İRAN NÜKLEER KRİZİNİN TÜRKİYE’YE OLASI ETKİLERİ BÖLÜM 1
İRAN NÜKLEER KRİZİNİN TÜRKİYE’YE OLASI ETKİLERİ*
Atilla SANDIKLI**
Bilgehan EMEKLİER***
Tahran yönetimi, Şah döneminde başlatılan ve 1980-1988 İran-Irak Savaş’ında olduğu gibi kimi zaman askıya alınmasına rağmen yine de kararlılıkla devam
edilen nükleer programını İran iç ve dış politikasının önemli bir enstrümanı ve süreklilik unsuru olarak görmektedir. İran siyasi kültürüne Humeyni dönemin den miras kalan ve “bağımsızlık”, “Batı-karşıtlığı” ve “bölgesel liderlik” gibi parametreler üzerine inşa edilen dış politika anlayışının ana eksenini
oluşturan nükleer program, İran halkını ortak bir hedef etrafında birleştirmek tedir. İran’ın nükleer programı yalnızca iktidar ve muhalefeti ulusal güvenlik ve ulusal çıkar çatısı altında bütünleştirmemekte, aynı zamanda rejimin sürekliliği konusunda bir meşruiyet kaynağı olarak görülmektedir. Dolayısıyla İran’da hem iktidar hem de muhalefetin büyük çoğunluğu, nükleer faaliyetlerin devam etmesi noktasında fikir birliğine sahiptir.
Bölgenin lider gücü ve küresel bir aktör olmak için nükleer programını rasyonel bir dış politika aracı olarak gören İran, 2002 yılında Washington ve Tahran arasında başlayan ve kısa sürede çok taraflı bir krize dönüşen nükleer faaliyetlerini kararlılıkla devam ettirmektedir. ABD önderliğindeki Batı dünyası
İran nükleer programının askeri amaçlı olduğunu ve Tahran’ın nükleer silah üretmeye çalıştığını ileri sürerken, İran ise nükleer faaliyetlerinin sivil
amaçlı olduğunu ve hedeflerinin barışçıl nükleer enerji üretmek olduğunu öne sürmektedir.
* Bu makale BİLGESAM tarafından 2012 yılında aynı başlıkla Bilge Adamlar Kurulu Raporu olarak yayımlanan çalışmanın gözden geçirilmiş şeklidir.
** Doç. Dr., BİLGESAM Başkanı, Haliç Üniversitesi Öğretim Üyesi
*** Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Doktora Öğrencisi
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
Soğuk Savaş döneminde Şah yönetiminin iktidarda olduğu süreç boyunca İran’ın nükleer faaliyetlerini bizzat destekleyen ABD ve AB bu kez İran nükleer
programına karşı çıkmakta; Rusya ve Çin ise 1979 Devrimi’nden önceki tutumlarının aksine Tahran’ın nükleer çalışmalarına destek vermektedir.
Bu yönüyle İran nükleer krizi, 11 Eylül sonrası beliren yeni uluslararası sistemde “sistemsel bir katalizör” işlevi görmekte ve uluslararası aktörler arasında
farklı bakış açılarına neden olmaktadır. Küresel sistemin yeniden şekillendiği bu kriz sürecinde Türkiye ve Brezilya gibi bölgesel aktörler ise arabulucu
rolü oynayarak nükleer krizin diplomatik yöntemlerle çözümlenmesine gayret etmektedir. Bu nedenle Türkiye, diplomatik müzakerelere ev sahipliği de yaparak kriz çözümünü barışçıl yollarla gerçekleştirmeye özen göstermektedir.
Buna karşın İran nükleer krizini diplomatik yöntemlerle çözme girişimlerinden sonuç alınamaması ve bu yöndeki umutların azalmaya başlaması, krizin
çatışmaya dönüşme ihtimalinin yüksek olduğuna dair yorumları beraberinde getirmektedir. Üstelik İran ile ABD karar alıcılarının söylemsel ve retorik açıdan
giderek sertleşmesi ve iki aktör arasında sıcak bir çatışma yaşanacağına ilişkin değerlendirmelerin uluslararası kamuoyunun gündemine yerleşmesi,
İran’ı küresel kaos senaryolarının merkezine oturtmaktadır. Bu senaryoların ilki, İran nükleer tesislerinin ve füze sistemlerinin ABD veya İsrail tarafından
vurulması; ikincisi, Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılması; üçüncüsü ise İran’ın Şii-Sünni çatışmasına zemin hazırlayacak politikalar izleme olasılığıdır.
