29 Aralık 2016 Perşembe

Mısır Devriminin Ayak Sesleri BÖLÜM 2





 Mısır Devriminin Ayak Sesleri BÖLÜM 2

 Mübarek İçin Oyunun Sonu: Tunus’tan Sonra İkinci Ocak Devrimine Doğru 

Tunus’ta yaşanan iktidar değişikliğinden hemen sonra Mısır’da da halk gösterilerinin başlaması bir çok kesimin devrimin domino etkisi üzerine 
analiz yapmaya itmiştir. Ancak yukarıda da değinildiği üzere Mısır’da birincisi Arabi Paşa, ikincisi Nasır dönemi dışında genelde yabancıların Mısır siyasetine etkin olduğu dönemler yaşandığı ve Mübarek ile birlikte bu etkinin doruğa çıktığını belirtmek gerekir. Tunus’ta da bağımsızlığın kazanıldığı 1956 sonra yalnızca iki ayrı lider iktidar da olmuş buna karşın Raşit Gannuşi gibi muhalefet liderlerinin yıllardır sürdürdüğü protesto eylemlerinin halk üzerinde ciddi tesirleri olmuştur. Her iki rejimde otoriter olmalarına karşın bir Suriye ile ya da Umman’la karşılaştırılamayacak ölçüde demokratik kurumlara sahiptiler. Örneğin, Mısır’da yargı ve sendikal federasyonları gelişmiş bir muhalefet hareketini içlerinde barındırmaktadırlar. Rejimler totaliter bir anlayıştan uzak olduğu gibi toplumsal alanda da muhalefetin farklı şekillerde örgütlenmesine 
müsaade edilmiştir. Halen yasaklı olan Müslüman Kardeşlerin Mısır’daki vakıf veya dernekler adı altında 1000’e yakın kuruluşu bulunmakta ve bu kuruluşların tümü doğrudan İçişleri Bakanının onayı ile kurulmuştur.11 Ayrıca her ne kadar demokratik olmazsa de her iki ülkede de genel seçimler yapılmaya devam etmiş ve muhalefet gruplarının seçime katılımları kısmi olarak sağlanmaya çalışılmıştır. 

Bu kapsamda Mısır’daki halk eylemleri ile Tunus Devrimi arasında önemli benzerlikler olmasına karşın ikisi arasında doğrudan bağ kurmak 
ve Mısır halkının Tunus devriminin ardından sokaklarına döküldüğünü ifade etmek yeterli değildir. Ancak Tunus devriminin ardından Mısırlıların 
daha güçlü ve daha kararlı bir şekilde değişimi gerçekleştireceklerine olan inançlarının artığını belirtmek gerekir. Nitekim göstericiler tarafından atılan sloganlara ve taşınan pankartlara bakıldığında Tunus Devrimini öne çıkartıldığı ve “Mısırlıların Tunuslulardan daha zayıf olmadığını” veya “Tunuslular başarmışsa Mısırlılar da başaracak” şeklinde yazıldığı dikkat çekmektedir. Dolayısıyla Tunus’daki başarının Mısırlıları daha güçlü bir şekilde bir kez daha sokağa döktüğünü ve kaçınılmaz olarak Hüsnü Mübarek çekilene kadar eylemleri sürdürme konusunda cesaretlendirdiğini belirtmek gerekir. Tunus devrimi sonrası Mübarek’in yerini koruması oldukça güçtür. 

Bununla birlikte Mısır’daki gösteriler ile Tunus’daki devrim arasında oldukça önemli farklılıklar olduğunu görmek gerekir. Yaklaşık 30 yıldır ülkeyi olağanüstü hal yasalarıyla yöneten Hüsnü Mübarek döneminde Mısır iç ve dış politikada bağımsız davranma yetisini yitirmiştir. 

Ekonomik olarak yaklaşık 40 milyon Mısırlının gündelik 2 doların altında bir para ile hayatlarını sürdürmek zorunda kalması ciddi bir toplumsal sorun oluşturmaktadır. Yolsuzluklar, rüşvet ve hukuksuzluk Mısırlıların gelecek beklentilerinin tükenmesine yol açacak ölçülerde olmuştur. Mısır’ı bir şekilde ziyaret eden her kes havaalanından başlamak üzere otel odalarındaki bireylere kadar bahşiş adı altında bir para dağıtmak zorunda kalması Mısır’da rüşvetin yasal bir durum olduğu izlenimini güçlendirmektedir. Diğer yandan dış politikanın yürütülmesinde de Mısır halkı ile rejim arasında ciddi bakış açıları farklılığı bulunmaktaydı. Halk Filistin sorunu başta olmak üzere bölgesel gelişmeler karşısında daha hassas ve rejimden farklı olarak daha pro aktif bir tutum içerisindeydi. Özellikle 2008 sonu 2009 başında İsrail’in Gazze saldırılarına Mısır yönetiminin verdiği destek Filistin konusunda Mısır halkının yönetime olan tepkisini en üst seviyeye çıkartmıştır. Bir çok bölgede Mübarek karştı gösteriler yaşanmış ve hatta bazı Arap liderleri Mübarek’i devirmeleri yönünde Mısır halkını teşvik etmiştir.12 Aynı durum daha önceleri Filistin 
seçimlerinden hemen sonra Hamas’a karşı uygulanan yaptırımlara Mısır yönetiminin de destek vermesiyle yaşanmıştı. Söz konusu tepkinin üst düzey bürokratlardan askeri bürokrasiye kadar geniş bir kesimde var olduğunu görmek mümkündür. Bu kapsamda Mısır’daki eylemlerin ülkenin içerisinde sürüklendiği ekonomik ve sosyal durumun aynı sıra Hüsnü Mübarek döneminde izlenen iç ve dış politikadan bağımsız olmadığını da görmek gerekir. 

Devrimi Giden Süreçte İç Politikadaki Gelişmeler 

Yaklaşık 30 yıldır otoriter bir yönetim altında yaşayan insanların korku eşiğini aşarak kitlesel katılımlarla sokaklara dökülmesini organize olmayan, 
lidersiz ve örgütsüz kalabalıklar olarak değerlendirmek yetersiz bir tespit olur. Sokak gösterilerinin arkasında en azından amaçta birleşmiş 
bir örgütlü kesimin olduğu ileri sürülebilir. Bu bağlamda halk eylemlerinin arkasında yer alan bazı bireylerin iktidar çemberinin içinde 
yer aldığı öngörülebilir. Özellikle askeri ve sivil bürokrasinin değişim taleplerini görmek gerekir. Ancak halı hazırda değişimin nasıl olacağının 
netleşmemesi bu yöndeki varsayımları bir süre daha dile getirilmesini zorlaştırmaktadır. Her ne kadar El Bradey’in, Müslüman Kardeşlerin, 
82 yaşındaki bir liderle birlikte hareket etmek yerine daha dinamik ve siyasal yönden daha tartışmasız bir liderle işbirliği yapmak isteyen 
başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin de Mübarek sonrası döneme yatırım yapmaya başladıkları yaptıkları açıklamalardan açık bir şekilde anlaşılmaktadır. 

Aymar Nur’un ve Wafd Partisinin sokağı yönlendirme çabası varsa da sonuçta değişimin son aşamada Mübarek’in çekilmeye razı olması ve 
serbest seçimlerle gerçekleştirilmesi olasılığı daha ağır basmaktadır. Böyle bir olasılıkta Batı’nın ve Mısır’daki değişimden birincil derecede etkilenecek 
ülkelerin sürece müdahale etmesi kuvvetle muhtemeldir. 

Ayrıca Mısır’da Mübarek’in istifasını isteyen gösterilerin başlangıç tarihini Ocak 2011’de başlatmak yerine 2005 seçimleri öncesinde yaşanan 
olaylarla birlikte başlatmak yerinde olacaktır. Özellikle 2006 sonrası dönemde tekstil işçileri tarafından ekonomik koşulların iyileştirilmesi 
için düzenlenen genel grevler halkın Mübarek karşıtı sokağa dökülmesinde önemli bir başlangıç tarihi oluşturmaktadır. Söz konusu eylemler 
1946’dan sonraki en önemli sivil grevler olmuş ve yaklaşık 30 bin kişi eylemlere katılmıştır. Ayrıca gene 2007’de organize edilen 6 Nisan Hareketine 
dikkat çekmek gerekir. Bir internet grubu olarak ortaya çıkmasına karşın 6 Nisan hareketinin de çağrısıyla 6 Nisan 2008’de düzenlenen mitinge 
Sendikaların da destek vermesi sonucu binlerce insan ekonomik koşulların değiştirilmesinin yanı sıra siyasal taleplerle de meydanları doldurmuştur. 
Söz konusu eylemde 3 göstericinin yaşamını yitirmesi her yıl yeni anma törenlerinin de düzenlenmesine yol açmıştır. 

Bunların yanı sıra avukatların, öğretim üyelerinin de yönetimin uygulamalarını protesto eden eylemler düzenlemesi halkın yönetim karşıtı sokağa dökülme 
güvenini kazanmasında önemli bir rol oynamıştır. Dolayısıyla Ocak 2011’de bir kez daha yoğun katılımlarla düzenlenmeye başlayan sokak gösterilerinin 
bir tarihsel geri plan ve toplumsal gruba sahip olduğunu belirtmek gerekir. 

Devrime giden süreçte rol oynayan en önemli olay hiç şüphesiz Hüsnü Mübarek’in iktidarı oğluna devretme isteği ve bu yöndeki girişimleri 
gelmektedir. 30 yıldır ülkeyi olağanüstü hal yasaları ile yöneten Hüsnü Mübarek kendisine karşı bir darbenin yolunu kapatmak içinde hem 
polis ve istihbarat gücüne ağırlık vermiş hem de Anayasa’da belirtilmesine rağmen iki gün öncesine kadar bir Cumhurbaşkanı yardımcısı atama-
mıştır. Devlet Başkanlığı yardımcılığının boş bırakılmasının arkasında yatan en önemli nedenin bu mevkiye getirilecek kişinin iktidarı ele geçirme 
olasılığı veya Cemal Mübarek’in son aşamada bu koltuğa getirilme amacından kaynaklandığı ileri sürülmektedir. Hiç şüphesiz Hüsnü Mübarek’in 
iktidarı babadan oğula geçirme hedefi başta Mısır halkı olmak üzere Mısır’ın sivil ve askeri bürokrasisinde yer alan bir çok kesimin ciddi tepkisine 
yol açmıştır. 82 yaşına gelmesine rağmen Hüsnü Mübarek’in iktidarı elinde tutma istediği ve barışçıl dönüşüme karşı çıkması, Mısırlıların 
değişim için sokağa dökülmesinde önemli bir rol oynamıştır. 

Tüm bunların üstüne bir de seçimlerde uygulanan baskı ve usulsüzlükler halkın sözde demokratik olan sürece olan güveninin büsbütün çökmesiyle 
sonuçlanmıştır. Bu durum Mısırlıların demokratik yöntemlerle değişim olacağına olan inançlarının tükenmesine yol açmıştır. Aynı duygular Mübarek sonrasının hesabını yaban liderlerde de yaşanmış ve nitekim 2011 Eylülünde gerçekleşmesi öngörülen seçimlere katılma isteğini ifade eden Muhammed El Baradey’in de 25 Ocak gösterilerinden hemen sonra Mısır’a dönmesine ve Mübarek’e iktidarı terk etme çağrısında bulunmasına yol açmıştır. 


<  Devrime giden süreçte rol oynayan en önemli olay hiç şüphesiz Hüsnü Mübarek’in iktidarı oğluna devretme isteği ve bu yöndeki girişimleri gelmektedir. 82 yaşına gelmesine rağmen Hüsnü Mübarek’in barışçıl dönüşüme karşı çıkması, Mısırlıların değişim için sokağa dökülmesinde önemli bir rol oynamıştır. >


Baradey’in dışında 28 Ocak’taki gösterilere aktif katılım gösteren Müslüman Kardeşlerin de Mübarek sonrası dönemin planlarını yapmaya başladığını göstermektedir. 

Artan işsizlik oranları, düşen ekonomik gelirler ve tüm bunlara rağmen ülke içinde anti demokratik uygulamaların sürmesi halkın rejim karşıtı 
eylemler içerisinde yer almasında önemli bir neden olmuştur. İşçi sendikalarının düzenlediği geniş katılımlı gösterilerin yanı sıra günde iki dolardan 
daha az bir gelirle geçinmek zorunda kalan Mısırlıların içine düştüğü yoksulluk sokaklarda rejim karşıtı güçlü bir kesimin oluşmasına yol 
açmıştır. Ayrıca 25 milyon internet kullanıcısının bulunduğu Mısır’da ağırlıklı olarak gençlerin daha iyi bir gelir ve daha fazla demokrasi söylemlerini 
desteklemesi ve bu taleplerini internet aracılığıyla sosyal muhalefet ağına dönüştürmeleri dikkat çekicidir. Yarın Partisi tarafından organize 
edilen “ Yeter Hareketi”nin yanı sıra Halid Said gibi hiçbir partiye üye olmayan bireylerin sokak ortasında güvenlik kuvvetleri tarafından dövülerek 
öldürülmesi halkın tepkisinin genişlemesine yol açmıştır.13Mübarek karşıtı kesimler Halid Said gibi olayları iyi bir şekilde kamuoyun yönlendirilmesinde 
kullanmayı başarmışlardır. 

Nitekim Halid Said adına kurulan internet siteleri üzerinden örgütlenen kesimlerin çağrısıyla düzenlenen hükümet karşıtı gösterilere binlerce kişinin katılması da oldukça önemlidir. Eylemcilerin İçişleri Bakanının istifasını talep etmelerinin arkasında yatan en önemli neden de Mısır’da gerçekleştirilen 
insan hakları ihlalleri ve polislerin aşırı şiddet kullanması olduğunu belirtmek gerekir. 

Dış Politik Gelişmeler 

Mısır’a bakıldığında 1880’lerdeki gibi iç ve dış politikada bağımsız davranma istediğini dile getiren kesimlerin Kahire’nin Filistin politikasını, Sudan 
politikasını, Irak işgali sırasında izlediği politikaları ve özellikle de ABD ile ilişkileri ciddi şekilde sorguladıkları görülmektedir. Hüsnü Mübarek 
yalnızca Mısır’ın değil bir o kadar Irak’ta yaşanan Amerikan işgalinin de dolaylı olarak sorumluları arasında yer almaktadır. 1990 Temmuzunda Kuveytli 
yetkilileri Irak’ın Kuveyt’i işgal etmeyeceği yönünde yönlendiren Mübarek Kuveyt’in her hangi bir acil savunma stratejisi geliştirmesini 
dolaylı olarak engellemiş olmaktaydı.14 

Bu bağlamda Hüsnü Mübarek döneminde Mısır’ın İsrail’in güvenliğini sağlamaya çalışan bir politika izlediği Filistin sorununda bağımsız bir 
politika geliştirmediği gibi sorunun çözümünde de İsrail yanlısı bir dış politikaya sahip olduğu bir çok Mısırlı tarafından eleştirel bir şekilde dile 
getirilmekteydi. Başta Mısır Dışişleri yetkilileri olmak üzere akademik çevre ve entelektüel kesimi izlenen Filistin politikasının yanlışlığını 
dile getirmesine rağmen Hüsnü Mübarek’in bu konuda adım atmaması Mısır’ın Orta Doğu’daki ve uluslararası alandaki prestij ve etkisinin zayıflamasına 
yol açtığı Kahire’den de net bir şekilde görülmektedir. Ayrıca ilk başlarda Filistin politikalarını eleştirmek için İsrail karşıtı başlayan 
gösterilere Mısır polisinin müdahale etmesi kısa sürede göstericilerin Mübarek karşıtı söylemeler ve protesto eylemleri yapmalarına yol açmıştır. 
Özellikle Hamas’ın seçim zaferinden sonra İsrail tarafından Filistinlilere karşı izlenen siyasi ve askeri saldırılar Mısır’da Mübarek karşıtı gösterilerin de 
artmasına ve daha fazla taraftar toplamasına yol açmıştır. 

Dışsal tepkilerden biri de Mısır ile ABD arasındaki ilişkilerdir. Irak işgalinin insan hakları ihlali boyutuyla sürdüğü bir dönemde Mısırlılar ülkelerinin 
ABD ile olan ilişkilerini ciddi şekilde sorgulamaya başlamıştır. Lübnan krizi, İran’ın bölgede artan etkisi tüm bunlara karşı Mısır’ın zayıflama 
devam eden etkisi ve gücü Mısır bürokrasisinde Mübarek karşıtı güçlü bir muhalafetin oluşmasını sağlamıştır. Ayrıca Sudan’da yaşanan 
bölünmeye Hüsnü Mübarek’in sessiz kalması ve tüm ilgisini iç politikaya yöneltmesi de milliyetçi kesimlerin tepkisinin artmasına yol açmaktadır. 
Nasır dönemine vurgu yapan ve öyle bir dönemin Mısır’ını özleyen entelektüel elitler ve bürokratlar Hüsnü Mübarek ile bunun gerçekleşmeyeceğinin 
farkına varmış ve değişim için sokakların örgütlenmesinde rol oynamış olabilir. 

Bu noktada eylemler sırasında ordunun izlediği role dikkat çekmek gerekir. Eylemlerin başladığı günlerde Washington’da bazı temaslarda bulunan 
Genelkurmay Başkanlığı heyeti aynı gün dönmek yerine birkaç gün daha görüşmelerde bulunmayı sürdürmesi dikkat çekicidir. Ordunun 
meydanlarda toplanan halk ile henüz itibariyle doğrudan doğruya karşı karşıya gelmemeye özen gösterdiği gözlemlenmektedir. Kahire’de 
Ulusal Demokrat Partisi’nin merkezinin ateşe verilmesine, sıkı yönetim ve sokağa çıkma yasağına rağmen ordu güçleri göstericileri zor kullanarak 
dağıtmamasını not etmek gerekir. Bununla birlikte sokağın büsbütün denetimsiz ve kontrol dışına çıkarması durumunda ordunun müdahale 
etmekten çekinmeyeceği düşünülmektedir. Olaylar sırasında insan kaybının henüz ciddi oranda olmaması da Ordunun izlediği politikalardan 
bağımsız olmadığını belirtmek gerekir. Dolayısıyla bu kesimde de ciddi bir değişim isteği olduğu öne sürülebilir. 

Sonuç Yerine: Mübarek Dönemi Kapandı Mı? 

2011 Ocağında gerçekleşen kitlesel protesto eylemleri Mısır’da Mübarek döneminin kapanma-sına yol açacaktır. Nitekim son birkaç günde ya
şanan gelişmeler de Mübarek yönetiminin ardı sıra tavizler vermeye başladığını ve inisiyatifin sokağın eline geçtiğini göstermektedir. En öncelikli 
talepler arasında yer alan ikinci bir Mübarek dönemine hayır stratejisinin başarıya ulaştığı görülmektedir. Böylelikle Cemal Mübarek’in babasının 
yerine Mısır’ın yönetimine gelmesinin artık mümkün olmadığını belirtmek gerekir. İkincisi İçişleri Bakanı Habib El Adli’nin istifası yönünde 
somutlaşan bir başka talebinde doğrudan hükümetin istifasının istenmesiyle gerçekleştiği görülmektedir. Her ne kadar yeni hükümet 1973 
Savaşında İsrail uçaklarını düşürdüğünden dolayı bir savaş kahramanı olarak bilinen Ahmed Şefik Başkanlığında kurulmuşsa da göstericileri 
tatmin etmeye yetmemiştir. Yıllardır Mübarek’le birlikte çalışan bireylerin sokağı tatmin etmesi beklenmemektedir. Eylemcilerin verilecek tavizler 
yerine doğrudan Hüsnü Mübarek’in istifasını veya mümkün olan en kısa süre içerisinde özgür ve serbest seçimlerin yapılarak yeni devlet başkanını 
belirlemek istedikleri görülmektedir. 

Bu kapsamda özellikle muhalefetin eylemlerine dikkat çekmek gerekir. 2011 Eylülünde yapılması öngörülen seçimlere katılma iradesini ortaya 
koyan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı Muhammed el Baradey’in 25 Ocakta yoğunlaşan gösterilerin hemen ardından Mısır’a dönme 
kararı vermesi ve döndükten sonra da tek çözümün Mübarek’in istifasıyla olacağını dile getirmesi Mübarek rejiminin sona doğru yaklaştığının 
önemli bir göstergesidir. 2005 Nobel Barış Ödülü sahibi Baradey’in Mısır’a dönme kararını vermesinden ardından sokak gösterilerine liderlik yapma çabası dikkat çekicidir. Doğrudan Mübarek’in istifa etmesini dile getirmesi ve sokak eylemlerinin arkasında yer almasına rağmen yalnızca ev hapsinde tutuluyor olması da düşündürücüdür. 

Diğer yandan son yıllarda rejimle uzlaşma çabaları içinde olan Müslüman Kardeşlerin de uzunca bir süre sessiz kaldıktan sonra 28 Ocak Cuma günü düzenlenecek gösterilere katılım yapılması yönünde bir çağrıda bulunması da oldukçaönemlidir. Ülkedeki en örgütlü muhalif grupların başında gelen Müslüman Kardeşlerin sokağa dökülme çağrısı gösterilere İslami kesimden verilen desteğin genişlemesine yol açmıştır. Esasında böyle bir çağrı yapılmasının arkasında yatan olgunun Müslüman Kardeşlerin de Hüsnü Mübarek rejiminin sona doğru yaklaştığına dair bir değerlendirme içine girmiş olmasından kaynaklanmış olduğu düşünülebilir. Örgüt liderlerinden Muhammed Nursi’de yaptığı bir açıklamada kendilerinin gösterilere önderlik etmediğini ancak içerisinde yer almayı sürdüreceklerini ifade etmesi önemlidir. Örgütün resmi internet sitesinde de protesto eylemlerine verilen aktif destek aktif destek verildiği 

Yeter Hareketine liderlik yapan El-Ghad Party (Yarın Partisi) üyeleri de sokak gösterilerinde önemli bir rol oynamışlardır. Ayman Nur Ocak gösterilerine de liderlik etmeye çalışan bir lider olarak karşımıza çıkmaktadır. Uzunca bir dönem tutuklu kalan Nur ‘‘Göndermek istediğimiz mesaj tek bir kelimeden oluşuyor: Gidin. Başkan Mübarek’ten gitmesini istiyoruz. Sizi istemiyoruz. Sizi ve rejiminize artık katlanamıyoruz,

Barışçı bir değişimin kapılarını kapattınız’ ‘ cümlelerine yer vererek eylemlerinin Mübarek istifa edene kadar sürdürme kararlılığında olduklarını 
göstermiştir.15 

Toparlayacak olursak Mısır’daki eylemlerin tarihsel bir geri planı olduğu ve toplumsal bir tabanı bulunduğu görülmektedir. Göstericilerin 
ulaşmaya çalıştıkları hedeflerin oldukça açık olduğu ve bu konuda bunların önemli bir kısmını elde ettikleri ve Mübarek rejiminin ciddi şekilde 
sarsıldığını belirtmek gerekir. Ayrıca 82 yaşındaki bir liderle birlikte hareket etmek yerine daha dinamik ve siyasal yönden daha tartışmasız bir 
liderle işbirliği yapmak isteyen başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin de Mübarek sonrası döneme yatırım yapmaya başladıkları yaptıkları açıklamalardan 
açık bir şekilde anlaşılmaktadır. 

DİPNOTLAR 

1 Gamal Essam El-Din, “Testing the Ties”, Al-Ahram Weekly, Issue No. 716, 11 - 17 November 2004. 
2 Bu konuda bkz., William L. Cleveland, A History of Modern Middle, East San Francisko: Westview Press, 1994, ss. 
92-97; Roger Owen, “Egypt and Europe: from French Expedition to British Occupation, Ed.: Albert Hourani, Philip 
S. Khoury, and Mary C. Wilson, The Modern Middle East, Berkeley: California Press, 1993.ss.111.124 
3 Cleveland, loc. cit. 
4 Constitutional history at a glance”, Al-Ahram Weekly, Issue No. 732, 3 - 9 March 2005 
5 Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Orta Doğu: Siyaset, Savaş ve Diplomasi, İstanbul: Alfa Yay, 2004., ss. 181-182 
6 Peter Calvocoressi, World Politics Since 1945, 7th ed., New York: Longman Puplishing, 1996, s. 371 
7 Gamal Nkrumah, “A leap for democracy”, Al-Ahram Weekly, Issue No. 732, 3 - 9 March 2005; Al-Ahram Weekly 
“Constıtutıonal Change:Full Coverage”, Issue No. 732, 3 - 9 March 2005. 
8 BBC Haber, “Mısır’da Gözlemcilere İzin Yok”, 05 Eylül 2005, 
http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2005/09/050905_egypt_monitors.shtml 
9 Yeni Şafak Gazetesi, “Hüsnü Mübarek Seçimden Zaferle Çıktı”, 
http://www.yenisafak.com.tr/arsiv/2005/eylul/20/ kronikmedya.html 
10 NTV Haber, “Mısır’da Zafer Mübarek’in”, 
http://www.ntvmsnbc.com/news/340617.asp 
11 Müslüman Kardeşler hakkında bkz.., Mehmet Dalar, “Mısır’da Müslüman Kardeşler Hareketinin Demokrasi Anlayışı 
ve Sisteme Etkisi”, Ortadoğu’da Toplumsal Hareketler, Alternatif Politika Dergisi, Cilt 2, (Kasım 2010), ss. 48-73. 
12 Bkz., Al Manar News, “Mr. Mubarak, Tear Down That Wall”, Lebanon, 
http://www.almanar.com.lb/newssite/ArticlePrintPage.aspx?id=68644 
13 Issandr El Amrani, “The murder of Khaled Said”, June 14, 2010 
http://www.arabist.net/blog/2010/6/14/the-murder-of-khaled-said.html 
14 Yazar tarafından Mart 2009’da Kuveyt’te saha araştırmaları sırasında dönemin Kuveytli bir yetkilisiyle gerçekleştirilen bir mülakatta ifade edilmiştir. 
15 Euro News, “Mısır muhalefetinin simgesi Ayman Nur”, 28.01.2011, 
http://tr.euronews.net/2011/01/28/misir-muhalefetinin-simgesi-ayman-nur/ 


***

Mısır Devriminin Ayak Sesleri BÖLÜM 1



Mısır Devriminin Ayak Sesleri 



Mübarek’in Yerini Koruması oldukça güç görünüyor. 
Doç. Dr. Veysel AYHAN 
ORSAM Ortadoğu Danışmanı 
Abant İzzet Baysal Üniversitesi U.İ.B. 






İsrail’den sonra bölgede en fazla Amerikan desteği alan Mısır’da yaklaşık 30 yıldır iktidarda olan Hüsnü Mübarek yönetimine ABD ve Batı ülkelerinden verilen destek, bu ülkenin demokratikleşmesi önündeki en önemli engeli oluşturmakta dır. 

Mısır’da Halk Hareketinin Tarihsel Arka Planı: Yeni Bir Arabi Paşa Devrimi mi? 

İsrail’den sonra bölgede en fazla Amerikan desteği alan Mısır’da yaklaşık 30 yıldır iktidarda olan Hüsnü Mübarek yönetimine ABD ve Batı ülkelerinden 
verilen destek, bu ülkenin demokratikleşmesi önündeki en önemli engeli oluşturmaktadır. 

Mısır’daki demokratik sürece ilişkin Kasım 2003’te Heritage Institute for Democracy’de konuşan eski Amerikan Başkanı George Bush sürpriz bir şekilde Mısır’ın Orta Doğu’daki barış sürecini büyük bir katkı sağladığını ve şimdide Mısır’ın demokrasi için bir şeyler yapmasının zamanın geldiğini söylemişti.1 ABD’nin Mübarek rejiminin demokratik açılımlarına yaptığı vurguya 
karşın 2005-2011 arası dönemde gerçekleştirilen genel ve yerel seçimlerde Ulusal Demokratik Partisi’nin sürekli bir şekilde %80’lerin üstünde oy alması Washington’un demokrasi anlayışı ile Mısır halkının demokratik anlayışının farklı olduğunu ortaya koymuştur. Esasında Mısır’daki parlamenter sistemin kökeni 1840’lara kadar geri gittiğini ve bu sürecin Batılı ülkelerin Mısır’a 
müdahalesiyle sonlandırıldığını görmek gerekir. 

Özellikle 1789 tarihinde Napolyon’un Mısır’a asker çıkartmasından sonra Osmanlı İmparatorluğu 1805’de Mehmet Ali Paşa’yı Mısır’a Vali olarak atamasından sonra danışma meclislerinin oluşturulması ve kadınların iş hayatında erkeklerle birlikte çalışmasına izni verilmesine dikkat çekmek gerekir. Ali Paşa’dan sonra eğitim ve politik alandaki reform hareketleri Hıdiv İsmail döneminde en üst seviyesine ulaşmıştır. İsmail Paşa döneminde Mısır’ın Avrupalılaşması yolunda ekonomik ve sosyal alanda önemli adımlar atılırken, bir yandan da ciddi anlamda Avrupa lılardan borç alınması ileriki yıllarda ülkenin işgal edilmesine yol açacaktır. Hıdiv İsmail Mısır’ı modernleştirme girişimlerinde Batının değerlerini referans almasına karşın Batının askeri ve ekonomik hegemonyasına da karşı çıkmaktaydı. 1842 tarihinde açılan hemşirelik okulundan sonra 1873’de kız öğrenciler için ayı bir okul açılması, aynı zamanda binlerce öğrencinin yurt dışına eğitim almaları için gönderilmesi ve eğitim bütçesinin artırılması da bu anlamda önemli olmuştu. Hıdiv İsmail döneminde 1866 tarihinde bir Şura Meclisi’nin açılmış olması Mısır’daki parlamenter yaşam için bir dönüm noktası olmuştur. Her ne kadar Hıdiv İsmail Şura Meclisi’ni kendi kararlarını onaylayan bir kurum olarak görmüşse de sonuçta Mısırlıların iktidar üzerinde etkisini genişletmeleri olumlu bir gelişme olmuştur. Ancak Mısır’ın modernizasyon çalışmalarını sürdürmesi sonucu yaşanan ekonomik sorunlar en sonunda Mısır ekonomisinin iflas etmesi ve ardından da 1876 tarihinde Süveyş Kanalı’nın açılmasından 7 yıl sonra İngiliz ve Fransızların Mısır maliyesini yönetmesiyle sonuçlanmıştır. 
İki ülke bir de borç komisyonun çalışmasını sağlayabilmek adına hükümette iki bakanla temsil edilmekteydiler. 1876-1882 arası dönemde Mısır halkı bir yandan Batıların ülke ekonomisi ve siyaseti üzerindeki etkilerinden rahatsız olmuş diğer yandan da artan vergilerin yaratmış olduğu ciddi bir yoksullaşma sorunuyla mücadele etmek zorunda kalmıştı. Hıdiv İsmail’in Batıların Mısır 
üzerindeki etkisini azaltma girişimlerine sert tepki veren İngiltere ve Fransa’nın işgal tehditleri üzerine Osmanlı İmparatorluğu bir fermanla yönetimi İsmail’in oğlu Teyfik’e devrederken bu durum Mısır milliyetçilerinin tepkilerinin daha da artmasına yol açmıştır. Tepkilerin merkezinde 

Tunus Halkının başarısı Mısırlıları Cesaretlendirdi. 





Mısır’ın ekonomik ve siyasal bağımsızlığını kaybettiği eleştirileri bulunmaktaydı.2 

Avrupalıların Mısır ekonomisi ve siyaseti üzerindeki etkisini kaldırmak isteyen Hıdiv İsmail’den sonra bu kez El-Ezher’de eğitim almış ve ardından da orduya katılmış Albay Arabi Paşa’nın sesini yükseltmesi gündeme gelmiştir. Mısır milliyetçiliği temelinde örgütlenen kesimler “Mısır Mısırlılarındır” sloganı ile hareket eden Arabi Paşaya destek vermişlerdir. Hareket içerisinde köylülerden, 
askeri bürokrasiye kadar geniş bir kesim doğrudan yer almıştır. Arabi Paşa etrafında toplanan muhalefet temelde iki talepte bulunmaktaydı. Mısır’ın ekonomik ve siyasi bağımsızlığını kazanmak ve Hıdiv’in yetkilerini hazırlayacakları bir anayasa ile sınırlandırmaktı. Dolayısıyla bir anlamda Hıdiv’in yetkilerinin sınırlandırıldığı anayasal bir düzen kurmayı hedeflemekteydi 
ve bu konuda 1881 yılında başarılı da oldular. Tüm Mısırlı kesimlerin yoğun desteği karşısında Hidiv Teyfik ise Arabi Paşayı Genelkurmay Başkanlığı görevine kadar getirmek zorunda kalınca İngilizlerin ve Fransızların da tepkisi yükselmeye başlamıştır. Arabi Paşa döneminde yeni bir Anayasa hazırlanarak Mısırlıların iktidarla ilişkilerine farklı bir düzen getirilmeye çalışılmıştır. 
Ancak, 1879 sonrası dönemde Mısır’ın iç ve dış politikasında bağımsız bir yön verme çabaları Haziran 1882’e gelindiğinde İngilizlerin askeri tehditleriyle karşı karşıya kalınmasına yol açmıştır. İngiltere’nin Osmanlı’dan Arabi Paşa’yı etkisizleştirecek bir askeri harekatta bulunma talebi doğrudan Abdulhamid tarafından Müslümanların kanının akıtılmasına rıza verilmeyeceğinin 
açıklanması üzere ise Batılı güçlerin Mısır işgali de başlamıştır. 

< Mısır halkının Tunus devriminin ardından sokaklarına döküldüğünü ifade etmek yeterli değildir. Ancak Tunus devriminin ardından Mısırlıların daha güçlü ve daha kararlı bir şekilde değişimi gerçekleştireceklerine olan inançlarının artığını belirtmek gerekir. >

İlk önce İskendire’nin top atışına tuutlması ve işgal edilmesiyle başlayan olaylar en sonunda Arabi Paşa’ya bağlı kuvvetlerin yenilmesiyle sonuçlanmıştır. 1882 Eylülünde son bulan olaylardan sonra Mısır de facto olarak 1950’lere kadar sürecek olan bir İngiliz işgal dönemi yaşayacaktır.3 

İngiltere’nin Mısır’ı işgal etmesinde emperyal çıkarları ve Süveyş Kanalı’nı denetim altında bulundurmak istemesinin yanı sıra Mısırlıların bağımsız politika izleme ve Batıların Mısır ekonomisi ve siyaseti üzerindeki etkilerini kaldırma çabaları gelmiştir. İngiliz işgaline rağmen 19 Nisan 1923’de Mısır’da güçler ayrımı prensibine ve Parlamentonun üstünlüğüne dayanan yeni bir 
anayasa kabul edilmişti.4 Anayasa uyarınca 1924 Ocağında yapılan ilk seçimlerde ise Mısır’ın İngiltere’den bağımsız olmasını savunan Vafd Partisi parlamentoda çoğunluğu sağlayarak hükümeti kurmuştu. Ancak bu demokratik deneyimin ömrü beklendiği gibi uzun süreli olmadı. 

Vafd Partisi hükümeti kurduktan kısa bir süre sonra Sudan nedeniyle İngiltere ile sorun yaşamaya başlamasından sonra Mısır’ın Sudan üzerindeki taleplerini çıkarlarına aykırı bulan İngiltere hükümeti de ilk etapta baskı ile hükümeti istifaya zorladı ardından da 1924 Kasımındaki karşı bir darbe ile 1923 Anayasasını rafa kaldırmıştır. Vafd üyelerinin istifasıyla kıs bir süre sonra ise 
Mısır’da yeni hükümet İngiliz emperyalizmine bağlı kesimlerin Ulusal Birlik Partisi tarafından kuruldu.5 Böylelikle Mısır’daki demokratik süreç dönemin İngiliz çıkarları uğruna sona ermiş olmaktaydı. 1924’ten sonra birkaç kez demokratik bir sürecinin başlamasına dönük girişimler olmuşsa da, bunlar İngiltere’nin müdahaleleri sonucu uzun ömürlü olamamıştı. 




Ancak, II. Dünya Savaşı sonrası bölgede baş gösteren Arap-İsrail Savaşı ve Savaşta Arap güçlerinin büyük bir mağlubiyet alması, tüm Orta Doğu’da olduğu gibi Mısır’da da milliyetçi kesimler ile İngiliz destekli Monarşi arasındaki iktidar krizini derinleştirmişti. Mısır’daki gerginlik, 26 Temmuz 1952’de Hür Subaylar Hareketi adı altında bir grup askerin Kral Faruk’u dokuz aylık oğlu Ahmed Fuad adına tahttan vazgeçip sürgüne göndermesi ile son buldu.6 Mısır’da iktidarı ele geçiren Genç Subaylar farklı siyasi görüşlere sahip olmakla birlikte temelde hepsi Mısır milliyetçisi ve İngiltere karşıtıydı. Bir anlamda Mısır’ın ekonomik ve siyasal bağımsızlığını korumak isteyen farklı kesimlerin bir araya geldiği bir yapı sergilemekteydiler. Albay Nasır siyasal partileri serbest bırakmanın ötesinde dönemin en önemli muhalefet grubunu oluşturan Müslüman Kar-deşlere de Devrim Komite Konseyi’nde yer almaya davet etmişti. Ancak, kısa bir süre sonra Monarşinin ortadan kaldırılmasından sonra Albay Nasır liderliğinde Mısır bir yandan Bağlantısızlar hareketinin kurucuları arasında yer alırken diğer yandan da Mısır milliyetçiliği temelinde bölgesel bir güç olmak için tüm Orta Doğu olaylarında taraf olmaya başlamıştı. Süveyş Savaşı’yla Mısır üzerindeki İngiliz ve Fransız etkisini ortadan kaldırmayı başaran Nasır döneminde Arabi Paşa da 
tarih kitaplarında ulusal bir halk kahramanı ve Mısır devriminin öncüsü rolünü Nasır’dan sonra alan ikinci bir lider olarak yerini almıştır. Nasır döneminde Mısır’ın hem SSCB hem de Batı’dan bağımsız politikalar geliştirme çabası kısa sürede 
Mısır ordusunun halkla doğrudan doğruya karşı karşıya gelmemeye özen gösterdiği gözleniyor. 

Kahire’nin dönemin en önemli politik aktörleri arasında yer almasına yol açmıştır. 

Nasır sonrası dönemde Enver Sedat iktidara geçmiş ve 1970’lerin sonuna kadar Nasır dönemi gibi olmazsa da bağımsız bir dış politikaya izlemeye çalışmıştır. Ancak İsrail’in 1967’den beri 
Sina üzerindeki işgali ve savaş bütçesi Mısır’ın Amerikan politikalarına yaklaşmasını da beraberinde getirmiştir. Nitekim 1973 Savaşı sonrası dönemde Mısır’ın ABD ve İsrail ile dost bir ülke haline gelmesi için yürütülen çabalar en sonunda neticelenmiş ve Mısır İsrail ile kapsamlı bir barış anlaşması imzalamıştır. Her ne kadar bu anlaşma Enver Sedat’ın öldürülmesine yol açmışsa da Sedat’tan sonra iktidarı devralan Hüsnü Mübarek Mısır’ı ABD ve İsrail yörüngesinden çıkartmamaya büyük bir çaba harcamıştır. İsrail’den sonra en önemli Amerikan desteğini alan ikinci ülke konumunda olan Mısır’ın Hüsnü Mübarek ile birlikte siyasal ve ekonomik özgürlüğünü kaybetmenin de ötesinde hem iç hem de dış politikada Amerikan ve İsrail politikalarına öncelik 
vermesi başta Mısırlı milliyetçiler olmak üzere Mısır’daki bir çok kesimin tepkisini çekmekteydi. Kontrollü Demokratikleşme: Mübarek’in Eleştirileri Geçiştirme Girişimleri yapma ihtiyacı hissetmiş ve bu konuda bazı adımlar atmıştı. 

 < Mısır’da Hüsnü Mübarek yönetimi artan tepkiler üzerine 2005 seçimlerinde bir takım düzenlemek Mısır’a bakıldığında 1880’lerdeki gibi iç ve dış politikada bağımsız davranma istediğini dile getiren kesimlerin Kahire’nin Filistin politikasını, Sudan politikasını, Irak işgali sırasında izlediği politikaları ve özellikle de ABD ile ilişkileri ciddi şekilde sorguladıkları görülmektedir. >

Nitekim dönemin koşullarına uygun olarak Hüsnü Mübarek de, Anayasanın 189. maddesinin kendisine tanıdığı yetkiye istinaden Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin gizli oy yöntemi ve çok adaylı şekilde yapılması yönünde yasa değişikliği teklifi sundu. 2005 Şubatında Anayasanın 76. maddesinin değiştirilmesiyle çok adaylı seçim süreci de başlamış oldu. Mısır’da daha önce cumhurbaşkanı adayı parlamento tarafından belirleniyor; halk, yapılan referandumda kendilerine sunulan adayı kabul veya reddediyordu. 

76. maddenin değiştirilmesi Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde diğer partilerinde aday gösterebilmesi açısından oldukça önemli olmasına karşın, aday gösterme süreci de ciddi şekilde sınırlandırılmıştı. Örneğin, yasa gelecek seçimlerde (2011) cumhurbaşkanı adayı gösterecek partinin Parlamento seçimlerinden en az %5 oy almasını öngörmektedir. Buna rağmen Mübarek’in demokratik reform adı altında giriştiği yasal düzenlemek başta ABD olmak üzere Avrupa’da büyük bir ilgi ile karşılanmıştı. Avrupa Birliği Dış Politika Yüksek Temsilcisi Havie Solana Mübarek 
tarafından önerilen değişikliğe atfen, Mısır’ın Orta Doğu’nun demokratikleş tirilmesin de öncü bir rol oynadığını açıklamıştı. 7 Oysa Mısırlılar Hüsnü Mübarek’in iktidarını güçlendirmek için bu tür düzenlemeler yaptığını fark etmişlerdi. 7 Eylül 2005’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerine Mübarek’in dışında 9 aday katıldı. 9 Eylülde açıklanan seçim sonuçlarına göre Mübarek oy kullanan seçmenlerin %88.7’sinin oylarını alarak yeniden altı yıllığına Cumhurbaşkanı oldu. Mübarek, tek aday olarak girdiği 1999 seçiminde ise oyların yaklaşık %93’ünü olarak seçilmişti. 

Yalnızca alınan oylar değil seçim sürecinde yapılan uygulamalar da Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ileri sürüldüğü gibi demokratik olmadığını 
da göstermektedir. Seçimlere gölge düşüren olaylardan biri Mısır’da seçim komisyonunun, mahkeme kararına rağmen, bağımsız grupların, 
cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gözlemci bulundurmasına izin vermemesi olmuştur. Üyeleri yönetim tarafından atanan seçim komisyonu, daha 
önce de yerel veya yabancı sivil toplum örgütlerinin seçim merkezlerine gözlemci göndermesini yasaklamıştı. Seçimlerden önce bir açıklama yapan 
Seçim Komisyonu Başkanı Usame Atteviye, seçim merkezlerinde sadece denetçiler, adaylar ya da temsilcilerinin bulunmasına izin verileceğini 
açıklamıştı.8 



 <  Mısır’daki gösterilere “ Kefen ” giyerek katılan bazı gruplar ölmeye hazır oldukları mesajı veriyor. >

Ayrıca seçimlerde, kayıtlı 32 milyon seçmenden yalnızca %23’ü oy kullanması, halkında demokratik olduğu ileri sürülen sürece inancını göstermektedir.9 Seçimlere katılımın düşük olmasının bir diğer nedeni de bazı muhalif partilerin, ilk kez birden çok adayla yapılan seçimlerin, demokratik olmadığı gerekçesiyle boykot edilmesini istemelerinden kaynaklanmıştı. Boykot kararı katılımı düşürüp, seçimin meşruiyetini gölgelemek amacıyla alınmıştı. Ancak tüm bu açıklamalara karşın Washington’un yanı sıra Havie Solana ve Fransa Cumhurbaşkanı 
Jacques Chirac da, seçimleri demokrasi alanında atılmış çok önemli bir adım olarak niteledi.10 Mısır’da Başkanlık seçimlerini takiben 454 üyeli Halk Meclisi içinde de seçimler yapıldı. Üç aşamalı seçimler Aralık ayında tamamlandı. Diğer seçimlere nazaran daha demokratik bir süreçte tamamlanan seçimlerden, iktidar partisi çoğunluğu gene elde etti. Ancak, yasaklı olduğu için seçimlere bağımsız aday göstererek katılan Müslüman Kardeşlerin 88 sandalye kazanması ise dikkatleri Kahire’deki seçimlere çekti. Ancak 2010 yılında bu kez 264 üyeden oluşan Şura Meclisi’nin üçte ikisi için yapılan seçimlerden Ulusal Demokrat Partisinin 80 milletvekilliği kazanması dikkat çekicidir. Geriye kalan 44 üyeyi 
doğrudan atama yetkisini kullanarak belirleyen Hüsnü Mübarek böylelikle Şura Meclisinin 132 üyesinden 124’ünü kazanmış olmaktaydı. 

2010 yılında ayrıca üye sayısı 518 çıkartılan Halk Meclisi için de seçimler gerçekleştirildi. Yapılan seçimlerin arından Ulusal Demokrat Partisi 440 
milletvekili çıkartırken seçimleri boykot eden muhalefet güçleri beklendiği gibi oldukça sınırlı sayıda sandalye kazanmıştı. Bununla birlikte seçimlerin 
geniş bir kesim tarafından boykot edilmesi seçimlerin meşruiyetinin sorgulanmasını da beraberinde getirmiş ve seçim sonuçlarını 
önemsizleştirmiştir. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

Militanların, Şehitlerin ve Casusların Anlatılmamış Öyküsü: Hamas Zaki Chehab



Militanların, Şehitlerin ve  Casusların Anlatılmamış Öyküsü: Hamas Zaki Chehab 


KİTAP İNCELEMESİ 
Berna SÜER* 
* Araştırma Görevlisi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü. 
Zaki Chehab, İstanbul: İkarus Yayınları, 2009, 
Çeviren: Bilal Çölgeçen, 300 sf.

Ortadoğu, Arap-İsrail meselesi ve Hamas ile ilgili bir çok kitapta Hamas’ın pek değinilmeyen yönlerine ışık tutan, insan faktörü üzerinden yazılan bu kitap 
Al-Hayat gazetesinin politika editörü olan Zaki Chehab tarafından kaleme alınmıştır. Zaki Chehab’ın hem bir gazeteci hem de Güney Lübnan’daki Filistin 
mülteci kampı Burj el-Shamali’de büyüyen bir Filistinli oluşu ona, Hamas ve el-Fetih’in kilit isimleri ile kolayca görüşme olanağı sağlamıştır. Böylece ilk 
elden kaynaklarla yapılan görüşmeleri, mesela Hamas’ın ruhani lideri Şeyh Ahmet Yasin ile mülakatları içeren kitap bize Hamas’ın içeriden bir hikayesini 
sunmaktadır. İngilizceden çevirisi zaman zaman sorunlu olsa da kitap, Hamas’ın bir parçası liderler, şehitler, muhbir ve ajanlar, bir diğer parçası Müslüman 
Kardeşler Örgütü ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile olan ilişkiler ve bir diğeri Ürdün, Mısır, İran ve Suriye ile olan ilişkilerle ilme ilme örülen hikayesini 
anlatması nedeni ile sadece Hamas’ı ve Filistin meselesini değil bölge politikalarını da anlamlandırmada oldukça yardımcıdır. 

Yazar, Hamas’ın zaferle çıktığı 2006 Filistin seçimleri ile kitaba başlayıp Hamas’ın doğuşunu, Askeri kanadını, muhbirleri, Şeyh’in politikalarını ve diğer 
ülkeler ile ilişkilerini ve el-Kaide ile bağlantılarını sorgulayıp örgütün geleceğine yönelik öngörüleri ile kitabı bitirmektedir. 

Bu yazıda kitap üç bölümde incelenecektir. İlk bölümde Hamas’ın doğuşu, yapısı, emelleri ve karşılaştığı kısıtlamaları, ikinci bölümde Hamas’ın seçim 
zaferi, bu zaferin nedenleri ve etkileri ve üçüncü bölümde Hamas’ın FKÖ, İsrail, İran, Suriye ve Batı ile ilişkileri, Chehab’ın kitapta nasıl irdelediğine bakılacaktır. 

Hamas’ın doğuşu ve gelişimi ile ilgili olarak kitapta örgütün Müslüman Kardeşler Örgütü’nün bir uzantısı olarak doğduğu ama bu örgütten ayrı olarak 
Hamas’ın oluşumunda Şeyh Ahmet Yasin’in kritik rolü, intifada’nın örgütün kurululuşuna etkileri tartışılmaktadır. Chehab 1967 Savaşından sonra İsrail 
işgali altındaki Gazze’de etkisini arttıran Müslüman Kardeşler Örgütü’nden 

Hamas’ın etkilendiğini belirtmektedir. (s. 32) İslami Direniş Hareketi’nin (Harakat al-Mokavama el-İslamiye) kısaltması olan Hamas isminin aynı zamanda Müslüman Kardeşlerin “Haklar! Kuvvet! Özgürlük!” sloganında ifadesini bulan, bir insanın yurdunu, ulusunu ve ailesini koruma çabası anlamına gelen 
Arapça “hamiyet” kelimesinden geldiği Chehab tarafından vurgulanmaktadır. 

(s. 38) Hamas’ın “fikir babası”, kurucusu ve lideri olarak tanımlanan Şeyh Ahmet İsmail Hasan Yasin’in Müslüman Kardeşler Örgütü’nün fikirlerini takip ederek 1976’da İslam Derneği’ni ve 1978’de İslam Külliyesi’ni kurması örgütün temelleri olarak nitelenmektedir. Chehab, Şeyh Yasin ile yaptığı bir röportajına dayanarak Hamas’ın kuruluşunu dört evrede açıklamaktadır: hayır kurumları ve sosyal komitelerin oluşturulması, siyasi güvenirliliğin sağlanması, askeri kanadın geliştirilmesi ve son olarak Arap ve İslam komşuları ile diyaloğun sağlanması. (s. 36) 

Filistin’deki Müslüman Kardeşler Örgütü’nün meşru kurumlarına dayanan Hamas’ın oluşumunda intifada’nın rolü de özellikle belirtilmiştir. İntifada askeri 
açıdan gelişme dürtüsü sağladığı için önemlidir. (s. 37) Ayrıca intifada’ya yol açan 6 Aralık’daki Jabaliya ve 8 Aralık’daki Maktura Olaylarından sonra yapılan 
toplantı sonucunda yayınlanan bildiri İslami Grup, İslam Yolu ya da İslami Savunma gibi daha önce kullanılan isimlerden ziyade Hamas ismi ile imzalan-
mıştır. (s. 40-41) Chehab’a göre Şeyh Yasin’in iddia ettiği gibi intifada’yı Ha-mas yönetmediyse de bölgede İsrail ile mücadele eden ciddi bir güçtür. (s. 45) 

Hamas’ın örgüt yapısı değişik konularla ilgili kanatlardan oluşmaktadır. İlk zamanlarda örgütün gençlik, haberleşme, askeri ve tutsaklarla ilgili kanatları her biri kendi başına çalışıyorken yukarıda bahsi geçen toplantı sonrası hepsinin tek bir örgütsel yapı altında toplandığı belirtilmektedir. (s. 46) Bu kanatlar içinde en dikkat çekici olan ve kitapta da bir bölümün ayrıldığı kanat, Hamas’ın askeri kanadı olan İzzettin el-Kasım Tugayları’dır. İlk öncüleri Şeyh Yasin ve 
Salah Şehada tarafından 1983 yılında kurulan askeri kanat 2-3 kişilik gruplardan oluşuyor ve Filistin Mücahitleri (El-Mücahidun el-Filistin) adı ile anılıyordu. 
İlk dönemlerde askeri kanadın gelişmemiş olmasının örgütün sadece kültürel faaliyetlerle uğraşan bir grup olduğu izlenimi verdiği ve böylece İsrail’i yanılttığı 
belirtilmektedir. (s. 48) 

Kitapta örgütün karşılaştığı kısıtlamalar da yaşanılan olaylarla detaylı bir şekilde anlatılmaktadır. İsrail’in tutuklamaları, yıkımları ve sahte el-Kaide örgütü 
kurarak örgütü yıpratma çabaları ilk elden kaynaklara dayanılarak açıklanmış, özellikle de İsrail’in muhbirlerle örgütü yıpratma çabası bir bölümde detaylı 
olarak verilmiştir. Yazar Hamas’ın gelişmesinin ve askeri kanadın operasyon  larının kısıtlı oluşunu gerek grup içindeki köstebekler gerekse Filistin toplumundaki muhbirlerin varlığı ile ters orantılı olduğunu vurgulamaktadır. İsrail’in muhbir olarak kullandığı Filistin işbirlikçilerin sayısının 20.000’i aştığı tahmin edilmektedir. (s. 89) 

Tüm bu kısıtlamalara rağmen Hamas ayakta kalmayı başarmıştır. Chehab Hamas’ın politik başarısını Şeyh Yasin’e atfetmektedir. (s. 125) Bu sebeple yazar kitabın bir bölümünde Şeyh Yasin’in politikalarını irdelemektedir. Bu bölüm “Şeyh’in politikaları” hakkında bize bir fikir vermekte ve Chehab Şeyh Yasin’in 
nasıl pragmatik bir lider olduğunu açıklamaktadır. (s. 132) Şeyh Yasin’in politikalarını iki amaç doğrultusunda şekillendirdiği belirtilmektedir. Birinci ve uzun vadeli amaç Şeyh’e göre İslami bir vakıf olan Filistin topraklarında, (s. 128) 1948 öncesi sınırlarda, Kudüs’ün başkent olduğu bir devlet kurmaktır. İkinci 
ve kısa vadeli amaç ise 1967 savaşı öncesi sınırlara çekilmesi karşılığında İsrail ile ateşkes anlaşması yapmaktır. (s. 53 ve 127) İkinci amaç geçici bir 
önlem olarak düşünülüyordu; çünkü Şeyh Yasin zaten İsrail’in 30 yıl içerisinde yok olacağına inanıyordu. (s. 126) Safhalara ayrılmış çözümlere inanan Şeyh 
Yasin’e göre önceki kuşak ne savaşmaya ne de zorluklarla mücadele etmeye hazırdı. Şimdiki kuşak ise işgale karşı mücadele ediyordu. Bu 1948 yılından 
1987 yılına kadar olan sürede, 40 yılda başarılmıştı. (s. 127) Şeyh Yasin İsrailile imzalanan anlaşmalara karşı çıkmıştı; çünkü bu anlaşmalar sorunun temel 
konularına (Kudüs, yerleşimlerin boşaltılması, mültecilerin geri dönüşü) değinmemişti. (s. 127) Diğer yandan beklenilenin aksine Şeyh Yasin Taliban’ı 
eleştiriyordu. Chehab, Şeyh’in Taliban’ın din anlayışını yanlış ve aldatıcı bulduğunu, özellikle de kadınlarla ilgili tutumlarını, onların çalışma ve eğitimlerini engellemelerini, eleştirdiğini aktarmaktadır. (s. 131) Chehab en merak edilen konulardan biri olan, Şeyh’in FKÖ ile ilgili görüşlerine de açıklık getirmektedir. 

Şeyh, Hamas’ın Filistin halkının temsilcisi olan FKÖ’nün konumunu zayıflatacak şekilde bir politik tanınma peşinde olmadığını belirtmiştir. (s. 131) Chehab 
Hamas’ın 1992 yılında FKÖ’nün üstün pozisyonunu tanıdığını iddia etmektedir. Chehab bu iddiasını 17 Aralık 1992’de İsrail’in Hamas ve İslami Cihat’a 
mensup 415 kişiyi Lübnan’a sürgün ettiğinde Hamas’ın Arafat’tan yardım istemiş olmasına dayandırmaktadır. Chehab’a göre bu başvuru, en azından o 
evrede, gerçek gücün kimde olduğunun Hamas tarafından kabulü anlamına geliyordu. (s. 139-140) Buna karşılık Arafat’ın da Şeyh Yasin’e her zaman saygı 
duyduğu belirtilmektedir. (s. 138) 

22 Mart 2004 tarihinde katledilen Şeyh Yasin, Hamas’ın seçim zaferini göremedi. 

25 Ocak 2006 Yasama Meclisi seçimlerinde Hamas 132 sandalyelik meclisin 74 sandalyesini kazanmıştı. Chehab, Şeyh’in ölümünün örgütün liderliğine 
ciddi bir zarar vermediğini belirtmektedir. (s. 146) Seçim zaferi de bir anlamda bunun bir kanıtıdır. Seçimleri yerinde izleyen Chehab bize seçim atmosferini 
hem el-Fetih hem de Hamas’ın gözünden anlatmaktadır. Bu zaferin nedenlerini daha kitabın ilk bölümünde ele almaktadır. Chehab, Hamas’ın başarısını 
“koreografisi ustaca çizilmiş” bir aldatma stratejisine bağlamaktadır. 

(s. 14) Chehab, Hamas’ın başarısının öngörülememesini İsrail için analizlerin internetten derlenen bilgilerle yapılması, Filistin için ise Hamas yanlılarının anketlere aldatıcı yanıtlar vermelerinin öğütlenmesi ile açıklamaktadır. (s. 14-15) Seçimlere “Değişim ve Reform İçin!” sloganı ile giren Hamas’ın başarısı Chehab 
tarafından hem Hamas’ın çalışmaları, hem el-Fetih ve İsrail’in tutumları, hem de Filistin toplumundaki kültürel bölünmenin etkileri ile açıklanmaktadır. 
Sosyal proje ve hayır işleri ile kendini topluma kabul ettiren Hamas’ın seçimekatılma kararı Oslo Anlaşmaları’nın fiili bir kabulü ve böylece İsrail’in varlığını reddeten tutumlarından bir geri adım olarak yorumlanmıştı; özellikle de el-Fetih tarafından. (s. 17) Yine seçim öncesi “Yahudi devleti ile görüşmeleri 
dışlamayacağız” şeklindeki ifadeler de yukarıda da belirtildiği üzere Hamas’ın yeri geldiğinde pragmatik yönünü ortaya koymaktadır. Chehab zafere giden 
yolda, Hamas’ın politikası yanında el-Fetih ve İsrail’in tutumlarını da göz ardı etmemektedir. Chehab’a göre Hamas’ın zaferi Hamas’la yapılan bir kitle dayanışmasından çok el-Fetih’e karşı verilen tepki oyları ile kazanılmıştır. (s. 20) Filistin Özerk Yönetimi, İsrail’i tanıyarak uluslararası camiadaki imajını iyileştirse 
de, Chehab, Filistinlilerin yaşam kalitesinin 1993’ten önceki hallerinden çok daha kötü olmasını Hamas’ın zaferine bir katkı olarak görmektedir. (s. 20) 
Ayrıca Chehab 1993 Oslo Anlaşmaları’ndan sonra Filistin’e dönenlerin (el-Aedoun) yaşam tarzlarından dolayı yaşanan kültürel bölünmeyi Hamas’ın başarısı için bir neden olarak gözlemlediğini belirtmektedir. Kitapta bu ortamın FKÖ’nün yolsuzluklarından kaynaklandığının Hamas tarafından öne çıkarılması 
ile seçmenin el-Fetih’i cezalandırmak istediği belirtilmektedir. (s. 23-24) Chehab, Benyamin Netanyahu’nun, İsrail’in Gazze’den 2005 yılında tek taraflı 
çekilmesinin Hamas’ın zaferine katkıda bulunduğuna dair tespitlerine de yer vermektedir. (s. 22) Seçimin hemen ardından İsrail, silahlı terörist bir örgütün 
katılımı ile oluşacak bir Filistin yönetimi ile görüşmeyeceklerini açıklayarak tavırlarını ortaya koymuştu. (s. 21) Halbuki ilk zamanlarda İsrail örgüte gelen 
yardım paralarının transferini engellemeyerek el-Fetih’e karşı Hamas’ı bir anlamda desteklemişti. (s. 179) 

Chehab kitabının bir çok bölümünde Hamas’ın diğer devletlerle ilişkilerine değinmekle beraber bu konuyu ayrı bir bölümde “Uluslararası İlişkiler” başlığı 
altında da incelemektedir. Chehab I. İntifada yıllarında dış destek kazanan Hamas’ın bu yıllardan itibaren politik yapısına dış ilişkiler bölümünü eklediğini 
belirtmektedir. (s. 154) Kitabın bu bölümünde Hamas’ın Ürdün, İran, Suriye ve Batı ülkeleri, ABD ve İngiltere ile ilişkileri irdelenmektedir. Kitabın genelinde 
bahsedilse de Mısır ve İsrail ile ilişkiler bu bölümde ayrı bir başlık altında ele alınmamıştır. Chehab Hamas’ın Ürdün ile olan ilişkilerini gergin olarak 
nitelemektedir. İlk dönemlerde, özellikle Kuveyt’in işgalinden sonra buradaki liderlerin Amman’a taşınması ile iyi olan ilişkiler, Ürdün’ün Hamas’ı iç güvenliğini tehdit edebilecek bir güç olarak görmesi ile yerini kuşkuya bırakmıştır. Burada endişe yaratan konu hükümetle Müslüman Kardeşler Örgütü arasındaki hassas dengenin tehdit edilmesi idi. (s. 156) 1994’te İsrail ile yapılan barış anlaşması hükümleri gereğince Hamas liderleri sınır dışı edilmiş ve Kral 
Hüseyin’in zaman zaman liderleri kollayan tavrına rağmen ilişkideki gerginlik devam etmiştir. (s. 156) 

Chehab Şii İran ile Sünni Hamas’ın ilişkilerini ilginç bulmakta ve İran’ın FKÖ ile ilişkilerinden yola çıkarak FKÖ’nün İran ile bozulan ilişkilerinin nasıl 
Hamas’ın kazancı olduğunu anlatmaktadır. (s.165) Bundan öte Chehab, Hamas’ın İran’da kendi politik çevresini nasıl oluşturduğunu açıklamakta ve 
İran’ın Hamas’a para yardımı yaptığını reddetmesini kuşkuyla karşılamaktadır. (s. 167) Ve bu bölümün “Tahran Malı” kısmında Santorini Olayı ile İran’ın 
Hamas’a nasıl yardım ettiğinin anlaşıldığını yazmaktadır. (s. 199-204) 

Halen Hamas’ın siyasi büro şefi ve hareketin başı Halid Meşal’e ev sahipliği yapan Suriye ile ilişkiler de uluslararası ilişkiler bölümünün konusudur. Bu 
kısımda 1990’lı yıllarda başlayan ilişkinin nasıl geliştiği, özellikle de diğer Filistinli gruplardan farklı olarak Hamas’ın Suriye’de nasıl daha fazla destek 
aldığı açıklanmaktadır. (s. 172) 

Hamas’ın mali kaynakları da en çok merak edilen konuların başında gelmektedir. Chehab bu konuyu uluslararası ilişkiler bölümünde ele almayı yeğlemiştir. 
Çünkü Hamas’ın finansmanı daha çok dış kaynaklıdır. Chehab İran’ın tutsaklar ve sosyal projelere nasıl mali destek sağladığını, Körfez Savaşı’ndan 
sonra Suudi Arabistan ve Kuvety’in desteklerini el-Fetih’ten Hamas’a nasıl kaydırdığını, Saddam Hüseyin’in intihar bombacılarının ailelerine nasıl yardım 
ettiğini açıklamaktadır. Bu desteklerle beraber Chehab Batı’nın, özellikle İngiltere ve ABD’nin, Hamas’a yapılan mali destekleri nasıl engellemeye çalıştıklarını, özellikle buralardaki Yahudi lobilerinin bu konudaki çabalarını ayrıntılı olarak vermektedir. (s. 182-183) 

Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, ABD ve Rusya’dan oluşan Ortadoğu Dörtlüsü’nün Hamas ile olan ilişkilerini şartlara bağlayarak Hamas’tan İsrail’in 
var olma hakkını tanımasını, terörden vazgeçmesini ve yapılan geçmiş anlaşmaları kabul etmesini beklediği belirtilmektedir. Bu grup içerisinde en sert tutumu takınan ABD, Hamas ile diplomatik ve mali bağlarını kesmiştir; ve 2003 yılında 6 Hamas liderini “özel olarak görevlendirilmiş küresel terörist” olarak 
nitelendirmiştir. Halbuki Chehab ABD için Hamas’ın, 1996 yılında bir dizi intihar bomba saldırısı gerçekleştirinceye kadar, nasıl bir endişe kaynağı olmadığını 
açıklamaktadır. (s. 191) Diğer yandan Chehab, ABD hükümetinin Hamas ile bağlarını kesse de eski hükümet çalışanları, mesela eski bir CIA görevlisi 
Martin Burton, CIA’de Ulusal İstihbarat Konseyi’nin eski başkan yardımcısı olan Graham E. Fuller ve Mitchell Komisyonu’nun eski personel müdürü olan 
Fred Hof aracılığıyla temasın devam ettiği bilgisini vermektedir. (s. 192) 

Yine Hamas’ı terörist örgütler listesine ekleyen Avrupa Birliği de AB Yüksek Temsilcisi Javier Solana’nın Ortadoğu eski danışmanı Alastair Crooke aracılığında Hamas ile temaslara devam etmiştir. Chehab tarafından “gözüpek ajan” olarak nitelenen Crooke’un arabulucuk çabaları da ayrıntılı olarak incelenmektedir. (s. 196) 

Hamas’ın olası el-Kaide bağlantısı da Chehab tarafından sorgulanmaktadır. Yazar “kurgunun gerçeğin önüne geçtiğini” söyleyerek İsrail’in iddiasının aksine, 
İsrail’in Filistin topraklarında sahte el-Kaide hücreleri organize etmeye çalıştığına dair kanıtların olduğunu belirtmektedir. (s. 220) Bu kanıtlar Filistin 
Önleyici Güvenlik Servisi tarafından ortaya çıkarılmıştır. Buna göre İsrail, 11 Eylül saldırılarını kullanarak kendi operasyonlarını aklamaya çalışmaktadır. (s. 

221) Ayrıca kitapta Hamas’ın el-Kaide’den farklı olarak mücadelesinin ülke sınırlarının ötesine geçmeyeceğini ilan ettiği belirtilmekte ve Halid Meşal’in 
Hamas’ın her zaman Filistin halkının çıkarları doğrultusunda hareket etmek Ortadoğu Etütleri, Ocak 2010 Zaki Chehab gibi bir görüşü olduğu şeklindeki 
açıklamasına da yer verilmektedir. (s. 226


227) Bu nedenlerin yanında Chehab el-Kaide’nin Filistin’de diğer Arap ülkelerinde olduğu gibi emir atamadığını belirtmekte bunu da el-Kaide’nin Filistin’de geniş halk desteğine sahip olmamasına bağlamaktadır. (s. 232) Ve gelecekte olabilecek bir bağlantının da Filistin davasına yarardan çok zarar getireceğini düşünmektedir. (s. 233) 

Chehab “Hamas’ın geleceğine” bakarken öncelikli olarak örgütün hükümet olarak günümüz politikalarını tartmaktadır. Bu noktada 26 Mayıs 2006 tarihinde 
Hamas, el-Fetih, İslami Cihat, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi tarafından imzalanan ve askeri grupların bir 
şemsiye altında koordine edilmesini, Filistin devletinin kurulmasını, mültecilerin dönüş hakkını ve İsrail’in var olma hakkını ihtiyatla öngören “Tutsaklar Belgesinin” Hamas ve el-Fetih’in ilişkilerini güçlendirdiği, bu belge ile Hamas’ın Filistin Özerk Yönetimini Filistin’in tek temsilcisi olarak kabul ettiği ve yine bu 
belge ile Arap zirve kararlarını kabul eden Hamas’ın böylece Birleşmiş Milletler kararlarını da kabul etmiş olduğu vurgulanmaktadır. (s. 239) Günümüzde 
Hamas’ın daha önce el-Fetih’in yaptığı hataları tekrarlayarak sahip olduğu desteğin % 35 oranında düştüğü, ancak İsrail askerinin kaçırılması ve Gazze 
savaşının ardından desteğin tekrar arttığı belirtilmektedir. Genel olarak Hamas’ın günümüz politikalarını eleştiren Chehab “umutsuzluk ve yoksulluk” 
üzerine gelişen Hamas gerçeğinin öyle ya da böyle kabul edilmek zorunda olduğunu söyleyerek kitabını bitirmektedir. (s. 264-269) 

Sonuç olarak akademik endişelerden ziyade gazeteci gözüyle yazılan “Militanların, Şehitlerin ve Casusların Anlatılmamış Öyküsü: Hamas” kitabı bize bir parçası bazen liderlerin, bazen muhbirlerin, bazen şehitlerin, bazen de şehit annelerinin hikayesi olan Hamas’ın hikayesini onların kendi ağızlarından anlatmaktadır. 

Böylece ilk elden kaynaklarla Hamas’ı ve Filistin meselesini içeriden anlatan bu kitap akademik çalışmalara kaynaklık edecektir. 

Ortadoğu Etütleri, Ocak 2010 
Berna Süer 

***

KİMLİK VE DIŞ POLİTİKA EKSENİNDE MISIR DIŞ POLİTİKASI



KİMLİK VE DIŞ POLİTİKA EKSENİNDE MISIR DIŞ POLİTİKASI 





Diğer geri kalmış ülkelerde olduğu gibi ‘üst/birleştirici’ bir ulus kimliğinin oluşturulamadığı Mısır’da da iktidara gelen her otoritenin, rejiminin çıkarlarıyla bağlantılı olarak alt kimlikleri ön plana çıkararak kendi kimlik politikasını uygulamaya koyduğu ve Mısır’ın siyasal vizyonunu daraltan bir strateji izlediği görülmüştür. 

Özge Gökçen TERZİ 


Bir şeyi o şey yapan unsurların toplamı’ olarak kabul edilen ve varlık olmanın kaçınılmaz bir boyutu olarak görülen kimlik, daha önceki dönemlerde 
dış politika analizlerinde kullanılmış olsa da uluslararası ilişkiler disiplininde popüler bir hal alması konstrüktivizmle birlikte olmuştur. Zira neorealizmin 
ve neoliberalizmin dışsal ve verili olarak kabul ettiği aktör kimlikleri, konstrüktivizm tarafından yeniden yorumlanmış ve ona yön veren çıkarların 
değişmesiyle birlikte farklılaşabilecekleri ortaya konmuştur. 

Aktörler kim olduklarını ve ne istediklerini bilmeden çıkarlarını belirleyemezler. Dolayısıyla kimlikler çıkarların, çıkarlar da izlenilen politikaların kaynağı olarak 
görülmektedir. Zira kimlikler çıkarlar olmadan motivasyonel güce, çıkarlar da kimlikler olmadan belirli bir yöne sahip olamazlar. Bu perspektiften bakınca uluslararası ilişkilerin halen en önemli aktörü olarak kabul edilen devletlerin politikalarını açıklamak için çıkarlarını, çıkarlarını doğru okuyabilmek adına da yine öncelikle sahip olduğu kimliği anlamak gerekmektedir. 

Nasır Dönemi Mısır Dış Politikası 

Cumhuriyet sonrası Mısır’ın siyasal tarihine bakıldığında da iktidarların kimlik tercihlerinin onların gerek iç gerekse dış politikalarına yön verdiği görülmektedir. Devrim sonrası süreçte bir kimliğe bağlılığın kitleleri arkasından sürükleyeceğini düşünen Nasır 1962 yılında ‘Milli Eylem Belgesi’ni kongreye sunmuştur. Böylece rejimin eylemlerini ideolojik bir temele oturtma, kitlelerde kaybedilen heyecanı yeniden uyandırma ve Mısırlı gençleri devrimci hedeflerle başarısına inandırmak adına ‘Arap Sosyalizmi’ ile yönetilen Arap kimliğine sahip Mısır’ın yeni prensiplerini açıklamıştır. Kısaca Nasır’ın politikalarını bu kimlik tercihleri belirlemiş ve çıkarları kimliğini, kimlikleri de çıkarlarını şekillendirirken o güne kadar Batı ile omuz omuza vermiş bir ülkenin Batı karşıtı bir pozisyon almasına neden olmuştur. 

Sedat Dönemi Mısır Dış Politikası 

Bir aktör olarak devletler ya da bireyler, kimliğini oluşturan tüm verileri, içinde bulundukları zamanın ve konjonktürün gereklerine göre yorumlamaktadır. Bu yüzden bir ülkenin içeride ya da dışarıda değişen tüm şartlara rağmen ulusal kimliğinin sürekli aynı yüzünü ön plana çıkaracağını düşünmek doğru olmayacaktır. Sosyal olarak inşa edildiği düşünülen düşman, tehdit, anarşi ve egemenlik gibi kavramların zamanla değişebilir olduğunu iddia eden konstrük tivizmin kimlik ve dış politika ilişkisindeki temel iddiası da söz konusu bu ‘değişim’ üzerine kuruludur. 

Bu bağlamda Enver Sedat, iktidarının meşruluğunu sağlamak adına önce İslami kimliğini ön plana çıkarmış, daha sonra bu kimliği ‘öteki’ olarak ilan ederek politika üretmeye çalışmıştır. Gerek ülke içindeki sosyo-ekonomik gerekse uluslararası arenada yaşadığı sorunlarını Batı karşıtı bir kimlikle değil de ABD’nin desteğini alarak çözebileceğini düşünen Sedat, İsrail ile anlaşma masasına oturmuştur. İzlediği politikalar, bir dönem Arap milliyetçiliğinin merkezi olan Mısır’ın Arap Birliği’nden çıkarılmasına sebep olduğu gibi Filistin ve Kudüs’ün kurtarılması ideali çerçevesinde şekillenen Müslüman-Arap kimliği açısından da yıkıcı sonuçlara yol açmıştır. 

Mübarek Dönemi Mısır Dış Politikası 

Arap Ligi ve İslam Konferansı gibi örgütlerden çıkarılan Mısır’ı devralan Mübarek ise başlangıçta bu dışlanmışlığın farkındalığı ile hareket etmeye çalışmıştır. 
Mübarek, Sedat döneminde ihmal edilen Sovyet Bloğu ve Bağlantısızlar grubu ile bir denge arayışı içerisine girerek ilişkileri düzeltemeye yönelik bir politika izlemiş, fakat bu çabası uzun soluklu olmamıştır. 

Batı ile izlenmeye çalışılan bağlantısızlık politikası ve Arap ülkeleri ile yakınlaşma çabaları Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi üzerine sekteye uğramış ve Mübarek döneminde de ülkenin Batı yanlısı kimliği ‘rejimin güvenliği ve çıkarları gereği’ korunarak Mısır’ın ABD ile ilişkileri yeniden ivme kazanmıştır. 

Mursi Dönemi Mısır Dış Politikası 



25 Ocak Devrimi’nin ardından Mısır’da ilk kez demokratik bir seçim sonucunda devlet başkanlığı koltuğuna oturan Mursi’ye bakıldığında ise temsil ettiği İslami 
kimlikten duyulan kuşkunun aksine ‘dengeli bir dış politika (a balanced foreign policy)’ izlemeye çalışmıştır. İsrail ile olanlar da dâhil olmak üzere, tüm uluslararası anlaşmalara sadık kalacağını söyleyen Mursi, hem uluslararası sistemdeki dengeleri hem de içerideki kırılgan desteği iyi okumuş ve çok yönlü bir siyaset arayışına girmiştir. Mısır’ın çıkarlarını önceleyen bir dış politika izleyeceğinin sinyallerini veren Mursi, bir yandan Çin ve İran’a yönelik yeni bir yaklaşım geliştirmeye çalışmış, diğer yandan ABD ve Rusya ile de bağlarını koparmamaya özen göstermiştir. Aynı zamanda üç yıldır aralıksız olarak devam eden Suriye iç savaşına çözüm bulmak adına Türkiye, Suudi Arabistan ve İran’la bir araya gelen Mursi, bir barış inisiyatifi başlatmak istemiştir. Ancak Mursi döneminde, İsrail’in Gazze’ye saldırmasının ardından eski rejimin 
Batı eksenli politikaları bağlamında bu ülkeye verilen zımni destek, yerini Filistin’e verilen açık desteğe bırakmıştır. Saldırıların ardından hemen İsrail’i kınayan Mısır, büyükelçisini de ülkesine geri çağırmıştır. 

Tüm bu çabalarına rağmen İslami kimlik, gerek ülke içinde gerekse uluslararası camiada yaşadığı meşruiyet sorununu aşamamış ve Mursi iktidarına 3 Temmuz darbesi ile son verilmiştir. 

El-Sisi Dönemi Mısır Dış Politikası 

Abdülfettah El-Sisi döneminde Mısır dış politikasına üç önemli faktörün yön verdiği görülmektedir. Bunlardan ilki askeri bir darbeyle yönetimi ele geçiren rejimin uluslararası arenadaki meşruiyet arayışları, ikincisi ülkenin uzun zamandır içinde olduğu ekonomik bunalımdan kurtulma çabaları, sonuncusu ise Sisi’nin ilk açıklamalarında da dile getirdiği gibi Mısır’ın tarihi misyonunu yeniden kazanma girişimleri ile Arap ve Afrika bölgesinde ülkenin stratejik vizyonunun restorasyonu olmuştur. 

Mısır’da yaşananları ‘darbe’ olarak nitelemekten kaçınan ülkeler nezdinde zaten bir meşruluk sorunu yaşamayan Sisi, ekonomik krizden çıkış yolları ararken de 
gerek darbe öncesi gerekse darbe sonrasında desteklerini esirgemeyen Körfez ülkelerinden finansal açıdan büyük miktarda yardım almıştır. Sisi’nin iktidara geçmesini ‘tarihi bir gün’ olarak gören Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Kuveyt ve Bahreyn, siyasal İslam tehdidi karşısında yeni rejimin arkasında durmuştur. 

<  Abdülfettah El-Sisi döneminde Mısır dış politikasına üç önemli faktörün yön verdiği görülmektedir. Bunlardan ilki askeri bir darbeyle yönetimi ele geçiren rejimin uluslararası arenadaki meşruiyet arayışları, ikincisi ülkenin uzun zamandır içinde olduğu ekonomik bunalımdan kurtulma çabaları, sonuncusu ise Sisi’nin ilk açıklamalarında da dile getirdiği gibi Mısır’ın tarihi misyonunu yeniden kazanma girişimleri ile Arap ve Afrika bölgesinde ülkenin stratejik vizyonunun restorasyonu olmuştur. >

Darbe sonrası dönemde dış politikada bahsi en çok geçen ülkelerin başında Libya gelmiştir. Zira İslamcıların ülkede kontrolü ele alması halinde, Libya’nın ulusal 
güvenliği için bir tehdit olabileceğini düşünen Mısır, Halife Hafter’in teröre karşı mücadele adı altında başlattığı Kerame (Onur) Operasyonu’na destek vermekle 
suçlanmış fakat bu iddiaları reddetmiştir. 


ABD, Sisi’nin iktidara gelmesinin ardından “ Stratejik ortaklığımızı derinleştirmek ve iki ülkenin paylaştığı ortak çıkarları geliştirmek için Sisi ile çalışmayı 
dört gözle bekliyoruz ” şeklinde yaptığı açıklama ile ilişkilerin seyrini de belirlemiştir. Ancak Sisi yönetimi tek bir güce bağımlı kalmak yerine dış politika seçeneklerini artırmak adına Rusya ile üç milyar dolarlık - Suudi Arabistan ve BAE tarafından ödenecek- bir silah anlaşması yapmıştır. 

Sonuç olarak, diğer geri kalmış ülkelerde olduğu gibi ‘üst/birleştirici’ bir ulus kimliğinin oluşturulamadığı Mısır’da da iktidara gelen her otoritenin, rejiminin çıkarlarıyla bağlantılı olarak alt kimlikleri ön plana çıkararak kendi kimlik politikasını uygulamaya koyduğu ve Mısır’ın siyasal vizyonunu daraltan bir strateji izlediği görülmüştür. Monarşi sonrası iktidara gelen her üç rejimde de halk iradesinin devlet bürokrasisine nüfuz etmesine izin verilmemiş, iktidarların belirlediği kimlik politikalarının topluma ve ülkenin dış politikasına yön verdiği görülmüştür. Mursi döneminde ise izlenen çok boyutlu dış politikanın sonuç vermesine izin verilmemiştir. 

Bu bağlamda bundan sonraki süreçte Mısır’ın içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulabilmesi için sahip olduğu farklı kimliklerin Mısır dış politikasıyla bütünleştirilmesi ve Müslüman Kardeşler gibi önemli bir siyasal aktörün diğer rejimlerde olduğu gibi meşru siyaset sahnesinden dışlanmaması gerekmektedir. 
Zira söz konusu durum yalnızca Mısır’da değil, tüm bölgede demokratik sistem içerisinde yer alması gerekirken siyasal zeminden dışlanan aktörlerin radikalize bir kimliğe bürünmesine sebebiyet verecektir. 


Araştırma Görevlisi, Uludağ Üniversitesi 

***