Uğur Mumcu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Uğur Mumcu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Şubat 2021 Cumartesi

ONLAR BİZİ İBRETLE İZLİYOR…

ONLAR BİZİ İBRETLE İZLİYOR… 


Dr. Noyan UMRUK 


Tesadüf mü dersiniz, yoksa tarihin garip cilvesi mi?
 
Her biri kendi alanında çok değerli, pırıl pırıl yurtseverler, vatan evlatlarıydılar…
 
Farklı yıllarda da olsa, ülkenin 12 Eylül askeri cuntası ve Özal ortaklığında küreselleşme rüzgârlarına yelken açtığı günün yıldönümlerinde öldürüldüler 
ya da öldüler… Uğur Mumcu, İsmail Cem, Gaffar Okkan
 
Aslında üçünün de adları tarihin ibret sahifelerine minnet duygularıyla saygınlık ve sevgiyle kazındı; Kuşaklardan, kuşaklara nakledilecek menkıbeler gibi ölmezlik kazandılar…
 
Işıklar hep yoldaşlarıydı… Şimdi onlar gençlere ışık saçıyorlar…
 
Seneler ne çabuk geçiyor… Çeyrek asır oldu Uğur katledileli… Dün gibi anımsıyorum o karlı, karanlık Ankara sabahını ve karlar üstündeki Uğur’un kalemini…
 
“Ben Atatürkçüyüm. Ben Cumhuriyetçiyim. Ben laikim. Ben antiemperyalistim. Ben özgürlükçüyüm. Ben insan hakları savunucusuyum.
Ben yobazların, hırsızların, vurguncuların, çıkarcıların düşmanıyım.
Dün sabaha kadar araştırarak yazdığım hiçbir konuyu yalanlayamadınız.
Öyleyse vurun, parçalayın!
Ama, şunu bilin ki; her parçamdan benim gibiler, hatta beni aşanlar çıkacaktır.”
 
Evet, bugün köşem böylesine bir künye tekmili veren Uğur’un… Bakın engin basireti, uzak görüşlülüğü ve sezgisi ile çeyrek asır önceden bizlere günümüzü nasıl anlatmış…
 
Kemalizm Sendromu…

"Kemalizm sendromu adını da verebileceğimiz –kemalizmi aşağılayan-entel hastalığı, gerici tarikat yuvaları, Babıâli yokuşu, ... İkitelli semti, İstanbul barları 
ve siyasete meraklı holding çevrelerinde hızla yayılıyor. Bu "entel ve mental" hastalık, genellikle düşünce tembelliğinden kaynaklanıyor.” 
(Cumhuriyet, 10 Ağustos, 1992,Tembel Savaşçılar...)
 
Son yıllarda en yaygın suçlamalardan biri de “resmi ideoloji sahibi olmak”: "Kemalizm devleti kuran ideolojidir. Bütün Kemalistler resmi ideoloji sahibidir." ... 
“Bugün devlet, Kurtuluş savaşının ideolojisi ile mi yönetiliyor? ... 

Bugünkü resmi ideolojide ne Kuvayı Milliye ruhu, ne Kemalizm var. 

Bugünkü resmi ideoloji her şey serbest piyasa ve Türk-İslam sentezi"... “Ne kadar zaman aşımına uğramış marksist varsa bu resmi ideolojiye sımsıkı sarılıyor. 
Bunlar, Amerika'nın Yeni Dünya Düzeni ile bölgeye getirmek istediği siyasal coğrafyayı da görmezden geliyorlar…” 
(Cumhuriyet, 18 Ağustos 1992, Resmi İdeoloji...)
 
Uğur bunlar için şöyle demişti: “Haklıdan yana değil, güçlüden yana olanlar korkak ve kaypak olurlar. Güç merkezi değiştikçe dönerler; fırıldak olurlar.”
 
Pax-Amerikano
 
“Amerika, ... Ortadoğu ve Doğu Akdeniz'in siyasal haritasını yeniden çiziyor. “ (Cumhuriyet, 26 Temmuz 1992, Mayınlı Tarla...)
 
“Yani Dünya düzeni, tek süper güç ABD'nin, ... cebren ve hile ile bütün dünyaya benimsettiği Pax-Americano’dur.” (Cumhuriyet, 5 Ağustos 1992, Yeni Dünya Düzeni...)
 
“Sovyetler'in dağılması ve Körfez savaşından sonra dünya yeni bir sürece girdi. ... Bu sürecin adı Pax-Amerikano’dur. Bu süreçte Kuzey Irak'ta kurulan Kürt devleti şaşırtıcı değildir.” (Cumhuriyet, 21 Temmuz 1992, Pax-Am...)
 
“Hep aynı çıkar, hep aynı oyun! ... tek süper güçlü dünyaya geçişin kaçınılmaz sancıları... İdeolojiler değişiyor, devletler, sınırlar değişiyor... 
Değişmeyen bir tek gerçek var o da emperyalizmin ta kendisi! ...” (Cumhuriyet, 11 Ağustos 1992, Değişmeyen Gerçek...)
 
Sonuç :
 
Vardığı sonuç da çok güncel: “ Bazı ülkelerde bazı kimseler, devleti soymak için politikacı kılığına girerler. Partilerde, parlamentolarda boy gösterirler. 
İhracat, ithalat, banka soygunu gibi işleri siyasal ilişkilerle yürütürler. 

Bunlar da çetedir. Çetelerin en aşağılığı bunlardır. 
Bunlar yüzlerine devlet adamı maskesi takıp halkı soyarlar. 
Allaha şükür, memleketimizde böyle çeteler yoktur!..”
 
Eveeet Uğur bizi öfke ile izliyor…
Ve ne zaman akıllanacaksınız siz diyor…
 
Vasiyeti ise halkının kendisini unutmaması idi:


“Dağ gibi, karayağız delikanlılardık.

Babamız, sırtında yük taşıyarak getirirdi ekmeğimizi, aşımızı
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken
Bizler bir mum ışığında bitirdik kitaplarımızı.
Kendimiz gibi yasayan binlerce yoksulun yüreğini
Yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya.
Ecelsiz öldürüldük. dövüldük, vurulduk, asıldık,
Vurulduk ey halkım unutma bizi...”
 
Bizler için sizleri unutmak ne mümkün… Tam tersine sizleri öylesine özlüyoruz ki… 
Her zamanki gibi ı​şıklar içinde olun… 
Yılların ardından sönmeyen ışıklarınız genç kuşakları da aydınlatsın …​
 
[https://ipmcdn.avast.com/images/icons/icon-envelope-tick-green-avg-v1.png]

http://www.avg.com/email-signatureutm_medium=email&utm_source=link&utm_campaign=sig-email&utm_content=webmail

www.avg.com
http://www.avg.com/email-signature?utm_medium=email&utm_source=link&utm_campaign=sig-email&utm_content=webmail

Virüs bulunmuyor. 

[VATAN ve EMEK Cephesi] aydinlik-gelecek-hareketi@googlegroups.com 
adlı grubun özeti - 2 Konu konuda 2 Güncelleme ileti.,

***

3 Aralık 2018 Pazartesi

DERİN DEVLET NEDİR? (I)

DERİN DEVLET NEDİR? (I) 



Dr. Tamer KUMKALE 
ttkumkale@oncevatan.com.tr 
27 Şubat 2007, 

Dr. Tamer KUMKALE

Cumhuriyetimiz öyle zannedildiği gibi zayıf değildir. 

Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir. 

Bunu elde etmek için kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. İcabında cumhuriyet müesseselerimizi müdafaa için lâzım olanı yapmaya hazırız. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1923) Türkiye'de siyasi cinayetlerin işlenmesini müteakip DERİN DEVLET tartışmalarının gündeme getirilmesi artık geleneksel leşmiştir. 

Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Çetin Emeç, Necip Hablemitoğlu suikastları, Danıştay Baskını ve son olarak da Hrant Dink'in öldürülmesi ile bu cinayetlerin devlet tarafından işlettirildiğini ima edecek şekilde derin devlet tartışmaları medya tarafından sürekli pompalanmaktadır. Burada kastedilen derin devlet ise doğrudan Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesindeki Özel Kuvvetler olmaktadır. Biz biliyoruz ki; Derin Devlet tartışmaları devleti güçsüz gösterme çabalarının sonucudur. Derin Devlet tartışmaları irade yoksunluğunun belirtisidir. Derin Devlet tartışmaları devlet otoritesinin çöktüğünün bir göstergesidir. Derin Devlet olarak nitelendirilen ekonomik menfaat çetelerinin ve mafya artığı organizasyon şebekelerinin devlet ile en küçük bir ilgisi yoktur. Aksine bunlar devlet otoritesinin boşluğundan, yönetim zafiyetinden ve adalet üretemeyen bir sistemden beslendiklerinden gerçek devlet otoritesi yeniden sağlandığında kendiliğinden ortadan kalkan illegal organizmalar olarak görülmelidir. Şurası muhakkak ki her devlet gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti' de bağımsızlığını ve bekasını koruyacak her türlü yasal düzenlemeleri yapmış, gerekli teşkilatları oluşturmuştur. Bu teşkilatlar bir bütün halinde hükümetin iradesi altında saldırgan hedeflere yöneltilerek devleti korurlar. Devlet kendi güvenliğinin sağlanmasını bizzat kendisi yapar ve bu sorumluluğunu kesinlikle başka ülkeler ve başka teşkilatlar eliyle kullanamaz. Yani sorumluluğunu devredemez. Devletin kendini kanunsuzluklara karşı korurken kendisinin kanunsuz davranması asla mümkün değildir. Çünkü devletin temeli Anayasa ve yasalardan oluşur. Devlet kural ve kaideler manzumesidir. Ve devlet merkezi iradedir. Devletin her hangi bir şekilde kanunsuz davranması durumunda kaybedeceği otoritesini ve halk üzerindeki yaptırım gücünü bir daha temin etmesi mümkün değildir. Hele bunun için birtakım çeteler ve kanunsuz oluşumlarla işbirliği yapmasına da gerek yoktur. Çünkü bu memleketin evlatları bu ülkenin her alanda korunması için canlarını seve seve feda etmekten asla kaçınmamışlardır. Yani devletin kendi elleri varken maşa kullanmasına gerek yoktur. Derin devlet değil, devletin bizzat kendisi önemlidir. Devlet, devlet gibi olamayınca, devlet iradesinin etkinliği azalıp ülkede kanun hâkimiyeti sorgulanmaya başlayınca ortalığı kaplayan çetelerin ve mafya sisteminin adını derin devlet olarak koymak çok yanlıştır. Devletin adının çete ve mafya ile bir arada anılması dahi devlet gücünün zafiyetini vurgulamaktadır. Devletin olduğu yerde "derin devlet" yakıştırması abesle iştigaldir. Eğer devlet ülkenin bütün sistemlerine tam olarak hâkim olsa idi; - İnsanlarımız sokakta kapkaç teröründen muzdarip olmazdı. - Şehirleri işgal eden bölücü eşkıya yandaşları sokaklarımızda bölücü teranelerle gösteri yapamazlardı. - Doğu ve Güneydoğu Anadolu dağlarında PKK kök salamazdı. - ABD 11 askerimizin başına çuval geçiremezdi. - Ülkede etnik ve dini bölücülüğün yolunu açan İkiz Yasalar çıkartılmazdı. - Uyum yasaları çıkartılarak sosyal ve hukuk sistemimiz darmadağın edilemezdi. 
- Milli davamız Kıbrıs'ı AB üyeliği hevesi ile Rum kesimine teslim etmezdik. - Kerkük'te Türk kardeşlerimize yapılan haksız saldırılar gerçekleşmezdi. 
- Barzani ve Talabani gibi aşiret ağaları Türkiye'ye diklenme cesaretini gösteremezdi. 
- Avukatlık rütbesi almış bir militan Danıştayı basıp görevi başındaki bir adalet temsilcisini öldürme cesaretini gösteremezdi. 
- Şehit cenazeleri gelmeye devam etmezdi. 
- AB misyonerleri sömürge valisi edasıyla ülkemizi denetleyemez lerdi. 
- Anayasamızda yer alan Türk kimliği asla sorgulanmaz ve Türk milliyetçiliği aşırı bir tutum olarak nitelendirilemezdi. 
- Demokratik hakkımız diyerek medya ekranlarından katil devlet" sloganları atılamazdı. 
- 250 kişiyi öldüren devlet başkanı Saddam asılırken 35.000 kişinin ölümüne sebep olan Abdullah Öcalan İmralı'da misafir edilmezdi. 
- Ermeni Diasporası "Ermeni Soykırımı" masalını gündeme getiremezdi. 
- Bir Cumhuriyet savcısı Kara Kuvvetleri Komutanı bir orgenerali "Çete Reisi" olarak nitelendiren bir iddianame hazırlayamazdı. 
- Devletin stratejik kurumları yok pahasına elden çıkarılarak birbiri peşi sıra yabancılara satılmazdı. 
- Diyalog adı altında Hıristiyan misyonerleri Anadolu'nun dört bir yanında Hıristiyanlık propagandası yapamazlardı. Bunları çoğaltmak mümkündür. 

Önemli olan devlet hâkimiyetinin her alanda ve vatandaşların yaşadığı her noktada tesis edilmesidir. Bugün Türkiye'de derin devlet gerçekten vardır. Ama bu devlet bizim derin devletimiz değildir. Bu derin devlet ülkemiz üzerinde milli çıkarı olan devletlerin ve küresel odakların derin devletidir.. 
Ülkemizde kendimizin oluşturduğu bir derin devlet yapılanması yoktur. 
Fakat kendini "derin devlet" diye pazarlayan birtakım birimler vardır ve bunlar derin çetelerdir. Derin kirlilik yaratan bu derin çetelerimiz ne yazık ki ülkemiz üzerinde menfaati olan ülkelerin gizli servislerinin denetiminde faaliyet göstermektedir. Dolayısıyla bu topraklarda Türkiye'nin kendi derin devleti değil, başkalarının derin devleti karanlık icraatlarını sürdürmektedir. Bunların her türlü davranışları kanunlarımızda suç olarak yerini almıştır. 

Bunların neyi nasıl yaptıklarını Pegasus yayınlarından çıkan 

"DERİN DEVLET NEDİR? 
Başlıklı kitabımda açıkladım.. 
Konuya devam edeceğim..


http://www.oncevatan.com.tr/derin-devlet-nedir-i-makale,21951.html

3 Ekim 2017 Salı

ADKF ve TÜRKSOLU'ndan Açıklama - Atatürkçü Gençlere Büyük Tezgah BÖLÜM 2


ADKF ve TÜRKSOLU'ndan Açıklama - Atatürkçü Gençlere Büyük Tezgah BÖLÜM 2


Kontrgerilla Geri mi Döndü?

Sorulara verilecek cevaplar, saldırının bir öğrenci örgütlenmesi boyutunu çok çok aştığını ortaya koymaktadır. Tüm terör örgütleri bir şekilde biraraya getirilmiş, ellerine satırlar verilmiş, saldırı gerçekleşsin diye okulda kimlik kontrolleri kesilmiş, belli okul yöneticileri olayı görmüş ve sadece izlemiştir.

Yani olayın planlayıcısı, hem bu terör örgütlerine hakimdir, hem de üniversitelerde gücü bulunmaktadır. Hatta saldırganlar serbest bırakılmıştır. Demek ki o güç emniyet ve yargı içinde dahi güçlüdür.

Şimdi Türkiye bu karanlık gücü ortaya çıkartmak göreviyle karşı karşıyadır.

Bu büyük organizasyonu tertipleyenler kimlerdir?

Bu karanlık gücün, devlet içinde bir uzantısı var mıdır?

Yetkililer bu soruları yanıtlamalıdır, çünkü olay kontrgerillanın yeniden işbaşına döndüğünü düşündürtecek kadar büyük bir organizasyondur.

10 terör örgütü saldırıyı üstlenen ortak bildiri dağıttı

Şimdi bu karanlık gücü ortaya çıkartmaya yarayacak soruları soralım.

Saldırıdan hemen sonra üniversitelerde altında 10 tane terör örgütünün ortak imzası bulunan bir bildiri dağıtılmıştır. Bildiride ilk imzacı PKK’dır. Bildiride üniversitelerdeki Atatürkçü öğrenciler Ordu’yu savunmakla, YÖK’ü savunmakla ve Kemalist olmakla suçlanmaktadır. Bu suçlamadan sonra ise MGK uzantısı ADKF’yi okula almayacakları belirtilmektedir.

O halde saldırganların hedefi üniversitelerde Atatürk’ü, Türk ordusunu ve YÖK’ü savunan Atatürkçü öğrencilerdir. Ya da Atatürkçü öğrencilerin hedef alınmasının sebebi budur.

Bu Ülkede 15 yıldır Atatürkçüler öldürülüyor

Olaya bu çerçeveden bakınca, yaşanan saldırının gerçek boyutu ortaya çıkar.

Türkiye’de çeşitli etnik bölücü ve dinsel bölücü terör örgütleri 1990’lardan beri terör saldırıları düzenlemektedir. Bu saldırıların başlangıcı Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kurucusu Prof. Dr. Muammer Aksoy’un öldürülmesiydi. Daha sonra Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı öldürüldü. En son geçtiğimiz yıl Dr. Necip Hablemitoğlu öldürüldü. Arada saymadığımız isimleri de buna ekleyelim.

Ve soralım; burası nasıl bir ülkedir ki bu ülkede Atatürkçüler onbeş yıldır teker teker öldürülmektedir?

Bu ülkede neden sadece Atatürkçüler öldürülmektedir?

Türk devletinin direnç noktalarına planlı saldırı

Sorunun cevabı basittir. Öldürülenlerin kimliği tektir, hepsi Atatürkçü, hepsi bölücülüğe karşı, hepsi Türkiye’nin ulusal birlik ve bütünlüğünden yana insanlardır. Hepsi emperyalizme karşıdır ve hepsi emperyalizmin çeşitli terör örgütlerini kullanarak Türkiye’yi bölmeye çalıştığını düşünmekte ve buna karşı çıkmaktadır.

Yani hedef doğru seçilmektedir. Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü savunan bir Atatürkçü aydın kuşak vardır ve bunlar toplumda çok etkilidir. Bunlar o nedenle ortadan kaldırılmalıdır. Ve kaldırılmıştır da. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’ni savunacak kaç aydınımız kaldı ki geriye?

Bu terör saldırılarına bir önemli saldırıyı daha ekleyelim: Eşref Bitlis suikasti. Bilindiği gibi Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis de PKK’yı bitirecek bir plan üzerinde harekete geçeceği sırada uçağı düşürülerek öldürülmüştü.

Dikkat edilirse Türk devletinin direnç noktalarına yönelik bir planlı saldırı sözkonusudur. Bu saldırının hedefi Atatürkçüler ve Jandarma Genel Komutanı’nın şahsında Türk ordusudur. Saldırılar Türk devletini savunmasız bırakma amaçlıdır. Nitekim Türk devletini savunan etkili isimler öldürülerek ortadan kaldırılmaktadır.

Muammer Aksoy, Uğur Mumcu, Eşref Bitlis ve en son Necip Hablemitoğlu...

Terörist örgütler tarafından katledilen Atatürkçü aydınlardan sonra sıra Atatürkçü gençlere mi geldi?

Yeni Hedef Atatürkçü Gençler

En son PKK bildirisi, bu suikastlerin yeni hedefini göstermektedir: Atatürkçü gençler.

Türkiye’nin Atatürkçü aydınları öldürülmüş ve sıra Atatürkçü gençlerine gelmiştir. Çünkü bu Atatürkçü gençler tıpkı öldürülen Atatürkçü aydınlar gibi Türk devletini savunmaktadır. Üstelik üniversitelerde çoğunluk olmuştur bu gençlik. Durum o kadar vahimdir ki neredeyse terör örgütleri okularda iş yapamaz duruma gelecektir. Bunlar terör örgütlerinin bildirisinde yazanlar. Ve ekliyorlar bu Kemalist baskıyı kıracağız!

Şimdi Türk aydını ve Türk milleti büyük bir sorumluluk altındadır. Türkiye Atatürkçü aydınlarına sahip çıkamamış ve onları terör örgütlerine yem etmiştir. Sırada Atatürkçü gençler durmaktadır, onlar da yem olursa, bu devleti savunacak hiçkimse kalmayacaktır!

Tarih, ders alınacak olayları ortaya koymaktadır. Oyun büyüktür, Türkiye’yi dayanıksız bırakma tezgahıdır, bu oyun için irili ufaklı terör örgütlerinin kullanılıyor olması olayın büyüklüğünü gözlerden kaçırmamalıdır. Nitekim Türkiye tarihinde olmayan tüm terör örgütlerini birleştiren güç, gerçekten çok kudretli olmalıdır.

Barbaros Bulvarı’nda elinde satır ve döner bıçağıyla Atatürkçü gence saldıran o maskeli terörün ardındaki güç, dün Muammer Aksoy’u, Uğur Mumcu’yu, Eşref Bitlis’i öldüren güçtür!

Hedef Türk devletidir, saldırgan maskeli terör örgütüdür ama maskenin ardında Türk devletini güçsüz düşürmek isteyen büyük devletler vardır. Bu organizasyonun hangi büyük emperyalist devletin eseri olduğunu ortaya çıkartmak da Türk devletinin görevidir.

Atatürkçü gençleri basın yoluyla öldürme girişimi

Peki organizasyon başarılı olabilmiş midir? Hayır! Çünkü öldürülmek istenen ve bu ölümden sonra dağılması planlanan Atatürkçü gençler, direnmiş ve ölmemiştir.

Dahası Atatürkçü gençleri, çatışma ortamına çekme ve gençliği terörize etme çabası da sonuç vermemiştir. Atatürkçü gençler büyük bir olgunlukla, bu oyuna gelmeyeceklerini açıklamışlardır.

İşte bu nedenle ölmeyen Atatürkçü gençleri basın yoluyla öldürme görevi başta Hürriyet gazetesi olmak üzere medyaya devredilmiştir.

Son 15 günün gazeteleri ve televizyonları birer belgedir. Bunca yıldır mücadele eden, Türkiye’nin en çok okunan fikir dergisini çıkartan Atatürkçü gençler ilk defa basına girebilmiştir, hem de manşetlerden! Basının saldırıyı veriş tarzı anlamlıdır, saldırıya uğrayan Atatürkçü gençler ismi cismiyle anılmakta ama saldırganın kimliği gizlenmektedir. Yani terör örgütü PKK’nın Barbaros Bulvarı’nda başaramadığı linç girişimi gazete sayfalarına taşınmıştır.

Saldırının Başında Hürriyet gazetesi var

Saldırının başını Hürriyet gazetesi ve Ertuğrul Özkök çekmektedir. Özkök bizzat kendisi iki yazı yazarak Atatürkçü gençleri karalamaya çalışmıştır. Önerisi ise Atatürkçülerin Mustafa Kemal’in kalpağına sahip çıkmaktan vazgeçmesidir. Ona göre Atatürkçüler kalpağı sahiplenmekten vazgeçirilmelidir. Çünkü kalpak doğrudan emperyalizmi hedef alan bir Kuvayı Milliye sembolüdür.

Saldırıyı bölücü örgütün gazetesi devam ettirmektedir. Onlara göre Atatürkçü öğrencilerin tavrı ile Türk Ordusu’nun tavrı aynıdır. Türk Devleti “gerillaya” operasyon düzenlerken okullarda da Atatürkçü öğrencileri PKK’nın üzerine sürmektedir.

Şeriatçı gazeteler de saldırıya katılmaktadır. Onlara göre saldıran PKK değil Atatürkçülerdir. Atatürkçü öğrenciler okullardan uzaklaştırılmalıdır.

Türk milleti Atatürkçü evlatlarına sahip çıktı

Tüm bu yayınların amacı, toplumun gözbebeği Atatürkçü gençleri, çatışan bir taraf olarak gözden düşürmektir.

Ancak bu oyun tutmamıştır. Çünkü insanımız medyanın sandığı gibi aptal değildir. Türk milleti bu saldırının kendi evlatlarına karşı olduğunu görmüş ve Atatürkçü gençlere sahip çıkmıştır.

Bunun ufak bir kanıtı TÜRKSOLU’nun son sayısında yayınlanan destek mesajlarıdır. Türkiye’nin dörtbir yanından binlerce yurttaşımız saldırıyı duyar duymaz Atatürkçülerin yanına koşmuş onlara siper olmuştur.

Bunun böyle olması da gayet doğaldır. Çünkü bu millet nice değerli evladını teröre şehit vermiştir ve daha fazlasını vermek niyetinde değildir. Türkiye’nin en önemli gerçeği belki de şudur: Türk milleti basına hiç inanmamaktadır ve onun yazdığının tam tersinin doğru olduğunu bilmektedir. O nedenle basın saldırısı Atatürkçü gençlerin haklılığını ortaya koyan yeni bir kanıt olmaktan öte bir işe yaramamıştır.

Son Tezgah: Ceviz Kabuğu

    Medya saldırısı da püskürtüldükten sonra yeni ve pis bir tezgah daha kurulmuştur. Ceviz Kabuğu Programı yapımcısı Hulki Cevizoğlu kullanılarak saldırı karşısında bölücü teröre karşı tekvücut olan Atatürkçüler arasında bir çatışma yaratılmak istenmiştir.

Program organizatörü TÜRKSOLU’nu arayarak bizimle program yapmak istediklerini söylemiş ve bizim dışımızda hiçbir konuğun olmayacağını söylemiştir. Biz istiyorlarsa karşımıza PKK’lıları çıkartabileceklerini ve onlara karşı kendimizi savunabileceğimizi belirttik. Onlar sadece bizim fikirlerimizle ilgilendiklerini, bu fikirleri tartışmak istediklerini hatta yaşanan saldırıyı bile konuşmak istemediklerini söylediler. Bunun üzerine programa katılma kararı aldık.

Program günü ADD Genel Başkanı sayın Halil İbrahim Şahin’in de programa konuk olacağını öğrendik. Buna itiraz etmedik, çünkü kamuoyu önüne ADD ile birlikte çıkmak ve Atatürkçülüğü birlikte savunmak çok iyi bir fırsattı.

Hulki Cevizoğlu Atatürkçüleri birbirine düşürmeye çalıştı,

Programın hemen öncesinde Hulki Cevizoğlu’na Atatürkçüler arasında bir çatışma yaratmak niyetinde ise buna katılmayacağımızı ve böyle bir durumda programı terk edeceğimizi belirttik. Sayın Halil İbrahim Şahin’e de böyle bir durumda bu tür saldırılara cevap vermeyeceğimizi ADD Genel Başkanı olarak sözü kendisine bırakacağımızı söyledik.

Fakat programın ilk dakikalarından itibaren bir tezgahla karşı karşıya olduğumuzu anladık. Çünkü Hulki Cevizoğlu, ADD Genel Başkanı’nın TÜRKSOLU ve ADKF’yi niye desteklediğini sorgulamaya başlayarak, sayın Halil İbrahim Şahin’den alehimizde söz almaya çalıştı. Şahin, Cevizoğlu’nun bu oyununa gelmedi. Bunun üzerine Cevizoğlu, ADD Diyarbakır Şubesi’nin TÜRKSOLU ve ADKF’yi karalayan bir faksını okuyarak şu görüntüyü yaratmaya çalıştı: ADD Genel Başkanı TÜRKSOLU ve ADKF’yi desteklemektedir ama ADD şubeleri karşıdır.

Bunun üzerine biz bu tartışmaya taraf olmayacağımızı belirttik. Halil İbrahim Şahin ise herkesin iddiasını ispatlamak zorunda olduğunu, ispatlanmayan iddialara ise kimsenin ve ADD Yönetimi’nin de prim vermeyeceğini belirtti.

Olayın bununla kapanması gerekirken, Hulki Cevizoğlu, tam bir saat ADD Başkanı’nın örgütüne hakim olmadığının, ADD’nin bölündüğünün propagandasını yaparak Halil İbrahim Şahin’i sıkıştırmaya çalıştı.

Programı neden terkettik?

Biz ise kamuoyu önünde Atatürkçüler birbiri ile çatışıyor görüntüsü yaratmak niyetinde olmadığımızı, bize karşı çıkan başka Atatürkçüler var ise bunlarla kendi aramızda konuşarak sorunlarımızı halledebileceğimizi söyleyerek programı terk ettik.

Programı terketmemizin ne kadar doğru olduğu hemen ortaya çıktı. ADKF düşmanlığından başka söyleyecek tek kelime bulamayan iki kişi çıkarak ADKF alehinde yarım saat propaganda yaptı, bu yetmiyormuş gibi Hulki Cevizoğlu alehimizde propaganda yaptı.

Bu son program, tüm Atatürkçülerin de gördüğü gibi tam bir tezgahtı. Önce ADD Genel Başkanı ile ADKF ve TÜRKSOLU karşı karşıya getirilmeye çalışıldı, bu tutmayınca, ADD’nin bir şubesi kullanılarak ADD içinde çatışma var görüntüsü yaratılmaya çalışıldı. Kendimizi savunmaktan vazgeçmek pahasına bu oyuna dahil olmayarak gerek ADD’ye gerek Atatürkçülere karşı sorumlu davrandığımızı düşünüyoruz.

PKK’nın Yanında Atatürkçülere saldıranlar

Fakat burada da cevaplanması gereken sorular olduğu ortadadır.

Öncelikle PKK ve diğer terör örgütlerinin Atatürkçü gençlere saldırısının hemen ardından, yaralananların Atatürkçü insanlar olduğunu göre göre, bir geçmiş olsun bile demeden sevinen ve ADKF’ye saldırı bildirisi yayınlayacak kadar saldırganlaşan bir takım insanlar olduğu ortaya çıktı.

Tüm Atatürkçüler PKK’nın yanında ADKF’ye saldırmanın ne büyük bir insanlık suçu olduğunu görmelidir. Atatürkçülerle PKK’lılar arasındaki mücadelede PKK’nın yanında açıktan yer alan bir anlayış daha ne kadar kendini Atatürkçü olarak sunabilecek?

Kaldı ki bu küçük grubun tüm iddiaları şeriatçı Vakit ve Zaman gazeteleri tarafından bir hafta boyunca tam sayfa verilmiştir. Vakit’in yazdıkları ile bu grupçuğun yazdıkları kelimesi kelimesine aynıdır. Vakit’in haber kaynağı olmak bir Atatürkçü’nün işi midir?

Aynı grupçuk, ADD Diyarbakır şubesini öne sürerek, ADD Genel Merkezi’ni kamuoyu önünde zor durumda bırakmaktan da geri kalmamıştır. Kendi derneğini televizyon önünde karalamaya çalışan bir anlayış, ADD içinde daha ne kadar barındırılacak?

Hulki Cevizoğlu’nun Atatürkçülere tezgah kurmasının şu veya bu şekilde aktörü ya da figüranı olmak, Atatürkçülerin yapacağı bir şey olabilir mi?

İçimizdeki hainler

Televizyonları izleyen herkes, küçük bir grubun, tek bir ADD şubesini kullanarak, hem ADD Genel Merkezi’ne, hem de ADKF ve TÜRKSOLU’na savaş açtığını gördü. Dahası bu oyunun, bu tezgahın kurulmasının bu grupçuğun eseri olduğu da ortaya çıkmış oldu. Yani Cevizoğlu’nun arkasına saklanarak Atatürkçülüğü yıpratmaya çalışanların kimliği bizzat televizyon ekranlarından apaçık ortaya çıktı.

Anlaşılan bu grupçuk, ADD Yönetimi’nde bir kişi ile, ADD Gençliğinde bir kişi ile ve ADD Diyarbakır şubesi ile, derneğin genel tavrının aksine bir örgütlenme içine girmiştir. Girmekle kalmamış dernek içinde tartışmaya açmadıkları iddialarını basına yollamaktadırlar. Bu, bir derneğin, hele hele Atatürkçü bir derneğin kabul edebileceği bir ahlaki davranış olabilir mi?

Bilindiği gibi Atatürk gerek Bağımsızlık Savaşı’nı verirken gerek Devrimleri yaparken, nasıl olmuşsa onun etrafına yerleşmiş bir kısım hainler, onu yıpratmaya çalışmış, onun kuyusunu kazmaya çalışmıştı. Yıllar sonra Atatürk’ün adını yaşatan bir dernekte aynı hain zihniyetin ortaya çıkması Atatürkçülerin içlerine sindirebileceği, görmezden gelebileceği bir ihanet olabilir mi?

Atatürkçüler teröre karşı vatanını savunur

O grupçuğun sözcüsü, bizzat televizyondan üniversitede ilk defa terör örgütlerinin Atatürkçülerin alehinde çalıştığını ve ilk defa Atatürkçülerin terör örgütlerine hodri meydan dediğini söyleyerek suçlamaya kalkışmıştır. Bu nasıl bir zihniyettir ki Atatürkçüler terör örgütleri ile mücadele ederken terör örgütlerini değil Atatürkçüleri suçlayabilmektedir?

Yıllar sonra terör örgütleri bize saldırıyorsa, bu Atatürkçüler güçlendiği içindir. Nitekim terör örgütleri bunu söylemektedir. Onlar Atatürk’ün ve Atatürkçülerin olmadığı bir üniversite istiyorlar ve bize o nedenle saldırıyorlar. Bizler de Atatürkçü gençler olarak, canımızdan başka verecek bir şeyimiz yok o da Atatürk’e feda olsun diyoruz!

Bu ülkenin bölünmez bütünlüğünü savunmak en başta Atatürkçü öğrencilerin görevidir. Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ortada, Bursa Nutku ortada! Hem Atatürkçü olacağım hem de teröre karşı mücadele etmeyeceğim demek olabilir mi?

Hadi diyelim siz korkuyorsunuz, bırakın bari korkusuz Atatürkçüler mücadele etsin. Terörle mücadele etmemiz sizi niçin bu kadar rahatsız ediyor?  

....

Atatürkçülere Akıl vermeye Cüret eden
Kemal Yavuz 
kimdir?

Atatürkçü gençlik sokağa dökülmez..Demiş..,

Karamehmet’in kendisine lütfettiği köşeden Atatürkçü gençlere Atatürkçülük öğretme cüretini gösteren Kemal Yavuz, emekli bir askerdir. Her nasılsa Ordu içinde Orgeneralliğe kadar yükselebilmiştir. Emekli olduktan sonra ise onlarcasını CNN-TURK türü kanallarda gördüğümüz general eskileri ne yaptıysa o da onu yapmıştır.

Apoletlerini söker sökmez bir holdingin maiyetine girmiş, Rahmi Koç’un vasiyeti üzerine Maret’in yönetim kuruluna kabul edilmiştir. Boş zamanlarında Müdafaa-i Hukuk adlı Atatürkçü dergiye yazılar yazmış, onun kadrosuna katılmıştır.

Patronu Rahmi Koç’un Yunanistan’la kurduğu garip ilişkiler Müdafaa-i Hukuk’ta haber olarak yer alınca istifa etmiştir. İstifa metninde bir zamanlar yazı yazdığı dergiyi servet düşmanlığıyla suçlamıştır.

Türkiye general eskilerini özellikle Irak savaşından dolayı çok yakından tanıyor. Bunlar emekli olur olmaz kapağı bir holdinge atarlar, ardından da televizyonlara çıkıp Amerikancı yorumlar yaparlar. Kemal Yavuz da Irak’a saldırı boyunca televizyonlarda Amerikalılara akıl hocalığı yapmıştır.

PKK’lılar Atatürkçülere saldırırken Türk Ordusu’nda bir dönem generallik yapmış birisi tutup Atatürkçülere saldırırsa bu Türk ordusu açısından son derece üzücü bir durumdur.

Ancak Türkiye Kenan Evren gibi Atatürkçüleri nasıl dikkate almıyorsa Onu da almıyor. O nedenle gazetemizde ona bu kadarcık bir kutu açmakla yetindik. 
Kendi propagandasını, Apo’ya gül vermekle tanınan dergiden okuyabilir. Kendisne hayatta başarılar diliyoruz... Dilerse beşinci sayfamızdaki Atatürk’ün Bursa Nutku’nu  okuyabilir.

Atatürkçü gençlik sokağa dökülür..,

Aynı tür iddiayı bir gazetemizde emekli general Kemal Yavuz da öne sürdü. Ona göre Atatürkçüler sokağa dökülmezmiş! Emekli generalimiz belki bilmiyordur ama Atatürk’ün gençliğe emridir gerekirse sokağa dökülmek. Nitekim 27 Mayıs Devrimi Atatürkçü gençler sokağa döküldükten sonra oldu. Gençlerin sloganı Ordu-Gençlik eleleydi, ordunun sloganı da!

Hadi diyelim tarih bilgisi kıt, ya 28 Şubat’ı da mı unuttu? O gün televizyonda gördüğü gençlerin, 28 Şubat öncesi okullarda şeriatçı teröre karşı duran gençlik olduğunu bilmiyor mu?

Şimdi ordudan emekli olmuş bir eski general bize kızıyor. Niye kızıyor anlamadık. Bölücü örgüte karşı çıkan, o örgütün satırlı saldırısına uğrayan Atatürkçü gençlere saldırmak, Türk ordusunda görev yapmış birinin işi olmamalıydı, Türk ordu tarihi bu yazıyı kara bir leke olarak kaydedecektir.

ADD’ye düşen görev

Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Merkezi ve Genel Başkanı sayın Halil İbrahim Şahin ve ADD’nin burada adını sayamayacağımız onlarca şubesi, bu saldırı sırasında gereken Atatürkçü tavrı ortaya koymuş ve bizi desteklemiştir.

Bizlerin bugüne kadar hiçbir grup ya da kişi alehinde, kötü bir söz bile söylemediğini binlerce ADD’li çok iyi bilir.

Ve yine bizim ADD’nin tüm faaliyetlerine yardımcı olmak için çaba gösterdiğimiz, bunun karşılığını beklemediğimiz, hele hele ADD içinde bir örgütlenme yürütmediğimiz, hiçbir yerde yönetici görevlere talip olmadığımız çok iyi biliniyor.

Atatürkçü gençlik, üniversitelerde Atatürkçülüğün yayılması için mücadele etmektedir. Bunun dışında ADD ile omuz omuza mücadele etmektedir.

Bizler ADD içinde hizip örgütlemek, yönetim içinde çatlaklar yaratmak, ADD yöneticilerini birbirine çekiştirmek gibi küçük oyunlarla uğraşmamaktayız. Bu son tezgah, bu tür küçük hesap peşinde koşanların gerçek niyetini ortaya koymuştur. Bundan sonra bu grupçuğa daha fazla müsamaha gösterip göstermeyeceği ADD yönetimine kalmış birşey.

Fakat bu grupçuğun okullarda terör örgütleri ile ADKF alehinde yaptığı işbirliğinin, şeriatçı gazetelere jurnallerinin hesabını da en başta Atatürkçü kamuoyunun vicdanı verecektir. Buna da güvenimiz tamdır.

Atatürkçü gençliği savunmak vatanı savunmaktır

Sonuç olarak tüm Türk milletini ve özellikle Atatürkçü yurttaşlarımızı, oynanan oyun konusunda uyanık olmaya çağırıyoruz. Oyun Türkiye’miz üzerinde oynanmaktadır. Adı Sevr’dir.

Atatürkçü gençlik bu plana karşı engel haline geldiği için saldırıya uğramaktadır.

Bugün Atatürkçü gençliği savunmak o nedenle vatanı savunmaktır. Nitekim Atatürkçü gençlerin yaptığı tek şey de vatan savunmasıdır.

Atatürk gençliğini ne terör örgütlerinin satırlı saldırıları, ne basının tezgahları durdurabilir.

Atatürkçü gençlik bu saldırılardan çok geçmiştir.
Bu tezgahlara karşı da uyanıktır.
Bizi durdurabilecek ne bir terörist saldırı ne de tezgah olabilir.


http://www.turksolu.org/31/aciklama31.htm

***

ADKF ve TÜRKSOLU'ndan Açıklama - Atatürkçü Gençlere Büyük Tezgah BÖLÜM 1


ADKF ve TÜRKSOLU'ndan Açıklama - Atatürkçü Gençlere Büyük Tezgah BÖLÜM 1


26.05.2003/Sayı:31

ADKF ve TÜRKSOLU'ndan açıklama
Atatürkçü gençlere büyük tezgah

Atatürkçü gençlere PKK saldırısı

PKK önderliğindeki terör örgütlerinin üniversitelerdeki Atatürkçü gençlere yönelik fiili saldırısı, medya organlarına yerleştirilmiş karanlık odakların tetikçilerinin karalama kampanyası ile devam ediyor. Son 15 günün gazete manşetlerine bir bakmak saldırı kampanyasının boyutunu anlamaya yeter. En son Ceviz Kabuğu programında kurulan ama Atatürkçü gençlerin farkına vararak düşmedikleri tezgah, hem Atatürkçü gençler için hem de Türk milleti için bir uyanma çağrısı olmalıdır.

Atatürkçü gençlere saldırı basında “sol içi çatışma” olarak yansıtılmaya, karşılıklı çatışan iki öğrenci grubu varmış gibi gösterilmeye çalışıldı. Gerçi televizyon ekranlarında olayı izleyenler için herşey açıktı; bir tarafta ellerinde satırlar ve döner bıçakları olan 200 kişilik bir güruh, diğer yanda savunmasız otuz kişilik bir grup. Dolayısıyla, bir çatışma değil Atatürkçü gençlere yönelik bir saldırı olduğu kolaylıkla anlaşılabildi.

Ancak burada olayın saldırı boyutunu değil, bu saldırının ardında yatan nedenleri ortaya koymaya çalışacağız.

İşte Atatürkçülere saldıranlar

PKK, DHKP/C, MLKP, TKP/ML-TİKKO, TKP-Kıvılcım, TİKB, TKİP, Kaldıraç, Devrimci Parti Güçleri, Öğrenci Konseyleri, Devrimci Mücadeleci Gençlik: (ortak bildiri)

MGK Uzantısı ADKF Üniversiteden Defol!

İstanbul Üniversitesinde geçen hafta çarşamba günü başlayan ve yaklaşık bir hafta süren çatışmalar üzerine yoğun bir manipülasyon yapılmış ve halen de yapılmaktadır. Devletin ve medyanın gerçeklerle hiçbir alakası olmayan bu karalama kampanyası, üniversitelerdeki devrimci, yurtsever öğrenciler başta olmak üzere, öğrenci hareketimizin bütününe dönük yürütülen MGK güdümlü bir politikadır. Bu politika polis-idare-ADKF işbirliğinde üniversitelerdeki kışla düzenini, polis işgalini ve antidemokratik uygulamaları derinleştirmek amacıyla hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Ancak devrimci, yurtsever öğrencilerin kararlı tutumu MGK politikalarını boşa düşürmüş, başta ADKF çetesi olmak üzere, polis ve üniversite idaresi karşısında öğrenci hareketimiz bir bütün olarak net bir tavır almıştır.

Bu açıklama başından sonuna sürecin hem politik hem de pratik olarak sorumluluğunu üstlenmiş, bundan sonra da bu kararlılık içerisinde bulunacak örgütlerin, kurumların ve grupların ortak deklarasyonudur.
(Bu bildiri tüm üniversitelerde dağıtıldı!)

DHKP/C

ADKF, Genelkurmay’ın polisin ve üniversitelerde rektörlerin himayesinde bir çetedir. Devrimci, demokrat, islamcı, muhalif gençlik örgütlenmelerinin karşısına, “devletin gençlik örgütlenmesini” oluşturmak üzere arenaya salınmıştır.

MLKP

Politik amacı bir askeri cunta kurulmasını sağlamak olan, Irak savaşı süresince sıkça Kürt düşmanı bildiriler dağıtan, orduyu Kuzey Irak’ı şgal etmeye çağıran bu şovenist grup, “Atatürkçü Düşünce Kulüpleri Federasyonu” (ADKF) adı altında örgütleniyor ve bulunduğu üniversitelerde rektörlerin yoğun desteğini alıyor.

TİKB

Kesinti vermeden süren kovalamacanın sonucunda Barbaros Bulvarı’na gelindi. Burada devrimcilere taşlarla karşılık vermeleri üzerine devrimciler Mecidiyeköy istikametindeki yolu keserek trafiği durdurdular ve taş ve sopalarla saldırıya geçtiler. Atılan taş, bardaklar vs ile yaralanan ADKF’lilerin başında bekleyen diğerleriyle devrimciler sıcak temasa girdiler. Bu sırada kurtulabilen ADKF’liler kurtuluyor, kurtulamayanlar ise dövülerek cezalandırılıp bir kenara bırakılıyordu. Barbaros Bulvarı’nda 4 kez sıcak temasa girildi. Her seferinde de ADKF çetesi ağır kayıplar vermek zorunda kalarak geri çekildi.

TKP

Olaylar, “Türk Solu” adlı dergiyi çıkaran büyük çoğunluğu okul dışından 60 kişilik milliyetçi bir grubun solcu öğrencilere müdahale etmek amacıyla okula girmek istemesiyle başlamıştır.

Doğu Perinçek:

Olayların patlama noktası Gökçe Fırat Çulhaoğlu’nun liderliğini yaptığı ADKF’li öğrencilerin, devrimcilerin afişlerinin üstüne kendi afişlerini basmasıydı.

ÖDP

Dün olduğu gibi bugün de hedeflenen gelişen, büyüyen, muhalefete set vurmaktır. Bu eylemleri gerçekleştirenlerin kmlikleri bazen İslamcı, bazen Milliyetçi ve bugünlerde yaşandığı gibi bazen de “Solcu” olabiliyor. Bugün yaşananlar zorba bir zihniyetin üniversitelerdeki demokratik muhalefete yaptığı bir saldırıdır. Bilinçli ve maksatlıdır. Gelişen büyüyen üniversite muhalefetine çekilmek istenen setin bugünkü ismi “Türk Solu”dur.

EMEP

Biz Emek Gençliği olarak öğrencilere yöneltilmiş saldırganlığı kınıyor, ADKF-TÜRKSOLU’nun yarattığı terörü, üniversiteye ve bilime yapılan bir saldırı olarak görüyoruz.

Bu Kadar Terör örgütünü kim Birleştirdi?

Saldırgan grubun başını PKK çekiyor. Dev-Sol, MLKP, TİKKO ve adını sayamadığımız irili ufaklı 10’dan fazla terör örgütü onu takip ediyor. TKP, EMEP, SDP ve ÖDP gibi yasal partiler de bu terör koalisyonuna destek veriyor. Topladığımızda tam 20 grup ediyor.

Burada hemen şu soru akla geliyor; Türkiye’de legal görünümlüden illegaline tüm bu örgütleri birleştiren şey ne? Türkiye’deki solu az çok tanıyanlar çok iyi bilir, Türkiye tarihinde bu kadar grubun bir araya geldiği, hele hele birlikte bir saldırı örgütlediği görülmüş şey değildir. Bu tür gruplar, geçmişte ülkücülerle kavga ederken bile bu şekilde birleşmemişlerdi. O halde bunca yıllık tarihte olmamış olayı gerçekleştiren ve tüm bu grupları Atatürkçü gençlere karşı birleştiren kimdir?

İşte bizim açımızdan önemli olan ve cevaplanması gereken soru bu.Fakat burada hemen bir ayrıntı ile olayın gerçek boyutunu da ortaya koymak gerek. Türkiye tarihinde hiç olmamış bir şey daha bu saldırıda gerçekleşti. İlk defa kendine solcuyum diyen bu örgütler, ellerine satır ve döner bıçaklarını aldılar. Daha önce karşılarında satırlı ülkücü gruplar varken dahi eline satır almayan bu gruplara, Atatürkçü gençlere saldırmaları için o satırları kim verdi?

Dahası saldırının boyutunun iyi bilinmesi gerek. Terör örgütleri öldürmek için saldırdı

O gün okula giden Yıldız Teknik Üniversiteli 30 kadar Atatürkçü genç okula girer girmez, hazırlıklı bekleyen yaklaşık elli kişilik bir grubun saldırısına uğruyor. Atatürkçüler saldırıyı püskürtüyor. Olayın hemen ardından polis okula geliyor. Ama buna rağmen bu terör örgütlerinin adamları okula gelmeye başlıyor ve saldırganların sayısı 100’ü geçiyor. Atatürkçü öğrenciler okulu terkederek saldırının hedefi olmak istemiyor ve okuldan çıkıyor.

Ancak okul çıkışında polis tarafından engel olunmayan 100 kişilik saldırgan grup taş atarak saldırmaya başlıyor. Atatürkçü öğrenciler yaklaşık 15 dakika bu saldırganlara direniyor hatta saldırganları kovalıyor.

Fakat o 15 dakika içinde yaklaşık bir 100 kişi daha geliyor ve saldırganların sayısı 200’ü aşıyor. İyice kalabalıklaşan grup yeniden saldırıya geçiyor. Atatürkçü gençler bu 200 kişilik gruba da direniyor. 15 dakika daha süren saldırının en sonunda polis geliyor ve saldırganlar kaçıyor.

Geride dördü satır ve bıçak darbeleriyle ağır almak üzeri 24 yaralı var. Bu, bir saat süren saldırıya direnen Atatürkçü gençlerin bir saat sonraki fotoğrafıdır. Ama bu fotoğrafı iyi okumak gerek. Daha ilk andan itibaren Atatürkçü gençler kendilerini savunmasalar, direnmeseler orada öleceklerdi. Nitekim saldırgan grubun kalabalığı, ellerindeki öldürücü aletler ve o aletleri kullanış biçimleri saldırının öldürme amaçlı olduğunu ortaya koyuyor.

Burada planı bozan bir şey olmuştur. Atatürkçü öğrenciler, saldırgan grubu satır ve döner bıçaklarıyla silahlandıran ve Atatürkçü gençlere saldırtan gücün, hiç hesaba katmadığı bir direniş göstermiş ve canını ortaya koyarak canını kurtarmıştır. Atatürkçü gençler direnmese bu grubu silahlandıranların planı başarıya ulaşmış ve yerde Atatürkçü gençlerin ölüleri olmuş olacaktı.

Atatürkçülere Saldırılacağı önceden biliniyordu

Saldırı sonrası elde edilen bilgiler bunu teyit etmektedir.

Bu 20 örgüt saldırıdan iki gün önce yani 3 Mayıs günü bir araya gelmiş ve bu saldırı kararını oybirliğiyle almıştır. O andan itibaren saldırı aletleri temin edilmiş ve gruplar harekete geçirilmiştir.

Olay Emniyet istihbaratı ve jandarma istihbaratı tarafından izlenmiş ve tespit edilmiştir. 5 Mayıs günü Atatürkçülere saldırı olacaktır, saldırının boyutu ortadadır ve öldürme amaçlıdır hatta yeri bile bellidir: Barbaros Bulvarı!

Ama bu tuzağı bir tek Atatürkçü öğrenciler bilmemektedir, nitekim okula, hergün gittikleri gibi gitmişler ve savunmasız bir şekilde tuzağın ortasında bulmuşlardır kendilerini.

Satırlar üniversitede bir profösörün gözleri önünde dağıtıldı
Olayın hazırlanış boyutunu ortaya koyması açısından iki önemli nokta daha var.

Birincisi, 2 Mayıs Cuma günü, İstanbul Üniversitesi Öğrenci Kültür Merkezi’nde (ÖKM) toplanan bir grup vardır. Bu grup ÖKM olanaklarından faydalanan ama terör örgütlerine bağlı bir gruptur. ÖKM bahçesine gelmiş ve satır torbasını açıp satırları bahçeye sermiştir. Sonra yere serilen satırlar örgüt liderleri tarafından örgüt örgüt paylaştırılmıştır. Ve bu paylaşım üniversite yöneticisi bir profesörün gözleri önünde yapılmıştır. Ve o Cuma günü kullanılamayan satırlar ancak üç gün sonraki saldırıda kullanılabilmiştir.

Önemli noktanın ikincisi ise okulda kimlik kontrolünün yapılmamasıdır. Bilindiği gibi İstanbul Üniversitesi öğrenci olaylarının sık yaşandığı bir üniversitedir. Bu nedenle okula giren öğrenciler kimliklerini göstererek girmektedir. Ama bu olaylar başlamadan hemen önce okulda kimlik kontrolü yapılması kesilmiştir. Hatta saldırı sonrası dahi kimlik kontrolü yapılmamıştır. Ve polisin gözleri önünde satırlı öğrenciler okula girmiş, yeni provokasyonlara girişmişlerdir. Olay okul yetkililerine bildirilmiş, okul yönetimi Emniyet tarafından da uyarılmış buna rağmen okulda kimlik kontrolü yaptırılamamıştır.

Atatürkçülere Satırlarla Saldıranlar İtiraf ediyor

Ali: (İstanbul Üniversitesi, 1981 doğumlu) DEHAP’ın ilçelerden yüzlerce insan geldi. Aynı şekilde İstanbul’un bütün üniversitelerinden ve Beyazıt’ın kendi solcuları Beyazıt’ta toplandı ve yaklaşık 600 kadar solcu olduk. Merkez kampüste beklemeye başladık. Çok kötü bir görüntü vardı, sopalar orta yerde çıkartıldı falan... “Polis koruması olmadan okuldan çıkarlarsa, yolda yakalarız ve yaparız yapacağımızı” dedik.

Haftasonu toplantılar yapıldı, farklı gruplardan temsilciler geldi. Pazartesi günü erken saatte, Edebiyat Fakültesi’ne topluca girilmesi kararı alındı. Şu ünlü “eli sopalı” hikâyesine geleceğim... Böyle dönemlerde, kendi güvenliğinizi sağlayabilmek için yanınıza sopanızı da alıyorsunuz, biber gazını da... Çatışma dönemlerinde toplu giriş ve çıkışlar yapılır. Bizim açımızdan bunun tarifi, can güvenliğini sağlamak ve ADK’lıların okula girmesine engel olmaktı.

Postexpress: Okula Girerken kimlik kontrolü var mıydı?

Ali: Sabah 7’de geldiğinizde her şeyi, yani istediğiniz kadar adamı ve malzemeyi içeriye sokabilirsiniz. Molotof kokteyli de olabilir, satır da olabilir...

Postexpress: Yanınıza ne tür aletler aldınız?

Ali: Tahta sopalar, demir sopalar, birkaç tane satır, biber gazı spreyleri... (ADKF’lilerden bahsederek) Ceketlerini sararak senin sopa hamleni savuruyorlar. Çok eğitimli ve çok azimli adamlar. Adamın kafası yarılıyor, kan revan içinde, hâlâ saldırıyor. Normalde, bu tür çatışmalar iki-üç dakika sürer, dayak yiyeceğini anlayan taraf kaçar. Ama bu adamlar, dayak yiyeceğini anlasa da gelmeye devam ediyor.

Ahmet: (Yıldız Teknik Üniversitesi, 1982 doğumlu) Ben de orada yer aldım. Demir vardı elimde, yüz ifadem sinirli, allak bullak... Orda beni görseniz, “şuna bak, dün ‘savaşa hayır’ diyen biri şimdi nasıl davranıyor” denilebilecek bir hal.

Ayşe: Gazetelere baktığımızda, olay çok korkunç gösteriliyor. Tamam, satırdır, sopadır, günlük hayatta çok elimizde tuttuğumuz şeyler değil ama bu kadar uzak olduğumuz şeyler de değil. Saldırdık ama bu bence normaldi.

Mehmet: Bence de tamamen meşru.

Ayşe: Bu adamların dergilerinin adı TÜRKSOLU ama Deniz Gezmiş’in resmini kullanıyorlar, solun geleneksel değerlerini sahiplenmeye çalışıyorlar ve bunları “ulusal sol” diye bir tanımlamanın içine koyuyorlar. Bizim yarattığımız, bize ait şeyleri sonuna kadar kullanıyorlar. “Sen de solcusun o da solcu. Ulusalcılık kötü mü?” deniyor. Bütün bunları insanlara anlatmak zor.

Mehmet: Bu satır meselesi çok abartılıyor, özellikle medyada çok çıkıyor. Mesela, o çatışmada ya bir tane ya da iki tane vardı...

Hasan: Karşı taraf öyle olunca, sopayla olmuyor. Satırın psikolojik bir etkisi var... Bizde bir kişide olursa, karşı tarafa büyük bir darbe vurur. Bir satırlı elli kişiyi dağıtabilir psikolojik olarak. Çatışmada psikoloji çok önemli. Bunun için elimizde döner bıçağı vardı, satır vardı; vardı yani... Bundan sonra da eğer gerekirse olacak.

Ali: Merak etmeyin, biz eline sopa verdiğimiz adamı da, satır verdiğimiz adamı da çok dikkatli seçiyoruz...

Hasan: Onlara karşı silah kullanmak zorundayız. Bence bu bizim açımızdan çok meşru ve bundan sonra da kullanacağız.

Ahmet: Satır olayına döneceğim. Bu bence insani değildir, ben hümanist bir insanım ve bunu tartışmaya da gerek duymam. Çoğu kişi bence olayların içine girdikten sonra dışarıdan bakamıyor. Son olay da bence kötü oldu. Ama uzun vadede biz kaybettik bence. Savaş sırasında çok meşru bir zeminimiz, geniş bir tabanımız vardı. Eylemlerimiz geniş bir kesimin gözünde çok meşrulaşmıştı ve tam bu sırada mevcut düzen silahlarını çok güzel kullandı. Bir çeşit şah çekti bize. Biz de bir hamle yaptık ve diyelim ki şahı kaçırdık, ama bu bize çok fazla zarar verdi. Vezirimizi yedirdik.

Savaşa karşı gösterilerde politikleşmeye başlayan insanlar gerçekten şu anda korkuyorlar. Tam biz bir alan açmışken, üstümüze çöktü. Arkadaşlarıma savaş kötüdür mötüdür diye anlattığım zaman dinliyorlardı. Ama şimdi arkadaşıma “Olay öyle gelişmedi” dediğimde, “Nasıl gelişirse gelişsin, çok kötüydü” diyor. Artık kesinlikle o insanla bir şey paylaşabilmek mümkün değil.

Çok basit bir şey söyleyeceğim, ben sınıfa gittiğimde, televizyonda görüntümü gören bir arkadaş benim dediğime güvenir mi sizce? Ben kendim gördüm. Hayvan gibi çıkmışım. Elimde sopayla saldırıyorum, yüzüm gerilmiş.

(Postexpress Dergisinden alınmıştır)

Karanlık Gücü ortaya çıkartacak sorular

Şimdi tüm bu noktaları ortaya koyalım ve şu soruları yanıtlayalım:

1- Üniversitelerde Atatürkçü gençlerin faaliyetinden rahatsız olan ve kavga ortamı yaratmaya çalışanlar kimlerdir?

2- Tüm bu legal-illegal örgütleri ortak toplantıya davet eden kimdir?

3- Bu toplantıda neler konuşulmuş, kimler ne önermiştir?

4- Bu toplantıda saldırıda satır kullanılmasını kim önermiştir?

5- Satırları hangi örgüt temin etmiştir?

6- Olaydan önce İstanbul Üniversitesi’nde satır dağıtan hangi örgüttür?

7- İstanbul Üniversitesi’nde bu satır dağıtımını gören ve buna karşı çıkmayan üniversite yöneticisi profesör kimdir?

8- İstanbul Üniversitesi’nde kapıda kimlik kontrolü yapılmasını kaldıran emri hangi üniversite yöneticisi vermiştir?

9- Emniyetin okulda arama yapma önerisini reddeden İstanbul Üniversitesi yöneticisi kimdir?

10- Tüm bu olacakları haber alan Emniyet istihbaratı Atatürkçü öğrencileri neden bilgilendirmemiş ve uyarmamıştır?

11- Saldırıya katılan, elinde satırla görüntülenen ve satırlarda parmak izlerine rastlanan ve terör örgütlerine mensup dört öğrenci nasıl olmuş da serbest bırakılmıştır?

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***