23 Aralık 2016 Cuma

ARAP DAYANIŞMASI ÇÖZÜLÜRKEN: SURİYE, ÜRDÜN VE LÜBNAN’DA IRAKLI MÜLTECİLER



ARAP DAYANIŞMASI ÇÖZÜLÜRKEN: SURİYE, ÜRDÜN VE LÜBNAN’DA IRAKLI MÜLTECİLER 



Irak’tan kaçanlara kapılarını açan Suriye, gelenlerin sayısı aşırı şekilde artınca Iraklıların vize muafiyetini feshetti. 

Dr. Didem Danış 
Galatasaray Üniversitesi 
Sosyoloji Bölümü 
ORSAM Danışmanı 
İnceleme; 57


< Yüz binlerce Iraklı geri dönmez/dönemez ve bulundukları yerlerde entegre olamazlarsa, Ortadoğu’nun halihazırda kaygan dengeleri açısından yeni gerilimler doğabilir. Mültecilerin yerleştiği mahallelerin, yoksullaşma ve dışlanmaya paralel olarak radikal hareketlere zemin oluşturabilecek bir alan haline gelmesinden endişe duyuluyor. >




Irak’ın işgalini takip eden şiddet sarmalında komşu ülkelerde sığınma arayan iki milyondan fazla Iraklının durumu, olayın yarattığı toplumsal ve ekonomik tahribat bir yana, siyasal alanda da bir çözülüşün göstergesi oldu. Iraklı mültecilerin Suriye, Ürdün ve Lübnan gibi ülkelerde yaşadıkları, zaten bir süredir gözden düşmüş olan Arap dayanışmasının eriyişini tasdik etti. 

1958-61 arasında kısa ömürlü Birleşik Arap Cumhuriyeti ile doruk noktalarından birini yaşamış olan Arap birliği fikri, 1980’li yıllarda İslamcı hareketlerin yükselişi ve bölgedeki çatışmaların etkisiyle Arap dünyasının çoğunda tedavülden kalkmıştı. Milyonlarca Iraklının yerinden yurdundan kopmasına ve komşu Arap ülkelerine sığınmasına yol açan son mülteci krizi, Arap dayanışması fikrine en bağlı gözüken Suriye’de bile bu idealin hükümsüz kalmakta olduğunu gösterdi. 2003 sonrasında Irak’tan kaçanlara kapılarını açan Suriye, gelenlerin sayısı 
aşırı şekilde artıp, ekonomide ağır hasar yaratınca, kendi çıkarlarına öncelik veren bir tavır değişikliğine giderek Iraklıların vize muafiyetini feshetti. Ürdün, sığınmacılara gelen yardımları kendi halkına yönlendirerek bu maliyetli yükü bir kazanç fırsatına çevirdi. Lübnan ise, uzun süreli ve kanunsuz gözaltılarla mültecileri sınırdışı olmaya zorlayan “gönüllü sınırdışı” politikasıyla yeni gelecekleri caydırmaya çalıştı. Bu ülkelerin tavrında Ortadoğu’da yaşanan bir önceki büyük iltica krizinin, yani Filistin deneyiminin de etkisi olduğu söylenebilir. Bir zamanlar, tüm bedellerine rağmen içeri buyur edilen Filistinli mülteciler kadar önemli bir siyasi anlam taşımadıklarından olsa gerek, Iraklılar, komşu ülkelerde bir “yük”, “ Güvenlik Riski ” ve “sorun kaynağı” olarak algılandı. 


Irak’ta de Facto Bölünme 

BM verilerine göre, 2003-2007 arasında, yurtdışına kaçan Iraklıların sayısı 2.6 milyona ulaşmış, iki milyona yakın kişi de Irak içinde yer değiştirerek 
daha güvenli bir yaşam aramıştı. 2003 sonrası göçün çıkış nedenleriyle ilgili hızlı bir değerlendirme yapacak olursak, ilk olarak Amerikan işgali sonrasında mevcut siyasi düzenin yerle bir edilişiyle ortaya çıkan şiddet sarmalından bahsetmek gerekir. İlk altı yılın zorunlu göç açısından bilançosu, demokrasi, istikrar ve refah getireceği iddiasıyla gerçekleştirilen işgalin hedeflerinden çok uzak olduğunu gösterir.






















Tablo: 2003 - 2009 (20 Haziran) Irak’ta hayatını kaybeden ve kayıtlara geçmiş sivillerin sayısı 
Kaynak: http://www.iraqbodycount.org/ 

2007 sonunda Ortadoğu’da yerinden edilmiş Iraklıların sayısına dair bir tahmin - Kaynak: UNHCR-maps Nisan 2003’ten itibaren Irak içinde yerinden edilenler  

Bugün artık tüm Iraklılar – ait oldukları etnik, dini veya diğer kimliklerinden bağımsız olarak – gündelik yaşamlarının her anında ölüm tehdidiyle yüzyüze yaşamaktadır. Mezhepleri, ekonomik konumları veya cinsiyetleri yüzünden saldırıya uğrayanlar bir yana, okula veya işe giderken yolda rastgele patlayan bir bombanın kurbanı olarak ölenlerin sayısı da ciddi boyutlara varmıştır. 

Şubat 2008’de yayımlanan bir araştırmaya göre, Iraklı mülteciler ve sığınmacılar (Kümülatif) 

2003 400.000 
2004 800.000 
2005 1.200.000 
2006 2.000.000 
2007 2.740.000 
2008 2.770.000 

Not: Sayılar kümülatiftir ancak Mart 2003 öncesinde yerinden edilmiş olan yaklaşık bir milyon kişi dahil değildir. 
Kaynak: Brookings Iraq Index 

2003-2004 366.000 
2005 889.000 
2006 1.800.000 
2007 2.400.000 
Kaynak : Brookings Iraq Index 









 < Son yıllardaki göçün büyük bir kısmı, etnik ve dini açıdan karma yerleşim yerlerinde gerçekleşti ve Arap, Kürt, Türkmen, Şii ve Sünnilerin birarada yaşadığı yerler tektip mahallelere dönüştü. Bu durumun en bariz gözlendiği yer kuşkusuz başkent Bağdat’tı. >

2003’ten beri Irak’ta bir milyonu aşkın kişi hayatını kaybetmiş1, ölen sivillerin sayısı da 100 bine yaklaşmıştır.2 

2003’teki işgali takip eden günlerde Condolezza Rice’ın “yaratıcı kargaşa” düsturu Irak devletine ve ulusal birliğe ait tüm sembol ve araçların 
tasfiye edilmesini öngörüyordu. Ordu başta olmak üzere devlete ait tüm kurumlar dağıtılırken, ortaya çıkan boşluğun çeşitli militan gruplarca 
doldurulması çok şaşırtıcı olmadı. Otorite boşluğundan beslenen şiddet ve suç döngüsü derinleşirken, ülkede en büyük istihdam alanı olan devlet fabrikaları da kapatılıyordu. Sonuçta işsiz kalan, can ve mal güvenliği gailesine düşen insanlar için göç mecburiyet haline geldi. Evini terketmek zorunda kalanların bir kısmı ülke dışına giderken, içeride de silahlı milislerin öncülüğü ve işgal ordusunun örtük teşvikiyle, mezhep veya etnik köken açısından ayrışmış bölgeler yaratıldı. Son yıllardaki göçün büyük bir kısmı, etnik ve dini açıdan karma yerleşim yerlerinde gerçekleşti ve Arap, Kürt, Türkmen, Şii ve Sünnilerin birarada yaşadığı yerler tektip mahallelere dönüştü. Bu durumun en bariz gözlendiği yer 
kuşkusuz başkent Bağdat’tı. Sokaklar arasına kurulan bariyerler, mahalleler arasında nöbet tutan milisler ve Uluslararası Güç’ün de katkısıyla, bir 
zamanların çokkültürlülük timsali Bağdat “bir ortaçağ kenti”ni andırır oldu.3 

Şubat 2006’da Samarra’daki büyük patlamadan sonra zirve yapan göç, 2008’de durulmaya başladı. Araştırmacılar, bu yavaşlamayı ve Irak’taki görece “huzur” ortamını çeşitli silahlı grupların kışkırttığı ve tırmandırdığı mezhep çatışmasının amaçlanan ayrışmayı tamamlamasına bağlıyorlar. 
Eskiden “karma” olan pek çok mahalle, bugün sadece tek bir grubun üyelerinin oturduğu homojen bölgelere dönüşürken, Irak’ın pek çok yerinde şimdiden de facto bir bölünmenin gerçekleştiği ifade ediliyor.4 

Komşu Ülkelere Sığınma 

İşgal sonrası Irak dışına kaçanlar için en önemli iki sığınak Suriye ve Ürdün oldu. 2003 sonrası, özellikle de 2006’dan beri Irak’ta güvenlik durumunun 
kötüleşmesi ve Avrupa ülkelerinin kabul politikalarını ve sınır denetimlerini sertleştirmesi, Irak’a komşu ülkelerde kalabalık bir nüfus yığılması na neden oldu. Mültecilerin sayısıyla ilgili tam anlamıyla güvenilir bilgiler olmasa da, Amerikan işgalinden dört yıl sonra Suriye’ye sığınan Iraklıların en az bir milyon kişi olduğu söylenmekteydi5. Ekonomik altyapı ve toplumsal açıdan ağır bir yük anlamına gelen bu tablo, Ürdün için de geçerliydi. 2007’de Iraklı mülteci krizi karşısında uluslararası topluluğu sorumluluk almaya ve çözüm bulmaya çağıran Suriyeli yetkililere göre, o sırada ülkede 1,5 milyon Iraklı bulunmaktaydı ve her ay 40 bin kişi buna ekleniyordu.6 Bu sayılar abartılı gibi görünse de 

Temmuz 2007’de BMMYK yetkilileri de, toplam nüfusu 20 milyon olan Suriye’de 1.4 milyon, 6 milyon nüfusu olan Ürdün’de ise 750 bin Iraklı bulunduğunu belirtirken, bu “sessiz ve görünmez insani kriz” için yardım çağrısında bulunuyordu.7 

Suriye: Kapılar Kapanırken

Arap-İsrail Savaşları ve İsrail işgalini takip eden çeşitli göç dalgalarıyla gelmiş yarım milyon Filistinli dışında Suriye’de son yıllara kadar kayda değer büyüklükte bir göçmen nüfus yoktu. Iraklıların gelişi bu açıdan önemli bir dönüm noktası oldu. Farklı nedenlerle olsa da, Iraklı sığınmacılar başlangıçta sıcak karşılandı. Oysa bugün yüz-binlerce Iraklı’nın yüksek ev kiraları, gıda fiyatlarında artış veya okullarda sıkışıklık gibi ciddi sorunlara yol açtığı söyleniyor ve Suriyelilerin Iraklıları kabul etmek konusunda pek istekli olmadığı biliniyor. 

Iraklıların Suriye’ye girişi 2007’de vize muafiyetinin feshedilmesiyle zorlaştı. Bu tarihe dek, Arap dayanışmasının kalıntısı olan bazı düzenlemeler sayesinde, bir Arap ülkesi vatandaşı olan kişiler, ikameti sınırlı tutulan yabancılar gibi değil de, “Suriyeli olmayan Araplar” olarak muamele görüyor, yani vizeye gerek olmadan Suriye’ye girebiliyordu.8 Bu vize muafiyeti sayesinde, Amerikan işgali altındaki Irak’tan kaçanlar için Suriye önemli bir sığınak oldu ve yukarıda da belirtildiği gibi bölgede en kalabalık Iraklı mülteci grubu Suriye’ye yerleşti.9 

Suriye halkının %5’ine denk gelen bu yeni nüfus, çalışma izni olmasa da Suriye’de ev alabiliyor, devlet hastanelerinden faydalanabiliyor ve çocuklarını okula yazdırabiliyor du. Özellikle Şam’da toplanan Iraklı mültecilerin açtığı ve rağbet ettiği lokantalar, kahveler ve mağazalar sayesinde Kudsiye, Ceramana ve Seyide Zeynep gibi mahalleler “ Küçük Bağdat” olarak tanınır olmuştu.10 

Bu görece misafirperver tablo, 2007’de Iraklı mülteci topluluğun giderek büyümesiyle değişmeye başladı. Dünya Bankası’nın tahminine göre, Iraklıların Suriye ekonomisine maliyeti 1 milyar doların üstündeydi; sadece Şam’da ekmeğe olan talep %35, elektriğe %27, suya %20, gaza da %17 artmıştı.11 Aynı dönemde Suriye’de uygulanmaya başlanan liberal ekonomik reformlar karşısında sosyo-ekonomik konumlarını korumakta zorlanan Suriyeli orta sınıf ve dar gelirlilerin, Iraklı mültecileri günah keçisi olarak algılaması şaşırtıcı olmadı. Suriye ve Ürdün’de muazzam sayılara ulaşan Iraklı sığınmacıların barınma ihtiyacıyla emlak piyasasında astronomik fiyat artışlarına yol açması, zaten sınırlı olan eğitim12 ve sağlık hizmetleri üzerinde ek yük olarak görülmeleri, sığınmacılardan dolayı yaşam koşullarının kötüleştiğini düşünen Suriye vatandaşlarında şikayet dalgasına sebep oldu. 

Kamuoyundaki bu rahatsızlığın, göç politikalarına yansıması kaçınılmazdı. 1951 Cenevre Anlaşması’nı imzalamamış olan Suriye’de uluslararası mülteci statüsü alamayan Iraklılar “geçici misafir” olarak kabul edilmişti. Ancak bu “geçici misafirlerin” sayısının düzenli olarak artışı ve kalıcılaşma riski karşısında, Hükümet Ekim 2007’de, Iraklılara vize uygulaması başlattı. Yeni vize kuralları ile, Iraklı iş adamları ve meslek sahipleri ülkeye kolayca kabul edilirken, diğer grupların girişi kısıtlandı. Son olarak, Suriye’deki Iraklılara getirilen ikamet izinlerini düzenli olarak yenileme mecburiyeti mültecilerin durumunu daha da belirsizleştirdi. Yanlarında getirdikleri birikimlerin hızla erimesiyle ekonomik 
açıdan giderek daha zor duruma düşen Iraklılar, güvenlik sağlanamadığı için geri dönemedikleri Irak’la, kendilerini kabul etmek istemeyen Batı ülkeleri arasında çaresizlik içinde sıkışıp kaldılar. 

Ürdün: Göçün kaymağını yemek

Suriye’deki Iraklılar, bu ülkeyi tercih etmelerinin başlıca nedenleri arasında girişin daha kolay olması ve Ürdün’e kıyasla hayatın daha ucuz olmasını saymaktalar. Tam da bu sebeplerden, Ürdün Iraklılar arasında daha çok orta ve üst sınıflar tarafından tercih ediliyor. Irak’ın kalburüstü kesimi – tüccarlar, akademisyenler, sanatçılar 

– Ürdün’de önemli bir grup oluşturuyor. Ancak, aralarında çok zor koşullarda hayatını idame ettirmeye çalışan kalabalık bir grup da var. 2007’de 800 bine kadar çıktığı iddia edilen Iraklıların bir kısmı geri dönüş için Irak’ta durumun düzelmesini beklerken, diğer bir kısım burayı Batı’daki akrabalarının yanına yerleşmek üzere ara durak olarak görüyor. 

2007 yılında Norveç Araştırma Enstitüsü FAFO ile Ürdün hükümetinin işbirliğinde gerçekleştirilen bir araştırmaya göre13, özellikle yoksullar ve gayrı-müslim gruplar başta olmak üzere Ürdün’deki Iraklıların %20’si bir üçüncü ülkeye göçetmek konusunda somut planlara sahip. Irak’a geri dönüş fikri ise daha çok yeni gelenler, ekonomik açıdan daha varsıl ve eğitim seviyesi daha yüksek olanlar arasında yaygın. Ürdün’deki Iraklıların çok büyük bir kısmı (%42’si) Irak’taki yakınlarının gönderdiği paraya bağımlı yaşıyor; diğerleri içinse Ürdün’de çalışarak kazandıklarının yanında başka ülkelerdeki akrabalarının desteği çok önemli. 

Tıpkı Suriye gibi, Ürdün de Iraklıları “ Geçici Misafir ” olarak kabul ederek, onlara bölgede yaygın olan “ Keyfi hoşgörü Rejimine ” göre davranmakta.14 Ancak Ürdün’ün Iraklı sığınmacılarla ilişkisi bölgedeki diğer ülkelerin politikalarından daha farklı oldu: Ürdün hükümeti 2007’de uluslararası kamu oyundan destek isterken, Iraklılara yapılacak yardımın en az %20’sinin ihtiyaç sahibi Ürdünlülere verilmesini şart koştu. 

<  2003 sonrasında Irak’tan kaçanlara kapılarını açan Suriye, gelenlerin sayısı aşırı şekilde artıp, ekonomide ağır hasar yaratınca, kendi çıkarlarına öncelik veren bir tavır değişikliğine giderek Iraklıların vize muafiyetini feshetti. >

Böylece, 2007 sonrası Iraklılar için gelen uluslararası yardım, Ürdün’de sağlık ve eğitim gibi temel hizmet alanlarındaki açığı kapamak için değerlendirildi. 

Ürdün’ün, Iraklılar konusunda kazancının çift yönlü olduğunu söylemek gerekir. Zira Ürdün, bir yandan uluslararası STK’lar aracılığıyla mültecilerin sırtından kazanç sağlar ve ulusal bütçeden karşılanması gereken altyapı masraflarını yabancı bağışçılara havale ederken, güvenlik harcamalarını yüksek tutmasını sağlayan, “ Mültecilerden kaynaklanabilecek ulusal güvenlik tehdidi ” söylemini canlı tuttu. 

Ürdün’deki bu paranoyanın kısmen geçmişte Filistinli mülteciler konusunda yaşananlarla ilintilili olduğunu söylemek yanlış olmaz. Kuruluşunda çok sayıda Filistinli mülteciyi vatandaş yapmış olan Ürdün, ‘67 savaşından sonra ülkede uzantıları bulunan çeşitli Filistin gerilla örgütlerinin yoğunlaşmasın dan rahatsızlık duyuyordu. 1970’de Ürdün yönetimi militan gruplara karşı tarihe Kara Eylül Harekatı olarak geçen ve Arap kardeşiliğine ağır bir darbe vurduğu söylenen bir saldırı düzenleyerek binlerce Filistinlinin ölümüne yol açtı. 

Ürdün’ün Iraklılar konusundaki tavrının, sadece mülteciler kaynaklı bir tehdit algısından kaynaklanmadığını söyleyen araştırmacılar da var. 
Géraldine Chatelard’a göre, Ürdün’de 2005’den beri %20 artan güvenlik harcamaları sadece uluslararası terör tehdidine karşı olmayıp, içeride 
bozulan ekonomik ve sosyal dengeden muz-darip olanların hoşnutsuzluğunu bastırmakta da kullanıldı. 

Lübnan: “ Gönüllü Sınırdışı ” 

Lübnan’daki Iraklıların durumu diğer komşu ülkelerdekinden farklı değil. Lübnan da, sığınma başvurusunda bulunanlara, uluslararası yasalarda tanımlanmış mülteci korumasını tanımıyor. Aksine sığınma başvurusu yapmak üzere ülkeye yasal olmayan yollardan girenleri veya vize süresini aşmış kişileri, tutuklama, gözaltı ve “gönüllü sınırdışı” yöntemleriyle caydırmaya ve ülke dışına göndermeye çalışıyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) 1960’lardan beri bu ülkede bulunmasına ve sığınma başvurularını değerlendir mek üzere Lübnan hükümetiyle 2003’den beri bir “mutabakat zaptı” (memorandum of understanding) imzalamış olmasına rağmen, çok etkili olamıyor. 

Frontiers Ruwad Association adlı bir derneğin yayınladığı rapora göre Lübnan’ın mülteci politikası “inkâr” üzerine kurulu: “Tutuklamalar ve uzun süreli gözaltılar yeni geleceklerin gözünü korkutmaya ve içerideki mültecilerin sınırdışı olmayı kabul etmelerine zorlayan caydırıcı araçlar olarak kullanılıyor. BMMYK sertifikasına sahip olsalar da, mülteciler, herhangi bir yasadışı göçmen gibi tutuklama ve gözaltına maruz kalabiliyorlar.” 
Adli süreç, yavaş da olsa, Lübnan’ın geri göndermeme (non-refoulement) ilkesinden gelen yükümlülüğüne bağlı olarak, sığınmacı ve mültecilerin sınırdışı edilmesini engelliyor. Ancak yargı sistemi mülteciler ve sığınmacıların korunmasını tam güvence altına alamıyor”.15 
Bu tabloyu daha da karartan ise, Irak’a komşu ülkelere sığınmış çok az kişinin üçüncü ülkelerde mülteci hakkına kavuşabiliyor olması. 2005’te BMMYK aracılığıyla Ürdün’den sadece 171, Suriye’den 133, Lübnan’dan ise 309 Iraklı üçüncü bir ülkeye yerleştirildi. Aynı yıl, Türkiye’den başka bir ülkeye mülteci olarak yerleştirilen Iraklı sayısı 33 idi.16 Bu durum, 2007’de ABD’nin politika değişikliğinden sonra kısmen iyileşmiş olsa da, hâlâ mülteci statüsü kazanan Iraklıların sayısının çok sınırlı olduğunu biliyoruz.17 

Irak’a Dönüş Mümkün mü? 

Batı’nın mülteci-sevmez politikası ve komşu ülkelerdeki koşulların zorluğu karşısında, Suriye ve Ürdün’deki Iraklı sığınmacıların bir kısmı evlerine dönmek istiyor olsa da, bu öyle kolay gerçekleşeceğe benzemiyor. Öncelikle, bu kişilerin yurtlarını terkederek göç yollarına düşmelerine neden olan faktörlerin ortadan kalkması gerekiyor. 
Irak’ta güvenlik ve şiddet sorunu, etnik gerginlik, mezhep çatışmaları, ekonomik istikrarsızlık ve işsizlik sorunları çözülmedikçe Iraklıların geri dönmesi bir 
hayal olmaktan ileri gidemeyecek. 

2007 başında Suriye’den bir grup Iraklı’nın yurda dönüşü bu alandaki ilk örneklerden biriydi. ABD ve yeni Irak hükümeti tarafından büyük bir 
tezahüratla karşılanan bu dönüş, Irak’taki operasyonun başarıya ulaştığının işareti olarak lanse edildi. Iraklı ve ABD’li yöneticilerin gözünde bu olay, sorunların bittiğini, barışın tesis edildiğini, Irak’ın yaşanası bir yer haline geldiğini gösteriyordu. Oysa bu geri dönüş çekici değil, itici faktörler nedeniyle yaşanmıştı. Yani geri dönenler, Irak’ı tercih ettiklerinden değil, artık Suriye’de barınmaları mümkün olmadığı için Irak’a gelmişti. 

Irak’a dönüşün önemli bir nedeni, Suriyeli yetkililerin giderek artan sayılarda gelen Iraklıları caydırmak için 2007 başında ikamet izinlerini zorlaştırması idi.18 Irak’a geri dönenlerin karşılaştıkları görece sakin ortam ise, eski mahallelerine gittiklerinde anlayacakları üzere, mezhep ayrışmasının konsolidasyonu pahasına gelmişti. Zira bazı bölgelerde şiddet olaylarının yavaşlaması etnik ve dini ayrışmanın tamamına erdiğinin bir göstergesi idi ve geri dönenlerin çoğunun eski evlerine yerleşmesi mümkün değildi. Eylül 2007’de, Lübnan’da da bir “gönüllü” dönüş operasyonu gerçekleştirildi. BMMYK’nin Iraklıların dönüşü için gerekli koşulların hazır olmadığını belirten raporuna rağmen, Irak büyükelçiliği, 
Lübnan hükümeti ve Uluslararası Göç Örgütü tarafından yürütülen operasyon 2008’de de sürdürüldü. Böylece, Iraklı sığınmacılar Lübnan’da geçici olarak kalma hakkından bile mahrum edildiler.19 

Arap Birliği Dağılırken Arada Kalanlar 

Irak’taki krizle beraber Arap dayanışmasının sınandığı ve ciddi şekilde sınıfta kaldığı önemli bir vaka da, Irak’taki Filistinli mültecilerin yaşadıkları oldu. Üç farklı dönemde - 1948, 1967 ve 

1991’de - Irak’a sığınmış olan Filistinliler 2003’e kadar Irak’ta Kazablanka Protokolü’nün koruması altında görece güvenlikli bir hayat sürdürebilmişti. 
Irak, uluslararası iltica alanında temel hukuki metin olan 1951 Cenevre Sözleşmesi’niimzalamamış olsa da, Arap Birliği’nin 1965’te hazırladığı üye ülkelerde Filistinlilerin kabulünü düzenleyen protokole uygun olarak, Filistinli mültecilere çalışma, eğitim ve seyahat özgürlüğü tanımıştı. Ancak, gene bu protokol uyarınca, çok uzun yıllar Irak’ta kalmalarına rağmen mülkiyet ve vatandaşlık hakkına erişemeyen Filistinliler Irak’ın çözülmesi sürecinde en ağır travmayı yaşayan gruplardan biri oldu. 2003 sonrasında tırmanan şiddet ortamında Irak’tan kaçan Filistinli mülteciler, komşu Arap ülkelere, özellikle de kent merkezlerine girmelerine izin verilme-diğinden, ancak sınır bölgelerinde çadır kurarak, çok zorlu koşullarda hayat mücadelesi vermek zorunda kaldılar. 

Yaklaşık 34 bin kişilik bu grup, yeni Irak yönetiminin tavır değişikliği ve çeşitli silahlı milis örgütlerin saldırısı karşısında bir kez daha yerlerini terketmek zorunda kalmıştı. Ancak ne Suriye, ne de Ürdün Filistinlilerin kendi topraklarına girişi konusunda istekliydi. Ürdün, kendi vatandaşları ile evli olan 400 kadar Filistinli dışındakilerin sınır bölgesinde kurulan çadırlardan çıkmasına izin vermedi. BMMYK’nin gözetimindeki Irak sınırına 50 km uzaklıktaki Ruveyşid kampında yokluk ve hastalıklarla boğuşan ve serbest dolaşım hakkından mahrum olan Filistinliler, Kanada, Yeni Zellanda ve Brezilya’ya mülteci olarak yerleşme hakkı kazanana kadar tümüyle dışarıdan gelecek yardıma muhtaç bir yaşam sürdürdü.20 

Irak’tan kaçan Filistinli mülteciler konusunda Suriye’nin tavrı, Ürdün’ünkünden çok da farklı değildi. Suriye-Irak sınırına kurulan üç kamp (El-Hul, El-Velid ve El-Tanf), ülkeye girmesine izin verilmeyen Filistinlilerin sığınağı oldu. Bütün temel ihtiyaç malzemelerinde dışarıya bağımlı olan bu çadır-kampların nüfusu, Suriye’ye sahte Irak pasaportuyla girmeye çalışan Filistinlilerin yakalanıp zorunlu olarak gönderildiği bir yer haline dönüşmesiyle sürekli arttı. Kötü hava koşulları, derme çatma barınaklar, hastalıklar ve yoklukla biçimlenen manzara karşısında uluslararası yardım kuruluşları da yetersiz kalmıştı.21 

< Batı’nın mülteci-sevmez politikası ve komşu ülkelerdeki koşulların zorluğu karşısında, Suriye ve Ürdün’deki Iraklı sığınmacıların bir kısmı evlerine dönmek istiyor olsa da, bu öyle kolay gerçekleşeceğe benzemiyor. Öncelikle, bu kişilerin yurtlarını terkederek göç yollarına düşmelerine neden olan faktörlerin ortadan kalkması gerekiyor. >

Sınır bölgelerinde sıkışıp kalan Filistinliler o kadar umutsuz bir durumdaydı ki, 2008 yılında Sudan hükümeti, Filistinli yetkililer ve BMMYK arasında imzalanan bir anlaşma uyarınca Sudan’a yerleştirilmeleri projesi bir umut ışığı olarak görüldü. Ancak başkent Hartum civarında prefabrike evlere yerleştirilip, BMMYK gözetiminde iki yıllık gevşek bir destek sürecinden sonra yal-nız kalacak olan Filistinlilerin, halihazırda insan hakları şeceresi pek de parlak olmayan ve kendi vatandaşları başka ülkelerde mülteci durumunda yaşayan Sudan’da vatandaşlık ve pasaport hakkından muaf tutulmaları ve bu yüzden bir politika değişikliği durumunda tekrar yerinden edilebilecek olmaları çeşitli yardım kuruluşları 
ve uluslararası örgütlerce yoğun bir şekilde eleştirildi. 


Sonuç 

Iraklı sığınmacıların durumu belki Filistinlilerden daha iyiydi ama Suriye, Ürdün ve Lübnan gibi ülkelerde hiçbir zaman resmi mülteci statüsü kazanamadıkları için uluslararası korumadan mahrum kaldılar. Kalıcı ikamet izni veya vatandaşlık hakkına erişemeyen yüzbinlerce Iraklı için bu ülkelere sığınma, sonu karanlık bir belirsizlik demek oldu. Ancak, yukarıda detaylı bir şekilde ele aldığımız tüm eleştirilere rağmen, Irak’a komşu bu iki ülkenin hakkını da vermek gerekir. Avrupa ve Amerika’nın veya Irak’ın bir diğer komşusu olan Türkiye’nin tavrıyla karşılaştırıldığında, ekonomik altyapısı çok zayıf olan Suriye ve Ürdün’ün, halihazırda çok kalabalık bir Filistinli nüfus barındırırken, iki milyona yakın 
Iraklıyı kabul etmesinin önemini gözardı edemeyiz. 


Komşu ülkelerdeki Iraklı mülteciler meselesi orta ve uzun vadede yeni sorunlara gebe görünüyor. Suriye ve Ürdün’de vatandaşlık hakkı bir yana, kalıcı ikamet izninden mahrum olan yüzbinlerce Iraklı geri dönmez/dönemez ve bulundukları yerlerde entegre olamazlarsa, Ortadoğu’nun halihazırda kaygan dengeleri açısından yeni gerilimler yaratabilir. Mültecilerin, zaten kısıtlı olan kaynaklar üzerinde ciddi bir baskı oluşturması bir yana, Şam ve Amman’da Iraklıların yerleştiği mahallelerin yoksullaşma ve dışlanmaya paralel olarak radikal hareketlere zemin oluşturabilecek verimli bir alan haline gelmesinden endişe duyuluyor. Ayrıca, Irak’taki mezhep çatışmalarının komşu ülkelere sıçraması ihtimali kaygı verici bir diğer konu olarak dile getiriliyor.22 

Irak açısından bakıldığında ise telafisi on yıllar sürecek bir “insani kapasite kaybı”ndan bahsetmek gerekir. Doktorlar, mühendisler, akademisyenler 
gibi eğitimli ve meslek sahibi orta sınıflarını kaybeden Irak’ın bu yetişmiş insan sermayesini yeniden inşa etmesinin zorluğu aşikar. 

Irak’ın Modern Tarihi isimli kitabın yazarı araştırmacı Phebe Marr, bu göçün Irak’ın toplumsal dengeleri açısından da önemli bir kayma yarattığına işaret ediyor. “Bağdat’ta yerleşik ılımlı ve seküler eğilimli bir orta sınıf zayıflarken; yeni, daha eğitimsiz, genç ve -belki de haksızca- Sadr kentiyle özdeşleştirilen bir nüfus, istatistiki açıdan daha baskın hale geliyor.” Bağdat’ın kentli, eğitimli, meslek sahibi orta sınıf semtlerinde yaşayanlar komşu ülkelere kaçarken ortaya çıkan tablonun siyasi ve toplumsal etkileri yakın dönemde daha net görülecektir. K aderin cilvesine bakın ki, Amerika’nın Irak için tasarladığı demokrasi projesini gerçekleştirebilmesi için bugün ülkeyi terketmiş olan ve Batı değerlerine 
çok daha yakın olan orta sınıflara ihtiyacı var. 

KAYNAKLAR;
DİPNOTLAR ;

1 Londra merkezli Opinion Research Business (ORB) ve Independent Institute for Administration and Civil Society 
Studies’ın (IIACSS) ortak araştırmasının sonuçlarıyla ilgili haber için bkz. 
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=246146 

2 Iraq Body Count adlı bağımsız kuruluşa göre, sivil ölümleri açısından en kötü yıl Mart 2006 – Mart 2007 arasındaki 
işgalin dördüncü yılı olmuştur. 
http://www.iraqbodycount.org/analysis/numbers/year-four/ 

3 Phebe Marr, “Introduction”, Iraq’s Refugee and IDP Crisis: Human Toll and Implications, Middle East Institute, Washington DC, 2008, ss.9-12 

4 Nabil Al-Tikriti, “US policy and creation of a secterian Iraq”, Iraq’s Refugee and IDP Crisis: Human Toll and Implications, Middle East Institute, Washington DC, 2008, ss.16-18. 

5 UNHCR, Statistiques sur les Iraquiens déplacés dans le monde, 2007 
http://www.unhcr.fr/cgibin/texis/vtx/home/opendoc.pdf?tbl=SUBSITES&id=470387fc2 

6 “La Syrie appelle à une solution à la question des réfugiés irakiens”, Le Quotidien du Peuple, 2.8.2007. 

7 “Bam Ki Moon’dan Irak’a komşu ülkelere çağrı”, 17.04.2007, Voice of America-News, 
http://www.voanews.com/turkish/archive/2007-04/2007-04-17-voa19.cfm?moddate=2007-04-17 

8 Géraldine Chatelard, “L’émigration des Irakiens de la guerre du Golfe à la guerre d’Irak (1990-2003)”, Mondes en mouvements: Migrants et migrations au Moyen-Orient au tournant du XIXe siècle, (Eds.) H. Jaber & F. Metral, Beyrouth, IFPO, 2005, s.134. Böylece, Sudan, Mısır ve Somali gibi Arap ülkelerinden gelip Türkiye, Lübnan veya Kıbrıs üzerinden Batı’ya ulaşmak isteyenler için Suriye önemli bir transit göç ülkesi oldu. Bu durum, 2005’ten sonra Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesi ve Ürdün’le sınır güvenliğinin arttırılmasıyla değişti. 

9 Örneğin, 2004 ve 2007 yılları arasında Iraklılar Suriye’deki cep telefonu operatörlerinden bir milyondan fazla telefon hattı satın almışlardı. Salam Kawakabi, “La migration irregulière en Syrie : les réfugiés irakiens comme 
cas d’étude”, CARIM-AS 2008/66, European University Institute, 2008. 

10 “Millions of desperate Iraqis stream into Syria” by Hannah Allam, McClatchy Newspapers, 17.6.2007 

11 Kawakabi, a.g.e. s.3 

12 BMMYK yetkililerine göre, 2007’de Suriye’de okul yaşında yaklaşık 300 bin Iraklı çocuk bulunmasına rağmen bunların sadece 33 bin kadarı okullara kayıtlıydı. Ürdün’de ise hükümet 19 bin Iraklı çocuğun okula devam 
ettiğini, ancak en az 50 bin çocuğun da okula erişimi olmadığını belirtmişti. “Providing Education Opportunities to Iraqi Children In Host Countries”, UNHCR & UNICEF 27.7.2007. Raporun bütünü için bkz. 
http://www.unhcr.org/partners/PARTNERS/46a9b6c82.pdf 

13 Iraqis in Jordan: Their number and characteristics, Norveç Araştırma Enstitüsü FAFO, Ürdün Hükümeti ve 
UNFPA ortaklığında gerçekleştirilen araştırma raporu için bkz. 
http://www.fafo.no/ais/middeast/jordan/IJ.pdf 

14 Géraldine Chatelard, “Jordan’s transit Iraqi guests: Transnational dynamics and national agenda”, Iraq’s Refugee and IDP Crisis: Human Toll and Implications, Middle East Institute, Washington DC, 2008, ss.20-22. 

15 Frontiers Ruwad Assocation, Double Jeopardy: Illegal Entry – Illegal Detention. Case Study: Iraqi Refugees and Asylum - Seekers in Lebanon, 2008. 

16 Bir karşılaştırma imkanı sunması açısından, aynı yıl Türkiye’de BMMYK tarafından üçüncü bir ülkeye yerleştirilen İranlı sayısının 1.083 olduğunu hatırlatalım. UNHCR, “2005 Global Refugee Trends”, UNHCR yayınları, Cenevre, 2006. 

17 New York Times’da yayınlanan bir habere göre, 2003’den beri ABD’ye yerleşen 30.000 Iraklı arasında, yaklaşık 1.500 kişi mülteci olarak kabul edildi (2007 yılında ABD 7.000 Iraklıya iltica hakkı vereceğini açıklamıştı). 
Irak’taki krizin başlıca sorumlularından biri olmasına rağmen bu kadar az mülteci kabul eden ABD’nin aksine, İsveç 2003’ten beri 40 ila 80 bin arası Iraklıya kapılarını açtı. Sadece 2007’de İsveç’e iltica eden Iraklıların sayısı 
18 bin idi. Ancak, hızla artan mülteci nüfusu karşısında tedirgin olan İsveç de 2008’de daha sıkı bir kabul politikası uygulamaya başladı. “Iraqi Refugees Find Sweden’s Doors Closing” The Washington Post, 10.4.2008; 
“Iraqi Immigrants Face Lonely Struggle in U.S.”, New York Times, 12.8.2009. 

18 Joseph Logan, “From exile to peril at home: returned refugees and Iraq’s displacement crisis”, Iraq’s Refugee and IDP Crisis: Human Toll and Implications, Middle East Institute, Washington DC, 2008, ss.33-35. 

19 Frontiers Ruwad Assocation, age. 

20 Irak’tan kaçan Filistinlileri kabul eden az sayıdaki ülke arasında İsveç ve Şili de bulunmaktadır. Elisabeth H. Campbell, “Palestinian Refugees from Iraq in Critical Need of Protection”, Iraq’s Refugee and IDP Crisis: Human 
Toll and Implications, Middle East Institute, Washington DC, 2008, ss.26-28. 

21 Uluslararası örgütlerin bu kamplarda yaptığı araştırmalara dayanan ve durumu detaylı bir şekilde tasvir eden iki rapor için bkz. Refugees International, “From fast death to slow death: palestinian refugees from Iraq trapped 
on the Syria-Iraq border” 2008 ; Amnesty International, “Rhetoric and Reality: The Iraqi Refugee Crisis”, MDE 14/011/2008. 

22 Suriye’ye sığınan Iraklıların etnik ve dini kökenleri konusunda sağlıklı bir bilgiye sahip olmasak da, yapılan az sayıdaki araştırma bize bu nüfusun heterojen bir yapıda olduğunu gösteriyor. BMMYK’ne göre Suriye’deki Iraklıların 
%63’ü Sünni, %17’si Şii ve %10’u Hrıstiyan. Brookings Enstitüsü ise bu oranların sırasıyla, %44, %22 ve %13 olduğunu ifade ediyor. Thomas Sommer-Houdeville, “Discours et représentations des réfugiés irakiens 
en Syrie : quelques élements d’analyse”, A contrario, N.11, 2009, s.193 


...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder