Necip Hablemitoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Necip Hablemitoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ocak 2018 Çarşamba

PANZER VE KÜRT İSYANI, ALMAN VE AMERİKAN GLADYOLARIN TÜRKİYE SAVAŞI? BÖLÜM 2

PANZER VE KÜRT İSYANI,  ALMAN VE AMERİKAN GLADYOLARIN TÜRKİYE SAVAŞI?  BÖLÜM 2


HERŞEYİN BAŞLANGICI: EFSANEVİ İSTİHBARATÇI TÜRK ÖZEL HARP’E EL ATIYOR 

Yukarıda anlatılan ve Almanların Türkler üzerinden uyguladığı politikalar ne anlama geliyordu? Aşağıdaki hikayede birbirinden bağımsız gibi gözüken olayların aslında ne kadar bağlantılı olduğu anlatılacak. Hikayedeki adli olay gibi gözüken bazı olayların uluslararası güç çekişmelerinin konusu olması ise işin ilginç tarafı. Almanya’da yaşanan Türk ailelerinin kundaklanması olaylarının bu gün hangi politik çekişmelerin sonucu olduğu daha da açıklıklaortaya çıkıyor. Dahası bunlarda Alman derin devletinin parmağı olduğu da artık aşikar. Biz şimdi hikayeyi baştan alalım ve işe ‘efsane’ bir Alman istihbaratçıdan başlayalım. 

Almanların BND’sini ve derin devletini 1952’de kuran Gehlen, tüm NATO ülkelerinde de Gladyoları örgütleyen en derin istihbaratçıydı. Aralık 2000’de açılan CIA’nın gizli belgelerinde Gehlen ve eski Nazi subaylarının hangi örtülü operasyonlar gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Yazılan bilgiler artık açık bilgi olduğundan kolaylıkla ulaşılabilir. Yıllarca kamuoyunun dikkatinden kaçırılan bu bilgilerin yazılmasının gazetecinin çok önemli bir kamu görevi olduğunu düşünüyorum. 

Peki Alman derin devleti Türkiye’ye nasıl girdi ve hangi metodlarla çalıştı ? Aşağıda anlatacağımız öykü Türkiye Özel Harp Dairesi’nin nasıl CIA güdümüne girdiğini anlatıyor. İşin içersinde CIA hizmetine giren bir Alman istihbaratçı bir de Rus kızıl ordu firarisi var. Biz en iyisi hikayeye yine baştan başlayalım. Hikaye Reinhard Gehlen’in CIA’ya sığınmasıyla başlıyor. Henüz 60 yıl once Reinhard Gehlen, Nazi Almanyasının ve Hitler’in Doğu cephesinden ve komünist Sovyetlerden sorumlu casus şefi, 22 Mayıs 1945’de Amerikan ordusunun CIC(Counter Intelligence Corps: Kontra İstihbarat Birlikleri)’ne teslim olduğu ana kadar herhalde hiç kimse Nazilerin bu efsanevi istihbaratçısının kariyerinin geri kalan kısmını düşman örgüt CIA ve onun evsahipliğini yapan ülke ABD ile işbirliğine sarf edeceğini tahmin edemezdi. Bu konuya önümüzdeki bölümlerde derinlemesine gireceğiz. Biz şimdi Gehlen’in Türkiye bağlantısı neydi bu konuya eğilelim… 

80 darbesi öncesi Türkiye’de komünist-ülkücü kavgasında ülkücü saflarında dikkati çeken birisi vardı. Bu isim Murat Bayrak’tı. Ülkücüleri galeyana getirmekle görevli Murat Bayrak, Türkiye’deki tüm faaliyetlerini “Hançer Birliği” adına yürütmüştü. Bayrak, 12 Eylül darbesi sırasında MHP Genel Yönetim Kurulu Üyesi olmasına karşın tutuklanmayan tek isimdi. 
Onun gibi serbest bırakılan diğer isimler de Özel Harpçiydi ve Gladyo’ya çalışıyordu. Yugoslavya göçmeni Bayrak, CIA ajanları olan ve gladyo yapılanmasında kilit rol oynayan Paul Henze ve Frank Terpil’le de bağlantılı idi. Bayrak MHP’den önce Adalet Partisi’nde de milletvekilliği yapmıştı. Diğer yandan, Türkeş’e NATO kamplarında eğitim verilirken, kendi isteği üzerine ‘Ergenekon’ kod adını aldı. Bütün bu bağlantıların öncesine gidecek olursak; 2. Dünya savaşından sonra, Gehlen ile sonradan Alparslan Türkeş’in yakın dostu olacak olan Ruzi Nazar ABD’ye götürüldü. Özbek kökenli Ruzi Nazar, savaş sonrasında Alman ordularına sığınmış bir isimdi. General Gehlen ve Nazar ikilisi, CIA içerisinde görevlendirildi. 

Nazar bu görevde CIA Türkiye İstasyon Şefliği’ne kadar yükseldi. Nazar Enver Altaylı gibi Özbek kökenlileri MİT’de kritik görevlere getirdi. Ruzi Nazar’ın dikey yükselişi gerçekten de incelemeye değer. Nazar İkinci Dünya savaşında Kızılorduda savaşırken Almanlara esir düşen bir Özbekti. Almanların safına geçerek Türkistan taburlarında Kızılorduya karşı savaştı, savaşın sonunda içinde yeraldığı Gehlen Organizasyonu sayesinde kesin ölüm demek olan Ruslara teslim edilmek yerine Gehlen ile birlikte ABD’ye sığındı. Amerikan vatandaşı oldu ve kararlı bir antikomünist olarak CIA'de görev aldı. 1950 sonrası kontrgerilla eğitimi almak üzere ABD’ye gönderildi. Alparslan Türkeş'in de dahil olduğu, Özel harpci seçilmiş Türk subaylarla bizzat ilgilenen eğitimcilerden birisiydi. 1960'larda Türkiye'de görev aldı. 

Türki kökeni sayesinde Ankara'da CIA ajanı gibi değil, Türk bir vatanperver gibi görüldü. 
Bu ekstra güvenle tüm yöneticilerle dost oldu. Türkeş, kendi evinden çok onun evinde kalırdı. Beraber dokuz ışıkçılık oynarlardı. Bu sıkı fıkı ilişki o kadar çok dikkat çekerdi ki, MHP içinden bile itirazlar yükselirdi. Türk antikomünist örgütlenmesi kendisine müteşekkirdi. 
Hatta Türk medyasından bir yazar, kızı `Sylvia Nasar`, filmi oscar ödülü alan `a beatiful mind` romanı ile ünlü olduğunda kızını tanıtma bahanesiyle Ruzi amcaya ve onun Türkiye faaliyetlerine dair, içimizden biri temalı övgü yazıları yazdı. Yazan gazeteci Ergenekon davasında suçlu bulunarak hüküm giyen `Güler Kömürcü`'dür. Ruzi nazar ve kızı Sylvia, Türk gençliğinin ünlü çizgi romanı Yüzbaşı Volkan’da da karşımıza çıkarlar. Çocuk yaşta kadın memesi ile tanıştırarak inkar edilemez bir hizmette bulunan `Yüzbaşı Volkan`'ın bir macerasına konuk olurlar. Bu macerada pos bıyıklı Ruzi ve kızı, Ruzi'nin Kızılordu yılllarından başlayarak yaptığı işleri okuyanı kararlı bir antikomünist yapacak duyarlıkta anlatırlar. Ruzi Nazar'ın CIA ajanı olarak görev yaptığı bir ülkede gençlere meme ve millet bilinci kazandırmak için uğraşan bir çizgi romana konuk oyuncu olarak girmesi onun Türkiye'de ne kadar içselleştirildiğinin komik bir göstergesidir. Bu arada Ruzi Nazar ve Türk Kontragerillasını finanse eden Rockfeller, Özel Harp Dairesi ile özel ilişkiler geliştirdi. Üst düzey subaylarımızı eğittiler, beyinlerinı yıkadılar ve kendi halkını ve dinini dahi düşman görecek kodlarla robotlaştırdılar. (32) 

ALMAN VAKIFLARI VELİ KÜÇÜK’E VELİ KÜÇÜK KİME ? 

Görüldüğü üzere Alman istihbaratçıların CIA adına çalışmaya başlamasının bir çok sonucu olmuştu. Bu sonuçların Türkiye’ye etkisi ise epey fazlaydı. Bu ajanlar sayesinde Türkiye politikalarını rahatlıkla etkileyebiliyorlardı. Aşağıda göreceğimiz gibi ABD etkisinden kurtulma çabaları ise daha sert cezalandırılıyordu. Alman istihbaratı ülkemizde altı vakfı, şirketleri ve 
diplomatik dokunulmazlığa sahip ajanlarıyla mükemmel çalışıyordu. 

Türkiye’de Alman vakıfları ve Alman derin devleti (BND, BKA,GSG9), Türkiye’yi kaos ortamına sürüklemeyi amaç eden Ergenekon’ın tam ortasında, yönetici kısmında yer alıyorlardı. 
Kürt sorununun  siyasileştirilmesi ve Aleviliğin İslam’dan ayrılarak ayrı bir din haline getirilmesi üzerine özellikle yoğunlaştılar. Dünya altın borsasını elinde bulunduran Almanların bir hedefi de Türklerin kendi altın madenini çıkartıp, işlemesini engellemekti. Alman vakıflarının istihbarat faaliyetleri ve altın hesabı konusunda kitap yazan Necip Hablemitoğlu’nu öldürtmesi için Veli Küçük’e kimin emir verdiği ortadaydı! Küçük artık, Almanların sırlarına sahip kilit öneme sahip bir Silivri sanığıydı... 

Peki Alman BND’si nasıl çalışıyordu? 1970 ile 2005 arasında Almanya’da 42 bin 664 kişi, Alman derin devleti için ajanlık, muhbirlik ve köstebeklik yaptı. Bunlar arasında Doğu Alman sayısı 9 bin 822’dir. Yine BND’nini Almanya’da yararlandığı gurbetçi ve ülkemizde kullandığı ajan sayısı onbinleri geçti. Hedefledikleri Türk veya Kürtleri, Alman sempatizanı, etki ajanı ve ücretli ajan yapma kategorileri bulunuyordu. Kadın kullanma, zenginleştirme 
ve kasetli şantaj en fazla kullandıkları yöntemlerdi. Almanlar uzun yıllardır telefonlarımızı dinliyordu. Kimin ne gibi zafiyeti olduğunu, nasıl ele geçirilebileceğini biliyordu. Türkiye’de kullandıkları üst düzey üç ajana verdikleri kod lakap isimler, “ Baron ”, “ Kumarbaz ” ve “ Tilki ” idi. 


