Prof.Dr.Sait Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Prof.Dr.Sait Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Şubat 2020 Perşembe

GİZLİ BİLİMLER VE GÖRÜNMEYEN DÜNYA BÖLÜM 4

GİZLİ BİLİMLER VE GÖRÜNMEYEN DÜNYA  BÖLÜM 4



Cadılık ve Büyücülük.. 

 Büyü ve büyücülük gibi kavramlar, en az insanlık tarihi kadar eskidir. Cadılarla 
ilişkilendirilecek birçok hikayenin kaynağı antik dünyadır. Cadılar, doğa güçlerine egemen olmayı amaçlayan binlerce yıllık pratiğin, Neolitik çağlarda olağanüstü bir gelişme göstermiş bir büyü geleneğinin belki de son mirasçılarıydılar. Hermes’in (Kral Toth) adını verdiği Tarot falı bugüne ulaştı. Babil döneminden günümüze kadar gelen yıldız falları, halen insanlar tarafından inanç içinde baktırılmaktadır. O dönemlerde Mısırlılar, Babil’den öğrendikleri yıldız haritaları ve fallar aracılığıyla kehanetler yaparak tüm hayatlarını biçimlendirmeye 
çalışmışlardır. M.Ö. 3000'li yıllarda, Mısır uygarlığı döneminde bu inançlar, uygulama ve kullanma anlamında zirve yapmış; batıda Roma döneminde; doğuda ise Çin'de geliştirilmiş ve bugünkü bilinen halini almıştır. Cinler, efsunlar ve gizli güçler ile irtibata geçmeye çalışan Museviler, büyü ile oldukça fazla uğraşmışlardır. 

 Tarihte ilk olarak eski Roma’da karşımıza çıkan cadıları Ortaçağ boyunca ve yakın tarihe kadar Avrupa’nın her ülkesinde ve yakın bir döneme kadar da Güney Afrika’da bulmak mümkündür. Daha 358’de İmparator II. Konstantin her türlü büyüyü yasaklamıştı. 430'lü yıllarda büyü, iyi veya kötü bir özellik taşıyıp taşımamasına bakılmaksızın şeytanla yapılmış bir anlaşmanın sonucu olarak kabul edildi. Oysa eski Roma’da sadece kötü büyüler bir yargı suçu sayılıyordu. Büyünün suç sayılmaya başlaması ile cadı avcılığının temelleri de atılmış 
oldu. 580’de Kraliçe Fredegunde döneminde Paris’te cadılar yakıldı. Teolog B. Von Worms (965-1025) cadıların şeytanla işbirliğine girdiğini ve Hıristiyanlığa karşı savaşan kâfirler olduğunu açıkladı. Bu, özel olarak kadınları ifade etmemesine rağmen kadınların maruz kaldıkları bir suçlamaydı. Yasal olarak ilk cadı yargılanması 1204 yılında gerçekleşti. 

 Ortadoğu çıkışlı üç büyük din her türlü büyücülüğü yasaklayınca, neolitik büyücül doğa dinlerinin açık ve gizli izleyicileri cadı konumuna düştüler 49. 

Avrupa’yı oluşturan kavimler, eski pagan inanç ve uygulamalarını Hıristiyanlaştırmalarından sonra da bir ölçüde, Hıristiyan mitolojisinden aldıkları öğelerle kaynaştırarak sürdürme yoluna gitmişlerdi. Cadı görünen kadınlar, üç büyük dinin içinde, üç büyük dine karşın, neolitik kökenli büyücül teknik ve uygulamalarını sürdürmenin anlayışla karşılanacağını düşünmüştü. Ama herkesi 
potansiyel cadı olarak gören kilise böyle düşünmüyordu50. 1080 yılında Papa Gregor VII yaşanan büyük bir doğa felaketinin ardından yaptığı açıklamada bu olayın tanrının bir cezası olduğunu ifade etmesinden sonra 1115 yılında otuz kadın aynı günde yakılmıştır. Fransa’da 1143’de Katharosçu Heretiklere (kâfirler) ilişkin takip sürecinin başlatıldı. Heretik Valdesçi hareketin 1173’te Fransa’da faaliyete geçti. Papa III. Innokentius tarafından 1199’da yayınlanan ferman (Vergentis in senium) ile Heretiklerin takip ve yargılanmasına olanak 
veren yasa kabul edildi. 

 15. yüzyıla kadar kadın veya erkek büyücüler arasında bir fark göze çarpmıyordu. Fakat, bu yüzyıldan başlayarak yaklaşık iki asırdan fazla bir süre boyunca büyücülük adeta kadınlara özgü bir suç haline getirildi ve cadı kavramı ortaya çıktı. Kadın yüreğinin doğuştan kötülüğe eğilimli olduğu ve bu yüzden de büyücülüğe daha uygun olduğu ileri sürülüyordu. Cadıların hepsinin kadın olmasa da, cadılığa yönelenlerin arasında kadınların çoğunlukta olduğu görüşü önemli bir saptamadır. Şamanlığa ve elbette bu bağlamda anahanlığa (kadın 
önceliği) dayanan asıl nedenlerin dışında, bu tarz bir nüfus yapılanmasının bir ucu da cadılığın özünde beliren, geleneksel kalıpların dışında sayılabilecek bir muhalefet biçimidir. 

Bunlar içinde yeni düzene (feodalite) ayak uydurmayıp yitirecek hiçbir şeyi kalmamış köylü erkekler, antik gizemciliğe ilgi duyan aydınlar, libertenler, farklı nedenlerle toplum dışına itilmiş çeşit çeşit nonkonformistler, inançsızlar, inanç arayanlar, eşcinseller, cadılığın potansiyel bir muhalif güç olduğunu düşünen maceracılar vardı51. Kilisenin farklı, toplumdışı bulduğu herkesi cadılıkla suçlaması da böyle bir koalisyonu zorunlu kılmış olduğu söylenebilir. Margaret Murray’a göre, cadılığın başlıca toplumsal tabanını yalnızca eskicil pagan inançlarına bağlılıklarını sürdürenler oluşturuyordu 52. 

 Ortaçağ Hıristiyanlığının ödünsüz dogmacılığına karşı, doğal olgulara alternatif bir açıklama arayarak, bilimsel düşüncenin ortamını hazırlayanlar arasında, cadı denen bir takım adsız öncüleri de vardı. Francis Bacon ve Galileo gibi bilim öncülerinin büyücülükle suçlandıklarını hatırlayalım. Engizisyon sorgucusu için cadı büyücü, sapkın, vb.nin dışında bir bilim adamı kategorisi bulunmuyordu53. Ancak, cadılarla ilgili bugünkü algının oluşması Rönesans dönemine dayanır. Kimin cadı olup olmadığının belirlenmesi keyfiyete dayanmış, cadılara yönelik ölüm cezaları iktidar olanlar tarafından, kendi iktidarını özellikle de kadınlar 
üzerindeki iktidarını güçlendirmek ve yeniden üretmek için kullanılmıştır. 

 15. yüzyılda Papa, cadıların gece uçtuğunu söylediği için, gece sokakta yalnız yürüyen yaşlı kadınlar şeytanın toplantısına gitmekle suçlanabiliyordu. Kadınların süpürge ile uçtukları iddia edilen bu yıllarda Leonardo de Vinci ilk uçak modelini çiziyor ama uçma denemesi başarısızlıkla sonuçlanıyordu. Cadı avı resmen 1430’da (Saoyen, Dauphiné – Fransa) başladı ve 1431’de Jeanne d’Arc’ın yakıldı. Karşılaşılan kötülüğü yok etmek için başvurulan büyücülük, Ortaçağ’da dinsel bir suç olarak görülüyor ve sert bir şekilde cezalandırılıyordu. Bu dönemde (15. yüzyıldan 17. yüzyıl sonlarına kadar) cadıların en çok suçlandıkları şey, havaları bozmaktı. Sadece Almanya’da 1450 ile 1550 yılları arasında 100 
bin cadının öldürüldüğü tahmin edilmektedir. 1543’de bir gece önce fırtınada donanması batan Danimarka kralı, bundan cadıların sorumlu olduğunu düşünerek, binlerce yaşlı kadını yaktırmıştır. 1570’deki iklim felaketini takiben Avrupa çapında yaşanan büyük açlık cadı avlarını hızlandırdı. 1585 yılında Trier’de o kadar çok kadın cadılık suçlaması ile yakılmıştı ki, iki köyde sadece iki kadın kalabildi. 1630 yılında ise Würzburg Bischof’u 1200 kadın ve erkeğin yakılmasına neden oldu. 

Büyücülük tarihi boyunca sürekli gündemde kalan şey kadın özellikle yaşlı kadın 
düşmanlığı olmuştur 54. Cadılar toplumun kötülüklerini yansıtan günah keçileri oldular. Toplu halde cadıların yakılması veya linç edilmesi olaylarının benzerlerini tarihte sıkça görmek mümkündür. Bu sayı bazen bir kaç ay içinde 250'den fazla kurbanı kapsamaktaydı. Bazı tek olaylarda sayı 500'ü bile buluyordu. 16. yüzyıl hukukçusu Jean Bodin’e göre; cadı, şeytani araçlar yardımıyla bir şeyi denetlemeye ve yürütmeye bilinçli olarak çalışan kimsedir Bilinçli olması hukuksal olarak cadılığa yargı yolunu açardı 55. 16. yüzyıl fizikçisi Johann Weyel’e göreyse cadılar zayıf, bunak, aldatılmış ve yanlış yola sapmış yaşlı kadınlardır ve biz onlara ceza vermek yerine sempati göstermeliyiz. Fiziksel olarak tehlikeli zehir kullanan cadılar olsa bile bu laik bir suçtur; kimse inançlarından ve ibadetlerinden ötürü yargılanmamalıydı. İsveçli fizikçi Paracelsus’un yaklaşımı ilginçti; “Büyülü nesneleri ve kimyasal maddeleri, yıldız ve gezegenlerle birlikte kullanmak evrenin büyük ve doğal enerjisini kontrol sağlar ve bu enerjiyi kullanan kimse felaketler de yaratsa cadı olmaktan çok doktordur” 56. 




Resim 3: Cadılar Her Zaman Yaşlı Kadınlar Değildir. 

Not: Genel inanışa göre, cadılar çirkin, karga burunlu, yaşlı bir kadın olarak tasvir edilse de kırmızı uzun saçlı, çevresinde bir (kara) kedi ya da kuş besleyen genç cadı motifleri de vardır. 

1626-1630’da cadı avlarının Almanya’da zirve yaparken, 1692’de Salem (Amerika) cadı davaları başladı. Büyücülük suçlamasıyla bir kişinin son olarak öldürüldüğü tarih, İngiltere için 1682 yılıdır. Büyücülüğü suç sayan yasa İngiltere’de ve İskoçya’da 1736 yılında kaldırıldı. Bunun anlamı, büyücülüğün artık toplumsal öneminin azalmış olmasıydı. Fransa’da en son 1718’de, İspanya’da ise 1780’de bir büyücü yakıldı. İrlanda’da büyücülüğe karşı olan 
yasa 1821’e kadar yürürlükte kaldı. Büyücülüğün etkisi, bilimsel düşüncenin ve bilginin gelişmesiyle gerilemiştir. Meteoroloji alanında elde edilen yeni bilgiler, fırtınaların ortaya çıkışında bastonlu kocakarıların payını artık yok derecesine indirmişti. Paratonerin kullanımı konusunda da benzeri bir durum yaşandı. Paratoner kullanan ‘günahkâr’ insanlar ölmezken, kullanmayan ‘masumların’ ölmesi, paratonere olan güveni ve bu aygıtın yayılmasını sağladı. 

Büyücülük, kendi ritüellerinin geçerliliğinin çürütülmesinden ziyade, artık ciddiye alınacak bir ritüel olmaktan çıkması nedeniyle önemini yitirdi. Bu dönem bilimsel düşüncenin artık kıta çapında etkili olmaya başladığı bir çağdır. 

 18. yüzyılda cadılar artık tehdit olarak görülmüyor, köylüler arasında ortaya çıkmış bir batıl inanç olarak değerlendiriliyordu. 1768 Çin’de cadı takipleri devam ediyordu. 13 Haziran 1782’de Avrupa’da (İsviçre) son yasal cadı (Anna Göldi) infazı yapıldı. 1835’de Alman yazar-masalbilimci Jacob Grimm cadıları ‘bilge kadınlar’ olarak tanımladı. 1860-1900 döneminde Meksika ve Rusya’da illegal cadı infazları devam etti. 1900’de Afrika kıtasında cadı karşı hareketin güç kazandı. 1948-1980 arasında Batı Hindistan’da yüzlerce kişinin cadı oldukları gerekçesiyle katledildi. 1996 yılında Güney Afrika Cumhuriyeti’nin kuzey 
bölgesinde cadı takipleri yapıldı57. Günümüz Türkiye’sinde cadılar, yaramaz ve sevimli kız çocukları ile yaşlı ve huysuz kadınlardan ibarettir. Ancak, büyücülük günümüzde de tamamen yok olmuş değildir. Fakat toplumsal etkisi ve önemi artık çok düşük düzeydedir. 2000 yılı Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Af Örgütü raporlarına göre başta Tanzanya, Papua Yeni Gine, Kongo, Nijerya, Endonezya, Tayland gibi ülkeler ve Güney Amerika (Brezilya), Orta Amerika, Hindistan, Afrika kıtası olmak üzere çok sayıda bölgede cadı avları tüm hızıyla sürmektedir. Bununla beraber, ABD, İngiltere ve Polonya gibi ülkelerde büyücülük okulları 
hizmet vermekte, Trump örneğinde görüldüğü gibi büyücüler faaliyetlerini bir folklor gösterisi gibi açıkta icra etmektedirler. 

 Cadılık Kültü.. 

 Eski Hıristiyan Avrupa’da cadılar şeytanî güçlerle ve şeytanla ilişkilen dirilirlerken, günümüzde, cadılar kendilerini iyilikçi ve ahlak olarak da olumlu insanlar şeklinde tanımlamakta, diğer insanlarca da böyle bilinmektedirler. Tarihî örneklerde cadıların çoğu kadın olmasına rağmen, erkekler de cadı olabilirler. Erkek cadılara, gerek tarihte, gerek mitolojide, ‘büyücü’ adı verilmiştir. Çoğu kültürde cadılık dinî uygulamalar, ölümden sonra yaşam, ruhlar, sanrılar, paranormal olaylarla iç içedir. Cadılık, genel olarak büyünün kullanım 
alanı olarak karakterize edilmiştir. Öte yandan ritüel, ayin ve kutlamalar için toplanan cadı gruplarının varlığı da ortadadır. Ortaçağın başlarında ünlü bir kilise yasası, geceleri Diana’ya tapınan kadınları suçlamaktaydı. Bu kadınlar, kanuna göre, yalnızca Tanrının yapabileceklerini şeytanın ya da kendilerinin yapabileceğini düşündürülerek aldatılmışlardı. 

Gerçek şeytana tapınma ise Alman Luciferianları ve Bohemian Adamiteleri arasında ortaya çıkmıştır 58. Cadı kültü, kilisenin 15. yüzyılda gücünü toparlamasıyla yok edilmeye başlansa da pagan ritüelleri bütün o dönem boyunca yaşamaya devam etmiştir. 

 Büyülerin zamana, mekâna ve de insana olmak üzere çok geniş boyutları vardır. Bir büyü, yapılışına göre farklılıklar gösterebilir. İnsanın iş düzeni, aşk hayatı, sağlığı gibi aklınıza gelen her türlü konuda büyü yapılması mümkündür. Büyüler, zengin, sağlıklı olmak, başarılı olmak, bir kişiye veya kişilere yardım etmek gibi iyi amaçlarla veya birini cezalandırmak gibi kötü amaçlarla da yapılabilir. Kötü amaç ile yapılan büyü, kişilerin fiziksel yapısını bozmak, iradesini kontrol etmek, fikirleri ve hareketleri değiştirmek amaçlarıyla yapılan geçici ve kalıcı etkiler yaratmaktadır. Bu tür büyülerde insanların psikolojik yapıları bozulur ve hayatı kötü yönde etkilenir. Büyü uygulamalarının kısa zamanlı, uzun süreli ve ölünceye kadar olanları vardır. 

 İngiltere’de kara büyünün kanıtı; düşmanlarının balmumu heykelcikleriyle ya da diken veya iğneyle delinmiş kulaklarıyla birlikte yakalananlar, düşmanlara zarar vermek için lanetli tabletler kullanılması, büyü amaçlı cesetler (necromany) kullanılması, kasaba mezarcılarında ölü bebeklerin saç ve tırnaklarının çalınması oldu59. Ancak, toplumların yaşadığı her felaketten (katillik, hırsızlık, verimsizlik, ürünlerin azalması, fırtınalar, depremler, ırza geçme gibi suçlar) yine cadılar sorumlu tutuldu. Öte yandan İngiliz büyücü John Dee büyü ve astrolojinin I Elizabeth ve mahkemeleri için kullanıldığını bildirmektedir 60. Örneklerini 
çoğaltabileceğimiz cadı gibi davranan ve gizli güç kullanabildiğine inanılan bu insanların yargılanmamıştı. Bununla birlikte, özellikle köylerde, kara büyüyü yok etmek için ak büyüyle uğraşanlar da vardı. Yararlı görülen bu insanların şeytanla ve cadılarla başa çıkmaları konusunda komşularına yardımcı olduklarına inanılıyordu. Görüldüğü gibi iki tip cadılık anlayışı ortaya çıkmakta: bir yanda cadıları zarar verici büyü kullananlar olarak görenler, diğer yanda ise cadıları örgütlenmiş bir grup olarak şeytana tapanlar olarak görenler. 

 Cadılık kendi içerisinde beşe ayrılmaktaydı; 

 - Gardnerian; çağdaş Cadılığın babası olarak söz edilen Gerald Gardner tarafından kurulmuştur. Gerald Gardner’in kendi yazdığı Gölgeler Kitabı’na dayandırılır. O’nun ritüellerine bağlı kalınır. 

 - Alexandrian; Alex ve Maxine Sanders tarafından kurulmuştur. Gardnerian’lara göre daha ılımlı ve esnektir. 

 - Miras; Aileden gelip, kuşaktan kuşağa aktarılan cadılıktır. 

 - Geleneksel; cadılığı içgüdüsel olarak uygulayanlardır. Genellikle cadılığı daha 
keşfetmeden, maji uygular ve yönergeleri öğrenirler. 

 - Hedgewitch; Çalışmaları tamamen toprak ve doğaya dayanan cadılardır. Hemen hemen sadece, otlar ve bitkilerle çalışırlar. 

 Toplumumuzda yaygın olarak yapılan ve en çok karşılaşılan başlıca üç türlü büyü grubundan bahsedebiliriz. 

 Ak büyü; amacı iyilik olan bir kişiyi kendine bağlamak, sevgiliyle arayı 
kuvvetlendirmek, düşmanın dost olmasını sağlamak, gözü dışarıda olan erkeklerin eşine bağlı olmasını sağlamak, boşanma durumlarının önüne geçmek gibi büyülerdir. 

 Kara büyü; bir insanı mahvetmek, ruhsal ve fiziksel yapısını bozmak, kaza-bela 
bulaştırmak, yaptığı işlerin ters gitmesini sağlamak, karanlık güçlerle iş birliği yapmak gibi amaçları vardır. 

 Kırmızı büyü; insanları öldürmek, aklını sakatlamak, intihara sürüklemek, karanlık güçlerin desteğini almak, lanete bulaştırmak, ölülerle anlaşmak gibi başka bir kişiye kalıcı zarar verme amacıyla kullanılan en tehlikeli büyü çeşididir. 

 Cadılar, bu geleneklere bağlı kalarak ‘Münzeviler’ ya da ‘Cadılar Meclisi’ denen 
gruplar halinde çalışırlar. Cadılar Meclisi, belirli aralıklarla buluşan ve birlikte çalışan bir cadı grubudur. 13 kişiden oluşmak zorunda değildir. Ama 3’ten fazla kişi barındırmalıdır. Kendi başına çalışan cadıya, ‘Münzevi Cadı’ denir. Aynı cinsiyette bile olsa, birlikte çalışan iki cadının ilişkisine de “ortaklık” denir. 

 Cadılık hem bir din hem bir yaşam biçimidir. Cadılık eğitimi; iksir hazırlama, majisel ayinler, sembol okuma vb. konuları içerir. Araplar bu işi sonradan öğrenmiştir ve çoğu Arapça büyü tesirsiz ve hayalidir. Günümüz cadıları daha çok maji konusuna eğilimlidir. Üst mevkilerde yer alan çoğu cadı dalga beden varlıklarla iletişim kurma, onları etki altına alma ve iksir hazırlama konusunda uzmandır. Muska yazmak ise, doğu okültizminde vardır. 

 Günümüzde büyünün bütün çeşitleri modern bilimce reddedilir. Gerçekte gelişen teknoloji ve pozitif bilimler, büyücülük kavramına karşı olan inanışı en alt seviyeye indirebilmeyi başarmış olsa da, büyü gerçeği hâlâ inkâr edilemeyen varlığını sürdürmektedir. 

İslam Dünyasında büyücülük.. 

Ortaçağ İslam dünyasında, popüler kültür düzleminde Hermes’in (İdris Peygamber) adına bağlanan özgül bir astrolojik-simyasal büyü literatüründen söz etmek (Hermes’e atfedilen Grekçe’den çevrilmiş kitaplar dolaşımda olmakla birlikte) genelde mümkün değildir. 

Bir başka deyişle, İslam popüler kültüründe yıldızların etkilerine bağlı büyü formülleri, yıldız falcılığı ya da baz metalleri altına dönüştürme yolundaki çabalar eksik değildir. Ancak, 

Hermes/İdris örneğin Ptoleme-Roma döneminde Mısır’da ya da geç Antikite/erken ortaçağ Harran’ında olduğu üzere büyüsel işlemlerin, özellikle de astrolojik ve simyasal olanların özgül olarak atfedildiği mistik ya da ilahi bir kişi olmaktan çıkmıştır. Uygarlığın sanatlarını ve gizli bilgileri muhafaza edip aktaran, yazıyı bulan, bir “kültür kahramanı” kimliği edinmiştir 61. Hermetik simya anlayışı da hastalıkların sonuçlarından ziyade doğrudan doğruya sebeplerini araştırmaya yönelen Hippokratesçi tababet anlayışıyla uyuşmaktaydı. Bu 
beraberlik İslami dönemde de sürmüş ve tecrübi metodun doğmasına zemin hazırlamıştır ki bilahare bu metot metafizik ve mistik kalıbından çıkarılınca bilimin ana metodu haline gelecekti. İslam’da da bu metot, sembolik mahiyeti boşaltılarak Zekeriya er-Razi tarafından gerek tıpta gerekse simyada kullanılacaktır. Zekeriye er-Razi, manevi simyadan maddi simyaya geçiş noktasıdır 62. 

Ortaçağ İslam halk kültürünün evren kavrayışı, İslam öncesi Arap sistemleri ve 
Kur’an’daki göndermelerden Hint-İran düşünce sistemlerine, kültür çevriminde dolaşımda olan pseudo-epigrafik kutsal Hıristiyan-Yahudi yazmalarına, bölgenin Helenistik etkilerden kalıttıklarına kadar çok farklı etkilenimler altında biçimlenmiştir ve Hermetize bir kozmografidir. Bu kozmografiye göre 63; 

“Yerler ve gökler yedişer kattır. Her bir eflak ve yer katının üst yüzeyinin düz olduğu ve bunların dairevi olduğu, enlerinin ise 500 yıllık yol uzaklığında olduğu düşünülmektedir. 

Dünya disk biçimli olarak tasarlanmaktadır. Kıta ve adalar el Bahr ül-Muhit (denizler) ile çevrilidir. Bunların çevresinde ise Kaf Dağı yer almaktadır. Bu diskin eni, boyu ve kalınlığı 200 günü denizde, 200 günü ıssız çölde, 80’i Yecüc Mecüc, geri kalanı ise diğer yaratıkların ülkesinde olmak üzere 500 günlük yol olarak tahmin edilmektedir. Buna göre, yeryüzünün yaşanan bölümü çöldeki bir çadırla kıyaslanabilir. 

Arapların bildiği dünya, Afrika batısından Hindistan doğusuna, Habeşistan sınırlarından Rusya’ya uzanır. Kendilerinin ise tam ortasında (kimilerine göre Mekke, kimilerine göre Kudüs) yer aldıklarını düşünmektedirler… Her bir ülke 10 günlük mesafede yer almaktadır. Kaf Dağları, dünyanın sınırını oluşturmaktadır. Cinlerin esas memleketi burasıdır.” 

Yukarıda özetlenen kozmos tasarımı İslam’ın ulema yorumunun vaaz ettiğinden çok daha karmaşık ve irrasyonel bir ortama gönderme yapmaktadır. İçinde etkileyen güçlerin (melekler, cinler, şeytanlar, periler vb.) çoğulluğu aynı zamanda onların uygun yollardan müdahale edilebilirliğini getirmektedir. Böylelikle muskalar, tılsımlar, hatemler (mühürler), niranc’lar, azimetler, vefklar (etkili dualar) vb. aracılığıyla harekete geçirilmeye ve etkilenmesi istenen kişiye yönelik müdahalede bulunmalarına çalışılmaktadır. 

Böyle bir İslam dünyasında büyüye başvurulması şaşırtıcı olmayacaktır. Bunda 
kuşkusuz büyü ve sihir uygulamaları yasak kabul edilmekle birlikte Hz. Muhammed’in majini insana faydalı olan sahalarında uygulamalarına izin vermiş olması ya da öyle sayılması da etkili olmuştur64. 

İslam dini, büyüyü inkâr etmemiş fakat itikatı bozduğu, tevhid inancına zarar verdiği, kötüye kullanıldığı ve kontrolü mümkün olmadığı için yasaklamıştır. İslamiyet'te büyü yapmak, tıpkı fal bakmak gibi açıkça haram kabul edilir. Ancak bazı İslam âlimleri büyüye karşı önlem alabilme gibi nedenlerle ve büyüyü uygulamamak kaydıyla öğrenilmesini helal görmüşlerdir. Müslümanlarca büyüden korunmanın en etkili yolunun, felak ve nas sûrelerini okumak olduğuna inanılır. Dini bütün kimselerin büyüden korunduğu da genel bir kabul görür. Kur’an’ı Kerim’de şeytanın oynadığı rolü bazı insanların da üstlenebileceği ifade edilir. 


5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

GİZLİ BİLİMLER VE GÖRÜNMEYEN DÜNYA BÖLÜM 3

GİZLİ BİLİMLER VE GÖRÜNMEYEN DÜNYA  BÖLÜM 3




 İnsanın Dönüşümü ve ölümsüzlük.. 

 Hermetik felsefede ruh ve madde birbiri ile iç içe girmiştir. Birisi ötekinin farklı bir görüntüsüdür. Aynı şekilde çoğu Hermetiste göre, maddenin de bir ruhu vardır. Simya, insana kendisini ölümsüz kılma kapasitesini bahşeder. Ölümsüz olan ruhtur. İnsanın en büyük problemi ruhunun ölümsüz olduğunu bilmemesi, algılayamaması, yaşayamaması, anlamamasıdır. Beden tarafından ele geçirilmiş ve yalnızca onun yaşamıyla kuşatılmış olarak, yalnızca ona ölümsüzlük vermeye çalışır. Ne yaşadığının, ne olduğunun ve fiziksel görünümünün çok ötesinde yaşadığının bilincinde olan insan ölümsüzdür ve Simya’nın aradığı da budur. Her birimizde bir işleten, dönüştüren vardır; mükemmeliyetin altınını elde etmek için araçlar, madde, güç ve hayat vardır. Cafer-i Sadık’a atfedilen “Ruhlarımız 
cesetlerimizdir, cesetlerimiz de ruhlarımızdır” sözü simyanın en temel prensibi olan “Bedenden bir ruh, ruhtan da bir beden çıkarma” esasının temelidir 33. 

Yaratılanlar her ne kadar çeşitli şekiller aldıysa da bu tek olan Öz ile esas da aynıdır 34. 
Bu kapsamda İslami kaynaklarda Apollonios’a pek çok majik formül nispet edilmektedir. Apollonios’a atfedilen kitaplardan ‘Sırru’l-hakikadan’ seçilmiş bazı bölümler aşağıdadır; 

“İlk yaratılan şey Kelimetullah’tır. Bir kelime aracılığıyla diğer şeyler yaratılmış tır… Her, şey Tanrı’nın emri ve dilemesiyle, ‘Kelam’ tarafından yaratılır. Yaratılmış olanlar Kelam’ı kavrayamazlar çünkü yaratılmış olan şey, kavrayışın ötesindedir. 

İlk tezahür edecek olan şey de Tanrı’nın Kelamı’nın nurudur. Bu nurdan eylemlilik doğar, ondan hareket doğar, bu hareketten de sıcaklık doğar. İşte sebep olunan şeylerin başlangıcı böyledir. Hareketten ve sıcaklıktan da hayat husule gelir yani bitkilerin, hayvanların ve insanların hayatı. ‘Kelam’ sadece hareketi vücuda getirmekle bu yaratılışa iştirak eder. Bütün diğer şeyler ise tabii tarzda oluşurlar. 

Hermes der ki; “Her hareket, her şeyi hareket ettiren Kudret’ten sadır olur. 

İki nevi hareket vardır. 

Bilkuvve ve bilfiil hareket. Bilkuvve hareket, âlemin bütün cüzlerini muhafaza eder ve onları içeriden hareket ettirir. Bu ikisi birbirinden ayrılamazlar. Tabiat, münferit şeyleri varlığa getirir, onları muhafaza eder ve hareket eden madde içerisine hayatın tohumlarını saçar. Madde, hareketi yüzünden ısınınca ateşe ve suya dönüşür. Ateş suyun üzerine değince onun bir kısmını kurutur ve bundan da toprak oluşur… Sıcak, soğuk, rutubet ve kuruluk muayyen bir şekilde karıştırıldığında da ruh meydana gelir.” 

Sıcaklık hareketten doğduğu zaman, o hareket hızlanır ve madde müthiş bir şekilde tahrik olur. Bu süreç tam 26.500 yılda tamamlanır. Bu harekete ait olan madde, ağırlığına göre farklı çeşitlere ayrılır ve on iki katman şekillenir. En alt katman hareket ve sıcaklıktan mahrumdur. Fakat bir üstteki katmandan sıcaklığı alır. Böylece hareket halindedir. Hayli ısınan kısımlar yükselir ve diğer katmanlar teşekkül eder. Her biri de yedi kısımdan müteşekkildir. İşte bu, yedi kat semanın ve yedi kat yerin başlangıcıdır.” 

  Bedende insan nuruna tekabül eden iki kuvvet vardır; 

- Hâkimiyet gücü olan öfke kuvveti ve 

- Örneği aşk olan şehvet gücü. 

Beslenme ve üreme gibi bedenin diğer aşağı güçleri, bedenin nurla olan muhtelif ilişkilerinden doğarlar ve arz-i nurun birçok cismani tezahürleri olarak görülebilirler. Onların çeşitliliği nurun bedenle olan ilişkisinin çeşitli oluşundandır. Arz-i nurun bedeni yönetmedeki aleti, kalbin sol yarısında yerleşmiş olan ruhtur 35. Arzi nurun madde ile birleşmesi onun “karanlık güçler” tarafından şaşırtılması nın sonucudur. Böylece o nur, âlemine yabancılaşmıştır. 

Tanrı, Ruh ile iner ve ruhun hermafroditin bedenine girmesine izin verir ve bu beden ikinci kez doğar. Bunu bilincin doğumunun, insanı uyandırmasının tamamlanması olarak ifade edebiliriz. Ermişlerini iki kez doğmuş olarak adlandırdıklarında, eski insanların ikinci kez doğmaktan anladıkları bu olmuştur. 

Simyanın pratiğinde ezoterik yön açığa çıkmaktadır. Bu aşamalar aslında adayın 
inisiyasyon yolunda kat ettiği mesafedir. Simya yöntemiyle birinci aşamada haricinin içeriye alındığı tefekkür hücresi siyahtır. Harici burada yeni bir hayata girmektedir. Harici hamdır, rafine edilmemiştir, yontulmamıştır. İçeriye alındığı andan itibaren çürüme başlamıştır. 

Değişim başlamıştır. Maddenin özü ölmektedir. 
İkinci aşamada Nur’a kavuşmaktadır. Bu simyadaki beyazdır. Değersiz bir metal altın olma sürecine girmiştir. Yani saflaştırma başlamıştır. Yeraltı dünyası denilen kendi benliği içerisinde yol almakta ve kendini tanımaktadır. Tüm boş inançlardan ve bağnazlıklardan uzaklaşmıştır. Özündeki kötülükleri ve iyilikleri ortaya çıkarmaktadır. Bencillikten uzaklaşmaya başlamıştır. Öldürülen maddenin yerine, yeni bir elementin katılması söz konusudur. Madde, yeni kimliğini kazanmaya hazırdır. 

Üçüncü aşama felsefe taşının ele geçirilerek kırmızı yapıta ulaşılmasıdır. 

 Eski manevi kimyada, dönüştürme işlemi yapmak için önce bir “iksir (elixir vitae)” ya da “felsefe (filozof) taşı” hazırlanırdı. Bunu hazırlamak için kullanılacak suyun binlerce kere damıtılması gerekmekteydi 36. Bu ilmin Çin, Hint ve Tibet kültürlerinde derin bir geçmişi vardır. Sıvı ve içilebilir olan iksire onlar; “hayat suyu” ya da “ölümsüzlük suyu” demekteydiler. Cabir de farklı türleriyle yedi “iksir” sayar. Bunların bazısı mineral, bazısı bitkisel, bazıları da hayvanidir. 

Buna mukabil filozof taşı yalnızca mineraldir. 



simya_sembol
Şekil 1: Simyanın Sembolleri 


Simyacıların ünlü “salva et coagula” prensibi yalnızca madenler ile ilgili değildir, ruhi simya ile de ilgilidir. Önce karışık ve bozuk terkip bir çözülür, iyice ayrıştırılır. Yani sefil insanın katılaşmış kalbi çözülüp yumuşatılır (Salva). Değersiz bir maden bu erime işlemi bir pota (tennur) içerisinde yapılır. İnsani dönüşümde bu pota bedendir. Nasıl maddi simyacı sıkıca kapatılmış bir kürede (potada) maddenin dönüşmesini aylarca gözlüyorsa, manevi simyacı da adeta bir felsefi yumurta içerisindeki ceninin aşama aşama gelişmesini murakebe 
eder. Bu dönüşüme yardımcı olacak olan simyacı, manevi rehberdir. Tıpkı kendi küllerinden doğan Anka Kuşu misali; bu çözülen terkipten yeni ve farklı bir insan oluşturulur (Coagula). Sefil insanın bu kutsal makama doğru kendi içinde yaptığı yolculuk ya da yeniden doğuşu, mecazi olarak da dış alemdeki madenlerin dönüşümü örnekleriyle anlatılan bir mucizedir, bir başarıdır. Gerek dış âlemdeki altın gerekse içteki, kemale ermiş insan ruhu, her şeyin kanunlarına itaat ettiren oluş (kevn) ve bozuluş (fesad) âleminde bozulmadan kalır. Her ikisi de ruh’un bu dünyadaki her planda temsilcisidirler. Biri batın simyasının, diğeri de zahir 
simyasının bir ürünüdür ama nihayetinde gerek zahiri gerekse batıni dönüşümü mümkün kılan yalnızca tek bir simya vardır. Hermes’e göre ‘tarım’ dahi büyük simya’dır. Toprak da bu bütünün bir parçasıdır. 

Eski kimyacılara göre madenlerin dönüşümü (ve bu arada suni olarak altın elde etme) basit bir gösteriden öteye gitmez. Esas amaç, bizzat o simyacıyı dönüştürmektir. Büyük ve küçük evren arasındaki analojik irtibatları kurabilen kişi, kendinde taşıdığı enerjileri vasıtasıyla madenlerle ilgili simyada da bir dereceye gelir. Ve gerçekten böyle bir kudreti olanlar asla bunu kullanmazlar. Bazı çok özel durumlarda yine manevi bir sebebe binaen kullandıkları da olur. Hakiki inisiyasyon, her ne kadar dışarıda bazı tezahürleri de olursa da tamamen içseldir. İnsan bizzat kendi varlığının nüfuzuna varabilirse külli bilgiye, ona tabi 
diğer tüm ilimlerle beraber varır. 

 Simyacılara göre ölümsüzlüğün sırrını bulmanın temeli felsefe taşına dayanmaktadır. Felsefe taşı, ruhani dünyanın da kilit anahtarı niteliğindedir. Bu sembol, tanrıları insanlara veya ölçülemez büyüklükteki yıldızlardaki Güneşlere dönüştüren evrensel iksirden, basit bir metalin altına dönüşümüne kadar pek çok şeyi içine alan geniş bir semboldür. Üstelik taş, kendine altına dönüştürür ken yaldızlı, kırmızımtırak; Gümüş’e dönüştürürken beyaz olacak  bir toza dönüşmeden doğrudan hareket etmez. Öyleyse kendi içindeki Tanrısal özü bulmak isteyen kişi, tıpkı maddenin saflaştırılması gibi, kendi içine dönerek kendini saflaştırmalı ve gizli olan, içindeki ‘felsefe taşı’na ulaşmalıdır. Felsefe taşının gizeminin yalnız inananlara ve ona layık olanlara açıklanması, akılsızlara ve inançsızlara bildirilmemesi birçok Hermetik metin yazarı için bir çeşit zorunluluk haline gelmişti. 

Eski kimyada, iksirin elde edilme süreci, aynı zamanda o kişinin de dönüştüğü gösterir ki işte buna ‘Büyük Sanat’tır (Ars Magna)37’. On yıllarca süren bir nefis körletme ve çalışma sonucunda elde edilir. Ve bu sanatın sırrı, ehil olmayanlara öğretilmemelidir 38. Simyanın, maddenin içinde sağaltım ile altını keşfetmesi, bir bakıma insandaki Tanrısal tözün ortaya çıkarılması ile benzerlik göstermek tedir. Ars Magna, bu açıdan insan için de kullanılabilir, bu anlamı ile inisiyasyonu da temsil etmektedir. Ars Magna ile insan Tanrı ile birleşebilmekte, kendini maddeye bağlayan bağlardan kurtulabilmektedir. Bu bağlamda, felsefe taşı da mutlak olana, tanrısal töze kavuşturan bilinç anlamını kazanmaktadır. Aynı şekilde, iksiri içip ölümsüzlüğe kavuşmak da ruhun ölümsüz olduğunu anlamak anlamına gelmektedir. Öyleyse kendi içindeki Tanrısal tözü bulmak isteyen kişi, tıpkı maddenin saflaştırılması gibi, kendi içine dönerek kendini saflaştırmalı ve gizli olan, içindeki felsefe taşına ulaşmalıdır. Simyada kullanılan yöntemler ezoterik olarak inisiyasyonu da bu anlamı ile temsil etmektedir. 

    Batı simyasındaki ‘Visita Interiora Terrae Rectificando Invenies Occultum Lapidem’ cümlesi ‘Dünyanın derinliklerini ziyaret et gizli taşı bulacaksın’ anlamına gelir. Buradaki dünya, gezegen olan dünya değildir. İçsel dünyamızın derinliklerinde tanrısal olan öz ile ilgili bir bağlantının bulunabileceği anlamına gelir. Bu haliyle simya çalışmaları simyagerin iç dünyasındaki felsefe taşı ile yürütülebilir. 

     Taocu simya görüşüne göre ise, insan ölümsüzlüğe yani felsefe taşına üç süreç sonucunda ulaşabilir. Buradaki ölümsüzlük yine her zaman olduğu gibi semboliktir. Bunlar; Çi, Çing ve Şen’dir. Çi, sürdürülebilirliktir. Sebat ya da süreklilikte denilebilir. Çing, üretim, bereket, oluşturma ya da düzendir. Şen ise görünüm, ortaya çıkarma ve belirme dir. 

 Zümrüt Levha ve Okült esaslar.. 

İslam dünyasından Ortaçağ Avrupası’na aktarılan ve kendisini çevreleyen mitoslarla birlikte geniş bir dolaşım alanı bulan Tabula Smaragdina (Zümrüt Levha), adeta bir simyacı manifestosu niteliği taşımaktadır. Zümrüt Levha’nın Hermes tarafından yazıldığı ve bilahare gömüldüğü, çok sonra da Tyanalı Apollonios tarafından bulunduğu ve kendisinin yaratılış sırlarını bu kitaptan öğrendiği yazılıdır. Bu kitap, Müslüman simyacıların eline muhtelif kitapların tercümeleriyle geçmiştir. Zümrüt Levha’da bütün okült esasların temel kanunu olan uyumluluklar yani karşılıklar kanunu (loi des correspondances) ele alınır. Kâinatın muhtelif unsurları ve tabakaları, katmanları arasında çok ince ve sırlı bazı benzerlikler ve irtibatlar olduğu izah edilmektedir. Bu bölüm ile ilgili bazı notlar aşağıya çıkarılmıştır; 

“.. Bu, üzerine ilk dilde yazılmış olan ‘Bir’ zümrüd levhadır. 

a. Gerçekten, kesinlikle ve şüphesiz, “’bir’ olan şeyin mucizesini yerine getirmek üzere, aşağıda olan ne varsa yukarıda olan gibidir ve yukarıda olan ne varsa da aşağıda olan gibidir 39. 
b. Nasıl bütün şeyler yalnızca Bir’den, o yalnız Bir olanı düşünmekle sadır oluyorsa işte bunlar da o Bir olan şeyden iktibas (ya da imtizaç) yoluyla meydana gelirler40. Onun işi ne kadar muhteşemdir! O dünyanın reisidir, başıdır. 
c. Onun babası güneştir, annesi de ay. Rüzgâr onu bedeni içerisinde doğurtan dır, toprak ise onu besler. 
d. O, baştanbaşa alemdeki bütün mucizevi işlerin babasıdır. 
e. Onun gücü, toprak haline tahvil olduğunda mükemmeldir41. 
f. Toprağı ateşten, latif olanı kesif olandan yavaşça ve büyük bir dikkatle ayır ki sana parıldasın 42. Lütuf ve hikmette, saf olan kaba olandan daha asildir. 
g. O, arzdan semaya çıkar ve semadan tekrar arza iner. Böylece yukarıdaki hakikatlere hem de aşağıdaki hakikatlere sahip olur43. Bu sayede sen, bütün âlemin şerefini, nurların nurunu elde edersin44, böylece bütün 
karanlıklar da seni terke ederler 45. 
h. Bu bütün kudretlerin kudretidir. Çünkü o latif (ince) olan her şeyi kuşatır ve kesif (kaba) olan her şeye de nüfuz eder 46. 
ı. İşte, küçük alem, büyük alemin misalinde olarak böyle yaratılır. 
J. Bundan ve bu şekilde, şahane tatbikatlar yapılır. Bu hekimlerin yoludur. 

Bu benim azametim dir, iftiharım dır.” 

 Simyacıların tabiriyle, “Taş’ın babası olan Güneş, Ruh’tur (Nous). Ay ise Nefs’tir 
(psyke). Onun bedenine ruhi tohumları taşıyan Rüzgâr da, hayat veren Nefes’tir. Daha genel anlamda o nefes, sema ve yer arasında yani ruhi âlem ile cismani âlem arasında aracı âlemi dolduran latif bir şeydir. Hayat veren nefes, aynı zamanda simyevi olarak sıvı halinde altın nektarını da içerisinde bulunduran Civa’dır. 

Maddeyi oluşturan dört unsur birbirine zıt olmakla beraber, birbirine 
dönüştürülebilmektedir. Dönüşüm ilkesi, simyacılar için son derece önemlidir; maddenin birliği ve güçlü bir dönüştürme olasılığı kabul edilirse, her şey başka bir şey olabilir 47. 

Simyada 17. yüzyıla dek Batı tıbbının temel düsturu kabul edilen dört unsur (ateş, su, hava, toprak) ve dört nitelik (soğuk, sıcak, kuru ve nemli) ilkeleri formüle edilmektedir. Buna göre, bir maddenin prototipini bulmak için mevcut olan her madeni bilmek gerekmemektedir. 
Sadece yedi ana madeni –ki onlar da altın, gümüş, bakır, kalay, demir, kurşun ve civadır- bilmek, diğerlerini bilmeye götürücüdür. Dört unsurun bilgisi konusunda da bu böyledir. Bu unsurlar, bir şeyin kimyevi terkipleri değildir, maddenin vasıflarının belirleyicileridir. Bu yüzden toprak, hava, su ve ateşten bahsedileceği yerde, varlığın sıvı, katı, havai ve sıcak özelliklerinden bahsedilir 48. 


4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

GİZLİ BİLİMLER VE GÖRÜNMEYEN DÜNYA BÖLÜM 1

GİZLİ BİLİMLER VE GÖRÜNMEYEN DÜNYA  BÖLÜM 1






Gizli Bilimler & Görünmeyen Dünya.. 
Prof.Dr.Sait Yılmaz 
14 Kasım 2018 

 Giriş 

 Bir süredir Simya ile ilgili bir makale yazmak aklımda idi. ABD'de bir grup 'cadı'nın Yüksek Mahkeme Yargıcı Kavanaugh'ya büyü yaptığı haberlerinden sonra makalenin konusunu genişletmenin iyi olacağını düşündüm1. Trump, başkan seçildiğinde de Amerikalı 'cadılar' ona karşı harekete geçmiş, toplu 'bağlama büyüsü' yapmışlardı2. Gizli (okült) bilimler kapsamındaki simya, astroloji, büyücülük gibi ilimler kökleri Âdem’in yedinci nesil torunu Hermes’e dayanan, İslam dünyasında da kendine yer bulmuş, üzerinde pek çalışılmamış, daha çok hurafe gözü ile bakılan bir alan olmaya devam ediyor. Hermesçi felsefenin temel bir ilkesine göre, insan vücudunun mikro kozmosu (küçük dünya) bir bütün olarak evrenin makro kozmosuyla (büyük dünya) ‘sempati’ ve ‘antipati’ şeklindeki büyü ilişkileri (ya da gizli ilişkiler) araçlığıyla bağlıdır. 

Bu nedenle; dünya gizli anlamlar, ilişkiler ve büyü simgeleriyle dolu simgesel bir nitelik kazanmıştır. Hermesçilik, astrolojik inançların yanında, aydın bir 
sihirbazdaki sihir gücünün doğanın gidişini değiştireceğini kabul etmiştir. Dünyanın yapıtaşının ne olduğuna dair sırları çözüp onu değiştirmek için sistematik olarak çalışan ilk insanlar simyacılardır. Bugün Google’a “Dünyanın gelmiş geçmiş en etkili insanı kim?” diye sorduğunuzda vereceği cevap “Isaac Newton” olacaktır. Bizlere bilimsel devrimin kahramanı olarak anlatılan Newton, büyük sihirbazların sonuncusu, yaşamında duygusal yönden yaralanmış bir insan olarak öldü3. Bu makalede, gizli bilimlerin Simya’dan astroloji, maji, cadılık ve (onun erkek olanı) büyücülüğe uzun yolculuğunu ve bugününü anlatacağız. 

 Gizli bilimlerin tarihçesi ve felsefesi.. 

 “Üç kere büyük Hermes (İdris Peygamber)” başlıklı makalemizde Hermes’e indirildiği iddia edilen 30 sayfalık Hermetik öğretinin (Corpus Hermeticum), binlerce yıl boyunca Eski Mısır’dan Kadim Yunan’a ve oradan İslam dünyası ve Anadolu Aleviliğine yolculuğundan bahsetmiştik4. Burada üzerinde odaklandığımız husus Tanrı bilgisine ulaşmak için Hermes’in öğretisinin gizli yönlerinin tarih boyunca geçirdiği farklı yorumları gözden geçirmekti. 
Hermetizm yandaşları, doğanın gizli derinliklerine inme ve metinlerin gizli anlamlarını öğrenme arzusu taşıyorlardı. Hermes, hikmetin üç kısmına sahiptir. Bu üç kısım da kâinatın üç ana bölümüdür ki onlar da gökyüzü, hava ve toprak ile simgelenen ruhi, nefsani (psişik) ve cismani âlemlerdir 5. Hermes, aynı zamanda gizli bilimler yolu ile doğaya hükmetmeyi, simya, 
astroloji vb. gizli ilimlerin kullanılmasını temsil ediyordu. Nitekim Mısır’da simya geleneği Tanrılarından biri olan Thot’a sonra Eski Yunan’da Hermes’i işaret eder. Hermes’ten sadece Tanrı olarak değil bir sır olarak da bahsedilir. Çünkü Mısırlılar için Toth ve Yunanlılar için Hermes’in özelliklerinden birisi bu bilgilerin korunması konusuna gösterdikleri büyük dikkatti. İskenderiye’den 7. ve 8. yüzyıllarda Araplara geçen simya geleneği daha sonra Avrupa’ya aktarıldı. Mısır-Yunan sentezine daha sonra Doğu okültizmi, Yahudi ve Hıristiyan mistisizmi de karışmış ve Orta Çağ simyasının temelini oluşturmuşlardır. 

İdealar dünyasını tasarlayan Platon, özellikle Timaeus başlıklı yapıtıyla, sonraki simya literatürünün felsefi (Neo-Platoncu) arka planını sağlar, erken ve daha sonraki simyacıların madde ve değişimleri üzerine fikirlerini büyük ölçüde etkilemiştir 6. 

Platon’un düşüncelerini simya ilmini de kapsayan Batıni bir öğretiye dönüştürenler, yaklaşan Helenistik çağın Neo-Platoncuları olacaktır 7. 

 Doğu’da antik Çin’de simyacılar vardı ve metallerle çalışmaya başlayarak değişimler, transmutasyonlar ve farklılaştırmalar yaratmayı başardılar. Hindistan’da simya, majik-pratik bir özellikteydi ama Çinliler gibi metalleri dönüştürmediler. Hindistan, asıl olarak insani transmutasyonlara, insanın değişimlerine, mistik durumlara ve bu bilimin insana uygulanması ile erişilebilecek tüm evrim biçimlerine odaklandı. 

 Araplar, Orta Asya fetihleri sırasında Çinlilerden bu konuda birçok şey öğrenmişti. Simya alanında önemli çalışmalar yapan Ebubakır Razi’nin deneyleri Batı dillerine çevrilince simyacılık Avrupa’da yeniden doğdu. 1300’lü yıllarda mineral asitler ve alkol keşfedildi. Haçlılar vasıtasıyla Doğu’dan getirilen simya, Batı dünyasında yeni derin kökler saldı. 

 On üçüncü yüzyılın sonuna kadar simyacılar manastırlarda rahat rahat simya ile ilgilenebiliyorlardı. Ancak, zamanla simya kilisenin tepkisini çekmeye başladı. Bu arada manastırlar dışında da simya ile ilgilenen kişiler türedi. Artık Hermes’in bilimi ile kilise karşı karşıya gelmeye başlamıştı. 1317’de Papa Jean XXII bir karar yayınlayarak (Spondent quas non exhibent) sahte altın yapanları ve simyacıları mahkûm etti. Papa’ya göre, simyacılar fazlasıyla çoğalmıştı. Hıristiyanlık artık bilime ve doğanın soruşturulmasına karşı az ya da çok düşmanlık beslemeye başlamıştı. Orta Çağ kilisesi gerçek bilime olağanüstü şüpheci yaklaştı. Özgür bilimsel inceleme girişimleri, Kilisenin direnişi ile karşılıyordu çünkü bilimde İncil’in otoritesini yok etme tehlikesi görülüyordu. 

Rönesans ve Aydınlanma ile insanlık tarihine laik bakış başladı. Kopernik, Galileo, Descartes, Newton ve diğerleri; Allah’ın planı ne olursa olsun, bilimsel devrimin getirdiği bilgi yolu ile insanlığın laik ilerleyişinin kaçınılmaz olduğunu düşündüler. Bilim, Ortaçağ düzeninin iflası üzerine din’in yerine kesinliği ve gerçekliği ifade eden bir sözleşme olarak toplumu yeniden inşada kullanıldı. Hermetizm, Kopernik öğretisinin dünya görüşünü benimsemiş, bu yolla Hermetik öğreti ile modern bilimler arasında sağlam bağlar kurulmuştu8. Gizli bilimler ve büyü, Hermesçi yazılar olarak adlandırılan çalışmaların 15. yüzyıl ortasında bulunmaları ve çevirileriyle yasallık ve hız kazandı. Ortaçağın gizlenmiş 
metafizik unsurları, büyük bir bölümü kaybolmuş teorik bilgileri, özgünlük ve etkinliklerini doğrulamak için yerine getirmesi gereken pratik kavramları ile yeniden beliren Simya, yeniden eski haline getirilmekteydi. 

Hermetizmin dini içerikli ermiş insan ideali ve bunu yaratmak için kullandığı bazı 
pratikler, daha sonra Rönesans düşünürlerinin insan kapasitesine yapacakları önemli vurguda ters çevrilerek kullanılacaktı. Bu dini üst prensip unutulunca, Hermetizm öğretisi Rönesans’ın elinde profan hale geldi ve iç boyuttaki ilerleme metotları dış boyuttaki teknolojik, bilimsel ilerlemeler için bir ilham kaynağı oldu. Okült bilimler, maji, astroloji, simya, farklı doğrultuda çatışmaya başladılar. Bir hedef kayması oldu; Rönesans’ta ve bu ilimlerin tecrübeye verdikleri önem yanlışlıkla deneysel ilimlerin doğmasına sebebiyet verdi. Daha sonra da 
deneyciler dini prensibi bir kenara iterek sadece yaptıkları deneyi önemsemeye, bir müddet sonra da bunun teorisini yapmaya başladılar9. Rasyonalist gelişmeler gittikçe hız kazandı. Hermes’in ruhta gerçekleştirmeyi düşündüğü devrim (dönüşüm), Rönesans aydınlarınca dışta yapılmaya çalışıldı. İlk dönemlerin kutsal ve bütüncül simya anlayışı, modern kimyaya; astroloji anlayışı, modern astronomiye; maji anlayışı, modern bilime dönüşecektir. 

 Bir sihirbazın yönetmeyi öğrenebileceği “güçlerle” nabzı atan bir evren tezini öne süren Rönesans sihri ilkesi Newton’ın söz ettiği evrensel çekim gücü düşüncesinde yerini bulmuştur. Böylece Hermesçilik, doğada altta yatan matematik gerçekliklerle çerçevelenmiş kutsal ve doğaüstü bir düzen görmüş ve insanların doğayı hem anlayabileceği hem de sihir teknolojisi aracılığıyla onun kendi çıkarları için kullanabileceği yönündeki iyimser görüşü korumuştur. Bu nitelikler, Rönesans sihrini Bilimsel Devrimi oluşturan aynı kişilerin çoğuyla 
ve tarihsel güçlerle aynı doğrultuya getirmektedir. 1517 yılından başlayan Protestan Reformu, 1648 yılına kadar süren kanlı bir dinsel çatışma dönemi başlatmıştı. Bilimsel Devrim, Reform sırasında başlamış Kepler, Galileo, Descartes ve Newton gibi devrimin anahtar oyuncularının çoğu teolojik kışkırtmaların alevlendirdiği dinsel konulardan derinden etkilenmişti. 

İsaac Newton (1642-1727), fizik, evrensel çekim ve hareket yasaları yanında 
matematikçi kimliği ile diferansiyel ve integral hesabını bulan kişi olarak da takdir edilmiştir. Newton, Bilimsel Devrimi doruğuna ulaştırmış ve aynı zamanda astronomi, mekanik, optik ve birçok başka alanda bilimsel araştırmalar için gündem oluşturmuştur. Newton, Tanrı’nın başlangıçta Nuh’a ilettiği, sonra Musa ve Pisagor’a geçen ve sonunda doğadaki ve İncil’deki gizli kodları okuyabilen peygamberlere ve kendisi gibi az sayıda seçilmiş kişiye sözlü olarak 
indirilmiş dinsel ve bilimsel konularla ilgili gizli ve bozulmamış bilgilerin var olduğuna inanıyordu. Gizli bilgiler ararken, 1670’lerin ortalarından 1680’lerin ortalarına kadar Newton zamanının ve çalışmalarının önemli bir bölümünü simya doldurmuştu. Ciddi bir uygulamacı simyager olan Newton, simya fırınlarını ateşlediğinde haftalarca öyle tutardı ve zor olan büyü edebiyatında ustalaşmıştı. Simya bilimini kullanarak doğada bulunan kuvvet ve güçleri araştıran bu Newton, Aydınlanmanın Newton’u değildi10. Newton hayatının son döneminde 
de kendisini simya çalışmalarına adamış, depresyona girmişti. 

17. yüzyıla gelindiğinde başta Aristoteles olmak üzere antik dönemin bilim ve 
dünya görüşleri artık bir kenara atılmış, bilimin dünya hakkında bilgi edinme yolu ve dünyayı değiştirme potansiyeli yeni bir yeniden yapılanma gerektirmişti. Bu yüzyılda sihrin görece gerilemesi ve daha “açık” bilgi sistemlerine geçiş, Bilimsel Devrim içinde önemli bir gelişmeyi göstermektedir ama bu arada Rönesans sihri, yararlı ve pratik güçler sağlamıştır. ‘Bilim devrimi’ öncelikle, düşünce değişiminin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Hedeflenen şey, kaybolmuş bilgileri yeniden yapılandırmak değil, yeni bilgiler toplamak ve üretmekti. Bilgileri gizleme düşüncesi artık gözden düşmüş, bambaşka bir anlam kazanarak arayan ve keşfeden araştırmacıların çözmek istediği doğa gizemi haline dönüşmüştü. Doğa kitabı şimdi Kutsal Kitap’a başvurmadan, kendi yasaları çerçevesinde yazılıyor, böylece bilimlerin laikleşmesinin yolu da açılmış oluyordu. İki dünya ayrılmıştı; din ve doğabilimi artık tek bir bütün şeklinde değerlendirilmiyordu11. 17. yüzyıl bilimsel devriminin en önemli yapısal özelliği, görünen ve görülmeyen arasında bağlantı kurmasıdır. Olaylar ve görüntüleri araştırma konusu yapılmış, doğanın dokümanter gözlemlenmesi ve tasnifçi yöntemler yardımıyla sistemleştirilmiştir. 

17. yüzyıldan itibaren Hermetizm artık bilim, egemenlik ve teolojinin başarılı 
birlikteliğini temsil etmemektedir. Gerek İncil ve Luther’in bağnazlara karşı aldığı tavır gerekse modern bilimlerin ortaya çıkışı bu çok eski bilgelik geleneğini geniş ölçüde yıktı. Hermetizm, çok eskilere dayanan tanrısal bir vahiyden başka hiçbir şey ifade etmemeye başladı. 

 Francis A. Yates’e göre, büyücü Hermetik geleneği, modern bilimlerin gelişmesine önayak olmuştu. Doğanın gizli kalmış güçlerini öğrenen ve böylece onları gün ışığına çıkaran Rönesans büyücülüğü, deneyler aracılığıyla doğanın gizemine yeni anlamlar kazandıran modern bilimlerin öncüsü olmuştur12. Bunun dışında büyücülük, sihirli ve gizli bazı sayı oyunları aracılığıyla açıklayıcı yöntemler geliştirmiştir. Bu bağlamda ölçmek, orantıları tespit etmek ve ontolojik açıdan ayrılan bilgelikleri sembolleştirmek mümkün olmuştur. Felsefi-teolojik Hermetik öğreti geçerliliğini yitirirken, simya yaşamını sürdürmeye devam etti. 

Kendisini belirgin bir şekilde ezoterik göstermeye çalışan simyacı görüşleri benimsemiş bir taraftar grubunun mikro-makro evrenselliğe olan eğilimleri sayesinde Hermetizm yaşamını günümüzde de sürdürebilmektedir13. 

Simya ise bir dönemin gözde uğraşlarından biri olsa da günümüzde etkisini yitirmiştir. Tarih boyunca simyacılara dolandırıcı gözüyle bakılmıştır. Tarih boyunca simyanın başarısı kanıtlanamamış, ulaşılmak istenen hedefler rivayetlerden öteye geçememiştir. Simyacıların çalışmalarını ehil olmayan kişilerden koruma istekleri sebebiyle arkalarında bıraktıkları karışık terim ve şekillerin deşifrelerinin zorluğu bu uğraşın incelenmesini de zorlaştırmaktadır. 

Gizli Bilimler.. 

 Bugün Hermetik felsefe denilince ezoterik 14, okült (gizli), mistik, gnostik, teofizik ve teofanik bilimler yahu da bir dini sistemin söz konusu bu yönleri anlaşılır. Hermes’in elindeki ‘iki yılanlı asa’ sembolü beşeri simyayı simgeler, yani en üst şuur hallerine geçiş için hazırlayıcı bir pratikler toplamını, bir aracı âlemi temsil eder. M.Ö. 3. yüzyıl ile M.S. 3.yüzyıl arasında meydana getirildiği sanılan onyedi kitaptan müteşekkil Hermetik eserler, içerikleri bakımından ikiye ayrılırlar. Birinci tip eserler, popüler Hermetizmi oluşturur ki bunlar astroloji, maji, okült bilimler ve simya üzerinedir. İkinci tip eserler ise ilk tipteki popüler 
kitaplar ile irtibatlı ama daha çok dini ve felsefi yapıdaki ilmi Hermetik kitaplardır. Temel esas ‘bilme’ye ulaşmaktır. Dolayısıyla bir tradisyon içerisinde yapılan pratiklerden olan simya, maji, astroloji ve diğer okült ameliyeler birer sanat olarak da görülürler. Gerçek simya (yani eski kimya) manevi olanla ilgilidir, maddi değildir15. Eski kimyacıların metotlarıyla Hermetik öğretilerin yakın benzerliklerinden ötürü daha sonraki çağlarda ‘eski kimya (alşimi)’, ‘Hermetik sanat’ olarak anılmaya başlanmıştır. 

Simya, astroloji ve theurgy’nin sistemleştirilmesi, Helenistik döneme tarihlenmekte dir. Bu dönemde iki bilim kavrayışı vardır. Bunlar, Aristoteles’ten beri süregelen doğa bilimleri ile okült denilen bilimlerdir. Helenistik ve Greko-Romen çağda ön plana çıkan okült bilimler, genelde gökyüzünün incelenmesi, insanların yazgısına yönelik bilgi edinme, hayvanların özelliklerinin incelenmesi, tedavi yöntemleri bulma, metallerin özelliklerini bilme ve onları altına dönüştürme gibi amaçlara yönelmektedir16. 

Gerçekte gizli ilimler (occult) değil, gizlenmiş (occulted) ilimlerdir. Bu ilimler de 
diğer ezoterik mahiyetli ilimler gibi kötüye kullanılıp halka zarar vermesin diye gizlenirdi. Bir dine bağlı, doğru ‘gizli’ bilgiler, aslında kozmolojik ilimlerin tatbikatından başka bir şey değildi. Ancak, yaşayan ve doğru (sahih) bir tradisyon ışığında anlaşılabilirlerdi. Böylesi bir ezoterik ilmin rehberliği olmadan bu ilimler neticede maddileşirler ve Rönesans’ta olduğu gibi kaosa götürürler. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

12 Şubat 2020 Çarşamba

Çanlar Sadece İran değil, Türk Dünyası için de Çalıyor..

Çanlar Sadece İran değil, Türk Dünyası için de Çalıyor.. 



Prof.Dr.Sait Yılmaz 
3 Ocak 2020 



İranlı general Kasım Süleymani nin öldürülmesi her şeyden önce bir cinayet ve bizzat başka bir devletin başkanı tarafından onaylanması daha da büyük bir felaket ve suç. İşlenen cinayet, benim önceki kitaplarımda bahsettiğim Hedefli Öldürme Sistemi.nin (Targeting Killing) bir parçası. Bu görev muhtemelen her Salı günü yapılan ve başkan, komutanlar ve ilgili operasyon birimlerinin katıldığı toplantıda alındı ve bir general bu işe tayin edildi. Bu toplantıda alınan kararlar ile üç tür cinayet mekanizması devreye giriyor; 

- Hedefli öldürme; uydudan takip edilen bir hedef, buraya yakın bir ABD üssünden kalkan drone (insansız hava aracı) ile vuruluyor; operasyon Pentagon.da bir harekât odasından idare ediliyor. 

- Özel Kuvvet/Askeri Şirket görevlendirme; ABD.nin çıkarlarına göre hareket 
etmeyen (örneğin ihaleyi vermeyen) birileri o ülkeye gönderilen ekip tarafından yok ediliyor ya da etkisi hale getiriliyor (en çok Afrika.da kullanılıyor). 

- CIA Suikastları; ABD.nin hedefi olarak belirlenen münferit kişiler, örneğin bir araba kazasına kurban giderek, iz bırakmadan ortadan kaldırılıyor. 

Bu makalede, Kasım Süleymaninin katledilmesinin arkasında yatan nedenlerden çok, büyük resim için jeopolitik güç savaşlarında nerede olduğumuzu açıklayacağız. Aslında konu, İran ve Ortadoğudan çok tüm Asya için çanların çaldığı bir dönemi kapsıyor. O yüzden, bu coğrafyanın merkezinde olan Türkistan ve Türk Dünyası.nı dolayısı ile bizi daha çok ilgilendiriyor. Türk medyasında gezen; „ Avrasyacılık., „ Ön Asya Birliği ., „ Çin ve Rusya ile 
dost olduğumuz. gibi boş masalları bir kenara bırakmanın ve uyanmanın zamanıdır. Umarım katkımız olur. 

Kasım Süleyman ve İran, büyük planın neresinde? 

ABD, Orta Doğu ve Türkiye konusunda ikiye bölünmüş durumda; 

- Büyük İsrail in peşindeki küreselci Siyonistler; (Mesihci) planı hızlandırmak için İran senaryosu ve Kürt devletçikleri kurma peşinde idi ama Trump, ikinci kesimden çekilmek zorunda kaldı. 

- Çin i asıl tehdit olarak görenler; bunlar bir an önce Orta Doğu.dan çıkmak ve asıl tehdide yönelmek istiyorlar. İran, Çin ve Rusya tehdidine karşı Türkiye ile ilişkileri iyi tutmak istiyorlar. Birinci grupta olanların ABD.yi asıl hedefinden uzaklaştırdığına inanıyorlar. 

ABD nin İran savaş senaryosunu daha önce bir makalemde detaylı bir şekilde 
anlatmıştım. 2018 için planlanan bu savaş, ekonomi ve teknoloji sorunları nedeni ile 2020.ye ertelendi. Ancak, ABD, uzun zamandır İran içinde ayaklanma provaları yaparak, uluslararası gündemi sıcak tutmaya çalışıyordu. 

İran ise ABD senaryosunun farkında olarak savunmayı İran dışına taşıyacak, ülke dışında da düşmanını vuracak bir yöntem geliştirdi. ABD.ye ancak karadan vurulabilirdi ve bunun için Kasım Süleymani beş ülkede 200 bin genç savaşçı eğitiyordu. Bu ülkeler sırası ile Irak, Suriye, Yemen, Pakistan ve Afganistan.dır. Böylece ABD.nin dikkati İran dışına kayacak ve odaklanma sorunu yaşayacaktı. 

İran, son olaydan sonra mutlaka bir karşılık vermek isteyecek, en uygun hedef ve zamanı kollayacaktır. Bu hedef muhtemelen daha üst düzey olacaktır. ABD, son suikast ile kendi vatandaşlarını korumak değil, daha da tehlikeye atmış oldu. İran.ın durduracak tek bir aktör var; İngiltere. 

İran, yakın zaman önce el altından İngiltere ile anlaştı ve kendisine yönelik senaryoyu ertelemiş gözüküyordu. Bu anlaşmanın temelinde İranın İngilterede dondurulmuş 450 milyar Avro civarındaki fonlarından vazgeçmesi var. Böylece İran, İngiltere.nin koruması altına girdiğini düşünüyor. 

Yahudi jandarması ABD ise, Trump.ın göreve geldiği günden beri Arapların 
paralarına el koymakla meşgul. Salmanın elindeki tek kaynak olan ARAMCO.nun da devri ile ülkenin bölünme süreci başlayacak. Salman ise gerçekleri örtmek için modern Suudi Arabistan ütopyasına oynuyor. 

ABD nin iş planında İran içinde ayaklanmaların gittikçe sıklaştırılarak, seçilen 
zamanda düğmeye basılması var. Çin için büyük savaşa hazırlanan ordu ise ayrı bir ordu ve yeni teknolojiler nedeni ile en erken 2025.de hazır hale gelecek. Sonrası eğitim ve tatbikatların için de belirli bir hazırlık dönemi gerektiriyor. 2035 civarında yapılacak Çin ile savaşta kullanılacak yeni ABD ordusunun kullanacağı teknolojiler ve konseptler ile ilgili detayları bir sonraki makalemde bulabilirsiniz. 

İran, halen Orta Asya.ya Tacikistan üzerinden etki etmeye çalışıyor. Afganistanda Tacikleri kullanıyor. Şii Hazara Türklerini sistematik olarak Anadolu.ya göndererek kendine Doğu Anadolu.da kuşak (etki alanı) kurmaya çalışıyor. 1949 sonrası İrana gelen Afgan mültecileri de Türkiye.ye yönlendiriyor. 

Türk Dünyası için Asıl tehdit Çin’dir.. 

Çin, Rusya ve İran sanıldığı gibi dost ya da müttefik değiller. Şangay İşbirliği Örgütü, iki ülkenin Doğu Türkistan ve Çeçenistan gibi yerlerdeki bağımsız hareketlerini terörle mücadele adı altında şeytanlaştırmasına yarıyor. Rusya.nın İran.a attığı kazıkları, nükleer silah konusunda engellemelerini ve Suriye.deki rekabetini daha önce yazmıştık. Rusya ve İran, en azından Suriye.yi kendi kontrolüne almak için rekabet halindeler. Çin.e gelince; Kuşak Projesi olmadan „Batıya Doğru. politikası onu küresel güç haline getiremez. Bu proje, onu eninde sonunda Rusya ile bir çatışmaya götürecek. Kazakistan.da olduğu gibi Türk 
Dünyası içinde de rekabet halindeler. Çinin; 

- Pakistan ile Hindistana karşı iyi ilişkileri var. 

 - Afganistan daki Taliban üzerinde etkili. 

 - Rusyada Sibirya güneyini İran.a kadar (evlilik yolu ile) Çinlileştiriyor. 

Uzak Doğu.daki zincirleme savaş bölgelerini ve Çin senaryosunu saymaz isek 
Asya.daki potansiyel çatışma bölgeleri içinde; 

- Kırgızistan, 

- (Üçe Bölünmüş) Keşmir, 

- Myanmar, bulunuyor. 

Doğrudan çatışma ya da işgal ihtimali şimdilik düşük çünkü ABD.nin konumu 
belirleyici olacak. Çin, Kuşak Yolu.nun güvenliğini sağlayacak tedbirler alırken, ABD ise bu güzergâhı istikrarsızlaştırmak istiyor. 

Rusya, yakın çevre güvenliğini uzak askeri operasyonlar ile güçlendiriyor. Ancak, yakın çevre dediği Türk Dünyası.nda hala kontrolü sağlayamadı. Rusya mevcut demografisi ve ekonomisi ile uzun süre bu şekilde yaşayamaz. 2050 yılında Rus ordusundaki Müslüman sayısı dengeye gelecek. Rusya, Asya dengelerinde zayıf duruma düşerken, bu Türk Dünyası birliği için hem bir fırsat hem de Çin tehdidinin daha fazla hissedilmesi demek. 

Türkiye ve Türk Dünyası için büyük güç tehdidi üç ayrı odaktan gelmektedir; 

- Kısa vadede; ABD, 

- Orta vadede Rusya ve 

- Daha uzun gelecekte ise Çin. 

Bunların içinde en tehlikeli olan Çin tehdididir. Şimdi diyeceksiniz ki, “Hadi ABD ve Rusya’yı anladık da, Çin nereden çıktı?”. Açıklayalım; Çin tehdidi; şimdilik yumuşak gücü ile geliyor, „kuşak yol.dan kaçmak istiyor ama kaçamıyorlar, Çin nüfuzuna girmek istemiyorlar. Bölge Çin etki sahası olmaya aday. Çin tehdidi; Doğu Türkistan.dan sonra Batıya doğru öncelikle Türk Dünyası.nın en zayıf halkası olan Kırgızistan.ı tehdit ediyor. Batı Türkistan.da en zayıf halka Kırgızistan.dır. 

Türkiye ve Türk Dünyası.. 

Soğuk Savaş sonrasında Ankara.nın Türk Dünyası ile yakın ilişki kurma hevesi amaç-araç dengesi sağlanamadığı için hayal kırıklığı yaratmıştı. 2003 yılına gelindiğinde ise yeni iktidarın dış politika hesaplarında Türk Dünyası yoktu. Üstelik iktidarın ideolojisinin Türk Dünyası.nda başka bir karşılığı yoktu. Orta Doğu odaklı İslamcı anlayış, 2016 yılına kadar bırakın milliyetçiliği „Türk. kelimesinin kullanılmasından bile imtina etmişti. İki önemli olay iktidarın politikalarında değişime yol açtı; 

- 2006 yılında başlayan Kürt sorununun çözümüne yönelik Demokratik Açılım.ın 
başarısız olması neticesi 2015 yılı yazında terörle mücadeleye dönme ihtiyacı, milliyetçiliğe sarılmayı zorunlu kıldı. 

- Özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrası müttefik arayışına giren iktidar 
partisinin MHP kartına daha çok sarılması Türk Dünyası ile ilişkilerin önünü açtı. 

Türk Dünyası öyle ihmal edilmiş ki, Türk Birliği.nin en güçlü sesi olmak, Kazakistan devlet başkanı Nazarbayev.e kalmıştı. 

Türkiye.nin Türk Dünyası.nda aktif olması ile ilgili ilk adım Kasım 2016.da 
Özbekistan ile ilişkilerin düzeltilmesi oldu. Böylece hem Türk Dünyası.na ilgi hem de kurumsal ilişki başladı. Halen Türkiye.nin Türk Dünyası (Türkistan, Orta Asya) ile ilişkileri Afganistan merkezli olmak üzere iki mihverde yürümektedir; 

- Afganistan.ın Batısında Pakistan üzerinden Güney Asya.ya, 

- Doğu kanadında ise Özbekistan üzerinden Türkistan.a (Orta Asya.ya). 

Türkiye-Pakistan-Özbekistan üçlüsü Nisan 2019.da askeri tatbikat (Dostluk Kalkanı) yaptı. Bu üç ülke terörle mücadele senaryosu aslında uzun vadeli bir entegrasyonun askeri alt yapısını oluşturuyor. 

Türkiye-Azerbaycan-Moğolistan-Kırgızistan (TAMK) ise ortak jandarma birliği 
kurdu. Bu da, askeri alt yapıya yeni bir ilave sayılmalıdır. 

Rusya Federasyonu, Türkiyeyi uyandırmadan ve rahatsız etmeden ABD ve NATO ile ilişkilerinde kötüye gidişin derinleşmesini bekliyor. Rusya ile ilişkilerin geleceği Türkiye ve ABD arasındaki sorunlar konusunda tam mutabakat sağlanmasına bağlı. Rusya ile ilişkiler bozulursa iki ülke öncelikle Suriye ve Libya.da karşı karşıya gelecek. Rusya, beklenmedik bir zamanda Montrö.yü de gündeme getirebilir. S-400.lere karşı Rusları karadan vuracak bir oyun bozucuya ihtiyaç var. Bunlar, Rusya.nın yumuşak karnı olan; 

- Kırım.da bir Türk direnişinin başlatılması, 

- Çeçenistan ve Dağıstan.da ayrılıkçı hareketlerin canlanması, 

- Ukrayna ile ortak projeler olabilir. 

Karadenizin etrafındaki Kırım Türkleri ve Çeçen kardeşlerimiz on yıllardır acımasız Rus saldırıları altında yok edilmektedir. Rusya ile yapılan anlaşma gereği İstanbul.un göbeğinde güpegündüz katledilen Çeçen liderlerin durumuna hep kayıtsız kaldık. 

Sonuç 

Türk Dünyası, Çin i asıl tehdit algılıyor, Rusya ile denge sağlamaya çalışıyor ama ona da güvenmiyor. Çin tehdidine karşı Rusya.ya bağımlı kalmak istemiyorlar.  Çin-Rusya çatışma potansiyeli Türk devletlerini tehdit ediyor, üçüncü büyük aktöre ihtiyaç var. Türkiye ise Batı ile ilişkilerini kullanarak bu denge ihtiyacını karşılayabilir. Bu yüzden, Türkiye, ABD ve NATO ile ilişkilerini koparmamalıdır. Türkiye, İran.ın düşmanı değil kontrol eden ülke olmalıdır; İran.ın bölünmesi değil, rejimin değişmesi Kaçar ailesi gibi bir Türk ailenin bu ülkeyi yönetmesi bizim için en iyisidir. Türkiye, Çin-Rusya ve ABD.nin İran sonrası daha 
belirginleşecek Türkistan coğrafyasındaki çatışmasında merkez konumda olarak bir denge politikasına hazır olmalıdır. Büyük güçlerin oyunlarının bir parçası değil, kendi oyunumuzun aktörü olmalıyız. 

Bunun için de Türkçü bir lidere ihtiyacımız var. 


***

ALMANYA STRATEJİK PROJEKSİYONUNU DEĞİŞTİRİYOR

ALMANYA STRATEJİK PROJEKSİYONUNU DEĞİŞTİRİYOR





Prof.Dr.Sait Yılmaz, 
10 Şubat 2020 

Normal olarak tarihteki büyük devletlerin, krallık ya da imparatorlukların yaşam seyri şu şekilde olmuştur; 

- Sefalet ve felaketler içinde savaşlar ile büyüme, 

- Daha fazla büyüme, genişleme ve istikrar arayışı, 

- Refah ve bolluk toplumu, 

- Gittikçe halkı ve diğer ülkeleri umursamama, pervasızlık, 

- İsyanlar, savaşlar, sefalet ve felaketlere dönüş, 

- Göçler, imparatorluk bakiyesinin başka milletler içinde yaşamaya devam etmesi, imparatorluktan geriye daha küçük ama farklı bir devletin ortaya çıkması. 

Bu sıra ülkelerin kültürel kodlarına, tarihsel çizgilerine, coğrafyanın özel koşullarına göre değişebilir. Örneğin Almanya’nın 150 yıllık tarihi boyunca ürettiği refah ve bolluk toplumundan daha fazla büyümek için askeri kodlarla kendine bir hayat sahası yaratma ihtiyacına yöneldiğini görüyoruz. Bugünkü konumuz, 1890 ve 1938’den sonra üçüncü kez yeniden büyümek için stratejik bir projeksiyon aşamasına gelmiş Almanya’nın durumunu gözden geçirmek. Son bölümde Türkiye ile ilişkilerine de yer vereceğiz. 

Almanya’nın Tarihsel Çizgisi.. 

Almanya, düz bir ülkedir. Kuzeyindeki Ren nehri, ana ekonomik damarıdır. Cermen halkları komşularını yenerek tek bir devlet haline gelecek kadar askeri yönden güçlü değildi. Hayatta kalmaları ekonomik kaynaklarına ve aralarındaki koalisyonlara bağlıydı. Güçlü Prusya bürokrasisi ve askeri gücü Otto Von Bismarck’ın diplomatik dehası ile birleşince, 1871 yılında Sedan Zaferi sonrası birleşik bir Alman devleti ortaya çıktı. Bismarck, 1890’da II. Wilhelm ile otorite çatışması sonucu görevden ayrılınca yerine gelenler onun Avrupa’da güç dengesi sağlama diplomasisindeki ustalığını sürdüremedi. Almanya, emperyalizm ve 
sömürgeleştirmede Avrupa’nın diğer büyükleri ile yarışa girdi. Adolf Hitler’in faşizmi ise Alman ırkının üstünlüğü ve hayat sahası üzerine kurulmuştu. Almanya, iki dünya savaşında da Doğu’da Moskova önlerine kadar, Batıda ise Atlantik’e kadar karadan genişleme ihtiyacı hissetti. Jeopolitik açıdan Ural Dağlarına kadar ulaşma isteğinin arkasında ise dünya adasının kalpgahını ele geçirme hedefi vardı. 

 İngiltere’ye karşı 1870’lerde başlayan hegemonya yarışını İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya yenilince ve İngiltere eski gücünü kaybedince ABD kazandı. Savaş sonunda Almanya ikiye bölündü. Doğusu, stratejik derinlik ile sınır güvenliği arayan Sovyetlerin tampon ülkesi oldu. İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD, İngiltere ve Fransa, Hint Çini’nden Irak’a kadar geniş bir bölgede savaşlara girişirken, Almanya hep tasarruf etti ve yatırım yaptı. 

Oynadığı barışçı rol zengin olmak için değil, yarattığı korku ve nefreti unutturmak içindi. 

Bunun ilk mükâfatı 1989’da Almanya’nın barışçı bir şekilde birleşmesi oldu. 1990’ların operasyonlarında Balkanlar veya Afganistan gibi yerlerde başka ülkelerin arkasına saklandılar. 1991 yılında Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlığını teşvik ederek, kanlı etnik savaşın mimarlarından biri oldular. 2012’de Libya’da da oyunun tamamen dışında kaldılar. 

Yakın zamana kadar gücüne, zenginliğine ve etkisine rağmen, Almanya’nın özellikle Doğu Avrupa’ya yönelik kaotik dış politikası, ülkenin devam eden stratejik körlüğü olarak görülüyordu. 

Bugünün Almanya’sını sonbaharda resmen başbakanlığı bırakacak olan Angela 
Merkel’in politikaları ile değerlendirmek gerekir. Son 15 yılda Almanya Başbakanı Angela Merkel, birliğin kumanda odasında, borç krizinden göçmen akımına her çözümün odağında o vardı. İç ve dış politikada gösterdiği performans, ülke içi muhalefeti de eritti. Merkel’in başarısının arkasında hem ülke içinde kendi halkına verdiği istikrar duygusu, Avrupa’da ise istikrarlı bir birlik hedefi var. Avrupa Birliği içinde var gözüken istikrar; sorunların çözüldüğü anlamına gelmiyor ve ‘yavaşça’ demek hala sorunların devam ettiği anlamına geliyor. Bu sorunların başında göçmen konusu ve Avro Bölgesi geliyor. Pragmatizm ile artık daha devam edilemez ve daha kararlı çözümler gerekiyor. Almanların Avrupa’da sağladığı istikrarın görünmeyen yüzünde; Avrupa Birliği entegrasyonunun yavaş ilerlemesi, Avrupa kuralları ve normlarını daha Alman yapmak ve dünyanın sorunlarını Almanya’dan uzak tutmak var. 

Merkel, önemli bir tarihsel misyonu tamamlıyor, ülkeyi önemli bir stratejik kavşağa getirdi ama buna geçmeden Avrupa Birliği’nin bugünkü durumu ve Almanya’nın rolü ile ilgili bir özet yapalım. 

Almanya ve Avrupa Birliği.. 

Batı Almanya, 1948’de eski gücüne dönmek için rekabet, ticaret ve ihracatı seçmişti. Avrupa Birliği’nin temelleri tarihsel düşmanlıkları bir kenara atmak ve kıtada birlik sağlamak isteyen Almanya ve Fransa tarafından atıldı. Bu birlik gerçek anlamı ile Soğuk Savaş sonrası hayata geçti ve büyüyen ekonomisi ile Almanya, hep komuta odasında oldu. Merkel’in istikrar politikası şimdiye kadar başarılı oldu; kimse Para (Avro) Birliği bölgesini terk etmedi ve birlik 2007’den beri hala genişliyor. Tek kayıp, İngiltere oldu. Finansal kriz Avrupa’da 
milliyetçiliğin dramatik yükselişine yol açtı. Ekonomik kriz, milliyetçiliği artırınca bu ülkeler AB düzenlemelerini kendi refahlarına tehdit görmeye başladılar. Düzenlemelerin ve Avro’nun arkasındaki Alman elini fark ettiler. Bu saldırgan Almanya’nın yeniden doğmakta olduğu imajı doğurdu ve Almanya’nın refahı için hayati olan serbest ticarete tepki söz konusu. 

Bugün AB derin bir kriz içinde ve pek çok ülke bu durumdan Almanya’yı suçluyor. Almanya’nın saldırgan ihracat politikaları ve kendine hizmet eden sertliği krizin köklerini ekti. Almanya’nın ikiz problemi şu; bir yandan birliği bir arada tutmak istiyor, diğer yandan birliğin yükünü üzerine almak istemiyor. Ortak para, diğer ülkelerin Alman ticaret makinesine karşı tek silahı olan devalüasyon imkânını elinden almıştı. Üstelik Avro, Mark’tan daha ucuz  olduğundan Alman ihracatı daha da güçlendi. Frankfurt’taki AB Merkez Bankası, Alman Merkez Bankası (Bundesbank) yapısı ve hedefleri içinde yönetiliyor. Almanlar, krizde işlerini kaybetmediler, savaşlardan uzaklar. Ülkenin işsizlik oranı AB ortalamasının yarısı kadar. Avrupa Birliği, bugün ekonomik bir dev olmasına rağmen, siyasi açıdan bütünleşmiş bir konumda değildir. AB’nin yakın gelecekte nasıl bir güç olacağı konusunda AB üye devletleri arasında görüş birliği bulunmamaktadır. Derin sosyal konular, ulusal kimlikler, artan göç baskısı ve fırsat eşitsizliği gibi alanlarda yeni çözümler gerekiyor. 

Tüm AB ekonomisi kötü, Alman ekonomisi bile %1 daraldı. Sınır kontrollerinin 
başlaması ile İngiliz ekonomisinin %30 daralması bekleniyor. Almanya, İngiltere’nin birlikten ayrılmasından çok memnun. İngiltere zaten birlik içinde hep sorunların parçası olmuştu. 
Şengen’e ve para birliğine girmemiş, birlikten alınıp-verilecek para hesabında hep ayrıcalıklı olmuştu. İngiltere, milliyetçilik ağır bastığı için sorunlu idi ve bu yüzden ayrıldı. Brexit ile İngilizler teorik olarak AB’den çıktılar ama müktesebattan fiilen çıkış Aralık 2020’ye kadar sürecek. Birleşik Krallık’ın ana parçalarından Kuzey İrlanda’nın AB içinde kalmak istemesi, İskoçya’nın ise bir kez daha referandum arayışı İngiltere’nin başını ağrıtmaya devam edecek. 

Fransa’yı iyi günler beklemiyor; Macron çuvalladı, Kasım’daki seçimlerde aşırı sağcı Le Pen’in iktidara gelmesi bekleniyor. 

Avrupa Birliği’nin diğer ülkelerinin durumunu kısaca özetleyecek olursak; 

- İtalya, çalkantılı bir dönem geçirmesine rağmen siyasi istikrarı sağladı. İtalyanlar, Almanya ile mesafeli duruyor. 

- İspanya, ayakları üzerinde durmayı başardı. AB üzerinden Güney Amerika’ya ticareti yönlendirmeye çalışıyor. 

- Polonya, ekonomisini çok düzeltti, özellikle birliğin tarım sübvansiyonları ile ihya oldu. 

- Romanya ve Bulgaristan sürünüyor, birlikten minimal para alıyorlar. Bu arada şunu hatırlatalım; halen savaş dışında göç nedeni ile dünyada nüfusu azalan üç ülke var. 

Macaristan’ın nüfusu 9 Milyondan 5.5 Milyona, Bulgaristan’ın nüfusu 9 Milyondan 6.8 Milyona indi. Ermenistan ise 2.5 Milyondan 1.9 Milyona inmiş. 

- Orta Avrupa’nın önemsiz ülkeleri içinde en iyisi sanayisi gelişen Çekler. Macar lideri anti-demokratik bulunduğu için birlik içinde dışlanıyor. 
Macarlar da, sanki AB üyesi değilmiş gibi uluslararası ilişkilerinde bağımsız davranıyorlar. 

- Kuzeyin İskandinav ülkeleri, huzurlu, sorunlarını çözmüşler ve ekonomik 
gelişmelerini tamamlamışlar. Sorun, gecelerin uzun olması ve nüfusun artmaması. 

İngiltere, ABD’nin birlik içinde Polonya ile birlikte iki köprübaşından biri idi. ABD, 
Polonya’yı hem Ruslara hem de Almanlara karşı kullanıyor. Bu ülkede askeri varlığını artırıyor. ABD’nin AB içindeki diğer önemli dostu ise Romanya. Bulgaristan ise ABD ve AB arasında daha dengeli bir konuma geldi. 

Almanya’nın Yeni Stratejik Projeksiyonu.. 

Avrupa Birliği eliti içinde Avrupa yanlısı “merkezciler” birlik içinde açık toplumlar ve dünyaya açık olmayı savunurken, sağ ve sol kanattaki “şüpheciler” ise kapalı toplumlar ve dünyaya kapalı bir Avrupa istiyorlar. Örneğin Fransa’da Macron açık Avrupa’yı, Milliyetçi Cephe lideri Marine Le Pen ise kapalı Avrupa’yı savunuyor. Bu ayrışmanın dışında sağ-sol ve otoriter-liberal ekseni de var. Açık-kapalı ayrışması sınır güvenliği, göçmenler, ticaret engelleri gibi politikalara etki ediyor. Merkel, barışçı ve dengeci bir politikacı idi. Ancak, Almanya vites değiştiriyor, yeni bir jeopolitik oyuna karar vermiş gözüküyor. 

Önce Almanya ile ilgili son gelişmeleri özetleyelim. Alman başbakanı Merkel, 
sonbahardaki seçimler ile birlikte siyaseti bırakıyor. Merkel, yönetiminde kadınları seven ve yetiştiren biri idi. Önceki Savunma Bakanı’nı Ursula von der Leyen’i 1 Aralık 2019’da AB Komisyonu Başkanı yaptı. Merkel, Savunma Bakanı Annegret Kramp Karrenbauer'i ise CDU (Hıristiyan Demokrat Parti) Genel Başkanı yaparak, kendi yerine hazırlamış oldu. 

Almanya’da Yeşiller, aşırı sağ ve sol yükseliyor; muhtemelen yeni seçimlerden 
koalisyon çıkacak. CDU’nun muhtemel koalisyon ortakları; Yeşiller, SPD (Sosyal 
Demokratlar) ve büyük bir ihtimalle Faşist Parti (AfD; Almanya İçin Seçenek Partisi) olacak. 

Merkel’in Almanyası 154 milyar Avroluk Avrupa Birliği bütçesinin %39’unu tek 
başına sağlıyor. NATO’ya katkısı da son zirvede ABD ile eşit hale getirildi. Enflasyon %4, işsizlik %3. 1 Mart 2020’den itibaren diğer ülkelerden tekrar yabancı işçi almaya başlıyor. 

Özellikle sağlık personeli, doktor, gastronomi ve diğer sertifikalı işlerden çalışan alınacak. D1 seviyesinde Almanca bilgisi aranıyor. 

Bir ülkenin niyetini öncelikle istihbarat gayretlerinin yönünden, daha sonra büyüme projelerinden ve ilişkilerinin gelişme istikametinden anlayabiliriz. Biz de bu emareleri not ediyoruz. 

Almanya’nın gücü diğer ülkelerin Almanya’ya pazarlarını açma isteği ve yeteneğine bağlıdır. Pazarlara giremezse Alman gücü bölünür. Avrupa Birliği’ni kuran ve hala savunan finans lobisi ve ekonomi sektörüdür yani AB bir vatandaş hareketi değildir. Avrupa Birliği bir vatandaş projesi olmaktan çok finans ve iş dünyası için bir ortak pazar çeşididir. Halkların beklentilerini dikkate almadan, ekonomik krizlere Avrupa Merkez Bankası’nın yaptığı enjeksiyonlar ile çare bulmak sorunları çözmüyor. Avrupa halkları kaynıyor, birlik dağılabilir 
ancak tartışmalar hala yalnız hükümetler arası düzeyde kalıyor. Almanya ise yeni bir stratejik projeksiyon ile üç kademeli bir açılım peşinde gözüküyor. Jeopolitik olarak Doğu Avrupa’dan sonra üç bölgede daha etki sahası kurmak istiyorlar; 

(1) Balkanlar. 

(2) Orta Doğu. 

(3) Orta Asya. 

 Almanlar; Balkanlarda Çin, Rusya Türkiye’nin etkisinin her geçen gün artmasını 
önlemek istiyor. Doğu Avrupa’dan sonra Balkanları da ekonomik arka bahçesi haline getirmeyi planlıyor. Almanya, Avrupa Birliği’nin genişleme sürecinde Bosna-Hersek, Karadağ, Sırbistan ve Makedonya’nın birliğe alınmasına olumlu bakıyor ama bir türlü yıldızının barışmadığı Arnavutluk’u istemiyor. 

 Almanya, Orta Doğu’da kartların yeniden dağıtılacağı bir döneme gelindiğini 
hesaplıyor ve bu sefer İngiliz ve Fransızlara karşı daha sağlam bir konum edinmek istiyorlar. Bu yüzden, İsrail hariç her ülkede söz sahibi olmak istiyorlar. Alman istihbaratı bu yönde operasyonlar için nüfuz etme çalışmalarına hız vermiş durumda. Örneğin Mısır’daki muhalefetin arkasında Alman BND var. Yeni fabrikalar ile Balkan ve Orta Doğu pazarını kontrol etmek istiyorlar. Manisa’da kurulmak istenen Volkswagen fabrikası bir örnek. Bu fabrika ile ilgili gelişmelere aşağıda değineceğiz. 

Almanya, asıl Doğu’ya açılma stratejisi izliyor. Büyük Avrasya Projesi’nde 
Almanların İç Moğolistan’da Çin’e karşı ayaklandırma görevi aldığını söylemiştik. Orta Asya’da ekonomik olarak etkili olmak, Çin’i karşılamak istiyorlar. Korona virüsü nedeni ile Çin ekonomisi büyük darbe yedi ve Batının Çin’e ticaret savaşı açmasına gerek kalmadı. Çin’in 10-15 sene toparlanamayacağı hesapları yapılıyor. Almanya, Çin’e karşı kendi yapacağı Kuşak Yol ile Orta Asya’ya girmek, Çin’e bile mal satmak istiyor. Diğer bir amaç ucuz iş gücüne ulaşmak, ucuza üretmek. Pilot seçilen ülkelerden ilki Azerbaycan, diğeri Türkmenistan. Son on yıllarda Türkmen kadınlarla evlenen Alman erkeği sayısında önemli bir 
artış var. Türklüğünü hatırlayan Macaristan da Almanları peşinden Orta Asya’ya gitme planları yapıyor. Almanya, doğal gaz ihtiyacı nedeni ile bağımlılık sürdükçe, Rusya’ya mahkûm olduğunu biliyor. Bu yüzden, Alman Kuşak Yolu Türkiye üzerinden geçecek, ironik olarak Çinlilerin yaptığı Marmaray’ı da kullanacak. 

Almanya & Türkiye İlişkileri.. 

   Almanlar, Tarihi olarak kendilerine petrol nedeni ile Orta Doğu’yu stratejik hedef seçmişti. Osmanlı ile dostluğunun arkasında yatan neden buydu. İkinci Dünya Savaşı’nda sonuçta Orta Doğu petrolüne el konulacaktı. 1986 yılında Almanlar, Türkiye’deki BND varlığını artırmak için bir anlaşma yaptılar. Sözde Orta Doğu’yu takip edeceklerdi ama anlaşıldı ki bizi takip ediyorlarmış. Türkiye içine sızması 1990’larda zirve yaptı ama iki Almanya birleşince mali zorluklar nedeni ile önceliklerini değiştirdiler. Almanya’nın stratejik önceliği hala Avrupa’da istikrar yani bir savaş olmaması. Bu yüzden, Avrupa Birliği’nin 
sorunsuz yürümesi çok önemli ve Yunanistan’ı bile başıboş bırakmadılar. Almanya ekonomi üzerinde yürüyen ihracata dayalı bir ülke ve bırakın savaşı kriz bile istemiyor. Bu, göç politikalarına ve Rusya ile ilişkileri de yansıyor. 

    Merkel, her ne kadar Çipras’ı şahsen sevdiği için Yunan borçlarına yardım etse de, üretim ekonomisi olmayan Yunanistan’ın iki yakasının bir araya gelmesi mümkün değil. Üstelik Yunanistan’ın hala İkinci Dünya Savaşı ile ilgili olarak tazminat istemesi Almanları kızdırıyor. Özetle, Almanlar bizi pek sevmez; ama Yunanlıları hiç sevmez, Yunanlılar da İkinci Dünya Savaşı’nda ülkelerini işgal ettiği için onları hiç sevmez. Almanlar, benzer şekilde İsrail’i de hiç sevmiyorlar. Bu Doğu Akdeniz politikalarına da etki ediyor. 

Almanlar, Doğu Akdeniz ve Libya’da Türkiye’nin tarafında çünkü karşı tarafta ABD, İngiltere ve Fransa var. Petrol şirketleri olmayan Almanlar, Yunanistan ve Kıbrıs ile birlikte Fransa’nın Doğu Akdeniz’de dengeyi bozmasını ve tamamen parsellemesini istemiyor. Doğu Akdeniz’de hegemonya istemeyen Almanya, Türkiye’ye yakın duruyor. Benzer nedenler ile Libya’da da aynı taraftayız. 

Fransa’ya gelince; Fransızlar hep Yunan dostu oldular, Yunanistan’ın hak etmediği halde birliğe girmesini Mitterand sağlamıştı. PKK ise onlar için hep bir manivela oldu. Fransa’nın Doğu Akdeniz’de Yunanistan’a bu kadar yakın olmasının nedeni ise Fransız Total’in alacağı ihaleler. Yunanistan, Türkiye’ye karşı İtalya’yı yanına çekmek istedi ise de başaramadı. 

 Almanlar, Türkiye’nin özellikle Balkanlardaki gidişatının bir an önce önünü almak istiyor ve sadece Balkanlar’da değil tüm Avrupa, Orta Doğu ve Afrika’da yakın takipteler. Merkel, aslında ne Türkiye’yi ne de Almanya’daki Türkleri seviyor ama Türkiye ile ters düşmek de istemiyor. Savunma bakanları genellikle gaf yapar, sonbaharda başbakan olması beklenen Savunma Bakanı Annegret Kramp Karrenbauer de gaf yaptı ve Türkiye’nin Suriye’nin bir kısmını ilhak ettiğini söyledi. Karreenbaur’in Suriye politikamızı beğenmediği kesin. 

 Almanlar, tarih boyunca müstemleke ülkesi olmamış, yabancılarla geçinmeyi 
bilmediği için pek sevmiyorlar. Polonyalıları asimile etmişler. Türkleri asimile edemediler ama sindirdiler. Türkler, Almanları dost olarak görmek istiyor. Almanya’da 3.2 milyon Türk, 800 bin kadar da Kürt kökenli var. Almanlar, PKK ile de sorun yaşamak istemiyor. Öte yandan, Alman politika sahnesine çok iyi sızan Kürtler etkili olabiliyor. 

 Almanya, referandum başarısızlığı sonrası Irak’ın kuzeyinde Barzani’yi 
desteklemekten vazgeçti. Bunda Türkiye’nin Irak’taki merkezi hükümet ile yakınlaşması da etkili oldu. Irak’ta Barzani’nin yaptığı başarısız referandum sonrası Batılılar, Barzani ve PKK’dan paralı askerden başka bir şey olmayacağını gördüler ve Türkiye’yi kaybetmek istemediler. Bu olaydan sonra Irak’tan çekilip tamamen Suriye’ye odaklandılar. Suriye’de Esat’ın kendi ülkesinin lideri olmasını kabul etmeye hazırlar. 

 Her şeye rağmen, Almanya-Türkiye ilişkileri son dönemde gelişme trendindedir. Bunun nedeni, Türkiye’nin başarısı değil, Almanya’nın çıkarları. Çevre kirliliğine yol açtığı nedeni ile dizel arabaların 2015’den itibaren Almanya’da satışı yasaklandı ama talep çok olduğu için başka bir dizel araç üretim ülkesi olarak Türkiye seçildi. Manisa’da açılacak Volkswagen fabrikasında yılda 400 bin araç üretilmesi ve bunların Balkan, Türkiye ve Orta 
Doğu pazarına satılmasını planlıyorlar. Türkiye’nin her yıl 80 bin aracı devlet ihtiyacı olarak alma garantisi verdiği söyleniyor. Volkswagen yanında 900 kadar ara mal üretici firmanın istihdam yaratacağı, yan sanayi ile birlikte 200 bin kişilik istihdam ortaya çıkması bekleniyor. 

Zaten Türkiye’de Mercedes, Bosch, Siemens gibi önemli Alman markalarının fabrikaları var. 

Türkiye’nin Almanya politikası bir takım kozlar üzerinden yürüyor; 

(1) Suriyeli ve diğer göçmenlere Avrupa kapılarının açılması. 

(2) Enerji hatları (Ukrayna’dan gelecek Türk Akımı ve diğer hatlar). 

(3) Almanya’nın Doğu’ya uzanacak kuşağının Türkiye’yi kat etmesi. 

(4) Almanya’nın Türk dünyasına (Orta Asya) artan ilgisi ve Türkiye’nin rolü. 

(5) Manisa’daki Volkswagen Fabrikası.  

İki ülke arasında dostluğu zedeleyen en son gelişme, İncirlik Üssü’ndeki Alman 
askerlerinin çekilmesi olmuştu. Hatırlatalım, İncirlik bir NATO üssü değil, ikili anlaşma gereği ABD’de askeri varlığı burada olmaya devam ediyor. İncirlik’e geçmiş yıllarda ABD dışında iki ülkenin daha asker göndermesine izin verdik; Almanya ve Suudi Arabistan. Ancak, Alman senatörler burayı teftişe gelmek isteyince kabul etmedik ve Almanlar, Amman’a gitmek zorunda kaldı. Almanların, yakın zaman sonra geri gelecekleri konuşuluyor. 

Unutmadan, dostumuz (!) Suudiler hala İncirlikte. 

 Sonuç.. 

 Avrupa Birliği içinde, Almanya dışında tüm üye ülkeler mutsuz ama aynı umutsuz yolda gidiyorlar. Almanya daha fazla iç popülizm ve dış aktivizm arasında bir yol ayırımında, bu konuda verilecek karar Almanya’nın da geleceğini belirleyecek. Almanya, yeni pazarlar peşinde jeo-ekonomik hayat sahasını Balkanlar ve Orta Doğu’dan Çin’e kadar uzatacak bir projeksiyon peşinde. 

Bu Coğrafyalarda İngilizler ve Fransızlar ile aynı cephede değiller. 

İngiltere, ABD ile stratejik ortaklığındaki özel konumunu Fransa’ya kaptırdı. Yalnız kalan İngiltere’nin yeni stratejik ortak listesinde Türkiye de var. Ancak, İngilizlerin Azerbaycan’da darbe yapmaktan başlayarak, Orta Asya’ya ilişkin başka planları var. Türkiye ise başka ülkelerin Türk Dünyasına ilişkin projeksiyonları gelişirken ilgisini başka yerlere vermiş durumda. 

Avrasya’da jeopolitik kırılma noktalarının yaklaştığı bir döneme hazırlıklı olmalıyız yoksa seyirci kalmaktan ya da başkalarının oyununun bir parçası olmaktan öteye gidemeyiz. 

***