1 Bu çerçevede raporda öncelikle tarihsel süreçte Türkiye-İran ilişkileri ve İran nükleer krizindeki güncel gelişmeler incelenecek, ardından öngörülen
üç senaryo tartışılacak ve gerçekleşmesi durumunda bu senaryoların Türkiye’yi nasıl etkileyeceği üzerinde durulacaktır.
1. Tarihsel Süreçte Türkiye-İran İlişkileri
Türkiye’nin en büyük komşusu olan İran ile ilişkileri tarihsel süreçte her zaman büyük önem taşımıştır. Bu ilişkiler 1639 Kasr-ı Şirin Anlaşması’ndan itibaren
istikrarlı bir gelişme göstermiş ve bu anlaşma sonrasında iki ülke arasındaki sınır bazı ufak ayarlamalar dışında günümüze dek değişmemiştir.
Buna karşın 1639’dan sonra sınır bölgesinde çıkan ayaklanmalardan kaynaklanan bazı ihtilaf ve çatışmalar yaşanmıştır. Örneğin 1720 yılında iki ülke arasında 20 yıl süren bir savaş başlamıştır. 1821-1823 yılları arasında iki ülke yine karşı karşıya gelmiş, Erzurum Anlaşması ile sınırın aynen korunması karara
bağlanmasına rağmen sınırın işaretlenmesi konusunda ihtilaf ve sınır ihlalleri devam etmiştir. Sınırın işaretlenmesi ancak 1914 yılında gerçekleşebilmiştir.2
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra ikili ilişkilerde bazı sorunlar yaşanmıştır. Mesela İran’daki dini sınıf ve muhafazakâr kesimler, Atatürk’ün gerçekleştirdiği
reformlara ve Türkiye’de laik bir sistemin inşa edilmesine tepki göstermiştir. Musul sorunu ve 1925’te Doğu Anadolu’da başlayan isyan sırasında İranlı aşiretler sık sık sınır ihlallerinde bulunmuş ve Musul sorunu çözüldükten sonra da bu ihlaller zaman zaman devam etmiştir. İki ülke arasında 1926 yılında imzalanan Güvenlik ve Dostluk Anlaşması’nda taraflar bu eylemlere son vermeyi ve gerekli önlemleri almayı taahhüt etmiş, ancak sınır olayları yine de sürmüştür. 1926’da imzalanan başka bir anlaşma ile Ağrı bölgesinde Türkiye lehine sınır düzeltmesi yapılmıştır. Aynı yıl imzalanan Uzlaşma, Yargı Yönetimi ve Hakemlik Anlaşması ile bu sınır düzeltmesi teyit edilmiştir. 1926 tarihli Güvenlik ve Dostluk Anlaşması 1932’de güncelleştirilmiş ve böylece iki ülke arasındaki dostluk istikrarlı bir yapıya kavuşturulmuştur.3
1926 yılından sonra yaşanan bu olumlu gelişmelerin en önemli nedenlerinden biri, İran’da Kaçar hanedanlığını askeri bir darbe ile sona erdiren ve
Türkiye’nin modernleşme sürecini örnek alan Albay Rıza Pehlevi’nin Şah olmasıydı. Şah Pehlevi, 1934 yılında Türkiye’ye yaklaşık bir ay süren bir ziyarette bulundu ve bu dönemde (1925-1941) iki ülke arasındaki dostane ilişkiler gelişti. İki ülke bölgedeki gelişmelere karşı benzer dış politika yaklaşımları sergiledi. Buna rağmen İran, petrol kaynakları sayesinde zenginleştikçe iki ülkenin bölgedeki nüfuz rekabeti su yüzüne çıkmaya başladı ve Tahran’ın isteksiz davranması nedeniyle iki ülke arasında ekonomi ve enerji işbirliği bir türlü geliştirilemedi.4
Albay Rıza Pehlevi’nin oğlu Muhammed Rıza’nın şahlığı döneminde (1941-1979) de ikili ilişkilerin genel itibarıyla istikrar ve barış içinde olduğu söylenebilir.
Bu çerçevede Atatürk ve Şah Muhammed Rıza döneminde Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında 1937 yılında imzalanan ve bölgesel işbirliği anlaşması niteliğinde olan Sadabat Paktı ile ikili ilişkilerde başlayan barış ve istikrar süreci, Soğuk Savaş konjonktürünün büyük bir bölümünde devam etti.
Aynı şekilde Şubat 1955’te İngiltere, Türkiye, İran, Irak ve Pakistan arasında yapılan Bağdat Paktı ve sonrasında paktın dağılmasıyla oluşturulan Merkezi
Antlaşma Teşkilatı (CENTO) da Türkiye ile İran arasındaki ilişkilerin işbirliği içinde gelişmesinde büyük rol oynadı. İki devletin Soğuk Savaş döneminde
Batı bloğunda yer almaları, ikili ilişkilerin iyi seyretmesinde temel etken olmuştur.5
Ancak Pehlevi hanedanını iktidardan deviren 1979 Humeyni Devrimi, Türkiye-İran ilişkilerinde bir kırılma noktası oluşturmuş ve iki ülkenin birbirlerinin
siyasi rejimlerini tehdit olarak algılamaları ilişkileri etkilemiştir.
İran’da 1979 yılında yapılan devrim ile yönetim sistemi değişmiş ve Şah dönemindeki anayasal monarşiden dini cumhuriyete geçilmiştir. İran’da kurulan
yeni siyasal sistem, Türkiye’deki laik devlet düzeniyle tezat teşkil ediyordu. Bu nedenle iki ülke arasında güvensizlik ve kuşku ortamı oluşmaya başladı.
Türkiye, İran’da Türkiye’nin laik sistemine karşı yayınlar yapıldığı gerekçesiyle rahatsız olduğunu ileri sürerken, İran ise Türkiye’de devrim ve kendi yöneticileri
aleyhine propaganda yapıldığı yönündeki şikâyetlerini ortaya koyuyordu. Türkiye İran’ı devrim ihraç etmekle, İran da Türkiye’yi kendi rejimini yıkmak için faaliyette bulunmakla suçluyordu.
Türkiye-İran ilişkileri, 1980-1988 İran-Irak Savaşı yıllarında özellikle Türkiye’nin tarafsız tutumu nedeniyle gelişme gösterdi. İran ve Irak, Türkiye’nin savaş sırasındaki tarafsızlığına o kadar güvendi ki, karşılıklı haklarının korunmasını Türkiye’nin Bağdat ve Tahran’daki büyükelçiliklerine bıraktı.
Bu nedenle İran ile ticaret hacmi bu dönemde 2 milyar dolara ulaştı. Buna rağmen İran ile siyasi ilişkiler kırılgan bir zeminde seyrediyordu. Zira Tahran
yönetimi 1990’lı yıllarda PKK terör örgütüne destek vermeye başlamıştı.
İran ile ilişkiler 2000 sonrası dönemde ise hızlı bir gelişme gösterdi ve diplomatik temaslar arttı. İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2001’de 1,2 milyar dolar iken, bu rakam 2010’da 11 milyar dolara, 2011’de ise 15 milyar dolara yükseldi.6 Enerji Bakanı Taner Yıldız, Şubat 2012’de yaptığı açıklamada Türkiye’nin petrol ithalatının yaklaşık %50’sinin ve Mart 2012’de yaptığı açıklamada doğalgaz ihtiyacının %20’sinin İran’dan yapıldığını ifade etti. Ayrıca iki ülke arasında Türkmenistan doğalgazının İran üzerinden Türkiye’ye sevk edilmesi, İran doğalgazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya nakledilmesi ve Güney Pars gaz kaynaklarının belirli fazlarının Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) tarafından işletilmesi konularında mutabakat imzalandı.
Ancak bugüne kadar bu projelerde önemli bir gelişme görülmedi. Bununla birlikte Türkiye’ye yerleştirilen NATO füze kalkanı, Irak’ta son dönemde yaşanan
gelişmeler ve Suriye krizi nedeniyle Türkiye-İran ilişkileri 2011’den itibaren hassas bir çizgide seyretmektedir.
Türkiye-İran Ticaret Hacmi ( Milyon Dolar)
Kaynak: İstanbul Ticaret Odası
2. İran Nükleer Krizindeki Gelişmeler ve Türkiye
Son yıllarda Türkiye-İran ilişkilerinin hızla gelişmesindeki iki ana neden; Türkiye’nin “ Komşularla Sıfır Sorun ” ilkesi çerçevesinde bölge ülkeleriyle
ilişkilerin geliştirilmesine özel önem vermesi ve askeri amaçlı olduğu ileri sürülen nükleer programı nedeniyle Tahran’a uygulanan yaptırımlar sonucunda
İran’ın uluslararası sistemden tecrit edilmesidir. Türkiye enerji ihtiyacının önemli bir kısmını İran’dan karşılarken, Tahran ile ihracatını artırarak ekonomisini
geliştirmeye çalışmaktadır. Bunun yanı sıra Türkiye nükleer kriz nedeniyle İran’ın olası bir çatışma ortamına çekilmesini ve dolayısıyla bölgedeki
mevcut istikrarsızlığın kontrol edilemez boyuta gelmesini önlemek için yoğun bir diplomatik çaba harcamaktadır.
İran Nükleer Programının Kısa Bir Kronolojisi,
İran nükleer programının tarihi arka planı 1950’lerin ikinci yarısına dayanmaktadır. İran 1957 yılında ABD ile nükleer işbirliği anlaşması imzalamış,
ardından 1958 yılında Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’na üye olmuştur. 1959’da Tahran Nükleer Araştırma Merkezi kurulmuştur.
ABD, İran ile 1957’de yaptığı anlaşma çerçevesinde 1967 yılında 5 MW gücündeki nükleer araştırma reaktörünü Tahran Nükleer Araştırma
Merkezi’ne vermiştir. İran, 1968’de Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’nı imzalayarak anlaşmanın yürürlüğe girdiği 1970’te bu anlaşmaya taraf olmuştur. 1974’te Dr. Ekber İtimad önderliğinde İran Atom Enerjisi Kurumu kurulmuştur. Aynı yıl Şah Rıza Muhammed Pehlevi, 20 yıl içerisinde 20.000 MW’lık enerji üretecek nükleer tesisleri kurmayı hedeflediklerini açıklamıştır. ABD yönetimi de İran’ın nükleer faaliyetlerini desteklediğini belirtmiştir. İran’ın Şah döneminde başlayan nükleer programına ABD’nin yanı sıra Avrupa devletleri de bizzat destek vermiştir. Örneğin 1970’lerin ortasından itibaren Alman Kraftwerk, Siemens ve Fransız Framatome gibi Batılı şirketler ile Tahran arasında nükleer enerji işbirliği anlaşmaları imzalanmıştır. Söz konusu anlaşmalar çerçevesinde nükleer tesislerin inşası, nükleer fizikçilerin eğitimi, nükleer ekipman ve teknolojinin temini gibi konularda İran’ın destekleneceği belirtilmiş ve bunların bir kısmı gerçekleştirilmiştir.
Ancak 1979 yılında Humeyni Devrimi ile Pehlevi Hanedanı’na son verilmesi (1925-1979) ve İslam Cumhuriyeti’nin kurulması, İran’ı ABD liderliğindeki Batı bloğundan uzaklaştırırken, Batı’nın İran nükleer programına verdiği desteği kesmesine neden olmuştur. Dini lider Humeyni önderliğindeki Tahran yönetimi, 1980-1988 yılları arasında yaşanan İran-Irak Savaşı nedeniyle nükleer faaliyetleri durdurmak zorunda kalmıştır. Savaşın ardından nükleer programını devam ettirmek isteyen İran, 1990 sonrası süreçte Rusya ile nükleer işbirliği yaparak Moskova tarafından açıkça, Çin tarafından ise Amerikan baskısı nedeniyle üstü örtülü bir şekilde desteklenmiştir. Washington yönetiminin 2002 yılında, İran’ın Arak ve Natanz tesislerinde nükleer silah üretmeye çalıştığını ileri sürmesi üzerine İran ile ABD arasında başlayan nükleer kriz, 2002’den
bu yana tırmanarak devam etmiş ve bu süreçte çok taraflı bir krize dönüşmüştür.
Bu nedenle Türkiye, Batı ile İran arasında arabuluculuk girişimlerinde bulunmakta ve nükleer krizin çözümü konusunda yapıcı bir rol ve sorumluluk
üstlenmeye özen göstermektedir. İran, Türkiye ile ilişkilerini geliştirmek suretiyle hem kriz çözümünde taraf olmaya devam etmekte hem de uluslararası
toplumla iletişimini sürdürmeye çalışmaktadır. Tahran yönetimi İstanbul’da 14 Nisan 2012’de yapılan görüşmeler öncesinde müzakere yeri konusunda
sorun çıkarsa da, Türkiye’nin arabuluculuk rolünün devamına sıcak bakmaktadır.
Türkiye, Batı ile İran arasındaki nükleer krizin çözümü konusunda Viyana’daki görüşmelerden sonuç alınamaması üzerine Brezilya ile birlikte arabuluculuk
girişiminde bulunarak söz konusu diplomatik sürecin yeniden başlatılmasına katkı sağlamıştır. İran’ın bu girişimi kabul etmesi neticesinde 17 Mayıs 2010 tarihinde Tahran’da İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad, Brezilya Cumhurbaşkanı Lula Da Silva ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın
katılımıyla uranyum takası konusunda bir uzlaşma metni imzalanmıştır.7
Bir anlaşma niteliğinde olmayan Tahran Bildirisi, İran ile Viyana grubu arasında
nükleer yakıt takası anlaşması yapılmasını sağlamak amacıyla üç ülkenin mutabakata vardığı bir metindir.
İran, söz konusu metne göre düşük düzeyde zenginleştirilmiş 1200 kg uranyumun Türkiye’de muhafaza edilmesini kabul etmiştir. Metinde ayrıca 1200
kg uranyumun Türkiye’de bulunduğu sürece İran’a ait olduğu, İran ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) yetkililerinin istedikleri zaman Türkiye’deki uranyumun depolanma ve saklanma koşullarını denetleyebilecekleri vurgulanmıştır.
Bununla birlikte İran’ın belirtilen hususları kabul ettiğini 7 gün içinde UAEK’ya bildirmesi; ABD, Rusya, Fransa ve UAEK’dan oluşan Viyana grubunun olumlu cevabına paralel olarak Tahran’daki araştırma reaktörü için gerekli 120 kg yakıtın teslim edilmesinin taahhüt edilmesi gibi takasla ilgili ayrıntılı konulara kesin anlaşmada yer verilmesi öngörülmüştür. İran, anlaşmaya varıldıktan sonra düşük oranda zenginleştirilmiş 1200 kg uranyumu bir ay içinde Türkiye’ye göndermeyi kabul etmiştir. Bu çerçevede metinde, Viyana grubunun da bir yıl içinde 120 kg yakıtı İran’a teslim etmesi gerektiği belirtilmiş ve bildirinin şartlarına uyulmaması durumunda İran’ın verdiği uranyumu geri isteme hakkına sahip olduğu ve Türkiye’nin de bu istek doğrultusunda iade işlemini gerçekleştirmesi öngörülmüştür.8
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK)
• 29 Temmuz 1957 tarihinde kurulan UAEK Birleşmiş Milletler bünyesinde faaliyet gösteren özerk bir kuruluştur.
Merkezi Viyana’da bulunan kurumun şimdiki başkanı Yukiya Amano’dur.
• UAEK’nın temel amaçları;
-Nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanımını sağlamak,
-Nükleer silahların yayılmasını önlemektir.
• Temel işlevleri;
-Nükleer bilim ve teknolojinin barışçıl amaçlarla kullanılması konusunda üye ülkelere destek sağlamak,
-Denetim mekanizması aracılığıyla ortaya koyduğu nükleer güvenlik standartları çerçevesinde üye ülkelerin taahhütlerini yerine getirip getirmediğini
kontrol etmek, nükleer tesisleri korunma önlemleri altında bulundurmak ve nükleer programları denetlemektir.
• İran, UAEK’ya 1958 yılında üye olmuştur.
ABD dışındaki 5+1 üyeleri9 ve UAEK bildiriye ihtiyatla yaklaşmıştır. Tahran yönetiminin kısa bir süre sonra %20 oranında uranyum zenginleştirme
faaliyetlerine devam edeceğini açıklaması, İran’ın asıl amacının anlaşmaya varmaktan ziyade uluslararası yaptırımlardan kaçmak olduğu şeklinde değerlendirilmiştir.
Tahran Bildirisi’ne en fazla tepki gösteren ülke ABD olmuştur. Washington yönetimi İran’ı “yeni yaptırımlar uygulanması konusundaki baskıdan kurtulmaya
çalışmakla” suçlayarak, Tahran’ın söz konusu anlaşmayı BM Güvenlik Konseyi toplantısı öncesinde imzalamasına dikkat çekmiştir. ABD, yaptırım
tasarısını gündeme taşıması sonrasında Güvenlik Konseyi üyelerinin desteğini aldığını açıklamıştır.10
Tahran Bildirisi, Türkiye ve Brezilya’nın girişimlerine rağmen beklenen ve istenen uzlaşı zeminini sağlayamamış ve BM Güvenlik Konseyi’nden yeni
yaptırım kararı çıkma ihtimaline karşı İran’ın yaptığı diplomatik bir manevra olarak yorumlanmıştır. Bu nedenle Washington yönetimi, İran’a yeni bir
yaptırım uygulanması konusunda Güvenlik Konseyi’ne talepte bulunmuştur. Türkiye ve Brezilya diplomatik müzakerelere devam edilmesi gerekçesiyle
yeni yaptırımlara karşı çıkmasına rağmen 1929 sayılı yaptırım kararı Türkiye ve Brezilya’nın “hayır”, Lübnan’ın ise “çekimser” oyuna karşı 12 “evet” oyu
ile Güvenlik Konseyi’nce 9 Haziran 2010’da kabul edilmiştir.11
Tahran yönetimi, Güvenlik Konseyi’nin yaptırım kararı sonrasında uranyum zenginleştirme çalışmalarının Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme
Antlaşması’ndan (Non-Proliferation Treaty; NPT) kaynaklanan bir hakkı olduğunu vurgulayarak nükleer programına devam etmiş ve kısa bir süre sonra
yaklaşık 40 kg %20 oranında zenginleştirilmiş uranyum ürettiğini açıklamıştır.12 Bu gelişmelere karşın askıda bulunan görüşmelere tekrar başlanması için
Türkiye öncülüğündeki diplomatik arayışlar devam etmiş ve 5+1 üyeleriyle İran arasındaki müzakereler bu kez 21-22 Ocak 2011 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilmiştir.
Görüşmeler sırasında Viyana grubu ülkeleri ABD, Rusya ve Fransa ile İran ilk kez ayrı bir toplantı gerçekleştirmiş,13 ancak 5+1 üyelerinden oluşan heyete
başkanlık yapan AB Dış Politika Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton görüşmeler sonrasında müzakerelerden olumlu bir sonuç alamadıklarını belirtmiştir.
Ashton, İran’ın nükleer programını sadece barışçıl amaçlarla sürdürdüğüne ilişkin argümanlar ortaya koyması gerektiğini ve İran’ın işbirliği için gerekli
tavrı sergilemediğini vurgulamıştır.14 Dolayısıyla İstanbul görüşmelerinden de nükleer krizi diplomatik yöntemlerle çözecek somut bir ilerleme kaydedilememiştir.
Yapılan müzakerelerden bir kez daha sonuç çıkmaması üzerine UAEK Başkanı Yukiya Amano tarafından İran nükleer çalışmalarıyla ilgili bir rapor hazırlanmıştır.
9 Kasım 2011 tarihinde açıklanan UAEK raporunda, İran nükleer santrallerinde nükleer silah üretmeye yönelik birçok deney yapıldığı ve gerçekleştirilen
bu deneylerin bir kısmında da başarıya ulaşıldığı aktarılmıştır. Raporda ayrıca İran’ın nükleer silah tasarımı ve üretimi konusunda faaliyetlerde
bulunduğu ve bu yönde denemeler yaptığı belirtilmiştir. Öte yandan raporun vurguladığı önemli hususlardan biri de, İran’ın nükleer savaş başlığı
elde etmek için bilgisayar simülasyonları ve modellemeleri gerçekleştirdiğini, nükleer enerji mühendislerinin nükleer başlıkların füzelere entegrasyonu
konusunda çalışmalar yaptığını ve bu kapsamda orta menzilli Şahab 3 füzesinin nükleer füzeye dönüştürülmeye çalışıldığını ileri sürmüş olmasıdır.15
1 Atilla Sandıklı, Bilgehan Emeklier, “Kaos Senaryolarının Merkezinde İran” Rapor No: 40, BİLGESAM Yayınları, İstanbul, 2012.
2 İlter Türkmen, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Orta Doğu Politikası”, Bilge Adamlar Kurulu Raporu, BİLGESAM Yayınları, İstanbul, 2010, 11.
3 Türkmen, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Orta Doğu Politikası”, Bilge Adamlar Kurulu Raporu, 11.
4 Türkmen, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Orta Doğu Politikası”, Bilge Adamlar Kurulu Raporu, 11-12.
5 Soğuk Savaş Dönemi Türkiye-İran İlişkileri için bkz. Gökhan Çetinsaya, “Türk-İran İlişkileri”, içinde Türk Dış Politikasının Analizi, der. Faruk Sönmezoğlu,
Der Yayınları, İstanbul, 2004, 207-234.
6 Günlük Orta Doğu Bülteni, ORSAM Yayınları, No: 1297, 8,
http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/OrtadoguBulteni/201214_04jantur.pdf
7 “İran: Uranyum Takası Türkiye’de Yapılacak”, Radikal, 17 Mayıs 2010,
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=997227&Date=
17.05.2010&CategoryID=81
8 “17 Mayıs 2010 tarihli Türkiye, İran ve Brezilya Dışişleri Bakanları Ortak Deklarasyonu”,
http://www.mfa.gov.tr/17-mayis-2010-tarihli-turkiye_-iran-brezilya-disisleri-bakanlari-ortak
deklarasyonu.tr.mfa
9 5+1 grubu, Birleşmiş Milletler daimi üyeleri ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere ile Almanya’dan oluşmaktadır.
10 Bayram Sinkaya, “İran Nükleer Programı Karşısında Türkiye’nin Tutumu Ve Uranyum Takası Mutabakatı”, Orta Doğu Analiz, Cilt: 2, Sayı:18, 2010, 74-75.
11 Çin ve Rusya daha önceki tutumlarının aksine bu oylamada “evet” oyu kullanmışlardır; Security Council Imposes Additional Sanctions on Iran, 9 June 2010,
http://www.un.org/News/Press/docs//2010/sc9948.doc.htm
12 Ivanka Barzashka, “Using Enrichment Capacity to Estimate Iran’s Breakout Potential”, Federation Of The American Scientists Issue Brief, 21.01.2011, 14,
http://www.faorg/pubs/_docs/IssueBrief_Jan2011_Iran.pdf
“Iran Announces Plan to Produce Medical Reactor Fuel”,
http://www.nti.org/gsn/article/iran-announces-plan-to-produce-medical-reactor-fuel/
13 “22 Ocak 2011, P5+1 ile İran Arasında 21-22 Ocak 2011 Tarihlerinde İstanbul’da Gerçekleştirilen Toplantı Hk”,
http://www.mfa.gov.tr/no_-28_-22-ocak-2011_-p5_1-ile-iran-arasinda-21-22-ocak-2011-tarihlerinde-istanbul_da-gerceklestirilen-toplanti-hk_.tr.mfa
14 Programme nucléaire de l’Iran - Déclaration de la Haute Représentante de l’Union européenne, Catherine Ashton, au nom des E3+3, à l’issue des pourparlers à
Istanbul les 21 et 22 janvier 2011 (Bruxelles, 22 Janvier 2011),
http://www.diplomatie.gouv.fr/fr/pays-zones-geo/iran/l-union-europeenne-et-liran/article/programme-nucleaire-de-l-iran
Diğer taraftan müzakerelerin yapılamadığı 15 aylık süreçte İran’a uygulanan yaptırımlar etkili olmaya başlamış ve Tahran yönetimi müzakerelere tekrar
hazır olduğunu belirtmiştir. Türkiye’nin de girişimleriyle 14 Nisan 2012’de 5+1 ülkelerinin temsilcileri ile İran temsilcileri İstanbul’da yeniden müzakerelere
başlamıştır. İstanbul görüşmesinin ardından 5+1 ülkelerinin temsilcilerine başkanlık eden Catherine Ashton ve İran heyetine başkanlık yapan İran
Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Said Celili müzakerelerin olumlu geçtiğini belirterek müteakip toplantının 23 Mayıs 2012 tarihinde
Bağdat’ta yapılacağını açıklamışlardır. Müzakerelerde NPT’nin esas alınması vurgulanmış, barışçıl nükleer araştırmaların serbest olduğu fakat gerçekleştirilen nükleer faaliyetlerin NPT rejimine ve Ek Protokole uygun bir şekilde UAEK’nın denetimine açık ve şeffaf olması gerektiği ifade edilmiştir.
Türkiye’nin İran nükleer programına yaklaşımı ilkesel ve nettir. Türkiye, NPT’ye üye ülkelerin sivil amaçlı nükleer enerji üretme hakkı olduğunu ileri
sürmekte; askeri amaçlı nükleer faaliyetlere ve nükleer silahlanmaya karşı olduğunu belirterek NPT rejimine taraf ülkelerin nükleer programlarını
uluslararası denetime açık ve şeffaf geliştirmeleri gerektiğini savunmaktadır. Bu çerçevede Türkiye, İran nükleer programına ilişkin yürüttüğü politikalarda
“NPT’ye üye bir ülke olarak İran’ın da barışçıl amaçlı araştırma, üretme ve kullanma (nükleer zenginleştirme faaliyetleri dâhil nükleer yakıt çevrimi)
hakkının bulunduğunu” belirtmektedir. Türkiye, barışçıl amaçlı nükleer enerji hakkı üzerinde dururken bu hakkın kullanılmasının NPT’de belirtilen sınırlama
ve yükümlülüklere uygun olması gerektiğini vurgulamaktadır. Aynı zamanda İran’ın NPT’den kaynaklanan hak ve yükümlülüklerini tehlikeye
sokacak tedbir, eylem ve retorik açıklamalardan kaçınarak her türlü çatışmacı davranışlardan uzak durmasını ve bunun yerine nükleer alanda işbirliği yapmasını istemektedir.16
15 Raporun tamamı için bkz. “Implementation of the NPT Safeguards Agreement and Relevant Provisions of Security Council Resolutions in the Islamic Republic
of Iran”, GOV/2011/65,
http://www.iaea.org/Publications/Documents/Board/2011/gov2011-65.pdf
16 “17 Mayıs 2010 tarihli Türkiye, İran ve Brezilya Dışişleri Bakanları Ortak Deklarasyonu”.
3. İran Nükleer Krizinde Muhtemel Senaryolar ve Türkiye’ye Etkileri
İran’a askeri bir operasyon gerçekleştirilmesi, Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılması ve bölgede Şii-Sünni çatışmasının çıkması senaryolarının
üçünden de en fazla etkilenecek ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. ABD’nin Irak’tan çekilmesi ve Arap Baharı’nın yol açtığı güvenlik sorunları
ve belirsizlik, Türkiye’yi derinden etkileyen gelişmelerdir. Dolayısıyla enerji temini ve ekonomik konularda yaşanacak krizlerin yanı sıra diplomatik ve
siyasi krizler de gerek bölgesel bir güç olması gerekse enerji konusundaki hassasiyetleri nedeniyle Türkiye’yi zor durumda bırakabilir.
http://www.mfa.gov.tr/17-mayis-2010-tarihli-turkiye_-iran-brezilya-disisleri-bakanlari-ortakdeklarasyonu.tr.mfa
Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması (NPT)
- NPT 1 Temmuz 1968 tarihinde ABD, SSCB ve İngiltere arasında imzalanmış ve 1970’te yürürlüğe girmiştir. Anlaşmayı sonradan Fransa ve
Çin de imzalamıştır. Halen 189 ülke anlaşmaya taraftır. İsrail, Hindistan ve Pakistan anlaşmayı imzalamamış, Kuzey Kore ise anlaşmayı imzaladıktan sonra çekilmiştir.
- Bu anlaşmaya göre 1 Ocak 1967 tarihinden önce nükleer silah ve patlayıcıya sahip olan ABD, SSCB, Fransa, İngiltere ve Çin “nükleer silah sahibi ülkeler” olarak
kabul edilmiştir. NPT rejimi, nükleer silahlanmanın 1 Ocak 1967’den önce nükleer silaha sahip olmayan devletlere yayılmasını engelleme amacını taşımaktadır.
- Bu çerçevede anlaşmanın temel amaçları;
Nükleer silahların yayılmasını önlemek,
Nükleer silahsızlanmayı gerçekleştirmek,
Nükleer enerjinin barışçıl amaçlı kullanımını sağlamaktır.
- İran, NPT’yi 1970’de onaylayarak NPT rejimine taraf olmuştur. İran; rutin denetimlerinin dışında aniden ve herhangi bir izne ihtiyaç duymaksızın
UAEK’ya özel denetimler yapma yetkisi tanıyan ve NPT’yi tamamlayıcı bir anlaşma olarak tanımlanabilecek Ek Protokolü (1997)
18 Aralık 2003’te imzalamış, ancak hala onaylamamıştır.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***