SELAHADDİN DEMİRTAŞ’IN MOSSAD’DAN PARA ALDIĞI BELGELENDİ 

Alman derin devleti Türkiye’nin önemli meselelerini karıştırmak için olmadık şeyler yapıyordu. Jürgen Elsasser adında bir Alman yazar sonrasında tüm bu faaliyetlerin CIA güdümündeki Alman derin devletinin işi olduğunu söyleyecekti. Elsasser’in açıklamalarına geçmeden once bu faaliyetlere kısa bir göz atalım. Ülkemizin doğusunda faaliyet gösteren yabancı ajan sayısı beş bini geçiyordu. Almanlar doğu illerimize su arıtma tesisi, küçük baraj-
lar yapma bahanesiyle çok sayıda ajanını yerleştirdi. Bunların pek çoğu Türkçe ve Kürtçeyi ana dili gibi biliyordu. İstihbarat organlarımız, bu 
ajanların çoğunun aslında kim olduğunu kısa sürede fark ediyor, ancak yakalamıyor ve sınırdışı etmiyor veya edemiyordu. 5 Haziran 2011’de rutin dışına çıkılarak 10 yılı Diyarbakır merkezde olmak üzere doğu illerimizde Mossad adına casusluk yapan bir İsrail vatandaşı, askeri istihbarat ve polis ortak operasyonu ile yakalandı. Bu bilgi ve haberi Türk medyasında 
okunamadı çünkü kimseye servis yapılmadı! Özel kaynaklarım vasıtasıyla elde ettiğim bu bilgiyi paylaşmayı tarihe düşülecek bir not olarak görüyorum. Mossad ajanı, ana dili gibi Türkçe ve Kürtçe biliyordu. Sabaha kadar süren sorgu sonrası çözülmüştü. Anlattığı bilgileri hemen yazsaydım 12 Haziran 2011 seçimi yapılamazdı. Konu sadece Yüksek Seçim Kurulu’nun adaylığını iptal ettiği, sonrada yeniden onayladığı adaylardan ibaret değildi. Bölgede milletvekilliğine bağımsız aday olan Kürt kökenli milletvekillerinden bazıları yabancı istihbarat örgütlerine çalışıyordu. Mesela BDP Lideri Selahattin Demirtaş’ın MOSSAD’dan aldığı paralar belgelenmişti. 
Bu bağımsız milletvekili adaylarının kimi sempatizan, kimi etki ajanı, kimi ise kadrolu ajandı. En fazla milletvekili adayı devşiren istihbaratlar Alman BND, CIA ve Mossad idi. Bu adayların bir kısmı parlamentoya girdi ve çalıştıkları yabancı ülkenin politikalarını ülke gündemine taşıdılar. 

Alman derin devleti üzerine yazdığı kitaplarla tanınan yazar Jürgen Elsasser, Almanya ve Türkiye’de 'uyuyan gladyo/kontrgerilla hücreleri' bulunduğunu ve Türklere yönelik cinayetlerde bu hücrelerin parmağı olduğunu savunuyor du. Neo Nazi katillerin daha büyük örgütleri saklamak için kılıf olarak kullanıldığını söyleyen Elsasser net konuşuyordu: 'Hatta hiç Nazi bile olmayabilirler.' Elsässer, “Dönerci cinayetleri”nde ölen Türklerden sorumlu tutulan Neo Nazilerin, gizli servis operasyonları için sahte bir kılıf olduğunu vurguluyordu.. 

Gurbetçi cinayetlerinden sorumlu tutulan iki Alman’ın belki de Nazilikle hiçbir ilgisi bile olmayabileceğini savunan Elsässer, Almanya ve Türkiye’de “uyuyan Gladyo hücreleri” olduğunu ve cinayetlerde bu hücrelerin parmağı olduğundan emindi. Elsässer, bu konuda şunları söylüyordu: ‘8 Türk ve bir Yunan’ın öldüğü Almanya’daki olaylar bir Neo Nazi üçlüsü ile bağıntılıdır. Burada Anayasayı Koruma Örgütü (BfV) adındaki gizli servisin elemanlarını bulmak mümkün. Çılgın Neo Naziler, amacı belli olmayan gizli servis operasyonları için sahte bir kılıftır. Bu seri cinayetlerde elimizde 3 olgu var: Nazi Bağlantısı, Gizli Servis Bağlantısı, Türklerin bağlantısı. 2001 yılının Ağustos ayında bir Türk tanık Alman polisine seri cinayetlerde kullanılan silahı teslim edeceğine dair söz verdi. Anlaşma iptal oldu. 2007 
yılında bu cinayetlerin ardında Diyarbakırlı bir aşireti de içeren bir uyuşturucu meselesi olduğuna dair bir dosya olduğu da yazıldı. Belki Nazi bile olmadılar. Belki de bu üçlünün dönerci cinayetleriyle hiçbir ilişkisi yoktur. Karavanlarında öldürüldüler (karavandan bir adamın çıktığını gören tanıklar var), sonra da ne kadar kanıt varsa bunların bulundukları 
yerlere bırakıldı. Ama bir başka faraziye de mümkün: Bu üçlü hiç Nazi olmadı. Devletin ajanlarıydılar ve sonuna kadar da öyle kaldılar. O nedenle profesyonelce hazırlanmış, devlet istihbaratının kendilerine verdiği sahte kimlik belgeleri bulundu. Bunlar 90’larda sağ çevrelere sızdırıldılar. Ancak hiçbir şey çıkmayınca buradan çekildiler. O zamandan beri de çok başka bir iş üzerinde çalışıyorlardı ve öldürülmeleri bu olaydan kaynaklanıyor olabilir. Bu iş üzerinde hiç konuşulmuyor. Gladyo, Amerikan kontrolünden çıkmak üzere olan ülkeleri ve devletleri istikrarsızlaştırmayı amaçlar. 1970 ve 80’lerde İtalya’daki sahte bayrak operasyonlarıyla Gladio sağ ve sol terör örgütlerini bir kılıf olarak kullandı. (Brigate Rosse) Türkiye ve Almanya kendi yollarını bulmayı amaçladılar. Almanya, Libya savaşında geri durdu. Türkiye ise İran’a karşı saldırıyı engelledi. Gladyo'nun bir çok uyuyan hücresi var. Bence Almanya ve Türkiye’de de mevcutlar. Alman ve Türk gizli servislerindeki Amerikan hücrelerini araştırmalı. Gladio ulusal değildir. Angloamerikan aracıdır. (33) 

Bu gözaçıcı ifşaatdan sonra Alman Kılıç’ı ile Türk Ergenekon’un paslaşması kimseyi şaşırtmayacaktır. 

TÜRK VE ALMAN ERGENEKONLARI ARASINDA İRTİBATLAR 

1990 yılında İtalya'da patlayan Gladio skandalıyla tüm NATO üyesi ülkelerde örgütlendiği ortaya çıkan Kontrgerilla örgütlerinin Batı'yı komünizmden korumak amaçlı hareket ettikleri ve bu amaçla her ülkedeki sağcı-faşist grupların birbiriyle yardımlaştığı anlaşılmıştı. Alman Ergenekonu 1952’de kuruldu, Kuranlar eski Naziler ve General Gehlen’di. 1990 yılında İtalya'da patlayan Gladio skandalı tüm NATO üyeleri gibi Almanya'yı da sarstı. İtalya'daki örgütün adı Gladyo iken Almanya'dakinin adı 'Gehlen Harekatı' idi. Tüm NATO üyeleri gibi Almanya da Sovyet işgaline karşı NATO anlaşmaları çerçevesinde ABD'nin CIA istihbarat servisi öncülüğünde ülkesinde bu gizli örgütlenmeye gitti. Bu örgütün ülke siyasetini yönlendir mek için yürüttüğü illegal faaliyetler aslında ilk kez 1960 yılında faşist özellikli Alman gençlik yapılanması BVJ'ye karşı yapılan bir operasyonla ortaya çıkarılmıştı. Bu örgüt tarafından Alman Komünist Partisi (KPD) ve Alman Sosyalist Partisi’ne (SPD) karşı, aynen Türkiye’de 12 Eylül öncesini hatırlatan şekilde tezgahlar kurulmuştu. Alman Gladyosu bunun için 17 bin üyeli BVJ'yi (Bundes Vaterländischer Jugend / Alman Gençlik Federasyonu) 
kullanmıştı. BVJ aslında paravandı bir yapılanmaydı; arkasında Technischer Dienst (TD-Teknik Hizmetler Birim) vardı. Bu TD, paramiliter bir örgüttü. Ancak Alman muhafazakar CDU Partisi, Amerikalılarla uzun süren görüşmeler sonucu, açılan soruşturmaları durdurdu, herşey örtbas edildi. 12 yıl sonra, 1972’de, ülkenin çeşitli yerlerinde toprağa gömülü silahlar 
bulunmaya başladı. Hükümet panikle, Sovyet işgali gerçekleşirse geriye kalanların bunları kullanacağını ama artık tümünün imha edildiğini açıkladı. Gelin görün ki, 6 Ekim 1981’de Uelzen Kasabası yakınlarında müthiş bir yeraltı silah deposu bulundu. Bunun üzerine BVJ'yi kuran aşırı sağcı Heinz Lembke tutuklandı. Soruşturma Alman polisini 33 ayrı yer altı silah 
deposuna daha götürdü. 13 bin 520 mermi, 50 roketatar, 156 kg patlayıcı ve 258 el bombası ele geçirildi. Soruşturma daha ileriye gitmedi. 9 yıl sonra ise Gladio skandalının patlamasıyla tüm Nato ülkelerinde olduğu gibi örgütün Almanya'daki varlığı da resmen ortaya çıkarıldı. 
Gladyo'nun Alman koluna dair en geniş araştırmaları yapmış olan ünlü Alman araştırmacıgazeteci Leo Müller, "Avrupa’da, şeffaflıktan en uzak, gladyoya en büyük destek veren, başka ülkelerdeki uzantılarıyla bağlantı içinde çalışan tek ülke Almanya’dır" diyor, çok ağır bir suçlama yöneltiyordu. 

Alman İç İstihbarat Servisi (BFV)'nin 2001-2002 raporlarında 'Ergenekon Türk Sağcı Grubu' adıyla yer alan Almanya'da da örgütlenmiş Ergenekon oluşumunun, yapısal olarak Alman faşist gruplarının oluşturduğu derin devlet yapısıyla aynı özellikte olduğu belirtiliyordu. Alman istihbarat raporlarında Ergenekon oluşumu ile ilgili olarak 2001 yılındaki değerlendir-
mede; "Baden Württemmberg'in Mannheim Şehrinde 23-25 kişilik bir oluşumun, Bavyera'nın Nürnberg şehrinde ise 30-35 kişilik yeni bir Türk Milliyetçi oluşumun belirlendiği ve bu oluşumun Ergenekon adında olduğu tespit edilmiştir. 
Bu gurubun siyasi ideolojisi olup olmadığı henüz bilinmemektedir. Ama genellikle Türk Ülkü Ocakları'ndan ayrılan şahıslar bu oluşumun içinde yer almaktadır. Biz muhtemelen bu oluşumdaki şahısların Ülkü Ocakları ile olan ideolojik tartışmalarından ve farklılıklardan ötürü ayrıldıklarını ve böyle yeni bir oluşum kurduklarını düşünmekteyiz" deniliyordu.Azerbaycan-Alman Dostluk Derneği çatısı altında bir araya gelen Almanya'daki Ergenekon oluşumunun Almanya'da da kaos eylemleri planladığı da iddialar arasındaydı. İddiaya göre, Köln şehrindeki Kürt Kültür Merkezi havaya uçurularak olay Türk istihbarat birimlerinin üzerine yıkılmak ve İstanbul Ermeni Patrikhanesi'ne canlı bomba gönderilerek kaos çıkarmak isteniyordu. 

Türkiye’deki Ergenekon davası sürecinde savcılar Almanya’daki bu durumu da göz önüne aldılar. Ergenekon soruşturması sürecinde ortaya çıkan bulgular, örgütün, Kıbrıs ve Azerbaycan'dan sonra Almanya'da da örgütlendiğini gösteriyordu. Sanıkların Almanya'daki güçlü bağlantıları olduğuna dair bulgular savcıların ve mahkeme heyetinin de dikkatini 
çekmişti. Ergenekon davasına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Ergenekon davası sanıklarının Almanya'daki finans kaynaklarını mercek altına aldı. Bu girişim, dikkatleri bir kez daha Alman ve Türk Kontrgerilla örgütlerinin işbirliği iddialarına çevirdi. 2001-2007 yılları arasında, Türk Ortodoks Kilisesi'ne, Noel Baba Barış Derneği'ne, Vatansever Kuvvetler 
Güç Birliği Hareketi'ne veya başkanı Taner Ünal'a, sanıklardan Ümit SayınKemal Kerinçsiz, Sevgi Erenerol ve Veli Küçük'e Almanya'dan herhangi bir ödeme yapılıp yapılmadığının sorulmasına karar veren mahkeme heyeti, ödeme yapılmışsa ödenen meblağ ile ödeme tarihleri 
ve ne şekilde ödeme yapıldığının sorulmasına hükmetmişti. 

Ergenekoncuların 2001'den 2007 yılına kadar Almanya'daki oluşumlardan 1 milyon Euro para yardımı aldığı iddia ediliyordu. Ergenekon sanıklarının banka hesaplarını inceleme altına alan savcılık, Almanya'dan ciddi miktarda para transferi yapıldığı, bazı sanıkların bu ülkeden paravan şirket ve sahte belgeyle para transfer ettiğini belirledi. Ergenekon tutukluları 

Veli Küçük ve Kemal Kerinçsiz'in Almanya'daki Türk düşmanı Nazilerle kurduğu yakın ilişkiler neticesinde, Ergenekoncuların en önemli merkezlerin den Türk Ortodoks Kilisesi'ne 380 bin, Noel Baba Derneği'ne 90 bin, Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi Genel Başkanı Taner Ünal'a 15 bin Avro yardımın yanı sıra, Veli Küçük'e de Hollanda ve Almanya gezileri için para ödendiği ortaya çıkarıldı. Vakit gazetesi, Veli Küçük'e ödenen paraların dekontunu yayınladı. Bu belgelerle, Ergenekoncuların Almanya'dan para aldığına dair iddialar doğruluk kazandı. 

Ergenekon sanığı Kemal Kerinçsiz'in Almanya bağlantıları da gündeme geldi. Büyük Hukukçular Birliği Derneği Başkanı Kemal Kerinçsiz'in bu birliği kurarken Alman NPD Partisi Genel Başkanı Günter Deckert'le internet ortamında tercüman vasıtasıyla irtibata geçtiği ve aynı oluşumu Türkiye'de kurduğu ileri sürülüyordu. Bu iddiaya göre, Günter Deckert, Almanya'da 1994 yılında Türkleri kundaklayan Nazi gençleri mahkemelerde savunmak için Alman Ulusal Hukuk Birliği adında bir dernek kurdu. Bu dernek 1998 yılında Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Kerinçsiz de Büyük Hukukçular Birliği'ni kurarken 2001 yılında Deckert'le mail ortamında iletişim kurdu ve Almanya'daki oluşumun aynısını Türkiye'de kurdu. Ergenekon sanığı Veli Küçük'ün, Alman gladyosunun subaylarıyla buluşup istişarelerde bulunduğu da iddia edildi. Veli Küçük'ün sık sık gittiği Hollanda ve Almanya'da Alman, Hollanda ve Danimarka'dan gelen aşırı milliyetçi kişilerle buluştuğu iddia edilerek, "Bunlardan en ilginç buluşma Mölln ve Solingen katliamlarını organize eden DVU Partisi Genel Başkanı Dr. Gerhard Frey ile buluşmasıdır" deniliyordu. Bu buluşmada, Alman Özel Harp Dairesi'nde (ÖHD) uzun yıllar görev yapan Yarbay Wilhelm Hillek'in de olduğu ifade edilerek "Hillek, Türklerin hepsini karantinaya alalım, Türklerin olmadığı bir Almanya temiz bir Almanya olacaktır sözleriyle tanınıyor" ifadeleri mahkeme kayıtlarına geçti. 

2003 yılında aşırı sağcı bir Alman gazetesinde emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün çarpıcı bir açıklaması yayınlandı: "Türkiye'de En kısa zamanda bir askeri müdahale gereklidir." Küçük, 2007'de başlatılan Ergenekon soruşturmasında tutuklandı. Halen de Ergenekon davasının en önemli sanıkları arasında yer alıyor. Veli Küçük, Alman gazetesine verdiği iddia edilen bu 'darbe yapılmalı' açıklamasını duruşmalarda reddetti ve gazeteye böyle bir demeç vermediğini iddia etti. Ancak Ergenekon davasına bakan mahkemenin yaptırdığı bilirkişi incelemesi haberin yayınlandığını doğruladı. Veli Küçük'ün Alman faşistlerinin önde gelen gazetesi 'National Zeitung'a verdiği ve Veli Küçük tarafından şiddetle yalanlanan “En kısa zamanda bir askeri müdahale gereklidir” beyanını araştıran bilirkişi, ifadelerin gazetede aynen yer aldığını bildirdi. Bilirkişi, 20 Kasım 2003 tarihli Alman National Zeitung gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Dr. Gerhard Frey imzalı makalenin orijinalini temin ederek inceledi. 

Vakit'in ele geçirdiği 1.5 sayfalık inceleme yazısının başlığı ise “Almanları şimdi ne tehdit etmektedir” şeklindeydi. Makalenin sonunda şu ifadeler yer alıyordu: “Biz emekli bir general ile Türkiye'nin durumu hakkında konuştuk. Emekli General Veli Küçük, ‘Türkiye'de 25 yıldır hiçbir askeri el koyma olmamıştır. Bu büyük bir yanlıştır. Fakat gelecek en kısa zamanda bir askeri müdahale gereklidir. Çünkü politik konjonktür bu yöne zorlamaktadır' dedi.” 

Veli Küçük’ün darbe yapılmalıdır ifadelerini yayımlayan National Zeitung, 1951'de Alman Askerleri Gazetesi adıyla kuruldu. 1958'de Gerhard Frey tarafından satın alınan gazete, 1963'te bugünkü adına kavuştu. Aşırı sağ
yayın politikasıyla bilinen gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Gerhard Frey. Aynı zamanda aşırı sağcı Alman Halk Birliği Partisi'nin kurucusu ve lideri olan Frey, yine aşırı sağcı Almanya Milliyetçi Demokratik Partisi ile 2005 seçimlerinde ittifak yapmış, ancak her iki parti yüzde 5'lik ülke barajının altında kaldığı için parlamentoda koltuk sahibi olamamıştı. Veli Küçük ile Alman Kılıç’ın ilişkisi araştırmacı Necip Hablemitoğlu ölümünde belirginleşti. Ölümüne yakın süreçte, Alman Vakıflarının Türkiye'deki nüfuzunu, altın madenlerinin işletilmemesinde bu vakıfların etkisini ayrıntılı inceleyen Hablemitoğlu, Kılıç’ın ölüm listesinde ilk sıraya yükseldi. Ömrünü Alman vakıflarının Türkiye'deki faaliyetlerini araştırmaya adayan ve bu konuda kitaplar yazan Necip Hablemitoğlu sağ gözüne kurşun sıkılarak 2002'de öldürüldü. Cinayetin ardından soruşturma Alman vakıfları üzerinde yoğunlaştıysa da bir süre sonra bundan vazgeçildi. Başbakan Recep 
Tayyip Erdoğan'ın, Alman vakıflarının Türkiye'de iç siyaseti dizayn etmek ve teröre destek vermek amacıyla bazı belediyelere, siyasi partilere ve STK'lara yaptığı hibelere dikkat çekmesi, Necip Hablemitoğlu cinayetini yeniden Türkiye gündemine getirdi. 

Alman Vakıflarının Türkiye'deki nüfuzunu, Türk altın madenlerinin işletilmemesinde bu vakıfların etkisini ayrıntılı biçimde deşifre eden Necip Hablemitoğlu'nun öldürülmesi, Ergenekon kapsamında da soruşturulmaya başlandı. Ergenekon soruşturmasını yürüten İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 18 Aralık 2002’de suikasta kurban giden Ankara Üniversitesi öğretim görevlisi Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu’nun, emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün azmettirmesiyle Osman Gürbüz tarafından öldürüldüğü iddiasına ilişkin dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcıvekilliği’ne göndermişti. Hablemitoğlu dosyasına girecek olan yeni belgeler, ikinci Ergenekon iddianamesinin 124. sayfasında şöyle yer aldı: “Şüpheli Osman Gürbüz’ün, 2002 yılında Necip Habemitoğlu’nun öldürülmesi işini Veli Küçük’ün huzurunda ‘ Gizli Tanık 9’a teklif ettiği, tanığın kabul etmemesi sebebiyle şüpheli Veli Küçük’ün Osman Gürbüz’e hitaben ‘bu iş yine sana kaldı’ dediği, aradan geçen zaman sonucunda şüpheli Osman Gürbüz’ün aynı tanığa ‘Necip Hablemitoğlu’nun paralarını kumar masalarında bitirdik’ diyerek kendisinin bu cinayeti işlediğini itiraf ettiği, bu husustaki evrakın tefrik edilerek Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderildiği anlaşılmıştır.” 

HABLEMİTOĞLU’NA ÖZEL ALMAN TİM 

Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesinin ardından, Ankara’da polise başvuran bir kişi, cinayeti üstlenmiş, azmettirenin İbrahim Çiftçi olduğunu iddia etmişti. İfadesi alınan Çiftçi, kanıt elde edilemeyince serbest kalmıştı. Hablemitoğlu'nun katil zanlısı olduğu iddia edilen İbrahim Çiftçi, İzmir'deki kafesine atılan el bombasıyla öldürülmüş ve bu el bombasının da  Ümraniye' de ele geçirilen 27 adet bombayla aynı kafile numarasına sahip olduğu ortaya çıkmıştı. Bu cinayet üzerine, Çiftçi'nin Hablemitoğlu'nu çetenin talimatıyla vurduğu, ancak parasını alamadığı için itirafta bulunduğu, bu nedenle de çetenin Çiftçi'yi el bombası atarak ortadan kaldırdığı iddia edilmişti. 

Öte yandan Hablemitoğlu cinayetinde bugün Çeçenlere yönelik Rusya'nın yaptığı yargısız infazların bir benzerinin yapılmış olabileceği üzerinde de duruluyordu. Hablemitoğlu cinayetinden 3 gün önce Alman BND bağlantılı 9 kişilik GSG9 timinin İstanbul'a geldiği, bu timin Havaalanı'ndan diplomatik pasaportlarla giriş yaptığı öne sürülüyordu. Ayrı timin Hablemitoğlu öldürüldükten iki gün sonra gizli bir biçimde Türkiye'den ayrıldığı tespit edilmişti. O dönem bu grubun Türkiye'ye neden geldiğinin üzerine gidilemedi. Hablemitoğlu, Alman hükümetinin söz konusu vakıflara doğrudan bütçe ayırdığını ve milyar euroları bulan bu bütçelerin önemli bir kısmının Türkiye'de hibe yoluyla kullandırıldığını da ilk olarak belgeleriyle yazan isimdi. Hablemitoğlu neredeyse dağa çıkan her PKK militanının bu vakıflar tarafından maaşa bağlandığını belirterek, söz konusu hibelerin birtakım sivil toplum kuruluşları ve belediyeler vasıtasıyla örgüte ulaştırıldığını da dile getiriyordu. Ergenekon Terör Örgütü soruşturmasını yürüten İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz, Veli Küçük'ün ifadesini aldıktan sonra İstanbul'da bulunan Almanya Başkonsolosluğu'ndan bir kişi tarafından tehdit edilmişti. 
Başsavcılığı telefonla arayan konsolosluk görevlisi, Öz ile görüşmek istediğini bildirmiş ancak görüşme gerçekleş meyince santral görevlilerine Savcı Öz'ü hedef alan tehditler yağdırmıştı. Telefonda Zekeriya Öz'ü ölümle tehdit eden kişinin Almanya Başkonsolosluğu'ndan aradığı resmi kayıtlarca belirlenmişti. Başsavcılık, konsolosluktan kimin aradığını bulunmak için soruşturma açmıştı. Tüm bu gelişmeler doğrultusunda, Başsavcı Zekeriya Öz'ü Alman istihbaratçıları yada onların görevlendirdiği bir kişinin tehdit etmiş olabileceği üzerinde duruluyordu. (34) 

Gazeteci ve Yazar İbrahim Karagül, Yenişafak’ta Alman Ergenekonu’na ilk dikkati çeken isimlerdendi. Şunları yazdı: Almanya'da Türkler'in oturduğu evler ateşe verildiği günlerde "Alman Ergenekonu"na dikkat çekmiş, bir derin devlet yapılanmasının, sistemik bir odağın, Alman ulusal iç ve dış politikası ekseninde örtülü operasyonlar yaptığını, bu operasyonları 
da aşırı sağ çetelerle kamufle ettiğini ifade etmiştim. 
Evlerin kundaklanmasına ses çıkarmayanlar, "Alman Ergenekonu" ifadesinden son derece rahatsız oldular. Yıllardır dikkatimi çekerdi, izlerdim ama bu olaylardan sonra Alman istihbaratının Türkiye operasyonlarına daha bir dikkatle bakar oldum. (35) Almanya ile Türkiye’nin ekonomik ilişkileri ve bu ülkede yaşayan 3 milyondan fazla gurbetçinin durumu politikacıların ağzını bağlıyordu. Herkes susuyordu. Oysa Türkiye’deki her ekonomik krizde Alman parmağı dikkat çekiyordu. Her fırsatta karamsar Türkiye raporları açıklayarak krizi tetikleyen, yada kriz ortamı hazırlayan 
Deutsche Bank, 1994 ve 2001 krizini de tetikledi. Alman Axel Springer’la (AS) ortaklığı bulunan Aydın Doğan’a ait gazete ve TV’lerinin, Almanya’nın Türk ekonomisini hedef alan operasyonlarıyla paralel yayın yapması dikkatlerden kaçmıyordu. ABD’de başlayıp tüm dünyaya yayılan ekonomik krizin başlarında, Türk ekonomisi için sürekli felaket senaryoları çizen Doğan Grubu’na bağlı gazete ve TV’ler Deutsche Bank’ın felaket raporlarını büyüterek verdi. 
Doğan Grubu’nun Türkiye’deki krizi tetikleyici açıklamalarıyla eleştirilerin hedefi olan Deutsche Bank’la ortak bir şirketi de bulunuyordu. Deutsche Bank ile Doğan Grubu’nun ortaklığında kurulan Türkiye’nin ‘ilk’ konut finansmanı şirketi DD (Deutsche & Doğan) Haziran 2008'de faaliyete başlamıştı. 

Ergenekon davasının ikinci iddianamesinde de yer alan Aydın Doğan’ın Alman istihbaratı ile olan sıkı işbirliği gözden kaçmadı. İddianamede SESAR Başkanı İsmail Yıldız’ın, emekli Tuğgeneral Levent Ersöz’e, “ Aydın Doğan, Alman istihbaratıyla olan ilişkisinin deşifre edildiğini düşündüğü için zor durumda” şeklinde ifadeler kullandığı yer aldı. 3 Nisan 2009’da Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Heinz Fromm imzasıyla Alman İçişleri Bakanlığı ’na gönderilen, “Türk Medyası” başlıklı yazıda, Alman Axel Springer’in ortağı olan Doğan Yayın Grubu’na övgüler dizilirken, ‘dinci’ olarak nitelendirilen Kanal 7 ve Samanyolu TV için “Deniz Feneri e.V davasında Anayasamıza aykırı haberler yayınlamışlardır” şeklinde ifadeler kullanılıyordu. Almanya, hem kendi milletiyle bizim aramızı açan politikalar üretiyor, hem de bizi iç savaşa sürüklemek isteyen İsrail´e en büyük desteği sağlıyordu. 

Almanların pek çok mağduru var ama en meşhuru şüphesiz bir suikata kurban giden Necip Hablemitoğlu’dur. Bir sonraki bölümde Kılıç’ın derin gücü, akıncıları Alman vakıflarının Türkiye’nin iç meselelerine nasıl karıştığını masaya yatıracağız. 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

22 Bahse konu görmek amacıyla 2008 yılı şubat ayında Lice’nin Fis köyüne giderek incelemeler yaptım, halkla yaptığım görüşmede, köy halkının Ermeni asıllı olduğu ve sonradan İslam dinin seçtiklerini müşahede ettim. 
23 Alperener M., PKK terörünün Belçika boyutu, s.18. 
24 Demirkıran S., PKK, İstanbul ,2001, s.103. 
25 Bazı kaynaklara göre ise 7 Temmuz 1979’dır. 
26 Demirkıran, a.g.k., s.103. 
27 Naif Havatme, 17 Kasım 1935 yılında Ürdün’ün Salt şehrinde doğmuş Filistinli politikacıdır. Havatme Grek Ortodoks bir bedevi kabilesinden gelmektedir. 1954 yılında yüksek eğitimine Kahire’de devam ederken, Arap 
Ulusal Hareketi örgütüne katılarak partinin sol kanadında yer almıştır. 1967’de tekrar bu ülkeye dönüp, Filistin Halk Kurtuluş Cephesine katılmıştır. Kurucularından biri olduğu FHKC’den koparak 1969 yılında Filistin'in 
Kurtuluşu İçin Demokratik Cephe’yi (FKDC) oluşturarak, bu Marksist hareketin genel sekreteri olmuştur. 
28 Kotan M., Yenilginin İzdüşümleri, Atina, 2003, s.78.. 
29 http://www.internethaber.com/kemalistlerden-esada-buyuk-destek-381188h.htm 
30 Akçora, a.g.m., s.268. 
31 Alperener, a.g.k, s.26. 
32 Akçora, a.g.m., s.268 
33 Altuğ Y., Terörün Anatomisi, İstanbul, s.100-101. 
34 Kotan, a.g.k., s.81 
35 Berkan İ, “PKK Tarihinden”, Hürriyet, 4-5 Mart 1999 



***

3 Ekim 2017 Salı

ADKF ve TÜRKSOLU'ndan Açıklama - Atatürkçü Gençlere Büyük Tezgah BÖLÜM 2


ADKF ve TÜRKSOLU'ndan Açıklama - Atatürkçü Gençlere Büyük Tezgah BÖLÜM 2


Kontrgerilla Geri mi Döndü?

Sorulara verilecek cevaplar, saldırının bir öğrenci örgütlenmesi boyutunu çok çok aştığını ortaya koymaktadır. Tüm terör örgütleri bir şekilde biraraya getirilmiş, ellerine satırlar verilmiş, saldırı gerçekleşsin diye okulda kimlik kontrolleri kesilmiş, belli okul yöneticileri olayı görmüş ve sadece izlemiştir.

Yani olayın planlayıcısı, hem bu terör örgütlerine hakimdir, hem de üniversitelerde gücü bulunmaktadır. Hatta saldırganlar serbest bırakılmıştır. Demek ki o güç emniyet ve yargı içinde dahi güçlüdür.

Şimdi Türkiye bu karanlık gücü ortaya çıkartmak göreviyle karşı karşıyadır.

Bu büyük organizasyonu tertipleyenler kimlerdir?

Bu karanlık gücün, devlet içinde bir uzantısı var mıdır?

Yetkililer bu soruları yanıtlamalıdır, çünkü olay kontrgerillanın yeniden işbaşına döndüğünü düşündürtecek kadar büyük bir organizasyondur.

10 terör örgütü saldırıyı üstlenen ortak bildiri dağıttı

Şimdi bu karanlık gücü ortaya çıkartmaya yarayacak soruları soralım.

Saldırıdan hemen sonra üniversitelerde altında 10 tane terör örgütünün ortak imzası bulunan bir bildiri dağıtılmıştır. Bildiride ilk imzacı PKK’dır. Bildiride üniversitelerdeki Atatürkçü öğrenciler Ordu’yu savunmakla, YÖK’ü savunmakla ve Kemalist olmakla suçlanmaktadır. Bu suçlamadan sonra ise MGK uzantısı ADKF’yi okula almayacakları belirtilmektedir.

O halde saldırganların hedefi üniversitelerde Atatürk’ü, Türk ordusunu ve YÖK’ü savunan Atatürkçü öğrencilerdir. Ya da Atatürkçü öğrencilerin hedef alınmasının sebebi budur.

Bu Ülkede 15 yıldır Atatürkçüler öldürülüyor

Olaya bu çerçeveden bakınca, yaşanan saldırının gerçek boyutu ortaya çıkar.

Türkiye’de çeşitli etnik bölücü ve dinsel bölücü terör örgütleri 1990’lardan beri terör saldırıları düzenlemektedir. Bu saldırıların başlangıcı Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kurucusu Prof. Dr. Muammer Aksoy’un öldürülmesiydi. Daha sonra Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı öldürüldü. En son geçtiğimiz yıl Dr. Necip Hablemitoğlu öldürüldü. Arada saymadığımız isimleri de buna ekleyelim.

Ve soralım; burası nasıl bir ülkedir ki bu ülkede Atatürkçüler onbeş yıldır teker teker öldürülmektedir?

Bu ülkede neden sadece Atatürkçüler öldürülmektedir?

Türk devletinin direnç noktalarına planlı saldırı

Sorunun cevabı basittir. Öldürülenlerin kimliği tektir, hepsi Atatürkçü, hepsi bölücülüğe karşı, hepsi Türkiye’nin ulusal birlik ve bütünlüğünden yana insanlardır. Hepsi emperyalizme karşıdır ve hepsi emperyalizmin çeşitli terör örgütlerini kullanarak Türkiye’yi bölmeye çalıştığını düşünmekte ve buna karşı çıkmaktadır.

Yani hedef doğru seçilmektedir. Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü savunan bir Atatürkçü aydın kuşak vardır ve bunlar toplumda çok etkilidir. Bunlar o nedenle ortadan kaldırılmalıdır. Ve kaldırılmıştır da. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’ni savunacak kaç aydınımız kaldı ki geriye?

Bu terör saldırılarına bir önemli saldırıyı daha ekleyelim: Eşref Bitlis suikasti. Bilindiği gibi Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis de PKK’yı bitirecek bir plan üzerinde harekete geçeceği sırada uçağı düşürülerek öldürülmüştü.

Dikkat edilirse Türk devletinin direnç noktalarına yönelik bir planlı saldırı sözkonusudur. Bu saldırının hedefi Atatürkçüler ve Jandarma Genel Komutanı’nın şahsında Türk ordusudur. Saldırılar Türk devletini savunmasız bırakma amaçlıdır. Nitekim Türk devletini savunan etkili isimler öldürülerek ortadan kaldırılmaktadır.

Muammer Aksoy, Uğur Mumcu, Eşref Bitlis ve en son Necip Hablemitoğlu...

Terörist örgütler tarafından katledilen Atatürkçü aydınlardan sonra sıra Atatürkçü gençlere mi geldi?

Yeni Hedef Atatürkçü Gençler

En son PKK bildirisi, bu suikastlerin yeni hedefini göstermektedir: Atatürkçü gençler.

Türkiye’nin Atatürkçü aydınları öldürülmüş ve sıra Atatürkçü gençlerine gelmiştir. Çünkü bu Atatürkçü gençler tıpkı öldürülen Atatürkçü aydınlar gibi Türk devletini savunmaktadır. Üstelik üniversitelerde çoğunluk olmuştur bu gençlik. Durum o kadar vahimdir ki neredeyse terör örgütleri okularda iş yapamaz duruma gelecektir. Bunlar terör örgütlerinin bildirisinde yazanlar. Ve ekliyorlar bu Kemalist baskıyı kıracağız!

Şimdi Türk aydını ve Türk milleti büyük bir sorumluluk altındadır. Türkiye Atatürkçü aydınlarına sahip çıkamamış ve onları terör örgütlerine yem etmiştir. Sırada Atatürkçü gençler durmaktadır, onlar da yem olursa, bu devleti savunacak hiçkimse kalmayacaktır!

Tarih, ders alınacak olayları ortaya koymaktadır. Oyun büyüktür, Türkiye’yi dayanıksız bırakma tezgahıdır, bu oyun için irili ufaklı terör örgütlerinin kullanılıyor olması olayın büyüklüğünü gözlerden kaçırmamalıdır. Nitekim Türkiye tarihinde olmayan tüm terör örgütlerini birleştiren güç, gerçekten çok kudretli olmalıdır.

Barbaros Bulvarı’nda elinde satır ve döner bıçağıyla Atatürkçü gence saldıran o maskeli terörün ardındaki güç, dün Muammer Aksoy’u, Uğur Mumcu’yu, Eşref Bitlis’i öldüren güçtür!

Hedef Türk devletidir, saldırgan maskeli terör örgütüdür ama maskenin ardında Türk devletini güçsüz düşürmek isteyen büyük devletler vardır. Bu organizasyonun hangi büyük emperyalist devletin eseri olduğunu ortaya çıkartmak da Türk devletinin görevidir.

Atatürkçü gençleri basın yoluyla öldürme girişimi

Peki organizasyon başarılı olabilmiş midir? Hayır! Çünkü öldürülmek istenen ve bu ölümden sonra dağılması planlanan Atatürkçü gençler, direnmiş ve ölmemiştir.

Dahası Atatürkçü gençleri, çatışma ortamına çekme ve gençliği terörize etme çabası da sonuç vermemiştir. Atatürkçü gençler büyük bir olgunlukla, bu oyuna gelmeyeceklerini açıklamışlardır.

İşte bu nedenle ölmeyen Atatürkçü gençleri basın yoluyla öldürme görevi başta Hürriyet gazetesi olmak üzere medyaya devredilmiştir.

Son 15 günün gazeteleri ve televizyonları birer belgedir. Bunca yıldır mücadele eden, Türkiye’nin en çok okunan fikir dergisini çıkartan Atatürkçü gençler ilk defa basına girebilmiştir, hem de manşetlerden! Basının saldırıyı veriş tarzı anlamlıdır, saldırıya uğrayan Atatürkçü gençler ismi cismiyle anılmakta ama saldırganın kimliği gizlenmektedir. Yani terör örgütü PKK’nın Barbaros Bulvarı’nda başaramadığı linç girişimi gazete sayfalarına taşınmıştır.

Saldırının Başında Hürriyet gazetesi var

Saldırının başını Hürriyet gazetesi ve Ertuğrul Özkök çekmektedir. Özkök bizzat kendisi iki yazı yazarak Atatürkçü gençleri karalamaya çalışmıştır. Önerisi ise Atatürkçülerin Mustafa Kemal’in kalpağına sahip çıkmaktan vazgeçmesidir. Ona göre Atatürkçüler kalpağı sahiplenmekten vazgeçirilmelidir. Çünkü kalpak doğrudan emperyalizmi hedef alan bir Kuvayı Milliye sembolüdür.

Saldırıyı bölücü örgütün gazetesi devam ettirmektedir. Onlara göre Atatürkçü öğrencilerin tavrı ile Türk Ordusu’nun tavrı aynıdır. Türk Devleti “gerillaya” operasyon düzenlerken okullarda da Atatürkçü öğrencileri PKK’nın üzerine sürmektedir.

Şeriatçı gazeteler de saldırıya katılmaktadır. Onlara göre saldıran PKK değil Atatürkçülerdir. Atatürkçü öğrenciler okullardan uzaklaştırılmalıdır.

Türk milleti Atatürkçü evlatlarına sahip çıktı

Tüm bu yayınların amacı, toplumun gözbebeği Atatürkçü gençleri, çatışan bir taraf olarak gözden düşürmektir.

Ancak bu oyun tutmamıştır. Çünkü insanımız medyanın sandığı gibi aptal değildir. Türk milleti bu saldırının kendi evlatlarına karşı olduğunu görmüş ve Atatürkçü gençlere sahip çıkmıştır.

Bunun ufak bir kanıtı TÜRKSOLU’nun son sayısında yayınlanan destek mesajlarıdır. Türkiye’nin dörtbir yanından binlerce yurttaşımız saldırıyı duyar duymaz Atatürkçülerin yanına koşmuş onlara siper olmuştur.

Bunun böyle olması da gayet doğaldır. Çünkü bu millet nice değerli evladını teröre şehit vermiştir ve daha fazlasını vermek niyetinde değildir. Türkiye’nin en önemli gerçeği belki de şudur: Türk milleti basına hiç inanmamaktadır ve onun yazdığının tam tersinin doğru olduğunu bilmektedir. O nedenle basın saldırısı Atatürkçü gençlerin haklılığını ortaya koyan yeni bir kanıt olmaktan öte bir işe yaramamıştır.

Son Tezgah: Ceviz Kabuğu

    Medya saldırısı da püskürtüldükten sonra yeni ve pis bir tezgah daha kurulmuştur. Ceviz Kabuğu Programı yapımcısı Hulki Cevizoğlu kullanılarak saldırı karşısında bölücü teröre karşı tekvücut olan Atatürkçüler arasında bir çatışma yaratılmak istenmiştir.

Program organizatörü TÜRKSOLU’nu arayarak bizimle program yapmak istediklerini söylemiş ve bizim dışımızda hiçbir konuğun olmayacağını söylemiştir. Biz istiyorlarsa karşımıza PKK’lıları çıkartabileceklerini ve onlara karşı kendimizi savunabileceğimizi belirttik. Onlar sadece bizim fikirlerimizle ilgilendiklerini, bu fikirleri tartışmak istediklerini hatta yaşanan saldırıyı bile konuşmak istemediklerini söylediler. Bunun üzerine programa katılma kararı aldık.

Program günü ADD Genel Başkanı sayın Halil İbrahim Şahin’in de programa konuk olacağını öğrendik. Buna itiraz etmedik, çünkü kamuoyu önüne ADD ile birlikte çıkmak ve Atatürkçülüğü birlikte savunmak çok iyi bir fırsattı.

Hulki Cevizoğlu Atatürkçüleri birbirine düşürmeye çalıştı,

Programın hemen öncesinde Hulki Cevizoğlu’na Atatürkçüler arasında bir çatışma yaratmak niyetinde ise buna katılmayacağımızı ve böyle bir durumda programı terk edeceğimizi belirttik. Sayın Halil İbrahim Şahin’e de böyle bir durumda bu tür saldırılara cevap vermeyeceğimizi ADD Genel Başkanı olarak sözü kendisine bırakacağımızı söyledik.

Fakat programın ilk dakikalarından itibaren bir tezgahla karşı karşıya olduğumuzu anladık. Çünkü Hulki Cevizoğlu, ADD Genel Başkanı’nın TÜRKSOLU ve ADKF’yi niye desteklediğini sorgulamaya başlayarak, sayın Halil İbrahim Şahin’den alehimizde söz almaya çalıştı. Şahin, Cevizoğlu’nun bu oyununa gelmedi. Bunun üzerine Cevizoğlu, ADD Diyarbakır Şubesi’nin TÜRKSOLU ve ADKF’yi karalayan bir faksını okuyarak şu görüntüyü yaratmaya çalıştı: ADD Genel Başkanı TÜRKSOLU ve ADKF’yi desteklemektedir ama ADD şubeleri karşıdır.

Bunun üzerine biz bu tartışmaya taraf olmayacağımızı belirttik. Halil İbrahim Şahin ise herkesin iddiasını ispatlamak zorunda olduğunu, ispatlanmayan iddialara ise kimsenin ve ADD Yönetimi’nin de prim vermeyeceğini belirtti.

Olayın bununla kapanması gerekirken, Hulki Cevizoğlu, tam bir saat ADD Başkanı’nın örgütüne hakim olmadığının, ADD’nin bölündüğünün propagandasını yaparak Halil İbrahim Şahin’i sıkıştırmaya çalıştı.

Programı neden terkettik?

Biz ise kamuoyu önünde Atatürkçüler birbiri ile çatışıyor görüntüsü yaratmak niyetinde olmadığımızı, bize karşı çıkan başka Atatürkçüler var ise bunlarla kendi aramızda konuşarak sorunlarımızı halledebileceğimizi söyleyerek programı terk ettik.

Programı terketmemizin ne kadar doğru olduğu hemen ortaya çıktı. ADKF düşmanlığından başka söyleyecek tek kelime bulamayan iki kişi çıkarak ADKF alehinde yarım saat propaganda yaptı, bu yetmiyormuş gibi Hulki Cevizoğlu alehimizde propaganda yaptı.

Bu son program, tüm Atatürkçülerin de gördüğü gibi tam bir tezgahtı. Önce ADD Genel Başkanı ile ADKF ve TÜRKSOLU karşı karşıya getirilmeye çalışıldı, bu tutmayınca, ADD’nin bir şubesi kullanılarak ADD içinde çatışma var görüntüsü yaratılmaya çalışıldı. Kendimizi savunmaktan vazgeçmek pahasına bu oyuna dahil olmayarak gerek ADD’ye gerek Atatürkçülere karşı sorumlu davrandığımızı düşünüyoruz.

PKK’nın Yanında Atatürkçülere saldıranlar

Fakat burada da cevaplanması gereken sorular olduğu ortadadır.

Öncelikle PKK ve diğer terör örgütlerinin Atatürkçü gençlere saldırısının hemen ardından, yaralananların Atatürkçü insanlar olduğunu göre göre, bir geçmiş olsun bile demeden sevinen ve ADKF’ye saldırı bildirisi yayınlayacak kadar saldırganlaşan bir takım insanlar olduğu ortaya çıktı.

Tüm Atatürkçüler PKK’nın yanında ADKF’ye saldırmanın ne büyük bir insanlık suçu olduğunu görmelidir. Atatürkçülerle PKK’lılar arasındaki mücadelede PKK’nın yanında açıktan yer alan bir anlayış daha ne kadar kendini Atatürkçü olarak sunabilecek?

Kaldı ki bu küçük grubun tüm iddiaları şeriatçı Vakit ve Zaman gazeteleri tarafından bir hafta boyunca tam sayfa verilmiştir. Vakit’in yazdıkları ile bu grupçuğun yazdıkları kelimesi kelimesine aynıdır. Vakit’in haber kaynağı olmak bir Atatürkçü’nün işi midir?

Aynı grupçuk, ADD Diyarbakır şubesini öne sürerek, ADD Genel Merkezi’ni kamuoyu önünde zor durumda bırakmaktan da geri kalmamıştır. Kendi derneğini televizyon önünde karalamaya çalışan bir anlayış, ADD içinde daha ne kadar barındırılacak?

Hulki Cevizoğlu’nun Atatürkçülere tezgah kurmasının şu veya bu şekilde aktörü ya da figüranı olmak, Atatürkçülerin yapacağı bir şey olabilir mi?

İçimizdeki hainler

Televizyonları izleyen herkes, küçük bir grubun, tek bir ADD şubesini kullanarak, hem ADD Genel Merkezi’ne, hem de ADKF ve TÜRKSOLU’na savaş açtığını gördü. Dahası bu oyunun, bu tezgahın kurulmasının bu grupçuğun eseri olduğu da ortaya çıkmış oldu. Yani Cevizoğlu’nun arkasına saklanarak Atatürkçülüğü yıpratmaya çalışanların kimliği bizzat televizyon ekranlarından apaçık ortaya çıktı.

Anlaşılan bu grupçuk, ADD Yönetimi’nde bir kişi ile, ADD Gençliğinde bir kişi ile ve ADD Diyarbakır şubesi ile, derneğin genel tavrının aksine bir örgütlenme içine girmiştir. Girmekle kalmamış dernek içinde tartışmaya açmadıkları iddialarını basına yollamaktadırlar. Bu, bir derneğin, hele hele Atatürkçü bir derneğin kabul edebileceği bir ahlaki davranış olabilir mi?

Bilindiği gibi Atatürk gerek Bağımsızlık Savaşı’nı verirken gerek Devrimleri yaparken, nasıl olmuşsa onun etrafına yerleşmiş bir kısım hainler, onu yıpratmaya çalışmış, onun kuyusunu kazmaya çalışmıştı. Yıllar sonra Atatürk’ün adını yaşatan bir dernekte aynı hain zihniyetin ortaya çıkması Atatürkçülerin içlerine sindirebileceği, görmezden gelebileceği bir ihanet olabilir mi?

Atatürkçüler teröre karşı vatanını savunur

O grupçuğun sözcüsü, bizzat televizyondan üniversitede ilk defa terör örgütlerinin Atatürkçülerin alehinde çalıştığını ve ilk defa Atatürkçülerin terör örgütlerine hodri meydan dediğini söyleyerek suçlamaya kalkışmıştır. Bu nasıl bir zihniyettir ki Atatürkçüler terör örgütleri ile mücadele ederken terör örgütlerini değil Atatürkçüleri suçlayabilmektedir?

Yıllar sonra terör örgütleri bize saldırıyorsa, bu Atatürkçüler güçlendiği içindir. Nitekim terör örgütleri bunu söylemektedir. Onlar Atatürk’ün ve Atatürkçülerin olmadığı bir üniversite istiyorlar ve bize o nedenle saldırıyorlar. Bizler de Atatürkçü gençler olarak, canımızdan başka verecek bir şeyimiz yok o da Atatürk’e feda olsun diyoruz!

Bu ülkenin bölünmez bütünlüğünü savunmak en başta Atatürkçü öğrencilerin görevidir. Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ortada, Bursa Nutku ortada! Hem Atatürkçü olacağım hem de teröre karşı mücadele etmeyeceğim demek olabilir mi?

Hadi diyelim siz korkuyorsunuz, bırakın bari korkusuz Atatürkçüler mücadele etsin. Terörle mücadele etmemiz sizi niçin bu kadar rahatsız ediyor?  

....

Atatürkçülere Akıl vermeye Cüret eden
Kemal Yavuz 
kimdir?

Atatürkçü gençlik sokağa dökülmez..Demiş..,

Karamehmet’in kendisine lütfettiği köşeden Atatürkçü gençlere Atatürkçülük öğretme cüretini gösteren Kemal Yavuz, emekli bir askerdir. Her nasılsa Ordu içinde Orgeneralliğe kadar yükselebilmiştir. Emekli olduktan sonra ise onlarcasını CNN-TURK türü kanallarda gördüğümüz general eskileri ne yaptıysa o da onu yapmıştır.

Apoletlerini söker sökmez bir holdingin maiyetine girmiş, Rahmi Koç’un vasiyeti üzerine Maret’in yönetim kuruluna kabul edilmiştir. Boş zamanlarında Müdafaa-i Hukuk adlı Atatürkçü dergiye yazılar yazmış, onun kadrosuna katılmıştır.

Patronu Rahmi Koç’un Yunanistan’la kurduğu garip ilişkiler Müdafaa-i Hukuk’ta haber olarak yer alınca istifa etmiştir. İstifa metninde bir zamanlar yazı yazdığı dergiyi servet düşmanlığıyla suçlamıştır.

Türkiye general eskilerini özellikle Irak savaşından dolayı çok yakından tanıyor. Bunlar emekli olur olmaz kapağı bir holdinge atarlar, ardından da televizyonlara çıkıp Amerikancı yorumlar yaparlar. Kemal Yavuz da Irak’a saldırı boyunca televizyonlarda Amerikalılara akıl hocalığı yapmıştır.

PKK’lılar Atatürkçülere saldırırken Türk Ordusu’nda bir dönem generallik yapmış birisi tutup Atatürkçülere saldırırsa bu Türk ordusu açısından son derece üzücü bir durumdur.

Ancak Türkiye Kenan Evren gibi Atatürkçüleri nasıl dikkate almıyorsa Onu da almıyor. O nedenle gazetemizde ona bu kadarcık bir kutu açmakla yetindik. 
Kendi propagandasını, Apo’ya gül vermekle tanınan dergiden okuyabilir. Kendisne hayatta başarılar diliyoruz... Dilerse beşinci sayfamızdaki Atatürk’ün Bursa Nutku’nu  okuyabilir.

Atatürkçü gençlik sokağa dökülür..,

Aynı tür iddiayı bir gazetemizde emekli general Kemal Yavuz da öne sürdü. Ona göre Atatürkçüler sokağa dökülmezmiş! Emekli generalimiz belki bilmiyordur ama Atatürk’ün gençliğe emridir gerekirse sokağa dökülmek. Nitekim 27 Mayıs Devrimi Atatürkçü gençler sokağa döküldükten sonra oldu. Gençlerin sloganı Ordu-Gençlik eleleydi, ordunun sloganı da!

Hadi diyelim tarih bilgisi kıt, ya 28 Şubat’ı da mı unuttu? O gün televizyonda gördüğü gençlerin, 28 Şubat öncesi okullarda şeriatçı teröre karşı duran gençlik olduğunu bilmiyor mu?

Şimdi ordudan emekli olmuş bir eski general bize kızıyor. Niye kızıyor anlamadık. Bölücü örgüte karşı çıkan, o örgütün satırlı saldırısına uğrayan Atatürkçü gençlere saldırmak, Türk ordusunda görev yapmış birinin işi olmamalıydı, Türk ordu tarihi bu yazıyı kara bir leke olarak kaydedecektir.

ADD’ye düşen görev

Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Merkezi ve Genel Başkanı sayın Halil İbrahim Şahin ve ADD’nin burada adını sayamayacağımız onlarca şubesi, bu saldırı sırasında gereken Atatürkçü tavrı ortaya koymuş ve bizi desteklemiştir.

Bizlerin bugüne kadar hiçbir grup ya da kişi alehinde, kötü bir söz bile söylemediğini binlerce ADD’li çok iyi bilir.

Ve yine bizim ADD’nin tüm faaliyetlerine yardımcı olmak için çaba gösterdiğimiz, bunun karşılığını beklemediğimiz, hele hele ADD içinde bir örgütlenme yürütmediğimiz, hiçbir yerde yönetici görevlere talip olmadığımız çok iyi biliniyor.

Atatürkçü gençlik, üniversitelerde Atatürkçülüğün yayılması için mücadele etmektedir. Bunun dışında ADD ile omuz omuza mücadele etmektedir.

Bizler ADD içinde hizip örgütlemek, yönetim içinde çatlaklar yaratmak, ADD yöneticilerini birbirine çekiştirmek gibi küçük oyunlarla uğraşmamaktayız. Bu son tezgah, bu tür küçük hesap peşinde koşanların gerçek niyetini ortaya koymuştur. Bundan sonra bu grupçuğa daha fazla müsamaha gösterip göstermeyeceği ADD yönetimine kalmış birşey.

Fakat bu grupçuğun okullarda terör örgütleri ile ADKF alehinde yaptığı işbirliğinin, şeriatçı gazetelere jurnallerinin hesabını da en başta Atatürkçü kamuoyunun vicdanı verecektir. Buna da güvenimiz tamdır.

Atatürkçü gençliği savunmak vatanı savunmaktır

Sonuç olarak tüm Türk milletini ve özellikle Atatürkçü yurttaşlarımızı, oynanan oyun konusunda uyanık olmaya çağırıyoruz. Oyun Türkiye’miz üzerinde oynanmaktadır. Adı Sevr’dir.

Atatürkçü gençlik bu plana karşı engel haline geldiği için saldırıya uğramaktadır.

Bugün Atatürkçü gençliği savunmak o nedenle vatanı savunmaktır. Nitekim Atatürkçü gençlerin yaptığı tek şey de vatan savunmasıdır.

Atatürk gençliğini ne terör örgütlerinin satırlı saldırıları, ne basının tezgahları durdurabilir.

Atatürkçü gençlik bu saldırılardan çok geçmiştir.
Bu tezgahlara karşı da uyanıktır.
Bizi durdurabilecek ne bir terörist saldırı ne de tezgah olabilir.


http://www.turksolu.org/31/aciklama31.htm

***

ADKF ve TÜRKSOLU'ndan Açıklama - Atatürkçü Gençlere Büyük Tezgah BÖLÜM 1


ADKF ve TÜRKSOLU'ndan Açıklama - Atatürkçü Gençlere Büyük Tezgah BÖLÜM 1


26.05.2003/Sayı:31

ADKF ve TÜRKSOLU'ndan açıklama
Atatürkçü gençlere büyük tezgah

Atatürkçü gençlere PKK saldırısı

PKK önderliğindeki terör örgütlerinin üniversitelerdeki Atatürkçü gençlere yönelik fiili saldırısı, medya organlarına yerleştirilmiş karanlık odakların tetikçilerinin karalama kampanyası ile devam ediyor. Son 15 günün gazete manşetlerine bir bakmak saldırı kampanyasının boyutunu anlamaya yeter. En son Ceviz Kabuğu programında kurulan ama Atatürkçü gençlerin farkına vararak düşmedikleri tezgah, hem Atatürkçü gençler için hem de Türk milleti için bir uyanma çağrısı olmalıdır.

Atatürkçü gençlere saldırı basında “sol içi çatışma” olarak yansıtılmaya, karşılıklı çatışan iki öğrenci grubu varmış gibi gösterilmeye çalışıldı. Gerçi televizyon ekranlarında olayı izleyenler için herşey açıktı; bir tarafta ellerinde satırlar ve döner bıçakları olan 200 kişilik bir güruh, diğer yanda savunmasız otuz kişilik bir grup. Dolayısıyla, bir çatışma değil Atatürkçü gençlere yönelik bir saldırı olduğu kolaylıkla anlaşılabildi.

Ancak burada olayın saldırı boyutunu değil, bu saldırının ardında yatan nedenleri ortaya koymaya çalışacağız.

İşte Atatürkçülere saldıranlar

PKK, DHKP/C, MLKP, TKP/ML-TİKKO, TKP-Kıvılcım, TİKB, TKİP, Kaldıraç, Devrimci Parti Güçleri, Öğrenci Konseyleri, Devrimci Mücadeleci Gençlik: (ortak bildiri)

MGK Uzantısı ADKF Üniversiteden Defol!

İstanbul Üniversitesinde geçen hafta çarşamba günü başlayan ve yaklaşık bir hafta süren çatışmalar üzerine yoğun bir manipülasyon yapılmış ve halen de yapılmaktadır. Devletin ve medyanın gerçeklerle hiçbir alakası olmayan bu karalama kampanyası, üniversitelerdeki devrimci, yurtsever öğrenciler başta olmak üzere, öğrenci hareketimizin bütününe dönük yürütülen MGK güdümlü bir politikadır. Bu politika polis-idare-ADKF işbirliğinde üniversitelerdeki kışla düzenini, polis işgalini ve antidemokratik uygulamaları derinleştirmek amacıyla hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Ancak devrimci, yurtsever öğrencilerin kararlı tutumu MGK politikalarını boşa düşürmüş, başta ADKF çetesi olmak üzere, polis ve üniversite idaresi karşısında öğrenci hareketimiz bir bütün olarak net bir tavır almıştır.

Bu açıklama başından sonuna sürecin hem politik hem de pratik olarak sorumluluğunu üstlenmiş, bundan sonra da bu kararlılık içerisinde bulunacak örgütlerin, kurumların ve grupların ortak deklarasyonudur.
(Bu bildiri tüm üniversitelerde dağıtıldı!)

DHKP/C

ADKF, Genelkurmay’ın polisin ve üniversitelerde rektörlerin himayesinde bir çetedir. Devrimci, demokrat, islamcı, muhalif gençlik örgütlenmelerinin karşısına, “devletin gençlik örgütlenmesini” oluşturmak üzere arenaya salınmıştır.

MLKP

Politik amacı bir askeri cunta kurulmasını sağlamak olan, Irak savaşı süresince sıkça Kürt düşmanı bildiriler dağıtan, orduyu Kuzey Irak’ı şgal etmeye çağıran bu şovenist grup, “Atatürkçü Düşünce Kulüpleri Federasyonu” (ADKF) adı altında örgütleniyor ve bulunduğu üniversitelerde rektörlerin yoğun desteğini alıyor.

TİKB

Kesinti vermeden süren kovalamacanın sonucunda Barbaros Bulvarı’na gelindi. Burada devrimcilere taşlarla karşılık vermeleri üzerine devrimciler Mecidiyeköy istikametindeki yolu keserek trafiği durdurdular ve taş ve sopalarla saldırıya geçtiler. Atılan taş, bardaklar vs ile yaralanan ADKF’lilerin başında bekleyen diğerleriyle devrimciler sıcak temasa girdiler. Bu sırada kurtulabilen ADKF’liler kurtuluyor, kurtulamayanlar ise dövülerek cezalandırılıp bir kenara bırakılıyordu. Barbaros Bulvarı’nda 4 kez sıcak temasa girildi. Her seferinde de ADKF çetesi ağır kayıplar vermek zorunda kalarak geri çekildi.

TKP

Olaylar, “Türk Solu” adlı dergiyi çıkaran büyük çoğunluğu okul dışından 60 kişilik milliyetçi bir grubun solcu öğrencilere müdahale etmek amacıyla okula girmek istemesiyle başlamıştır.

Doğu Perinçek:

Olayların patlama noktası Gökçe Fırat Çulhaoğlu’nun liderliğini yaptığı ADKF’li öğrencilerin, devrimcilerin afişlerinin üstüne kendi afişlerini basmasıydı.

ÖDP

Dün olduğu gibi bugün de hedeflenen gelişen, büyüyen, muhalefete set vurmaktır. Bu eylemleri gerçekleştirenlerin kmlikleri bazen İslamcı, bazen Milliyetçi ve bugünlerde yaşandığı gibi bazen de “Solcu” olabiliyor. Bugün yaşananlar zorba bir zihniyetin üniversitelerdeki demokratik muhalefete yaptığı bir saldırıdır. Bilinçli ve maksatlıdır. Gelişen büyüyen üniversite muhalefetine çekilmek istenen setin bugünkü ismi “Türk Solu”dur.

EMEP

Biz Emek Gençliği olarak öğrencilere yöneltilmiş saldırganlığı kınıyor, ADKF-TÜRKSOLU’nun yarattığı terörü, üniversiteye ve bilime yapılan bir saldırı olarak görüyoruz.

Bu Kadar Terör örgütünü kim Birleştirdi?

Saldırgan grubun başını PKK çekiyor. Dev-Sol, MLKP, TİKKO ve adını sayamadığımız irili ufaklı 10’dan fazla terör örgütü onu takip ediyor. TKP, EMEP, SDP ve ÖDP gibi yasal partiler de bu terör koalisyonuna destek veriyor. Topladığımızda tam 20 grup ediyor.

Burada hemen şu soru akla geliyor; Türkiye’de legal görünümlüden illegaline tüm bu örgütleri birleştiren şey ne? Türkiye’deki solu az çok tanıyanlar çok iyi bilir, Türkiye tarihinde bu kadar grubun bir araya geldiği, hele hele birlikte bir saldırı örgütlediği görülmüş şey değildir. Bu tür gruplar, geçmişte ülkücülerle kavga ederken bile bu şekilde birleşmemişlerdi. O halde bunca yıllık tarihte olmamış olayı gerçekleştiren ve tüm bu grupları Atatürkçü gençlere karşı birleştiren kimdir?

İşte bizim açımızdan önemli olan ve cevaplanması gereken soru bu.Fakat burada hemen bir ayrıntı ile olayın gerçek boyutunu da ortaya koymak gerek. Türkiye tarihinde hiç olmamış bir şey daha bu saldırıda gerçekleşti. İlk defa kendine solcuyum diyen bu örgütler, ellerine satır ve döner bıçaklarını aldılar. Daha önce karşılarında satırlı ülkücü gruplar varken dahi eline satır almayan bu gruplara, Atatürkçü gençlere saldırmaları için o satırları kim verdi?

Dahası saldırının boyutunun iyi bilinmesi gerek. Terör örgütleri öldürmek için saldırdı

O gün okula giden Yıldız Teknik Üniversiteli 30 kadar Atatürkçü genç okula girer girmez, hazırlıklı bekleyen yaklaşık elli kişilik bir grubun saldırısına uğruyor. Atatürkçüler saldırıyı püskürtüyor. Olayın hemen ardından polis okula geliyor. Ama buna rağmen bu terör örgütlerinin adamları okula gelmeye başlıyor ve saldırganların sayısı 100’ü geçiyor. Atatürkçü öğrenciler okulu terkederek saldırının hedefi olmak istemiyor ve okuldan çıkıyor.

Ancak okul çıkışında polis tarafından engel olunmayan 100 kişilik saldırgan grup taş atarak saldırmaya başlıyor. Atatürkçü öğrenciler yaklaşık 15 dakika bu saldırganlara direniyor hatta saldırganları kovalıyor.

Fakat o 15 dakika içinde yaklaşık bir 100 kişi daha geliyor ve saldırganların sayısı 200’ü aşıyor. İyice kalabalıklaşan grup yeniden saldırıya geçiyor. Atatürkçü gençler bu 200 kişilik gruba da direniyor. 15 dakika daha süren saldırının en sonunda polis geliyor ve saldırganlar kaçıyor.

Geride dördü satır ve bıçak darbeleriyle ağır almak üzeri 24 yaralı var. Bu, bir saat süren saldırıya direnen Atatürkçü gençlerin bir saat sonraki fotoğrafıdır. Ama bu fotoğrafı iyi okumak gerek. Daha ilk andan itibaren Atatürkçü gençler kendilerini savunmasalar, direnmeseler orada öleceklerdi. Nitekim saldırgan grubun kalabalığı, ellerindeki öldürücü aletler ve o aletleri kullanış biçimleri saldırının öldürme amaçlı olduğunu ortaya koyuyor.

Burada planı bozan bir şey olmuştur. Atatürkçü öğrenciler, saldırgan grubu satır ve döner bıçaklarıyla silahlandıran ve Atatürkçü gençlere saldırtan gücün, hiç hesaba katmadığı bir direniş göstermiş ve canını ortaya koyarak canını kurtarmıştır. Atatürkçü gençler direnmese bu grubu silahlandıranların planı başarıya ulaşmış ve yerde Atatürkçü gençlerin ölüleri olmuş olacaktı.

Atatürkçülere Saldırılacağı önceden biliniyordu

Saldırı sonrası elde edilen bilgiler bunu teyit etmektedir.

Bu 20 örgüt saldırıdan iki gün önce yani 3 Mayıs günü bir araya gelmiş ve bu saldırı kararını oybirliğiyle almıştır. O andan itibaren saldırı aletleri temin edilmiş ve gruplar harekete geçirilmiştir.

Olay Emniyet istihbaratı ve jandarma istihbaratı tarafından izlenmiş ve tespit edilmiştir. 5 Mayıs günü Atatürkçülere saldırı olacaktır, saldırının boyutu ortadadır ve öldürme amaçlıdır hatta yeri bile bellidir: Barbaros Bulvarı!

Ama bu tuzağı bir tek Atatürkçü öğrenciler bilmemektedir, nitekim okula, hergün gittikleri gibi gitmişler ve savunmasız bir şekilde tuzağın ortasında bulmuşlardır kendilerini.

Satırlar üniversitede bir profösörün gözleri önünde dağıtıldı
Olayın hazırlanış boyutunu ortaya koyması açısından iki önemli nokta daha var.

Birincisi, 2 Mayıs Cuma günü, İstanbul Üniversitesi Öğrenci Kültür Merkezi’nde (ÖKM) toplanan bir grup vardır. Bu grup ÖKM olanaklarından faydalanan ama terör örgütlerine bağlı bir gruptur. ÖKM bahçesine gelmiş ve satır torbasını açıp satırları bahçeye sermiştir. Sonra yere serilen satırlar örgüt liderleri tarafından örgüt örgüt paylaştırılmıştır. Ve bu paylaşım üniversite yöneticisi bir profesörün gözleri önünde yapılmıştır. Ve o Cuma günü kullanılamayan satırlar ancak üç gün sonraki saldırıda kullanılabilmiştir.

Önemli noktanın ikincisi ise okulda kimlik kontrolünün yapılmamasıdır. Bilindiği gibi İstanbul Üniversitesi öğrenci olaylarının sık yaşandığı bir üniversitedir. Bu nedenle okula giren öğrenciler kimliklerini göstererek girmektedir. Ama bu olaylar başlamadan hemen önce okulda kimlik kontrolü yapılması kesilmiştir. Hatta saldırı sonrası dahi kimlik kontrolü yapılmamıştır. Ve polisin gözleri önünde satırlı öğrenciler okula girmiş, yeni provokasyonlara girişmişlerdir. Olay okul yetkililerine bildirilmiş, okul yönetimi Emniyet tarafından da uyarılmış buna rağmen okulda kimlik kontrolü yaptırılamamıştır.

Atatürkçülere Satırlarla Saldıranlar İtiraf ediyor

Ali: (İstanbul Üniversitesi, 1981 doğumlu) DEHAP’ın ilçelerden yüzlerce insan geldi. Aynı şekilde İstanbul’un bütün üniversitelerinden ve Beyazıt’ın kendi solcuları Beyazıt’ta toplandı ve yaklaşık 600 kadar solcu olduk. Merkez kampüste beklemeye başladık. Çok kötü bir görüntü vardı, sopalar orta yerde çıkartıldı falan... “Polis koruması olmadan okuldan çıkarlarsa, yolda yakalarız ve yaparız yapacağımızı” dedik.

Haftasonu toplantılar yapıldı, farklı gruplardan temsilciler geldi. Pazartesi günü erken saatte, Edebiyat Fakültesi’ne topluca girilmesi kararı alındı. Şu ünlü “eli sopalı” hikâyesine geleceğim... Böyle dönemlerde, kendi güvenliğinizi sağlayabilmek için yanınıza sopanızı da alıyorsunuz, biber gazını da... Çatışma dönemlerinde toplu giriş ve çıkışlar yapılır. Bizim açımızdan bunun tarifi, can güvenliğini sağlamak ve ADK’lıların okula girmesine engel olmaktı.

Postexpress: Okula Girerken kimlik kontrolü var mıydı?

Ali: Sabah 7’de geldiğinizde her şeyi, yani istediğiniz kadar adamı ve malzemeyi içeriye sokabilirsiniz. Molotof kokteyli de olabilir, satır da olabilir...

Postexpress: Yanınıza ne tür aletler aldınız?

Ali: Tahta sopalar, demir sopalar, birkaç tane satır, biber gazı spreyleri... (ADKF’lilerden bahsederek) Ceketlerini sararak senin sopa hamleni savuruyorlar. Çok eğitimli ve çok azimli adamlar. Adamın kafası yarılıyor, kan revan içinde, hâlâ saldırıyor. Normalde, bu tür çatışmalar iki-üç dakika sürer, dayak yiyeceğini anlayan taraf kaçar. Ama bu adamlar, dayak yiyeceğini anlasa da gelmeye devam ediyor.

Ahmet: (Yıldız Teknik Üniversitesi, 1982 doğumlu) Ben de orada yer aldım. Demir vardı elimde, yüz ifadem sinirli, allak bullak... Orda beni görseniz, “şuna bak, dün ‘savaşa hayır’ diyen biri şimdi nasıl davranıyor” denilebilecek bir hal.

Ayşe: Gazetelere baktığımızda, olay çok korkunç gösteriliyor. Tamam, satırdır, sopadır, günlük hayatta çok elimizde tuttuğumuz şeyler değil ama bu kadar uzak olduğumuz şeyler de değil. Saldırdık ama bu bence normaldi.

Mehmet: Bence de tamamen meşru.

Ayşe: Bu adamların dergilerinin adı TÜRKSOLU ama Deniz Gezmiş’in resmini kullanıyorlar, solun geleneksel değerlerini sahiplenmeye çalışıyorlar ve bunları “ulusal sol” diye bir tanımlamanın içine koyuyorlar. Bizim yarattığımız, bize ait şeyleri sonuna kadar kullanıyorlar. “Sen de solcusun o da solcu. Ulusalcılık kötü mü?” deniyor. Bütün bunları insanlara anlatmak zor.

Mehmet: Bu satır meselesi çok abartılıyor, özellikle medyada çok çıkıyor. Mesela, o çatışmada ya bir tane ya da iki tane vardı...

Hasan: Karşı taraf öyle olunca, sopayla olmuyor. Satırın psikolojik bir etkisi var... Bizde bir kişide olursa, karşı tarafa büyük bir darbe vurur. Bir satırlı elli kişiyi dağıtabilir psikolojik olarak. Çatışmada psikoloji çok önemli. Bunun için elimizde döner bıçağı vardı, satır vardı; vardı yani... Bundan sonra da eğer gerekirse olacak.

Ali: Merak etmeyin, biz eline sopa verdiğimiz adamı da, satır verdiğimiz adamı da çok dikkatli seçiyoruz...

Hasan: Onlara karşı silah kullanmak zorundayız. Bence bu bizim açımızdan çok meşru ve bundan sonra da kullanacağız.

Ahmet: Satır olayına döneceğim. Bu bence insani değildir, ben hümanist bir insanım ve bunu tartışmaya da gerek duymam. Çoğu kişi bence olayların içine girdikten sonra dışarıdan bakamıyor. Son olay da bence kötü oldu. Ama uzun vadede biz kaybettik bence. Savaş sırasında çok meşru bir zeminimiz, geniş bir tabanımız vardı. Eylemlerimiz geniş bir kesimin gözünde çok meşrulaşmıştı ve tam bu sırada mevcut düzen silahlarını çok güzel kullandı. Bir çeşit şah çekti bize. Biz de bir hamle yaptık ve diyelim ki şahı kaçırdık, ama bu bize çok fazla zarar verdi. Vezirimizi yedirdik.

Savaşa karşı gösterilerde politikleşmeye başlayan insanlar gerçekten şu anda korkuyorlar. Tam biz bir alan açmışken, üstümüze çöktü. Arkadaşlarıma savaş kötüdür mötüdür diye anlattığım zaman dinliyorlardı. Ama şimdi arkadaşıma “Olay öyle gelişmedi” dediğimde, “Nasıl gelişirse gelişsin, çok kötüydü” diyor. Artık kesinlikle o insanla bir şey paylaşabilmek mümkün değil.

Çok basit bir şey söyleyeceğim, ben sınıfa gittiğimde, televizyonda görüntümü gören bir arkadaş benim dediğime güvenir mi sizce? Ben kendim gördüm. Hayvan gibi çıkmışım. Elimde sopayla saldırıyorum, yüzüm gerilmiş.

(Postexpress Dergisinden alınmıştır)

Karanlık Gücü ortaya çıkartacak sorular

Şimdi tüm bu noktaları ortaya koyalım ve şu soruları yanıtlayalım:

1- Üniversitelerde Atatürkçü gençlerin faaliyetinden rahatsız olan ve kavga ortamı yaratmaya çalışanlar kimlerdir?

2- Tüm bu legal-illegal örgütleri ortak toplantıya davet eden kimdir?

3- Bu toplantıda neler konuşulmuş, kimler ne önermiştir?

4- Bu toplantıda saldırıda satır kullanılmasını kim önermiştir?

5- Satırları hangi örgüt temin etmiştir?

6- Olaydan önce İstanbul Üniversitesi’nde satır dağıtan hangi örgüttür?

7- İstanbul Üniversitesi’nde bu satır dağıtımını gören ve buna karşı çıkmayan üniversite yöneticisi profesör kimdir?

8- İstanbul Üniversitesi’nde kapıda kimlik kontrolü yapılmasını kaldıran emri hangi üniversite yöneticisi vermiştir?

9- Emniyetin okulda arama yapma önerisini reddeden İstanbul Üniversitesi yöneticisi kimdir?

10- Tüm bu olacakları haber alan Emniyet istihbaratı Atatürkçü öğrencileri neden bilgilendirmemiş ve uyarmamıştır?

11- Saldırıya katılan, elinde satırla görüntülenen ve satırlarda parmak izlerine rastlanan ve terör örgütlerine mensup dört öğrenci nasıl olmuş da serbest bırakılmıştır?

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***