31 MART İSYANI.., BÖLÜM 4
ABDÜLHAMİD TAHTTAN İNDİRİLDİ
Yeşilköy'den İstanbul'a dönen Millet Meclisi'nin ilk toplantı gündeminde Sultan Hamid'in tahttan indi rilmesi vardı. Fakat gariptir ki, Meclis bu işin sorumluluğu nu üzerine alamamış, önce Ayan'm, hal mese lesini konuşması için fetva istenmesi yoluna gidilmiş tir. Fakat Fetva Emini Nuri Efendi isteneni vermeye yanaşmadığı için yük, Şeyhülislam Ziyaettin Efen dimin omuzlarına yüklenmiştir. Neticede Meclis, hal li kabul etti ve kurulan bir parlamento heyeti karan Abdülhamid'e bildirdi.
Hamid'in yerine Mehmet Paşa Efendi tahta geç miş ve eski padişah o gece trenle Selanik'e gönderil mişti.,
KAÇANLAR, YAKALANANLAR
Hareket Ordusu'nun duruma hâkim olduğu anla şılır anlaşılmaz, 31 Mart olaylannı yaratanlar, birer iki şer İstanbul'dan, Osmanlı diyarından kaçabilmenin yollarını aradılar. Kaçanların başında Volkan gazetesi sahibi Derviş Vahdeti, Kâmil Paşazade Sait Paşa, Abdullah Zühtü, Ali Kemal, Berat mebusu İsmail Kemal, Serbesti gazetesi başyayzarı Rifat, Ergiri milletvekili Müfit, Ahrar Fırkası Genel Sekreteri Nurettin Ferruh bulun makta idiler. Ayrıca, Prens Sabahattin Bey, Mizancı Murat Bey, Osmanlı gazetesi sahibi Ahmet Fazlı Bey de tutuklanmışlardı. Bunlardan Prens Sabahattin Bey'le Ahmet Fazlı Bey serbest bırakıldı. Murat Bey, Rodos'ta ölünceye kadar kalebentliğe mahkûm edildi. Mevlanazade Rifat ve Sait Paşa hakkında gıyaben verilen kararda Rifat Bey, 10 yıl süre ile sürgün ceza sı aldı, Sait Paşa da askerlikten tard edildi.Uçe ayrılan sıkıyönetim mahkemelerinden ilk ka rar 3 Mayıs'ta çıktı ve derhal infaz olundu. 13 kişi asıl mıştı. Bunlar askerin basma geçip kumandayı ele alan çavuşlardı. Ayrıca, Nazım Paşa ile Aslan Bey'i öldü ren 5 kişi Ayasofya'da, yine askeri teşvik eden 5 çavuş ve onbaşı Beyazıt'ta, Mülazım İlyas'ı öldüren üç er köprüde idam edildiler. 12 Mayıs'ta Ali Kabulî Bey'i öldüren 16 kişinin sekizi Kasımpaşa, diğerleri ise Beşiktaş ve Beyazıt'ta asıldılar ki, bunlar deniz askerleriydiler. İsyancılarla işbirliği yaptıkları için 17 Mayıs'ta asılan 5 kişiden başka, saraydan Başmusahip Cevher Ağa, tütün kıyıcısı Mustafa Ağa, Tüfekçi Albay Halil,
Danıştay üyelerinden Tayyar, Protesto gazetesi yazarı Nadiri Fevzi, Rüsumat Kalemi Müdür Yardımcısı Tevfik ve Derviş Vahdeti'nin arkadaşlarından Enderunlu Lütfü, 27 Mayıs'ta asılanlar arasındadırlar. Son partide ise Derviş Vahdeti ile birlikte, yaver ve hafiye Kabasakal Mehmet Paşa, Erzurum'da isyan cıları destekleyen Yusuf Paşa, İttihadı Muhammedi Cemiyeti'nden Yüzbaşı Hakkı, İspatari'yi öldüren İzmirli Saim vardı. Ayrıca, Meclis'te isyancılar adına nutuk atan Ho ca Rasim müebbet, Tüfekçibaşı Tahir ile İkinci Tüfekçi Küçük Tahir Paşalar 6'şar yıl küreğe mahkûm edilmişlerdi. Abdülhamid'in yakınlarından Serasker Rıza, Ha san Rami, Zeki, Memduh Paşalar, daha sonra Büyükada'ya sürüldüler.
DERVİŞ VAHDETİ'NİN KAÇIŞI
Hareket Ordusu'nun İstanbul'a yaklaşması Vahdeti'yi tedirgin etmiş, yobaz, daha isyanın 5'inci gü nü kaçmayı tasarlamıştı. Önce İngilizlerin adamı Sait paşa'ya
başvurdu ve onun tavsiyesiyle Şehzade Vahdettin'in sarayına sığınmak istedi. Vahdettin'in red ce vabı üzerine Gebze'ye kaçtı. Bütün ümidi ilçede hayli kuvvetli olan İttihadı Muhammedi Cemiyeti vasıta sıyla yakasını kurtarmaktı. Kıyafet değiştirerek Gebze'den yola çıktı. Niyeti İzmir'e gitmek, Ege'den yabancı bir ülkeye kaçmak tı. Bir kılavuz aldı, trende iki subayın kendisinden şüp helenmesi üzerine Hereke'de indi. Yollarda konaklaya konaklaya Bergama'ya geldi. Oradan bir arabayla İzmir'e geçti. Para bulmak için başvurduğu bir hemşehrisi tarafından ihbar edildi, yakalandı ve İstanbul'a gönderildi. 16 Mayıs tarihli Tanin, Derviş'in yakalanışından sonraki tafsilatı verirken, sorgusunda hüviyetini belli etmemek için nasıl direndiğini yazar. Bu direnme kar şısında İzmir Savcısı, ihbar eden hemşehrisini çağırır ve nihayet Derviş her şeyi bülbül gibi söylemeye mec bur olur. 18 Mayıs tarihli Tanin'de ise Volkan sahibi nin Aleksandros vapuru ile İstanbul'a getirilişinin hi kâyesi şöyledir: " Vapur rıhtıma yaklaşır yaklaşmaz Vahdeti'nin kötü ayağından olacak ki, hava birdenbire karardı. Fırtına şiddetlendi, yağmur yağdı. Bu vatan hainini görmek
üzere kadmerkek birçok kişi rıhtımın üzerinde idiler. Bir sandala atlayarak vapura çıktım. Doğruca Vahdetimin bulunduğu yere gittim. Ufak iki yataklı bir kamaradaydı.
Orta boylu, biraz şişmanca, sakalını ma kine ile kestirmiş, saçları alelade, başında bir püskülsüz fes, arkasında aba, vardı. Şalvar giymişti. Yüzünde pişmanlık işareti görülmüyordu. Yalnız gözlerini bir noktaya dikerek mütemadiyen düşünüyor gibiydi. Gericilerden Çerkeş Salih'le, medrese öğrencilerinden Ahmet Hilmi beraberinde idiler. Vapurdan çıkarılıp önce Sarayburnu'ndaki Askerlik Dairesi'ne, oradan Divanyolu'nu takiben Harbiye Nezareti'ne götürüldü..." Derviş Vahdeti'nin yargılanması bir aydan fazla sürdü. 25 Haziran'da idamına karar verildi. Vahdeti kendini kurtarmak için hayli çaba göster miş, sonunda Hareket Ordusu Kumandanlığı'na ver diği bir dilekçe ile, deli olduğunu ileri sürerek, mah kemenin bu durumu göz önüne almasını istemiştir. Derviş'in mektubu sadeleştirilmiş şekliyle şöyledir: "irsi olarak asabi nöbetler geçirdiğim için çoğun lukla yazdığım şeylerin faydasını ve zararım düşüne meyecek durumda bulunduğumu
Sıkıyönetim Kumandanlığı'na. bildirmiştim. Nazara almadılar. Bunu ada let adına söylemek zorunluğundayım." Derviş Vahdeti gerçekten deli miydi?
Yazılarına bakılırsa onda bir ruhi sapıklığın, muvazenesizliğin bulunduğu göze çarpıyor. Fakat bu muvazenesizliğin yanında haris olduğu ve kendisini pek kurnaz zannettiği de bilinmektedir. Ayrıca Vahdetimin bir karakte ristiği de her kalıba girebilmesidir. Hele ucunda para ve can olunca Derviş, söylediklerinin tersini yapmaya da hazırdır. KARAR Sıkıyönetim Mahkemesi'nin kararından ilgi çekici bölümler Vahdeti'yi daha iyi tanımamıza imkân verebilir. Bakınız ne diyor, mahkeme: "Volkan gazetesi imtiyaz sahibi olup fesat çıkaran yayınlarıyla geçen Mart'm 31 'inci Salı günü mey dana gelen irticai ve askeri ihtilali hazırlamaktan sanık olan ve Birinci Sıkıyönetim Mahkemesi'nin de rin soruşturma ve yargılaması sonunda hiçbir ilmi ve içtimai terbiye görmeyerek, şimdiye kadar içki ve şarkıcılıkla serseri bir hayat geçirmiş olduğu sorgu sıra sında kendi itirafıyla meydana çıkan, Mehmet oğlu Kıbrıslı Derviş Vahdeti adındaki şahıs Volkan gazete sini yayınlamaya başladıktan sonra, firarından dolayı arkasından kanuni takibat yapılan Emirîzade Ömer Lütfi ile birleşerek ittihadı Muhammedi adı altında bir cemiyet kurmayı kararlaştırmış, gazetesini önce bu cemiyetin yayın organı haline getirmiş, sonra da Ömer Lütfi'yle arkadaşlarını terkederek cemiyeti kendisinin idare ettiği anlaşılmıştır. Bu arada iyi niyetle gazetesine müracaat eden bazı ulemâyı Cemiyete üye yazarak ilan etmiş, bu yüzden saf vatandaşları da çekerek onlara şubeler açtırmıştır. Cemiyetin fikirlerinin yayıcısı ve başkanı sıfatını takınarak din ve şeriat per desi altında mütemadiyen yayınladığı tahrik edici ve fesat çıkarıcı makaleleriyle halkın üzerinde özel bir et ki yaptığı gibi, kışlalara sokulan Volkan gazetesinde ki Mehdiyane yazılarıyla askeri etkisi altına almış ve bunları hükümet ile Millet Meclisi başkan ve üyelerin den bazılarının aleyhine sevk etmiştir. İnkâra rağmen Vahdetimin 31 Mart günü Millet Meclisi önündeki askerler arasında bulunduğu da ortaya çıkmıştır..." Kararda da görülmektedir ki, Derviş Vahdeti as lında her şeyi yapabilecek tıynette bir serseridir. 2'nici Meşrutiyet'in anarşisi kendisine fırsat vermiş, memleketi 31 Mart'a kadar götürmüştür.
ABDÜLHAMİD'İN YARGILANMASI MESELESİ
İsyancıların duruşmasını bitiren 1 'inci Sıkıyöne tim Mahkemesi hazırladığı raporda, tahttan indirilen Sultan Abdülhamid'in de yargılanmasını ister.
Fakat Tevfik Paşa'nm yerine geçen Hüseyin Hilmi Paşa kabinesi bu teklifi kabul etmez.
1 'inci Sıkıyönetim Mahkemesi'nin Abdülhamid'in yargılanması için ileri sürdüğü gerekçe ana hatlarıyla şudur:
1 - Abdülhamid, hafiyeliği ortadan kaldıracağını ilan ettiği halde vaadine uymamış, 2'nci Meşrutiyet'in ilanından itibaren yeniden hafiyeler kullanmaya başlamıştır. Bu arada İttihat ve Terakki Cemiyetimin Se lanik Kongresiyle İstanbul'daki bütün toplantı ve kon feranslara hafiyeler gönderilmiştir.
2 - Mabeyn tütün kıyıcısı Mustafa, Birinci Musahip Cevher Ağa, tüfekçilerden Albay Halil'i kötülük vasıtası olarak seçmiş, bunları meşhur hafiyelerden Danıştay Başkanlığı eski Teftiş Heyeti üyesi Nadiri Fevzi, eski Gümrük Dairesi İstatistik Kalemi Müdür Yardımcısı Tevfik Beylerle temasta bulundurmuş, hep sine paralar vermiştir.
3 - Volkan gazetesine Cevher Ağa eliyle para göndermiş, Serbesti gazetesi sahibi Mevlanazade Rıfat Bey'i öldürmesi için Albay Halil'i memur etmiştir. Halil Bey'in
vasıta bulması için teklif yaptığı Danış tay üyesi Tayyar bu işe karşılık 3000 lira istemiştir. Mevlanazade Rıfat Bey yerine Serbesti Başyazarı Hasan Fehmi'nin
öldürülmesinden sonra Abdülhamid kendi el yazısıyla, tütün kıyıcısı Mustafa'dan duruma ait jurnal talep etmiş ve bu yazıyı Mustafa, asılacağı gün ilgililere vermiştir.
4 - Asi askerler tabur tabur Yıldız'a geldikçe Ab dülhamid isyancılara iltifat göstermiş, hatta Ali Kabuli Bey'i getirenlerden ikisini yanma çağırmış, konuşmuş ve sonunda Binbaşı, kendi gözü önünde öldürü lüp cesedi ağaca asılmıştır. Abdülhamid durum böyle iken Ali Kabuli Bey'i öldüren âsi askerlerin elindeki sancağa Mecidî nişanı taktırmıştır.
Aslında bu gerekçeyle Sultan mahkemeye çekile bilirdi. Şu var ki, kabinede ne Şeyhülislam, ne de Ad liye Nazırı Necmettin Molla, 33 yıl iktidarda kalan bir
padişahın tahttan indirildikten sonra yargılanmasına razı olmadılar ve rapor, Harbiye Nezaretime iade edil di. Mamaafih Hareket Ordusu da Abdülhamid üzerinde ısrar etmemiştir. Çünkü Mahmut Şevket Paşa İstanbul'a girerken Padişahın kılma dokunulamayacağı hakkında hem garanti vermiştir, hem de Abdülhamid mukavemete kalkmadığı için, gerek orduda, ge rekse milletvekilleri indinde suçlarını kısmen de olsa affettirmişti.
BASININ TUTUMU
31 Mart olaylarından önceki basının tutumuna gi riş bölümünde işaret etmiştik. Bu dönemde basın, çoğunlukla İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne karşıdır.
Ama Hareket Ordusu İstanbul'a dayandıktan, hatta dayana cağı öğrenildikten sonra tutum birdenbire değişir. Bir gün önce Cemiyet'e kahrolsun diyenler,
bir gün sonra Cemiyet şakşakçısı kesilirler. Yine bir gün önce orduyu umursamayan, askerleri birbirine sokmak isteyenler için ertesi gün ordu baş tacıdır,
Meşrutiyet'i kurtarmaktadır. Bakınız, Ahmet Cevdet Bey'in "İkdam" gazete si 2 Nisan 1325 tarihli nüshasında, yani Hareket Or dusu gelmeden önce neler yazıyor:
1 NİSAN GECESİ
" 1 Nisan gecesi Osmanlı devrim tarihinde mühim bir sayfa teşkil eder. Gece bütün siyahlığıyla İstanbul ufuklarını kapladığı zaman, gündüzün hareketleriyle yorgun düşmüş olan Osmanlı milleti evlerine çekiliyor, fakat asker, gizli cemiyetin (İttihat ve Terakkimin) istibdadına son vermek, İslam şeriatına göre gerçek adaleti sağlamak için büyük bir sabırsızlık içinde atanacak Sadrazamı, Harbiye Nazırını bekliyordu. İstanbul'un azametle ufuklara doğru yükselmiş minareleri gece karanlığı içinde kalbe bir yücelik verdiği sırada uzaktan uzağa boru ve mızıka sesleri, silah patırdıları, yaşasın avazeleri işitiliyor, caddelerden geçen askerlerin süngüleri havagazlarmm yorgun ışıkları altında parlıyordu. Osmanlı askerlerinin sabah Ayasofya Meydanı'nda toplanmaları ne kadar heybetli olmuşsa, gece kışlalarına dönmeleri de daha çok heybetli olmuştur. Gecenin sonsuz karanlığı içinde uzaktan uzağa işitilen muzika sesleri, âni inkılabın sükûnet bulmasına bir delil olarak kabul edilmiş, kalblere bü yük bir sükûnet gelmiştir. Asker bir yandan hürriyet havası çalarak ilerliyor, öte yandan kışlasına dönen bir taburun selam havası çalarak çok kez " Padişahım çok yaşa! " sesini ayyuka çıkardığı işitiliyordu. Saat beş buçuğa doğru idi. Müthiş bir yaylım ate şi her yanı büyük bir dehşet içinde bıraktı. Gecenin başlaması yüzünden bilgi edinemeyen halkımızı oldukça endişelendiren bu gürültülü askerin zafer sevin cinden başka bir şey değildi. Askerler vatandaşlarına yarayan bir hizmeti ifa etmekten dolayı zevkle havaya ateş ediyorlardı..." Yine İkdam gazetesinin aynı tarihli nüshasından bir başka yazı başlığı "Osmanlı hamiyetinden bekle diğimiz" : "İki gündür bu memleketin geçirdiği olaylar ger çekten hepimiz için ibret vermiş olsa gerektir. Asker kardeşlerimizin
doğuştan gelen faziletlerini, iyilikseverliklerini, hukuka bağlılıklarını, Osmanlı şerefini korumalarını biz değil, yabancılar da takdir ettiler. Fakat birtakım dış
düşmanlar vardır ki, onlar bu durumu, ihtimal, başka şekilde gösterirler, gösterebilirler. Şimdi bu yönde gerçeği Avrupa'ya teslim ettirmek cihanda en mukaddes görevimizdir. O görev ise ilk önce meşveret usulünün meşru olarak memleketimizde, milletin isteğine uygun şekilde uygulanmasıyla mümkündür. Zaten şeriat hükümleri de bunu emreder..."
İTTİHAT TERAKKİ'SİZ
Görülüyor ki 31 Mart olaylarının çıkışından, ge nellikle memnun olan "İkdam", sadece Meşrutiyetin devamını istemektedir. Ancak istediği "İttihat-Terakki"siz bir meşrutiyettir. Aynı gazetenin olayları verir ken bakanların bile öldürülüşünü adi bir zabıta olayı imiş gibi göstermesi de ilgi çekici. Mesela Adliye ve 85
Bahriye nazırlarının hikâyesi şöyle anlatılır bu gaze tede: "İyice tahkik edemediğimiz bir söylentiye göre mabeyne, istifalarını vermek üzere arabayla giden Ad liye Nazırı Nazım ve Bahriye Nazırı Rıza paşalar Sirkeci'ye doğru indikleri sırada çevrilip Meclis binası nın önüne getirilmişlerdir. Bazı kişilerin söyledikleri ne göre Bahriye Nazırı Rıza Paşa orada tabancasını çı karıp asker üzerine ateş etmesiyle onlar da karşılık olarak Adliye Nazırı Nazım Paşa'yı Ahmet Rıza Bey zannıyla vurmuşlardır.
İlk kurşun Adliye Nazırıma isabet etmiş, eski Bahriye Nazın ise ayağından yara lanmıştır." İkdamın aynı nüshada başka olayları verişinde de bir memnuniyetin
işareti vardır. Şûrayı Ümmet ve Tanin gazetelerinin yağma edilişini şöyle anlatır: "Dün halk İttihak ve Terakki Cemiyetimin organlan olan Şûrayı Ümmet ve Tanin
gazeteleri idareha nelerine hücum ederek, kapılarını kırmışlar ve içeride bulunan gazetelerle gerekli aletleri, tamamen yağma ederek makineleri parçalamışlardır.
Hurufat, (kurşun harfler) halk arasında bölüşülmüştür." Haberlere devam edelim: "Eski Kabine: Haber aldığımıza göre hükümet askerin harekete geçeceğini bir gün önce öğrenerek eski Sadrazam Hü seyin Hilmi Paşamın konağında toplanmışlar ve gö rüşmeler sonunda olayın çıkışını önlemek için acele olarak Selanik ve Edirne'den asker istemeye karar ver mişlerdir. Harbiye N a z ı n da toplantıdan sonra sabah leyin nezarete gelerek askerlerin olaya karışmamala rını istemişse de başarı kazanamamıştır." "Yüzbaşı İspatari Efendi: Önceki gün öldürülen Süvari Yüzbaşısı İspatari Efendi, kasti değil, bir yanlış anlama sonucu kazaen vurulmuş ve bundan askerlerin hepsi müteessir olmuştur." " K a ç a k Bir Subay: T o p h a n e ' y e bağlı Teğmen Muhittin Efendi dün Tophane Talimhane Meydanı 'nda nöbet beklemekte olan bir askere karşı rövolverle ateş etmiş, fakat kur şunu isabet etmemiştir. Subay oradan kaçıp başına şap ka giyerek sahildeki bir sandala atlamış ve denize açıl mıştır. Ne tarafa gittiği anlaşılamamıştır." "Yaralama: "Birinci Süvari T ü m e n i subayların dan Yüzbaşı Nail Efendi bir teğmenle birlikte önceki gece Yıldız'da Saat Kulesi önünde duran bir askeri ta banca ile yaralamışlar ve Osmanlı askerleri tarafından karşılık olarak öldürülmüşlerdir." İkdam, 15 Nisan'da (Askerimiz) başlıklı yazısıy la isyancıları büsbütün tutmakta, ancak bunların Sul tan H a m i d ' e itaat etmeleri gerektiğini yazmaktadır. "...
Dün Haydarpaşa vapurunda Osmanlı askerle rinden üç neferle beraberdik. B u n l a r d a n işittiğimiz sözler bizi hayrete ve ciddi düşüncelere götürdü. Gerek askerin, gerekse ordunun geleceğinin garantisi için bu her biri bir fazilet örneği olan askerimizin hissiyatını ve dertlerini iyi anlamak lazımdır. Bunu anlayacak kimdir? Bittabi asker içinde büyümüş saç ve sakal ağartmış, bir M ü s l ü m a n askerinin düşüncelerine yakından vakıf olmuş paşalar ve subaylar. Dünküneferin sözünü hiç unutamayacağız. O, Almanya'da eğitim görmüş, oldukça genç, fakat askerin hislerini anlamaktan aciz bir genç kuma ndan için dedi ki: (Okuyup y a z m a k başka şeydir, medeni adam olmak yine başkadır. Böyle medeni olamamış bir subayın okuyup yazmasından biz askerler faydalanamayız. İnsan önce medeni olmalı . ) " İkdam daha sonra davranışların nasıl olması gerektiği hakkında uzun uzun ahkâm yürütür, bu arada askerlik eğitiminin yüklülüğünü eleştirir ve sonunda askerlerin padişaha bağlı olmalarını salıklar. İ k d a m d a n gerek buraya aldığımız, gerekse aynı mahiyetteki diğer yazılarından çıkan sonuç şudur: Gazete 31 Mart isyanını, İttihat ve Terakki Cemi yetinin istibdadına son verdiği için alkışlamakta, ce miyetin orduyu kandırdığını, fakat asker durumu anlayınca işlerin ters döndüğünü ileri sürmektedir. Gariptir ki İstanbul'da yayımlanan Rum gazeteleriyle Yunan basını da " 31 Mart"ı aynı açıdan görmektedirler.
SERBESTİ VE VOLKAN
Mevlanzade R i f a t ' m Serbesti gazetesi de Hasan F e h m i ' n i n öldürülmesi vesilesiyle olaylardan h e m e n sonra İttihad ve Terakki C e m i y e t i ' n e ve
Teşkilatı'na karşı şiddetli bir kampanyaya girişir. Gerçi Serbesti, mesela İttihadı Muhammediye Cemiyeti ' n i destekle m e z . Fakat isyancıları içli
yazılarla m ü k e m m e l tahrik eder. 31 Mart'tan sonra Valkon gemi azıya almış, isyan cı askerlerle arasındaki bağlantı p e k açık hale gelmiş tir. Niteim
gazetede çıkan ilanlar ve D e r v i ş ' i n öğüt leri bu bağlantıyı ortaya koyuyor. Mesela 4 N i s a n 1325 tarihli Volkan'dan: "Asker arkadaşlarımızdan rica.
Şeriatı Garrai Ahmediyenin kabulü için etmiş o l d u ğ u m u z nümayişte perakende hizmetlerde bulunan Rüfekanm n o k s a n si l a h l a n Tophane fabrikasmca verilmişti. Eslihanm bir kısmı hâlâ fabrikaya teslim edilmediği cihetle herke sin bulunduğu mevkide usulü veçhile teslim edilmesi ve bir de vatandaşlarımızın yedlerinde görüldüğü tak dirde alınıp gönderilmesini Şeriatı M u h a m m e d i y e adı na rica ederim. (Tophane Sanayi Alayı'nda Erzurum lu Halis A b d u l l a h )
" 5 N i s a n 1325 Volkan: " U m u m asker karındaşlarımıza nasihat 1 Nisan'da Meclis binası ö n ü n d e içtima eden asâkir-i şahanenin fikirleri herkesçe m a l u m olmuştur. Al lanın yardımıyla arzumuza nail olduk ve bu harekâtı mızı ecnebi devletlere v a n n c a y a kadar takdir ettirdik. Şükürler olsun, askerlik adına şu kazanmış olduğumuz namı celil ile iftihar etmeliyiz - İmzalar." 6 N i s a n 1325:" i s l a m kadınlarımızın Bedesten Ç a r ş ı s ı ' n d a ve Beyoğlu'nda bazı kötü mahallerde dolaşmaları ve dük kânlar içinde görülmeleri şeriata aykırı olduğundan İslam kadınlarının bu halden feragat etmeleri ihtar olu nur - U m u m askerler." Aynı tarihte ve aynı nüshada Vahdeti'nin ricası: " M e s e l a 4 ' ü n c ü avcı taburu, altıncı alay n a m ı n a kadınlarımızın B e y o ğ l u ' n d a vs münasebetsiz mahallere öyle açık saçık gitmemelerini talep ediyor. Evet biz de sizinle beraberiz. Lakin bize matbuata biraz müsaade ediniz ki, şimdiki halde pek büyük işlerle meşgulüz.
Onları yoluna koymak üzere çalışalım..."
180 DERECE DÖNÜŞ
Hareket Ordusu İstanbul'a sızıp hâkim olduktan sonra " İ k d a m " ı n yazdıkları 10-15 gün öncekilerin ta m a m e n tersidir. Volkanda ise Derviş Vahdeti, kurtuluşu kaçmakta bulmuştur. Bakınız İkdam 2 Mayıs Pazar nüshasında " Yaşasın O r d u " başlığıyla d u r u m a hâkim olan orduyu nasıl alkışlıyor: "... Bu fedakâr gönüllülerin son hürriyet savaşı sırasında gösterdikleri çabayı ve büyüklüğü M a h m u t Şevket Paşa kumandasında İstanbul surlarında ifa et tikleri vatan hizmetini yad etmek bizim için en büyük, en önemli bir görevdir. Osmanlı gönüllüleri İstanbul ufuklarının istibdat bulutu ile örtüldüğünü duyar duymaz büyük bir heyecan içinde kalmışlardır. İstibdadın merkezine yürümek için birbirleriyle adeta müsabakaya girişmişler dir. Herkes beşikteki yavrusunu, hasta annesini, biçare karısını bırakarak silahlanıyor, bu şerefe nail olamayan genç mektepliler, gönüllü kafilesini götüren trenin önüne yatıyorlardı. Manastırda, Selanik'te, Arnavutluk'ta,vatanın hemen her köşesinde Abdülhamid'in istibdadını mahvetmek, vatanı bu son felaketten kurtarmak, Osmanlıların en büyük bir siyasi terbiye ve vatanperverlik hisleri ile dolu olduklarını bütün medeni dünyaya göstermek için takdir edilecek bir hamiyet yarışmasına girişiliyordu.
Bütün Osmanlılar t e m m u z meşrutiyet dev riminin koruyucusu ve faili olan orduya katılmak is tiyor ve bu orduyu yöneten genç, muktedir, çalışkan ve ateş
parçası olan hamiyetli subaylar arasında vata nın en büyük gününden hisse almak bahtiyarlığını arzuluyordu..." "... Binaenaleyh vatanı istibdattan kurtaran,
milleti saadete götüren etkenleri incelediğimiz z a m a n bir yüksek kuvveti, silahlı kuvvetleri takdis etmemiz ge rekir ki, o da muzaffer ordumuz, şanlı
subaylarımızda." Kısa bir süre önce yere batırılan subaylar, görülü yor ki bu defa göklere çıkarılmaktadır. Gerçi İkdam ya zılarında İttihat ve Terakki
Cemiyeti ' nden söz etmez. Şu var ki, bu yazılarda göze çarpan bir çabayla öğdüğü subaylar daha önce aciz dediği ittihatçı subaylar dan başkaları değildir.
" TÜRK BASINI 31 MART TA SIFIR ALDI "
31 M a r t ' t a basınının d u r u m u ve t u t u m u n a biraz d a h a açıklık k a z a n d ı r m a k için H ü s e y i n Cahit Yalç ı n ' m , " 3 1 M a r t ' t a Türk basını
sıfır a l d ı " başlığıyla k a l e m e aldığı yazılardan bir örnek verelim: Olaylar sı rasında en b ü y ü k tehlikeyi atlatan, bir R u s vapuruyla önce O d e s a ' y a
kaçıp, oradan da Selaniğe giden H ü s e yin Cahit bakınız ne diyor: "Askerlerimiz başlıklı bir makale, Yeniçeri ana nesini ihya ederek İstanbul sokaklarını yüzden çok su bay ve sivil kurban kanıyla boyayan asilere dalkavuk luğa başlıyordu... (İkdam) nazarında sokakta b a ş l a n taşla ezilen subaylar haksızdı, çünkü subaylar idman işinde takat ölçüsünü geçmişlerdi. Ve böyle yapılıp yapılmadığı bilinmez olduğu halde rastgele bir suba yın böyle m e ç h u l bir hareketin cezasını neferler elin de parça parça edilerek çekmesi doğru idi... Bu noktada bizim Türk basınının en acı, en yüz karası bir ahlak yarasının üzerine parmağımızı koymuş oluyoruz.
Karaktersizlik ve dalkavukluk!.. Gazetecilik her sabah halktan adeta onar para di lenerek cep doldurmaya yarar bir vasıtadan ibaretti... Vicdani kanaat, prensip, ahlak, meslek bunlar manasız boş laflardı. Hakikat yalnız kara bir meteliktir. İş te 31 M a r t olayında kendini gösteren basın, 31 M a r t ' tan h e m e n sonra h ü k ü m ve nüfuz ayak takımının, asi neferlerin elindeydi. " İ k d a m " onları alkışlıyor, daha önce ise A b d ü l h a m i d ' i n düdüğü ötüyordu. Türk basını o n u n bendesi idi. 10 Temmuz'dan sonra cemiyet korkusu kalkınca menfaat başka tarafta aranır oldu... Sonra da, aynı gazetecilerin biraz yüz buldukları z a m a n yüksek idare prensibinden, felsefi devlet kural larından, ahlak ve karakterden d e m vurduklarını gö rürsünüz. . Onlardan k a h r a m a n b e k l e m e k hak değildir. Fakat insan olmalarını istemek bir haktır."
HAREKETİN NEDENLERİ
31 Mart Olayı Osmanlı Devletimde daima kendi ni hissettiren ve iktidar fırsatı arayan İslamcılık akı mını soysuzlaştıran gericilik hareketidir. Bu hareket te h e m birtakım tahrikler, tahrikleri yapan kişiler, top luluklar vardır. H e m de o günkü şartlar hareketin mey dana gelişinde başlıca rolü oynamıştır. Bu b a k ı m d a n isyanı tek nedenli ve tertipli olarak değil, çok yanlı olarak g ö r m e k gereklidir. 1- Harekette tahriki yapan ve İslamcılık akımına cihad ilanıyla sokaklara döküp silahlı çatışmaya götü ren İttihad-ı Muhammedicilerdir, Volkancılardır. Fa kat Volkancılann arkasında dış ülkelerin gizli teşek küllerinin parmağı olduğunda şüphe yoktur. Nitekim bu şüphe duruşmalar sırasında kuvvetlenmiş, fakat it tihatçılar, M a h m u t Şevket Paşa, Düveli M u a z z a m a ile arayı b o z m a m a k için soruşturmaya izin vermemiştir. 2- Yine Volkancılann arkasında ve yanında Cemi yeti İlmiye dışındaki medrese hocalarının bulunuşu dikkat çekicidir.
Ancak
Cemiyeti İlmiye de 31 Mart isyanının karşısına çıkmakla ve Meşrutiyeti savun makla beraber islamcılık akımının başarı kazanması nı ön planda daima tutmuştur. Cemiyeti İlmiyemin bu davranışı isyancılarla beraber olmadıklarını, fakat o günkü iktidardan y a n a da bulunmadıklarını göster mektedir. 3-31 M a r t isyanının nedeni maksatlı olmayan yo rumlarda genellikle özgürlüğün getirdiği anarşik or t a m a bağlanır. Şüphesiz bu, nedenlerin önemlisi ve belki en önemlisidir. Fakat o zamanki deyimle " H ü r riyet" in umulanı vermemesidir ki, halkı ve askeri tah rike müsait hale getirebilmiştir. Gerçekten yıllardır ezilmiş, sömürülmüş olan halk sınırlı siyasi özgürlükte önce bir kurtuluş ümidini gör müştür. Jön Türklerin, İttihatçıların yoğun propagan daları ile o hürriyet onun gözünde adeta iyilik getire cek, refah getirecek bir şey, bir kişi haline gelmişti. Hü seyin Cahit Yalçm'm dediği gibi: Hürriyet Batı'dan ge len bir hemşire bile sanılmıştı. Fakat kısa süre sonra refah, mutluluk gibi beklenen değişiklik olmadığı için " H ü r r i y e t " için duyulan bilinçsiz sempati ve sevgi, antipatiye hatta düşmanlığa dönüşmüştür. O n u n yerine şeriat, padişahın mutlakiyeti daha ehveni şer görülmüş ve zavallı " H ü r r i y e t " kâfirlik sembolü haline getiril miştir. Hele özgürlük ortamında o z a m a n a kadar varı lan ve bellenen kavramlara karşı girişilen hücumlar, Osmanlı insanını boşluğa itmiştir. 4- Bazı yorumculara göre 31 M a r t ' m nedeni sadece askeridir. Askerler, eğitimdeki yenileşmeye kar şı ayaklanmışlar, ordu tarafından da ezilmişlerdir. Şüp hesiz isyanı asker yürütmüştür. Ancak askeri ayaklandıran ne eğitim, ne de Alaylı-Mektepli hikâyesidir. Gerçekte Halifeyi, Hazreti Padişahı'yi koruması için eline silah verilmiş halk topluluğu olan askerler yeni düzene karşı eskiyi getirmek için ayaklanmışlardır. Beyinleri asırlardır yıkanmış olan silahlı insanlar, özgürlük düzeninden umduklarını bulamadıkları için çeştili akımlar tarafından kolayca tahrik edilmişler, geleneksel tutuculukları sömürülmüştür.
PRENS SABAHATTİN NETİCEYİ BEKLİYORDU 5-
İsyandan önce ve isyan sırasında Prens Saba hattin B e y ' i n d u r u m u hayli ilginçtir. Görünüşe göre Prens olayla ilişkilidir. Ancak geride durmayı tercih
etmekte, birtakım hesaplara girişmektedir. Sabahattin B e y hakkında vardığımız bu yargı şimdiye kadar yayımlanmamış ilgi çekici bir belgeye dayanmakta dır. Bu belge Sultan Hamid ' e tahttan indirilişini bildiren Parlamento heyetine ordu adına mihmandarlık etmiş Albay Galip Bey'in ( merhum General Galip Pasiner) anısıdır. Yeğeni ressam Salih Erim e z ' i n bize verdiği anılarında Galip Bey, Sultan Re şat'ın, Sabahattin Bey hakkında söyledikleriniaçıkla maktadır. Abdülhamid'den sonra tahta geçen Sultan Reşat, bunları 1327 yılında Galip Bey ' e Üsküp'te anlatmıştır. Galip Bey anısının başında padişahın önce kendisine günün olaylarıyla ilgili sorular sorduğunu yazdıktan sonra sözü 31 Mart İsyanı'na getirip, Prens Sabahattin 'in bu olaylar içine ne dereceye kadar girmiş ol duğunu Galip Bey'den öğrenmek ister. Prens padişahın yeğenidir. Bu bakımdan Galip Bey idareli bir cevap vermeği düşünür. Galip Bey'e göre, Prens, hem Ahrar Fırkası'nın, bir anlamda kurucusu, hem Muhammedi Cemiyeti'nin destekçisidir. Hem de İttihat ve Terakki ile anlaşmış görünmektedir. Padişahın soru sunu şöyle karşılar: (Sadeleştirilmiştir.) - " Prens Sabahattin Beyefendi orta noktada duruyordu.
Bütün fırkalara hoş görünüyordu. Neticeyi bek liyordu. Netice belli olunca o da bir d u r u m alacaktı." Padişah ise, bu cevap üzerine şu konuşmayı yapar:
SULTAN REŞAT NE DİYOR
" S a b a h a t t i n gayet allak ve karıştırıcıdır. Bakın, b e n i m başıma gelen bir vakayı size anlatayım. G e ç e n sene hal olayından 15 gün evvel Prens
Sabahattin be nim yanıma geldi. Ara sıra gelirdi ve bana günlük olay lardan söz açardı. Bu defa önemli bir meselenin mü zakeresi için ve b e n i m
d ü ş ü n c e m e müracaat etmek üzere geldiğini söyledi. Yalnız kalmaklığımız için bey lere tenbih ettim. Sabahattin dedi ki: (İttihat ve Terakki Cemiyeti
gayet mahirâne ve es rarengiz birtakım oyunlar oynuyor. Belki bir ihtilâl çı karacak ve birçok kan dökecekler. Ve bu ihtilâl sonu cunda A b d ü l h a m i d ' i
hal ederek, sizin hakkınızda ya pacakları muameleyi henüz bilemezsem de, behemahal Yusuf İzzettin Efendi'yi tahta geçirecekler. Bunun için arkadaşlarımla
inceden inceye müzakere ettim, nihayet sizi tahta çıkarmak için çareler düşündük. Henüz daha uygun vakit vardır. İhtilâl 10-15 günden ev vel olmaz.
İhtilâlin önlenmesine çare bulmak mümkün değilse de sizin hayatınızı ve hukukunuzu muhafaza etmek çaresini bulduk. Bu kabil olacaktır.
Fakat biraz paraya ihtiyaç vardır. Lüzumlu olan parayı çabuk te darik edebilirsek, işimizi becerebileceğiz. Bunun için müracaat ve müzakereye geldim.)
B e n Sabahattin'in ahlâkını, durumunu bildiğimden maksadını tamamıyla açıklatmak için kendisine mülayim ve muvafık görünme yolunu tuttum.
Ve (Peki, gerçi böyle bir halin vukuu na inanamazsam da, farz edelim dediğiniz doğru çıkacak ve benim hakkım daki tasavvur ve tertiplerinizi
icra için para sarfı gere kecek, şu halde ne kadar paraya ihtiyaç olacaktır ve benim param olmadığını pekala bilirsiniz.) dedim. BİN LİR A
Sabahattin Bey: (Sizi temin ederim ki, yakında kanlı olaylara ve ihtilâllere İstanbul şahit olacaktır. Ve İttihat ve Terakki Cemiyetimin maksadı benim
dediğim gibidir. Buna karşılık hayat ve hukukunuzu korumayı kendim için vazgeçilmez görev bilirim. Size kar şı beslediğim sevginin derecesini bilirsiniz.
Bu yolda en büyük fedekârlıklâra girişeceğim. Ancak paraya ihtiyaç vardır, bu gibi önemli meselelerde parasız hiçbir iş görülemez. Bittabi lazım olacak paranın
miktarı da pek az olamaz. Şimdilik 100 bin lira ile işe girişebiliriz. Ve ümit ederim ki daha çok ziyade paraya lüzum kalmaz) dedi. Dedim : ( Oğlum ne diyorsun?
Ben yüz bin lirayı nereden bulurum. Bilirsiniz ki benim beş param yoktur. Yalnız toplanmış maaşlarımdan 30 bin lira kadar Hazine'den alacağım vardır.
Başka bir servetim de yoktur. Fakat ben ilahi kadere razıyım. Böyle büyük külfetlere pek de lüzum görmezsem de sizin farz etti ğiniz tehlikeyi doğru
olarak kabul edersek, o tehlikeden kurtulmak da Allah' m emri icabından bulunduğu na göre, haydi mümkün tedbirlere müracat ve teşebbüs edelim. Fakat mümkün olmayan bir şey nasıl ya pılır. Eğer b e n i m alacağım olan 30 bin liranın öden mesi kabil ise alalım ve bu uğurda sarfedelim.) Sabahattin bütün kuvveyi iknaiyesini sarfederek bin dereden su getirdi. B e n d e n bir dereceye kadar bu işe yatkınlık gördü, ümitli olduğu için benimle bayağı pazarlığa girişti ve nihayet 50 bin liraya indi. MAKSADINI ANLAMIŞTIM Ben Sabahattin'in maksadını anlamıştım. Beni iğfal edecek, para çarpacaktı. Fakat bilmemizlik daha doğruydu, ben de 50 bin lirayı vermeye razı oldum. Ve (kabili tahsil ise alacağım olan 30 bin lira var demektir. Daha 20 bin lirayı nereden bulacağım) dedim. Sabahattin: (Efendim 30 bin lira matlubunuzun şimdilik tahsili güçse de sizin için, bahusus iki hafta sonra padişah olacağınıza göre 50 bin liranın tedariki o kadar müşkül değildir. Siz müsaade ediniz, yarın 50 bin lira borç alabiliriz) dedi. Dedim : (Kimseyi tanımam, kimden borç alaca ğım ve ne vasıta ile?)
Dedi ki: (Efendim benim bildiğim bankerlerden bir İngiliz banker vardır. Ondan istediğimiz kadar para alırız. Kendisiyle muam elem vardır.
Yalnız borç si zin namınıza olacağı için kendisini bizzat takdim etmekliğim ve şartları burada birlikte kararlaştırmamız lazımdır). Dedim :
(Şu halde o bankeri getir, görüşelim, mümkün olanı yaparız). Sabahattin yarın sabah bankeri getiririm dedi gitti! Evet Sabahattin bana bir oyun oynamak istiyor. Dur bakalım işi yarın sonuna erdiririz dedim.
BANKER İNGİLİZ DEĞİLDİ
Ertesi günü öğleden evvel Sabahattin Bey'in bir ecnebi ile geldiğini haber verdiler. Bittabi kabul ettim. Ecnebiyi tetkik ettim bu adam da hiç de İngiliz tavır ve kıyafeti yoktu. Bir İngilizden ziyade bizim yerli Rum ahalimize benziyordu. Benim maksadım işin sonuna ermek idi. Binaenaleyh borçlanma şartlarına hiç
önem vermeksizin müzakerenin nihayetini bekliyordum. Nihayet yapma İngiliz bankeri ile pek uygun birtakım şartlar ile borç aktini kararlaştırdık. İmza edeceğim bir mukavele ve bir senetle Sabahattin Bey 50 bin lirayı alacak ve beni ve hukukumu koruyacak, 15 güne kadar patlaması muhakkak olan ihtilalin üzerine benim tahta geçmemi sağlayacaktı. Ben Sabahattin Bey'in entrikalarını anlamamızlıktan gelerek vicdanen müteessir ve mustarip bir halde sabır ve
sükuneti muhafazaya çalışıyordum. Nihayet iş bitti. Sabahattin Bey ile düzme Frenk yahut İngiliz çıktılar. Fakat Sabahattin'i tekrar çağırdım. Misafirimiz gittikten sonra Sabahattin Bey'e : Ey oğlum, istikraz işi bitti değil mi? Şimdi beni dinle.. Bu parayı aldım sarfettim. Sonra nasıl ödeyeceğiz. Sana demiş idim ki
benim param yoktur. Ve ben de bir insanım, bahusus oldukça ihtiyarım. İhtimal ki yarın bir emrihak vaki olur, sonra bu parayı nasıl ve kim tasfiye edecek?
Sağ da kalsam tahsisatım yetme yecektir. Dedi ki: (Milletin hazinesi tasfiye eder). Dedim : ( Millet bunutanımaz. Bu şahsi bir borçtur.
Binaenaleyh devlet Hazinesi'nden sarf ve tasfiyesine müsaade edilmez). Sabahattin Bey mütebessimâne bir tavır ile: (Ya ben ne için bir
ecnebi ve bahusus bir İngiliz bankeri intihab ettim, bunlar devletin boğazına basınca paraları çatır çatır alırlar. Hiç bırakırlar m ı ? Siz bu ciheti düşünmeyiniz.
Merak etmeyiniz orası kolaydır). İşte artık bunun üzerine sabrım sükutum tükendi: (Ya dedim, demek ki sen şimdiden beni devlet ve millet aleyhine
hıyanete sevk ediyorsun öyle m i ? Teessüf ederim. Benim sükutum, senin bu meselede oynamak istediğin oyunu anlamak içindi. Yoksa ben
Cenabı Hakkın takdirine kani ve razı olduğumu sana söyle miştim. Allah ' ı n emri ne ise o olur. Böyle hain teşeb büs ile ikbalperest değilim,
eğer benim tahta geçmem mukadder ise, senin teklif ettiğin gibi gayrimeşru va sıtalara müracaata hiç lüzum yoktu. Buna katiyen muhalifim.
Senin muhafaza ve müzaheretine asla ihtiya cım yoktur. Ben şan ve saltanat peşinde değilim. Hiç bir vakit de böyle şeylere müracaata tenezzül etmem .
Ve İttihat ve Terakki Cemiyeti 'nin benim hakkımda be yan etmek istediği kötü niyet tasavvurlara katiyen ihtimal veremem . Ve hatta bir ihtilal çıkaracağına
da inanmam . Her ne olursa olsun, ben şu tekliflerini tamamıyla reddediyorum. Bir daha bana bu yolda müracaat ve teklifte bulunmamalısın.
Sonra fena halde gücenirim) diyerek kendisini savdım. İşte Sabahattin Bey'in hali... Filhakika birkaç gün sonra 31 Mart vakası patladı. İhbar olunan ihtilal
baş gösterdi. Bu vaka bir iki gün için beni düşündürdü. Fakat meselenin rengi anlaşıldı. Daha ilk günü ihtilalin İttihat ve Terakki tarafından değil, bilakis
Sabahattin'in tarafları tarafından tertiplenip yapıldığına mut tali olmuştum. Demek oluyordu ki, Sabahattin Bey, benden çarpacağı 50 bin lirayı ihtimal ki,
kısmen bu ihtilal için sarfedecekti. Veyahut aksi neticeler çıktığı takdirde kendisinin istikbalini temin eyleyecek idi. Filhakika bu olaydan, yani Sabahattin'in müracaat ve tekliflerinden 15 gün sonra tahta çıktım, fakut bu çıkış dediğim gibi normal durumd a oldu. Mukadderatı ilahiye!.." Sultan Reşat'ın yukardaki sözlerine biriki ilave yapalım: Ahrar Fırkası'nın organı Osmanlı gazetesi ile Sabahattin Bey'in yayımladığı, açık mektuplarda Prensin 31 Mart hareketini hiç de takbih etmediği görülür. Sabahattin Bey'in mektupları, hatta ulema ile as kerlere başarı dileği ile yüklüdür. Ulemanın " bugün herzamandan çok " gayret göstermesi gerektiğine işaret eder, meşrutiyeti uzun yıllar gurbette savunanlar adına kendilerine şükran sunar ve bu arada kendi siyasi görüşlerini
telkin etmeye çalışır. Mektuplar ve Osmanlı gazeteleri incelendiği zaman görülmektedir ki: Prens Sabahattin, isyanın karşısında değildi, bu yolla ancak
İttihat ve Terakki'den kurtulunabilineceğini ummaktadır. Ayrıca prensin o günlerde Heybeli civarında deniz subaylarıyla temes etmesi ve Abdülhamid'i
devirmek için onları kandırmaya çalışması Sultan Reşad ' m söyledikleriyle birleştirilince durum büsbütün sırıtmaktadır. Prensin olaylar karşısındaki bu
davranışı Hareket Ordusu İstanbul'a girdikten sonra onun tevkifiyle sonuçlandı. Şu var ki, Mahmut Şevket Paşa 'nın emriyle salıverildi, hakkındaki
soruşturma da kaldırıldı. Mahmut Şevket Paşa, aynı müsamahayı Vahdettin için de gösterecektir. Duruşmalar sırasında Vahdettin'in İttihadı Muhammediye
Cemiyeti'ne girmesi bu cemiyete yardım iddiaları üzerine hemen hiç gidilmemiş, isyanı bastıran ordu, sarayı ve hanedanı suçlamaktan açık açık kaçınmıştır.
6- Şu da var ki, 1908 devriminden sonra ordunun aydın tabakası olan subaylar da çoğunlukla üst yapıdıki siyasi çalkantılara kendilerini kaptırırlarken altyapıdaki topluluktan ayrı düşmüşlerdir. Sadece 3'ün cü Ordu ile 2'nci Ordu üst alt bağlantısını devam ettirebilmişlerdir. Hareket Ordusu 'nun başarısı bu bağın
kopmamış oluşundadır.
İTTİHAT VE TERAKKİ'NİN TUTUMU 7
Buraya kadar 31 Mart' ta akla gelen nedenleri üzerinde durmaya çalıştık. Ancak, bu nedenler ya sis temin kendi içindeki çelişmesi, ya İttihat Terakki karşısmdaki
tutucular, ya askeri ve halkı şeriat için tahrik edenlerle ilgili idi. Oysa isyanın meydana gelişinde dolaylı olarak İttihat ve Terakki 'nin tutumunun etkisi yok değildir.
Önce şunu hemen söylemek gerekir ki, ıslahatçılar, reformcular, iyi niyetlerine rağmen, gerçekte ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Temeldeki e konomik konulara
hemen hemen yabancı idiler ve sanıyorlardı ki, istibdat törpülenir ve frenlenirse her şey halledilmiş olacaktır. Onlara göre halkın istediği, sadece baskının
ortadan kalkmasıdır. Daha önce işaret ettiğimiz gibi önceleri halk da bunun böyle olduğunu sanmıştır, fakat, kısa süre sonra özgürlüğün yukarı kademede
atışma lardan başka bir şey getirmediği de anlaşılmıştır. Ayrıca, reformcuların bölük börçük Batı 'dan esinlendikleri akımlar, onlarda aydın oldukları değişmez fikrini yerleştirmiş, bu değişmez fikir ise halkla bağ larını koparmıştı. Şüphesiz halk için, halkın iyiliği için düşünüyor, çalışıyor, kendi aralarında tartışıyorlardı.
Hatta halk için Meşrutiyet'i de ilan ettirmişlerdi. Fakat halkın yukarısında bir ayrı sınıf idiler. İşte kendisine fazla bir şey getirmeyen aydından zaten kopmuş
olan halkı gerici, tutucu zümre kolayca kendi tarafına çekebilmiştir. İttihat Terakki ise kopukluğu giderecek hiçbir tedbir düşünmeden, 31 Mart ' tan kısa süre sonra dış olayların da baskısıyla kolay yolu, diktatörlüğü seçmiş Abdülhamid ' le aynı paralele girivermiştir. Nitekim ittihatçıların bu tutumuna daha ozaman
teşhisi koyan Atatürk, Milli Kurtuluş Savaşı'nda, bütün çabasını halkla beraber olmaya, halkla birlikte savaşmaya harcayacaktır.
31 M A R T BAŞARI KAZANABİLİR MİYDİ?
Bu mesele o dönemin hemen sonrasında politikacıları özellikle İttihat ve Terakki liderlerini hayli meşgul etmiştir. İsyanın oluşunun, daha doğrusu ayaklanışma
oldukça iyi tertiplendiği şüphesizdir. Ne var ki, isyan sonrasının hesaplan çarşıya uymamıştır. İsyancıların tahminlerine göre, İstanbul'da duruma hâkim olununca
padişah-halife dizginleri ele alacak, parlamento içindeki kadro, isteneni verdi mi mesele bitecekti. Strateji klasik Yeniçeri stratejisidir. Sadece değişiklik ayaklanış
başlamasıdan sonrasının halifeye bırakılmasıdır. O her şeyi şeriat üzre, yoluna koyacaktır.
DÜN VE BUGÜN
59 yıl önceki ayaklanma günleriyle bugün arasında elbetteki tam bir bağlantı kurulamaz. Ne mektepli-alaylı meselesi, ne askerin subayına karşı hareket ihtimali, ne padişah, ne saray yoktur bugün. Ancak, Türkiye'nin bünyesinden gelen birtakım nedenlerle çelişmelerin, değişik görünüşlü olmakla beraber, iki dönem arasında paralellik yarattığını inkar etmeye de imkân yoktur.1924-1961 anayasalarında getirilen laik anlayışı kökleştirme çabalarımıza rağmen, kıyafet, yazı, takvim, şapka değişikliklerine rağmen karşı kıpırdanışları cezalandırmak için kanunlar çıkarmamıza rağmen, asırlar öncesinden gelen bu nedenlerin üstü, sadece bir süre örtülü kalabilmiş, Milli Kurtuluş Savaşı kuşaklarının baskısı kalkınca hepsi kendini göstermeye başlamıştır. Son birkaç yılda ise tarikatlar, şeriatçı örgütler adeta geometrik dizi ile çoğalıvermişlerdir. İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti'n den çok daha etkili olan bu örgütler şimdiki halde bir iki siyasi partinin güya baskı grubu gibi çalışıyorlar. Ne var ki bu geçici bir dönemdir onlar için. Nitekim gazetelerinde, dergilerinde bu dönemin geçeceğini, kurtuluş gününün geleceğini
mütemadiyen tekrarlıyorlar.
ÜMİTLENMEK İÇİN
Gerçekte ümitlenmek için sebep de vardır. Zira 1908'in Saidi Kürdisi, peşine pek az insan takabilmişti. Bugün ise milyonlarca mürit Nurculuğu, Süleymancılığı birer tarikat haline getirmişlerdir. Bir zamanlar gâvur ve kâfir diye damgalanan ıslahatçıların yerine bu gün "Allah'sız solcuların" ortadan kaldırılması gerekmektedir.
Ayrıca, 1908'lerde saray ile bir küçük azınlık, gerici örgütleri ve gerici basını beslerdi. Bu gün saraydan dağıtılan ulufenin yerini özel kasalar almıştır, küçük
azınlık artık milyonlarla oynayan dev kuruluşlardır. Üstelik dışardaki petrol kasalarının bütün dünyaya cömertçe dağıtıldığı bir dönemde yaşadığımız bilinmektedir.
Bugünlerin bir özelliğine daha işaret edelim: Meşrutiyetin İslamcı akımlarım kuvvetli bir ilmiye kadrosu daima etkilemiştir. Bu ilmiye kadrosu gerçi teokratik düzen taraftarıydı. Fakat aynı zaman da meşveretçi idi. O kadro sokak hareketlerini genellikle frenlemeye çalışmıştı. Oysa şimdi İslamcılık akımı onun bunun elinde kalmış ve Derviş Vahdeti tipindekiler akımın yönetiminde adeta başrolü almışlardır. Bu yüzden akım yurtdışındaki İslamcı kurtuluş lardan etkilenmekte, yayın organlarında, özellikle bu etki kendini göstermektedir.
Burada Devriş Vahdeti ile bugünküler arasındaki benzerliği gösteren basit fakat ilginç bir teşebbüse de işaret edelim: Volkan gazetesinin verdiği İttihadı
Muhammedi Cemiyetime ait haberlerden biri " İttihadı Muhammedi Cemiyeti Denizcilik Şirketinin" kurulacağıdır. Haberlere göre Müslümanların katılmasıyla kurulacak şirket vapur işletecek, bu vapurlardan herbirinin içinde camii şerif bulunacak ve asla içki kullanılmayacak tır.
(Volkan 4 Mart 1325) Şirket teşebbüsü haberi ilk bakışta o zamanki İslamcıların 31 Mart'tan önce işin ticaret tarafını da ayarlamaya başladıklarım gösterir.
Fakat aslında ilginç olan o değildir. Bugünkü Vahdetî'ler de aynı metodu izliyorlar. Nitekim hergün ortaya işletme projeleri atılmakta, hatta din kardeşlerinden bu işletmeler içinde birleşmeleri istenmektedir. (Mesela geçenlerde yeni bir şirket için gönderilecek para miktarı bile tespit edilmişti).
LAİK DEVLETE KARŞI
Şimdiki İslamcılık akımının başka bir özelliği de, laik devlet içinde gelişmekte, hızlanmakta oluşudur. Osmanlı devleti laik değildi. Meşrutiyet İslamcıları bu
bakımdan devletin temelini değiştirmek isteme mişlerdir. En fanatiğinin bile istediği sadece Meclis'in kalkması, Sultanın tek adam olarak yönetimi
ele alması idi. Ve bunu Osmanlı devletinin kalkınması için gerekli görüyorlardı. Şimdi ise akım laik devlete karşıdır. Laikliği ortadan kaldırmak için yapılacak
şey Devleti yıkıp Kuran esaslarına göre yeniden kurmaktır. Nitekim şeriatı savunurlarken düşünceler de açık açık ortaya çıkmaktadır.
NE OLUR?
Denilebilir ki, Türkiye'deki şeriatçılık akımı tehlikeli olamaz. Çünkü birlik halinde değillerdir. Siyasi örgütlenmeye gitmek imkânları yoktur, fikir kuvvetleri yoktur.
Sadece kendilerine tavizkâr davranan si yasi kadroları desteklemekte veya siyasi parti içinde kendilerine dayanaklar bulmaya çalışmaktadırlar.
Yıllar öncesi bile devrimci kuvvetler karşısında yenilgi ye uğramışlardı. Ayaklanmalar daima bu kuvvetler tarafından bastırılmış, ezilmişti. Üstelik bugün radyo, sinema vs. gibi kitle haberleşme araçları toplumu değiştirmiş, uygarlıkla temas artmış, geriye gitmek istemeyen genç kuşaklar yetişmiştir. Gerici akımların kuru gürültüden ibaret olduğunu ispat için öne sürülen bu verilerin çoğu, iyi niyete dayansa da dayanmasa da şüphesiz doğrudur. Türkiye'nin 1968 yılında laik Cumhuriyet'ten, dini devlete döneceğini sanmak hatalı bir değerlendirme kabul edilir. Şu var ki " Dini Devlet " bir sonuçtur. Mesele ise sonucun alınıp alınmayacağında değil, sonuç alınacağına inanan fanatiklerin aksiyona geçip geçmeyeceklerindedir.
Bugün devlette kilit noktalarını tutmak için aksiyondadırlar. Az da olsalar parlamentoya girmişlerdir. Devlet kademelerin de önemli koltuklar kapmışladır.
Ama kaplumbağa misali gidiş bu akımı yürütenlerin çoğunu tatmin etmemektedir. Sonuca daha çabuk ulaşmaktan söz etmeye başlamışlardır ve
görünüş odur ki ulaşabileceklerine de inanmaktadırlar. Baskıları arttıkça bu baskı karşısında direnme zayıf kaldıkça, daha doğrusu ortamın uygunluğu kanısı
yerleştikçe sonuç alabilmek için teşebbüse geçmek isteyeceklerdir. Nitekim son zamanlarda Derviş Vahdeti'ninkiler gibi kıyam yazıları, artmıştır.
Hatta cihad emirleri verilmeye başlanmıştır. Sonuç için kıyama kalkışırlarsa ne olur? Şüphesiz devrimci kuvvetler tarafından ezileceklerdir.
H e m de bir daha başlarını kaldıramayacak şekilde ezileceklerdir. Ancak böyle bir teşebbüsten ve kafaların ezilmesinden sonra siyasi özgürlük düzenine de herhalde paydos edilecektir. Gericilik akımlarının gelişmesindeki tehlike buradadır. Bu yazı dizisini hazırlamak için faydalamlan eserler:
1 - Yunus Nadi Abalıoğlu: İhtilal ve İnkılabi Osmanlı
2- Celal Bayar: B e n de Yazdım (1 ve 2 ' n c i ciltler)
3- Mustafa Bay dar: 31 M a r t Vakası
4- Faik Reşit U n a t : Ali Cevat B e y ' i n Fezlekesi
5- Dr. T a n k Zafer Tunaya: İslamcılık Cereyanı
6- Niyazi Berkes: 200 Yıldır N e d e n Bocalıyoruz
7- İbnülemin M. Kemal: Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar
8- Server İskit: Türkiye'de Matbuat Rejimleri
9- Prof. R. Galip Okandan: A m m e H u k u k u m u z u n Ana Hatları
10- Mustafa Turan: 31 Mart Faciası
11- İsmail H. Danişment: 31 M a r t Vakası
12- Hüseyin Cahit Yalçın: 50 Yıllık Matbuat Ha tıraları
13- Resneli Niyazi B e y ' i n Hatıraları
14- İsmet İnönü: Hatıralar 2. Bölüm (Ulus Gazetesi)
15- Prof. Bedi N. Şehsuvaroğlu: Sultan Abdülhamid
16- Dr. Rıza Nur: Hayat ve Hatıralarım, cilt: 2
17- Tahsin Ünal: Türk Siyasi Tarihi
18- Gazete ve Mecmualar:
Mecmualar:
Volkan,
İkdam, Serbes ti,
Mizan, Tanin,
Resimli Kitap,
Serveti Fünun,
Kalem,
http://genclikcephesi.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder