TV etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TV etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Temmuz 2017 Cumartesi

28 ŞUBAT SÜRECİNİN DEVLET VE TOPLUM ÜZERİNDEKİ YANSIMALARI, BÖLÜM 6


28 ŞUBAT SÜRECİNİN DEVLET VE TOPLUM ÜZERİNDEKİ YANSIMALARI, BÖLÜM 6


 YÖK Başkanlığı ve üniversiteler tarafından gönderilen yazılar: 

 12 Eylül 1980 askeri darbesinde olduğu gibi, 28 Şubat döneminde de üniversitelerde adeta bir korku rüzgarı estirilmiştir. Çok sayıda rektör ve dekan “şeriatçı/irticacı oldukları veya şeriatçı/irticacı kadrolaşmaya göz yummakla” itham edilmiş; bu konuda kimi zaman isimsiz ve imzasız, kimi zaman 
da bizzat öğretim üyelerince Cumhurbaşkanlığı ve YÖK Başkanlığı’na muhtelif ihbar mektupları gönderilmiş, bu iddialar incelenerek ilgililer hakkında soruşturmalar açılmış ve görevlerinden alınmışlardır. 


1. YÖK Disiplin Kurulu tarafından 1997 yılında; Kılık Kıyafet Yönetmeliğine uymadıkları gerekçesiyle 16 personel Kamu görevinden çıkarılma cezası, 1998 yılında Kılık Kıyafet Yönetmeliğine uymadıkları gerekçesiyle 31 personel , Türban yasağı ile ilgili gösteriye katıldıkları gerekçesi ile 11 personel, Kamu görevinden çıkarılma cezası, 1999 Kılık Kıyafet Yönetmeliğine uymadıkları gerekçesiyle yılında Kılık Kıyafet Yönetmeliğine uymadıkları gerekçesiyle 50 personel , 
Türban yasağı ile ilgili gösteriye katıldıkları gerekçesi ile 3 personel, 2000 yılında Kılık Kıyafet Yönetmeliğine uymadıkları gerekçesiyle 8 personel, İdeolojik ve siyasi amaçlı türban takmak gerekçesi ile 19 personel ve irticai faaliyette bulunduğu gerekçesi ile 1 personel olmak üzere 1997-2000 yıllları arasında toplam 139 personel kamu görevinden çıkarılmıştır. 

 YÖK Disiplin Kurulu’nun kararları incelendiğinde, en fazla cezanın 1999 yılında verilmiş olduğu, 2000 yılında verilen cezada ise ilk kez “İdeolojik ve siyasi amaçlı türban takmak gerekçesi” kullanılmıştır. 

 Diğer taraftan aynı yıl kurulda görüşülen ceza konuları incelendiğinde, fiili tecavüz, küfür ve hakaret, sahtecilik ve dolandırıcılık gibi konularda kamu görevinden çıkarması teklif edilen cezaların reddedildiği görülmüştür. 

2. Dumlupınar Üniversitesi tarafından gönderilen belgelerde, 196 öğretim görevlisinin sözleşmelerinin yenilenmesi nedeni ile görevlerine son verildiği anlaşılmıştır. Komisyona ulaşan mektuplarda buna benzer olayların diğer üniversitelerde de olduğu bilgisi alınmasına rağmen üniversitelerden konuyla ilgili sayısal değerler tam olarak alınamamıştır. 

3. Yüksek öğretim Kurulu (YÖK) Başkanlığının Balıkesir Üniversitesi Rektörlüğüne gönderdiği 26.08.1996 tarih ve 16562 sayılı yazıda özetle, araştırma görevlisi olarak lisansüstü eğitim amacıyla yurt dışına gönderilen kişilerin ülkenin birlik ve bütünlüğünü tehdit ettiği vurgulanmıştır. Bu 
kişilerin eğitimlerini tamamladıktan sonra yurda geri çağrılmaları, kalan eğitimlerini Türkiye’de tamamlamalarının gerekli görüldüğü ve dönüşlerinde her türlü faaliyetlerinin takip edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. 

4. Yüksek öğretim Kurulu Başkanlığının Milli Eğitim Bakanlığına gönderdiği 30.03.2000 tarih ve 6343 sayılı yazıda özetle şu hususlara yer verilmiştir: 

 “Yüksek öğretim Yürütme Kurulu 10.12.1997 tarihinde aldığı kararla, 

 Bundan böyle, yurtdışı yükseköğretim kurumlarında öğrenim görenlerin, öğrenim programlarında T.C. Anayasasının temel ilkeleri ile 2547 Sayılı Kanunun 4 ve 5. Maddelerinde belirlenen temel amaç ve ilkelere aykırı dersler bulunması halinde diplomalarına denklik verilmemesine; 

 Geçmiş yıllarda Kurulumuz tarafından ilahiyat alanında verilmiş olan denklik belgelerinin, öğrenim süresi, devam, sınav, değerlendirme ve benzeri eğitim-öğretim esasları ile, belgelerde maddi hata bulunup bulunmadığı yönlerinden yeniden incelenmesine, yukarıda belirtilen hususlarda eksiklik, 
aykırılık, uygunsuzluk veya maddi hata bulunduğunun tespiti halinde daha önce
verilmiş olan lisans denklik belgelerinin iptaline; yukarıda belirtilen hususlara uygunluğu tespit edilen durumlarda ise, daha önce verilmiş olan lisans denklik belgelerinin 09.01.1996 tarihli İlahiyat Uzmanlık Komisyonu 


Raporu doğrultusunda ön lisans denklik belgesine dönüştürülmesine ve bu belgelere, 2547 Sayılı Kanunun 43. Maddesi hükümlerine dayanılarak “Bu belge öğretmen atamalarında geçerli değildir.” şeklinde şerh konulmasına; bu suretle de hukukun temel kavramlarından olan kazanılmış hakları geri alınamayacağı ilkesi ihlal edilerek mağduriyetlere yol açmıştır. 

 Daha önce Kurulumuzdan almış oldukları ön lisans denklik belgeleri ile Ankara ve Dokuz Eylül Üniversitelerinde denklik lisans tamamlama programını başarıyla tamamlayanlara verilmiş olan lisans denklik belgelerine, 16.07.1997 tarihli karar uyarınca konulan “Bu belge öğretmen atamalarında geçerli değildir.” şeklinde değiştirilmesine karar verilmiştir. 

5. İnönü Üniversitesinin YÖK Başkanlığına gönderdiği belgeler arasında Malatya İl Jandarma Komutanlığının 14.05.2001 tarih ve İSTH:3590-1046-00/Ter-Ças.K.1236(3634) sayılı yazısında Rektör Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu ismine gönderdiği yazısında: 

 Nurculuk Grubuna mensup Mustafa Sungur grubu mensuplarının yaptıkları toplantıda baskın yapıldığı ve bu toplantıda bulunan Prof. Şener Dilek hakkında idari işlem yapılmasının talep edildiği görülmüştür. 

 Diğer taraftan baskında gözaltına alınan 69 kişi hakkında İstanbul DGM tarafından 1999/385 no’lu karar ile takipsizlik kararı verilmiş olmasına karşın söz konusu toplantıya katıldığı gerekçesiyle YÖK Disiplin Kurulu Kararı ile Prof. Şener Dilek’in kamu görevinden çıkarıldığı görülmüştür. 

6. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Sevgi Kurtulmuş’a “kılık-kıyafet yönetmeliğine uymaması” nedeniyle hakkında daha önce açılan disiplin soruşturması sonucunda “uyarma” ve “iki yıl süreyle kademe ilerlemesinin durdurulması” cezası verilmiştir. Ceza konusu hususlarda ısrarcı davrandığı gerekçesiyle Yüksek öğretim Kurumları Yönetici Öğretim 
Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliğinin 15. Maddesi dikkate alınmak suretiyle 10. Madde gereği “Görevden Çekilmiş Sayma” disiplin cezası uygulanmıştır. Doç. Dr. Sevgi Kurtulmuş’un kıyafetinin yönetmeliğe uygunluğunun tespit edilmesi için öğretim üyesi çalışma arkadaşlarından 
oluşan bir komisyon teşkil edilmiştir. Burada dikkat çeken husus ise, komisyon üyelerinin çoğunluğunun kıyafetin yönetmeliğe aykırı bir özellik taşımadığı yönünde görüş bildirmesine karşın Doç. Dr. Sevgi Kurtulmuş’un üniversite ile ilişiği kesilmiştir. 

7. YÖK Başkanlığının Üniversite Rektörlüklerine gönderdiği 14.05.1997 tarih ve 
B.30.0.PER.0.00.00.01/05.001-5053.8750 sayılı yazısında, bazı radikal dini unsurlara vurgu yapılarak sistemli bir mücadele süreci başlatılması, bu çerçevede aydınlatma faaliyeti yürütülmesi, mevzuata uymayanlar hakkında işlem yapılması ve yapılacak faaliyetler hakkında bilgi verilmesi istenmiştir. 
Buna istinaden bazı üniversitelerin bağlı fakültelerine bu yönde çalışmalar yürütmelerine ilişkin yazı yazdıkları görülmüştür. 

8. İçişleri Bakanlığının 1998 yılında yayımladığı iki gizli genelgeden birinde yeni kayıt olacak öğrencilere özellikle türban konusunda ikna ve ikaz yöntemi ile müdahale edilmesi, ısrarcı öğrencilere yasal mevzuatın hatırlatılması direktifi verilmektedir. Diğer genelgede ise, türban konusunda yapılan eylemlerde genellikle 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa muhalefetten gözaltına alınanların yargı önünde serbest bırakıldığı vurgulanarak, eylemlerin basit bir gösteri olmaktan ziyade Cumhuriyetin temel niteliklerini değiştirmeye yönelik olduğu hatırlatılmış ve suçun niteliğinin iyi belirlenerek gözaltına alınanların Cumhuriyet Savcılığına sevk edilmesi istenmektedir. Bu çerçevede, 
cezasız kalan suçun olayların tırmanmasında önem rol oynadığı belirtilerek hâkim ve savcılarla yakın ilişki içinde olunması tavsiye edilmiştir. Gereği için Valilik ve güvenlik birimlerine bilgi için Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu ile MGK Genel Sekreterliğine gönderilen genelgeler ek’te sunulmuştur. 

9. Eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz görev süresi boyunca değişik vesilelerle üniversitelere yazdığı yazılarda laiklik, irtica ile mücadele ve türban konularına özel hassasiyet gösterilmesi konusunda uyarılar yaptığı görülmüştür. 

10. Necmettin ERBAKAN Üniversitesi (Selçuk Üniversitesi döneminden) Meram Tıp Fakültesinde, Kılık Kıyafet Yönetmeliğine uymama gerekçesiyle 24 Hemşireye kamu görevinden çıkma cezası verilmiştir. 

11. Ondokuz Mayıs Üniversitesinde 223 öğrencinin uyarma, kınama ve okuldan uzaklaştırma cezası aldığı görülmüştür. 

11. Pamukkale Üniversitesinde 20 öğrenci kınama ve uyarma cezası almıştır. 

12. Sakarya Üniversitesinde 23 personel Kılık Kıyafet Yönetmeliğine uymama gerekçesiyle uyarma, kınama ve aylıktan kesme cezaları verilmiştir. 

13. Aksaray Meslek Yüksek Okulunda 6 öğrenci Kılık Kıyafet Yönetmeliğine uymama gerekçesiyle kınama cezası almıştır. 

14. Celal Bayar Üniversitesinde 9 Araştırma Görevlisi Kılık Kıyafet Yönetmeliğine uymama gerekçesiyle uyarma ve kademe ilerlemesinin durdurulması cezası almıştır. 

15. Cumhuriyet Üniversitesinde irticai faaliyet yürüttüğü gerekçesiyle 2 personele kademe ilerlemesi ve uyarma cezası verilmiştir. 

16. Dumlupınar Üniversitesi 1997-2002 yılları arasında 196 öğretim görevlisi ve araştırma görevlisinin görev sürelerinin yenilenmediği görülmüştür. Bu tür bir uygulamanın diğer üniversitelerde de olduğu, bu uygulama nedeniyle de çok sayıda öğretim görevlisinin mağdur olduğu değerlendirilmektedir. 

17. Harran Üniversitesinde Kılık Kıyafet Yönetmeliğine uymama gerekçesiyle 8 Hemşire ve Araştırma Görevlisi memuriyetten çıkarma cezası verilmiştir. 

18. İnönü Üniversitesinde Kılık Kıyafet Yönetmeliğine uymama gerekçesiyle 6 personele kademe ilerlemesi cezası verilmiştir. 

Üniversitelerde yaşanan olaylara örnek olarak; Harran Üniversitesi Rektörlüğü görevini yürüten Prof.Dr. Servet Armağan dan bir diğeri, 1993-15.11.1996 yılları arasında Harran Üniversitesi Rektörlüğü görevini yürüten Prof.Dr. Servet Armağan’nın Cumhuriyet Gazetesinde yer alan iddialar ve bazı öğretim üyelerince YÖK’e ulaştırılan şikayet dilekçeleri üzerine açılan soruşturma neticesinde görevden alındığı, 


Marmara Üniversitesi Fen-edebiyat Fakültesi Dekanı Prof.Dr.Mustafa Çetin Varlık’ın “irtica faaliyetleri” ile Marmara Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu’nda Atatürk büstlerinin kırılması, Atatürk fotoğraflarının kaybolması, yırtılması ve üzerinde küçültücü tahrifat yapılması gibi 
irticai faaliyetlere katıldıkları gerekçesiyle disiplin cezasıyla cezalandırılan öğrencilere geçici mezuniyet belgeleri verilmesi hakkında Cumhurbaşkanlığına çeşitli imzasız ve isimsiz şikayet mektupları gönderilmiş, bu dilekçeler Cumhurbaşkanı Genel Sekreterliği tarafından “irticai faaliyetler” yönünden incelenerek sonucu hakkında bilgi verilmek üzere YÖK’e yazılarla intikal 
ettirilmiştir. Bu iddialar üzerine YÖK Denetleme Kurulu tarafından gerekli incelemeler başlatılmış, ilgili öğrenciler okullarından uzaklaştırılmışlardır. 

 Komisyonumuza gönderilen Dr. Kazım Kara imzalı mektupta; Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde, öğretim elemanları kendi müktesebatı olan kadrolara (Yrd. Doç., Doç. Ve Prof.) atanmayarak mağdur edildikleri, bazı öğretim elemanlarına bu birçok öğretim üyesi de, Kemal Gürüz'ün Başkanlığı zamanında YÖK'e yazılan yazılarla denenmek üzere başka üniversitelere atandıklarını (Prof. Dr. 
Nurhan Akyüz, Prof. Dr. Avni Öztürk, Doç. Dr. Erdoğan Küçüköner, Doç. Dr. Burhan Arslan, Yrd. Doç. Dr. M. Kazım Kara). 

 Bu dönem içerisinde üniversite yönetimince yayımlanan 11.10.2001 tarihli Prof. Dr Yücel AŞKIN imzalı Genelgede; 

 “Yükseköğretim Kurumlarında öğrenim gören öğrencilerin, çalışan akademik ve idari personelin Üniversitelerde herhangi bir siyasi ya da dini ideolojinin simgesi şeklinde kılık kıyafette bulunamayacağı yönünde karar ve uygulamalara uyma zorunluluğu bulunmaktadır. Bu konudaki karar ve uygulamaların yasal dayanağı Anayasanın başlangıç bölümünde yer alan ilkeler ve özellikle laiklik ilkesi, Anayasanın 2, 10, 24, 174, maddeleri Anayasa Mahkemesi, Danıştay, İdare 
Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Komisyonu kararlarıdır. 

Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı 28.08.2001 tarih ve 19196 sayılı yazısıyla; yasal düzenlemeler, yargı kararları ve uygulamalar çerçevesinde türbanlı kişilerin Üniversitelere alınmaması hususunda Üniversite Yönetimlerince gerekli özen ve titizliğin gösterilmesinin gerektiğini belirtilmektedir. 

 Buna göre, Üniversitemiz Kampusu dahilinde bulunan lojmanlarda ikamet edenlerinde türbansız olmaları gerekmektedir. Aykırı tutumlarını sürdürmekte olanlar hakkında ise gerekli tüm yasal işlemler yapılacağı önemle rica olunur.” 

İfadeleri yer almıştır. 

7. Basın- yayın kuruluşlarına yapılan baskılar: 

Adalet Bakanlığı tarafından Komisyonumuza gönderilen yazı eklerinde ifade edilen konu başlıkları incelendiğinde, 1997-2006 yılları itibariyle aşağıda gösterilen çizelgede irticai yayın yaptıkları iddia edilen yayınların sayıları yer almaktadır. 


İRTİCAİ NİTELİKTE YAYIN YAPAN GAZETE   KİTAP   DERGİ RADYO  TV 





 Özet olarak ifade etmek gerekirse, on yıllık bir dönem baz alındığında, toplam olarak 235 gazete, 39 kitap, 52 dergi, 128 radyo ve 46 televizyonun irticai nitelikte yayın yaptığı belirtilmiştir. 

 Bu çizelgeye göre, “irticai yayın yaptığı” şeklinde nitelendirilen gazetelerin sayısı 2001 yılında zirveye çıkmıştır. Benzer şekilde kitaplar, radyolar ve televizyonlar açısından bu tür yayınlar 2000 yılında en büyük artışı göstermiştir. Dergiler açısından ise en yoğun yıl 2002 olmuştur. 

Dolayısıyla 406 Sayılı MGK Kararına istinaden alınan önlemlerin 2000’li yılların başlarına kadar etkili olamadığını söylemek mümkündür. 

 Öte yandan, MGK Genel Sekreterliğinin 28.01.2000 tarihli yazısında, Başbakanlık Uygulamayı Takip Kurulu faaliyetleri çerçevesinde düzenlenen raporlarda “yalnızca 406 Sayılı” MGK kararı kapsamındaki konulara yer verilmesi istenmiştir. Böylelikle “irtica” kavramının birinci öncelikli tehdit olarak empoze edilmiş olduğu ancak, bölücü yayın yapan kuruluşlara değinilmediği açıkça görülmektedir. Bu kapsamda, bölücü terörün etkili olduğu bir dönemde silahlı kuvvetler tarafından irtica tehdidinin ön plana çıkarılmış olması, bugün gelinen nokta dikkate alındığında tehdit algılaması açısından tartışmaya açık bir tercih yapıldığını söylemek mümkündür. 

 Ayrıca, söz konusu dönemde özel televizyonlara ve radyolara açılan davaların çoğunluğunun takipsizlikle sonuçlanmış olması, televizyonların hiç birinin mahkum edilmemesi, radyolarda ise sadece 2 mahkumiyet kararı bulunması dikkat çekicidir. Benzer şekilde davaların önemli bir bölümünün erteleme, görevsizlik, derdest, yetkisizlik gibi değişik şekillerde sonuca bağlanmış olması 
konunun yargı organları nezdinde farklı algılama veya ele alma biçimlerine neden olduğunu akla getirmektedir. Böylelikle bu davaların açılma nedenlerinin bir yönüyle baskı unsuru olarak kullanıldığı ve açılan davaların sorgulanmaya muhtaç hale geldiği değerlendirilmektedir. 


BÖLÜM DİPNOTLARI;


237 Milli Savunma Bakanlığının 26.09.2012 tarih MAİY: 2012/7749/Kan.ve Kar.D.Kan.Tetkik ve İşl.Ş.1755 sayılı yazısı. 
238 Yavuz SULUMEŞE’nin 03/07/2012 tarihli Dilekçesi. 
239 Mustafa Hacımustafaoğulları 17/05/2012 tarihli Dilekçesi. 
240 M.Ufuk Ertuğrul’un Tarihli Dilekçesi. 
241 Eyüp Saracoğlu’nun tarihli Dilekçesi. 
242 ….’ın İl Emniyet Komisyonun 04.02.1999 günü yaptığı ocak ayınama ilişkin değerlendirme ve kararların yer aldığı toplantının özel gündeminde; ….ilçe Kaymakamının asker aleyhindeki bazı davranışlarının görüşüldüğü, aynı komisyonun 18.02.1999 tarihinde yaptığı son toplantıda 3 üncü madde olarak " …. bölge Komutanlığına intikal eden bilgilere göre; kaymakamının eşinin başörtülü olduğu, derslere perukla girdiği, çevresine askerden korkarak: yapıyorsunuz gibi sözler sarf ettiği belirtilmiştir." denilmiş ve ayrıca aynı toplantıda …… Kaymakamının her türlü faaliyetlerinin kontrol altında tutulması ve olumsuz davranışlarının takip edilmesine karar verilmiştir.
…. ‘ın 29 Ekim Cumhuriyet Bayramında yaptığı konuşmada günün önemini belirten konulara değinilmediği, Atatürk ve Cumhuriyet kelimelerinin konuşma metninde bulunmadığı…
…. Kaymakamının, irticai bir faaliyette bulunduğu kanıtlanamamış ise de;…….. Eşinin dinsel amaçlı türban taktığı ve eşli resmi toplantılara katılmamasının ilçede kınandığı; gibi eleştiri ve suçlamalarla bir çok Mülki İdare Amirinin hizmetten uzaklaşması sağlanmıştır

243 Ömer KAYIR’ın Komisyon Tutanağı.
244 Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 19.10.2012 tarih ve B.02.1.DİB.0.71.05.00-090.02-123 sayılı yazısı.
245 Tümgeneral Yaşar Karagöz’ün ve Diyanet işleri Bakanlığında Başdanışman sıfatıyla Kurmay Albay Oğuz Kalelioğlu’nun da faaliyet yürüttüğü gözlenmiştir. Her iki askerin de MGK Genel Sekreterliği Toplumla İlişkiler Başkanlığında (Psikolojik harekat görevi yürüten) görev yapmaları bundan sonra da DİYAM’ın kuruluşunu yapıp burada görev almaları dikkat çekicidir. Diğer taraftan Kalelioğlu, 2003 yılında, Kıbrıs Adalet Partisi başkanlığı döneminde, Annan Planı’na hayır denilmesi yönünde çalışmalar yapmıştır.
246 RTÜK Başkanlığının 18.10.2012 tarih ve B.02.6.RTÜ.0.06.00.00-041.02/1161 sayılı yazısı.
247 Çetinkaya, T; En Uzun Şubat, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2012, s. 82, 83, 84

248 Millî Eğitim Bakanlığı, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı, 15. Millî Eğitim Şurası, s. 4. http://ttkb.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/ 2012_06/06021410_15_sura.pdf (Erişim: 22.09.2012)
249 Çetinkaya, T; s. 88, 89 
250 28 Şubat Postmodern Bir Darbenin Sosyal ve Siyasal Analizi, Birey Yayıncılık, İstanbul, 2007, s. 15, 16 
251 Çetinkaya, T; s. 94, 95, 96 
252 Hürriyet, 24 Eylül 1997 
253 Çetinkaya, T; s. 55, 56, 59, 62 
254 Çetinkaya, T; s. 237, 242, 243 
255 Bu konuda, Milli Eğitim Bakanlığı’nca İmam-Hatip Liselerinde okuyan kız öğrencilerin kıyafetleri konusunda Bakanlık Görüşünün bildirilmesi talebiyle Devlet Bakanı Sn. Mehmet ÖZGÜNEŞ’e gönderilen 22.12.1980 gün ve 
018323 sayılı yazıda yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından ilgili Devlet Bakanlığı’na sunulmak üzere hazırlanan ve Diyanet İşleri Başkanlık Makamına arz edilen 30.12.1980 tarih ve 77. Nolu “KARAR”da: “…İmam-Hatip Liseleri’nin yönetmeliğinde, dinimizin Müslümankadınların örtünmesiyle ilgili hükümlerine aykırı, anayasamızın tanıdığı kişinin temel hak ve hürriyetlerini zedeleyici ve sözü edilen okulların yönetim, eğitim ve öğretim faaliyetlerini olumsuz yönde etkileyici nitelikte hükümlerin yer 
almasının uygun olmayacağı mütalaa olunmuştur.” ifadelerine yer verilerek İmam-Hatip Liselerinin yönetmeliğine başörtüne ilişkin yasağın konulmasının doğru olmayacağı vurgulanmıştır.
256 İstanbul Valiliği’nin 12 Şubat 2002 tarih ve B.08.4.MEM.4.34.00.23.-Orta Sor.410/1200 sayılı “İlimiz İmam-Hatip Liselerinde Kılık-Kıyafet Yönetmeliğine Uyulması” ile 12 Mart 2002 tarih ve B.08.4.MEM.4.34.00.12-510/907 sayılı yazıları ektedir. 


 ***

28 ŞUBAT SÜRECİNİN DEVLET VE TOPLUM ÜZERİNDEKİ YANSIMALARI, BÖLÜM 1

28 ŞUBAT SÜRECİNİN DEVLET VE TOPLUM ÜZERİNDEKİ YANSIMALARI, BÖLÜM 1 


1. Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki yansımaları: 

 Türkiye’de 1990’lı yıllardan itibaren yapılan yerel ve genel seçimde Refah Partisi’nin yükselen grafiği yakından takip edilmiş; bu gelişme, Türkiye’nin muhafazakarlaşması, irticanın yükselişi gibi ideolojik bir temelde ele alınarak, Refah Partisi’nin temsil ettiği Milli Görüş çizgisi Devleti yıkmaya yönelik bir iç tehdit olarak algılanmıştır. 

 Bu rahatsızlık, Refah Partisi’nin 1990 ve 1994 yıllarında yapılan yerel seçimlerdeki başarısı, ardından Aralık 1995 genel seçimlerinde birinci parti olması ve nihayet 8 Temmuz 1996 tarihinde REFAH-YOL Hükümeti’nin kurulmasıyla had safhaya ulaşmıştır. Bu gelişme karşısında, sözkonusu 
irticai kişilerin orduya sızmış olduğu/sızmak istediği vehmine kapılan Komuta Kademesi tarafından, 28 Şubat 1997 tarihli MGK Kararının uygulanmasının takibi amacıyla, Batı Çalışma Grubu (BÇG) ve Mayıs 1997 ayında Genelkurmay İkinci Başkanı’nın imzasıyla kabul edilen Batı Harekat Konsepti çerçevesinde, TSK personeline ve diğer bazı kişilere yönelik, aileleri de dahil olmak üzere örtülü bir 
tespit ve fişleme operasyonu”na girişilmiştir. 

 Komisyonumuzca Genelkurmay Başkanlığından istenen Batı Çalışma Kurulunun kuruluşu ile ilgili istenen bilgi ve belgelerin 28 Şubat dönemini soruşturan Cumhuriyet Savcılığına gönderildiği bildirilmiştir. Ordu içindeki sözkonusu rahatsızlığın 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısı ile beraber doruk noktasına çıktığı görülmektedir. Bunun somut göstergesi, askeri teamüllere göre her yıl 
iki kez Ağustos ve Aralık aylarında gerçekleştirilen YAŞ’ın, 1997 yılına mahsus olmak üzere 26 Mayıs 1997 tarihinde olağanüstü toplanması olmuştur. 1997 yılında, yurt çapındaki tüm Kuvvetler bünyesindeki askeri birimlerde, askeri hiyerarşiye aykırı olarak yapılan bilgi toplama faaliyetlerinde, subay ve astsubayların eşleri ve hatta çocukları da birer haber toplama elemanı olarak kullanılmıştır. Bu durum, ordu içinde birlik ve beraberlik duygusunu zedelemiş; komşuluk ilişkilerini zedeleyerek, “muhbir komşu” korkusunu körüklemiştir. 

 Öte yandan, BÇG içinde görevlendirilen personelin kimi zaman alt rütbelerde olması, bu kişilere kendisinden üst rütbedeki amirlerini de fişleme imkanı vermiş, bu durum ordu içindeki hiyerarşinin bozulmasına yol açmıştır. Keza, çok sayıda sicil amiri/komutan da, “irticacı personele müsamaha gösteriyor “damgası yememek için, terfi vb. endişelerle, bu uygulamalar karşısında sesini 
çıkaramamıştır. 

 Ardından hedefteki bu kişilerin tasfiye edilmesi için gerekli altyapı oluşturulmaya çalışılmış; bunun için ilgili personelin kimi zaman geriye dönük sicil raporları -hukuka aykırı biçimde- bozulmuş, kimi zaman psikolojik taciz, kimi zaman da fiili işkence gibi yöntemler uygulanabilmiştir. 

 Bu operasyon; kendisi ve/veya eşi dindar/mütedeyyin olarak görülen personelin öncelikle fişlenmesi, akabinde çeşitli yollarla kendisinin ve ailesinin sözlü veya fiili şekilde taciz edilmesi, nihayetinde bu kişilerin kendi istekleriyle istifa etmesi veya emekliye ayrılmak zorunda kalması yahut “kaderine razı” olanların “disiplinsizlik” gerekçe gösterilerek, Yüksek Askeri Şura Kararı veya Bakan 
Onayı gibi yöntemlerle re’sen emekliye sevk edilmek suretiyle tasfiye edilmesiyle sonuçlanmıştır. 

 TSK’nın bir tür kendini koruma refleksi olarak değerlendirilebilecek bu süreçte, “türban” olarak tanımlanan “başörtüsü”, irticaın/gericiliğin sembolü olarak değerlendirilerek, eşi başörtülü olan asker personel, sırf bu nedenle ihraç edilmekten kurtulamamıştır. 

 Tasfiye edilen personel, psikolojik yönden çöküntüye uğramanın yanı sıra, bazıları intihar etmiş, birçoğunun kendisi veya eşi hastalığa yakalanmıştır. Daha da önemlisi, bu kişiler, YAŞ Kararlarının temyiz edilememesi sebebiyle idarenin bu eylemine karşı çaresiz kalmış; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) gibi hak arama imkanlarını kullanamamış ve neticede özlük hakları kaybına 
uğrayarak maddi yönden yıkıma uğramıştır. Öte yandan, bu personelin, 28 Şubat 1997 tarihli MGK Kararı gereğince, ordudan ihraç edildikten sonra başka bir işe girmeleri de, yine temel insan haklarına aykırı şekilde engellenmek istenmiştir. Böylece bu kişilerin mağduriyetlerinin ömür boyu sürmesi 
istenmiştir. 

 Nitekim, Komisyonumuza Milli Savunma Bakanlığı’ndan intikal eden, “Yüksek Askeri Şura kararlarıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinden uzaklaştırılan personele ilişkin yazıda”, 237  Sözkonusu tasfiye sürecinin, 28 Şubat MGK toplantısının hemen öncesinde ve hemen sonrasında, 1995-1999 yılları arasında yoğunlaştığı görülmektedir. 
 Söz konusu yazıdan, 01 Ocak 1990-31 Aralık 2011 tarihleri arasında toplam 1235 personelin Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişiğinin kesildiği; bu kişilerden 1043‘ünün “irticai faaliyet” gerekçesiyle ordudan uzaklaştırıldığı; bunların 395’inin subay, 648’inin astsubay olduğu anlaşılmaktadır. 

 Öte yandan, sözkonusu yazıda, dört askerin ise “yıkıcı örgütlerle bağlantılı” oldukları gerekçesiyle ilişiklerinin kesildiği bildirilmektedir. 

 Başka bir ifadeyle, 1990-2011 yıları arasında, Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilen asker personelin yaklaşık %84.4’ünün mesleklerinden koparılma gerekçesi irtica olmuştur. 

 Söz konusu yazıya göre; bu personelin Kuvvet Komutanlıklarına göre dağılımı şöyledir: 

 - Kara Kuvvetleri Komutanlığı : 275 subay, 319 astsubay 

 - Deniz Kuvvetleri Komutanlığı : 49 subay, 105 astsubay 

 - Hava Kuvvetleri Komutanlığı : 33 subay, 155 astsubay 

 - Jandarma Genel Komutanlığı : 38 subay, 69 astsubay 

  “İrtica” gerekçesiyle gerçekleştirilen sözkonusu tasfiye sürecinin; 

 - Kara Kuvvetleri Komutanlığında 1995-1999 yılları arasında, 

 - Deniz Kuvvetleri Komutanlığında 1996-1999 yılları arasında, 


 - Hava Kuvvetleri Komutanlığında 1990-1991 yılları arasında, 

 - Jandarma Genel Komutanlığında 1998 yılında, zirve noktasına ulaştığı görülmektedir. 

 926 sayılı TSK Personel Kanunu’nun 94/b maddesinin “disiplinsizlik veya ahlaki durum sebebiyle ayırma” hükmü ile bu Kanun’a istinaden 27 Aralık 1998 tarihli 23566 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Subay Sicil Yönetmeliği’nin 91/f maddesi ile 28 Aralık 1998 tarihli 23567 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Astsubay Sicil Yönetmeliğinin 60/f 
maddesinin “Tutum ve davranışları ile yasa dışı siyasi, yıkıcı, bölücü, irticai ve ideolojik görüşleri benimsediği, bu gibi faaliyetlerde bulunduğu veya karıştığı anlaşılanlar” hükmüne istinaden, sicil raporları sözkonusu “sübjektif ölçütlere” dayalı olarak, menfi şekilde düzenlenen çok sayıda subay ve astsubay mağdur edilmişlerdir. 

 Yürürlükteki ceza yasalarında “siyasi, yıkıcı, bölücü, irtica ve ideolojik görüşleri benimsemek, bu gibi faaliyetlerde bulunmak veya karıştığı anlaşılmak” şeklinde bir suç tanımı yapılmamış olmasına rağmen, söz konusu Yönetmelikler yoluyla asker personel için yeni bir suç tanımı yapıldığı ve suç kavramının yasalara aykırı şekilde genişletildiği görülmektedir. 

 Bu personel hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın haklarında Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulandığı için bu kişilerden, ayırma işlemi tarihi itibarıyla, emekli hakkını elde edemeyenler, emekli ikramiyesi dahi alamamışlar ve maddi açıdan büyük kayba uğramışlardır. 

 Öte yandan, 28 Şubat döneminde ordudan ayırma işlemleri sadece YAŞ Kararları ile değil, bunun yanı sıra, Milli Savunma Bakanları tarafından onaylanan Kararnameler ve sicil raporları yoluyla da yapılmıştır. YAŞ Kararından farklı olarak Bakan onayıyla atılan bu personel ile sıralı amirleri tarafından zayıf sicil notu aldıkları için atılan asker personel kamuoyunda pek fazla bilinmemektedir. Bu yöntemlerle ordudan atılanlar için YAŞ’zedelerden farklı olarak, temyiz yolu açık gibi görünmektedir. Ancak, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin yerindelik denetimi yapamaması sebebiyle, bu kişilerin hak arama mücadelesi olumsuz sonuçlanmıştır. Tıpkı YAŞ’zedeler gibi, bu yollarla ordudan atılan kişilerin AİHM’deki hak arama mücadeleleri de başarısız olmuştur. 

 Komisyonumuza ve Meclis İnsan Hakları Komisyonu’na intikal eden Mağdur dilekçelerinde, TSK içinde, İrticanın; “ Din ile barışık olma ya da manevi değerlerinden kopmadan hayatını devam ettirme” şeklinde algılanmış olduğu; “namaz kılmanın” veya “eşi türbanlı” olmanın, “irtica” gerekçesiyle ordudan uzaklaştırılmak için yeterli olduğu görülmektedir. Nitekim, mağdur 
dilekçeleriyle beraber gönderilen sicil raporlarında, amirleri tarafından “sosyal faaliyetlere katılmayan, eşleri çağdaş kıyafet giymeyen, Cuma namazına gittiği görülen vb.” şeklinde değerlendirilen personelin, bu gerekçelerle ordudan tasfiye edildikleri anlaşılmaktadır. 

 Diğer yandan, TSK bünyesinde 1990-2011 döneminde sadece dört personelin “yıkıcı örgütle bağlantılı olma” gerekçesiyle ordudan uzaklaştırılmış olması, “irticai faaliyet” sebebiyle ilişiği kesilenlerin, özel hayatları ve dini inançları açısından değerlendirmeye tabi tutulduklarını ortaya 
koymaktadır. 


 Öte yandan, Komisyonumuza ulaşan bilgiler çerçevesinde, YÖK Başkanlığının Ek’te yer alan yazısından, GATA Komutanlığında görev yaparken YAŞ Kararlarıyla ordudan ilişiği kesilen asker personelin başka kamu kurumlarında görev yapmalarının mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. 

 Komisyonumuza intikal eden mağdur dilekçeleri arasında dikkati çeken örnekler aşağıda özetlenmektedir. 

 - Emekli Astsubay Yavuz Sulumeşe: 

 Emekli Astsubay Yavuz Sulumeşe dilekçesinde,238 özetle; “2003 yılında “Disiplinsizlik” gerekçesiyle Yüksek Askeri Şura toplantısı beklenmeden TSK’nden emekli edildiğini, TSK bünyesine dahil olduğu 1990 yılından itibaren çeşitli takdir belgeleri ve olumlu sicil notlarına sahip başarılı bir personel olduğunu, ancak 1996 yılında, 3ncü Zh.Tug.K.lığı Çerkezköy-Tekirdağ’a tayin olmasıyla beraber, işlerin ters gitmeye başladığını, yeni evlendiği eşinin başörtüsü takması ve sosyal faaliyetlere katılmaması sebebiyle yedi kez savunmasının istendiğini, 1998 yılında siciline “Eşi başörtülüdür” ibaresinin eklendiğini” ifade etmektedir.

 - Emekli Kd.Bnb. Mustafa Hacımustafaoğulları: 

 Emekli Kd.Bnb. Mustafa Hacımustafaoğulları dilekçesinde,239 özetle; “1976 yılında girdiği TSK’nden 12.12.1997 tarihli YAŞ kararıyla ihraç edildiğini, görevi süresince çeşitli takdir ve başarı belgelerine sahip, başarılı bir subay olduğunu, çalışma hayatı boyunca herhangi bir suç veya disiplin suçu işlemediğini, herhangi bir soruşturma geçirmediğini” ifade etmektedir. 

 - Adı geçen Şahıs, 

Bilgi Edinme Hakkı Kanunu çerçevesinde Genelkurmay Başkanlığı’nca kendisine verilen 12 OCAK 2011 tarih ve PER.:5010-4703-11/Per.D.Ynt.Ş. (5)11210120 sayılı cevabi yazıda, “ordudan atılma gerekçesi” olarak; 

 “
-Aşırı sağ görüşe sahip olup Milli Görüş mensubu olduğu, 
-Akıncı grubuna mensup olduğu iddialarına karşı takip ve kontrol altına alındığı, 
-Daha ziyade dinine aşırı bağlı kişilerle samimiyet kurduğu, 
-Birlik içinde ve dışında dindar olmayan kişilerle özel temaslardan hoşlanmadığı, 
-Aile ziyaretlerinde misafirlerinin haremlik selamlık olarak oturmalarını istediği, 
-Lojman sırası geldiği halde eşini bahane ederek, lojmana girmeyip sivil konutta oturduğu, 
-Ailesi yönünden laiklik ilkesine ve ailesinin giyimi bakımından kılık kıyafet inkılabına karşı olduğu, 
-Parti yanlısı Milli Görüşçü olduğu,
-Kütahya’da Milli Görüşçülerce oluşturulan Refah-Kent Yapı Kooperatifinin yönetim kurulu üyeliğini yaptığının öğrenildiği, 
-Bulut Projesi kapsamında sorgulanması sırasında kendisine uygulanan Polygraph test sorgusunda (yalan makinası) sorulan beş sorudan dördüne yalan yanıt verdiği, 
-Askeri mesai aracına türbanlı öğrencilerin bindiği duyumu alınması üzerine bir personelin görevlendirilerek 25 KASIM 1997 tarihinde Yenikent’ten kalkan servis aracında kimlik tespiti esnasında kızının türbanlı olduğunun belirlendiği” 
hususlarının yer aldığı ifade edilmektedir. 

Emekli Dz.Bnb. M.Ufuk Ertuğrul: 

 Dz.Bnb. M.Ufuk Ertuğrul’un dilekçesinde;240 eşinin başörtüsü ve kendisinin Cuma Namazına gitmesi nedeniyle sistemli bir şekilde baskı gördüğünü ve daha sonra kendisine sıklıkla ordudan ayrılmasının telkin edildiğini ifade etmiştir. Son olarak eşinin tesettürü nedeniyle sicilinin değiştirildiğini de dilekçesinde belirtmiştir. 

 Emekli Sb.Kazım Çetin: 

 Emekli Kazım Çetin ise 1990’lı yıllara kadar herşeyin normal olduğunu inançlı bir subay olarak namazını kılabildiğini ve başörtüsü sorunu yaşamadığını, ancak bu tarihten sonra, “yemeklere/çaylara eşli katılmamayı adet haline getirmek” gerekçesiyle ilişiğinin kesildiğini; bu süreçte, ordu bünyesinde; 

 - Mescit/camii talimatlarının yayımlandığı; mesai saatleri içinde mescitlerin açık olmayacağı ve resmi elbise ile camilerde namaz kılınmamasının emredildiği, 
- Kütüphanenin yeniden dizayn edildiğini, 
- Seri konferanslar verilmeye başlandığını, ifade etmiştir. 

 Emekli Levazım Kıdemli Binbaşı Eyüp Saracoğlu: 

 Emekli Levazım Kıdemli Binbaşı Eyüp Saracoğlu’nun gönderdiği mektupta;241 “1993-2000 yılları arasında irtica bahanesiyle kendilerine yönelik baskıların arttığını, özellikle askeri liselerden tayinle gelen öğretmenlerin sık sık baskıya maruz kaldığı, bazı personelin eşlerinin başlarının zorla açtırıldığını, başlarını açan eşleriyle kokteyllere ve içkili yemeklere katıldıklarını, deniz kamplarında 
eşlerinin mayoyla denize girmeleri konusunda baskı yapıldığını, emekliliği hak eden personelin bu baskılar yüzünden erken emekli olmak zorunda kaldığını” ifade etmektedir. 

 Eyüp Saracoğlu, kendisi hakkında Ulaştırma Yüzbaşı Ziya DOĞAN tarafından; ”Subay ve astsubayların eşleri ile birlikte sosyal faaliyetlere katılacağı ilgi emirde belirtilmiş olmasına rağmen 15 ŞUBAT1996 günü verilen iftar yemeğine eşinizin katılmadığını tespit ettim. Bu konudaki yazılı savunmanızı 26 ŞUBAT 1996 günü saat 09’15’e kadar hazırlamanızı rica ederim” şeklinde savunma istendiğini ifade etmektedir. 


İlaveten, Tuğgeneral M. Kemal TUTKUN tarafından Kara Kuvvetleri Komutanlığı 4ncü Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı’nın 22 ARALIK 1999 gün ve İSTH:3590-268-99/(2424) sayılı, “Savunma” konulu yazısında; 

“1. Muhtelif vesilelerle yapılan kontrol ve gözlemlerde eşinizin TSK personeline yakışmayan ve geleneksel giyim tarzı olan başörtüsü dışında, ideolajik bir simge olarak kullanılan türban/tesettür benzeri kıyafet giyindiğine dair bazı duyumlar alınmış bulunmaktadır. 

2. Eşinizin çağdaş kıyafetle ve TSK.leri personeline yakışır bir kıyafet giyinmesi gerektiğini bilmiyor muşunuz? Biliyorsanız neden uygulamaktan imtina ediyorsunuz? 

3. Yukarıdaki hususlarda savunmanızı, mümkünse eşinizin stüdyoda çekilmiş vesikalık ve boy fotoğraflarıyla takviye edilmiş olarak 27 ARALIK 1999 tarihine kadar vermenizi rica ederim” şeklinde savunma alındığını belirtmektedir. 

Sivil Memur Abdulkadir BOZDEMİR (1998-377) 

 Abdulkadir BOZDEMİR, Komisyonumuza gönderdiği 15 Ekim 2012 tarihli dilekçesinde; YAŞ Kararları haricinde, TSK’da görevli Sivil Memurların da “irticai faaliyetlere karışma” gerekçesiyle görevlerine son verildiğini ifade etmektedir. 

Adıgeçen şahıs dilekçesinde kendisi ile ilgili olarak; 

- Hava Kuvvetleri Komutanlığı 1.Füze Grup Komutanlığı’nda görevli iken, Hava Kuvvetleri Komutanlığı 1.Füze Grup Komutanlığı’nın 14 KASIM 2001 gön ve İSTH.: 3590-872-01/122 sayılı ve "Sivil Memur.Abdulkadir BOZDEMÎR ve Ailesi" konulu emrinde; 

“- Fz. Grp. Kliği Pek Şb. Merk. Per. İşl. Me. olarak görev yapan Svl. Me. Abdulkadir BOZDEMÎR (1998-377) ve ailesi hakkında müteakip zamanlarda yapılan kontroller sırasında: 

- Terminoloji olarak genelde, dini terimleri çoklukla kullandığı; (İnşallah, Maşallah gibi.). Özellikle Spor saati olan CUMA gününün öğlen vakitlerinde Komutanlık birimi irinde görünmeyip, spora katılmadığı; daha önce hakkında irticai faaliyetlerde bulunduğu tespit edilen Svl. İşçi Kazım GULAYDIN (0001787)'la birlikte, 'Cuma Namazı'na gittiği konusunda duyumlar alındığı. 

- Anılan personelin aksaklığa sebebiyet verecek durum oluşturmadan araştırılması, özellikle eşi ve yeni doğan kızına 'Rüveyda' ismini niçin verdiği birinci derece ailesi hakkında gerekli takibatın yapılması, şahsi dolabındaki eşyaların envanter dökümlerinin periyodik aralıklara yapılarak, yazılan tutanakların İstihbarat Şubeye gönderilmesi, talimatlarının verildiği görülmüş tür.” hususlarının yer aldığını belirtmiştir. 

Hava Kuvvetleri Komutanlığı 1.Füze Grup Komutanlığı’nın 05 Ekim 2004 tarih ve İSTH.: 3590-23-04 İsth/267(82) sayılı bir diğer yazıda; 

“03 EYL 2004 tarihinde: Destek Memur AbduIkadir BOZDEMİR (1998-377)'in evine; kontrol-ziyaretleri yapıldığı, bu ziyaretler sırasında bazı irticai envanter unsurlara rastlanmış olduğu ve tutanakla el konulduğunun belirtildiği, başta Kuranı Kerim (Meal Ömer Nasuhi Bilmen), 


'Yasak Yayınlar' listesinde bulunmadığı, ancak, dini bilgiler ihtiva ettiğinden el konulmasının yerinde olduğu, 

- Evinde alenen teşhir ettiği tablo yazma eserlerin (Ör.:1947 yılı el yazma "Allah"hattı) irticai propaganda kapsamında olduğu, 
- Bu ziyaretler esnasında yapılan incelemede; 
- Eşinin tüm uyanlara rağmen, çağdaş olmayan kıyafetle dolaştığı. Kıyafet konusunda değişimin; mümkün olmadığı, 
- Anılan personelin bu envanterleri bilerek ve isteyerek bulundurduğu yönünde kanaat oluşturduğu, 
- Bu nedenle İlgi personelin takibinin sıklaştırılarak, atıl görevlere atanması ayrıca, diğer TSK Personeliyle koordinesinin en alt seviyeye indirilmesi. 3 yıldır süren araştırmada sona gelindiğini ve bunun ilgi personele yansıtılmaması gerektiğinin belirtildiği görülmüştür.” denilmektedir. 

Bu gelişmeler sonrası kendisiyle ilgili olarak, Hava Kuvvetleri Komutanlığı 1.Füze Grup Komutanlığı’nın 05 Ekim 2004 tarih ve PER.: 7200-262-04 /3.KS.1136 sayılı yazısında; 

“Ailenizin durumu ve eşinizin çağdaş olmayan bir kıyafetle toplum içerisinde kendini göstermesi siz TSK mensubuna ve bağlı bulunduğunuz birliğe yakışmamaktadır. Komutanınız ve 1. sicil Amiriniz olarak, bu konu hakkında sizi sözlü olarak uyarmama rağmen olağan durumunuz da bir gelişme olamaması üzerinize başta sizi ve eşiniz bayan Bozdemir'i son kez uyarmak zorundayım. 
Durumunuzun takipçisi olduğumu, eşinizin kıyafetini değiştirme yönünde girişimde bulunmaması halinde ortaya çıkabilecek 926 Sayılı İç Hizmet Kanununun ilgili müeyyideleriyle karşı karşıya kalabileceğinizi hatırlatır, bu konunun bilinmesini rica ederim.” şeklinde bir uyarı yazısı daha aldığını 
ve nihayetinde “irtica bahanesi” ile ancak aslında eşinin başını örtmesi nedeniyle memuriyetine son verildiğini ifade etmektedir. 

- BULUT PROJESİ: 

Komisyonumuza; Türk Hava Kuvvetleri bünyesinde, 1992 yılından itibaren, irticai faaliyette bulunduğu iddia edilen asker personele yönelik olarak, “Bulut Projesi” adıyla yürütülen gizli bir operasyon ilişkin bilgi ve belgeler intikal etmiştir. Söz konusu belgelere göre, yüzlerce Havacı subay ve astsubayın, 1990’lı yıllarda, yasa dışı şekilde sorgulandıkları ve işkenceye maruz kaldıkları 
anlaşılmaktadır. 

Sözkonusu belgelerde; sözkonusu Proje kapsamında, sorgulanan personele, “Refah Partisinin Milli Görüş Düşüncesini benimsiyor musun?”, “Kütahya Milli Gençlik Vakfında dini-siyasi faaliyetlerde bulunuyor musun?”, “Evinde veya diğer yerlerde yapılan aile toplantılarında aşırı dinci propaganda yapıyor musun?”, “Toplumun şeriat kuralları ile yönetilmesini benimsiyor musun?” vb. 
şekilde çeşitli sorular yöneltildiği; bu kişilerden birinin 28 gün oda hapsiyle cezalandırıldığı, sorgulanıp yalan makinasına bağlandığı, fiziksel ve ruhsal işkenceye maruz kaldığı ifade edilmektedir. 


 Bu kişinin, ayrıca, Kasım 1997’de Eskişehir 1. Hava Kontrol Grup K.lığında görevli iken İmam Hatip Lisesinde öğrenim gören kızının da, askeri istihbarat elemanlarınca baskı altına alındığı, bu durum karşısında başlattığı hukuki mücadele üzerine, YAŞ Kararı yoluyla TSK’dan ihraç edildiği 
anlaşılmıştır. 

 Komisyonumuza ulaşan mektuplarda, bahsekonu BULUT PROJESİ kapsamında çok sayıda askeri personelin sorgu ve işkenceden geçirildiğine ilişkin iddialar yer almaktadır. 

 Diğer taraftan YAŞ kararları ile ordudan atılan personelin kamu kurum kuruluşlarında görev yapmayacaklarına dair yazılar yazılmıştır. 

 Bunlardan Yüksek Öğretim Kurulu tarafından üniversiteler gönderilen örnek yazıda; 

 “ Gülhane Askeri Tıp Akademisi Komutanlığında görev yaparken Yüksek Askeri Şura Karan ile görevleri ile ilişiği kesilerek görevlerine son verilen tabip subayların listesinin bir örneği yazımız ekinde gönderilmektedir. 

 Bilindiği üzere kamu kurum ve kuruluşundan disiplin nedeniyle ihraç edilen kamu görevlilerinin bir başka kamu kurum ve kuruluşunda istihdam edilmesi 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125. Maddesi uyarınca mümkün bulunmamaktadır. 
Bilgilerinizi ve gereğini rica ederim.” denilmekte ve yazının ekinde ise, YAŞ kararları ile ordudan atılan subayların isimlerine yer verilmektedir. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,



***

11 Aralık 2014 Perşembe

TEK KURUŞ ÖDEMEDEN DIŞ BANKIN SAHİBİ OLMAK..,




TEK KURUŞ ÖDEMEDEN DIŞ BANKIN SAHİBİ OLMAK..,


.



DOĞAN-ÇUKUROVA SAVAŞI TAM GAZ .,


Akşam Gazetesi'nin yazı dizisi: "Aydın Doğan nereye koşuyor?"
TEK KURUŞ ÖDEMEDEN BANKA ALAN ADAM 
AYDIN Doğan, Hürriyet, Milliyet, Vatan, Posta, Radikal, Kanal D, Star TV ve 
CNNTÜRK gibi Türkiye’de medyanın çoğunluğuna sahip bir patron. Neden Aydın 
Doğan’ın kariyeri rakip gazete durumundaki AKŞAM’a yazı dizisi oldu?

Cevabı basit. Aydın Doğan bugüne kadar kendi gazete ve TV’lerinde hep kendi 
istediği yönleriyle haber oldu. Mesela bir üniversiteden fahri doktora unvanı 
aldığında, gazetelerine en güzel fotoğraflarıyla sürmanşet oluyor. TV’leri bütün 
bültenlerde Doğan’ın başarılarını anlatıyor. İş o kadar çığırından çıktı ki, 
böbrek vakfından şilt alsa CNNTÜRK canlı yayın yapıp, gazeteleri yarım sayfa 
yayınlar hale geldi. Bu bir anlamda geri kalmış ülke diktatörlerinin medyayı 
kullanarak kendi reklamlarını yapması gibi oldu. Oysa madalyonun bir de öteki 
yüzü var. AKŞAM, medyanın da temizlenmesi, özeleştiri yapması için Doğan Grubu 
gazete ve TV’lerin yazamadıkları için bu yazı dizisini başlatıyor.

DÜNKÜ Hürriyet’te bir haber vardı. Aydın Doğan, saygın bir işadamı olduğunu 
anlatmak için Türkiye Gazete Sahipleri Birliği Başkanı ve Dünya Yayıncılar 
Birliği Başkan Yardımcısı olduğunu söylüyordu. Bu da mı reklam, bunlar da mı 
önemsiz?

Bu kuruluşlar için önemsiz demek doğru olmaz. Fakat, Türkiye’de Aydın Doğan’ın medya hakimiyeti ortada. 2008’in ilk 5 ay sonuçlarına göre Doğan Grubu medya ilan pazarında yüzde 44.7 paya sahip. Bu da yıllık 2 milyar dolar civarı bir reklam geliri demek. Basına bu kadar hakim olan bir patronun gazete sahiplerinin liderliğine soyunması da normal. İş adamları içinde Aydın Doğan’ı fazla ciddiye alan yok. Yani bir anlamda bu kadar gazete ve TV’si varken basındakiler içinde bile “Aman biz bulaşmayalım” diyenler çoğunlukta. O da kendi kendine bu işleri yürüterek, Hürriyet’in patronu olarak elde edemeyeceği uluslarararası itibarı kazanmak istiyor. Durum dünyada da üç aşağı beş yukarı böyle olduğu için, Türkiye’deki kartelin temsilcisi olarak yılda bir iki kez kongrelere katılıp, yayıncılık alanındaki görgüsünü, bilgisini artırmaya çalışıyor. 


YANİ başta Hürriyet, Doğan Grubu medyasındaki Aydın Doğan haberlerine daha 
dikkatli mi bakmak lazım. Bunların tamamının reklam amaçlı olduğunu söylemek biraz insafsızlık olmaz mı?..

Aydın Doğan’ın memleketi Bayburt’ta yaptığı bir açılış Hürriyet’e, Milliyet’e 
sayfa sayfa haber oluyorsa, TV’lerinde uzun uzun yayınlanıyorsa bunun başka bir izahı olamaz. Hatırlayın, eskiden Irak devlet televizyonunda sabah-akşam 
Saddam’ın icraatlarını ve cesaretini anlatan yapımlar vardı. Ne farkı var? 


PEKİ Aydın Doğan’ın çıkışı nasıl başladı. Biliyoruz ki otomobil başbayiliği 
yaparken hızlı bir yükseliş elde etti. Milliyet’i satın alarak medyaya girdi. Ya 
sonrası?

Evet Abdi İpekçi’nin öldürülmesi sonrası Milliyet’in sahibi Karacan Ailesi, 
medyadan soğudu. 1981 yılında Milliyet Yayın adı ile Doğan Grubu’nun basın 
macerası başladı. Sonrasını herkes biliyor. Hürriyet Grubu, dergiler, televizyon 
sektörü, Kanal D ve diğerleriyle gelen hızlı büyüme.


SADECE medyada mı büyüdü?... Aynı dönem başka sektörlere de girmedi mi?..

Girmez mi?.. 1990’lar hatta 2000’lerin başına kadar medya hiç de kârlı bir 
sektör değildi. İlan gelirleri çok düşük, Türkiye ekonomisi küçük olduğu için 
bir işadamının sadece medya ile ayakta durması imkansız gibiydi. Bu nedenle 
Doğan da başka sektörlere göz kırptı. İşte bu yazı dizisinde Aydın Doğan’ın 
hiçbir değer üretmeden, tek bir marka yaratmadan nasıl başkalarının şirketlerini 
ele geçirip hızla yükseldiğini anlatacağız...

Tek kuruş ödemeden Dışbank’ın sahibi oldu

Aydın Doğan’ın banka sahibi oluşunun öyle bir hikâyesi var ki dünyada örneği 
yoktur. İş Bankası’nın satışa çıkardığı Dışbank’ı, Frankfurt İş Bankası’ndan 
gelen ballı krediyle satın aldı, cebinden hiç para çıkmadan banka sahibi oldu

Kemal Derviş, kamu bankalarını (Ziraat ve Halk) rehabilite etsin diye bula bula 
Aydın Doğan’ın holdingdeki sağ kolu Vural Akışık’ı buldu. Akışık, devlette tatlı 
tatlı rehabilitasyon yaptıktan sonra, Aydın Doğan’ın bankası Dışbank’ın başına 
geçti

1990’lı yılların sonunda medyada iyice büyüyen Aydın Doğan, Ankara 
bürokrasisinin kurtlarını da yavaş yavaş saflarına çekmeye başlamıştı. Kimi 
devletteki işlerini bırakıp Doğan’ın kurmayı oluyor, kimileri devlet içinde 
kalıp Aydın Bey’e yol gösteriyordu. “Devletin deniz yemeyenin keriz olduğu” 
yıllarda öyle akılalmaz işlere girişti ki bugün bile “tokatçılık dersi” olarak 
okutulacak cinsten. Mesela Ankara bürokrasisini çok iyi bilen Vural Akışık, 
Doğan’ın operasyonlarındaki baş aktörlerdendi. 

Doğan Holding’de profesyonel yöneticilik yaptı. Yıllarca Aydın Bey’in maaşlı 
elemanı olarak görev aldı. Kemal Derviş’in Türkiye’ye gelişiyle düğmeye basıldı. 
Çünkü Mesut Yılmaz, Kemal Derviş ve bürokrasideki kilit adamları Aydın Doğan’ın medya desteğiyle operasyonlara başlayacaktı. Hürriyet ve Milliyet, Kemal Derviş’in poster gibi resimlerini basıp yıldızını parlatıyor, Derviş de ufak 
ufak Ankara’da iş bitiriyordu. 4 Nisan 2001’de Derviş ilginç bir atama yaptı. 
Ziraat ve Halk Bankası’nı birlikte yönetmek ve rehabilite etmek için kurulan 
Kamu Bankaları Ortak Yönetim Kurulu Başkanlığı görevine memlekette başka akıllı adam yokmuş gibi Vural Akışık’ı atadı. Kim bu Akışık, Doğan Holding’de Aydın Bey’in sağ kolu, yüksek maaşlı akil adamı. Kediye ciğer emanet etmekten daha feci bir durum. 
Devlet bankalarının en hortumlandığı dönemde, en büyük medya gurubunun yöneticisi kamu bankalarının başına çörekleniyor. Gerisini tahmin edin... 

Bu kadarla kalsa iyi. Aynı dönemde Fon’a devredilen bankaların ortak 
yönetim kurulu başkanlığını Tevfik Altınok yürütüyordu. O dönemde Demirbank’a da el konduğu için Demirbank’ın fiilen başında Altınok vardı. Bu ikilinin yolu 
Hollanda’da da kurulu Demir-Halkbank’ın Fon’a devri ile kesişmiş oldu. 
Demir-Halkbank’ın yüzde 70’i Fon’da geri kalanı Halkbank’taydı... Bu bankayı da 
sakın öyle tek şubeli bir tabela bankası filan zannetmeyin. 2 milyar doları aşan 
aktif büyüklüğü ile o zaman Türkiye’deki birçok bankadan değerli bir bankaydı. 
Vural Akışık ile Tevfik Altınok yönetimindeki ortaklık, sadece bir ay sonra 
şöyle bir açıklama yaptı: Demir-Halkbank NV.’nin yüzde 70 oranındaki hissesiyle, Demir Kazakistan, Demir Kırgız International, Demir Bulgaria’ya Halit 
Cıngıllıoğlu (Demirbank’ın sahibi) ve Aydın Doğan tarafından 95 milyon dolar 
teklif verildi. Hisse devir görüşmelerine başlanması için bu teklif yeterli 
görülmekle birlikte (Onayı veren Tevfik Altınok), diğer ortakların yani Halk 
Bankası’nın (Başında Aydın Doğan’ın maaşlı adamı Vural Akışık var) ön alım 
hakları bulunması nedeniyle hisse devir görüşmelerine söz konusu ortakların ön 
alım hakkını kullanmaması halinde (kullanıp kullanmama kararı da aslında Vural 
Bey’de) başlanacaktır. Peki bundan sonra ne oldu dersiniz... Akışık, Halkbank 
genel müdürlüğüne getirdiği Emel Çabukoğlu’na “Halk Bankası olarak ön alım 
hakkınızı kullanmayın” talimatını verdi. Karar Altınok’a bildirildi. Altınok da 
hemen satış için talimat verdi ve onay için BDDK’ya yollayarak görevini 
tamamladı. Böylece koca banka 95 milyon dolara Doğan-Cıngıllıoğlu’nun oldu.

6 YIL SONRA ÖDEMELİ KREDİ

Bitmedi, sistemi öyle güzel kurdular ki, operasyonun tamamlanmasının ardından Altınok, 31 Aralık 2001’de görevden ayrıldı. Ve sadece 9 gün sonra Doğan Holding’de hiper maaşla işe başladı. Akışık ise, biraz daha kamuda kalıp, 
hortumlanacak banka var mı diye bakındı. Nisan 2002’de istifa edip Doğan’ın 
yanına geri döndü. Eski dostlar Doğan Holding’in binasında bir araya 
geldiklerinde Demir- Halkbank’ı da devletten alıp Aydın Bey’e sunmuş oldular. 
Aynı Vural Akışık, daha sonra Dışbank’ın yönetim kurulu başkanlığına oturup, 
Hollanda Dışbank’ı Demir-Halkbank’a sattı. Sonra da Özelleştirme İdaresi’ne 
devredilen kalan yüzde 30’u alıp işlemi tamamladı. 

Yine bu dönemde Doğan Grubu’nun kurt yöneticisi Vural Akışık’ın öyle bir 
operasyonu var ki, Türk finans tarihine geçecek cinsten... Patronu Aydın Doğan, 
cebinden bir kuruş para koymadan Dışbank’ın sahibi oldu. Kendi şirketleri 
arasında yaptığı para transferleri ile tanınan Aydın Doğan’ın, İş Bankası ile de 
arası hep iyi oldu. Dışbank’ı alma sürecindeki manevrası şöyleydi: İş Bankası 
zor duruma düşen ve alacaklısı olduğu Lapis’ten Dışbank’ı geri aldı. O dönemde 
zarardaki bir bankayı elde tutmak pek akıl kârı değildi. Hemen Dışbank’ı satışa 
çıkardı. Bankaya Doğan talip oldu. Bunun üzerine o zamanki İş Bankası yönetimi Aydın Bey’e 20 Kasım 1994’te Frankfurt İş Bankası kanalı ile libor artı 2 faizle 6 yıl sonra ödemeli 7 milyon dolar kredi verir. ardından aynı banka tarafından Doğan’a 7 yıl vadeli, benzer faizli 11 milyon 468 bin Alman Markı daha kredi sağlanır. Böylece Aydın Bey, cebinden bir kuruş çıkarmadan 14 milyon dolar kredi ile ve ödemeye de 6 yıl sonra başlamak kaydı ile Dışbank’ın sahibi olur. Vay be, ne kumpas diyorsanız. Bu kadarla bitmiyor. Aydın Bey bu, bununla yetinir mi?.. 
İş Bankası’ndan Dışbank’a önce 40 milyon dolar sonra 50 milyon dolar daha 
mevduat yatırmasını ister. Bu isteği de tabii ki yerine getirilir...

Bu Vural Akışık’a hiç dokunulmadı!

BİR dönemin baş aktörleri hâlâ Aydın Doğan’ın en yakınındaki isimler... Doğan’ın yanından Kamu Bankaları Ortak Yönetim Kurulu Başkanlığı’na geçip, Dışbank’ı patronu için alan Vural Akışık, sonra hemen Doğan Holding’e geri döndü. Dışbank Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptı. Sonra Petrol Ofisi’nı satın alma sürecini yönetti. Şu an Doğan Holding’de Aydın Doğan ve kızlarından sonra imza yetkisi olan en etkin isim. Petrol Ofisi’nin de yönetim kurulu başkanı. Ve ne hikmetse topu topu 6-7 yıl mazisi olan bu işlerden bir türlü yargılanamıyor...


Demir-Halk işinde suçu Ecevit’e atmışlardı

2001’de operasyonla Vural Akışık-Selçuk Demiralp ikilisini kamuda görevlendirip 
Hollanda’da bulunan Demir-Halkbank’ı bir ayda oldu bittiyle satın alan Doğan 
Grubu, “O iş Ecevit Hükümeti’nin onayı ile” oldu diye savunma yapmıştı. Bu da 
büyük bir yalan...

DIŞBANK’ı İş Bankası’ndan yine İş Bankası’nın kredisiyle alan Doğan Grubu, 
sadece 287 milyon dolar öz sermayesi olan bu bankadan kendi
şirketi POAŞ’a tek kalemde 200 milyon dolar kredi açtı. (Bu mevzuya yazı 
dizimizin POAŞ bölümünde ayrıca değineceğiz) Aydın Doğan bununla 
da kalmayıp, Demir-Halkbank’ın kamuya geçmesi gereken hisselerini de (Yüzde 30) 
Vural Akışık’ın manevrasıyla kendi kucağına aldı. Olay 2003’te
o dönem Turgay Ciner’in elinde bulunan Sabah gazetesine haber olunca Aydın 
Doğan, Vural Akışık’ı kurtarmak için bir açıklama yapmıştı. 
(Nasıl yapmasın, kamu bankalarının başında holdinginden ayrılıp devlet 
memurluğuna geçen Vural Bey vardı) Aydın Doğan, Hürriyet’e koydurduğu 
bir haberle Demir-Halkbank’taki, yüzde 30’luk Halkbank (Kamu) payının opsiyon 
kullanmama hakkının Vural Akışık değil, hükümet tarafından
yapıldığını yazdı. Yani bir anlamda kararı Ecevit vermiş demeye getirdi. Oysa o 
dönemde bu işlerin gizli gizli Mesut Yılmaz-Kemal Derviş 
ikilisi tarafından yürütüldüğünü herkes biliyordu. Hatta Ecevit’in o dönem sağ 
kolu durumundaki şimdinin DSP İzmir Milletvekili Recai Birgün, 
Ecevit’e oldu bittiyle imzalatılan belgeleri AKŞAM’a anlamıştı. Fakat 
Demir-Halkbank satışındaki engeli kaldıranın bizzat Vural Akışık olduğu
Yüksek Denetleme Kurulu raporuna bile girdi.

Pamukbank gerçekleri (Bir bankanın gasp öyküsü)

1 - Çukurova hortum için değil bankasını krizden kurtarmak için borçlanmıştı

Çukurova Holding şirketleri 2000’li yıllarda Türkiye’nin yaşamakta olduğu 
krizlerden Pamukbank’ı koruyabilmek için elini taşın altına koymuştu. Birçok 
şirketini satarken yeni kredi almadan kendi bankalarından aldıkları kredilerin 
faizlerini artırdı... Sermaye açığı iddiaları doğru değil

Pamukbank 1955 yılında Çukurova Bölgesi’nde pamuk üreticilerine hizmet etmek amacıyla kuruldu. 1973 yılından sonra da Çukurova Holding bünyesine katıldı. 
Daha sonraki süreçte de Türkiye’nin en büyük 5 bankasından birisi haline geldi. 
2002 yılının ilk yarısı itibarıyla Pamukbank’ın yüzde 8 pazar payı bulunuyordu. 
Eylül 2001 itibarıyla da bankanın 6.1 milyar dolarlık aktif toplamı vardı. 
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) 18 Haziran 2002 tarihinde aldığı bir kararla Pamukbank’ın ortaklık hakları ile yönetim ve denetimini 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 3 ve 4 numaralı fıkralarına dayanarak Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devretti. Bu arada Pamukbank’ın o tarihte yine Çukurova Holding bünyesinde bulunan Yapı ve Kredi Bankası’na devri ile ilgili birleşme başvurusu da “sunulan plan ve fizibilite raporlarının uygulanabilir olmadığı” gerekçesiyle, aynı karar ile reddedildi. 

İŞLEMLER HUKUKA AYKIRI 

Pamukbank’ın devrindeki yasal dayanaklara bakıldığında bankanın 
yükümlülüklerinin toplam değerinin varlıklarının toplam değerini aştığı ve 
faaliyetine devamının mevduat sahiplerinin hakları, mali sistemin güven ve 
istikrarı bakımından tehlike arz ettiği gerekçesi ile kaynaklarının bankanın 
emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek biçimde doğrudan veya dolaylı 
olarak ortaklarının lehine kullandırdığı gerekçeleri ön plana çıkmaktadır. 

Bankalar Kanunu’na dayanarak yapılan bu işlemler aslında hukuka uygundeğildir. Çünkü;

1-YAPI KREDİ FİİLEN DEVREDİLMİŞ OLDU

BDDK’nın açıklamasına göre Pamukbank, TMSF’ye devredildiği için yüzde 10’un 
üzerinde paya sahip ortakları, bankacılık yapmak için aranan nitelikleri 
kaybetmiştir. Dolayısıyla bu kişilerin Yapı Kredi Bankası’ndaki ortaklık 
haklarını da bizzat kullanmaları artık mümkün değildir.Aynı nedenle Mehmet Emin Karamehmet ve Osman Berkmen, Yapı Kredi Bankası’ndaki yönetim görevlerinden alınarak yerlerine TMSF tarafından atama yapılmıştır.

Yapı Kredi Bankası’nın sermayesinin yeterli olduğu ve hiçbir sorun taşımadığı 
bizzat BDDK tarafından ilan edilmesine karşılık Pamukbank ile ilgili karar 
sonucu Yapı Kredi Bankası’nın yönetim ve denetimi de fiilen TMSF’ye devredilmiş gibidir. 

2-DEDİKODUYA RAĞMEN DAYANDI

1993 yılını izleyen dönemde Pamukbank, hissedarlarına doğrudan veya dolaylı fon (kaynak) aktarımı niteliğinde veya boyutunda yeni bir kredi kullandırmamıştır. 1994 krizine çok likit bir biçimde giren banka bu dönemde özel amaçlı konkordato dedikodusu nedeniyle yoğun mevduat çekilişini de kendi kaynaklarından karşılayabildi. 

3-GRUP KREDİLERİ HİPER FAİZLERLE ARTTI

SIKÇA tekrarlanan krizler o tarihte tüm kuruluşlar gibi Pamukbank’ı da olumsuz 
etkiledi. Pamukbank da her türlü tedbire karşın bu gelişmeden nasibini aldı. 
Sonuçta bankanın maliyet yükünün mali yapısına olumsuz etkisini önlemek 
amacıyla, sermayedar Çukurova Grubu şirketleri kredilerine yürütülen yüksek 
oranlı faizlerle ellerini taşın altına koymuşlardır. Kriz öncesinde banka 
aktifinde yüzde 19 civarında bir paya sahip olan grup kredileri iyi niyetli ve 
sorumluluk bilincini yansıtan bu faiz politikası sonucunda yeni kredi 
kullanmadan yüzde 40’lar seviyesine yükseldi. 2001 yılı sonu itibarıyla 
sermayedar firmalar üzerinde toplanan krediler, yaklaşık olarak 500 milyon 
doları ana para ve 2 milyar doları faiz reeskontu niteliğinde olmak üzere toplam 
2,5 milyar dolar düzeyindeydi. Daha doğrusu bankanın kaynak sorununu çözebilmek için grup şirketlerinin bankaya borcunu kredi almadan artırdı. 

4-KAYNAK İÇİN ŞİRKETLER SATILDI

BankalarIn kaynak ihtiyaçlarını karşılayabilmek için Çukurova Holding o dönemde elindeki önemli iştirak ve varlıklarını da elden çıkarmıştı. Türk Henkel-Turyağ hisseleri, Robert Bosch hisseleri, Oyak Renault hisseleri, Çanakkale Çimento’nun tamamı, Yapı Kredi hisselerinin yüzde 10’u (halka arz yoluyla), İnterbank’ın tamamı satılarak o dönemde Pamukbank ve Yapı Kredi Bankası’na 1 milyar doları bulan ödeme yapıldı. Ayrıca 2000 yılında New York Borsası’na kote olan Turkcell hisseleri ile yarısı kredi ödemesi, yarısı da sermaye olarak Pamukbank’a 330 milyon dolar kaynak konuldu. 330 milyon dolar da Yapı Kredi Bankası’na ödendi.

5-YAPI KREDİ HİSSELERİ REHNEDİLDİ

KASIM 2000 tarihinde de Yapı Kredi Bankası hisselerinin yüzde 40.5’i Grup kredi 
borçlarının teminatı olarak Pamukbank’a rehnedildi. Ayrıca borçlarının tamamını 
karşılayacak şekilde Çukurova Holding kefaleti alındı. Tüm bu destek ve 
gelişmeler sonucunda Pamukbank’ın sermaye yeterlilik rasyosu yasal asgari 
düzeyin üzerine çıkarıldı ve bu durum 2000 yılında kamu otoritesi tarafından da 
teyit edildi. 

6-GARANTİ BANKASI GİBİ OLABİLİRDİ 

Pamukbank ile Yapı Kredi’nin birleştirilmesine BDDK izin vermedi ve iki ay sonra 
Pamukbank’a el koydu. Halbuki, aynı durumda olan Doğuş Grubu, Osmanlı Bankası ve Garanti Bankası'nı birleştirmiş ve pek çok vergi avantajı elde ederek krizi atlatmıştı. Bugün Garanti Bankası’nın ulaştığı muazzam değer ve başarı örneği o tarihte Mehmet Emin Karamehmet’ten esirgendi. O dönemde bu derece büyük aktif yapısı olan iki bankanın birleştirilmesinin sağlayacağı yıllık 300 milyon dolarlık kaynak önemliydi ve bu önem görmezlikten gelindi. Pamukbank'a, hortumlandığı için el konulması bir senaryodan başka bir şey değildi. Yargı engellemeseydi bu banka yok pahasına satılacaktı. 

7-DEVLET, FİSKOBİRLİK’İ BORCUNU ÖDEMİYORDU

EĞER Pamukbank Fon’a devredilmeseydi ve Yapı Kredi ile birleşseydi, aktif 
büyüklüğü yüzde 33’lük bir banka ortaya çıkacaktı. Başka bir anlatımla, Yapı 
Kredi bu ülkenin en büyük özel bankası olacaktı. Fiskobirlik’in Yapı Kredi ve 
Pamukbank’a 1989 yılından kalma 1.5 katrilyon Türk Lirası (yaklaşık 1 milyar 
dolar) borcu vardı. Ama işbirlikçi Faik Öztrak bu borcu ödemek yerine 
Pamukbank’a el koydu. 2000-2002 döneminde Çukurova Grubu’na ait varlıkların toplam değeri 18 milyar dolardı. Bu da grup borçlarının yaklaşık 3-4 katıydı. 

8-YANLIŞ HESAP YAPILDI

Tüm bu bilgi ve gerçekler, Pamukbank’ın kesinlikle problemli bir banka 
olmadığını ortaya koyuyor. Devir kararında Pamukbank’ın taahhütlerini vadesinde karşılayamaması gibi bir gerekçe bulunmuyor. Bunun dışında devir kararında sıralanan tedbirlerin alınmaması, yükümlülüklerinin değerinin varlıklarının değerini aşması (sermaye açığı) ve faaliyetine devamının mevduat sahiplerinin hakları ve mali sistemin güven ve istikrarı için tehlike arzettiği gerekçeleri gerçeği yansıtmıyor. Pamukbank’ta sermaye ya da özkaynak açığı kesinlikle bulunmamaktadır. Bu, sadece BDDK’nın hatalı hesaplaması ve dolayısıyla dayanaksız iddiasıdır. 

9- İŞBİRLİKÇİ BDDK PAMUKBANK’I CEZALANDIRDI

Bankaya el konulduğunda Çukurova şirketlerine verilen kredilerin batık 
kredilerinin toplama oranı yüzde 69 tespitini BDDK yapmıştı. O dönemi 
Türkiye’sini hatırlayın. Mesut Yılmaz, Derviş ve Akçakoca ile bir olup banka 
operasyonları yapıyordu. Grubun şirketlerine ait borçlarını batık olarak kabul 
ederseniz, batık kredilere de karşılık ayırırsanız, bu tespiti yapabilirsiniz. 
Nitekim Pamukbank’ta böyle yapıldı.“İyi de bu kadar çok krediyi kendi 
şirketlerine kullandırması yasalara uygun mu?” diye sorulabilir. Geçmişte grup 
şirketlerine kullandırılan kredilerin toplam kredilere, varlıklara oranı 
konusunda boşluklar olduğunu biliyoruz. Ancak Çukurova Grubu, 1993’ten sonra 9 yıl Pamukbank’tan grup şirketlerine kredi çekmedi. 

10-LİKİDİTE SIKINTISI İLE İLGİLİ ORTADA TEK BİR RAPOR YOK

BDDK’nIn özellikle hortumculuk maddesi kapsamında bu bankayı değerlendirmiş olmasının nasıl yanlış olduğu zaman içinde ortaya çıktı. Varlıkların kriz nedeniyle değerinin ne kadar düşmüş olduğu ve yakın bir gelecekte bu varlıkların nasıl değerlendiği görüldü. Yapı Kredi, Turkcell basit örnekler. Ve Çukurova’nın verdiği teminatların yükümlülükleri karşıladığı birkaç yıl içinde ortaya çıktı ama banka ve bağlantılı pek çok şirket başkalarına satıldı. Pamukbank’ın likidite sıkıntısı olduğuna dair tek bir resmi rapor yok. Buna rağmen bu tespit yapılarak el konma gerekçesi yapıldı.

11-YAPI KREDİ’NİN EL DEĞİŞTİRMESİ İSTENİYORDU

PEKİ bunlara rağmen Mehmet Emin Karamehmet hakkında niçin hortumculuk maddesinin işletildiği sorulabilir. Bu sorunun da cevabı çok basit. Yapı Kredi’nin de el değiştirmesi isteniyordu. En azından onda kalmamalıydı. Nitekim hortumculuk (tek kuruş cebine koyduğuna yönelik tespit olmamasına, bankasından 1994 yılından beri şirketlerine tek kuruş kredi almamasına rağmen, tam aksine bankanın mali yapısı düzenlemesi için elindeki varlıkları satması veya teminat vermesine rağmen bankasını boşaltan kişi muamelesi görmesi gerekiyordu. Bu sayede yapı Kredi’yi (kanuna göre) yönetemez sıfatı kazanacaktı. Böylece grubun diğer şirketlerine de el konulabilecekti. 


POAŞ’ın % 51’ini borçlanıp borcu yine POAŞ’a ödettiler 

Dışbank’ı cebinden tek kuruş ödemeden satın alan Aydın Doğan, o dönemin 
siyasileriyle işbirliği yapıp aynı yöntemle Petrol Ofisi’nin de (POAŞ) sahibi 
oldu

Borçlarını satın aldıkları şirkete ödeten Doğan Grubu, bununla da yetinmedi. 
Halka arzı gereken yüzde 25.8’lik POAŞ hissesini de blok halde İş-Doğan’a sattı

Aydın Doğan, Petrol Ofisi’ni satın alırken, o dönem yine kendisine ait olan 
Dışbank’ın kaynaklarını sürekli olarak yasal limitlerin üzerinde kullanmıştı. 
Olay, 2002’de Petrol Ofisi ile İş-Doğan’ın birleştirilme girişimi sırasında 
kamuoyuna yansıdı. Üzerinden 6 yıla yakın zaman geçmesine karşın hiçbir savcı 
harekete geçmedi. Buna karşın Hürriyet başta, Doğan Grubu gazetelerin ‘hortumcu’ dediği banka patronları bu kadar hoyratça kaynak kullanımı yapmamıştı. O dönemdeki birleşme operasyonuyla açıklanan bilanço bilgilerine göre Aydın Doğan, Dışbank’ın özkaynaklarını kendi şirketlerine aktardı... İş-Doğan Ortaklığı, Petrol Ofisi’ni satın alırken kamuyu defalarca zarara uğratmış, son olarak da borçlarını ödeyemediğini söyleyerek, 271 trilyon liralık kamu alacağının ertelenmesini istemişti. Doğan Grubu’nun borcu, yine kamuyu zarara uğratan bir yolla 2007 yılına kadar ertelenmişti. O dönemde POAŞ, Hürriyet ve Milliyet’te Doğan Grubu’nun ‘borç ötelemesinde 90 milyon dolar ek teminat verdik’ açıklamasıyla kamuoyunu kandırmaya çalışmıştı. Çünkü İş-Doğan Ortaklığı, Özelleştirme İdaresi’ne hisse senetlerini usulsüz teminat olarak göstermişti. 90 milyon dolarlık teminat ise 2007 yılına yayılan borcun faizinin teminatıydı.

Özelleştirmeyi baştan sona mercek altına alan TBMM Yolsuzlukları Araştırma 
Komisyonu, POAŞ raporunda, davaya konu olan usulsüzlüğü anlatmıştı. Raporda Sermaye Piyasası Kurulu’nun (SPK), birleşme şartına dikkat çekiliyor. SPK, İş-Doğan A.Ş’den, teminatsız kalabilecek alacaklar için her tür ve miktarda 
teminatın derhal yerine getirileceği sözünü istiyor. Yeterli teminat 
sağlayacakları garantisiyle POAŞ ile birleşip, borçlarını POAŞ’ın kârına 
yükleyen İş-Doğan A.Ş, daha sonra verdiği sözü tutmuyor. Özelleştirme İdaresi, 
bunun üzerine İş- Doğan’a dava açmıştı. Ama dava sürerken, nasıl olduysa 
borçların vadeye yayılmasına karar verilmişti. İş-Doğan ortaklığı, Özelleştirme 
İdaresi’nin itirazına rağmen Doğan Cansızlar’ın yönetimindeki SPK’nın ‘olur’u 
ile Petrol Ofisi ile birleşmiş, devletin alacağı tehlikeye düştüğü için de 
İdare, birleşmeye karşı dava açmıştı. Petrol Ofisi ihalesine İş Bankası ile 
ortak giren Doğan Grubu’nun, o dönem doların yükseldiği bir konjonktürde 1.2 
milyar doları nasıl ödeyeceği merak konusu olmuştu. Çünkü bu parayı karşılayacak güçleri yoktu. Ancak plan kısa sürede anlaşıldı. İş-Doğan, POAŞ’ın yüzde 51’ini borçlanarak alıp, bu borcu yine POAŞ’ın üzerine yıktı. Yani ceplerinden tek kuruş çıkmadan, satın aldıkları şirkete borçlarını ödetmeye başladılar. Daha sonra halka arz edilmesi gereken yüzde 25.8’lik POAŞ hissesi de blok halde İş-Doğan’a satıldı. Üstelik teminat mektubu almadan ve 3 yıl vade ile. Ancak Doğan Grubu’nu rahatlatan tüm bu usulsüz yöntemlere rağmen, Aydın Doğan borcunu zamanında ödeyemedi. Özelleştirme Yüksek Kurulu ise şok bir kararla 271.3 trilyon liralık borcu 2007 yılına yaydı.

Şirketlerine yasal limitin 4 katı kredi aktarmıştı

2002’de düzenlenen Bankalar Kanunu’na göre bankalar kendi grup şirketlerine 
özkaynaklarının yüzde 25’inin üzerinde kredi veremiyordu. TMSF, geçmişte 
bankaların pek çoğuna Bankalar Kanunu’nun 14. maddesinin 4’üncü bendini gerekçe göstererek el koymuştu. Bu madde, bankalara mevduatı tehlikeye düşürecek nitelikle kendi şirketlerine kaynak aktarmayı yasaklıyor. Kaynak aktaran bankalara ise el konulmasına yol açıyor. SPK’nın isteği üzerine 26 Aralık 2002 tarihinde Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan birleşme bilgileri dikkate 
alındığında, Doğan Grubu, Dışbank ve Dışbank’a ait yurtdışı bankalardan 
kullandığı kredi limiti yüzde 25 yasal sınırın çok üzerinde gerçekleşti. Ve bu 
oranın artmaya devam ettiği anlaşıldı. Dışbank’ın son açıklanan bilançosuna göre (Eylül 2002/9 aylık) 444 trilyon lira (265 milyon dolar) özkaynağı olan Dışbank, doğrudan ve dolaylı yollardan İş-Doğan şirketine 164 trilyon lira (98 milyon dolar) kredi verdi.

KREDİ ORANI YÜZDE 81 

Buna göre Dışbank, yasal limitin çok üzerinde özkaynağı, yüzde 36 oranında bir 
krediyi grup şirketine kullandırmış oldu. Ancak kredi 2000 yılında kullanıldığı 
ve o dönem bankanın özkaynağının da 72.8 trilyon lira (121 milyon dolar) olduğu dikkate alındığında tablo daha da vahim. O dönem Aydın Doğan’a verilen kredi, toplam özkaynaklarının yüzde 81’ine ulaşıyor. Böylece bankanın özkaynaklarına yönelik aşındırma ciddi noktalara getirildi. 2003 başında yaklaşık 265 milyon dolar özkaynağı olan Dışbank, bu miktarın 198 milyon dolarını kendi patronuna kredi olarak veriyordu... 

Derviş durup dururken yasayı yumuşattı

GEÇMİŞTE limit aşımı yaşayan ve banka kaynaklarını kendi grup şirketlerine 
kullandırdığı için Fon’a geçen bankalar olmasına rağmen, bu uygulamadan Aydın Doğan’ın bankası için vazgeçildi. Çünkü başta Mesut Yılmaz, Ankara bürokrasisi Aydın Bey’i çok seviyordu. O dönem yasal limitlerin üzerine çıkan bankalara el konulmadı. 2002 yılında BDDK’nın bankalara bakış açısındaki değişime dikkat çekerek şu yorumu yapmak mümkün: Geçmişte bazı limitler vardı ama yüzde 25 limiti dönemin Ekonomi Bakanı Kemal Derviş getirdi. Eğer bu limit getirilmemiş ve yeni bir yumuşama havası yaratılmamış olsaydı pek çok bankanın daha Fon’a alınması gerekiyordu. Ancak BDDK limiti aşan bankalara ‘7 yıl içinde yasal limit altına ineceksiniz’ uyarısı yaptı. Bunun üzerine bankalar gereğini yapmaya başladı. 11 Ocak 2002 tarihinde, Derviş şu açıklamayı yaptı: Geçmişte yüzde 25 sınırı yoktu. Bankalara diyoruz ki bu kredileri 7 yılda temizleyin... Ortağına kredi vermek suç değil ama batık bir ortağa kredi verip bunu canlıymış gibi göstermek suç. Bu bankacılık kriterleri içinde olduysa, suç değil.

Petrol Ofisi spor kulübünü de yıktı

DOĞAN yönetimi Petrol Ofisi’nin başına geçer geçmez, şirketin spor kulübünde 
operasyon yaptı. 1954’ten beri Ankara’da Türk futboluna sayısız oyuncu 
yetiştiren Petrol Ofisi kulübüne “kapatıyoruz” tebligatı gitti. Ama mahkemede 
kaybetti. Bunun üzerine Aydın Doğan, “Kulüp benim” diye dava açtı. Önce kapatmak istediği kulübü sonra gasp etmek istedi. Fakat mahkeme buna da izin vermedi

Hürriyet’ten gaspa cevap yok unutturmak için saldırı var

BAŞTA AKŞAM olmak üzere Yeni Şafak ve Sabah gazetelerinin yazdığı Pamukbank iddiaları, Doğan Grubu gazetelerde bir haftadır satır yer bulmuyor. Çünkü iddianameye giren telefon kayıtlarında Doğan Grubu’nun üst düzey isimlerinden birinin, dönemin BDDK Başkan Yardımcısı’yla konuşma kayıtları da olduğu iddia ediliyor. Kendi gazetelerinde kendi patronları hakkında yazacak değiller. 2001-2002’de Mesut Yılmaz, Kemal Derviş, Hüsamettin Özkan üçlüsünün dönemin bürokratlarına talimatlar vererek Doğan medyasının da desteğiyle bankacılık operasyonları yaptığı ortaya çıktıkça Hürriyet’in neşesi kaçıyor. Bu gerçekleri saklamaya çalışan Hürriyet ve grubun diğer gazeteleri, doğal olarak iddiaları görmezden geliyor. Buna karşın 6 yıldır gizlenen büyük yolsuzlukları ortaya çıkardığı için sürekli AKŞAM’ın sahibine saldırıyor. Çukurova Grubu’nun başka şirketleri hakkında asılsız haberler yazıyor. Maksat, Hürriyet’in yanı sıra  Vatan, Milliyet gibi diğer gazetelerle saldırıp  AKŞAM’ı susturmak. Bugün Milliyet yazarı Güneri Cıvaoğlu, köşesinde medya etiğinden bahsediyor. İsim vermeden AKŞAM dışındaki gazetelerin bu iddialara pek inanmadığını yazıyor. Pes artık. Bu kadar mı patron şakşakçısı olunur. 

AKŞAM yazdı, Yeni Şafak yazdı, Sabah yazdı. Geri kalanlar da zaten sizin gazeteleriniz... 

Dışbank patronu için kredi verdi BDDK onayladı

İŞ-Doğan ile POAŞ birleşmesi sırasında, küçük yatırımcılara yasa gereği hisse 
senetlerini satın alma çağrısı yapıldı. Bu çağrı üzerine yaklaşık 7 bin 460 
yatırımcı 48.8 trilyon nominal değerindeki hisselerini POAŞ’ın hakim 
hissedarları İş Bankası ve Doğan Grubu’na sattı. Bu satın alma işlemi için 
(hisse başına 6.800 liradan) İş Bankası 100 milyon dolar, Doğan Grubu da 100 
milyon dolar olmak üzere 200 milyon dolar ödedi. Doğan Grubu 100 milyon doları Dışbank’tan kredi olarak aldı. Böylece bankanın kendi grubuna verdiği kredilerde limit aşımı 100 milyon dolar daha arttı. Bu durumda Dışbank 265 milyon dolar özkaynağın yüzde 75’i olan 198 milyon doları kendi patronuna vermiş oldu. Limit aşım miktarı da yüzde 220 oranında gerçekleşti. Bankaların attığı her adımı takip eden BDDK’nın ise bu girişime nasıl olup da izin verdiği bugün bile bilinmiyor.

Anahtar Kelime
Turgay Ciner

http://www.haberturk.com/haber/haber/92612-dogan-cukurova-savasi-tam-gaz

..