Zeytin Dalı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Zeytin Dalı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Eylül 2018 Cumartesi

SURİYE KRİZİNDE YENİ SAFHA İDLİB SURİYE BATAKLIĞI, İDLİB EN RİSKLİ GİRİŞİM., BÖLÜM 2


SURİYE KRİZİNDE YENİ SAFHA İDLİB SURİYE BATAKLIĞI, İDLİB EN RİSKLİ GİRİŞİM., BÖLÜM 2


     İlk aşamada El-Kaide’nin Suriye kolu olan Nusra grubu örgütten biatını çekerek isim değişikliğine gitmiş, Şam’ın Fethi Cephesi’ni kurduğunu
açıklamış ve daha sonra da HTŞ’yi ilan ederek farklı gruplarla birleşmişti.9 Bu aşamalarda diğer muhaliflerle de gerginlik yaşayan grup bazı yapıları
bölgede tasfiye ederek güçlü bir pozisyona ulaştı. Son olarak Ahraru’ş-Şam ile 2017’de yaşanan gerginliklerin ardından gerçekleşen çatışmalarla İdlib ve çevresini büyük oranda kontrol altına alan HTŞ daha sonra ideolojik iç çekişmeler, yoğun rejim ve DEAŞ saldırıları sonucu ciddi oranda kan kaybetti. 

9 Ekim 2017’de DEAŞ’ın rejim bölgesini geçerek HTŞ kontrolündeki muhalif bölgeye saldırması10 ve 24 Ekim’de rejimin bölgede simultane olarak HTŞ’ye karşı başlattığı saldırı11 grubun ağır bir darbe almasına yol açtı. Şubat 2018’e kadar süren çatışmalar sonucu Halep’in güneyi ve İdlib’in bir kısmı muhaliflerin kontrolünden çıktı.

Kısa süre içerisinde muhalifler arasında çatışmalar yeniden alevlendi. Bu süreçte HTŞ içerisine daha önce eklemlenmiş birçok grup ayrılırken El-Kaide
yakınlığıyla bilinen isimler de ayrışmaya başlayarak Hurrase’d-Din adlı örgütü oluşturdular.12

Daha önce Haziran 2017’de HTŞ ve Ahraru’ş- Şam arasında yaşanan çatışmaların ardından HTŞ Bab Hava Sınır Kapısı ve İdlib şehri gibi önemli bölgeleri ele geçirmiş, Ahraru’ş-Şam, Cebele’z- Zaviye ve Gab Ovası bölgesine çekilmek zorunda kalmıştı. 2018’de iç karışıklıklar ve tartışmalar sonucu bölünmeler yaşayan HTŞ 18 Şubat 2018’de kendisine rakip iki grubun (Ahraru’ş Şam ve Nureddin Zengi Hareketi) bir araya gelerek kurdukları Cephetü’l-Tahrir Suriye grubuyla bir gün sonra çatışmaya başladı. İlk başlarda Cephetü’l- Tahrir Suriye’nin kimi bölgeleri ele geçirmesine karşın sonrasında HTŞ bazı bölgeleri gerialmayı başardı. Buna rağmen önemli birtakım pozisyonlar (Daret İzze, Sarakıb, Taftanaz Hava

Muhalifler İdlib şehrini Esed rejiminden almak için Mart 2015’te operasyon başlattı. Her ne kadar daha önce de bölgede muhalifler rejim unsurlarına 
karşı saldırılar düzenlemiş olsa da şehri almaya muvaffak olamamışlardı. Bu operasyonda bölgede ileri gelen güçlü grupların bir araya gelerek oluşturduğu 
Fetih Ordusu koalisyonu şehre güçlü bir hücum başlattı. Yaklaşık dört gün süren çatışma ve saldırıların ardından muhalifler şehri bütünüyle ele geçirmeyi 
başardı.6

Fetih Ordusu böylelikle bölgede yer alan Şii nüfusa sahip Keferya-Fua köylerini kuşatma altına alırken ilerleyiş batıda rejim kontrolündeki bölgelere doğru genişlemeye devam etti. Muhalifler 22 Nisan’da ise yeni bir operasyon odasıyla İdlib’in Lazkiye’ye açılan batıdaki Cisre’ş-Şuğur şehrine yönelik saldırıya başladı. Yaklaşık üç gün sonra şehir büyük oranda muhaliflerin hakimiyetine geçti.7

 28 Mayıs 2015’e gelindiğinde ise Fetih Ordusu stratejik Eriha şehrini de kontrol altına almayı başardı.8

 Muhalifler ilerleyişini sürdürerek İdlib ile Lazkiye arasında yer alan Gab Ovası’na yöneldi ve pek çok noktayı ele geçirdi. 

  Suriye’deki savaşın gidişatını dramatik bir biçimde değiştiren bu hamle muhalifleri çok güçlü bir pozisyona taşırken rejimi son derece kırılgan bir
hale getirmişti. İlerleyişin bu şekilde devam etmesi halinde Hama ve Lazkiye’de rejim varlığının tehlikeye girebileceği ve muhaliflerin ilerleyişinin rejimin çöküşüne yol açacağına yönelik güçlü emareler ortaya çıkarken özellikle Eylül 2015’te Rusya’nın doğrudan savaşa dahil olarak hedef almaya başlaması ve İran’ın da buna paralel olarak sahadaki ağırlığını artırmasıyla dengeler muhalifler aleyhine şekillenmeye başladı.

İdlib’deki Muhalifler Arası Dengeler Rus müdahalesinden sonra Suriyeli muhalifler oldukça sancılı bir süreç yaşarken rejim saldırıları karşısında pek çok yerden çekilmek zorunda kaldılar. Rusya ve İran’ın desteğiyle kuşatma altına aldığı bölgelere yoğun saldırılar düzenleyen Esed rejimi bölgedeki nüfusu muhalif gruplarla birlikte göçe zorladı. Neticede her defasında İdlib’e yönelen tehcir edilmiş kitleler dar bir alanda nüfusun 2,5-3 milyona kadar yükselmesine neden oldu. Ayrıca çok sayıda muhalif savaşçı da bu bölgelerden İdlib’e geçti.
İlk aşamada El-Kaide’nin Suriye kolu olan Nusra grubu örgütten biatını çekerek isim değişikliğine gitmiş, Şam’ın Fethi Cephesi’ni kurduğunu açıklamış ve daha sonra da HTŞ’yi ilan ederek farklı gruplarla birleşmişti.9 Bu aşamalarda diğer muhaliflerle de gerginlik yaşayan grup bazı yapıları bölgede tasfiye ederek güçlü bir pozisyona ulaştı. Son olarak Ahraru’ş-Şam ile 2017’de yaşanan gerginliklerin ardından gerçekleşen çatışmalarla İdlib ve çevresini büyük oranda kontrol altına alan HTŞ daha sonra ideolojik iç çekişmeler, yoğun rejim ve DEAŞ saldırıları sonucu ciddi oranda kan kaybetti. 9 Ekim 2017’de DEAŞ’ın rejim bölgesini geçerek HTŞ kontrolündeki muhalif bölgeye saldırması10 ve 24 Ekim’de rejimin bölgede simultane olarak HTŞ’ye karşı başlattığı saldırı11 grubun ağır bir darbe almasına yol açtı. Şubat 2018’e kadar süren çatışmalar sonucu Halep’in güneyi ve İdlib’in bir kısmı muhaliflerin kontrolünden çıktı.

Kısa süre içerisinde muhalifler arasında çatışmalar yeniden alevlendi. Bu süreçte HTŞ içerisine daha önce eklemlenmiş birçok grup ayrılırken El-Kaide
yakınlığıyla bilinen isimler de ayrışmaya başlayarak Hurrase’d-Din adlı örgütü oluşturdular.12

Daha önce Haziran 2017’de HTŞ ve Ahraru’ş-Şam arasında yaşanan çatışmaların ardından HTŞ Bab Hava Sınır Kapısı ve İdlib şehri gibi  önemli bölgeleri ele geçirmiş, Ahraru’ş-Şam, Cebele’z-Zaviye ve Gab Ovası bölgesine çekilmek zorunda kalmıştı. 2018’de iç karışıklıklar ve tartışmalar  sonucu bölünmeler yaşayan HTŞ 18 Şubat 2018’de kendisine rakip iki grubun (Ahraru’ş Şam ve Nureddin Zengi Hareketi) bir araya gelerek  kurdukları Cephetü’l-Tahrir Suriye grubuyla bir gün sonra çatışmaya başladı. İlk başlarda Cephetü’l-Tahrir Suriye’nin kimi bölgeleri ele geçirmesine  karşın sonrasında HTŞ bazı bölgeleri geri almayı başardı. Buna rağmen önemli birtakım pozisyonlar (Daret İzze, Sarakıb, Taftanaz Hava Üssü)  Cephetü’l-Tahrir Suriye’nin elinde kaldı. Çatışmalar 24 Nisan 2018’de taraflar arasında varılan anlaşmayla sona erdiyse de gruplar arasındaki  tansiyon varlığını sürdürmeye devam ediyor.

    Yukarıda zikredilen siyasi ve askeri gelişmeler ışığında Suriye Milli Ordusu’nun yakın zamanda İdlib’de varlık göstereceği öngörülebilir. Suriye  Milli Ordusu Aralık 2017’de Suriye geçici hükümeti tarafından ilan edilirken bu yeni oluşumun şemsiyesi altında ÖSO yapılanmalarının bir  araya getirilmesi hedeflendi. Kısa bir süre içinde yeni kurulan Suriye Milli Ordusu bünyesinde üç kolordu oluşturuldu. Türkiye’nin eğit-donat  programına alınan Suriye Milli Ordusu FKH ve ZDH’ye katıldı ve görece başarılı bir performans gösterdi. Aslında Suriye Milli Ordusu projesi bütün  askeri muhalif grupları bir araya getirmeye çalışan yeni bir proje değildi. 2014’te Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu’nun 
(SMDK) dönem başkanı Halit Hoca Suriye Milli Ordusu’nun kurulması gerekliliğini vurgulamış olsa da proje hayatı geçirilemedi. Ağustos 2017’de  İstanbul merkezli Suriye İslam Konseyi askeri muhalif grupları birleşmeye ve tek bir devrimci ordu kurmaya davet etti.13

    Aynı çağrı geçici hükümetin başbakanı Cevat Ebu Hatab’tan da geldi. Milli Ordu’nun önceki girişimlerinin aksine Türkiye tarafından  “eğit-donat birlikte savaş”14 sürecinin içine alınması Suriyeli muhalif gruplar arasında daha cazip haline gelmesini sağlamıştır.

    Bununla birlikte Türkiye’nin hem diplomatik arenada hem de sahada varlığının ve etkinliğinin artması dikkate alındığında projeye muhalefet tarafından
verilen önem daha anlaşılır olmaktadır. Nitekim Mart 2018’de Humus’un kuzeyinde bulunan askeri muhalif gruplar Suriye Milli Ordusu’nun dördüncü kolordusunu teşkil ettiğini duyurmuştur. 15 Halihazırda Suriye Milli Ordusu’nun İdlib’deki varlığı sınırlı olsa da bunun ilerleyen süreçte daha da artacağı öngörülebilir. Türkiye’nin Rusya ile yürütmesi muhtemel müzakerelerin neticesinde, Esed rejiminin saldırısını önleyebilecek ortak formülde, Türkiye’nin garantörü olacağı Suriye Milli Ordusu önemli bir rol üstlenebilir. İdlib’deki bütün askeri muhalif gruplar Suriye Milli Ordusu komutası altında toplanabilir.



HARİTA 1. MUHALİF UNSURLARIN İDLİB’DEKİ KONTROL ALANLARI


Öte yandan DEAŞ, İdlib bölgesinde bariz bir varlık göstermese de gruba ait uyuyan hücreler olduğu ve zaman zaman harekete geçip çeşitli operasyonlar 
düzenlediği biliniyor. Zira İdlib bölgesinde kimi zaman muhalif komutanları ve genel olarak bölgenin istikrarını hedef alan eylemler gerçekleştiriliyor. 

DEAŞ son dönemlere değin bu eylemleri üstlenmekten kaçınırken son haftalarda gerçekleştirdiği saldırıları Amak Ajansı üzerinden üstlenmeye başlamıştır. 
Artan saldırılara karşı HTŞ emniyet birimleri harekete geçerek birçok DEAŞ hücresini etkisiz hale getirmiştir.16

Buna karşın Esed rejimine bağlı kişi ve hücrelerin de benzer saldırıların arkasında olduğu görülmektedir. Nitekim muhalif gruplar Esed rejimiyle iş birliği 
yapmak suçundan şimdiye kadar birçok kişiyi tutuklamıştır.17

İdlib Bölgesinin Yönetimi

<  Muhalefetin karşı karşıya kaldığı en büyük sorunlarından biri yönetim sorunudur. Esed rejiminden ele geçirilen bölgelere sağlık, güvenlik ve 
eğitim hizmetleri sağlamak konusunda yeterli başarının gösterilemediği söylenebilir.  >

Muhaliflerin askeri yapılanmasındaki dağınıklık yönetime de yansımaktadır. 
Esed rejiminden ele geçirilen bölgeler bir üst otoriteye devredilmeden, kazanımda rol oynayan askeri gruplar tarafından kontrol ediliyor. 
Askeri gruplar ise bu görevi yerine getirmek için sivil yönetim yapılanmaları kurmaya başlamıştır. Böylelikle askeri grupların yargı, idari ve güvenlikten sorumlu uzantıları belirmiştir. Bununla beraber sivil aktivistler tarafından kurulan komiteler ve idari meclisler de mevcuttur fakat güç mücadelesi neticesinde silahlı gruplar kontrolü tamamen ele geçirmiştir.

Bu dağınıklığı sona erdirmek, Esed rejiminden ele geçirilen bölgeleri yönetmek ve muhalefeti temsil etmek için SMDK bünyesinde geçici hükümet kuruldu ve muhalefetin kontrol ettiği bölgeleri yönetmekle mükellef kılındı. Başta belli bir varlık gösteren geçici hükümet zamanla güç kaybetmeye ve muhalefet bölgelerinde varlığı yara almaya başladı. Bunun iki sebebi olduğu söylenebilir: Birincisi başta nispeten büyük maddi imkanlara sahip olan geçici hükümet muhalefetin bölgelerinde hem istihdam hem de hizmet sağlıyordu. Fakat SMDK’nin güç kaybetmesiyle beraber ve Suriye mücadelesinde değişen dengelerden dolayı bu imkanlar azalırken buna paralel olarak geçici hükümetin etkinliği zayıfladı. İkinci sebep ise geçici hükümetin belli bir askeri güce dayanmaması oldu. Özellikle ÖSO’nun zayıflaması ve yerine İslami grupların güçlenmesiyle geçici hükümetin dayanabileceği bir askeri güç kalmadı. Ayrıca radikal yapılanmalar yönetimi kendi elinde tutmak ve mümkün mertebe askeri 
güç kullanarak kendi varlıklarını dayatmaya çalışıyor ve güç paylaşımına gitmek istemiyorlardı.

Mezkur zorluklar Suriye genelinde olduğu gibi İdlib’de de söz konusudur. İdlib şehir merkezi başta olmak üzere İdlib ve Batı Halep’te birçok nokta 2015’in ortasında muhalefetin eline geçti. İdlib bölgesi tek bir yönetim altında kalmak yerine askeri gruplarının nüfuz dağılımına göre dağıldı. Örneğin Nureddin Zengi grubunun etkin olduğu Batı Halep bölgesinin yönetimi gruba bağlı kaldı. HTŞ ise kontrol ettiği bölgelerde hizmetler sağlamak için kendi bünyesinde “Hizmetler için Sivil İdare” adlı bir kurum kurdu. İdlib şehir merkezinde ise şehri ele geçiren Fetih Ordusu askeri koalisyonun gruplarının ortak yönetimine bağlı kaldı. Grupların üzerinde anlaştığı Mudar Hamdun İdlib valisi olarak atandı. 
Ahraru’ş-Şam’a mensup olan Hamdun Aralık 2015’te Esed rejimi güçleriyle girdiği çatışmada ağır yaralanarak hayatını kaybetti.18

Temmuz 2017’de Ahraru’ş-Şam’a karşı başlattığı taarruzun ardından galip gelen HTŞ İdlib’in hakim gücü haline gelse de bölgenin yerel-yönetim sorunlarıyla yüzleşmek durumunda kaldı. Örgütün uluslararası hakim güçler tarafından terör örgütü olarak tanımlanmasından dolayı kendisine bağlı herhangi bir yapılanma da gayrimeşru görülmekte ve bir terör örgütünün uzantısı olmakla itham edilmekteydi. HTŞ bu sorunları dikkat alarak “sivil yönetim” projesini dillendirmeye başladı. HTŞ İdlib yönetiminin sivil bir yönetim olacağını ve kendisine tabi olmayacağını iddia etti. Bu bağlamda “Kurtuluş Hükümeti” projesi ortaya atıldı.19

HTŞ’nin aldığı inisiyatifle İdlib’de Kasım 2017’de Kurtuluş Hükümeti adlı bir hükümet kuruldu. On bir bakanlıktan oluşan hükümet İdlib ve Halep’te Esed rejiminden kurtarılmış bölgelere yönetim ve hizmet sağlamayı hedeflediğini açıkladı. Kurtuluş Hükümeti’nin kurulmasının ardından HTŞ’ye ve hükümete ait güçler SMDK’ye ait Suriye geçici hükümetinin İdlib’de bulunan ofislerini baskın düzenleyerek kapattı.

HTŞ’nin desteklediği Kurtuluş Hükümeti kurulduktan bu yana İdlib’de etkin olmaya çalışsa da daha çok yerel belediyecilik hizmetlerine odaklandı. Böylelikle güvenlik, siyasi ve askeri konular HTŞ’nin elinde kaldı. Başka bir deyişle Kurtuluş Hükümeti İdlib bölgesinin geleceğini etkileyebilecek kararlar alma konusunda oldukça sınırlı bir yetkiye sahipti. Bununla beraber birçok sivil örgüt Kurtuluş Hükümeti’ni tanımadı. Sivil örgütler ve mahalli meclisler tarafından HTŞ’nin bir uzantısı olarak görünen hükümet temsil sorunuyla da karşı karşıya kaldı.20

Kurtuluş Hükümeti her ne kadar HTŞ’nin gücüne dayanarak etkinlik kurmaya çalışsa da, HTŞ’nin nüfuzunun sınırlı olması ve temsil sorunu yaşaması nedeniyle sınırlı bir etkinlik sağlandığı söylenebilir. Ayrıca Kurtuluş Hükümeti’nin maddi gelirinin de yeterli olmadığı ve ilgili faaliyetlerini sürdürebilmekte ciddi zorluklar yaşadığı görülmektedir. Halihazırda HTŞ’ye ait hükümet İdlib bölgesinde faaliyet gösteren en büyük idari yapılanma olsa da başka oluşumlar da bulunmaktadır. Han Şeyhun ve Ariha belediye meclisleri gibi Kurtuluş Hükümeti’ni tanımayan 
yapılar söz konusudur.21

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

SURİYE KRİZİNDE YENİ SAFHA İDLİB SURİYE BATAKLIĞI, İDLİB EN RİSKLİ GİRİŞİM., BÖLÜM 1

SURİYE BATAKLIĞI, İDLİB EN RİSKLİ GİRİŞİM.,                                                  BÖLÜM 1



İDLİB EN RİSKLİ GİRİŞİM.,


SURİYE KRİZİNDE YENİ SAFHA İDLİB


CAN ACUN, 
BILAL SALAYMEH,













    Bu Analiz İdlib’in demografik, askeri ve siyasi yapısıyla birlikte Esed rejiminin şehre yönelik askeri harekat yapma arzusunu, bu bağlamda Rusya’nın 
belirleyici rolünü ve şehrin Türkiye açısından önemini ele almaktadır.

2011’den bu yana devam etmekte olan ve yakın tarihte yaşanan en kanlı çatışmalardan birisi olan Suriye krizinde Esed rejiminin askeri kazanımlarının 
ardından İdlib bölgesi muhaliflerin son kalesi konumuna gelmiş durumdadır. İdlib’i yeniden kontrol etmek istediğini açık bir şekilde ifade eden Esed rejiminin şehre saldırma kararının Rusya ve İran’ın onayı ve desteği olmadan gerçekleşmeyeceği söylenebilir. 
    Özellikle Rusya’nın artan nüfuzu İdlib gibi önemli bir meselede Esed rejiminin tek başına karar alma imkanını sınırlamaktadır. 
Diğer yandan yedi yıldır devam eden çatışma ve “yıpratma savaşı”ndan dolayı Esed rejiminin askeri gücü gittikçe aşınmış ve insan kaynakları tükenmiştir. 
Oldukça sınırlı bir mobilize güce sahip olan, hem insan kaynağı hem de askeri teçhizat açısından zayıf duruma düşen Esed rejiminin muhaliflerin son kalesi 
haline gelmiş, on binlerce savaşçının olduğu İdlib bölgesine yapacağı hamlenin kolay olmayacağı aşikardır. Bu hususlar dikkate alındığında Esed rejiminin 
İdlib’e saldırma kararının ancak Rusya’nın onayı ve kapsamlı desteği halinde gerçekleşebileceği anlaşılmaktadır. 
Ancak bu durum Esed rejiminin kendi imkanlarıyla Kuzey Hama ve Kuzeybatı Lazkiye’de sınırlı harekatlar düzenleyemeyeceği anlamına gelmeyecektir.

Türkiye, Rusya ile yürüttüğü müzakereler neticesinde Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları örneğinde olduğu gibi sahadaki varlığını ve etkinliğini artırarak Suriyeli muhaliflerin yanı sıra siviller için de bir yaşam alanı oluşturmuştur. Astana süreci ve çatışmasızlık anlaşmasının neticesinde İdlib bölgesinde on iki farklı gözlem noktası tesis eden Türkiye İdlib üzerinde Ruslarla yürüteceği müzakerelerle ve sahada muhalefeti birleştirecek ve radikal unsurları elimine edecek adımlarla yaklaşık 3 milyon Sivilin yaşadığı bölgeyi büyük bir insani krizden kurtarabilir.

GİRİŞ 

2011’den bu yana devam eden ve yakın tarihte yaşanan en kanlı çatışmalardan birisi olan Suriye krizinde –Esed rejiminin son dönemdeki askeri 
kazanımlarının ardından– İdlib bölgesi muhaliflerin son kalesi konumuna gelmiş durumdadır. İdlib eyaletinin yanı sıra mücavirindeki Batı ve 
Güney Halep ile birlikte sınırlı düzeyde Kuzey Hama ve Kuzey Lazkiye’de Türkmen ve Kürt Dağları civarını kapsayan bu alan yedi yıldır Esed 
rejimine karşı savaşan muhaliflerin elinde bulundurduğu son bölgedir.

2015’te Esed rejiminden ele geçirilen ve rejim aleyhine ciddi bir stratejik kazanıma dönüşen İdlib muhaliflerin o günden bu yana komuta-
kontrol ve askeri güç dinamikleri açısından merkezi konumunda bulunuyor. Muhaliflerin Halep, Doğu Guta ve Kuzey Humus gibi bölgeleri 
kaybetmesinin yanı sıra son dönemlerde Dera ve Kuneytra’dan da çıkmaya zorlanmaları İdlib’deki muhalif varlığını daha önemli bir hale 
getiriyor. Bu bağlamda mücavir bölgelerle birlikte 3 milyon civarında bir nüfusa erişen İdlib’in çatışmasızlık bölgesi kapsamına alınması ve Türkiye’nin 
Ekim 2017’de başlayarak Mayıs 2018’de sonuncusunu kurduğu,1

1. “Turkey Finishes Setting up Observation Posts in Idlib”, Hürriyet Daily News, 16 Mayıs 2018.
2. Kendini fesheden Nusra ve Şam’ın Fethi Cephesi’nin ana omurgasında oluşturulan çatı yapının adıdır.
3. Ahraru’ş-Şam ve Nurettin Zengi grubunun çatı yapılanmasına verilen isimdir.

   Rusya ve İran ile varılan Astana anlaşması kapsamında oluşturulan on iki gözlem noktası bölgenin kaderi açısından önem arz ediyor.
Muhaliflerin kendi içinde de oldukça parçalı bir halde bulunduğu İdlib’de yerel dengeler de bölgenin geleceği açısından son derece kritik 
bir öneme sahiptir. Zaman zaman birbirleriyle çatışan muhalif unsurlar ideolojik ayrışmanın yanı sıra güç mücadelesinin içine de sürüklenmiş 
durumdalar. Tek bir çatı altında birleşemeyen muhalifler Heyet-i Tahriru’ş-Şam (HTŞ),2

Cephetü’l-Tahrir Suriye3 gibi yapıların yanı sıra Feylaku’ş- Şam ve Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) önde gelen gruplarından oluşan yapıların bir
araya gelerek oluşturduğu Vataniye Cephesi gibi önemli gruplardan meydana geliyordu. 

   Temmuz 2018’de Cephetü’l-Tahrir Suriye (Suriye Özgürleştirme Cephesi), Vataniye Cephesi, Ceyşu’l- Ahrar, Sukuru’ş-Şam Tugayları bir araya gelerek
Cephetü’l-Vataniye lil-Tahrir (Özgürleştirme Milli Cephesi) oluşturuldu. Böylelikle İdlib’de HTŞ ve Özgürleştirme Milli Cephesi çatısı altında
iki ana kamptan bahsetmek mümkün oldu.

Türkiye ise rejim ve müttefiklerinin bölgeye müdahale etmek için araçsallaştırdıkları radikal grupların siyasi manevralarla ortadan kaldırılması
için çaba sarf ederken Fırat Kalkanı Harekatı (FKH) ve Zeytin Dalı Harekatı’nda (ZDH) öne çıkan Milli Ordu ve müttefiklerinin İdlib’de de etkinliğini artırmasına gayret ediyor. İdlib, Astana süreci kapsamında çatışmasızlık bölgesi olarak kabul edilmiş olmasına rağmen rejim ve müttefikleri, HTŞ gibi yapıları öne sürerek zaman zaman hava harekatları düzenlemeye devam ederken Dera’da elde
edilen kazanımlar sonrasında İdlib’i doğrudan kapsamlı bir şekilde hedef alacaklarına yönelik söylemlerini artırmaya başlamış durumdalar. 
Bu bağlamda olası bir askeri harekat Türkiye açısından büyük riskler barındırıyor. 

BM Suriye Özel Temsilcisi Steffan de Mistura 17 Mayıs’ta yaptığı açıklamada İdlib’de Doğu Guta senaryosu tekrar edilirse insani durumun Doğu Guta’dan 
altı kat daha kötü olacağını ortaya koyarken olası bir askeri operasyon ve yoğun bombardıman neticesinde bölgeden Türkiye sınırına büyük bir güç dalgası yaşanacağını belirtmiştir. Yine İdlib ve mücavirindeki muhalif unsurların ortadan kaldırılması Türkiye’nin nüfuz alanındaki Afrin, Azez, Bab, Cerablus gibi bölgeleri de doğrudan tehdit eder bir gerçekliğe neden olacakken Türkiye’nin PYD/YPG ile mücadelesini de olumsuz etkileyecektir. Her ne kadar Türkiye destekli ve büyük oranda Türkiye kontrolünde sayılabilecek FKH ve ZDH bölgelerinin çeşitli açılardan ayrı değerlendirilmesi gerekse de nihayetinde İdlib’in akıbeti doğrudan bu bölgelerin de geleceğini şekillendirecektir.

Esed rejiminin Humus ve Doğu Guta’ya saldırarak bölgedeki insanları muhalif savaşçılarla birlikte İdlib’e göçe zorladığı, Dera’yı ise benzer bir biçimde saldırı altına alarak buradaki muhalif unsurları ortadan kaldırdığı bir dönemeçte 
İdlib’in akıbetinin ne olacağı sorusu ön plana çıkıyor. Rejimin mevcut askeri kapasitesi ve siyasal angajmanları olası bir kapsamlı harekatın ancak 
Rusya’nın onayı ve harekata dahil olmasıyla gerçekleşebileceğini gösterirken Türkiye ve Rusya’nın Suriye sahasındaki mevcut pozisyonları Moskova’nın  Ankara’yı doğrudan tehdit edecek böyle bir adımı atma ihtimalini zayıflatmaktadır. 

Buna rağmen Türkiye mevcut tehditleri görerek İdlib etrafında konuşlandığı on iki askeri noktayı tahkim etmektedir. Türkiye ayrıca İdlib içinde varlığını devam ettiren radikal yapıların zayıflatılması için muhalifleri desteklemeye devam 
ederken Suriye krizinin siyasal bir çözüme kavuşturulabilmesi adına Astana ve Cenevre süreçleri bağlamında çaba sarf etmektedir.

Bu analiz mezkur meseleler bağlamında İdlib’in demografik, askeri ve siyasi yapısıyla birlikte rejimin şehre yönelik askeri harekat yapma arzusunu ve bu bağlamda Rusya’nın belirleyici rolünü ele almaktadır. Analiz ayrıca bölgenin Türkiye açısından önemini değerlendirmekte, muhtemel bir askeri harekatın Türkiye için oluşturabileceği tehditleri ortaya koymakta ve Ankara’ya da politika 
önerisi sunmayı amaçlamaktadır.




İDLİB’DE MUHALEFETİN VARLIĞI VE BÖLGENİN YÖNETİMİ 

     Suriye’de Mart 2011’de Esed iktidarına karşı başlayan gösteriler “Arap Baharı”nın da etkisiyle rejim tarafından sert karşılık görmüş, hükümetin 
halkın taleplerine karşılık askeri yöntemlere başvurması ise ülkeyi kısa süre içerisinde kaosa sürükleyecek bir dönemi başlatmıştır. Aylar süren 
barışçıl gösterilerle bir sonuç elde edemeyen rejim karşıtları da bir müddet sonra silahlı ayaklanma yolunu tercih etmiştir. Bu süreçte özellikle Esed 
ordusunda görev alan fakat rejimin halka yönelik tutumu karşısında orduyu terk ederek silahlarıyla birlikte muhalefete katılan ordu mensupları bir 
müddet sonra ÖSO ismiyle ülkedeki ilk muhalif grubu teşkil edecek yapılanmayı oluşturmuşlardır. 
    Ardından ülke içerisinde yaşanan çatışmalar kısa sürede bir iç savaşa dönüşmüş, ÖSO dışında muhalif saflarda pek çok örgüt ortaya çıkmıştır. 
İran ve Rusya rejim saflarında pozisyon alırken Türkiye, Körfez ülkeleri ve genel olarak Batılı ülkeler de muhalifleri desteklemeye başlamıştır. 
Muhalifler DEAŞ’ın Irak’tan Suriye’ye geçip kendisini hedef almasına kadarki dönemde ülkenin önemli bir kısmında saha kontrolünü sağlamayı 
başarırken örgütün muhalif bölgelerde etkinliğini artırmasıyla zor bir sürecin içerisine girmiştir. Ancak askeri açıdan İdlib’de elde edilen büyük 
başarı muhalifler adına umutları yeniden yeşertecek bir dönüm noktası olmuştur.


< Yakın tarihin en kanlı çatışmalarından birisi olan Suriye krizinde –Esed rejiminin son dönemdeki askeri kazanımlarının ardından – İdlib bölgesi muhaliflerin 
son kalesi konumuna gelmiş durumdadır. >

Fetih Ordusu ve İdlib’in Ele Geçirilmesi 

    Suriyeli muhaliflerin DEAŞ sorunuyla karşılaşarak ülkenin doğusundaki Deyrizor, Haseke ve Rakka’dan çıkarılmasının ardından kendini yeniden 
toparlamaya çalıştığı bir dönemde, İdlib çevresinde Ceyşu’l-Fetih (Fetih Ordusu)4 adlı ortak bir operasyon odasının kurulduğu ilan edildi.5
    Muhalifler İdlib şehrini Esed rejiminden almak için Mart 2015’te operasyon başlattı. Her ne kadar daha önce de bölgede muhalifler rejim unsurlarına
karşı saldırılar düzenlemiş olsa da şehri almaya muvaffak olamamışlardı. 
Bu operasyonda bölgede ileri gelen güçlü grupların bir araya gelerek  oluşturduğu  Fetih Ordusu koalisyonu şehre güçlü bir hücum başlattı. Yaklaşık dört gün süren çatışma ve saldırıların ardından muhalifler şehri bütünüyle ele geçirmeyi başardı.6

     Fetih Ordusu böylelikle bölgede yer alan Şii nüfusa sahip Keferya-Fua köylerini kuşatma altına alırken ilerleyiş batıda rejim kontrolündeki
bölgelere doğru genişlemeye devam etti. Muhalifler 22 Nisan’da ise yeni bir operasyon odasıyla İdlib’in Lazkiye’ye açılan batıdaki Cisre’ş-Şuğur şehrine yönelik saldırıya başladı. Yaklaşık üç gün sonra şehir büyük oranda muhaliflerin hakimiyetine geçti.7 

    28 Mayıs 2015’e gelindiğinde ise Fetih Ordusu stratejik Eriha şehrini de kontrol altına almayı başardı.8 

    Muhalifler ilerleyişini sürdürerek İdlib ile Lazkiye arasında yer alan Gab Ovası’na yöneldi ve pek çok noktayı ele geçirdi.
    Suriye’deki savaşın gidişatını dramatik bir biçimde değiştiren bu hamle muhalifleri çok güçlü bir pozisyona taşırken rejimi son derece kırılgan bir
hale getirmişti. İlerleyişin bu şekilde devam etmesi halinde Hama ve Lazkiye’de rejim varlığının tehlikeye girebileceği ve muhaliflerin ilerleyişinin rejimin çöküşüne yol açacağına yönelik güçlü emareler ortaya çıkarken özellikle Eylül 2015’te Rusya’nın doğrudan savaşa dahil olarak hedef almaya başlaması ve İran’ın da buna paralel olarak sahadaki ağırlığını artırmasıyla dengeler muhalifler aleyhine şekillenmeye başladı.

İdlib’deki Muhalifler Arası Dengeler Rus müdahalesinden sonra Suriyeli muhalifler oldukça sancılı bir süreç yaşarken rejim saldırıları karşısında pek çok yerden çekilmek zorunda kaldılar. Rusya ve İran’ın desteğiyle kuşatma altına aldığı bölgelere yoğun saldırılar düzenleyen Esed rejimi bölgedeki nüfusu muhalif gruplarla birlikte göçe zorladı. Neticede her defasında İdlib’e yönelen tehcir edilmiş kitleler dar bir alanda nüfusun 2,5-3 milyona kadar yükselmesine neden oldu. Ayrıca çok sayıda muhalif savaşçı da bu bölgelerden İdlib’e geçti.

YAZARLAR HAKKINDA,


Can Acun

SETA Dış Politika Direktörlüğü’nde araştırmacı olarak çalışmaktadır. Doğu Akdeniz Üniversitesi Uluslararası Ilişkiler Bölümü mezunudur. Yeditepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası Ilişkiler Bölümü’nde yüksek lisans yapmıştır. Kanada’da Kültürlerarası Diyalog Eğitimi almıştır. Mısır’da Kahire-Türkiye Araştırmaları Merkezi’nde ve SETA Kahire’de Mısır üzerine
çalışmalar yürütmüştür. Halen SETA Ankara’da Ortadoğu üzerine araştırmalar yapmaktadır. İlgi alanları içerisinde çatışma bölgeleri ve devlet dışı silahlı örgütler bulunmakta dır.

Bilal Salaymeh

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler bölümünden 2016’da birincilikle mezun olan Salaymeh, Yüksek Lisans çalışmasını Orta Doğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde ‘Neopatrimonyalizmin Suriye’deki Çatışmanın Gidişatı Üzerindeki Etkisi’ adlı tezi ile bitirdi. Doktora eğitimine ODTÜ Uluslararası İlişkiler bölümünde devam etmektedir.
Ortadoğu çalışmaları, özellikle Filistin ve Suriye meseleleri ile yakından ilgilenmektedir.
Salaymeh, aynı zamanda mülteci çalışmaları üzerine eğitim aldı. Hali hazırda SETA Dış Politika Direktörlüğünde araştırma asistanı olarak görev yapmaktadır.'

https://setav.org/assets/uploads/2018/08/Analiz_255.pdf


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

31 Ağustos 2018 Cuma

40. Gününde Afrin ve Zeytin Dalı Harekâtı

40. Gününde Afrin ve Zeytin Dalı Harekâtı,




Prof.Dr.Sait Yılmaz 

02 Mart 2018 

 Suriye’nin kuzeyi, terör örgütü tarafından Güney Kürdistan olarak adlandırılıyor ve üç ayrı bölgeye ayrılıyor. Terör örgütü tarafından verilen isimleri şu şekilde; en doğuda Rojova (Kamışlı veya Cezire), Kobani (Arap Pınarı) ve Afrin (Türkmen Dağı). Afrin’e Kürtler, tıpkı Doğu Anadolu sınırına yerleştirildikleri gibi Türkmenleri izole etmek için Yavuz Sultan Selim zamanında yerleştirilmiş. 1980’li yıllarda PKK’nın Suriye’deki yapılanmasına Rusya ve Esat ailesi yardım etmişti. Afrin sadece PKK’ya değil, Türkiye’ye saldıran pek çok terör örgütüne yataklık etti, militan yuvası oldu. 1988 yılında Suriye ile yapılan mutabakat sonrası bu teröristler yok olmadılar, yeraltına çekildiler. Suriye istihbaratı (Muhaberat), Öcalan ile yakın temas halinde idi. 2011 yılında iç savaş başlayınca Türkiye, ABD ile rejim muhalifleri tarafında olduğundan Esat rejimi, kendilerine sadık gördüğü PKK’ya Kürt bölgelerinde kontrolü sağlama, Türkiye’ye rahatsızlık vererek dikkatini dağıtmasını istedi. Nitekim Afrin bölgesinin sınırları, Esat ve Rusya’nın desteği ile genişledi. Ancak, 2014 yılında PKK terör 
örgütü, Kamışlı’da IŞİD karşısında yetersiz kalınca ve Esat’tan yardım alamayınca ABD’den yardım istedi ve o tarihten sonra Esat ve Rusya ile yolları ayrıldı. Böylece PKK, Kürt olmayan bölgelerde de hızla yayılmaya ve Suriye’nin kuzeyine başka ülkelerden militan ve Kürt nüfus taşıyarak demografiyi değiştirmeye başladı. Rusya’nın halen Türkiye’ye verdiği desteğin arkasında PKK’yı cezalandırarak yanına çekmeye mecbur bırakmak ve ABD’yi 
yalnız bırakmak var. 

 PKK terör örgütü için yoğun bir terör üs faaliyeti olan Afrin, İkinci Kandil olarak 
adlandırılıyor. Hemen karşısındaki İslahiye şehrimiz ile akrabalıkları çok. 250 bin nüfuslu Afrin’in nüfusu %40-50 Kürt, geri kalanı Arap ve Türkmen. 

Dinin inançları çok zayıf olan Afrin Kürtleri, on yıllarca PKK tarafından siyasallaştırılmış, ideolojik olarak sol eğilimli ve örgüt ile iç içe olmuş ve örgüte taban sağlamış. Bu yüzden TSK girdiği köyleri birkaç kişi dışında genellikle boş buluyor. Amanos ve Akdeniz bölgesindeki PKK faaliyetlerinin üs ihtiyaçları ve lojistiği buradan sağlanmış. Uzun zamandır terör örgütüne militan devşirmede 
önemli bir kaynak olmaya devam ediyor. Nitekim bölgeden devşirilenler ve yabancı savaşçılar ile birlikte PKK’nın toplam gücü 70 bine, Afrin’de ise 20 bin kişiye ulaşmış durumdadır. PKK, halkı çok önceden eğitmiş ve silahlandırmış. Halkın Afrin dışına çıkmasına engel oluyor ve çatışmalarda canlı kalkan olarak kullanıyor. Nitekim ilk savunma hattının düşmesinden sonra halkı içeriye, şehir savunmasına çektiler. Fırat Kalkanı Harekâtı, Zeytin Dalı’na göre çok daha kolaydı. Çünkü bölge halkı dost ve arazi düz idi. Afrin’de ise arazi engebelik ve ağaçlık bölgeler görüşü azaltıyor, terör örgütünün gizlenmesini ve savunmasını kolaylaştırıyor. Diğer yandan Afrin bölgesinde yollar çok az ve kapasiteleri 
sınırlı. Harekâtın 40. Gününde ancak birinci aşama olan 10-12 km. derinlikteki ilk savunma hattı geçildi. Bundan sonra asıl savunma hattı ve şehirlerde çatışmalar sürecek. Şu ana kadar Afrin bölgesindeki 7 büyük kasabadan sadece biri temizlendi. Bundan sonra terör örgütü, aylardır hazırlık yaptığı tüneller, hendekler ve yeraltında savunmaya çalışacak yani IŞİD taktiğini izleyecek. ÖSO, harekâta destek anlamında çok işe yaramıyor. Faaliyetleri bölgeyi tanımaları ve dil bilmeleri nedeni ile daha çok kılavuzluk ve temizlenen bölgeleri tutmak ile 
ilgili. Bunun dışında TSK harekâtının yerel güçlerle yapıldığı imajı için gerekli bir güç olarak kullanılıyor. 

 ABD’nin barış anlayışı savaşan taraflara merkezi gücün özerk bölgeler tarafından paylaşımını öngörüyor. Bunun için 1980’deki Taif Anlaşması ile yürürlüğe giren Lübnan modeli örnek gösteriliyor. Daha önce Türkiye’deki bölücü terör için barışçı yol haritası belirleyen David L. Philips, “How Syria Civil War Ends (Huffington Post) adlı makalesinde 


ABD’nin Suriye için barış planını özetliyor. Suriye’de de Aleviler, Sünniler ve Kürtlere verilecek bölgelerin kendi yönetimleri, ekonomileri ve kendilerine yetecek doğal kaynakları olmalıymış. Böylece çatışmalara kökten çözüm bulunurmuş. Devlet başkanı seçimlerle değişmeli, istikrar için güvenlik garantisi verilmeliymiş. Güvenlik garantisi verilince yerinden edilen kişiler de geri dönermiş. Uluslararası işbirliği için ABD, başhakem olmalı imiş. ABD 
Başkanı’nın gücü ve etkisi dünyayı daha iyi yapmak için en önemli unsurmuş. Ama ülkenin yeniden inşası için başka ülkeler elini cebine atmalı imiş. Adalet, ülke yöneticilerine bırakılmamalı, insan hakları ve savaş suçları için geçişli adalet olmalıymış. Geçişli adalet, Esat ve çevresindekilerin af taleplerini inceleyecek, devlet kurumlarından hesap soracak ve güvenlik yapılanmasında denge sağlayacakmış. Bunlar yapılırken Rusya ve İran devre dışı bırakılacak, Türkiye isteksiz de olsa kontrol ettiği bölgelerden çıkarılacakmış. Çünkü kalıcı 
bir barış için tüm yabancı güçler çekilmeli imiş. Bunun yerine BM Barış Gücü gelmeliymiş. 

 Türkiye’nin Afrin’e el koyması PKK’nın çözülmesine ve büyük güç kaybına neden olabilir. Öte yandan, Türkiye; Esat rejimi, RF ve İran ile Fırat’ın doğusu için işbirliği seçeneğini de kullanmalıdır. Ancak, Esat-RF işbirliği, Türkiye’nin zamanı gelince bölgeden çıkacağını hesaplıyor. Rusya hala Afrin’i istiyor ve Kürt kartını ABD’nin elinde almayı hedefliyor. Öte yandan Esat-RF ile pek çok konuda aynı şekilde düşünmüyoruz. Suriye’nin ve Esat rejiminin geleceği, Kürtler, ÖSO ve Sünni gruplar hakkında farklı beklentilerimiz var. 

Türkiye’de Suriye’de Sünni, diğerleri ise Alevi yani Esatlı bir rejim istiyor. Suriye içinde iç savaş artık son dönemlerine girerken savaş sonrası için demografi ve mezhepsel düzenlemeler yapılıyor. Örneğin Esat rejiminin Doğu Guta başta olmak üzere kalan Sünni muhalif grupları Şam ve Humus etrafından temizlemeye çalışıyor. İdlib ile ilgili gelişme, ÖSO (bölgedeki sözde ılımlı İslamcı militan grupların ittifakı) ile radikal El Nusra uzantılarının son günlerde 
bir ölüm-kalım çatışmasına başlaması oldu. Böylece İdlib’in uluslararası olarak düşman kabul edilen radikal İslamcı El Kaide’den temizlendiği savı kullanılacak. Artık pek çok etnik ve dini grup savaşın başlangıcındaki yerinde yaşayamayacak. Bölgedeki Türkmenler ise ne sahada var, ne masada. Tıpkı Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de Türkmenleri dışladık ve sembolik bir mevcut ile ÖSO’nun içindeler. Türkiye’de faaliyet gösteren Türkmen Meclisi ve Türkmen dernekleri dikkate alınmıyor. Astana Süreci’nde de yoklar. Yüzyıllardır olduğu gibi 1918’de 
Misak-ı Milli içinde iken bıraktığımız Türkmenler hala sahipsiz durumdalar. 

Hâlbuki Fırat Kalkanı bölgesi, bir Türkmen bölgesi haline kolaylıkla getirilebilir. İdlib ve Afrin’e Türkmenlerin dönüşü sağlanabilir. Suriye ile ilgili barış planı ve Anayasa taslağı içinde Türkmenlerin de hakları korunmalıdır. İdlib-Afrin-Fırat Kalkanı arasında Sünni Arap değil, Türkmen odaklı bir bölge kurulmalıdır. 

***