuriyet yurttaşları tehdit olarak görmez. 28 Şubat sürecinde, henüz tanımı bile yapılmamış irtica sözcüğüne dayanarak, devletin güvenlik birimleri 
dindar eğilimleri saptanan bazı vatandaşların iç tehdit kapsamında değerlendirildi...” ifadelerine kapama cezası verilmiştir. 

 - İstanbul’da yayın yapan Üsküdar FM adlı radyo kanalında 7 Aralık 99 tarihinde Yayınlanan Düşünce Günlüğü Adlı programda Yeni Şafak ve Akit gazetelerinin manşetlerinden yola çıkılarak... "Bugün, senin sayende Demokrat Partinin halk idaresine dayanan çizgisi toprağın altındadır. Sen Adnan Menderes'in mirasını darağacına çektiğin gibi, Turgut Özal'ın mirasını da bir kaç yıl içinde yerle bir ettin...” ifadeleri kapama cezasına konu edilmiştir. 

 - Eskişehir’de yayın yapan ERT FM adlı radyo kanalında, 22 Şubat ve 9 Mart 1999 tarihlerinde yayınlanan konuşma programında yer verilen "Bu ne biçim eğitim sistemidir. Bizim neslimiz, bizim çocuklarımız ne hale gelmiştir Yarabbi...” ifadelerine kapama cezası verilmiştir. 
 - Gaziantep’te yayın yapan Vahdet Radyo adlı radyo kanalında, 7 Ekim 1998 tarihinde yayınlanan programda kullanılan “İstanbul Üniversitesinde başlayan başörtüsü yasağı günden güne büyüyerek Gaziantep Üniversitesine geldi. Onlar, sadece inançları gereği taktıkları baş örtüsü uğruna coplandılar.” ifadelerine uyarı cezası verilmiştir. 

 - Ankara’da yayın yapan Arifan FM radyo kanalında yer alan Seher vakti adlı programda Tuğgeneral Osman Özbek'in bir askeri döverek öldürdüğü yolunda yazılı basında çıkan bir haberi, iddiayı teyit eder nitelikte ifadelerle kamuoyuna duyurması suç teşkil etmiştir. 


 - İstanbul’da yayın yapan Moral FM adlı radyo kanalında yer alan Satır Arası Adlı programda "MGK Heyetini oluşturan tüm komutanlar ve hükümet üyeleri Kocatepe Camiindeki cenaze törenindeydi... Şehit Üsteğmen'in eşi Tülin Kılıç, inancının emrettiği şekilde başörtülü idi. Annesi de başörtülü idi. Yani o törene katılan M.G.K. erkanı nezdinde birer irticacıydı onlar. Kim bilir...” ifadelerine kapama talep edilmiştir. 

 - İstanbul’da yayın yapan Moral FM adlı radyo kanalında yer alan “10-15 Mayıs 1999 tarihlerinde yayınlanan programlarda "Meclise başörtüsü ile giren bir insana bu insanlık dışı muamelenin millet tarafından telin edildiğini, şiddet ve nefretle kınandığını nasıl görmezden gelebilirsiniz....” ifadeleri kapama cezasına konu olmuştur. 

 - Kocaeli’nde yayın yapan Anadolu FM adlı radyo kanalında Haber yorum programında "THK bir kaç derimi gasp etme mücadelesi veriyor. Ama hayır, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da kaptırmayacağım postumu. Elimden, polis, asker zoruyla almaya kalkarlarsa, delik deşik edeceğim deriyi...” ifadelerine uyarı cezası verilmiştir. 


4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,


***

28 ŞUBAT SÜRECİNİN DEVLET VE TOPLUM ÜZERİNDEKİ YANSIMALARI, BÖLÜM 1

28 ŞUBAT SÜRECİNİN DEVLET VE TOPLUM ÜZERİNDEKİ YANSIMALARI, BÖLÜM 1 


1. Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki yansımaları: 

 Türkiye’de 1990’lı yıllardan itibaren yapılan yerel ve genel seçimde Refah Partisi’nin yükselen grafiği yakından takip edilmiş; bu gelişme, Türkiye’nin muhafazakarlaşması, irticanın yükselişi gibi ideolojik bir temelde ele alınarak, Refah Partisi’nin temsil ettiği Milli Görüş çizgisi Devleti yıkmaya yönelik bir iç tehdit olarak algılanmıştır. 

 Bu rahatsızlık, Refah Partisi’nin 1990 ve 1994 yıllarında yapılan yerel seçimlerdeki başarısı, ardından Aralık 1995 genel seçimlerinde birinci parti olması ve nihayet 8 Temmuz 1996 tarihinde REFAH-YOL Hükümeti’nin kurulmasıyla had safhaya ulaşmıştır. Bu gelişme karşısında, sözkonusu 
irticai kişilerin orduya sızmış olduğu/sızmak istediği vehmine kapılan Komuta Kademesi tarafından, 28 Şubat 1997 tarihli MGK Kararının uygulanmasının takibi amacıyla, Batı Çalışma Grubu (BÇG) ve Mayıs 1997 ayında Genelkurmay İkinci Başkanı’nın imzasıyla kabul edilen Batı Harekat Konsepti çerçevesinde, TSK personeline ve diğer bazı kişilere yönelik, aileleri de dahil olmak üzere örtülü bir 
tespit ve fişleme operasyonu”na girişilmiştir. 

 Komisyonumuzca Genelkurmay Başkanlığından istenen Batı Çalışma Kurulunun kuruluşu ile ilgili istenen bilgi ve belgelerin 28 Şubat dönemini soruşturan Cumhuriyet Savcılığına gönderildiği bildirilmiştir. Ordu içindeki sözkonusu rahatsızlığın 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısı ile beraber doruk noktasına çıktığı görülmektedir. Bunun somut göstergesi, askeri teamüllere göre her yıl 
iki kez Ağustos ve Aralık aylarında gerçekleştirilen YAŞ’ın, 1997 yılına mahsus olmak üzere 26 Mayıs 1997 tarihinde olağanüstü toplanması olmuştur. 1997 yılında, yurt çapındaki tüm Kuvvetler bünyesindeki askeri birimlerde, askeri hiyerarşiye aykırı olarak yapılan bilgi toplama faaliyetlerinde, subay ve astsubayların eşleri ve hatta çocukları da birer haber toplama elemanı olarak kullanılmıştır. Bu durum, ordu içinde birlik ve beraberlik duygusunu zedelemiş; komşuluk ilişkilerini zedeleyerek, “muhbir komşu” korkusunu körüklemiştir. 

 Öte yandan, BÇG içinde görevlendirilen personelin kimi zaman alt rütbelerde olması, bu kişilere kendisinden üst rütbedeki amirlerini de fişleme imkanı vermiş, bu durum ordu içindeki hiyerarşinin bozulmasına yol açmıştır. Keza, çok sayıda sicil amiri/komutan da, “irticacı personele müsamaha gösteriyor “damgası yememek için, terfi vb. endişelerle, bu uygulamalar karşısında sesini 
çıkaramamıştır. 

 Ardından hedefteki bu kişilerin tasfiye edilmesi için gerekli altyapı oluşturulmaya çalışılmış; bunun için ilgili personelin kimi zaman geriye dönük sicil raporları -hukuka aykırı biçimde- bozulmuş, kimi zaman psikolojik taciz, kimi zaman da fiili işkence gibi yöntemler uygulanabilmiştir. 

 Bu operasyon; kendisi ve/veya eşi dindar/mütedeyyin olarak görülen personelin öncelikle fişlenmesi, akabinde çeşitli yollarla kendisinin ve ailesinin sözlü veya fiili şekilde taciz edilmesi, nihayetinde bu kişilerin kendi istekleriyle istifa etmesi veya emekliye ayrılmak zorunda kalması yahut “kaderine razı” olanların “disiplinsizlik” gerekçe gösterilerek, Yüksek Askeri Şura Kararı veya Bakan 
Onayı gibi yöntemlerle re’sen emekliye sevk edilmek suretiyle tasfiye edilmesiyle sonuçlanmıştır. 

 TSK’nın bir tür kendini koruma refleksi olarak değerlendirilebilecek bu süreçte, “türban” olarak tanımlanan “başörtüsü”, irticaın/gericiliğin sembolü olarak değerlendirilerek, eşi başörtülü olan asker personel, sırf bu nedenle ihraç edilmekten kurtulamamıştır. 

 Tasfiye edilen personel, psikolojik yönden çöküntüye uğramanın yanı sıra, bazıları intihar etmiş, birçoğunun kendisi veya eşi hastalığa yakalanmıştır. Daha da önemlisi, bu kişiler, YAŞ Kararlarının temyiz edilememesi sebebiyle idarenin bu eylemine karşı çaresiz kalmış; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) gibi hak arama imkanlarını kullanamamış ve neticede özlük hakları kaybına 
uğrayarak maddi yönden yıkıma uğramıştır. Öte yandan, bu personelin, 28 Şubat 1997 tarihli MGK Kararı gereğince, ordudan ihraç edildikten sonra başka bir işe girmeleri de, yine temel insan haklarına aykırı şekilde engellenmek istenmiştir. Böylece bu kişilerin mağduriyetlerinin ömür boyu sürmesi 
istenmiştir. 

 Nitekim, Komisyonumuza Milli Savunma Bakanlığı’ndan intikal eden, “Yüksek Askeri Şura kararlarıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinden uzaklaştırılan personele ilişkin yazıda”, 237  Sözkonusu tasfiye sürecinin, 28 Şubat MGK toplantısının hemen öncesinde ve hemen sonrasında, 1995-1999 yılları arasında yoğunlaştığı görülmektedir. 
 Söz konusu yazıdan, 01 Ocak 1990-31 Aralık 2011 tarihleri arasında toplam 1235 personelin Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişiğinin kesildiği; bu kişilerden 1043‘ünün “irticai faaliyet” gerekçesiyle ordudan uzaklaştırıldığı; bunların 395’inin subay, 648’inin astsubay olduğu anlaşılmaktadır. 

 Öte yandan, sözkonusu yazıda, dört askerin ise “yıkıcı örgütlerle bağlantılı” oldukları gerekçesiyle ilişiklerinin kesildiği bildirilmektedir. 

 Başka bir ifadeyle, 1990-2011 yıları arasında, Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilen asker personelin yaklaşık %84.4’ünün mesleklerinden koparılma gerekçesi irtica olmuştur. 

 Söz konusu yazıya göre; bu personelin Kuvvet Komutanlıklarına göre dağılımı şöyledir: 

 - Kara Kuvvetleri Komutanlığı : 275 subay, 319 astsubay 

 - Deniz Kuvvetleri Komutanlığı : 49 subay, 105 astsubay 

 - Hava Kuvvetleri Komutanlığı : 33 subay, 155 astsubay 

 - Jandarma Genel Komutanlığı : 38 subay, 69 astsubay 

  “İrtica” gerekçesiyle gerçekleştirilen sözkonusu tasfiye sürecinin; 

 - Kara Kuvvetleri Komutanlığında 1995-1999 yılları arasında, 

 - Deniz Kuvvetleri Komutanlığında 1996-1999 yılları arasında, 


 - Hava Kuvvetleri Komutanlığında 1990-1991 yılları arasında, 

 - Jandarma Genel Komutanlığında 1998 yılında, zirve noktasına ulaştığı görülmektedir. 

 926 sayılı TSK Personel Kanunu’nun 94/b maddesinin “disiplinsizlik veya ahlaki durum sebebiyle ayırma” hükmü ile bu Kanun’a istinaden 27 Aralık 1998 tarihli 23566 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Subay Sicil Yönetmeliği’nin 91/f maddesi ile 28 Aralık 1998 tarihli 23567 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Astsubay Sicil Yönetmeliğinin 60/f 
maddesinin “Tutum ve davranışları ile yasa dışı siyasi, yıkıcı, bölücü, irticai ve ideolojik görüşleri benimsediği, bu gibi faaliyetlerde bulunduğu veya karıştığı anlaşılanlar” hükmüne istinaden, sicil raporları sözkonusu “sübjektif ölçütlere” dayalı olarak, menfi şekilde düzenlenen çok sayıda subay ve astsubay mağdur edilmişlerdir. 

 Yürürlükteki ceza yasalarında “siyasi, yıkıcı, bölücü, irtica ve ideolojik görüşleri benimsemek, bu gibi faaliyetlerde bulunmak veya karıştığı anlaşılmak” şeklinde bir suç tanımı yapılmamış olmasına rağmen, söz konusu Yönetmelikler yoluyla asker personel için yeni bir suç tanımı yapıldığı ve suç kavramının yasalara aykırı şekilde genişletildiği görülmektedir. 

 Bu personel hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın haklarında Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulandığı için bu kişilerden, ayırma işlemi tarihi itibarıyla, emekli hakkını elde edemeyenler, emekli ikramiyesi dahi alamamışlar ve maddi açıdan büyük kayba uğramışlardır. 

 Öte yandan, 28 Şubat döneminde ordudan ayırma işlemleri sadece YAŞ Kararları ile değil, bunun yanı sıra, Milli Savunma Bakanları tarafından onaylanan Kararnameler ve sicil raporları yoluyla da yapılmıştır. YAŞ Kararından farklı olarak Bakan onayıyla atılan bu personel ile sıralı amirleri tarafından zayıf sicil notu aldıkları için atılan asker personel kamuoyunda pek fazla bilinmemektedir. Bu yöntemlerle ordudan atılanlar için YAŞ’zedelerden farklı olarak, temyiz yolu açık gibi görünmektedir. Ancak, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin yerindelik denetimi yapamaması sebebiyle, bu kişilerin hak arama mücadelesi olumsuz sonuçlanmıştır. Tıpkı YAŞ’zedeler gibi, bu yollarla ordudan atılan kişilerin AİHM’deki hak arama mücadeleleri de başarısız olmuştur. 

 Komisyonumuza ve Meclis İnsan Hakları Komisyonu’na intikal eden Mağdur dilekçelerinde, TSK içinde, İrticanın; “ Din ile barışık olma ya da manevi değerlerinden kopmadan hayatını devam ettirme” şeklinde algılanmış olduğu; “namaz kılmanın” veya “eşi türbanlı” olmanın, “irtica” gerekçesiyle ordudan uzaklaştırılmak için yeterli olduğu görülmektedir. Nitekim, mağdur 
dilekçeleriyle beraber gönderilen sicil raporlarında, amirleri tarafından “sosyal faaliyetlere katılmayan, eşleri çağdaş kıyafet giymeyen, Cuma namazına gittiği görülen vb.” şeklinde değerlendirilen personelin, bu gerekçelerle ordudan tasfiye edildikleri anlaşılmaktadır. 

 Diğer yandan, TSK bünyesinde 1990-2011 döneminde sadece dört personelin “yıkıcı örgütle bağlantılı olma” gerekçesiyle ordudan uzaklaştırılmış olması, “irticai faaliyet” sebebiyle ilişiği kesilenlerin, özel hayatları ve dini inançları açısından değerlendirmeye tabi tutulduklarını ortaya 
koymaktadır. 


 Öte yandan, Komisyonumuza ulaşan bilgiler çerçevesinde, YÖK Başkanlığının Ek’te yer alan yazısından, GATA Komutanlığında görev yaparken YAŞ Kararlarıyla ordudan ilişiği kesilen asker personelin başka kamu kurumlarında görev yapmalarının mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. 

 Komisyonumuza intikal eden mağdur dilekçeleri arasında dikkati çeken örnekler aşağıda özetlenmektedir. 

 - Emekli Astsubay Yavuz Sulumeşe: 

 Emekli Astsubay Yavuz Sulumeşe dilekçesinde,238 özetle; “2003 yılında “Disiplinsizlik” gerekçesiyle Yüksek Askeri Şura toplantısı beklenmeden TSK’nden emekli edildiğini, TSK bünyesine dahil olduğu 1990 yılından itibaren çeşitli takdir belgeleri ve olumlu sicil notlarına sahip başarılı bir personel olduğunu, ancak 1996 yılında, 3ncü Zh.Tug.K.lığı Çerkezköy-Tekirdağ’a tayin olmasıyla beraber, işlerin ters gitmeye başladığını, yeni evlendiği eşinin başörtüsü takması ve sosyal faaliyetlere katılmaması sebebiyle yedi kez savunmasının istendiğini, 1998 yılında siciline “Eşi başörtülüdür” ibaresinin eklendiğini” ifade etmektedir.

 - Emekli Kd.Bnb. Mustafa Hacımustafaoğulları: 

 Emekli Kd.Bnb. Mustafa Hacımustafaoğulları dilekçesinde,239 özetle; “1976 yılında girdiği TSK’nden 12.12.1997 tarihli YAŞ kararıyla ihraç edildiğini, görevi süresince çeşitli takdir ve başarı belgelerine sahip, başarılı bir subay olduğunu, çalışma hayatı boyunca herhangi bir suç veya disiplin suçu işlemediğini, herhangi bir soruşturma geçirmediğini” ifade etmektedir. 

 - Adı geçen Şahıs, 

Bilgi Edinme Hakkı Kanunu çerçevesinde Genelkurmay Başkanlığı’nca kendisine verilen 12 OCAK 2011 tarih ve PER.:5010-4703-11/Per.D.Ynt.Ş. (5)11210120 sayılı cevabi yazıda, “ordudan atılma gerekçesi” olarak; 

 “
-Aşırı sağ görüşe sahip olup Milli Görüş mensubu olduğu, 
-Akıncı grubuna mensup olduğu iddialarına karşı takip ve kontrol altına alındığı, 
-Daha ziyade dinine aşırı bağlı kişilerle samimiyet kurduğu, 
-Birlik içinde ve dışında dindar olmayan kişilerle özel temaslardan hoşlanmadığı, 
-Aile ziyaretlerinde misafirlerinin haremlik selamlık olarak oturmalarını istediği, 
-Lojman sırası geldiği halde eşini bahane ederek, lojmana girmeyip sivil konutta oturduğu, 
-Ailesi yönünden laiklik ilkesine ve ailesinin giyimi bakımından kılık kıyafet inkılabına karşı olduğu, 
-Parti yanlısı Milli Görüşçü olduğu,
-Kütahya’da Milli Görüşçülerce oluşturulan Refah-Kent Yapı Kooperatifinin yönetim kurulu üyeliğini yaptığının öğrenildiği, 
-Bulut Projesi kapsamında sorgulanması sırasında kendisine uygulanan Polygraph test sorgusunda (yalan makinası) sorulan beş sorudan dördüne yalan yanıt verdiği, 
-Askeri mesai aracına türbanlı öğrencilerin bindiği duyumu alınması üzerine bir personelin görevlendirilerek 25 KASIM 1997 tarihinde Yenikent’ten kalkan servis aracında kimlik tespiti esnasında kızının türbanlı olduğunun belirlendiği” 
hususlarının yer aldığı ifade edilmektedir. 

Emekli Dz.Bnb. M.Ufuk Ertuğrul: 

 Dz.Bnb. M.Ufuk Ertuğrul’un dilekçesinde;240 eşinin başörtüsü ve kendisinin Cuma Namazına gitmesi nedeniyle sistemli bir şekilde baskı gördüğünü ve daha sonra kendisine sıklıkla ordudan ayrılmasının telkin edildiğini ifade etmiştir. Son olarak eşinin tesettürü nedeniyle sicilinin değiştirildiğini de dilekçesinde belirtmiştir. 

 Emekli Sb.Kazım Çetin: 

 Emekli Kazım Çetin ise 1990’lı yıllara kadar herşeyin normal olduğunu inançlı bir subay olarak namazını kılabildiğini ve başörtüsü sorunu yaşamadığını, ancak bu tarihten sonra, “yemeklere/çaylara eşli katılmamayı adet haline getirmek” gerekçesiyle ilişiğinin kesildiğini; bu süreçte, ordu bünyesinde; 

 - Mescit/camii talimatlarının yayımlandığı; mesai saatleri içinde mescitlerin açık olmayacağı ve resmi elbise ile camilerde namaz kılınmamasının emredildiği, 
- Kütüphanenin yeniden dizayn edildiğini, 
- Seri konferanslar verilmeye başlandığını, ifade etmiştir. 

 Emekli Levazım Kıdemli Binbaşı Eyüp Saracoğlu: 

 Emekli Levazım Kıdemli Binbaşı Eyüp Saracoğlu’nun gönderdiği mektupta;241 “1993-2000 yılları arasında irtica bahanesiyle kendilerine yönelik baskıların arttığını, özellikle askeri liselerden tayinle gelen öğretmenlerin sık sık baskıya maruz kaldığı, bazı personelin eşlerinin başlarının zorla açtırıldığını, başlarını açan eşleriyle kokteyllere ve içkili yemeklere katıldıklarını, deniz kamplarında 
eşlerinin mayoyla denize girmeleri konusunda baskı yapıldığını, emekliliği hak eden personelin bu baskılar yüzünden erken emekli olmak zorunda kaldığını” ifade etmektedir. 

 Eyüp Saracoğlu, kendisi hakkında Ulaştırma Yüzbaşı Ziya DOĞAN tarafından; ”Subay ve astsubayların eşleri ile birlikte sosyal faaliyetlere katılacağı ilgi emirde belirtilmiş olmasına rağmen 15 ŞUBAT1996 günü verilen iftar yemeğine eşinizin katılmadığını tespit ettim. Bu konudaki yazılı savunmanızı 26 ŞUBAT 1996 günü saat 09’15’e kadar hazırlamanızı rica ederim” şeklinde savunma istendiğini ifade etmektedir. 


İlaveten, Tuğgeneral M. Kemal TUTKUN tarafından Kara Kuvvetleri Komutanlığı 4ncü Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı’nın 22 ARALIK 1999 gün ve İSTH:3590-268-99/(2424) sayılı, “Savunma” konulu yazısında; 

“1. Muhtelif vesilelerle yapılan kontrol ve gözlemlerde eşinizin TSK personeline yakışmayan ve geleneksel giyim tarzı olan başörtüsü dışında, ideolajik bir simge olarak kullanılan türban/tesettür benzeri kıyafet giyindiğine dair bazı duyumlar alınmış bulunmaktadır. 

2. Eşinizin çağdaş kıyafetle ve TSK.leri personeline yakışır bir kıyafet giyinmesi gerektiğini bilmiyor muşunuz? Biliyorsanız neden uygulamaktan imtina ediyorsunuz? 

3. Yukarıdaki hususlarda savunmanızı, mümkünse eşinizin stüdyoda çekilmiş vesikalık ve boy fotoğraflarıyla takviye edilmiş olarak 27 ARALIK 1999 tarihine kadar vermenizi rica ederim” şeklinde savunma alındığını belirtmektedir. 

Sivil Memur Abdulkadir BOZDEMİR (1998-377) 

 Abdulkadir BOZDEMİR, Komisyonumuza gönderdiği 15 Ekim 2012 tarihli dilekçesinde; YAŞ Kararları haricinde, TSK’da görevli Sivil Memurların da “irticai faaliyetlere karışma” gerekçesiyle görevlerine son verildiğini ifade etmektedir. 

Adıgeçen şahıs dilekçesinde kendisi ile ilgili olarak; 

- Hava Kuvvetleri Komutanlığı 1.Füze Grup Komutanlığı’nda görevli iken, Hava Kuvvetleri Komutanlığı 1.Füze Grup Komutanlığı’nın 14 KASIM 2001 gön ve İSTH.: 3590-872-01/122 sayılı ve "Sivil Memur.Abdulkadir BOZDEMÎR ve Ailesi" konulu emrinde; 

“- Fz. Grp. Kliği Pek Şb. Merk. Per. İşl. Me. olarak görev yapan Svl. Me. Abdulkadir BOZDEMÎR (1998-377) ve ailesi hakkında müteakip zamanlarda yapılan kontroller sırasında: 

- Terminoloji olarak genelde, dini terimleri çoklukla kullandığı; (İnşallah, Maşallah gibi.). Özellikle Spor saati olan CUMA gününün öğlen vakitlerinde Komutanlık birimi irinde görünmeyip, spora katılmadığı; daha önce hakkında irticai faaliyetlerde bulunduğu tespit edilen Svl. İşçi Kazım GULAYDIN (0001787)'la birlikte, 'Cuma Namazı'na gittiği konusunda duyumlar alındığı. 

- Anılan personelin aksaklığa sebebiyet verecek durum oluşturmadan araştırılması, özellikle eşi ve yeni doğan kızına 'Rüveyda' ismini niçin verdiği birinci derece ailesi hakkında gerekli takibatın yapılması, şahsi dolabındaki eşyaların envanter dökümlerinin periyodik aralıklara yapılarak, yazılan tutanakların İstihbarat Şubeye gönderilmesi, talimatlarının verildiği görülmüş tür.” hususlarının yer aldığını belirtmiştir. 

Hava Kuvvetleri Komutanlığı 1.Füze Grup Komutanlığı’nın 05 Ekim 2004 tarih ve İSTH.: 3590-23-04 İsth/267(82) sayılı bir diğer yazıda; 

“03 EYL 2004 tarihinde: Destek Memur AbduIkadir BOZDEMİR (1998-377)'in evine; kontrol-ziyaretleri yapıldığı, bu ziyaretler sırasında bazı irticai envanter unsurlara rastlanmış olduğu ve tutanakla el konulduğunun belirtildiği, başta Kuranı Kerim (Meal Ömer Nasuhi Bilmen), 


'Yasak Yayınlar' listesinde bulunmadığı, ancak, dini bilgiler ihtiva ettiğinden el konulmasının yerinde olduğu, 

- Evinde alenen teşhir ettiği tablo yazma eserlerin (Ör.:1947 yılı el yazma "Allah"hattı) irticai propaganda kapsamında olduğu, 
- Bu ziyaretler esnasında yapılan incelemede; 
- Eşinin tüm uyanlara rağmen, çağdaş olmayan kıyafetle dolaştığı. Kıyafet konusunda değişimin; mümkün olmadığı, 
- Anılan personelin bu envanterleri bilerek ve isteyerek bulundurduğu yönünde kanaat oluşturduğu, 
- Bu nedenle İlgi personelin takibinin sıklaştırılarak, atıl görevlere atanması ayrıca, diğer TSK Personeliyle koordinesinin en alt seviyeye indirilmesi. 3 yıldır süren araştırmada sona gelindiğini ve bunun ilgi personele yansıtılmaması gerektiğinin belirtildiği görülmüştür.” denilmektedir. 

Bu gelişmeler sonrası kendisiyle ilgili olarak, Hava Kuvvetleri Komutanlığı 1.Füze Grup Komutanlığı’nın 05 Ekim 2004 tarih ve PER.: 7200-262-04 /3.KS.1136 sayılı yazısında; 

“Ailenizin durumu ve eşinizin çağdaş olmayan bir kıyafetle toplum içerisinde kendini göstermesi siz TSK mensubuna ve bağlı bulunduğunuz birliğe yakışmamaktadır. Komutanınız ve 1. sicil Amiriniz olarak, bu konu hakkında sizi sözlü olarak uyarmama rağmen olağan durumunuz da bir gelişme olamaması üzerinize başta sizi ve eşiniz bayan Bozdemir'i son kez uyarmak zorundayım. 
Durumunuzun takipçisi olduğumu, eşinizin kıyafetini değiştirme yönünde girişimde bulunmaması halinde ortaya çıkabilecek 926 Sayılı İç Hizmet Kanununun ilgili müeyyideleriyle karşı karşıya kalabileceğinizi hatırlatır, bu konunun bilinmesini rica ederim.” şeklinde bir uyarı yazısı daha aldığını 
ve nihayetinde “irtica bahanesi” ile ancak aslında eşinin başını örtmesi nedeniyle memuriyetine son verildiğini ifade etmektedir. 

- BULUT PROJESİ: 

Komisyonumuza; Türk Hava Kuvvetleri bünyesinde, 1992 yılından itibaren, irticai faaliyette bulunduğu iddia edilen asker personele yönelik olarak, “Bulut Projesi” adıyla yürütülen gizli bir operasyon ilişkin bilgi ve belgeler intikal etmiştir. Söz konusu belgelere göre, yüzlerce Havacı subay ve astsubayın, 1990’lı yıllarda, yasa dışı şekilde sorgulandıkları ve işkenceye maruz kaldıkları 
anlaşılmaktadır. 

Sözkonusu belgelerde; sözkonusu Proje kapsamında, sorgulanan personele, “Refah Partisinin Milli Görüş Düşüncesini benimsiyor musun?”, “Kütahya Milli Gençlik Vakfında dini-siyasi faaliyetlerde bulunuyor musun?”, “Evinde veya diğer yerlerde yapılan aile toplantılarında aşırı dinci propaganda yapıyor musun?”, “Toplumun şeriat kuralları ile yönetilmesini benimsiyor musun?” vb. 
şekilde çeşitli sorular yöneltildiği; bu kişilerden birinin 28 gün oda hapsiyle cezalandırıldığı, sorgulanıp yalan makinasına bağlandığı, fiziksel ve ruhsal işkenceye maruz kaldığı ifade edilmektedir. 


 Bu kişinin, ayrıca, Kasım 1997’de Eskişehir 1. Hava Kontrol Grup K.lığında görevli iken İmam Hatip Lisesinde öğrenim gören kızının da, askeri istihbarat elemanlarınca baskı altına alındığı, bu durum karşısında başlattığı hukuki mücadele üzerine, YAŞ Kararı yoluyla TSK’dan ihraç edildiği 
anlaşılmıştır. 

 Komisyonumuza ulaşan mektuplarda, bahsekonu BULUT PROJESİ kapsamında çok sayıda askeri personelin sorgu ve işkenceden geçirildiğine ilişkin iddialar yer almaktadır. 

 Diğer taraftan YAŞ kararları ile ordudan atılan personelin kamu kurum kuruluşlarında görev yapmayacaklarına dair yazılar yazılmıştır. 

 Bunlardan Yüksek Öğretim Kurulu tarafından üniversiteler gönderilen örnek yazıda; 

 “ Gülhane Askeri Tıp Akademisi Komutanlığında görev yaparken Yüksek Askeri Şura Karan ile görevleri ile ilişiği kesilerek görevlerine son verilen tabip subayların listesinin bir örneği yazımız ekinde gönderilmektedir. 

 Bilindiği üzere kamu kurum ve kuruluşundan disiplin nedeniyle ihraç edilen kamu görevlilerinin bir başka kamu kurum ve kuruluşunda istihdam edilmesi 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125. Maddesi uyarınca mümkün bulunmamaktadır. 
Bilgilerinizi ve gereğini rica ederim.” denilmekte ve yazının ekinde ise, YAŞ kararları ile ordudan atılan subayların isimlerine yer verilmektedir. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,



***