13 Aralık 2016 Salı

Orta Doğu’da Jeopolitik Dönüşüm ve Türkiye İçin Oluşturduğu Tehdit BÖLÜM 1


Orta Doğu’da Jeopolitik Dönüşüm ve Türkiye İçin Oluşturduğu Tehdit.,  BÖLÜM 1 



Yazar: Ümit Özdağ


Orta Doğu Bölgesi, 1914-1918’den bu yana yaşadığı en büyük jeopolitik dönüşümden geçmektedir. 

20. Yüzyılın başında küresel bir savaş çerçevesinde Orta Doğu’da dört senede gerçekleşen jeopolitik dönüşüm, 21. Yüzyılın başında daha geniş bir zaman dilimine yayılmıştır. 21. Yüzyılda Orta Doğu’da jeopolitik dönüşüm, kökenleri 1991’de gerçekleşen Birinci Basra Körfezi Savaşı sırasında atılmış olmakla beraber, 2003’te başlamış ve 2015 itibariyle devam etmektedir. Orta Doğu’da gerçekleşen jeopolitik dönüşüm Libya, Yemen, Suriye ve Irak coğrafyalarında sürmekle beraber, önümüzdeki yıllarda diğer Orta Doğu ülkelerine de sıçrama potansiyeline sahiptir.
Nitekim, Amerikalı Orta Doğu uzmanı Robin Wright 28 Eylül 2013’te New York Times gazetesinde yazdığı “Imagining a Remapped Middle East” başlıklı makalesinde, Orta Doğu’da beş devletin parçalanacağını ve bölgede 14 yeni devletin kurulacağını ileri sürmüş, uzun zamandan bu yana sürmekte olan ve I. Dünya Savaşı sonrasında kurulan devletlerin sınırlarının tekrar mezhep, etnik grup veya aşiret kültürleri göz önüne alınarak çizilmeye çalışıldığı tartışmalarına yeni bir boyut kazandırmıştır.[1] Amerikan dış politikasının en önemli isimlerinden Henry Kissinger da Amerikan NBR radyosuna verdiği demeçte, “1919-1920 yıllarında kurulan ulusal sınırlar bir bütün olarak yıkılmalıdır” görüşünü savunmuştur.[2] Keza tanınmış Amerikalı stratejist Charles Krauthammer’in 18 Haziran 2015’te Washington Post gazetesinde yazdığı “A New Strategy for Iraq and Syria” başlıklı yazıda, Amerikan yönetimine “Mezopotamya’nın Balkanlaştırılması ABD’nin gidebileceği tek yol” önerisinde bulunması da Orta Doğu’da bölünmenin Batı için bir süreç değil, bir politika olmaya başladığını göstermektedir.[3] Ö. Taşpınar da, "Obama sonrasında kurulacak yönetimin artık Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamanın mümkün olmadığını anlayacağını" ifade etmektedir.[4]Orta Doğu’da sınırların tekrar çizilmesi görüşü sadece gazetelerde değil, artık resmi yetkililer tarafından resmi kurumlarda da savunulmaktadır. Yeni ABD genelkurmay başkanı olması beklenen Org. Joseph Dunford bu göreve atanması ile ilgili Senato Silahlı Kuvvetler Komitesi’nde yaptığı konuşmada Irak’ın Kürt ve Şii olmak üzere iki devlete bölünmesini tasavvur edebileceğini, ancak bir Sünni devletin oluşmasını tasavvur etmekte zorlandığını ifade etmiştir.[5]  Esasen birçok kaynakta modern Orta Doğu’nun sınırlarını çizen 1916 tarihli Sykes-Picot Antlaşması’na dayalı sınırların sorgulandığı görülmektedir.[6] Özetle, Orta Doğu’nun jeopolitiğinin yeniden yapılandığı bir süreç yaşanmaktadır.


Orta Doğu’da I. Dünya Savaşı sonrasında ikinci parçalanma süreci 1991’de gerçekleşen Basra Körfezi Savaşı sonrasında başlamıştır. ABD’nin Irak Ordusu’nu Kuveyt’ten çıkarmasından sonra Irak önce fiilen Kuzey Irak, Saddam denetiminde Orta Irak ve Şii isyancıların kontrolündeki Güney Irak olmak üzere üçe bölünmüştür. Daha sonra Washington, Saddam’ın Güney Irak’ı tekrar denetim altına almasına izin vermiştir. Ancak K. Irak’ta fiili bir Kürt devleti ABD desteği ile kurulmuş ve 2003’e kadar korunmuştur.

ABD’nin Irak’a yönelik 2003’te gerçekleşen ikinci saldırısı, Orta Doğu’da halen yaşanmakta olan kapsamlı bir parçalanma sürecini tetiklemiştir. Bu tetiklemenin bir tesadüf değil, bir siyaset olması büyük bir ihtimaldir. Amerikalı Org. Wesley K. Clark, 11 Eylül’ün hemen sonrasında Pentagon’da Irak’ın işgalini/parçalanmasını Suriye, Lübnan, Libya, İran, Somali ve Sudan’ın izleyeceğinin planlandığını belirtmiştir.[7]  
Bu noktada sorulması gereken üç soru vardır. Birincisi, Pentagon’da yapılan Orta Doğu’nun Balkanlaştırılması planının daha derinde yatan tarihsel kökenleri var mıdır? İkincisi,  Orta Doğu’da olası parçalanmaların hepsi bir Amerikan projesi ile mi ilgilidir? Bu çerçevede Orta Doğu’nun beklediği parçalanma sadece Org. Clark’ın sıraladığı ülkeler ile mi ilgilidir yoksa Pakistan ve Wright’ın sıraladığı Yemen ve Suudi Arabistan da bu parçalanma sürecinin içinde mi olacaktır?
Ve üçüncü soru ise Türkiye’nin bu bölünme sürecinden kendisini kurtarıp kurtaramayacağıdır. Bu analizde yukarıda sorulan soruların cevapları tartışılacaktır.

Kissinger’ın Emri ve Lewis Planı


Petrol zengini Arap ülkelerinin Arap milliyetçiliği etrafında birleşerek Arap-İsrail savaşında İsrail’i destekleyen ülkelere karşı petrol ambargosu başlatmaları Batı başkentlerinde şok etkisi yaratmıştır. Araplar Abbasilerden bu yana ilk kez milli bilinç ile ortak hareket etmektedirler. Nixon yönetiminin Milli Güvenlik Danışmanı ve Dışişleri Bakanı H. Kissinger, Arap dünyasındaki milli bilincin nasıl dağıtılabileceği ile ilgili bir çalışma yapılması talimatını vermiştir.
Kissinger’ın ABD’de başlattığı süreç ile ilgili açık kaynaklara geçen ilk toplantı Princeton Üniversitesi'nde Haziran 1978’de gerçekleştirilmiştir.Prof. Bernard Lewis’in başkanlığını yaptığı toplantıya Oryantalizm ve modern Arap tarihiyle ilgili tanınmış isimler katılmıştır. Prof. Dr. Bernard Lewis, yaşayan en önemli Orta Doğu uzmanlarından birisidir. 1916’da İngiliz vatandaşı olan ve 2. Dünya Savaşı döneminde akademisyen kimliği ile İngiliz askeri istihbaratında çalışan Lewis, savaştan sonra Londra Üniversitesi’nde araştırmalarına devam etmiştir. 1974’de ABD’de Princeton Üniversitesi’ne geçen Lewis’in ABD’nin Orta Doğu politikasının şekillenmesinde önemli katkıları olmuştur. Gerek Henry Kissinger ve Zbigniew Brzezinski gibi ulusal güvenlik danışmanlığı yapmış isimler, gerekse Prof. Dr. Samuel Huntington gibi stratejistler, Lewis’den çok köklü şekilde etkilenmişlerdir. B. Lewis’in “Lewis Planı” diye bilinen ve 1970’lerden bu yana evrilerek gelişen jeopolitik vizyonu, Orta Doğu’dan Hindistan’a kadar uzanan bölgede var olan milli devletlerin etnik ve mezhep hatları boyunca daha küçük devletlere bölünmesini öngörmektedir.  Lewis’in bu planı bazen Orta Doğu’nun “Lübnanlaşması” bazen de Orta Doğu’nun “Balkanlaşması” kavramları ile izah edilmiştir. Lewis, Roma İmparatorluğu’nun emperyal ilişkiler modelinden hareket etmektedir. Etnik temelde şekillenmiş devletçiklere geniş muhtariyetler tanınmakta ancak Roma üstün askeri gücü ile belirleyici askeri-politik güç olarak müdahale ederek yönetmektedir.[8]

B. Lewis’in başkanlığını yaptığı toplantıda 19. Yüzyıl Osmanlı idarecilerinin uyguladıkları mezhep ve inançlara göre belirlenmiş sınırlar üzerinde çalışılması öngörülmüştür. Toplantıyı duyuran Yıllar Boyu dergisi toplantıya getirilecek İsrail planına göre, Orta Doğu'daki her mezhebin bir vatanı olmasının hedeflendiğini Marunilerin Lübnan'da, Kürtlerin Suriye ve Irak'ta, Şiilerin Güney Irak ve İran'ın bir kısmında, Sünnilerin Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin'de sınırları belli yurt sahibi olacaklarını ve bu ülkelerin hepsinin sonunda bir federasyon ve ya konfederasyonda birleşme planı üzerinde çalışıldığını ileri sürmüştür.[9]
Bu toplantı ile ilgili açık kaynaklarda ikinci bilgi EIR Executive Intelligence Review adlı derginin 9 Eylül 1980 tarihli sayısında bulunmaktadır. EIR’de şöyle denmektedir:” Lewis, Orta Doğu haritasının kapsamlı bir şekilde yeniden çizilmesini hedefleyen projelerin sponsorluğunu yaptı ve katıldı. Böyle bir haritanın yeniden çizilmesi projesi 1978’de Princeton’da gizlice düzenlenmişti. Bir Arap kaynağa göre, toplantıda Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki idari yapılanmanın çağdaş Orta Doğu’ya uygulanması ile ilgili bir plan ele alındı.”[10] Princeton Üniversitesi toplantısından sonra Orta Doğu’da sınırların nasıl çizileceğini ele alan ilk açık bilgi İsrail’den gelmiştir.
        
Irak ve Suriye’nin Bölünmesi ve İsrail’in Güvenlik Stratejisi


Dünya Siyonist Örgütü’nün yayın organı Kivunim (Yönler) dergisinin Şubat 1982’de yayınlanan 14. sayısında gazeteci ve eski bir İsrailli diplomat olan Oded Yinon, Irak ve Suriye’nin bölünmesi gerektiği tezi ile Princeton Üniversitesi’nde başlayan düşünceyi bir başka boyutta geliştirmiştir. “İsrail İçin 1980’lerde Stratejisi” başlıklı yazıda Yinon, İsrail için kalıcı güvenliği I. Dünya Savaşı’ndan sonra yabancı güçler tarafından sınırları  “geçici karttan evler” olarak çizilen Müslüman Arap dünyasının sınırlarının yeniden çizilmesinde görmektedir.[11]
Yinon, Türkiye ve İran’ın da etnik yapılarının istikrar sağlamaktan uzak olduğunu tartıştığı bütün Orta Doğu ülkelerinin etnik yapılarını incelediği bölümden sonra, bu durumun İsrail için riskler ve sorunlar içermekle birlikte çok kapsamlı fırsatlar da ortaya çıkardığını savunmaktadır.[12] Yinon’a göre Irak, İsrail’in güvenliği için Suriye’den daha büyük bir tehdittir, çünkü daha güçlüdür ve onun parçalanması Suriye’nin parçalanmasından daha önemlidir. Yinon, Irak-İran savaşının Irak’ı parçalayacağına inanmıştır. Yinon, İsrail’in güvenliği için Irak’ın üçe bölünmesi gerektiği görüşünü ortaya atmıştır.  Yinon’a göre Irak’ın bölünmesinde Osmanlı döneminde Basra, Bağdat, Musul idari bölünmesi esas alınarak, etnik ve mezhep temelleri üzerinde kuzeyde bir Kürt devleti, ortada bir Sünni ve güneyde Şii devleti kurulmalıdır.[13]
Yinon, Suriye’nin bugünkü sınırları içinde dört yeni devletin kurulmasının İsrail’in güvenliğini sağlayacağını ileri sürmektedir. Yinon’a göre bu bölünme şu şekilde olmalıdır: “Suriye, etnik ve dini yapısına uygun olarak bugün Lübnan’da olduğu gibi çeşitli devletlere ayrışacaktır. Kıyıda bir Şii-Alevi devleti, Halep bölgesinde Sünni devleti, Şam’da buna düşman bir başka Sünni devleti, Havran-Kuzey Ürdün-Golan bölgesinde de bir Dürzi devleti. Bu yapı barış ve güvenliğimizin garantisi olacaktır ve bu hedef erişebileceğimiz kadar yakındır.” [14]    
Yinon’un makalesine atıfta bulunan Ralph Schoenman, “Siyonizmin Gizli Tarihi” adlı eserinde şöyle demektedir: “Irak devletini parçalamak cebir işlemi çözmeye benzemez. İsrail parçalanmanın ardından kurulacak uydu devletlerin sayılarını, nerede kurulacaklarını ve kimlerin üzerinde egemen olacaklarını kararlaştırmıştır.”[15] Yinon’un makalesini “Kudüs Amerikan Girişimcilik Enstitüsü”nün raporu izlemiştir. Raporda, “Orta Doğu’da ulusalcılık ve ulusal kimlik yok edilmeli, bunun için de Orta Doğu Osmanlılaştırılmalıdır. Böylece bölgede Batı çıkarlarına karşı çıkacak ulusal güç ve direnç kalmayacak, sistemlerin çarkları rahatlıkla işleyecektir. ABD için en tehlikeli düşman ve tehdit, bağımsızlık tehdididir…”görüşü savunulmaktadır.[16]

1990’lar Washington’da Irak’ın Bölünmesi Projesi


1990’lı yıllarda bir Arap ülkesinin bölünmesi sürecinin ilk adımı atılmıştır. Kuveyt savaşından sonra Irak artık kağıt üzerinde bir ülkedir. Ancak bunun sadece bir başlangıç olduğu gazeteci Güneri Cıvaoğlu ile iki Amerikalı subay arasındaki ilginç konuşmadan anlaşılmaktadır. Amerikalı subaylar Türkiye’yi de bölecek bir Büyük Kürdistan projesinden bahsetmektedir.[17] 1991’de Suudi Arabistan Büyükelçisi Yaşar Yakış’ın ayarladığı bir randevu ile gazeteci Güneri Cıvaoğlu, çok iyi Türkçe bilen bir Amerikalı yarbay ile buluşuyor. Cıvaoğlu, görüşmeyi şöyle anlatmaktadır: “Körfez Savaşı sırasında Suudi Arabistan’dayım. ABD kumanda merkezi olarak kullanılan otelin bir odasında dinlediklerim dehşet verici. Amerikalı yarbay duvardaki harita üzerinde Türkiye’nin Güneydoğusu'nu ve Kuzey Irak’ı işaret ediyor. Avucunu o coğrafyada dolaştırırken şöyle diyor: ‘Savaş bitecek. Amerika Irak’tan çıkacak. Giderken silahlarının büyük bölümünü bırakacak. Bunlar içinde ağır silahlar, roketler de olacak. Yöredeki Kürtler bu silahları alacaklar ve Türkiye’ye karşı kullanacaklar. Toprak isteyecekler. Türkiye, ya istedikleri toprağı verecek ya da vermeyecek ve savaşacak.’ Yarbay iyi derecede Türkçe konuşarak anlatıyor bunları. Kulaklarıma inanamıyorum. ‘Ya NATO ortaklığı, ya ülkelerimiz arasındaki dostluk’ diye soruyorum oralı olmuyor. Gene de bunun ‘Amerikalı yarbayın kendi fantezisi’ olabileceğini düşünüyorum. Ama... Birkaç dakika sonra bir başka odada gene Amerikalı bir rütbeliden aynı şeyleri dinliyorum. Bunun ‘bir mesaj olabileceğini’ düşünüyorum. İki Amerikalı subayın, Türk büyükelçisi tarafından alınmış bir randevuda tanınmış Türk gazeteciye bu mesajı vermelerinin kendi fikirleri olduğunu düşünmek mümkün değildir. 
Prof. Dr. Bernard Lewis de Basra Körfezi Savaşı'ndan sonra Foreign Affairs dergisinde yaptığı değerlendirmede çok önemli iki tespit yapmaktadır: Birinci tespit, Orta Doğu’nun geleceğini tahlil ederken, Arap ülkelerinin Irak’a karşı birleşerek savaşmasının Arap milliyetçiliğine ağır bir darbe vurduğunu ve bundan sonra Orta Doğu’da tek çekici seçeneğin İslami köktendincilik olduğudur. İkinci tespit ise Orta Doğu’nun Lübnanlaşabileceği tespitidir.[18]Her iki tespitinde doğruluğu zaman içinde ortaya çıkmıştır. Ancak bunu sadece Ortadoğu’daki doğal ve kendiliğinden gelişimin sonucu olarak görmek mümkün değildir. Dışarıdan Ortadoğu’ya müdahaleler bu süreçleri beslemiş ve hızlandırmıştır.
Eric Wallberg, 1996’da Richard Perle, James Colbert, Charles Fairbanks, Jr., Douglas Feith, Robert Loewenberg, David Wurmser ve Meyrav Wurmser’in birlikte hazırladığı “A Clean Break: A New Strategy for Securing the Realm” adlı çalışmanın Yinon’un görüşlerini 2000’lere taşıdığını belirtmektedir.[19] Richard Perle tarafından kaleme alınan bu çalışma Yinon makalesi kadar sert köşeler içermese de onun zihinsel yol haritasını izlemekte, Saddam’ın devrilmesini ve Suriye’nin ezilmesini önermektedir.[20]
        
2000’lerde Pentagon’un Orta Doğu’yu Bölme Stratejisi


Org. Wesley K. Clark, 1997-2000 arasında NATO’nun Avrupa Birlikleri Komutanı olarak görev yapmış ve Kosova operasyonunu yönetmiştir. Clark, Irak’ın işgalinden sonra “Winning Modern Wars-Iraq, Terrorism and The American Empire” adlı bir kitap yayınlamıştır. Clark, Bush Yönetiminin 11 Eylül sonrasında “Teröre karşı savaş” başlığı altında düzenlediği savaş stratejisini özellikle de Irak’ın işgal edilmesini sert bir şekilde eleştirmiştir. Clark, Bush Yönetimini şöyle tenkit etmektedir: “Bush Yönetiminin bizi El Kaide ile yapılacak gerçek bir savaşı yapmamak pahasına Irak ile bir savaşa ittiği, acele ettirdiği, yanlış yönlendirdiği ve manipüle ettiği benim için açıktı.”
Org. Clark, Orta Doğu’da gerçekleşen süreci anlamamız için önemli olan bilgiler vermektedir:“Kasım 2001’de Pentagon’a geri döndüğüm zaman yüksek rütbeli bir kurmay subay ile sohbet etme fırsatı buldum. “Evet, hala Irak’a karşı bir operasyon için iz sürüyorduk söylediğine göre. Ancak daha fazlası da vardı. Bu beş yıllık bir planın parçası olarak konuşulmuştu ve toplam yedi ülke söz konusuydu.Irak ile başlanacak sonra Suriye, Lübnan, Libya, İran, Somali ve Sudan gelecekti. Evet diye düşündüm, bu onların ‘bataklığı kurutmak’ diye konuştuklarında kastettikleri şeydi. Aynı zamanda bir Soğuk Savaş yaklaşımının da kanıtıydı. Terörizmin bir devlet sponsoru olması gerekirdi. Ve bu devlete saldırmak daha etkili olurdu.”[21]  Org. Clark’ın Pentogon’da dinlediği, Orta Doğu’da yedi ülkenin parçalanması ile ilgili politikanın hala bir bütün olarak sürdürülüp sürdürülmediğini kesinlikle söyleyemeyiz ancak Amerikan Ordusu’nun Irak’a ikinci girişinde başlattığı süreç Irak’ın parçalanması süreci olmuştur.
Nitekim Yarbay Ralph Peters tarafından yayınlanan yarı resmi nitelikli Armed Forces Journal adlı dergide 2006 Haziran’ında yayınlanan “Blood Borders- How a better Middle East would look” adlı makalede Orta Doğu’da mevcut sınırları radikal bir şekilde tasfiye eden ve yeni sınırlar öneren bir harita yayımlanmıştır. Peters herhangi bir subay değildir. Amerikan askeri dergilerinde çok sık makaleleri yayınlanan Yarbay Peters’in emekli olmadan önce son görevi Amerikan Savunma Bakanlığı İstihbarat Müdür yardımcılığıdır.[22]
“Balkanlar ve Himalayalar arasındaki adaletsizliği ile ünlü topraklardaki en göz alıcı haksızlık bağımsız bir Kürt devletinin yokluğudur. Orta Doğu’da bitişik bölgelerde yaşayan 27 ile 36 milyon arasında Kürt vardır (bu rakamlar muğlaktır zira hiç bir devlet dürüst bir nüfus sayımı yapılmasına müsaade etmemiştir). Günümüz Irak nüfusundan daha büyük olan bu grup, düşük nüfus tahminini bile göz önünde bulundurduğumuzda Kürtleri dünyanın kendine ait bir devleti olmayan en büyük etnik grubu yapmaktadır. Daha kötüsü, Kürtler, Ksenofon’un zamanından beri yaşadıkları tepe ve dağların bulunduğu bölgeyi kontrol eden her devlet tarafından ezilmiştir.
Amerika Birleşik Devletleri ve koalisyon ortakları Bağdat’ın düşmesinden sonra bu haksızlığı düzeltmek için ellerine geçen muhteşem fırsatı görememişlerdir. Uyumsuz parçaların birbirlerine Frankeştayn canavarını andıran şekillerde dikilmesinden oluşan bir devlet olan Irak, o anda üç küçük devlete bölünmeliydi. Korkaklık ve vizyon eksikliğinden bunu başaramadık ve Iraklı Kürtleri yeni Irak hükümetini desteklemeleri konusunda zorladık – ki bunu iyi niyetimize karşılık olarak isteyerek yapıyorlar. Ancak özgür bir halk oylaması gerçekleştirilecek olsaydı, hiç şüpheniz olmasın ki Irak Kürtlerinin neredeyse %100’ü bağımsız olmak için oy verirlerdi.
Şiddetli askeri baskılara maruz kalan ve on yıllar boyunca “dağ Türkü” olarak nitelendirilmek suretiyle kimlikleri yok edilmek istenen Türkiye Kürtleri de aynı şekilde oy verirlerdi. Ankara’nın önünde bulunan Kürt sorunu son on yıl içerisinde bir miktar kolaylaşmış olmasına rağmen, baskı yakın tarihlerde tekrar yoğunlaştı ve Türkiye’nin doğusundaki beşte birlik bölümü işgal edilmiş bir bölge olarak görülmelidir. Suriye ve İran Kürtleri de mümkün olsa bağımsız bir Kürdistan’a katılmak isterlerdi. Dünyanın meşru demokrasilerinin Kürt bağımsızlığını muzaffer kılmayı reddetmeleri medyamızı sık sık heyecanlandıran beceriksizce yapılan hafif günahlardan çok daha kötü bir insan hakları ihmalidir. Ayrıca Diyarbakır’dan Tebriz’e kadar uzanan bağımsız bir Kürdistan, Bulgaristan ve Japonya arasında en Batı yanlısı devlet olacaktır.”[23]

Ralph Peters’in makalesi
Ralph Peters’ın makalesi ve haritası sadece derginin sayfalarında kalmamış, NATO eğitim kurumlarına kadar girmiştir. Bu haritanın Napoli’de NATO Koleji’nde Türk subaylarının da bulunduğu bir toplantıda gösterilmesi Türk Genelkurmay Başkanı’nın Amerikan Genelkurmay Başkanı nezdinde protestoda bulunmasına yol açmıştır.
       


****


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder