Kuzey Kore etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kuzey Kore etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Aralık 2019 Perşembe

Sırada Bosna ve Çeçenistan Savaşları var..

Sırada Bosna ve Çeçenistan Savaşları var.. 



Prof.Dr.Sait Yılmaz 

06 Kasım 2019 

 Son yazılarımızda Suriye ile ilgili konulara odaklandık. Dış politika konuları gittikçe sıkıcı ve kasvetli olmaya başladı. İçinde bulunduğumuz dönem Soğuk Savaş sonrasının iyimser döneminin bitip, tekrar jeopolitiğe ve büyük savaş senaryolarına döndüğümüz bir zamandır. Gorbaçov’un yakın zamanda dediği gibi, Soğuk Savaş büyüyerek devam edecek. 

Önümüzde İran, Kuzey Kore ve Çin savaşları var. Bu arada, Balkanlar ve Kafkasya’da yeni bölgesel çatışmalar olacak. Suudi Arabistan, Azerbaycan ve Pakistan’ın dağılması İran senaryosunu bekliyor. Ardından Rusya dağılacak. Bunların hepsi otuz senede olacak ve 2050’de yeni ve çok farklı bir dünyada yaşayacağız. Bu yazıda önümüzdeki on yılda neler olacağı ile ilgili bir özet yapacağız. 

Suriye’den başlayalım. Suriye’de sırada bekleyen askeri konular şunlar; 

- İdlib’in temizlenmesi; bu bölgede bir askeri çatışma kaçınılmaz gözüküyor, 

- YPG/PKK ile ilgili sahada bir formül bulunması; Suriye ordusuna entegrasyon ya da ABD ile terörist paylaşımı, 

- Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde kontrol ettiği bölgelerden zamanı gelince 
çekilmesi, Rusya ve Esat bu konuda ısrarlı, 

- Kamışlı ve Deyrizor dâhil su ve petrol bulunan bölgenin kontrolü; (basına pek 
yansımasa da) Ruslar Deyrizor’u iki kere kurtarmaya çalıştı ama başarılı olamadı. Deyrizor, ABD tarafını istiyor. 

Siyasi çözüm için ise Anayasa Komisyonu’nun çalışmalarından kimse bir sonuç 
beklemiyor. Çünkü ortak bir karar için üç ayrı gruptan oluşan Komisyon’un %75 evet demesi lazım. Bunun için birbiriyle zıt bu üç gruptan ikisinin tamamen anlaşması ve üçüncü gruptan da %10 oy alması gerekiyor ki, bu çok zor gözüküyor. 

Suriye’de gelinen statükonun uzun süre pek değişmeden devam edeceği, siyasi 
çözüme daha çok zaman olduğu görülüyor. Bunun ana nedeni, Doğu Akdeniz ile ilgili beklentiler. Doğu Akdeniz’deki paylaşım savaşı bitmeden, Suriye’de siyasi bir çözüm beklenmiyor. Doğu Akdeniz’de paylaşımın başlaması ise Kıbrıs konusunda tarafların bir siyasi çözüme ulaşması ile mümkün olabilir. Bu da çok zaman alacak. Bu yüzden, bölgede gözü olan bütün ülkeler deniz kuvvetleri ile burada uzun süre kalmak için kendine bir liman arıyor, üs kuruyor. Doğu Akdeniz’de önümüzdeki dönemde İsrail’den yeni hamleler bekleniyor. 

Büyük hesaplar peşindeki ABD cephesinde ise ilginç şeyler oluyor. Küreselleşme; 

- ABD’yi fakirleştirdi, 

- Çin’i zenginleştirdi, 

- Rusya’yı toparladı, 

- Avrupa’da ise Almanya’da bile işler kötüye gidiyor, refah değil, geçim derdindeler. 

2011 yılında ABD ve İsrail istihbaratının Irak’ta yetiştirip Suriye’ye gönderdiği IŞİD Nüvesi, 2013 yılında El Kaide’den ayrılmıştı. 2014 yılından itibaren ise Suriye’nin kuzeyinde CIA’nın IŞİD’i ile Pentagon’un yetiştirdiği YPG/PKK savaşmaya başladı. Obama döneminde Orta Doğu’daki terör ve terörle mücadele işlerinin yani madalyonun iki yüzüne 6 trilyon dolar harcanmıştı. 

Bir Amerikan hödüğü olan Trump ise tüccar ve para düşkünü. Batılı şirketlerin dışarı gitmesinin nedeni maliyetlerin ucuz olması idi. Trump, ABD şirketlerini ülkeye geri çekerek ülkesinde istihdam yaratmak isterken, ülkesine dış göçü de durdurmayı hedefliyor. Boşuna para harcandığını düşündüğü Orta Doğu’dan tamamen çıkmak istiyor. Suriye’deki petrolü bir değeri yok, kendi petrolü yeterli olmayan Şam zaten Irak’tan petrol alıyor. Ama ABD’deki Pentagon ve istihbaratçıların başını çektiği savaş ekibi ABD küresel imajı için illa kalmak 
gerektiğini düşünüyor. Eğer Orta Doğu’dan çıkarlarsa dünya üzerinde ABD’ye güvenecek ülke kalmayacağını öngörüyorlar. Trump da savunmaya yılda bir trilyon dolar harcıyor ve bunun parasını başka ülkelerden zorla almaya çalışıyor. 

İkinci dönemde de başkan seçilmek isteyen Trump, lobilere göre davranıyor. 

Bu yüzden, ABD, Suriye’den çıkmayacak. Bağdadi’nin öldürülmesi ise Bush’tan beri süregelen bir seçim öncesi Amerikan klasiği. Seçim yatırımı olarak Bush, Irak El Kaidesi lideri Bağdadi’yi, Obama ise Usame Bin Ladin’i öldürtmüştü. Trump’a ise gözü gibi sakladığı IŞİD lideri Bağdadi kalmıştı. Ancak, Trump’ın azil süreci başladı ve büyük ihtimalle ya azledilecek ya da seçimi kazanmayacak. İktidara şahin kanat olan Yeni Muhafazakârların (Neo-Cons) gelmesi bekleniyor. Bu ise sıradaki savaşların önünü açarken, Trump’ın Orta Doğu’da ki dostlarını iyi günler beklemiyor. 

Salman ve Sisi’nin zaten gidici olduğunu söylemiştik. Son durumu özetleyelim. Suudi Arabistan’daki sıcak gündem şu anda ARAMCO Petrol Şirketi’nin tamamen satılmasına kilitlenmiş durumda. Satılmasını isteyen Salman çünkü buradan gelecek para ile kendini iktidarda tutacak; bir kısmını etrafına dağıtacak, büyük kısmı ise Trump’a gidecek. Ev ya da göz hapsindeki muhalifler ise dört gözle Salman’ın gitmesini bekliyor. Suudi Krallığı, ortadan kalkabilir. Mısır’da ise Sisi yönetimine her an her şey olabilir. Ordu, istihbarat hatta iş adamları ikiye bölünmüş durumda. Mesele İran senaryosu; Sisi, Ordusunu, Salman ise asker 
kaynağı Pakistan’ı savaşa ikna edemiyor. Suudi Ordusu da huzursuz. 

Irak’ta da durum karışık. Bu ülkeyi karıştırmak için üç yöntem kullanılageldi. 
Geleneksel Sünni-Şii çatışması artık gündemde değil çünkü Sünniler tamamen sindirildi. İkinci yöntem etnik çatışma idi ama Arap-Kürt çatışması yakın zamanda gözükmüyor çünkü Kürtler başka senaryolara lazım olacak. Son yöntem İngilizler ve Suudiler tarafından keşfedildi; Şiilerin kendi içinde çatışması. Burada şimdilerde Arap Şiiler ile Fars Şiiler çatıştırılıyor. Ayaklananlar İran Konsolosluğu’na Irak bayrağı çekecek kadar ileri gittiler. 

Çatışmanın nedeni Şiilerin yoğun yaşadığı Güney’de elektrik ve su kesintileri. Üstelik suyu kesen ise kendi ihtiyacı nedeni ile İran. Irak’ın kuzeyinde de işler iyi gitmiyor. Barzani ve Taliban ekolü çekişiyor. İran, gene Talabani tarafını destekliyor ve birilerini satın alıyor. 

Türkiye ise Neçirvan Barzani’ye oynuyor. 

Irak, Lübnan ve Yemen’de olanlar İran için alarm çanları. Bir bir dışarıdaki kolları kesiliyor. Ama İran zaten kendisi intihar etmek istiyor. İçeride Muhafazakâr ve Modernist çekişmesi büyüdü ve ülkenin sonunu getirebilir. Irak ve Suriye’den çekilmeyi tartışıyorlar. 
Çekilirlerse Muhafazakâr başkan Hamaney’in sonu gelecek ve muhtemelen zaten kaynayan ülkede daha büyük isyanlar başlayacak. Beluşlar ve Ahvazlar (Arap Şiileri) zaten ayaklanma halindeler. İran’daki Türkmenler Şii ve İran’ın Şiiliğin sigortası konumundalar. Türk olan Hamaney’i destekliyorlar ve rejimle yakın ilişkileri nedeni ile ayaklanmaları beklenmiyor. 

Türkiye’ye gelince ilk gündem Suriyeli sığınmacıları geri dönüşü, dönmeleri için ev ve okul gibi yatırımlar yapılıyor. İran senaryosu konusunda Türkiye, gönülsüz olmaktan öte savaşı istemiyor çünkü sonrasında neler olacağı Irak ve Suriye örneklerinden belli. Ancak, Trump ile yapılan gizli pazarlıklar PKK karşılığı İran üzerine gibi gözükse de asıl büyük proje Rusya ve Çin ile ilgili. Yakında iç politikada PKK konusunda bir açılım gelecek. Bu demokratik açılım değil ama PKK’ya yeni iş bulunduğu için terörle mücadele soğumaya bırakılacak. PKK, yeni büyük jeopolitik hesaplar için İran sınırına kaydırılıyor. Özetle yakın 
hedef İran, asıl hedef ise Rusya ve Çin. 

Bütün bu hesaplar Trump ile birlikte yapıldı ama Neo-Cons’lar gelirse hesaplar 
değişecek. Üstelik Ankara’da başka birini görmek isteyecekler. Ancak, tarihin bu evresinde iki bölgesel çatışma bizi bekliyor; Bosna’da çatışmalar hortluyor, Çeçenistan’da savaşın eşiğindeyiz. Bosna’da Sırplar silahlanıyor, karşı tarafta ise birileri İslamcılara silah veriyor. 
Balkanlar’daki Alman-Rus çekişmesinin arkasında ABD var, Rusları tuzağa düşürmek istiyorlar. Kafkasya’da ise gizli ABD-Rus Anlaşması nedeni ile uzun süredir sakin bir ortam vardı. Kadirov ipleri elinden kaçırıyor, Putin ise çok yalnız. Bunlara Arnavutluk ve Doğu Türkistan’ı da ekleyebiliriz. Suriye’ye en çok yabancı savaşçı Doğu Türkistan ve Çeçenistan’dan geldi. Doğu Türkistan’da işlerin arkasında ABD ve Selefi/Cihatçı militanların sponsoru Suudi Arabistan var. Keşke daha fazla şeyi yazabilsek. 


***

8 Nisan 2016 Cuma

KORE’NİN BAĞIMSIZLIĞININ VE BÖLÜNMESİNİN 70’İNCİ YILI,



KORE’NİN BAĞIMSIZLIĞININ VE BÖLÜNMESİNİN 70’İNCİ YILI,



 KORE’NİN BAĞIMSIZLIĞININ VE BÖLÜNMESİNİN 70’İNCİ YILI


YAZAN; Selçuk ÇOLAKOĞLU
Türkiye Analist Derğisi  / 2015 Ekim


I5 Ağustos hem Güney Kore’nin hem de Kuzey Kore’nin bağımsızlık günü. 1910-1945 yılları arasında Japon işgaline maruz kalan Kore’nin İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya’nın yenilmesi ile birlikte özgürlüğüne kavuşacağı bekleniyordu. Kore Yarımadası’ndaki Japon askerlerini teslim almak üzere Yarımada’ya gelen ABD ve Sovyetler Birliği 38’inci paralelden itibaren iki fiilî işgal bölgesi oluşturdu. İlk başta kimse Sovyet-Amerikan fiilî işgal bölgesinin kalıcı bir sınıra dönüşmesini beklemiyordu. Ancak kısa süre sonra Soğuk Savaş’ın patlak vermesi, Almanya ve Vietnam gibi Kore’nin de ikiye bölünmesine yol açtı. 1945 yılında fiilen ortaya çıkan iki Kore’nin artık birleşemeyeceği anlaşılınca 1948 yılında Yarımada’da ayrı rejimlere sahip iki ayrı devlet ilan edildi. Güneyde Amerikan müttefiki ve kapitalist ekonomik modeli benimseyen Kore Cumhuriyeti ve kuzeyde ise Sovyetler Birliği’nin müttefiki ve sosyalist ekonomik modeli benimseyen Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ortaya çıktı. 1950-53 yılları arasında gerçekleşen ve büyük güçlerin içinde yer aldığı Kore Savaşı ülkede birleşme yerine daha büyük siyasi ve toplumsal kopuş getirdi. Hatta Kore Savaşı bir barış anlaşmasıyla değil ateşkesle sona erdi.

Güney Kore’de başarılı kalkınma ve demokratikleşme

Kore Savaşı sonrasında her iki Kore de kendi modelleri ile kalkınma süreçlerine ağırlık verdi ve kendisini diğer tarafa başarılı bir model ülke olarak sunmaya başladı. 1950’ler ve 1960’lar boyunca Kuzey Kore’nin ekonomik kalkınma ve siyasi motivasyon açısından birleşme konusunda moral üstünlüğe sahip olduğu söylenebilir. Güney Kore ise 1960’ların başından günümüze kadar sürecek kalkınma programını başarıyla uygulamaya başladı. 1980’lere gelindiğinde Güney Kore “Han Nehri üzerindeki mucize” olarak anılmaya başlamıştı. 1988 Yaz Olimpiyatları’nın Seul’e verilmesi, başarılı Güney Kore kalkınmasının uluslararası sistem tarafından ödüllendirilmesi olarak görülebilir. Diğer taraftan bu dönemde Güney Kore halen generaller tarafından yönetildiği ve liberal demokrasiye sahip olmadığı için siyaseten eleştiriliyordu. Güney Kore bu demokrasi açığını da Seul Olimpiyatları öncesinde büyük bir toplumsal uzlaşma gerçekleştirerek yaptığı 1987 Anayasası ile aşmayı başardı. Nitekim 1987’den 2015’e gelen süreçte Güney Kore adım adım demokrasisini ilerletti ve aynı zamanda sosyal refah devleti hâline geldi.

Kuzey Kore’nin kabuğuna çekilmesi

Kuzey Kore’nin ortaya koyduğu başarı hikayesi ise 1970’lerle birlikte tersine dönmeye başladı. Kuzey Kore sanayisi tıpkı diğer sosyalist ülkelerinki gibi kendisini yenileyememeye başladı ve ekonomik verimlilik hızlı bir şekilde düştü. Konvansiyonel silah üstünlüğü ise 1980’lerle birlikte Kuzey’den Güney’e geçti. 1978’den sonra Çin Halk Cumhuriyeti’nin ekonomik reformlara yönelmesi, 1980’lerin sonunda Doğu Bloku’nun çözülmesi ve nihayetinde 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılması Kuzey Kore’yi hem siyasi hem de ideolojik anlamda dünyada yalnız bıraktı. Bu süreçte ekonomik çöküş, dünyada yalnızlaşma ve Güney’e karşı askerî üstünlüğünü kaybetme dolayısıyla varoluşsal bir krize giren Kuzey Kore’nin önceliği hem rejimi ayakta tutmak hem de nükleer silah üretmek oldu.

1991 sonrasında Batılı ülkeler hatta Rusya tarafından bile her an çökebileceği düşünülen Pyongyang rejimi ayakta kalmayı başardı. Kuzey Kore rejimi hanedanlığa dönüşme pahasına lider değişimlerini bile hasarsız atlattı. Kuzey Kore’nin kurucu babası Kim İl-sung’un 1994’te ölümünden sonra oğlu Kim Jong-İl, onun ölümünden sonra da torunu Kim Jong-un 2011 yılında iktidara geldi. Kuzey Kore’nin uluslararası siyasi alanda başarısı ise komşusu Çin’in kendisine olan desteğini devam ettirmesini sağlaması oldu. Hatta 1990’ların sonundan itibaren Rusya da kritik zamanlarda Kuzey Kore’ye destek vermeye başladı.

Kuzey Kore’nin bir diğer ‘başarısını’ ise uluslararası baskılara rağmen nükleer silah üretmesi ve orta ve uzun menzilli füze teknolojisi geliştirmesi oluşturuyor. Böylece konvansiyonel silahlarda Güney Kore, Japonya ve bölgedeki Amerikan kuvvetlerine karşı düştüğü dezavantajlı durumunu nükleer silah kapasitesiyle dengeleme fırsatı buldu.

Kore birleşmesi mümkün mü?

Gelinen noktada ne iki Kore ne de bölgedeki büyük güçler kısa vadede bir birleşme öngörüyor. Kaldı ki Koreler arası ilişkiler normalleşmeden halen çok uzak. 70’inci bağımsızlık yılı kutlamalarının yapıldığı geçen ağustos ayında sınırda çıkan çatışmaların yeni bir gerilime yol açması, Kore sorununun ne kadar hassas olduğunu gösteriyor. İki Kore güven artırıcı önlemlerle krizi yatıştırmışsa da sınır hattında her an yeni bir çatışmanın yaşanmayacağının hiçbir garantisi yok. Bununla birlikte Rusya ve özellikle Çin’in Kuzey Kore’nin bölgede savaş çıkartacak kadar ileri gitmesine izin vermeyeceği düşünülüyor. Yine bazı uzmanlar Kuzey Kore’nin aslında sanıldığı kadar öngörülemez bir aktör olmadığını ve tüm dış politika uygulamalarının bir rasyonalitesi olduğunu iddia ediyorlar. Buna göre Kuzey Kore önce gerilimi tırmandırarak uluslararası kamuoyunun dikkatini bölgeye çekiyor ve sonra karşı tarafla (Güney Kore, ABD, bazen de Japonya ile) başlatılan müzakereler sırasında uzlaşma karşılığında bazı ekonomik tavizler ve siyasi avantajlar elde etmeye çalışıyor.

Seul her şeye rağmen orta ve uzun vadede Kuzey Kore ile birleşmeyi bir strateji olarak belirlemiş durumda. Seul’ün burada öngördüğü birleşme ani ve tek taraflı değil aşamalı ve tüm tarafların onayını alan bir süreç içeriyor. Bu noktada Seul, ABD ve Japonya’nın yanı sıra Çin ve Rusya’nın da sürece destek vermesine önem veriyor. Cumhurbaşkanı Kim Jong-un zamanında Kuzey Kore ve Çin arasındaki ilişkilerin gerilemesi, Seul için bir fırsat penceresi olarak görülüyor. Bu açıdan Güney Kore Cumhurbaşkanı Park Guen-hye’nin ABD’nin itirazlarına rağmen Pekin’deki İkinci Dünya Savaşı anma törenine katılması bu arayışın bir yansıması.

Güney Kore’nin Kuzey Kore ile birleşme arzusu sadece siyasi bir hedef olmayıp aynı zamanda ekonomik bir rasyonaliteye sahip. Seul küresel çapta rekabet gücünü koruyabilmek için daha büyük bir nüfus ve coğrafyaya sahip olmak istiyor. Birleşme hâlinde Seul, ucuz işgücünden faydalanmak için Çin ve Güneydoğu Asya ülkeleri yerine Kuzey Kore’de fabrika açabilecek. Böylece 2002 yılında sınırın kuzey tarafında kurulan Kaesong sanayi tesisinin  benzerleri hayata geçebilecek. Halihazırda Kaesong sanayi tesislerinde işçiler Kuzey Koreli iken mühendis ve yöneticiler sınırdan günübirlik giriş çıkış yapan Güney Koreliler. Seul, birleşme olması hâlinde Kuzey’de yapılacak altyapı yatırımları ve diğer projeler sayesinde yeni bir ekonomik ivme yakalamayı planlıyor.

Mevcut durum itibarıyla Kore birleşmesi konusunda bir öngörüde bulunmak oldukça zor. Kuzey Kore’deki mevcut rejimin bugünkü koşullarda birleşmeye hatta Güney Kore ile ilişkileri normalleştirmeye sıcak bakmadığı bir gerçek. Diğer taraftan Seul hem birleşme ile ilgili stratejiler geliştirmeye devam ediyor hem de birleşmenin sıkıntısız ve daha az maliyetli olması için uluslararası alanda iş birliği imkanlarını genişletiyor. Kısacası Kore Yarımadası’nda zaman Güney Kore lehine işliyor. 


http://www.analistdergisi.com/sayi/2015/10/kore-nin-bagimsizliginin-ve-bolunmesinin-70-inci-yili

..