İRAN NÜKLEER KRİZİNİN TÜRKİYE’YE OLASI ETKİLERİ BÖLÜM 2
3.1. İran’a Askeri Operasyon Yapılma Senaryosu
Yukiya Amano’nun 9 Kasım 2011’de açıkladığı ve İran’ın nükleer silah ürettiğine dair ciddi şüpheler olduğunu ileri süren UAEK raporunun ardından
İran’ın uranyum zenginleştirme çalışmalarına devam etmesi ve nükleer yakıt çubuklarını ürettiğini açıklaması uluslararası toplumu tedirgin etmiştir. Bu
kapsamda Tahran’ın nükleer silah tetik tertibatı ürettiğine, Şahab-3 (1500 km) füzeleriyle İsrail’i doğrudan vurabilecek kapasiteye ulaştığına, Fecir-3 (45
km) ve Fecir-5 (75 km) füzeleriyle de Hamas vasıtasıyla İsrail’i vurabileceğine ve bu nedenle Tahran yönetiminin Tel-Aviv için ciddi bir tehdit oluşturduğuna
ilişkin haberlerin ABD ve İsrail kamuoyunda yayılması tüm dikkatleri İran’a çekmiştir.17
İran Silahlı Kuvvetlerinin Envanterindeki Füze Sistemleri
Füze Sistemleri
17 Yossi Melman ve Hagar Mizrahi, “News of Palestinian Rockets”,
http://www.jewishpolicycenter.org/2191/haaretz-wikileaks-exclusive-iran-providing-hamas, “HAMAS Rockets”, http://www.globalsecurity.org/military/world/para/hamas-qassam.htm
Söz konusu tehdit algılamaları çerçevesinde Tahran’ın nükleer programını engellemek için askeri müdahale seçeneği üzerinde de durulmaktadır.18 Nitekim ABD’nin İsrail ile birlikte düzenleyebileceği hava harekâtı ve füze saldırısıyla İran’ın nükleer tesislerini vurma ihtimalinin arttığına ve ABD’nin herhangi bir askeri operasyon başlatmaması durumunda ise olası bir saldırının İsrail tarafından tek başına gerçekleştirilebileceğine ilişkin değerlendirmeler yapılmaktadır.
Bu konuda gerekli hazırlıkların üst seviyeye çıkarıldığı ve harekât ortamının olgunlaştırılmaya çalışıldığına dair görüşler bulunmaktadır.
Geçmişte Tahran’ın nükleer programının bilgisayar kodlarına virüs saldırılarının gerçekleştirilmesi, İranlı birçok nükleer uzmanın öldürülmesi ve Tahran’ın
yaklaşık 50 km batısındaki Bidganeh’teki tesiste yaşanan patlamada balistik füze programının önemli isimlerinden Tuğgeneral Hasan Tehrani Mukaddem ile birlikte 17 kişinin hayatını kaybetmesi, İran’ın endişelerini artırmaktadır.19 İran’ın önde gelen nükleer bilim adamlarından Mustafa Ahmedi Ruşen’in 11
Ocak 2012’de öldürülmesi, İran’da istihbarat örgütleri arasında yaşanan örtülü savaşın devletlerarası sıcak ve açık bir çatışmaya dönüşme ihtimalini gündeme
getirmektedir.20
Bu bağlamda İran, ABD ve İsrail tarafından koordineli bir operasyon planıyla nükleer tesislerine saldırıda bulunulacağından endişe duymaya başlamış ve
Tahran yönetiminin olası saldırılara karşı hazırlıklarını artırdığı öne sürülmüştür. Nitekim İran’ın Hürmüz Boğazı’nda Ocak 2012’de yaptığı kapsamlı
tatbikat, İran ordusunun askeri hazırlık içinde olduğu görüşünü desteklemiş; General Muhammed Ali Caferi’nin olası bir saldırı karşısında askeri güçlere
hazır olma emri verdiği ifade edilmiştir. Batılı istihbarat kaynakları ise İran’ın uzun menzilli füzeleri, tahrip gücü yüksek patlayıcıları, büyük topları ve muhafız
birliklerini temel savunma noktalarına konuşlandırdığını belirtmiştir.21
18 Bu konuda bkz. Stephen M. Walt, “Why Attacking İran is a stil bad idea?”, 27.12.2011,
http://walt.foreignpolicy.com/posts/2011/12/27/why_attacking_iran_is_still_a_bad_idea ‘Military strike won’t stop Iran’s nuclear program’,
http://www.haaretz.com/news/military-strike-won-t-stop-iran-s-nuclear-program-1.266113
19 “İran Savaş İçin Hazırlanıyor”, http://www.hurriyet.com.tr/planet/19401449.asp 6 Aralık 2011.
20 “Bomb kills Iran nuclear scientist as crisis mounts”, 12 Ocak 2012,
http://www.sundaytimelk/index.php?option=com_content&view=article&id=14649:bomb-kills-iran-nuclear-scientist-as-crisis-mounts&catid=81:news&Itemid=625
21 “İran Savaş İçin Hazırlanıyor”, http://www.hurriyet.com.tr/planet/19401449.asp 6 Aralık 2011.
Öte yandan 14 Nisan 2012 tarihinde İstanbul’da yapılan müzakerelerin hemen ardından İsrail televizyon kanalı Channel 10, İsrail yönetiminin 23 Mayıs
2012’de Bağdat’ta gerçekleştirilecek ikinci tur müzakerelere kadar bekleyeceğini, diplomatik müzakerelerin kesintiye uğraması durumundaysa düzenlenecek
bir hava operasyonuyla İsrail ordusunun İran nükleer tesislerini vuracağını ileri sürmüştür. Operasyonda saldırı uçaklarının, eskort jetlerin, havada yakıt
ikmali sağlayan tanker uçakların, elektronik savaş uçaklarının ve kurtarma helikopterlerinin kullanılacağı açıklanmıştır. Aynı zamanda İsrail filosunda en
uzun menzile sahip olan F-15’ler ile “Eitan” insansız uçaklarının da operasyonun ön saflarında eşzamanlı olarak yer alacağı iddia edilmiştir. Haberde ayrıca
söz konusu operasyon kapsamında İsrail’de özel sığınakların inşa edildiğinin ileri sürülmesi, İsrail’in İran’a düzenleyeceği olası askeri harekâtın tüm planlarının
yapıldığını ve İsrail’in tüm seçeneklere hazırlıklı olduğunu göstermesi bakımından önem arz etmektedir.22
Tüm bu gelişmeler çerçevesinde İran’a yapılacak olası bir askeri operasyon, topyekûn ve sınırlı olmak üzere iki temel harekât tarzıyla yürütülebilir. İran’a
yapılacak topyekûn bir askeri harekâtın Irak ve Afganistan’da olduğu gibi kara, deniz ve hava kuvvetlerinin eşzamanlı katılımıyla yürütülmesi planlanabilir.
Bu seçeneğin hayata geçirilebilmesi için öncelikle uluslararası meşruiyet aranarak BM aracılığıyla hem uluslararası hukukun temel ilkelerine uyulmaya
hem de operasyonun sorumluluk ve maliyeti paylaşılmaya çalışılabilir. Ancak gerek uluslararası konjonktür gerekse Rusya ve Çin’in bu seçeneğe sıcak
bakmaması nedeniyle askeri bir operasyon kararının alınması kısa ve orta vadede beklenmemektedir. Zira Suriye krizinde olduğu gibi veto mekanizmasına
başvuran Rusya ve Çin’in İran’a desteği dikkate alındığında, Güvenlik Konseyi’nden İran’a askeri operasyon yapılmasına imkân sağlayacak bir karar
çıkması zor görünmektedir. Üstelik Rusya’nın Buşehr nükleer santralini bitirmesi, İranlı nükleer uzmanları ve öğrencileri eğitmesi, Tahran’a nükleer
teknoloji sağlaması ve lojistik destek vermesi, nükleer enerji alanında Moskova ile Tahran arasındaki stratejik ortaklığa işaret etmektedir. Rusya aynı
zamanda İran’ın en önemli silah tedarikçisi konumundadır. Bununla birlikte İran ile yaptığı nükleer anlaşmaları Amerikan baskısı nedeniyle feshetmesine
karşın Çin’in de örtülü bir şekilde İran nükleer programını desteklediği bilinmektedir.
22 “İsrail’in İran operasyonunun detayları yayınlandı”, 21 Nisan 2012,
http://www.hurriyet.com.tr/planet/20389479.asp
Tahran’ın Moskova ve Pekin ile yaptığı nükleer işbirliğinin yanı sıra jeopolitik çıkarları da göz önünde bulundurmak gerekir. Nitekim Rusya, Çin ve İran;
Suriye krizinde görüldüğü üzere Batı, Türkiye ve Körfez ülkelerine karşı bir blok oluşturmakta ve Orta Doğu’da bir nevi denge politikası izlemektedir.
Bu kutuplaşmanın İran’a uygulanacak askeri operasyon seçeneğinin masaya getirilmesi durumunda da yaşanacağı açıktır. Diğer yandan AB’nin yaşadığı
ekonomik kriz göz önünde bulundurulduğunda AB üyelerinin de askeri operasyon tercihine sıcak bakmayacağı tahmin edilebilir. Kaldı ki bu ülkeler, İran
nükleer krizinin başından beri sorunun diplomatik yöntemlerle çözülmesinden yana tavır almış ve sert güç kullanımını istemediklerini net bir şekilde dile
getirmiştir. İran nükleer krizinde AB’yi ABD’den ayıran ve Batı’yı ikiye bölen bu yöntemsel farklılaşmayı AB’nin birçok söylem ve eyleminde görmek
mümkündür. Özetle İran’a uluslararası meşruiyete dayalı yapılacak bir askeri harekât zor görünmektedir.
Toplam Askeri Personel (Devrim Muhafızları dâhil): 523,000
Paramiliter Güçler: 40,000
Yedek Askeri Personel: 350,000
Bu durumda geriye ABD ve İsrail öncülüğünde oluşturulacak bir koalisyon gücünün askeri harekât yapma seçeneği kalmaktadır. Ancak ABD ve İsrail’in
ortak yürüteceği bir askeri harekât seçeneği hem uygulanması hem de istenilen sonucun alınması bakımından kolay bir tercih değildir. Zira Washington
yönetimi; ABD’nin Afganistan ve Irak’taki yıpranmışlık ve başarısızlığı, uluslararası kamuoyunda yitirdiği prestij ve savaş ekonomisinin Amerikan halkına yansıyan olumsuzlukları gibi nedenlerden dolayı böyle bir harekâta sıcak bakmayacaktır. Bu durumda İsrail kamuoyunda ve medyasında çıkan tüm haberlere rağmen Tel Aviv yönetiminin tek başına askeri operasyon başlatması en azından yakın gelecekte zor görülmektedir.
Diğer bir açıdan İran’a yapılacak topyekûn bir askeri saldırı, hem bölgesel dengeler hem de başta jeopolitik konumu olmak üzere İran’ın sahip olduğu
güç unsurları nedeniyle birçok zorluğu içermektedir. İran’ın ulusal güç unsurları, ABD’nin Afganistan ve Irak’ta verdiği maddi ve manevi kayıplarla birlikte değerlendirildiğinde Washington yönetiminin Tahran’a düzenlenecek muhtemel bir topyekûn saldırıyı kolaylıkla göze alamayacağı düşünülebilir.
İran’ın köklü devlet geleneği, ulusal bilinci, dışarıdan gelen bir tehdide karşı ulusça birlikte hareket etme özelliği, sahip olduğu kısa ve orta menzilli füzeler,
İran ordusunun gayri-nizami savaş tekniklerini iyi bilmesi, asimetrik çatışma yeteneğinin bulunması, Devrim Muhafızlarının bölge ülkelerindeki devlet-dışı aktörleri harekete geçirebilme kapasitesi, İran’ın engebeli ve dağlık coğrafi yapısı gibi faktörler bu ülkeye yapılacak topyekûn bir saldırının
özellikle kara harekâtının zorluğunu ortaya koymaktadır.
İran köklü devlet geleneğinin etkisiyle dış tehditlere karşı farklı toplumsal hareketlerin kenetlendiği ve halkın birlikte hareket ettiği bir ülke 23 olsa da, yıllarca rejim baskısı altında giderek kemikleşen bir muhalefetin oluşması farklı senaryoları gündeme getirebilir. Örneğin İran’daki muhalif çevreler, olası bir
kaos ortamında rejim değişikliği arayışına girebilir ve Türkiye de dâhil uluslararası aktörlerden destek talebinde bulunabilir.
23 2009 yılındaki seçimlerde İran muhalefeti dinamizm ve güç kazanmış gibi görünse de İran’ın iç dengesi askeri güçlerin konumuna bağlıdır. Zira gerek Besic milisleri gerekse Devrim Muhafızları politik konumlarını ve güçlerini korumak için İran’daki Yeşil Muhalefetin karşısında yer almaktadır; Bernd Kaussler, “The Iranian Army: Tasks and Capabilities”,
Middle East Institute, http://www.mei.edu/content/iranian-army-tasks-and-capabilities
İran-Azerbaycan İlişkileri
Bu açıdan değerlendirildiğinde Tahran yönetiminin de topyekûn bir savaşı tırmandırmaktan ve özellikle ilk saldırıyı gerçekleştirmekten kaçınacağı belirtilebilir.
Bu yüzden İran önümüzdeki süreçte muhtemelen, geleneksel diplomasi stratejisi olan satranç oyununu devam ettirmek isteyecek ve asimetrik
tedbirlere yönelecektir.24 Bu kapsamda İran’ın düşük yoğunluklu ancak süreklilik arz eden bir istikrarsızlığı besleyecek diplomatik hamlelerde bulunması
muhtemeldir. İran, nükleer krizin başından bu yana müzakere yollarını ne tam olarak kapatmakta ne de kalıcı bir anlaşmaya yanaşmaktadır. Tahran yönetiminin nükleer kriz sürecini “kontrollü gerginlik” stratejisiyle atlatmaya çalıştığı görülmektedir. Bu taktiksel manevralar aynı zamanda Tahran’a nükleer programında ilerleme kaydetmesi için zaman kazandırmakta ve süreç bu stratejiyi şimdiye kadar iyi yürüten Tahran’ın lehine işlemektedir. Suriye’deki kriz ise bu anlamda uluslararası kamuoyunun ilgisini Şam’a çekerek nükleer programı konusunda zamana ihtiyacı olan İran’ın elini güçlendirmektedir. Ayrıca
bu durumda, İran’ın çok etnikli sosyolojik yapısının da Tahran yönetiminin ulusal güvenlik kaygılarını artıracağı söylenebilir. Nitekim İran’ın bugünkü
sosyo-psikolojisini oluşturan bazı tarihi tecrübeler, güvenlik hassasiyetlerinin ön planda tutulmasına neden olmaktadır. Keza II. Dünya Savaşı’ndan sonra
kısa süreliğine kurulan Özerk Azerbaycan Cumhuriyeti ve Mahabad Kürt Cumhuriyeti, İran’ın güvenlik eksenli toplumsal ve stratejik hafızasında yer
edinmiştir. Tahran yönetimi, muhtemel bir kaos ortamında ülkedeki Kürtlerin ayrı bir yönetim talebinden ve Azerilerin Azerbaycan ile birleşme taleplerinden
çekinmektedir.
Tüm bu parametreler çerçevesinde İran’a topyekûn askeri harekâtın zorluğu, sınırlı bir askeri harekât seçeneğini gündeme getirmektedir. Diplomatik girişimlerin sonuçsuz kalması durumunda İran’ın hava saldırılarıyla vurulması daha olası bir askeri seçenektir. Bu harekât ABD’nin bölgedeki üslerinden,
uçak gemilerinden ve füze atma kabiliyetine sahip gemilerinden koordine edilerek yürütülebilir. İsrail de hava saldırılarına Suriye ve Irak hava sahasını
kullanarak iştirak edebilir. Hatta bu operasyon, Körfez bölgesindeki İngiliz ve Fransız gemileri ile desteklenebilir. Ancak İsrail’in bu harekâtı tek başına gerçekleştirmesi durumunda hem harekâtın istenilen sonuçları alması mümkün olmayabilir, hem de İsrail uluslararası toplumun tepkisini çekebilir.
24 Gawdat Bahgat, “Iran’s Regular Army: Its History and Capacities”, Middle East Institute,
http://www.mei.edu/content/iran%E2%80%99s-regular-army-its-history-and-capacities
Hava saldırıları vasıtasıyla yapılacak sınırlı harekâtın ana hedefi; İran’ın nükleer tesisleri, askeri üsleri, istihbarat birimleri ve diğer stratejik noktaları olacaktır.
Fakat bu tercihin fiiliyata geçirilmesi halinde İran nükleer tesislerinin stratejik konumu, yapılacak olan hava operasyonun başarısı açısından sorun
teşkil edebilir. Zira Tahran yönetiminin olası bir askeri operasyona karşı nükleer tesislerini dağınık, yerleşim merkezlerine yakın ve yeraltında inşa etmesi,
bu tesislerin vurulmasını engelleyici bir rol oynayabilir. Ayrıca böyle bir durumdan sivillerin de zarar görecek olması, yapılacak bu operasyonun maliyet
ve sorumluluğunu oldukça artıracaktır. Sınırlı askeri operasyon tercihinin simetrik olmayacak bir şekilde karşılıklılığa dönüşme potansiyeli de çok yüksektir.
Bu senaryoda Tahran yönetiminin göstereceği reaksiyon, bölgedeki ABD üslerine saldırıda bulunulması şeklinde gerçekleşebilir. Dolayısıyla Tahran yönetiminin
Adana’daki İncirlik ABD üssü ile Malatya Kürecik’te konuşlandırılan NATO füze savunma sistemini hedef alması durumunda Türkiye açısından
önemli bir güvenlik sorunu oluşacaktır. İran füzelerinin güdüm sistemlerinin ileri teknolojilere sahip olmaması nedeniyle bölge halkı da bu saldırılardan
zarar görebilir ve İran Türkiye’yi sıcak bir çatışmanın içine çekebilir. Bununla birlikte Türkiye’nin füze savunma sistemlerindeki yetersizlikler, güvenlik
kaygılarını artıracaktır. Ayrıca İran’a düzenlenecek olası bir askeri saldırıda Türkiye lojistik desteğin beklendiği bir ülke olarak uluslararası toplumdan
baskı görebilir ve diplomatik ikilem içinde kalabilir.
İran’ın bu senaryoda vereceği bir diğer tepki de Orta Doğu’da yakın ilişki içinde bulunduğu güçleri çatışma ortamına müdahil etme olasılığıdır. Tahran
yönetiminin Suriye’deki Esed rejimi, Lübnan’daki Hizbullah, Filistin’deki Hamas ve Irak’taki Şii gruplar üzerindeki etki kapasitesi düşünüldüğünde bu
aktörleri ABD ya da İsrail’e karşı kolaylıkla harekete geçireceği varsayılabilir.
İsrail-Filistin çatışmaları ve 2006’daki İsrail-Lübnan Savaşı, bu güçlerin gayri nizami ve gerilla savaşlarını başarıyla kullanabilme yetenekleri karşısında
İsrail ordusunun ne derece zorlandığını ortaya koymuştur. Tahran yönetiminin olası bir sıcak çatışmada konvansiyonel askeri gücü sınırlı bir kapasiteye
sahip olmasına karşın bu çatışmayı ülke dışına yayma ve çatışma alanını genişleterek asimetrik güç unsurlarını harekete geçirebilme potansiyeli vardır.
Bu sebeple Tahran’ın manevra alanını genişletmek ve karşı tarafa maddi ve manevi zarar vermek amacıyla çatışma alanını kolayca yayabileceği öngörülebilir.
Buradan hareketle İran’a yapılacak askeri bir harekâtın bölge ile sınırlı kalmayacağı ve küresel bir kaosa dönüşme riski taşıdığı söylenebilir.
Yukarıdaki tablodan da anlaşılacağı üzere Tahran’a yapılacak bir müdahale ve bunun karşılığında İran’ın ortaya koyacağı olası bir harekât tarzı; terör saldırılarından Körfez’de bulunan Amerikan üslerinin hedef alınmasına, başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerindeki petrol yataklarına saldırılmasından enerji lojistiğinin kesilmesine, Batı ile ilişkileri bulunan ülkelere füze saldırılarında bulunulmasından Sünni-Şii çatışması olasılığına kadar geniş bir zemindeki risk ve tehditleri içermektedir. Ayrıca bölgede oluşacak böyle bir kaos ortamında Suriye ve Irak ağırlıklı olmak üzere bölge ülkelerinde uzantıları
bulunan PKK/KCK terör örgütü, daha rahat hareket edebilme ve şiddet eylemlerini artırma imkânı bulacaktır. Bu durumda terör eylemlerindeki artıştan
Türkiye de etkilenecektir. Terör eylemlerine karşı mücadelede deneyimli olsa da Türkiye’nin bu eylemlerden zarar görmemesi mümkün değildir.
25 Tablonun hazırlanmasında yararlanılan kaynak için bkz. Sam Gardiner, “The End of the “Summer of Diplomacy”: Assessing U. Military Options on Iran”,
Century Foundation Report, 2006, 16.
İran’a askeri operasyon seçeneğinin, Türkiye’nin sınır güvenliği ve toplumsal yapısı üzerinde de etkileri olabilir. Örneğin geçmişte Irak’tan ve günümüzde
de Suriye’den Türkiye’ye gerçekleşen göç dalgasının bir benzeri İran’dan da yaşanabilir. Olası bir çatışmanın bölgeye yayılması halinde çatışmadan etkilenme derecesine göre diğer bölge ülkelerinden de Türkiye’ye kitlesel göç gerçekleşebilir. Bu konjonktür, PKK/KCK terör örgütünün yapacağı eylemler
de dikkate alındığında Türkiye’nin sınır güvenliğini ciddi derecede etkileyecektir. Bununla birlikte sınır bölgesinde başta kaçakçılık ve karaborsacılık olmak
üzere çeşitli suçlarda artış meydana gelebilir.26
İran’a yapılacak olası bir askeri operasyonun önemli etkilerinden biri de tahrip olan nükleer tesislerden açığa çıkacak radyasyonun bölge ülkelerine yayılma
riskidir. Japonya’da deprem sonrası yaşanan felaketin bir benzerinin, hatta daha da kuvvetlisinin bölgede yaşanması muhtemeldir. Nükleer tesislerde
meydana gelen hasar nedeniyle yayılan radyasyon sadece İran’ı değil, bütün bölge ülkelerini etkileyecektir. Türkiye’nin böyle bir tehlikeye karşı önlem
alma kapasitesinin sınırlı olması, söz konusu ekolojik tehdidin etki derecesini ve hayatiliğini artırmaktadır. Ayrıca bu denli bir tehdidin kalıcı etkileri de olacaktır.
Kısacası küresel ölçekli risk ve tehditleri içeren askeri operasyon seçeneğinin geri dönülmesi zor bir kaosa neden olacağı açıktır. Zira askeri operasyon
senaryosunun gerçekleşmesi, Hürmüz Boğazı’nın kapatılması ve Şii-Sünni çatışması senaryolarını da tetikleyebilir. Domino etkisiyle bu üç senaryonun
yaşanması ve önemli enerji kaynaklarının bulunduğu Orta Doğu’da sıcak çatışmaların yaygınlaşması dünya ekonomisini ve uluslararası düzeni olumsuz
yönde etkileyecektir. Bu senaryonun gerçekleşmesi halinde Türkiye güvenlik ikilemi içine düşecektir. Bu açıdan değerlendirildiğinde Türkiye’nin İran ile
Batı arasındaki nükleer müzakerelere bu denli önem vermesi ve arabuluculuk rolü üstlenmesi, idealpolitiğin yanı sıra reelpolitiğin de bir dışavurumu olarak
yorumlanabilir. Bu çerçevede Türkiye’nin İran nükleer krizinin diplomatik araçlarla çözüme kavuşturulması konusunda önümüzdeki süreçte de aktif olacağı düşünülmektedir.
26 Nihat Ali Özcan, “İran Sorununun Geleceği: Senaryolar, Bölgesel Etkiler ve Türkiye’ye Öneriler”, TEPAV Orta Doğu Çalışmaları 1, 43-44.
3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder