29 Aralık 2016 Perşembe

KİMLİK VE DIŞ POLİTİKA EKSENİNDE MISIR DIŞ POLİTİKASI



KİMLİK VE DIŞ POLİTİKA EKSENİNDE MISIR DIŞ POLİTİKASI 





Diğer geri kalmış ülkelerde olduğu gibi ‘üst/birleştirici’ bir ulus kimliğinin oluşturulamadığı Mısır’da da iktidara gelen her otoritenin, rejiminin çıkarlarıyla bağlantılı olarak alt kimlikleri ön plana çıkararak kendi kimlik politikasını uygulamaya koyduğu ve Mısır’ın siyasal vizyonunu daraltan bir strateji izlediği görülmüştür. 

Özge Gökçen TERZİ 


Bir şeyi o şey yapan unsurların toplamı’ olarak kabul edilen ve varlık olmanın kaçınılmaz bir boyutu olarak görülen kimlik, daha önceki dönemlerde 
dış politika analizlerinde kullanılmış olsa da uluslararası ilişkiler disiplininde popüler bir hal alması konstrüktivizmle birlikte olmuştur. Zira neorealizmin 
ve neoliberalizmin dışsal ve verili olarak kabul ettiği aktör kimlikleri, konstrüktivizm tarafından yeniden yorumlanmış ve ona yön veren çıkarların 
değişmesiyle birlikte farklılaşabilecekleri ortaya konmuştur. 

Aktörler kim olduklarını ve ne istediklerini bilmeden çıkarlarını belirleyemezler. Dolayısıyla kimlikler çıkarların, çıkarlar da izlenilen politikaların kaynağı olarak 
görülmektedir. Zira kimlikler çıkarlar olmadan motivasyonel güce, çıkarlar da kimlikler olmadan belirli bir yöne sahip olamazlar. Bu perspektiften bakınca uluslararası ilişkilerin halen en önemli aktörü olarak kabul edilen devletlerin politikalarını açıklamak için çıkarlarını, çıkarlarını doğru okuyabilmek adına da yine öncelikle sahip olduğu kimliği anlamak gerekmektedir. 

Nasır Dönemi Mısır Dış Politikası 

Cumhuriyet sonrası Mısır’ın siyasal tarihine bakıldığında da iktidarların kimlik tercihlerinin onların gerek iç gerekse dış politikalarına yön verdiği görülmektedir. Devrim sonrası süreçte bir kimliğe bağlılığın kitleleri arkasından sürükleyeceğini düşünen Nasır 1962 yılında ‘Milli Eylem Belgesi’ni kongreye sunmuştur. Böylece rejimin eylemlerini ideolojik bir temele oturtma, kitlelerde kaybedilen heyecanı yeniden uyandırma ve Mısırlı gençleri devrimci hedeflerle başarısına inandırmak adına ‘Arap Sosyalizmi’ ile yönetilen Arap kimliğine sahip Mısır’ın yeni prensiplerini açıklamıştır. Kısaca Nasır’ın politikalarını bu kimlik tercihleri belirlemiş ve çıkarları kimliğini, kimlikleri de çıkarlarını şekillendirirken o güne kadar Batı ile omuz omuza vermiş bir ülkenin Batı karşıtı bir pozisyon almasına neden olmuştur. 

Sedat Dönemi Mısır Dış Politikası 

Bir aktör olarak devletler ya da bireyler, kimliğini oluşturan tüm verileri, içinde bulundukları zamanın ve konjonktürün gereklerine göre yorumlamaktadır. Bu yüzden bir ülkenin içeride ya da dışarıda değişen tüm şartlara rağmen ulusal kimliğinin sürekli aynı yüzünü ön plana çıkaracağını düşünmek doğru olmayacaktır. Sosyal olarak inşa edildiği düşünülen düşman, tehdit, anarşi ve egemenlik gibi kavramların zamanla değişebilir olduğunu iddia eden konstrük tivizmin kimlik ve dış politika ilişkisindeki temel iddiası da söz konusu bu ‘değişim’ üzerine kuruludur. 

Bu bağlamda Enver Sedat, iktidarının meşruluğunu sağlamak adına önce İslami kimliğini ön plana çıkarmış, daha sonra bu kimliği ‘öteki’ olarak ilan ederek politika üretmeye çalışmıştır. Gerek ülke içindeki sosyo-ekonomik gerekse uluslararası arenada yaşadığı sorunlarını Batı karşıtı bir kimlikle değil de ABD’nin desteğini alarak çözebileceğini düşünen Sedat, İsrail ile anlaşma masasına oturmuştur. İzlediği politikalar, bir dönem Arap milliyetçiliğinin merkezi olan Mısır’ın Arap Birliği’nden çıkarılmasına sebep olduğu gibi Filistin ve Kudüs’ün kurtarılması ideali çerçevesinde şekillenen Müslüman-Arap kimliği açısından da yıkıcı sonuçlara yol açmıştır. 

Mübarek Dönemi Mısır Dış Politikası 

Arap Ligi ve İslam Konferansı gibi örgütlerden çıkarılan Mısır’ı devralan Mübarek ise başlangıçta bu dışlanmışlığın farkındalığı ile hareket etmeye çalışmıştır. 
Mübarek, Sedat döneminde ihmal edilen Sovyet Bloğu ve Bağlantısızlar grubu ile bir denge arayışı içerisine girerek ilişkileri düzeltemeye yönelik bir politika izlemiş, fakat bu çabası uzun soluklu olmamıştır. 

Batı ile izlenmeye çalışılan bağlantısızlık politikası ve Arap ülkeleri ile yakınlaşma çabaları Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi üzerine sekteye uğramış ve Mübarek döneminde de ülkenin Batı yanlısı kimliği ‘rejimin güvenliği ve çıkarları gereği’ korunarak Mısır’ın ABD ile ilişkileri yeniden ivme kazanmıştır. 

Mursi Dönemi Mısır Dış Politikası 



25 Ocak Devrimi’nin ardından Mısır’da ilk kez demokratik bir seçim sonucunda devlet başkanlığı koltuğuna oturan Mursi’ye bakıldığında ise temsil ettiği İslami 
kimlikten duyulan kuşkunun aksine ‘dengeli bir dış politika (a balanced foreign policy)’ izlemeye çalışmıştır. İsrail ile olanlar da dâhil olmak üzere, tüm uluslararası anlaşmalara sadık kalacağını söyleyen Mursi, hem uluslararası sistemdeki dengeleri hem de içerideki kırılgan desteği iyi okumuş ve çok yönlü bir siyaset arayışına girmiştir. Mısır’ın çıkarlarını önceleyen bir dış politika izleyeceğinin sinyallerini veren Mursi, bir yandan Çin ve İran’a yönelik yeni bir yaklaşım geliştirmeye çalışmış, diğer yandan ABD ve Rusya ile de bağlarını koparmamaya özen göstermiştir. Aynı zamanda üç yıldır aralıksız olarak devam eden Suriye iç savaşına çözüm bulmak adına Türkiye, Suudi Arabistan ve İran’la bir araya gelen Mursi, bir barış inisiyatifi başlatmak istemiştir. Ancak Mursi döneminde, İsrail’in Gazze’ye saldırmasının ardından eski rejimin 
Batı eksenli politikaları bağlamında bu ülkeye verilen zımni destek, yerini Filistin’e verilen açık desteğe bırakmıştır. Saldırıların ardından hemen İsrail’i kınayan Mısır, büyükelçisini de ülkesine geri çağırmıştır. 

Tüm bu çabalarına rağmen İslami kimlik, gerek ülke içinde gerekse uluslararası camiada yaşadığı meşruiyet sorununu aşamamış ve Mursi iktidarına 3 Temmuz darbesi ile son verilmiştir. 

El-Sisi Dönemi Mısır Dış Politikası 

Abdülfettah El-Sisi döneminde Mısır dış politikasına üç önemli faktörün yön verdiği görülmektedir. Bunlardan ilki askeri bir darbeyle yönetimi ele geçiren rejimin uluslararası arenadaki meşruiyet arayışları, ikincisi ülkenin uzun zamandır içinde olduğu ekonomik bunalımdan kurtulma çabaları, sonuncusu ise Sisi’nin ilk açıklamalarında da dile getirdiği gibi Mısır’ın tarihi misyonunu yeniden kazanma girişimleri ile Arap ve Afrika bölgesinde ülkenin stratejik vizyonunun restorasyonu olmuştur. 

Mısır’da yaşananları ‘darbe’ olarak nitelemekten kaçınan ülkeler nezdinde zaten bir meşruluk sorunu yaşamayan Sisi, ekonomik krizden çıkış yolları ararken de 
gerek darbe öncesi gerekse darbe sonrasında desteklerini esirgemeyen Körfez ülkelerinden finansal açıdan büyük miktarda yardım almıştır. Sisi’nin iktidara geçmesini ‘tarihi bir gün’ olarak gören Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Kuveyt ve Bahreyn, siyasal İslam tehdidi karşısında yeni rejimin arkasında durmuştur. 

<  Abdülfettah El-Sisi döneminde Mısır dış politikasına üç önemli faktörün yön verdiği görülmektedir. Bunlardan ilki askeri bir darbeyle yönetimi ele geçiren rejimin uluslararası arenadaki meşruiyet arayışları, ikincisi ülkenin uzun zamandır içinde olduğu ekonomik bunalımdan kurtulma çabaları, sonuncusu ise Sisi’nin ilk açıklamalarında da dile getirdiği gibi Mısır’ın tarihi misyonunu yeniden kazanma girişimleri ile Arap ve Afrika bölgesinde ülkenin stratejik vizyonunun restorasyonu olmuştur. >

Darbe sonrası dönemde dış politikada bahsi en çok geçen ülkelerin başında Libya gelmiştir. Zira İslamcıların ülkede kontrolü ele alması halinde, Libya’nın ulusal 
güvenliği için bir tehdit olabileceğini düşünen Mısır, Halife Hafter’in teröre karşı mücadele adı altında başlattığı Kerame (Onur) Operasyonu’na destek vermekle 
suçlanmış fakat bu iddiaları reddetmiştir. 


ABD, Sisi’nin iktidara gelmesinin ardından “ Stratejik ortaklığımızı derinleştirmek ve iki ülkenin paylaştığı ortak çıkarları geliştirmek için Sisi ile çalışmayı 
dört gözle bekliyoruz ” şeklinde yaptığı açıklama ile ilişkilerin seyrini de belirlemiştir. Ancak Sisi yönetimi tek bir güce bağımlı kalmak yerine dış politika seçeneklerini artırmak adına Rusya ile üç milyar dolarlık - Suudi Arabistan ve BAE tarafından ödenecek- bir silah anlaşması yapmıştır. 

Sonuç olarak, diğer geri kalmış ülkelerde olduğu gibi ‘üst/birleştirici’ bir ulus kimliğinin oluşturulamadığı Mısır’da da iktidara gelen her otoritenin, rejiminin çıkarlarıyla bağlantılı olarak alt kimlikleri ön plana çıkararak kendi kimlik politikasını uygulamaya koyduğu ve Mısır’ın siyasal vizyonunu daraltan bir strateji izlediği görülmüştür. Monarşi sonrası iktidara gelen her üç rejimde de halk iradesinin devlet bürokrasisine nüfuz etmesine izin verilmemiş, iktidarların belirlediği kimlik politikalarının topluma ve ülkenin dış politikasına yön verdiği görülmüştür. Mursi döneminde ise izlenen çok boyutlu dış politikanın sonuç vermesine izin verilmemiştir. 

Bu bağlamda bundan sonraki süreçte Mısır’ın içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulabilmesi için sahip olduğu farklı kimliklerin Mısır dış politikasıyla bütünleştirilmesi ve Müslüman Kardeşler gibi önemli bir siyasal aktörün diğer rejimlerde olduğu gibi meşru siyaset sahnesinden dışlanmaması gerekmektedir. 
Zira söz konusu durum yalnızca Mısır’da değil, tüm bölgede demokratik sistem içerisinde yer alması gerekirken siyasal zeminden dışlanan aktörlerin radikalize bir kimliğe bürünmesine sebebiyet verecektir. 


Araştırma Görevlisi, Uludağ Üniversitesi 

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder