24 Ekim 2018 Çarşamba

ABD’NİN IRAK’TAN ÇEKİLME SENARYOLARI VE BU KAPSAMDA ÇİN, RUSYA VE JAPONYA’NIN POLİTİKALARI


ABD’NİN IRAK’TAN ÇEKİLME SENARYOLARI VE BU KAPSAMDA ÇİN, RUSYA VE JAPONYA’NIN POLİTİKALARI 

Yazan: Mu.Yzb. Tamer AKKAN 


Genel 

Ünlü Amerikalı sosyal bilimci Samuel HUNTİNGTON, çok bilinen 
Medeniyetler Çatışması” adlı eserinde, 1990 sonrası dünyanın dokuz 
ayrı medeniyetten oluştuğunu18 iddia etmişti; birazdan incelemeye gayret 
edeceğimiz konuda bahsi geçen beş ülke de (ki dördü ait oldukları 
medeniyetin tartışmasız lideri durumundadırlar) bu sınıflandırmada farklı 
gruplarda yer almaktadırlar. İşte bu farklılık ve liderlik hâlen yaşanmakta 
olan olayların da ana sebebini ortaya koyar: Büyük güçlerin çıkar 
mücadelesi. 

ABD yapmış olduğu Afganistan ve Irak müdahalelerini, uluslararası arenada haklı görünebilmek maksadıyla, her ne kadar demokrasi, insan hakları, kadın hakları, kitle imha silahları ve terörizmle mücadele, özgürlük gibi idealist söylemlere dayandırmaya gayret etse de, en iyimser yorumla bile bunların sadece ikincil amaçlar yahut ana maksada ulaşmak için kullanılan araçlar olarak değerlendirilmeleri uygun olacaktır. Asıl amaç ise kulağa Türkçe’de biraz sevimsiz gelse de çıkardır. Tüm ülkeler çıkarlarına ulaşmak üzere Zbigniew 
BRZEZİNSKİ’nin tanımına benzer şekilde, dünya satranç tahtasında karşılıklı hamlelerini yapmaktadırlar. Uluslararası arenada bu satrancı aktörlerin tamamı birbiriyle oynamakta ve aynı zamanda da muhtemel rakiplerinin diğerleri ile oynadığı oyunlara bakmaktadırlar. ABD’nin Irak’ta yaptığı hamle sadece Irak ile kendini ilgilendirmenin çok ötesine geçmiş ve başta büyük devletler olmak üzere birçok devleti birçok sebepten ötürü etkileyen ve ilgilendiren bir hamle olmuştur. 

Bu hamlenin küresel boyuttaki en önemli etkisi öncelikle dünya 
enerji piyasalarına olmuştur. Temmuz 2003’te Yeni Delhi’de yapılan 
beşinci Asya Güvenlik Konferansı’nda sunulan bir bildiride; 11 Eylül ve 
Irak Harekâtlarının akabinde, çok değişken bir hâl alan dünya petrol 
piyasalarının, ekonomiler için ciddi risk teşkil ettiği belirtilmiştir19. 

Bu konuda dünya enerji ajansının verilerine baktığımızda, 1999-2020 
arasında dünya petrol tüketiminin %60 artacağı ve bu artışın da büyük 
oranda gelişmekte olan ülkelerde olacağı öngörülmektedir. Enerji bir 
ülkenin gelişmesi, o ülkede yaşam kalitesinin temini için vazgeçilmez bir 
unsur ve aynı zamanda dünyada ekonomik anlamda en büyük 
sektördür. 
Hâlen dünyanın petrol üretiminin yaklaşık %30’u Orta Doğu kökenli iken bu oranın 2020’li yıllarda %60’ları geçeceği öngörülmektedir 20. Bu bağlamda ülkeler ekonomiyi, değişen ve asimetrikleşen tehdit ortamında, en öncelikli güvenlik sorunu olarak algılamaktadırlar. Eskiden uluslararası ilişkilerin konularına baktığımızda gündemi silahsızlanma antlaşmaları, yıldız savaşları, askerî yardımlar, nükleer denemeler, ideoloji ve devrim ihraçları gibi klasik, güvenlik odaklı konular, göze çarpmaktaydı. Günümüzde ise gümrük duvarlarının kaldırılması, kotalar, serbest ticaret, enerji temini ve benzeri ekonomi odaklı konular görülmektedir. ABD-Rusya arasındaki zirvede, en kritik 
konulardan biri YUKOS petrol şirketi olabilmektedir. 

Tüm bu enerji konuları beraberinde bir başka sorunu daha gündeme getirmiştir; enerjinin üretiminden pazarlanma ve taşınmasına kadar her alanda güvenilir bir ortam, yani enerji güvenliği ihtiyacı. Eskiden gelen sorunlar, Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan belirsizlik dönemi ve kaç kutuplu olacağına karar verememiş bu dünyada, ABD kendi güvenliği ve bu bağlamda enerji güvenliği sorununa küresel yaklaşmakta ve bunu temin için de dünyanın her tarafında 
konuşlanmakta dır. Chalmers JOHNSON Amerika’nın Üsler İmparatorluğu adlı makalesinde, resmî rakamlara göre ABD’nin ülke dışında 130 farklı ülkede toplam 702 üssü olduğunu belirtmektedir. Yazar bu büyük rakamın bile aslında gerçeği tam olarak yansıtmadığını, çünkü Pentagon’un, örneğin Kosova, Afganistan, Özbekistan, Kırgızistan, Irak, İsrail, Kuveyt ve Katar’daki üslerden, aynı raporda hiç bahsetmediğinin altını çizmektedir21. Bu durum gerek Çin gerekse Rusya tarafından doğal olarak ABD’nin çevreleme politikası22 olarak 
algılanmaktadır. ABD bu konuşlanması ile hem stratejik açıdan kendine rakip gördüğü ilk iki ülke olan Çin ve Rusya’yı Soğuk Savaş dönemine göre çok daha yakından çevrelemekte, ayrıca yine bu ülkeler açısından hayati öneme haiz enerji havza ve iletim güzergâhlarını kontrol altında tutabilmektedir. Ekonomik gelişmeyi ve bu sayede güce ulaşabilmeyi temin edebilmek için Rusya sahip olduğu enerjiyi satmak, Çin ise ihtiyaç duyduğu enerjiyi almak zorundadır. Bu her iki ülkenin ortak zayıflığıdır ayrıca Çin’in Doğu Türkistan, Rusya’nın ise Çeçenistan’daki sorunları bir diğer benzer sıkıntılarıdır. ABD mevcut konuşlanması ile aynı zamanda bu iki sorunlu bölgeye de yakın olarak söz konusu ülkeleri tedirgin etmektedir. 

Japonya ise Çin ve Rusya ile tarihten gelip hâlâ devam eden sorunları ve ABD ile yakın iş birliği nedeniyle bu oyuna farklı bir boyut katmaktadır. Enerjiye muhtaç olan Japon ekonomisi bu benzerlik sebebiyle Çin ile ortak bir çıkara sahip olması gerekir gibi görünür. Ancak zayıf askerî ve siyasi gücüne rağmen devasa ekonomik gücü üzerinden önce bölgesel sonra da küresel güç olma iddiasındaki Japonya için, benzer iddialara sahip Çin en dişli rakip konumundadır. Rusya ise hem Çin’e karşı denge sağlamak hem de enerji sağlayıcısı olması konumu ile Japonya açısından daha iş yapılabilir bir ülke konumundadır. 

Şimdi öncelikle, ABD’nin Irak Harekâtının neden ve nasıl Çin, Rusya, Japonya’yı ilgilendirdiğini, ardından da ABD’nin burada yapması muhtemel yeni hamlelerine karşı adı geçen ülkelerin takınabileceği tavırları anlatmaya çalışacağım. 


1. ABD’nin Irak Harekâtı Ve Çin 

a. Genel 

Dünyanın en büyük nüfusuna ve en hızlı gelişen ekonomisine sahip olan Çin, enerjiye olan ve hızla artan ihtiyacı sebebiyle, dünya enerji havzalarının merkezi sayılabilecek ve kendisi de önemli enerji kaynaklarına sahip Irak’ın, güç oyununda en büyük rakibi tarafından işgalinden etkilenmiştir. ABD’den sonra dünyanın ikinci büyük petrol tüketicisi olan Çin çok büyük oranda dışa bağımlıdır. 1993 yılına kadar kendi petrol kaynakları sayesinde petrolde dışa bağımlı olmayan Çin bu yıldan sonra yakaladığı yıllık ortalama %9 büyüme ile enerji ithal etmeye başlamak zorunda kalmış ve bugün bölgesinde Japonya’dan sonraki en büyük ithalatçı konumuna gelmiştir23. 

Irak Harekâtı sonrası artan petrol fiyatları en büyük darbeyi bu ülkeye vurmuş ve ayrıca İran ile yapmış olduğu enerji antlaşmalarının da riske girmesi durumu ortaya çıkmıştır. Ayrıca stratejik rakibi ABD’nin oyunda yeni bir taşı daha almış olması sıkıntısını arttırmıştır. ABD’yi engellemek için BM Güvenlik Konseyi’nde Irak’ın işgali için gerekli onayı vermemiş ancak bu pasif hamlesi yeterli olmamıştır. 


Harita-1 
 Irak Enerji Kaynaklarını Gösteren Harita 

 b. Birinci Senaryo: ABD’nin 2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan Çıkması Durumunda Çin’in Muhtemel Tutumu 
 Bu durumun gerçekleşmesi ABD’nin dünya genelinde hâlen 
uygulamakta olduğu sert politikalardan ani bir geri dönüş yapması 
anlamına gelir ki bu pek olası görülmemektedir. Ancak gerçekleştiği 
faraziyesi ile yaklaştığımızda bu durumun Çin açısından en iyi durum 
senaryosu olduğunu söyleyebiliriz. Kurulacak bağımsız Irak Devleti 
ağırlıklı olarak Şii idarecilerin kontrolünde olacaktır. Hâlen İran ile yoğun 
ve iyi ilişkiler içinde olan Çin yönetimi bu referansla Irak ile de yakın 
ilişkiler kurma imkânına şu andan çok daha fazla kavuşacaktır. Ayrıca bu 
durumun dünya genelinde oluşturacağı görece olumlu havayla enerji 
fiyatlarının daha aşağıya düşmesi ve dünya ticaret hacminin özellikle 
savunma dışı alanlarda artması ihtimali de Çin açısından olumlu 
gelişmeler olacaktır. 

 c. İkinci Senaryo: ABD’nin 2006 Yılından İtibaren Kademeli Olarak Irak’tan Çıkması Durumunda Çin’in Muhtemel Tutumu 

Çekilmenin başlangıç yılının sarkabilmesi ihtimaline rağmen, 
gerçekleşmesi en muhtemel senaryodur. Bu durumda ABD genel olarak 
dünyadaki genel düzeni ve kısmen yumuşatarak eğilimlerini devam 
ettirmiş olacaktır. Çin kurulması muhtemel bir BM Güvenlik Gücü tarzı 
organizasyonda istekli olmasına rağmen önerilmesi muhtemel geri 
planda kalmış ve etkisiz bir pozisyon sebebi ile sadece dışardan destek 
olmakla yetinecektir. Buna karşın başta enerji ve inşaat konularında 
olmak üzere ülke içinde yatırımlar yaparak, güçlü olduğu ekonomik 
alanda ön plana çıkmak için çaba harcayacaktır. Enerji fiyatları yüksek 
seyrini koruyacak Çin ise burada oluşan kaybını ticaret ile telafi etmeye 
çalışacaktır. 

 ç. Üçüncü Senaryo: 2025 Yılı Ve Sonrası (ABD Irak’tan Çekilebilir Ancak Bölgeden Çekilemez) Durumunda Çin’in Muhtemel Tutumu 

ABD, klasik güç politikalarının devamı anlamına gelen bu 
senaryoda, dünyada fosil enerji kaynak kullanımının düşüş eğilimi 
göstermeye başlayacağı 2025 yılı civarına kadar Irak’ta kalarak Suriye, 
İran gibi çevre ülkelere de yayılıp enerji yanında diğer kritik konu olan 
jeopolitik konuşlanma yolu ile küresel hâkimiyetini pekiştirmeye 
çalışacaktır. Fiziki sınırları zaten ABD üsleri ile çevrelenmiş olan Çin ise, 
ekonomik güvenlik alanlarının da tek bir süper gücün elinde olmasından 
çok fazla memnun kalmayacaktır. Bu durum Çin’i, tarihsel 
sürtüşmelerine rağmen, çıkarlarının kesişeceği Hindistan’la, 
(muhtemelen Şangay İş Birliği Örgütü, ŞİÖ bünyesinde) iş birliğine yöneltecektir. 


2. ABD’nin Irak Harekâtı ve Rusya 

a. Genel 

Soğuk Savaş öncesinin iki süper, emperyalist gücünden biri olan 
SSCB’nin mirasçısı Rusya, gücünü sürdürememiş ancak, o dönemin 
benzeri yaklaşımlardan da vazgeçememiştir. Eskiden ABD ile problemi 
olan zayıf ülkeler, sırtlarını SSCB’ye dayardı, şimdi ise Rusya’ya 
dayama eğilimindedirler. Ancak Rusya şu an yaşadığı ekonomik, etnik 
ve idari sorunlar sebebiyle, selefinin etkinliğinden uzaktır. Yaptığı kısmi 
karşı çıkışlar, ABD’den aldığı birkaç ödünle genelde bastırılmaktadır. 
Irak olayında da başlangıçta karşı çıkmış, eski Irak hükümetiyle yaptığı 
milyarlarca dolarlık ticari antlaşmalarla elini kuvvetlendirmeye çalışmış, 
ancak neticede işgali sessiz kalarak kabullenmiştir. Bu işgal ve 
sonrasındaki süreç de Rusya’ya artan petrol fiyatlarıyla büyük bir çıkar sağlamıştır. 

 b. Birinci Senaryo: ABD’nin 2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan Çıkması Durumunda Rusya’nın Muhtemel Tutumu 

Bu senaryo gerçekleştiği takdirde Rusya bu çekilmenin kendi karşı 
çıkışları ile gerçekleştiğini, süper güce karşı koyduğunu, bunun kendi 
zaferi olduğunu resmen olmasa da ilan edecektir. ABD’nin çekilmesi ile 
oluşacak boşlukta eski iyi ilişkilerini kullanarak Orta Doğu’da etkinliğini 
arttırmaya çalışacaktır. Tüm bu artılarına karşın bu durumda ortaya 
çıkacak petrol fiyatlarındaki muhtemel gerileme nedeniyle, Rusya gibi 
ekonomisi büyük oranda enerji satışından gelecek girdiye dayanan bir 
ülke için, bu senaryonun en iyi senaryo olduğunu söylemek zor olacaktır. 
Bu durumda Rusya’nın bu senaryonun gerçekleşmesine olanak 
sağlayacak girişimlerde bulunmasını, kısa vadede beklememek 
gerekmektedir. 

 c. İkinci Senaryo: ABD’nin 2006 Yılından İtibaren Kademeli Olarak Irak’tan Çıkması Durumunda Rusya’nın Muhtemel Tutumu 

Rusya açısından en iyi durum senaryosu da diyebileceğimiz bu 
senaryonun, muhtemel etkilerini incelediğimizde görüyoruz ki; Rusya 
hem bu kademeli çıkışta etkisi olduğunu iddia edebilecek, hem de aynı 
yüksek düzeyde seyretmesi muhtemel petrol fiyatları sayesinde kısa 
vadede ekonomik bir sıkıntı yaşamayacaktır. Bu durum, dünyada terörle 
etkin mücadele söylemini ön plana çıkaran eğilimin de devamı anlamına 
geldiği için, aynı zamanda Çeçenistan sorununun yakın zamanda tekrar 
gündeme gelmesine de engel olacaktır. 

 ç. Üçüncü Senaryo: 2025 Yılı ve Sonrası (ABD Irak’tan Çekilebilir Ancak Bölgeden Çekilemez) Durumunda Rusya’nın Muhtemel Tutumu 

Bu durum kısa vadede ekonomik açıdan Rusya’nın yararına bir tablo sergilerken, uzun vadede, hem ABD’nin çevreleme politikasının etkinliğini artırarak devamı ve bu 

kapsamda Rusya’nın etkinlik alanının daralması anlamına gelecek, hem de o dönemde ortaya çıkması muhtemel alternatif enerji kaynakları ülkeyi ekonomik sıkıntı içine 
sokabilecektir. Rusya bu süreçte bir yandan ekonomisini alternatif sektörlere kaydırarak çeşitlendirmek, öte yandan da ŞİÖ kapsamında, Çin ile birlikte, ABD’nin etkinliğini 

sınırlamaya çalışmak uğraşında olacaktır. Ancak ŞİÖ’de Çin’in lider konumu, bu durumdan pek de hazzetmeyen Rusya’nın, Orta Asya’da alternatif ve kendisinin lider 
olabileceği bir örgütlenme ihtiyacını doğurmuştur. Bu kapsamda, ŞİÖ’de bir problem çıkması durumunda, Şubat 2002'de Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan 

tarafından kurulan Orta Asya İş Birliği Örgütü’ne (OAİÖ) Ekim 2004’te katılan Rusya24, gelecekte başta Hindistan olmak üzere ilave ülkelerle, bu örgütü daha ön plana 
çıkartmak ve lider olduğu bir organizasyona sahip olmak isteyecektir. 

3. ABD’nin Irak Harekâtı ve Japonya 

a. Genel 

Küresel güç olma isteği duyan devletlerden biri de Japonya’dır. Şu an askerî harcamalar bakımından ABD’den sonra dünya ikincisi olan Japonya; İngiltere ve Fransa’dan 

bile büyük kara kuvvetlerine; ABD, Rusya, Çin ve İngiltere’den sonra en büyük beşinci deniz kuvvetlerine, dünyanın on ikinci büyük hava kuvvetlerine sahiptir25. 

Japonya’nın tekrar (her alanda) güçlenme isteğine karşı en büyük tepki eski düşmanı ve komşusu Çin ve sonra da daha üstü kapalı şekilde Rusya’dan gelmektedir. Bu 

durum ister istemez Japonya’nın genel olarak güç mücadelesinde, (en azından şimdilik) ABD’nin yanında yer almasına yol açmıştır. Bu kapsamda Japon hükümeti, Irak 

Harekâtında ABD’ye, kamuoyundan gelen olumsuz tepkilere26 rağmen asker dâhil her türlü desteği vermiştir. Kendisi de enerji ithal eden bir ülke olmasına rağmen 
Japonya enerji kontrolünün sadece Rusya ya da Çin’de olmasındansa, müttefiki ABD’de olmasını tercih etmektedir. 

 b. Birinci Senaryo: ABD’nin 2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan 
Çıkması Durumunda Japonya’nın Muhtemel Tutumu 

ABD’nin bu ani çıkışı şu aşamada petrol fiyat avantajı, ticari gelişim gibi konularda Japonya lehine sonuçlar doğuracak olsa da, Çin’in çok daha fazla lehine bir durum 

oluşturacaktır. En büyük bölgesel rakibinin kendi önüne geçmesi yerine, ekonomik alanda belli bedeller ödemek, Japonya açısından daha cazip bir seçenektir. Ancak yine 

de bu durum gerçekleşirse Japonya, ticari yönden Irak ile ilişkilerini geliştirerek bölgede etkin olmaya çalışacak ve rakipleri kontrolündeki fosil enerji kaynakları yerine, 

yüksek teknolojik imkânları ile kendi kontrolünde olacak alternatif enerji kaynaklarına daha hızlı geçiş için uğraşacaktır. 

 c. İkinci Senaryo: ABD’nin 2006 Yılından İtibaren Kademeli Olarak Irak’tan Çıkması Durumunda Japonya’nın Muhtemel Tutumu 

Japonya için çok daha cazip görünen bu seçenek gerçekleşirse, Çin bir müddet daha frenlenebilecek, bu süreçte ülke ekonomik gücünün yanında askerî ve siyasi gücünü de 

geliştirme imkânına kavuşacaktır. 
Açıkça beyan etmeseler de Japonlar, orta vadede Çin ve Rusya gibi iki nükleer güce sahip komşusunu sebep göstererek, kitle imha silahlarına sahip olmaya çalışacaktır. 

ABD bu durumda muhtemelen Japonya’nın bu talebini diğer küresel rakiplerini dengelemek adına kabul edecektir. Irak’tan kademeli çıkış esnasında kurulabilecek barış 

gücü yapılanmalarında da, Japonya’yı yine aktif olarak görmek mümkün olacaktır. 

 ç. Üçüncü Senaryo: 2025 Yılı ve Sonrası (ABD Irak’tan Çekilebilir Ancak Bölgeden Çekilemez) Durumunda Japonya’nın 
Muhtemel Tutumu 

Bu durum kısa ve orta vadede Japon menfaatleri ile çelişmemektedir. Ancak uzun vadede birtakım problemler mevcuttur. 
Uzun vadede bu senaryonun sonu ABD’nin baskın olacağı tek kutuplu bir dünya düzenidir, bu durum ise gelecekte çok kutuplu dünyada küresel bir güç olma amacında bir 

ülke için, uygun değildir. Bu durumda 
da Japonya’nın ekonomik gücünü askerî ve siyasi bir güce dönüştürme çabaları devam edecektir. 

3. Sonuç 

Mevcut durum ve öngörülen senaryolar ışığında baktığımızda, geleceğin, Asyalı yeni güç merkezi adayları ile ABD arasında, tek-çok 
kutuplu dünya düzeni mücadelesi şeklinde geçeceğini söylemek, hiç de yanlış olmayacaktır. Uzun vadede bu mücadelede yeni yükselmeye başlayan güçlerin, hâlen zirvede 

olan güçlere göre avantajlı oldukları söylenebilir. Türkiye’nin burada yapması gereken ise uluslararası ilişkileri, güç mücadelelerini futbol takımı taraftarlığı gibi değil 

satranç gibi algılamak ve yürütmektir, aksi takdirde sık sık mat olmak işten bile değildir. 


KAYNAKÇA 

1. ADIBELLİ Barış, “Çin Halk Cumhuriyeti’nin Merkez-Çevre Denkleminde Tehdit Algılaması Ve Güvenlik Yapılanması”, Stratejik 
Araştırmalar Dergisi, Sarem Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, Sayı 3, Şubat 2004. 

2. BRZEZINSKI Zbigniew, Büyük Satranç Tahtası, (Çev. Ertuğrul Dikbaş, Ergun Kocabıyık), İstanbul, Sabah Kitapları, 1998. 

3. HUNTİNGTON Samuel P. Medeniyetler Çatışması, 3. bs., (çev. Mehmet Turhan, Y.Z. Cem Soydemir), İstanbul, Okuyanus Yayınları, 2004. 

4. JOHNSON Chalmers, “America's Empire of Bases”, (Çevrimiçi), http://japanfocus.org/article.asp?id=084, 29 Mayıs 2005. 

5. MCCORMACK Gavan, “Koizumi's Japan in Bush's World: After 9/11”,2004, (Çevrimiçi), 
http://www.japanfocus.org/article.asp?id=162, 29 Mayıs 2005. 

6. MUHTOROV Nurullo, DUBNOV Arkadi, “Çin'siz Fakat Rusya İle Birlikte”, Vremya Novostey, 19 Ekim 2004, (Çevrimiçi), 
http://www.gnkur.tsk/sarem/belgeler/2004/20ekim2004/guncel/makale/diger/cin_rusya.doc, 29 Mayıs 2005. 

7. ÖGÜTÇÜ Mehmet, “China’s Energy Security: Geopolitical Implications for Asia and Beyond”, Fifth Asian Security 
Conference“Asian and Chinese Security Issues in the Decade to 2011”, 26-29 January 2003, (Çevrimiçi), 
http://www.gasandoil.com/ogel/samples/freearticles/article_15.htm, 29 Mayıs 2005. 

8. PRİDEAUX Eric, “Japan's Iraq Conundrum(An Interwiew with Sakai Keiko)”, The Japan Times, Jan. 9, 2005, (Çevrimiçi), 
http://www.japanfocus.org/article.asp?id=196, 29 Mayıs 2005. 

9. THOMPSON Drew, “China's Global Strategy For Energy, Security, And Diplomacy”, (Çevrimiçi), 4/27/2005, 
http://www.asianresearch.org/articles/2581.html, 29 Mayıs 2005. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

18 Samuel P. Huntington, Medeniyetler Çatışması, 3. bs., çev. Mehmet Turhan, Y.Z. Cem Soydemir, İstanbul, Okuyanus Yayınları, 2004, s. 20. 
19 Mehmet Ögütçü, “China’s Energy Security: Geopolitical Implications for Asia and Beyond”, Fifth Asian Security Conference“Asian and Chinese Security Issues in the 

Decade to 2011”, 26-29 January 2003, (Çevrimiçi), 
http://www.gasandoil.com/ogel/samples/freearticles/article_15.htm, 29 Mayıs 2005. 
20 A.e. 
21 Chalmers Johnson, “America's Empire of Bases”, 2004, (Çevrimiçi), 
http://japanfocus.org/article.asp?id=084, 29 Mayıs 2005. 
22 Barış Adıbelli, “Çin Halk Cumhuriyeti’nin Merkez-Çevre Denkleminde Tehdit Algılaması Ve 
Güvenlik Yapılanması”, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Sarem Genelkurmay Askerî Tarih ve 
Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, Sayı 3, Şubat 2004, s. 221. 
23 Drew Thompson, “China's Global Strategy For Energy, Security, And Diplomacy”, (Çevrimiçi), 4/27/2005, 
http://www.asianresearch.org/articles/2581.html, 29 Mayıs 2005. 
24 Nurullo Muhtorov, Arkadi Dubnov, “Çin'siz Fakat Rusya İle Birlikte”, Vremya Novostey, 19 Ekim 2004, (Çevrimiçi) 
http://www.gnkur.tsk/sarem/belgeler/2004/20ekim2004/guncel/makale/diger/cin_rusya.doc., 29 Mayıs 2005. 
25 Gavan McCormack, “Koizumi's Japan in Bush's World: After 9/11”,2004, (Çevrimiçi), 
http://www.japanfocus.org/article.asp?id=162, 29 Mayıs 2005. 
26 Eric Prideaux, “Japan's Iraq Conundrum(An Interwiew with Sakai Keiko)”, The Japan Times, Jan. 9, 2005, (Çevrimiçi), http://www.japanfocus.org/article.asp?id=196, 29 Mayıs 2005. 


***

23 Ekim 2018 Salı

ABD’NİN IRAK’TAN ÇIKIŞ SENARYOLARININ TÜRKİYE AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ VE BU BAĞLAMDA TÜRKİYE’NİN GELİŞTİRMESİ GEREKEN STRATEJİLER

ABD’NİN IRAK’TAN ÇIKIŞ SENARYOLARININ TÜRKİYE AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ VE BU BAĞLAMDA TÜRKİYE’NİN GELİŞTİRMESİ GEREKEN STRATEJİLER 

Yazan: Yrd.Doç.Dr. Gamze Güngörmüş KONA 

Strateji I : “2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan Çıkmayacak Olan ABD” (Senaryo I) Karşısında Türkiye’nin Geliştirmesi Gereken 

Stratejiler (Strateji I); 

ABD’nin Irak’tan çıkış senaryoları kapsamında en olumlu senaryo 
olarak nitelendirebileceğimiz bu senaryoda, ABD’nin sadece 2005 yılı 
sonuna kadar Irak’ta kalacağı öngörülmektedir. Ancak, ABD bu kısa 
süreç içinde Irak’ın güvenliğini sağlamak, sivil yönetimi Irak halkı 
gözünde meşrulaştırmak, Irak’ın zaruri altyapı ihtiyaçlarını gidermek, 
Irak’taki federatif yapıyı koruyabilmek ve bu yapının ileride 
konfederasyona dönüşmesini engelleyebilmek adına Irak’taki etnik ve 
dinî gruplar arasında dengeye dayalı iş birliğini tesis etmek gibi 
amaçlarının tümünü gerçekleştiremeyeceği için yoğun bir çaba 
harcayacaktır. Bu senaryo; Irak’ın siyasal, sosyal ve ekonomik açılardan 
daha az sorunlu olmasını ve federatif yapısını korumasını sağlayacağı 
gibi; Türkiye’nin de ulusal güvenliğine, Irak ve Orta Doğu devletleri ile 
gelecekte geliştireceği ilişkilere ve Orta Doğu’daki siyasal duruşuna 
olumlu bir getiri sağlayacaktır. Bu nedenle bu senaryo karşısında 
tartışılması gereken temel konu; “Türkiye’nin bu senaryonun 
gerçekleşmesi için geliştirmesi gereken stratejiler neler olmalıdır” konusu 
olmalıdır. 

 1. ABD 2005 sonu gibi oldukça kısa bir zaman içinde Irak’tan 
çekileceği için, burada düzeni istediği biçimde şekillendiremeden gitmek 
durumunda kalacaktır. Ancak, ABD 2005 yılı sonunda Irak’tan 
çekildiğinde, Irak üzerindeki etkinliğini güvenlik açısından NATO, sosyal 
ve ekonomik açılardan ise BM üzerinden sürdürmeye devam edecektir. 
2005 sonrası Irak’ta güvenlik sorunlarını NATO üzerinden sağlayacak 
olan ABD, NATO üyesi Türkiye’den askerî ve lojistik destek talebinde 
bulunabilecektir. Bu durumda Türkiye’nin koşul olarak öne sürmesi 
gereken temel unsur; federatif yapının devamının sağlanması ve Kuzey 
Irak’taki Kürt gruplara Sünni ve Şiilere oranla daha fazla fırsat 
tanınmasının engellenmesi olmalıdır. 

 2. ABD 2005 sonunda Irak’tan çekildikten sonra İngiltere, Fransa, 
Almanya ve Japonya gibi devletler, özellikle ekonomik beklentilerle Irak 
üzerindeki hareket alanlarını geliştirmek isteyeceklerdir. Petrol bu 
bağlamda belirleyici faktör olacaktır. Türkiye’nin hedefi petro-politiğin 
merkezini Bağdat’ta tutmak, bu merkezin Kerkük’e kaymasını 
engellemek olmalıdır. 

 3. ABD 2005 sonunda Irak’tan çekilmeden önce hem Irak 
genelinde kendisine karşı olumsuz tavır alan grupları yatıştırmak hem de 
Irak işgali sonrasında dünya kamuoyundan gelen tepkileri gidermek 
adına, Irak’ın zaruri altyapı ihtiyaçlarını karşılama yoluna gidecektir. Bu 
aşamada Türkiye Türk firmaları vasıtası ile Irak’ta pek çok altyapı 
çalışmalarında yer almalıdır. 

 4. ABD 2005 yılı sonunda Irak’tan çekildikten sonra, Irak’ın 
içişlerine karışmamaları için bölge ülkelerinden Türkiye, İran ve Suriye 
ile belli anlaşmalar imzalama yoluna gidebilir. Bu noktada Türkiye’nin 
pazarlık masasında görüşmesi gereken en önemli konu, Kuzey Irak ve 
Kerkük-Musul olmalıdır. 

 5. Türkiye, ABD’nin 2005 yılı sonunda Irak’tan çekilmesinden 
sonra ardında bıraktığı federatif yapının konfederatif yapıya dönüşmesini 
engellemek için, Iraklı Şiilere ve Sünni Araplara özerkliklerini ancak 
federal yapı içinde koruyabileceklerini, konfederasyon tesis edildiğinde 
ise Kürtlerin bu yapı içinde dış devletlerin de desteği ile en etkin unsur 
olacağını anlatmalı, böylelikle Şiilerin ve Sünnilerin federatif yapıyı 
korumaları özendirilmelidir. 

 6. Konfederatif bir Irak’ta belirleyici unsur durumunda olacak 
Kürtler ile Orta Doğu genelinde müttefiklik ilişkisi geliştirmeyi planlayan 
İsrail’e, bu türden bir siyasal yapılanmanın uzun vadede Irak’ın yakın 
çevresi için bir tehdit unsuruna dönüşebileceği diplomatik bir dille izah 
edilmelidir. 

 7. ABD’nin 2005 yılı sonunda Irak’tan çekilmesinden sonra İran, 
Orta Doğu genelinde Iraklı Şiiler üzerinden revizyonist politikasını 
uygulamaya devam edecektir. Bu durumda Türkiye, İran’ı 
dengeleyebilecek devletler ya da gruplar ile ilişkilerini geliştirmelidir. 

 8. 2005 yılı sonu gibi kısa bir zaman içinde Irak’tan çıkacak olan 
ABD, Irak’ı istediği biçimde ve tam düzenleyemeden çıkacaktır. Bu 
tarihten sonra Irak üzerindeki kontrolünü tümü ile yitirmek istemeyecek 
olan ABD, Irak’ta bir üs oluşturacaktır. Bu üs; Irak’ta işler ABD’nin 
istediği biçimde gelişme göstermeyecek durumlarda devreye sokulacak 
ve bu üsse gerektiğinde askerî destek Türkiye’den talep edilecektir. 
Türkiye bu üssün hangi amaçlarla kullanılacağını net bir biçimde tespit 
etmeden, destek vermekten kaçınmalıdır. 

 9. Etnik unsurların çeşitliliği bakımından oldukça zengin bir ortam 
arz eden Orta Doğu coğrafyasında Sünni Araplar, Şii Araplar, Kürtler ve 
Türkmenlerden oluşan Irak’ın bu unsurların bağımsızlıklarını kazanarak 
parçalanması, diğer Orta Doğu devletlerine gayet olumsuz bir örnek 
teşkil edecektir. Orta Doğu genelinde siyasi nüfuzunu tam olarak tesis 
etmek isteyen ABD’ye Irak’ı örnek alıp, Orta Doğu genelinde bağımsızlık 
mücadelesine girişen çeşitli etnik unsurlarla mücadele etmesinin ne denli 
zor olacağı ciddi biçimde anlatılmalı ve böylece Kürtlere bağımsız bir 
devlet kurdurabilmek adına Irak’ı parçalamayı göze alan ABD’ye Orta 
Doğu genelinde büyük siyasi kayıplar verebileceği açıklanmalıdır. 


Strateji II : “2006 yılından itibaren kademeli olarak Irak’tan 
çekilecek olan ABD” (Senaryo II) Karşısında Türkiye’nin 
Geliştirmesi Gereken Stratejiler (Strateji II); 

Bu senaryo kapsamında ABD’nin 2006 yılından itibaren kademeli 
olarak Irak’tan çekileceği öngörülse de bu denli kısa bir süre içinde 
Irak’tan çekilecek olan ABD ardında; siyasal, etnik, ekonomik ve sosyal 
açılardan oldukça karmaşık bir Irak, etnik ve dinsel bazda parçalanma 
ihtimali kuvvetli bir Irak, yani konfederatif yapıya dönüşme ihtimali 
yüksek bir Irak bırakacaktır. Bu nedenle bu senaryo kapsamında 
tartışılması gereken temel konu; “Türkiye’nin etnik, dinî, ekonomik ve 
siyasal açılardan gayet karmaşık bir görünüm arz eden ve konfederatif 
bir yapıya dönüşme ihtimali gayet güçlü bir Irak karşısında geliştirmesi 
gereken stratejiler neler olmalıdır?” sorusu olmalıdır. 

 1. Konfederatif yapıya dönüşmesi muhtemel bir Irak kapsamında 
siyasal kazanımlarını artırmış Kürtler, siyasal avantaj sağlamaya çalışan 
Şiiler ve geçmiş dönemlerdeki siyasal üstünlüklerini korumaya çalışan 
Sünniler arasında belirmesi kuvvetle muhtemel ciddi çıkar çatışmaları 
karşısında Türkiye hiçbir grup, aşiret ya da parti ile iş birliğine 
girmemelidir. Orta Doğu toplumlarının genelinde gözlemlenen kaygan ve 
kırılgan yapı içinde mevcut dengeler kolaylıkla değişebildiği gibi mevcut 
stratejik ortaklıklar ve iş birlikleri de aynı kolaylıkla değişim 
gösterebilmektedir. Bu nedenle Türkiye her bir grup, aşiret ya da partiye 
eşit uzaklıkla durup, bunların yanında ya da karşısında tavır almamalıdır; 

 2. Konfederatif yapıya dönüşmesi muhtemel bir Irak’ta dış güçlerin 
desteği sayesinde diğer aşiret, grup ya da partiler karşısında daha fazla 
güç kazanması muhtemel Kürt oluşumların sınır ötesi operasyonlarını 
engelleyebilmek için Türkiye İran-Irak sınırını tümü ile kendi güvenlik 
kontrolüne almalıdır. Burada ifade edilmek istenen yayılmacılık değil 
sınır güvenliğinin sağlanmasıdır. 

 3. Türkiye Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde 
yaşayan Kürtlerin Konfederatif yapıya dönüşmesi muhtemel bir Irak 
kapsamında Kuzey Irak’ta güçlenen Kürt hareketine destek vermelerini 
engelleyebilmek için sistemle özdeşleşebilmelerini sağlamalıdır. Türkiye 
genelinde özellikle adı geçen bölgelerde yaşayan Kürtleri sisteme 
entegre etmenin en çabuk ve kalıcı yönteminin o bölgelerin 
ekonomilerini yükseltmek olduğu unutulmamalıdır. Bölgeye yönelik 
siyasi olmayan güvenliğin teminatı olarak görülen ve bu şekilde 
yapılacak yatırımlar olası güvenlik tehdidini kısa vadede giderecektir; 

 4. Bilindiği üzere, İsrail bölgedeki hareket alanını ABD’nin Irak’a 
düzenlediği operasyonun ardından oldukça genişletmiştir. Operasyonun 
ardından konfederatif yapıya dönüşmesi muhtemel bir Irak ortamında 
İsrail’e Irak ve Suriye’den gelebilecek tehditlerin nitelik ve niceliği de 
azalmış olacaktır. İstanbul’da iki sinagoga düzenlenen insanlık dışı 
saldırıların ardından, İsrail bölgede daha fazla ABD desteği 
sağlayabilecek ve daha rahat hareket edebilecektir. Türkiye bu türden bir 
İsrail karşısında İran ve Suriye ile ilişkilerini geliştirmeli ve İsrail’i, tehdit 
unsuru olarak saydığı bu iki Orta Doğu devleti ile göstermelik de olsa 
dengelemelidir; 

 5. İran, konfederatif yapıya dönüşmesi muhtemel bir Irak 
kapsamında Iraklı Şiileri yanına çekerek, değişen Orta Doğu 
dengelerinde tutunmaya çalışacaktır. Bu dengeler içinde tutunmayı 
başaran İran, bir süre sonra Orta Doğu genelinde revizyonist tavır 
alacaktır. Revizyonist bir İran’ın Türkiye’yi bocalatabilmek için Türkiye 
sınırları dâhilindeki Şii unsurları ve İslami motifleri kullanmayacağı 
söylenemez. Bu türden bir İran karşısında Türkiye Irak’taki Sünni 
Arapları ve ABD’yi birer dengeleyici unsur olarak kullanmalıdır; 

 6. Konfederatif yapıya dönüşmesi muhtemel ve merkezî otoritenin 
gücünü yitirmiş olduğu olası Irak gelecek ortamında petrol politikalarının 
merkezi otoritenin silikleştiği Bağdat’tan, bağımsız Kürt devletinin 
kurulma aşamasında olduğu, ya da kurulduğu Kuzey Irak’a kayacaktır. 
Bu türden bir ortamda Türkiye, Kafkasya bölgesinde Azerbaycan ve Orta 
Asya bölgesinde Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile ilişkilerini geliştirmeli 
ve petrol alışverişini bu bölgelerde yer alan ülkelerle gerçekleştirmelidir. 
Bu petro-politik Rusya Federasyonu’na rağmen değil, Rusya 
Federasyonu dikkate alınarak gerçekleştirilmelidir. 

 7. ABD’nin bölgeden ayrılmasının ardından karşılaşılacak olan 
konfederatif yapıya dönüşmesi muhtemel Irak ve karmaşık Orta Doğu 
ortamında, grup ve aşiretler arası iç savaş kuvvetle muhtemel 
gözükmektedir. Bu iç savaşa Türkiye duygusal ya da pragmatist; her ne 
sebeple olursa olsun asker göndererek, diplomatik yoldan destek 
vererek ya da anlaşmalar imzalayarak asla müdahale etmemelidir. Bu 
aşamada Mustafa Kemal’in Orta Doğu’ya ilişkin mesafeli tavrı düstur 
teşkil etmelidir; 

 8. ABD Irak’ı ve Orta Doğu bölgesini düzenlemeden ya da 
düzenleyemeden bölgeden uzaklaşmış olsa dahi Irak ve Orta Doğu’ya 
ilişkin politikalarından vazgeçmeyecek ve adı geçen devleti ve bölgeyi 
aynı bölgede yer alan güvendiği müttefiklerinin üzerinden yönlendirmeye 
devam edecektir. Bu aşamada, Türkiye de payına düşen sorumluluğu 
üstlenmiş olacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken Orta Doğu’daki bazı 
devletlerle husumeti yoğunlaştırmadan ve yeni düşmanlar yaratmadan 
ABD’nin politikalarına aracı olmaktır. Denge önemlidir, çünkü Türkiye 
bölgede istediğini ABD’ye rağmen elde edemeyeceği gibi Arap Orta 
Doğusu’na rağmen de elde edemeyecektir. Ancak, olayların ve sürecin 
dışında kalmanın da Türkiye’ye bir getirisi olmayacaktır. 

Strateji III : “2025 ve sonrası Irak’tan çekilen ancak bölgede 
etkinliğini devam ettiren ABD” (Senaryo III) Karşısında Türkiye’nin 
Geliştirmesi Gereken Stratejiler (Strateji III): 

Bu senaryo kapsamında, ABD’nin 2025 yılından sonra Irak’tan 
çekileceği öngörülmektedir. Ancak, 2025 yılına dek Orta Doğu bölgesi 
genelinde ve Irak özelinde bu denli uzun bir süre varlığını devam 
ettirecek olan ABD, sadece Irak’ta değil tüm Orta Doğu bölgesi 
kapsamında siyasal, ekonomik ve sosyal ortamı kendisine en yüksek 
fayda sağlayabilecek ve en az zararla kapatabilecek bir şekle 
büründürecektir. 2025 yılına dek sürecek olan bir ABD hâkimiyeti 
neticesinde Irak özelinde üç net mikro senaryo ortaya çıkabilecektir: 

Birincisi, Irak özelinde 2025 ve sonrasında ortaya çıkabilecek en 
net mikro senaryo; ABD destekçisi ve ABD karşıtı ülkelerden oluşan bir 
Orta Doğu ve yine ABD karşıtı ve ABD yandaşı gruplardan oluşan 
ideolojik ve siyasal açılardan ikiye bölünmüş bir Irak olacaktır. Bu 
nedenle bu mikro senaryo kapsamında tartışılması gereken temel konu; 
“Türkiye’nin ABD karşıtı ya da yandaşı olmak üzere ideolojik ve siyasal 
açılardan ikiye bölünmüş bir Irak karşısında geliştirmesi gereken 
stratejiler neler olmalıdır” konusu olmalıdır. 

Kaynak:Maptown 


İkincisi, Irak özelinde 2025 ve sonrasında ortaya çıkabilecek ikinci 
mikro senaryo; bu süreç içinde Irak’ın siyasal, sosyal ve iktisadi 
politikalarını belirleyen iki başat devlet olacaktır; ABD ve müttefiki İsrail. 
Bu nedenle bu ikinci mikro senaryo kapsamında tartışılması gereken 
temel konu; “Türkiye’nin Irak’ın siyasal, sosyal ve iktisadi politikalarını 
belirleyen iki başat devlet ABD ve müttefiki İsrail karşısında geliştirmesi 
gereken stratejiler neler olmalıdır” konusu olmalıdır. 

Üçüncüsü, Irak özelinde 2025 ve sonrasında ortaya çıkabilecek 
üçüncü mikro senaryo; bu süreç içinde Türkiye Irak politikalarından 
uzaklaştırılacaktır. Bu nedenle bu üçüncü mikro senaryo kapsamında 
tartışılması gereken temel konu; “Irak politikalarından uzaklaştırılan 
Türkiye’nin bu durum karşısında geliştirmesi gereken stratejiler neler 
olmalıdır” konusu olmalıdır. 

 1. “Türkiye’nin ABD karşıtı ya da yandaşı olmak üzere ideolojik ve 
siyasal açılardan ikiye bölünmüş bir Irak karşısında geliştirmesi gereken 
stratejiler neler olmalıdır?” 

 a. NATO üyeliği kimi kesimlerce şiddetle eleştirilmiş olsa dahi 
Soğuk Savaş döneminde NATO kapsamında ABD’nin politikalarına 
uygun davranması Türkiye’nin başta savunma ve güvenlik olmak üzere 
pek çok alanda kazançlı çıkmasını sağlamıştır. Bu bağlamda, gelecekte 
Orta Doğu genelinde olası bu türden bir ortam karşısında Türkiye, 
ABD’nin safında yer alarak politize ve polarize duruma gelen Orta Doğu 
bölgesinde Türkiye karşıtı grup karşısında güçlenecektir. Türkiye’nin 
kendisine karşı olan Orta Doğu ülkeleri ile mücadelesinin, kendisine 
karşı olan ABD ile mücadelesinden daha kolay olacağı unutulmamalıdır; 

 b. Gelecekte ABD yanlısı ve ABD karşıtı olarak bölünmüş olası 
Orta Doğu ortamında, Türkiye Orta Doğu’da yer alan hiçbir devletin reel 
anlamda yanında yer almamalıdır. İleride bu gruplar arasında 
oluşabilecek uzlaşı karşısında Türkiye her iki tarafın da olumsuz 
uygulamalarına maruz kalabilir; 

 c. İdeolojik açıdan ikiye bölünmüş Orta Doğu senaryosunda ABD 
yanlısı Orta Doğu ülkeleri ve ABD karşıtı Orta Doğu ülkeleri birbirleri 
karşısında siyasal, askerî ve ekonomik yönlerden güçlenebilmek adına 
bölge dışından kendilerini her açıdan destekleyecek yeni müttefikler 
edinme yoluna gideceklerdir. Türkiye bu süreçte, Orta Doğu’ya bazı Orta 
Doğu devletlerini sözde desteklemek amacı ile gelen Avrupa 
devletlerinden bazılarının desteğini kazanma yoluna gitmelidir. Böylece, 
Türkiye Orta Doğu’dan gelen ve gelecek olan tehditleri bu dış devletlerle 
geliştireceği ortaklıklarla bertaraf edebilecektir; 

 ç. Orta Doğu bölgesine Batı’nın tekrar yerleşmesi ile birlikte ilk 
aşamada bu gelişmeyi protesto etmek daha sonraları ise bu gelişme 
karşısında direnebilmek için bölgede İslami kökten dincilik yükselecektir. 
Orta Doğu’da böylesi bir kıpırdanma Türkiye sınırları dâhilindeki bu 
türden İslami oluşumları tetikleyecektir. Bu olası gelişmeyi 
engelleyebilmek için Türkiye’de tespit edilmiş olan yasa dışı İslami 
oluşumlar, bunlara yardım ve yataklık eden kişi ya da kişiler ciddi bir 
istihbarat faaliyeti ve operasyonla kökten temizlenmeli, bunun da 
ötesinde Türkiye’deki iktidarların laik, demokratik ve Atatürkçü çizgiden 
uzaklaşması engellenmelidir; 

 d. İdeolojik açıdan ikiye bölünmüş Orta Doğu senaryosuna paralel 
olarak değişecek olan Orta Doğu güç dengelerinde Türkiye, Orta Doğu 
bölgesine ilişkin politikalarına Orta Doğu’daki gruplaşmanın herhangi 
birinde yer alarak değil, ABD ya da bölgeye gelen Avrupa devletleri 
üzerinden yön vermelidir. Aksi takdirde Orta Doğu politik batağının içine 
sürüklenebilir. Oysa yabancı devletlerin Türkiye’den talepleri hiç 
bitmeyeceği için ilişkiler karşılıklılık esasına dayanacak ve daha sağlıklı 
olacaktır; 

 e. İdeolojik açıdan ikiye bölünmüş Orta Doğu senaryosunda, Orta 
Doğu bölgesinde yer alan bir grubun bir diğerine karşı güçlenme 
stratejisi doğrultusunda edinilen yeni müttefiklerin Türkiye’ye yönelik 
duruşları ve Türkiye’yi algılama biçimi de bu süreçte büyük önem arz 
etmektedir. Bölge ülkelerince bölgeye davet edilen Avrupalı müttefiklerin 
Türkiye ile geliştirecekleri ilişkinin belirleyici unsuru Kuzey Irak Kürtleri 
olacaktır. Bu aşamada, hem Avrupa devletlerinin hem de ABD’nin çeşitli 
dönemlerde farklı amaçlarını gerçekleştirmek için Kürt kartını 
kullandıkları gerçeği akılda tutularak, Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt 
devletine bölgeye gelen ABD ve Avrupa devletleri tarafından destek 
verildiğinde, Türkiye bu konu bağlamındaki karşıt duruşunu 
değiştirmemelidir. 

 2. “Türkiye’nin Irak’ın siyasal, sosyal ve iktisadi politikalarını 
belirleyen iki başat devlet ABD ve müttefiki İsrail karşısında geliştirmesi 
gereken stratejiler neler olmalıdır?” 

Geliştirilecek olan stratejilerde dikkate alınması gereken başlıca 
aktör İsrail’dir. ABD’nin yardımları ile Orta Doğu genelinde kendisi için 
potansiyel tehdit yaratan devletlerin sırayla elimine edildiğini, Kuzey 
Irak’ta bir Kürt devletinin kurulma aşamasında olduğunu ve yol 
haritasının ABD tarafından tereddütsüz rafa kaldırıldığını gören İsrail, 
ABD ile birlikte Orta Doğu jeopolitiğinin ve jeostratejisinin tek belirleyicisi 
olacaktır. Türkiye’nin bu doğrultuda İsrail’in etkinliğini kırabilmek için 
geliştirmesi gereken stratejiler şu şekilde özetlenebilir. 

 a. Bilindiği gibi İsrail’in 1991 yılını takip eden süreçte Orta Asya 
Cumhuriyetleri ile ciddi ticari bağlantıları bulunmaktadır. Orta Asya 
Cumhuriyetleri ile iyi ilişkiler kapsamında, Türkiye bu cumhuriyetlere 
İsrail ile mevcut ticari ilişkilerini hafifletmelerini önermelidir. Ancak, bu 
teklifi getirirken Türkiye’nin bu cumhuriyetleri tatmin edici birtakım öz 
kaynaklara sahip olması gerekmektedir; 

 b. İstihbarat faaliyetleri yoğunlaştırılmalıdır; 

 c. Mevcut durumda potansiyel İsrail aleyhtarı durumda bulunan 
Arap devletleri ve İsrail’in direkt karşısına alacağı Suriye ile ilişkiler, 
ABD’yi karşımıza almayacak ölçüde, İsrail’e karşı “stratejik ortaklığa” 
kaydırılmalıdır. Böylelikle, olası İsrail-Ermenistan-Rusya Federasyonu 
stratejik üçlüsü karşısında Arap devletleri-Türkiye stratejik ortaklığı 
oluşturulmalıdır. 

 3. “Irak Politikalarından Uzaklaştırılan Türkiye” Senaryosu Karşısında Türkiye’nin Geliştirmesi Gereken Stratejiler 

İlk bakışta gayet olumsuz gibi algılanan bu senaryo karşısında 
Türkiye, Orta Doğu’ya ilişkin politikalarını kendi ulusal güvenlik 
endişelerine uygun olarak, bağımsız bir biçimde geliştirme imkânına 
sahip olabilir. Bugüne dek ABD başta olmak üzere, batılı bazı devletlerin 
isteklerini dikkate alarak geliştirdiği ve bu nedenle oldukça sınırlı olan 
Orta Doğu’ya ilişkin hareket alanı Orta Doğu’dan politik anlamda 
uzaklaştırılması ile özgürleşip, genişleyebilir. Bu bağlamda Türkiye, 

 a. Suriye, yeni Irak ve İran’a ilişkin dış politik önceliklerini yeniden 
belirlemelidir; 

 b. Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti yapılanmasına ilişkin olarak 
kendisini Orta Doğu’dan dışlayan ABD’nin ve bu olası Kürt devletine yeni 
bir müttefik edinmek uğruna sınırsız prim veren İsrail’in isteklerini dikkate 
almaksızın, sadece kendi güvenlik kaygıları doğrultusunda kendi Kuzey 
Irak politikasını geliştirmelidir. Bu özgün Kuzey Irak politikası 
kapsamında geniş çaplı sınır ötesi operasyonlar, istihbarat çalışmaları 
ve çeşitli yaptırımlar uygulanmalıdır. Bu politika doğrultusunda 
Türkmenlere özel bir önem verilmeli ve bölgedeki Türkmen unsuru 
Türkiye’nin o bölgedeki politik ayağını oluşturmalıdır; 

 c. Orta Doğu’dan uzaklaştırılan Türkiye’nin bu bölge devletleri ile 
olan petrol alışverişi ve ekonomik ilişkileri de zedelenecektir. Bu iki 
hususu telafi etmek amacı ile Türkiye’nin yönelebileceği en yakın ve en 
verimli coğrafya Orta Asya’dır. Orta Asya devletleri ile geliştirilecek çok 
yönlü ekonomik ilişkiler, petrol hususundaki endişeleri de uzun vadede 
giderecektir; 

ABD’nin Irak’tan çıkış senaryoları bağlamında Türkiye’nin 
geliştirmesi gereken stratejilerin tartışıldığı bu son bölümde; ABD’nin 
Irak’a düzenlediği operasyon ve Irak’ta yapılan seçimlerin ardından Orta 
Doğu’nun yeniden şekillendirileceği açıktır. Bu yeniden şekillendirme 
esnasında ve sonrasında ise hem Orta Doğu’da yer alan devletlerin 
jeopolitiğini hem de Türkiye’nin kendi ulusal güvenliğini risk altında 
bırakacak bazı yeni unsurların ortaya çıkması kuvvetle muhtemeldir. 
Yapılması gereken; Türkiye’nin bu süreci en az kayıpla 
tamamlayabilmesi için akılcı, güvenilir ve somut sonuç verecek olan bir 
dizi strateji belirlemesi ve uygulamaya koymasıdır. 


***

MUHTEMEL SENARYOLAR DÂHİLİNDE AVRUPA BİRLİĞİ PERSPEKTİFİNDE ALMANYA VE FRANSA’NIN İNCELENMESİ

MUHTEMEL SENARYOLAR DÂHİLİNDE AVRUPA BİRLİĞİ PERSPEKTİFİNDE ALMANYA VE FRANSA’NIN İNCELENMESİ 

Yazan: P.Ütğm. Ahmet SAPMAZ 


Amerika Birleşik Devletleri, yirminci yüzyıl boyunca Avrupa 
kıtasına totalitarizmin iki farklı versiyonu olan nazizm ve komünizm gibi 
iki büyük tehlikeden kurtulma konusunda büyük destek sağlamış ve 
Avrupa’da özgürlük ve barış güvence altına alınmıştır. Soğuk Savaş 
dönemi boyunca ortak tehdit temelinde geliştirilen transatlantik ilişkiler 
çok istikrarlı bir seyir izlemiştir. Bu dönemde Batı Avrupa devletleri, 
çıkarlarının artık çatışma ile değil; uzlaşı, şeffaflık ve rekabet ile 
korunabileceği öngörmüşlerdir. 1952 yılında Avrupa Kömür Çelik 
Teşkilatı’nın(AKÇT) kurulmasıyla başlayan süreç, çeşitli aşamalardan 
geçerek ve ekonomik alanda büyük başarılar kazanılarak, Soğuk Savaş 
dönemi boyunca sürmüştür. 9 Kasım 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılışı, 
bunu takip eden iki Almanya’nın birleşmesi(3 Ekim 1990) ve SSCB’nin 
dağılması(26 Aralık 1991) uluslararası güç dengesini bütünüyle alt üst 
etmiştir. Yaklaşık yarım yüzyıl süren Soğuk Savaş, kan dökülmeden 
demokrasinin komünizme karşı zaferiyle son bulmuş; ABD uluslararası 
sistemde rakipsiz ve tek küresel güç konumuna gelmiştir. Soğuk Savaş 
döneminde kurulan iki kutuplu sistemin yıkılması ile Kuzey Amerika ve 
Avrupa dışında neredeyse dünyanın her yerinde tehlike, kaos ve 
istikrasızlıklar baş göstermiştir. Bu dönemde Avrupa Birliği ülkeleri, 
ekonomik birlikteliklerini ve bu alandaki başarılarını, siyasi ve askerî 
boyuta taşıma konusunda hemfikir olmuşlar ve Maastricht Antlaşması ile 
bu süreci başlatmışlardır. Avrupalılar sahip oldukları büyük ekonomik 
gücün uluslararası sistemde etki yaratabilmesi için siyasi irade ve askerî 
güç ile desteklenmesi gerektiğinden yola çıkarak, AB’nin Ortak Dış ve 
Güvenlik Politikası(ODGP) sürecini başlatmışlardır. Bu gelişmeler 
esnasında bazı Batı Avrupa devletleri tarafından transatlantik ilişkilerin 
çerçevesi ve bu ilişkinin kurumsal ayağını oluşturan NATO 
sorgulanmaya başlanmıştır. Avrupalılar siyasi ve askerî açıdan ABD 
himayesinden kurtulup kurtulmama; yani AB’nin önümüzdeki dönemde 
uluslararası sistemde oynayacağı rol konusunda karar verme noktasına 
gelmişlerdir ve bu süreç hâlen devam etmektedir. Soğuk Savaş’ın 
bitimiyle ortaya çıkan tehditler güvenlik mülahazalarını yeniden 
şekillendirirken, 11 Eylül 2001’de ABD’nin uğradığı saldırı uluslararası 
sistemi derinden etkilemiştir. Artık Avrupa’nın savunulması ve güvenliği 
ABD için birinci öncelik olmaktan çıkmıştır. Çünkü yüzyıllar sonra 
Avrupa, dünyanın en güvenli toprakları hâline gelirken, şimdiki hedef 

ABD’nin kendi toprakları olmuştur. 20 Eylül 2002 tarihinde açıklanan 
yeni ulusal güvenlik stratejisi, ABD’nin güvenlik ve dış politika 
parametrelerinde önemli değişiklikler meydana getirmiştir. Stratejiye 
göre potansiyel tehdit oluşturan, ileride problem çıkarabileceği 
düşünülen her oluşum veya ülke önleyici darbe kavramından yola 
çıkılarak hedef hâline gelebilecektir. 11 Eylül sonrası ABD’nin değişen 
uluslararası ilişkiler ve dış politika konsepti, Avrupalı müttefiklerini 
rahatsız etmiştir. Transatlantik ittifakta son yıllarda meydana gelen 
kırılmanın nedenini Avrupa ve ABD’nin farklı dünya görüşlerinde aramak 
gerekmektedir. Bu farklılıklar şu şekilde sıralanabilir: 


 1. ABD, dünya düzenini kendi ulusal çıkarları ve değer yargıları 
çerçevesinde tanımlarken, Avrupalılar bu düzenin çok taraflı çabalar ve 
çıkarların uyumlulaştırılması ile sağlanacağını düşünmektedirler. 

 2. ABD değer yargılarına göre uyguladığı politikalarda uluslararası 
hukuk ve organizasyonları ikinci derecede önemserken, Avrupalıların 
çoğu uluslararası hukuk ve organizasyonları politikalarının merkezinde 
görmektedir. 

 3. ABD devamlı olarak üstün askerî gücünü politikalarının bir 
aracı olarak kullanırken, Avrupa çok zorunlu hâller dışında askerî güç 
kullanımına karşı çıkmakta ve diplomasiyi savunmaktadır. Bunda 
Avrupa’nın askerî kapasite eksikliği ve etkin savaş karşıtı kamuoyunun 
rolü vardır. 

Hâlen Avrupa ve ABD arasında politika farklılıklarından 
kaynaklanan uyuşmazlıklar şunlardır: 

. ABD’nin, Uluslararası Ceza Mahkemesine taraf olmaması, 
. ABD’nin, Kyoto protokolüne taraf olmaması, 
. Fakir ülkelerin borçlarının silinmesi için İngiltere ve Fransa’nın 
aldığı inisiyatife sıcak bakmaması, 
. Çin’e yönelik uygulanan silah ambargosunun kaldırılması 
konusundaki görüş ayrılıkları olarak sıralanabilir. 


Özelikle Irak krizi ile başlayan süreç, transatlantik ilişkilerin 
tarihindeki en önemli sarsıntılardan birini yaşamasına sebep olmuştur. 
Çok eski mazisi olan Transatlantik ilişkiler, ortak hareket etme 
noktasında kesintiye uğramıştır. 

Irak Savaşı öncesi ve sırasında Avrupa’da bir bölünme yaşanmış, 
Avrupa’nın büyük ülkelerinden Fransa ve Almanya savaşa karşı 
çıkarken İngiltere, İtalya, İspanya ile birlikte 2004’te AB’ye üye olan 
Doğu Avrupa ülkelerinin çoğu ABD’ye destek vermiştir. ABD Savunma 

Bakanı Donald Rumsfeld’in, Fransa ve Almanya’yı “eski Avrupa”, 
ABD’ye destek veren ülkeleri ise “yeni Avrupa” olarak adlandırması, 
transatlantik ilişkilerinde yeni bir dönemin ifadesi sayılmıştır. 


İşgal Bölgeleri: 
Kaynak:http://photos1.blogger.com 

Fransa ve Almanya’nın Irak Savaşı’nda karşı cephede yer 
almalarının nedenleri incelendiğinde; Almanya ve Fransa, Irak’ın, 
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları gereğince uluslararası 
yükümlülüklerini yerine getirmesini, askerî müdahalenin sorunu çözmek 
için tek seçenek olmadığını, uluslararası boyutta uygulanacak siyasi, 
politik ve ekonomik yaptırımlarla zaman içerisinde sonuca ulaşılabileceği 
yönünde bir politika izlemişlerdir. Avrupalı müttefikler Birleşmiş Milletler 
silah denetçilerinin yaptığı çalışmaların kesin bir sonuca varılana kadar 
sürdürülmesini istemişler, El Kaide terör örgütü ile Irak arasında bağlantı 
kurularak müdahaleye meşruiyet kazandırma girişimini şüpheyle 
karşılamışlardır. Ayrıca Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinden sonra 
bölgede istikrarın yeniden sağlanabilmesine kuşkuyla bakılmış, Orta 
Doğu’da daha köklü sorunlar varken Irak’a yapılacak askerî bir 
müdahalenin bölgeyi daha fazla istikrarsızlığa sürükleyeceğini öne 
sürmüşlerdir. 

Fransa’nın Irak politikasına etki eden faktörleri incelediğimizde; 

1. Fransız Dış Politikasının Genel Karakteristiği 

Fransız dış politikasının ana ilkesi devamlı surette dünyada ve 
Avrupa’da aktif bir rol almaktır. Fransa bu siyaseti uygularken politik 
olarak birliğini sağlamış, askerî bakımdan güçlü ve ortak dış politika 
izleyebilen bir Avrupa’yı amaç edinmektedir. Ayrıca demokratik 
prensiplere ve kendisinin de Güvenlik Konseyi daimi üyesi olduğu 
Birleşmiş Milletlere büyük önem vermektedir. Fransa, dünya 
zenginliğinin %3’ünü üretirken, Birleşmiş Milletler bütçesinin % 6’sını 
karşılamaktadır. 

2. Geçmişte Fransa İle Irak Arasındaki İlişkiyi Destekleyenler 

1991’de Mitterand’ın Çöl Fırtınası Harekatına katılma kararı, 
Fransız politik ve entelektüel çevrelerinde büyük bir kargaşaya yol 
açmıştır. Savunma Bakanı bu karara tepki olarak istifa etmiştir. Bu 
reaksiyonun sebebi, Fransa’daki bazı çevrelerce Amerika’nın bu krizi 
jeopolitik ve ekonomik çıkarlarını korumayı amaçlayan yeni bir dünya 
düzeni yaratmak için fırsat olarak değerlendireceğinin düşünülmesidir. 
Diğer bir önemli faktör de Fransa’nın geleneksel olarak Arap yanlısı dış 
politika izlemesidir. Fransa Irak’ı, İran’ın yaydığı tehlikeye karşı laik ve 
dengeleyici bir güç olarak görmektedir. Fakat Fransa ile Irak arasındaki 
özel ve yakın ilişkiler, Fransa’nın Körfez Harekatına katılmasıyla sona 
ermiştir. 

3. Ekonomik Çıkarlar 

Bazı Fransız firmalarının diğer Avrupalı ve Amerikalı ortakları gibi 
Irak’la ticari ilişkilerin sürdürülmesinde ekonomik çıkarları vardır. Fakat 
tüm bunlara rağmen Irak, Fransa’nın büyük bir ticaret ortağı olmaktan 
uzaktır. Irak, Fransa’nın ihracatında %0.15 pay ile 60’ıncı, ithalatında ise 
%0.30 pay ile 30’uncu sıradadır. Fransa, Irak petrolünün % 8’ini ithal 
etmektedir. Bir karşılaştırma açısından bu oran Amerika için %40’dır. 
Fransa 1.8 milyar Euro ile Rusya, Japonya, Almanya, ve Amerika’dan 
sonra Irak’ın beşinci büyük kreditörüdür. 

4. Kamuoyu Ve Medya 

Kamuoyu görüşü Fransa’nın Irak politikası üzerinde giderek artan 
bir etkiye sahiptir. Washington’un tek taraflı politikaları, Amerikan karşıtı 
düşüncelerin Fransa halkı arasında yayılmasına neden olmuştur. Bu 
düşünceler medya ve basın tarafından da paylaşılmaktadır. Ayrıca 
Fransa’da yaşayan Müslüman azınlığın bu süreçte etkisi vardır. Bölgede 
İsrail ile Filistin arasında uzun süredir devam eden sorunlar 
çözülemeden Irak’a karşı yapılan müdahale, Müslüman azınlık 
tarafından Arap Dünyasına yapılmış ayrı bir saldırı olarak görülmektedir. 
Görüldüğü gibi Fransa’nın Irak politikasının oluşumuna birçok faktör etki 
etmiştir ve etmektedir. Bunlar içerisinde en önemli olanı ise uluslararası 
hukuka saygı, güç kullanımının meşruluğu faktörüdür. Fransa’ya göre 
Irak Savaşı gerekli olan bir savaş değildir, birçok çözüm seçeneği 
arasından savaş tercih edilmiştir. 

Almanya’nın Irak politikasına etki eden faktörleri incelediğimizde ise; 

1. Alman Dış Politikasının Genel Karakteristiği 

Almanya 20’nci yüzyılda yol açtığı iki dünya savaşı nedeni ile kötü 
olan imajını düzeltmek maksadıyla uluslararası kuruluşlar ve toplumla 
olan ilişkilerine büyük önem vermektedir. Almanya ittifaklara açık ve 
uzlaşmacı bir tavır sergilerken, uluslararası politikada daha fazla 
sorumluluk üstlenmek istemektedir. 

2. Tarihî ve Politik Kültür 

Almanya, geçmişte iki büyük dünya savaşına yol açan yayılmacı 
güç politikalarından ötürü travma yaşamış bir ulustur. Alman halkı bu 
politikanın getirdiği felaket ve yıkıntıyı hâlâ zihinlerinde barındırmaktadır. 
Bu nedenle Almanların ülkelerinin askerî bakımdan tarihte olduğu gibi 
tekrar güçlenmesi ve askerî gücün politikanın aracı olarak kullanılması 
konusunda çekinceleri vardır. 

3. Yerel Politik Yönelimler 

Almanya hâlen Sosyal Demokrat Parti ve Yeşillerin oluşturduğu 
merkez sol bir koalisyon hükümeti tarafından yönetilmektedir. Bu 
hükümet barışa ve çok taraflılığa sıkı sıkıya bağlı ve askerî güç 
kullanımını seçenek dışı bırakan bir politika izlemektedir. Hükümet 2002 
yılında yapılan ve tekrar iktidara geldiği genel seçimler öncesi, Irak 
Savaşı’na tamamıyla karşı çıkarak kamuoyundaki desteğini arttırmıştır. 
Alman halkı da Irak Savaşı’na büyük bir çoğunlukla karşı çıkmış ve 
hükümetin ABD karşısında izlediği politikayı büyük oranda 
desteklemiştir. 

4. Ekonomik Çıkarlar 

Irak, Almanya’nın dış ticaretinde küçük bir öneme sahiptir. Irak, 
365 milyon euro ile Almanya’nın ihracatında 79. sırada, 2.1 milyon euro 
ile Almanya’nın ithalatında 179. sıradadır. 
Almanya ve Fransa her ne kadar savaş öncesi müdahaleye karşı 
çıkmışlarsa da, savaş sonrası oluşan de facto durumu kabul etmek 
zorunda kalmışlardır. Almanya ve Fransa, Birleşmiş Milletler kontrolünde 
Irak’ta egemenliğin en kısa sürede Irak halkına devredilmesi konusuna 
önem vermektedirler. İki ülke ABD ile Irak’ın demokratik, istikrarlı ve 
barışçı bir ülke olarak yeniden yapılandırılması hususu ile Irak güvenlik 
güçlerinin NATO tarafından eğitilmesi ve Irak ekonomisinin geliştirilmesi 
konularında, ortak irade belirlemişlerdir. Bu çerçevede BM Güvenlik 
Konseyi’nce kabul edilen 1511 ve 1546 sayılı kararlar ile Irak’taki çok 
uluslu güce meşruiyet kazandırılmış ve Irak’ta egemenliğin devri ve 
politik geçiş süreci takvime bağlanmıştır. Almanya ve Fransa, Irak’ta 
yapılan seçimleri ve sonuçlarını olumlu karşılamıştır. Bush yönetimi ile 
Avrupa arasında Irak’a ilişkin sorunlar yakından izlendiğinde, temelde 
görüş ayrılığı bulunmadığı görülmektedir. Ortak unsurların en önemlisi 
Irak’ta istikrarın sağlanmasıdır. Birbirlerinden ayrıldıkları önemli nokta 
ise; bu hedefe hangi yöntemle varılacağı konusudur. Bush güç 
kullanmaya, Avrupa ise diplomatik yolların kullanılmasına öncelik 
vermektedir. Bush Avrupa’dan asker yardımı istemişse de, onun yerine 
Irak Ordusu mensuplarının, polis ve yargıçlarının eğitimi için NATO’dan 
tam destekle yetinmek zorunda kalmıştır. NATO’da alınan kararlar 
neticesinde güvenlik görevlilerinin eğitimi için, Fransa ve Almanya dâhil 
AB’nin, ABD’nin Irak politikasına en fazla şüpheyle bakan ülkeleri de 
sorumluluk üstlenmeyi kabul etmiştir. Örneğin, Fransa Ürdün’de, 
Almanya ise Birleşik Arap Emirlikleri’nde, Irak güvenlik görevlilerine 
eğitim verecektir. 

Günümüze kadar olan gelişmeler ve mevcut parametreler dikkate 
alınarak Almanya ve Fransa’nın senaryolar dâhilinde incelenmesine 
geçildiğinde; 

BİRİNCİ SENARYO: ABD’nin 2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan Çıkması 

Almanya ve Fransa ittifakı, ABD’nin Irak’tan güvenliği ve istikrarı 
sağlamadan çekilmesine karşıdırlar. Çünkü güvenlik ve istikrar 
sağlanmadan ABD’nin Irak’tan çekilmesi, bölgenin daha da 
istikrarsızlaşmasına yol açacak ve ABD’nin geride bıraktığı güç 
boşluğunu dolduracak bir aktör bulunamayacaktır. 

Almanya ve Fransa, ABD’nin Irak’ta güvenliği ve istikrarı 
sağladıktan sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1546 sayılı 
kararı gereğince ve Irak hükümetinin talepleri doğrultusunda ülkeden 
çekilmesini destekleyeceklerdir. Irak’tan, ABD’nin önderliğindeki çok 
uluslu gücün çekilmesinden sonra, ülkede Birleşmiş Milletler’in 
günümüzden daha aktif rol üstlenmesini talep edeceklerdir. Irak 
hükümetine gerek ülkenin yeniden inşası için gerekse de politik geçiş 
süreci için her türlü desteği başta Avrupa Birliği olmak üzere, 
uluslararası örgütler ve sivil toplum örgütleri vasıtasıyla sağlayacaklardır. 
Avrupalı müttefikler bu politikayı izlerken, bölgede ABD’nin zedelenmiş 
imajı nedeniyle ülke yönetimi ve halk tarafından tercih edilen bir 
konumda bulunacaklardır. 

Fransa ve Almanya’nın bu süreçte Irak politikalarında radikal bir 
değişikliğe gitmeleri beklenmemelidir. Zira Fransa’da Avrupa 
Anayasasının reddedilmesi ile ortaya çıkan bunalım, bu dönemde dış 
politikayı ikinci plana itecek ve Fransa iç politik sorunlarına angaje 
olacaktır. Almanya’da ise iktidardaki Sosyal Demokrat ve Yeşillerden 
oluşan koalisyon hükümetinin Kuzey Ren Westfalya’da yapılan yerel 
seçimler sonucunda aldığı yenilgi, ülkeyi 18 Eylül 2005’te yapılması 
öngörülen bir genel seçime götürmektedir. Yapılacak seçimlerde, 
muhalefetteki Hıristiyan Demokrat Partinin iktidara gelmesinin söz 
konusu olabileceği değerlendirilmektedir. Hıristiyan Demokratlar, Irak 
krizinin başından bu yana ABD’nin politikalarını destekleyen bir tutum 
ortaya koymaktadırlar. İktidara geldiklerinde kamuoyundaki savaş karşıtı 
düşünceler nedeniyle Alman politikasında radikal bir değişiklik 
yapamasalar da ABD ile daha fazla iş birliğine yönelmeleri beklenmelidir. 

Ülkede güven ve istikrarın sağlanmasıyla beraber Alman ve 
Fransız firmaları, Irak ile savaş öncesi kurdukları ticari ilişkileri yeniden 
canlandırmak amacıyla bölgeye yoğun bir talep gösterecekler ve Irak’ın 
yeniden inşası projelerinde büyük ölçüde pay elde edeceklerdir. 

 Kaynak:http://photos1.blogger.com 

İKİNCİ SENARYO: ABD’nin 2006 Yılından İtibaren Kademeli Olarak Irak’tan Çıkabileceği; 
Amerika’nın 2006 yılında Irak’tan, arkasında çözülmemiş birtakım 
sorunlar bırakarak kademeli olarak çekilmesi, Avrupalı müttefiklerinin 
arzu etmediği bir durumdur. Bu sebeple Almanya ve Fransa ABD’yi, 
Irak’ta istikrar ve güvenliği sağlamadan çekilmesi hâlinde, bölgenin 
Saddam Hüseyin döneminde olduğundan daha istikrarsız bir duruma 
sürüklenebileceği konusunda ikna etmeye çalışacaklardır. Zira Irak’ın 
istikrarsızlığa sürüklenmesi, bölgeyi uluslararası terörizmin 
kaynaklarından biri hâline getirecek, bölgenin Alman ve Fransız 
şirketlerce ekonomik açıdan değerlendirilme potansiyelini ortadan 
kaldıracak ve bölgeden Avrupa’ya yasa dışı göç tetiklenecektir. 

Almanya ve Fransa, Irak’ta, federal sisteme dayalı, tüm kesimleri 
temsil eden, demokratik bir yönetimi destekleyecektir. Avrupalı 
müttefikler, Irak’ta bir grubun diğer bir gruba üstün duruma gelmesinin 
ülkenin istikrarını riske atacağı düşüncesiyle, tüm kesimleri adil şekilde 
temsil eden bir yönetimi destekleyecekler; etnik ve dinî gruplar arasında 
denge gözetmeye çalışacaklardır. 

Müttefikler, bu süreçte Irak üzerinde kendi çıkarları doğrultusunda 
tasarrufta bulunmaya çalışan Irak’a komşu ülkeler üzerinde, ABD ile 
birlikte siyasi, ekonomik ve askerî boyutta yaptırımda bulunacaklardır. 
Özellikle nükleer faaliyetleri dolayısıyla İran ve uluslararası terörizme 
verdiği destek ile Suriye’ye karşı bu yaptırım faaliyeti daha da kolay 
uygulanacaktır. 

Almanya ve Fransa etnik veya dinî temele dayalı bir konfedere 
yapılanmada, kendileri de söz sahibi olmak isteyeceklerdir. ABD, 
Avrupalı müttefikleri ile bozulan ilişkileri düzeltmek için Almanya ve 
Fransa’nın bu süreçte etkin olmasına müsaade edecektir. 

Almanya, Irak’ta yönetim şekli ne olursa olsun güvenliğin 
sağlanması, ABD önderliğindeki uluslararası gücün Irak’tan çekilmeye 
başlaması ve Birleşmiş Milletler’in Irak’ta rolünün artmasına paralel 
olarak Birleşmiş Milletler Barış Gücü kapsamında Irak’ta asker 
görevlendirebilir. Bu büyük ölçüde 2005 yılı sonunda yapılacak genel 
seçim sonuçlarına ve ABD’nin bu dönemde izleyeceği politikalara ve 
uluslararası konjonktüre bağlı olacaktır. 

Fransa’nın ise ABD’nin dominant olduğu Irak’a asker göndermesi 
mümkün olmayacaktır. Ancak Fransa, Irak ile Saddam Hüseyin 
döneminde kurulmuş olan ekonomik ve ticari ilişkileri aynı düzeye 
taşımak için her türlü çabayı gösterecektir. 

ÜÇÜNCÜ SENARYO: 2025 Yılı Ve Sonrası (ABD Irak’tan Çekilebilir Ancak Bölgeden Çekilemez Durumu) 

Almanya ve Fransa’nın 2025 yılına uzanan süreçte Irak 
politikalarını şekillendiren çok çeşitli etkenler olacaktır. Bu etkenlerin en 
önemlisi, Avrupa Birliği’nin gelişme sürecinin varacağı noktadır. Bu 
sürecin muhtemel iki sonucundan birincisi; AB’nin bugünkü bulunduğu 
durumdan daha ileri bir seviyeye yani ortak bir dış politika üretebilme ve 
Avrupa’nın çıkarlarını savunabilecek güçte bir askerî yeteneğe sahip 
olma durumudur. Bu durumda dahi, Avrupa Birliği’nin güvenlik sorunu 
bulunan bir bölgeye askerî güç göndermesi düşünülemez. Ancak, AB’nin 
sahip olacağı askerî güç ve ortak dış politika yürütebilme iradesi, 
ABD’nin uygulayacağı politikalarda AB’yi daha çok dikkate almasını 
gerektirecektir. 

Muhtemel sonuçlardan İkincisi ise Avrupa Birliği’nin bugün 
bulunduğu noktadan daha ileri gidememesi durumudur. Fransa’nın 
ardından Hollanda’nın da Avrupa Anayasasına “hayır” demesiyle, 
Avrupa Birliği’nin ekonomik birliktelikten, siyasi ve askerî birlikteliğe 
geçiş süreci büyük darbe almıştır. Avrupa Birliği’nin istenilen konuma 
gelmede yetersiz kalması veya bunun mümkün olmaması hâlinde, 
AB’nin çekirdek ülkeleri olan Almanya ve Fransa merkez olmak üzere 
özellikle dış politikada daha etkin bir birlikteliğe gidilebilir. Bu durumda 

Almanya ve Fransa bölgede politik, ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan 
etkin olmaya çalışacaklardır. 

Bu süre zarfında, ülke yönetimlerinde seçimler sonucunda 
meydana gelebilecek değişiklikler, Irak politikalarında farklı açılımlara yol 
açabilecektir. Avrupa’daki ABD karşıtlığının büyük ölçüde Bush 
yönetiminden kaynaklandığı göz önüne alındığında, 2008 ABD başkanlık 
seçimleri büyük önem arz etmektedir. Yönetime gelecek olan Başkanın 
uygulayacağı politikalar bu hususta belirleyici olacaktır. 

Alternatif enerji kaynaklarının ortaya çıkarak petrole olan 
bağımlılığın azaltılması, Almanya ve Fransa’nın bölgeye olan ilgisini 
ortadan kaldırmayacaktır. Çünkü Almanya ve Fransa’nın, Irak politikaları 
petrol ile sınırlı olmadığı gibi, Irak’ın ve Orta Doğu’nun istikrar ve 
güvenliği Avrupa kıtası için hayati öneme haizdir. 

Sonuç olarak, Avrupa ve ABD’nin küresel çıkarları, Irak 
konusunda iki merkezin “çatışması yerine bütünleşmesini” zorunlu 
kılmaktadır. ABD–Avrupa ilişkileri son dönemdeki gelişmeler sonucunda 
belki hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktır. Ancak, her iki tarafın birbirine 
olan ihtiyacı devam edecektir. ABD’nin Irak konusunda Almanya ve 
Fransa’nın desteğini kazanması, hem bölge hem de dünya barışının bir 
an önce tesis edilmesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Arz 
ederim. 

 ***

IRAK TÜRKMENLERİ VE MART 2003 SAVAŞINDAN SONRAKİ DURUMLARININ İNCELENMESİ

IRAK TÜRKMENLERİ VE MART 2003 SAVAŞINDAN SONRAKİ DURUMLARININ İNCELENMESİ 

Yazan: Prof.Dr. Mahir NAKİP 

1. İngiliz İdaresinde Türkmenler 

İngilizlerin 20. asrın başlarında Irak'a girmelerinin ana hedefi 
Kerkük petrollerini ele geçirmekti. Nitekim Kerkük sınırına gelene kadar 
Osmanlı ordusu ile çarpıştılar. Ancak, Türkmenlerin varlığını kabul eden 
Bağdat idaresi 25 Ekim 1920 günü kurulan Abdul Rahman El Geylanî 
kabinesinde, Eğitim ve Sağlık Bakanlıklarını Kerküklü bir Türkmen olan 
İzzet Paşa'ya tevdi etmiştir1. Temmuz 1921'de yapılan referandumda, 
Kerkük halkı Prens Faysal'ın krallığını reddetmiş, İngilizlere karşı açık bir 
tavır sergilemiş ve başta Neftçi ailesi2 olmak üzere bu şehirde yaşayan 
Türkmen aileleri gizli bazı faaliyetler yürütmeye başlamışlardır3 1923 
yılında hazırlanmakta olan Irak Anayasasına desteklerini kazanmak 
üzere Kerkük'ün ileri gelenlerinden destek istenmiş, bunun üzerine 
Kerküklüler dört şart ileri sürmüşlerdir4: 

. Seçim sürecinde Hükümetin oluşumuna karışmamak, 
. Kerkük'ün mahallî yönetiminde Türk karakterinin (kimliğinin) korunması, 
. Türkçe'nin Kerkük bölgesinde resmî bir dil olarak kabul edilmesi ve 
. Bağdat'ta kurulacak bütün hükümet kabinelerinde Türkmenlere yer verilmesi. 

1923'ün Temmuz'unda Türkmenlerin bu isteklerine karşı Irak 
Başbakanı Abdül Muhsin Al Sadun Türkçe bir cevap yazarak, ikinci ve 
üçüncü isteklerinin kabul edildiğini bildirmiştir5. 

Kerkük'te Türkmenlerle İngiliz idaresi arasındaki ilk kavga 4 Mayıs 
1924 günü meydana gelmiştir. Kerkük'ün Büyük Pazar esnafı ile İngiliz 
taraftarı Teyyariler arasında çıkan çatışmada, çok sayıda Türkmen şehit 
düşmüştür. Irak polis gücünün müdahalesi neticesinde huzur tekrar tesis 
edilmiştir. Ayrıca, Kerkük'te Türkçe yayın yapan Necme Gazetesi'nin 4 
Şubat 1924 günkü nüshasına bir ilan veren Kerkük Valiliği, zarar gören 
kişi, esnaf ve ailelerin zararlarını tazmin etmiştir. Gazetede yayınlanan 
199 zarar gören kişinin mesleklerine bakıldığında tamamen 
Türkmenlerden oluştuklarını görebiliriz6. 12 Temmuz 1946 günü 
Gavurbağı Katliamı gerçekleşti. Burada da Irak polisi petrol şirketinden 
yürüyüşe çıkan işçilerin üzerine ateş açarak çok sayıda Türkmen’in 
ölmesine, bir kısmının da yaralanmasına sebep olmuştur7 

2. Cumhuriyet Döneminde Kerkük'ün Siyasi Kimliği 

14 Temmuz 1958 darbesiyle Abdülkerim Kasım, Kraliyeti devirmişti. Her Iraklı gibi Türkmenler de cumhuriyetin ilanına sevinmişlerdi. Ancak, Komünist Partisi'nin iktidarı yavaş yavaş ele geçirme teşebbüsleri, Kerkük Türkmenlerini endişelendiriyordu. Özellikle Kürt lideri Molla Mustafa Barzani'nin bu parti ile açık iş birliğine girmesi ve Kerkük'ü Kürdistan bölgesine dâhil ettirme teşebbüsleri, halkı iyice tedirgin etmişti. Nitekim o tarihlerde merkezi Kerkük'te bulunan 2. Tümen Komutanı General Nâzım Tabakçalı 9 Eylül 1958 günü Kasım'a 
gönderdiği gizli raporunda özetle şunları söylüyor: "Kerkük halkı Kürt 
olmadığı hâlde, şehir Kürdistan bölgesine dâhil edilmek istenmektedir. 
Bundan amaç, Irak Cumhuriyeti'nin millî serveti olan petrole egemen 
olmaktır. Kürdistan Eğitim Müdürlüğü'nün merkezini Kerkük'te kurmak ve 
başına bir Kürt'ü getirmek, kesinlikle doğru değildir. Kerkük'te görev 
yapacak eğitim müdürünün Arap olması yanında, tarafsız ve adil bir kişi 
olması şarttır 8. 

Tabakçalı, 19 Ocak 1959 tarihinde bir başka rapor yollayarak ordudaki Kürt subayların gizli faaliyetlerini açığa çıkarır ve 15 Şubat 1959 günü şu telgrafı Kasım'a çeker: "Önceden size gönderdiğimiz raporları lütfen göz önüne alınız. Yoksa Kürtler, çoğunluğunu Türklerin (Türkmenlerin) teşkil ettiği bu şehri ileride 
Kürdistan bölgesine katacaklardır. Bu da genç Irak Cumhuriyeti'nin millî 
çıkarlarına ters düşer..."9 . 

Tabakçalı'nın raporları görevden alınmasına sebep olur ve yerine 
Komünist görüşlü Davut El Cenabi 2. Tümen Komutanlığına getirilir. 
Kerkük Belediye Başkanlığına Kürt kökenli Maruf Berzenci tayin edilir. 
14 Temmuz 1959 günü Cumhuriyetin 1. yıldönümü kutlamalarının 
yapıldığı sırada olaylar patlak verir ve çok sayıda Türkmen tutuklanır. 
Türkmenlerin ileri gelenlerinden 25 kişi hunharca katledilir ve çok sayıda 
Türkmen'in evi ve iş yeri yağmalanır ve yakılır10. Komünist Kürtler 
tarafından öldürülen Türkmenler, Kürt Belediye Başkanı tarafından şehir 
dışında toplu bir mezara gömülür11. General Kasım, katliamın 
sorumluluğunu Komünist Partisine ve Kürt siyasi gruplarına yükler. 
Arkasından 260 Komünist ve Kürt tutuklanır. Büyük bir kısmı serbest 
bırakılırken bir kısmı da idama mahkûm edilir. Kasım'ı deviren General 
Abdülselam Arif, 23 Haziran 1963 günü bu hükmü yerine getirerek 28 
suçlu Kürt ve Komünisti idam eder12. 

1968 yılında iktidara gelen Baas Partisi, özellikle 1970'li yıllarda 
ciddi anlamda Kerkük'ün kimliğini değiştirmeye çalışır. 1974 yılında 
Cumhurbaşkanı Yardımcısı olan Saddam, Kerkük'ün adını değiştirir, 
Tuzhurmatı ve Kifri gibi Türkmen ilçelerini Kerkük'ten alıp, Arap illerine 
bağlar. Türkmenlerin bu şehirden gayrimenkul almalarını yasaklar. 
Türkmen halkını güneye sürer. Bir zamanlar Türkmenlerin yoğunlukla 
yaşadığı tarihî kaleyi yıktırır13. Ayrıca, Kerkük'ten yüzlerce Türkmen'i 
idama mahkûm eder14. 

3. Körfez Krizinin Türkmenlere Etkileri 

Saddam'ın Kuveyt'i işgali ile başlayan süreç, Irak'ı bugünlere 
getirmiştir. ABD'nin baskılı önerisi ile Birleşmiş Milletler’in uygulamaya 
koyduğu 36. paralel uygulaması, bugün Kuzey Irak'ta oluşan Kürdistan 
Federasyonu’nun ilk adımı olmuştur. Özellikle 36. paralelin üstünde 
olduğu hâlde Musul, Güvenlik Bölgesine dâhil edilmemiş; buna mukabil, 
Süleymaniye 36. paralelin altında olduğu hâlde Güvenlik Bölgesine dâhil 
edilmiştir. Bugün anlaşılıyor ki, Çekiç Güç'ün yıllarca bölgede kalması, 
Güvenlik Bölgesi uygulamasının 12 yıl gibi uzun bir süre devam etmesi 
ve 1996 yılında ABD'nin Türkiye üzerinden binlerce Kürt'ü Guantanamo 
Adalarına götürerek orada eğitmesi ve Irak muhalefet toplantılarında 
KDP ve KYB'ye özel bir önem verilmesi hep bugün için atılan adımlardır. 

12 yıl süren bu arızi dönemden Türkmenlerin iyi yararlandıkları söylenemez. Şöyle ki; 

 a. 36. paralel uygulaması, nüfus ve bölge olarak Türkmenleri ortadan ikiye bölmüştür. Bir taraftan Telafer, Musul, Altunköprü, Kerkük, Tuzhurmatı ve Hanekin gibi Türkmen şehirlerinde yaşayanlar Saddam'ın insafına terk edilirken, diğer taraftan Saddam'dan kaçan Türkmenlerle Erbil'in halis yerli Türkmenleri, 36. paralelin üstünde kalarak Güvenlik Bölgesinde yaşama ve örgütlenme imkânı bulabilmişlerdir. Bunun bir neticesi olarak Türkmenlerin takriben %80'i 
güncel siyasi gelişmelerden, örgütlenmeden ve birbirleriyle haberleşmeden uzak kalmışlardır. 

 b. Türkmenlerin Erbil'de ve Türkiye'de kurdukları siyasi teşekküller 
dağınık, tabanı dar ve amatörce olmuştur. Planlar hep kısa vadeli, basit 
ve etkisiz kalmıştır. Bu siyasi dağınıklığın ana sebebi, karizmatik bir 
liderin çıkıp en azından Erbil'de ve yurt dışında bulunan Türkmenleri 
toparlayamamasıdır. 

 c. İran'da örgütlenen Şii Türkmenlerle, Türkiye'de ve diğer ülkelerde örgütlenen Türkmenler arasında ciddi bir kopukluk yaşanmıştır. Aslında aralarında derin ideolojik ayrılığın bulunmadığı bu iki kesim arasında zaman zaman diyaloglar kurulduysa da esaslı bir iş birliğine gidilememiştir. 

 ç. Türkmen siyasi teşekkülleri, Saddam yönetiminde kalan Türkmenlerle ilişki kuramamışlar ya da oralarda yaşayanlara zarar gelir endişesiyle ilişki kurmaktan çekinmişlerdir. 

 d. Türkiye'de örgütlenmiş Türkmen siyasi kuruluşları, Irak muhalefeti içinde hak ettikleri yeri bulamadılar; sürekli dışlandılar ve marjinal bir grup olarak gösterildiler. Bunda, takip ettikleri siyasetin, Türkiye eksenli olmasının rolü olduğunu söylemek yanlış değildir. Şii Türkmenler ise daha rasyonel davranarak, Irak Şii hareketinin açtığı geniş şemsiyenin altında yer almayı tercih ettiler. 

4. Son Savaş 

Türkiye ve yurt dışında örgütlenen Türkmen siyasi grupları ümitlerini Türkiye'nin ABD ile birlikte savaşa girmesine bağlamıştı. 1 Mart Tezkeresi TBMM'den geçmeyince Türkmen siyasi partileri ciddi hayal kırıklığına uğradılar. Türkiye'nin özellikle Kuzey Irak'ta yarattığı boşluğu KYB ve KDP doldurmaya başlayınca, Türkmenler giderek zarar gördüler, küçültülmeye mahkûm edildiler ve siyasi denklemin haricinde kalmaya zorlandılar. Özellikle hızlı bir şekilde Türkmen bölgelerinde örgütlenmeye başlayan Irak Türkmen Cephesi, Ulusal Meclis ve Hükümet üyeliği gibi bütün siyasi görevlerin dışında tutuldu. Mecliste ve Hükümette yer alan birer Türkmen temsilci, herhangi bir siyasi örgütle ilişkisi olmayan Türkmen şahsiyetlerinden seçildi. Bu bilinçli dışlanma, aslında bir 
bakıma Türkiye'nin 1 Mart Tezkeresini reddetme cezasının Türkmenlere 
yansıması idi. 

10 Nisan 2003 günü, Türkiye'nin kırmızı çizgilerine rağmen Kerkük'e akın eden Kürt Peşmergeleri, ABD askerlerinin gözü önünde, önce şehri yağmaladı, sonra resmî daireleri yaktı, tapu ve nüfus daireleri gibi devlet arşivi niteliğinde olan yerleri talan etti. ABD Kuvvetleri şehre 30 kişilik bir meclis kurdu. Türkmenlere, Kürtlere, Araplara ve Kildo-Asurilere altışardan olmak üzere, toplam 24 sandalye tahsis etti. Geri kalan 6 kişilik kontenjanı da kendisinin kullanacağını ilan etti. Herkes, bu kontenjana Amerikan yanlısı olmak kaydıyla iki Türkmen, iki Kürt ve iki de Arap seçilmesini beklerken, ABD beş Kürt ve bir Kildo-Asuri seçti ve 
meclisteki dengeyi Kürtler lehine çevirdi. Arkasından Kürt bir vali tayin 
edildi. Böylece ABD'nin hoşgörüsü ile Kerkük şehri Kürtleştirme sürecine 
alınmış oldu. 

Türkiye'nin Türkmenler ve özellikle de Kerkük konusunda çabaları sonuçsuz kaldı. Bunun sonucunda Arap ve bazı Türk yazarlar Kerkük'ün Kürtlere peşkeş çekilmesini, Türkmenlerin şahsında Türkiye'ye verilmiş bir ceza olarak nitelendirdiler. Saddam zamanında ve 30 yıllık bir süre içerisinde, Kerkük'ten sürülen Kürt ve Türkmenlerin yerlerine yerleştirilen Arapların geri gitmesi istendi. Bu talep sadece Kürt siyasi grupları tarafından dile getirilmiştir. Talebin hukuki gerekçesi henüz hazırlanmadan, Kürt bölgelerinden insanlar Kerkük'e akın etmeye başladı. Kanuni dayanağı henüz oluşturulmayan bu uygulama 
maksadını aştı ve 30 Ocak seçimlerinden önce Kerkük'e yerleştirilen Kürtlerin sayısı 375.000'i buldu. Hâlbuki Kürt yazarların tespitlerine göre Kerkük ve civarından Saddam zamanında göç ettirilen Kürt ve Türkmenlerin sayısı 108.000 kişidir15. Buna karşılık Türkiye hariç, hiçbir ülke bu açık istilanın durdurulması için gayret göstermedi. Türkiye'nin tepkisi ise, "Kerkük'ün demografik yapısının değiştirilmesi kabul edilemez" demekten öteye geçemedi. 

Kaynak: www.analisidifesa.com Mappa Cia Iraq - zona di Kirkuk

 5. 30 Ocak Seçimleri 

Seçime Şiiler, Kürtler ve Türkmenler katılırken, Sünniler katılmamışlardır. Sünnilerin katılmamalarını, biri açık diğeri gizli olmak üzere iki sebebe bağlamak mümkündür. Açık olan sebep: Sünnilere göre ülke işgal altında iken demokrasi olmaz ve seçimler yapılamazdı. 

Gizli sebep ise, her zaman iktidarda olan Sünnilerin böyle bir seçimde azınlık durumuna düşeceklerinin kesin olmasıydı. Yani Sünniler, seçime girmemeyi, azınlık durumuna düşmeye tercih etmişlerdir. Her iki sebebi de anlamak, hatta takdir etmek gerekir. Çünkü (doğru ya da yanlış) bu bir duruş ve anlayıştır. Şiilerin oy oranlarının yüksek çıkacağı zaten bekleniyordu. Şaşırtıcı gibi görünüp, ancak hiç de sürpriz olmayan tek sonuç, Kürt oylarının kabarık çıkmasıydı. Bunu da birçok siyasi çevre bir başarı olarak göstermektedir. Aslında Kürtler 
açısından seçimleri iki farklı açıdan değerlendirmek gerekir. 

Nerdeyse iki yıldan beridir dünya, Kürtlerin Kerkük'e nasıl akın ettiklerini ve şehri nasıl doldurduklarını izlemektedir. Ayrıca, seçimlerden sonra özellikle Kerkük'te tespit edilen seçim ihlalleri, yapılan yolsuzluk ve usulsüzlükler herkes tarafından bilinmektedir. Aslında seçimden çok daha önce yüz binlerce Kuzey Iraklı Kürt'ün maksatlı bir şekilde Süleymaniye, Erbil, Duhok gibi şehirlerden özellikle Kerkük'e kaydırılması ve Kerkük'te de çadırlarda, barakalarda, devlete ait okul ve diğer kamu binalarında barındırılmaları seçimin nezihliğini daha baştan kirletmiş ve sonucunu ortaya koymuştu. Diğer taraftan, seçimden kısa bir süre önce Kerkük Seçim Komiserliği Kürt kökenli vatandaşlara ait 
usulsüz 73.000 seçim karnesini iptal etmiştir. Ancak, çeşitli antidemokratik müdahalelerle Kerkük Seçim Komiseri El Hadidi istifaya zorlanmış ve arkasından yeni atanan Komiser, sözü edilen karneleri kabul etmekle kalmamış, on binlerce yeni usulsüz karneyi de yürürlüğe sokmuştur. 

30 Ocak günü Türkmenlerin aleyhine olan ciddi seçim ihlalleri olmuştur. Mesela, Musul'da seçim merkezlerine yeteri kadar oy pusulası dağıtılmadığı, Cumhurbaşkanı El Yaver tarafından açıklanmış ve sadece belirli noktalarda az sayıda seçim sandığı bulundurulduğu için, yüz binlerce Iraklı Arap ve Türkmen oyunu kullanamamıştır. En az 300.000 nüfuslu Telafer'de sadece iki seçim merkezi açılmıştır. Diğer taraftan toplam nüfusu 11.000 civarında olan ve önemli bir kısmının Türkmenlerden oluştuğu Altunköprü Nahiyesi'nde 17.771 oy kullanılmış ve oyların büyük bir kısmı Kürdistan Koalisyon Listesi'ne çıkmıştır. 

Erbil'de seçimden önce Türkmen siyasi kuruluşlarının propaganda 
kampanyaları yürütmelerine izin verilmemiştir. Ayrıca, sandıkların 
başında hiçbir tarafsız gözlemcinin bulunmadığı görülmüştür. Aynı 
şekilde Tuzhurmatu'nun Süleyman Beg Nahiyesi'nde ve civar köylerinde 
yaşayan Türkmenler ya 130 numaralı Kürdistan Koalisyon Listesine oy 
vermeye zorlanmışlar ya da şehre gelip oy kullanmaları engellenmiştir. 
Erbil, Duhok ve Süleymaniye'de seçimle ilgili bütün resmî işlemler 
Barzani ve Talabani'nin memurları tarafından yürütülmüştür. 

Seçim günü Kerkük'te meydana gelen usulsüzlükler ve kanunsuz 
uygulamalar daha da dikkat çekicidir16. 

 a. Kerkük'ün her mahallesindeki seçim merkezlerinin sayısı, önceden Seçim Komisyonu tarafından belirlendiği hâlde, seçim sabahı Kürt mahallelerinde bulunan 8 okulda yeni seçim merkezleri kurulmuş ve bu merkezlerin korunmaları için Kerkük polisinden değil, tamamen Kürt Peşmergelerden oluşan Millî Muhafız gücünden destek alınmıştır. 

 b. Sakinleri tamamen Kürtlerden oluşan Rahimava semtinde, oy kullanma işlemleri saat 7.00 yerine saat 6.00'da başlamış ve 17.00'den sonraya kadar devam etmiştir. 

 c. Bazı seçim merkezleri, seçimden bir gün önce Türkmen mahallelerinden alınıp, Kürt mahallelerine nakledilmiştir. 

 ç. Seçim günü, propaganda yapma yasağı olduğu hâlde, Kürt seçmenler arabalarla şehri dolaşarak anonslar yapmışlar ve seçim merkezlerinin duvarlarına Talabani ve Barzani'nin resimlerini yapıştırmışlardır. 

 d. Kerkük'e bağlı Yengice ve Bastamlı gibi Türkmen köylerinde oy 
verme işlemleri bittikten sonra, Millî Muhafız Güçleri sandıkları zorla 
almışlar; ancak arabaya yüklerken telaşlanarak sandıkların birini yolda 
düşürmüşler ve oyların yollara dağılmasına sebep olmuşlardır. 

6. Türkmenler Seçimi Kaybetti mi? 

Seçim sonuçları yayımlandığında Irak Türkmenleri Cephesi'ne 93.000 oy çıkmış ve sonuçta sadece 3 milletvekilini meclise sokabilmişlerdir. Türk basını bu sonucu Türkmenlerin başarısızlığı, hatta realitesi olarak gösterdi. Bu gülünç oy sayısı birileri tarafından kasıtlı olarak küçültülmüş olabilir. Ama her şeye rağmen başarısızlığı topyekûn Türkmen toplumuna fatura etmek doğru değildir. Şii Türkmenlerin en büyük dilimini temsil eden siyasi kuruluşlar, esas Şii listesine girerek Meclise 5 milletvekili sokmuşlardır. Kürt listesinden meclise giren birkaç 
Türkmen'i hariç tutmakla birlikte, Allavi'nin listesinden de Meclise giren 
Türkmenler olduğu bilinmektedir. Bu durumda demek ki mecliste 14 
Türkmen milletvekili bulunmaktadır. 

Başkaları ile iş birliği yaparak seçime giren Türkmen siyasi kuruluşları da tek başlarına seçime girebilirlerdi. Ama temkinli ve realist davranarak başka listelerle koalisyona gitmeyi daha ehven buldular. Aslında seçim öncesi şartlar da bunu gerektiriyordu. Bunlar için kurtlar sofrasında güçlünün yanına oturmak, yalnız oturmaktan daha mantıklı bir seçenekti. Demek ki yanlış strateji takip etmenin bir sonucu olarak seçimi kaybeden sadece Irak Türkmenleri Cephesi ile Türkmen Millî Hareketi olmuştur. Bu arada her şeye rağmen Irak Türkmenleri Cephesi şanslı görünmektedir. Çünkü seçime 4 milyon Iraklı katılmamıştır. Eğer 
seçime bir milyon seçmen daha katılmış olsaydı, Irak Türkmenleri Cephesi %1 barajına takılarak meclise hiç giremeyebilir di. 

7. Kerkük'ün Bugünü ve Geleceği 

Dr. İbrahim Caferi, hükümeti kurarken meclisten ikinci büyük siyasi kütleyi temsil eden Kürtlerle pazarlığa oturmak zorunda kalmıştır. Özellikle Barzani'nin ileri sürdüğü şartlardan birisi de, Kerkük'ün Kürdistan bölgesine dâhil edilmesi şartı idi. Hâlbuki Geçici Irak Yönetimi Kanunu'nun 53’üncü ve 57’nci maddelerine göre Kerkük'ün hangi statüde yönetileceği iki önemli şarta bağlanmıştı. Biri bölgede yapılacak adil bir sayım, diğeri de daimi anayasanın kabulü idi. Caferi'nin direnmesi üzerine bu şarttan vazgeçildi ve Kerkük'ün yönetim biçiminin belirlenmesi ileriki bir tarihe atıldı. Ancak, şehirde kurulan 41 kişilik 
Vilayet Meclisi'nde 26 Kürt, 9 Türkmen ve 6 Arap milletvekili olduğu hâlde hiçbir karar alınamamakta ve meclis çalışmaları kilitlenmiş bir durumdadır. Seçimin üzerinden tam dört ay geçmesine rağmen şehir meclisi toplanamamış, herhangi bir karar alamamıştır. Diğer taraftan Türkmen ve Arap milletvekilleri de aylardan beridir meclis toplantılarına katılmamaktadır. Bu belirsiz durumdan en çok yararlanan siyasi taraf Kürt siyasi gruplarıdır. Çünkü, bütün yeni atamalar onlar tarafından yapılmaktadır. Hatta Kürdistan Bölgesi için Erbil'de oluşturulan 
parlamentoda Kerkük'ü temsilen milletvekilleri bile seçilmiştir. 

Fiilen Kürt idaresinde olan Kerkük'ün geleceği oldukça karanlık görünüyor. Bugünkü yapısı itibariyle Kerkük'ün üç etnik gruptan oluştuğunu bütün taraflar kabul etmektedir. Ancak, özellikle KDP, Kerkük'ün Kürdistan'a dâhil olduğunu iddia etmektedir. KYB adına Talabani Brüksel Modeli’ni önerirken, Türkmenler ve (Şii’si ve Sünni’siyle) Araplar Kerkük'ün Irak'ın bütününe ait olduğunu 
savunmaktadır. KDP'nin bu uçuk görüşünü oluştururken cesaretini ABD'den aldığını söylemek mümkündür. Başta Kürtler olmak üzere birçok Iraklı siyasetçi Kerkük'ün, Irak'ın bir iç meselesi olduğunu söylemesine rağmen, komşu ülkelerin de Kerkük konusunda çekinceleri olduğu malumdur. Bilindiği gibi, dünya petrollerinin %4'ü Kerkük'te üretilmektedir. İran'da, Suriye'de, Türkiye'de uzantısı olan ve hiç devlet tecrübesi olmayan bir etnik gruba böylesi bir kaynağı teslim etmek elbette büyük riskleri de beraberinde getirir ve ilgili ülkelere söz söyleme hakkı verir. 

Kerkük'ün Türkmenler açısından bir başka önemi daha bulunmaktadır. İngilizler döneminden bu yana ve bütün baskılara rağmen Irak Türklüğünün sembol ve merkezi olmuştur. Türkmen ediplerin, şairlerin, bestekârların, yazarların ve bilim adamlarının çoğu burada yetişmiştir. En çok asimilasyona, baskıya, sürgüne ve katliama maruz kalanlar genelde bu şehirde ya da civarda yaşayan Türkmenler 
olmuştur. Ayrıca Kerkük, Irak Türklerinin yaşadığı coğrafyanın tam ortasında bir şehirdir. Şu anda da Türkmen meclisi ve hemen hemen bütün Türkmen siyasi teşekküllerinin merkezi bu şehirde bulunmaktadır. Kerkük, Kürdistan'a dâhil edildiği takdirde, Türkmenlerin ciddi bir dağılma ve sarsıntı geçirecekleri muhtemeldir. Diğer taraftan Irak'ı oluşturan bütün taraflar, Kerkük'ün Kürdistan'a dâhil edilmesi durumunda, bundan sonraki adımın bu bölgenin Irak'tan koparılarak bağımsız bir devlet hâline getirilmesi olduğunu tahmin edebilmektedir. 

Kısacası Kerkük'ün geleceği bütün taraflar için hayati bir öneme haizdir. Bütün bu veriler ışığında en selim ve tartışmasız çözüm, Kerkük'ü özel statülü bir şehir hâline getirmek olacaktır. Ama tarafların bu özel statüdeki yerinin ve payının ne kadar olacağını, zaman ve tarafların güçleri belirleyecektir. 

8. Telafer'in Dramı 

Irak'ın kuzeybatısına düşen Telafer, takriben 300.000 nüfuslu olup, tamamen Türkmenlerden oluşmaktadır. 1920 yılında İngiliz idaresine karşı ilk isyan meşalesi bu şehirde yakılmış ve Kaçakaç Hadisesi olarak tarihe geçmiştir. Musul'un büyük ilçesi olup, Türkmen olduğundan Saddam zamanında il yapılmamıştır. Nüfusun yarısına yakını Şii mezhebine mensup olmakla beraber, bugüne kadar Sünni Türkmenlerle hiçbir konuda ihtilafa düşmemişlerdir. Bir petrol şehri olmamakla birlikte, Telafer stratejik bir mevkie sahiptir. Türkiye sınırına 110 km, Suriye sınırına ise 70 km uzaklıktadır. Her iki sınıra da yakın 
olan tek Türkmen şehridir. Yani, Türkiye'den Türkmen bölgesine inmek için yegâne geçit ve bölge Telafer'dir. 

Türkiye'nin Ovaköy noktasından Telafer'e uzanan 110 km’lik koridor, Türkmenleri, Kürtleri ve Türkiye'yi yakından ilgilendirir. Türkmenler için önemlidir; çünkü Anadolu ile tek bağlantı noktası bu koridorla sağlanmaktadır. Aksi takdirde Barzani'nin egemenliğindeki bölgeden geçerek Türkiye'ye ulaşmak mümkün olmaktadır. Türkiye için de önemlidir; çünkü Zaho'dan sadece Kürt bölgesine giriş yapılabilirken, Ovaköy'den açılacak yeni bir kapı ile hemen Türkmen ve Arap bölgelerine inilebilmektedir. Bu koridor bir bakıma Ermenistan'dan İran'a uzanan Zengezur koridoruna benzetilebilir. Bilindiği gibi bu koridor hem Nahçıvan'ı Azerbaycan'dan, hem de Türkiye'yi Türk dünyasından ayırmaktadır. 

Aynı derecede Kürtler için de önemli görünmektedir. Söz konusu bu koridor yoluyla Suriye ile de dünyaya açılma imkânı elde edeceklerdir. Yoksa, tek çıkış yolları İran ve Türkiye üzerinden olacaktır. 
Bu koridor, Geçici Anayasada tanımlanan Kürdistan bölgesine dâhil değildir. Ayrıca, bu bölgenin zaten Musul Vilayeti'nin sınırlarına dâhil olduğu açıktır. Bugün Telafer'de, hafiften de olsa bir Sünni-Şii çatışmasının körüklendiğini görüyoruz. Ayrıca, aylardan beridir sebepsiz yere Türkmenlerin öldürüldüğünü, tutuklandığını ve evlerin boşaltıldığını öğreniyoruz. Bu gibi gelişmelerin tesadüf değil, kasıtlı olma ihtimali oldukça yüksek görünmektedir. Sebebi de Telafer'in ve civarının herkes için hayati öneme haiz olmasıdır. 

Sonuç 

Savaştan önce Irak muhalefeti tarafından dışlanan Türkmenler, 
savaştan sonra da dışlanmaya maruz kalmıştır. Özellikle Irak Türkmen 
Cephesi'ne siyasi süreçte hiçbir rol verilmemektedir. Şii Türkmenlerin, 
Irak'ın genel Şii şemsiyesi altında yer alarak siyasi sahnede az da olsa 
bir yer işgal ettiklerini söylemek mümkündür. Ama onların da bütün 
Türkmenleri kucakladıkları söylenemez. Kürt yanlısı Türkmen partileri 
ise, şu ana kadar kayda değer bir itibar elde edememişlerdir. Çünkü, 
nasıl ve niçin kuruldukları bellidir. Ancak, bundan sonra siyasi rol 
almaları büyük ölçüde Kürt siyasi gruplarının elde edecekleri başarıyla 
doğru orantılı olabilir. Ulusalcı kanadı temsil eden cephenin altındaki 
partilerin söylemleri arasında dişe dokunur bir fark yoktur. Şii Türkmen 
Partilerin ideolojik öncelikleri biraz farklı olmakla beraber, Türkmen 
kimliklerini gizlememektedirler. Bilindiği gibi mezhep olarak Şiilik, 
milliyetçilik akımlarına kapalıdır. Dolayısıyla bu iki siyasi kütlenin hemen 
hemen her konuda iş birliği yapmaları mümkün görünmektedir. Ancak, 
bu iki siyasi kütlenin, Kürt yanlısı Türkmen partileriyle iş birliği yapması 
uzak bir ihtimal gibi görünüyor. Çünkü, arada çok köklü düşünce 
farklılıkları vardır. Özellikle Kerkük konusundaki fikir ayrılığı çok ciddi bir 
boyuttadır. Ulusalcı ve Şii Türkmen partileri Kerkük'ü Irak'ın bir parçası 
olarak görürken, Kürt yanlıları Kerkük'ü Kürdistan'ın bir parçası olarak 
görmek istiyor. Genel olarak Türkmenlerin dört ana sıkıntıları göze 
çarpmaktadır: 

1. Siyasi Güç ve Tecrübe Yetersizliği 

Türkmenler 1990 yılına kadar gizli siyaset yaparak ayakta durmaya çalıştılar. Hiç kimse onlara doğru dürüst yol göstermedi, sponsorluk yapmadı ve siyasi eğitim vermedi. Siyasi tecrübelerini deneme yanılma yoluyla kazanmaya çalıştılar. Onun için bugün aralarındaki en küçük mesele uyuşmazlık konusu olabilmektedir. Siyasi gündemlerini meşgul eden konular basit ve küçük meseleler olmaktadır. Özellikle bugün Cephe'nin çatısı altında görünen partilerin birbirinden hiçbir farkı yoktur. 

2. Karizmatik Vasıflara Haiz Bir Liderin Çıkmaması 

1995 yılında aktif faaliyete geçen Irak Türkmen Cephesi, 10 yıl içerisinde beş sefer başkan değiştirmiştir. Cephe'nin dışındaki siyasi partilerin başkanları da çok dar bir siyasi tabana hitap etmektedirler. Türkmenler, feodal yapıdan çıktıkları için, onları bir araya toplayabilecek olan kişi bir aşiret reisi değil, ancak karizmatik bir lider olabilir. 

3. Askerî Güçlerinin Olmaması 

 Savaştan önce Kürtlerin iyi eğitilmiş ve çeşitli imkânlara sahip Peşmergeleri varken, Şii Araplar da Bedir Tugayları adında esaslı bir askerî güce sahipti. Bu askerî güç savaştan sonra da kendini hissettirdi ve siyasi görüşmelerde önemli bir pazarlık ya da tehdit unsuru olabildi. Türkmenler işin başından itibaren böyle bir güce sahip olmadı ve mücadeleyi daha çok demokratik enstrümanlarla sürdürmeyi tercih etti. 

4. Mali Destek Yetersizliği 

Kürt siyasi grupları baştan beri ABD ve İsrail'den, Şii grupları da İran'dan mali destek görürken, Türkmenlerin bu tarz güçlü bir finans kaynakları olmamıştır. Bugün Kuzey Irak'ta yürütülen ticari faaliyetlerin büyük bir kısmı Kürt iş adamlarının elindedir. Savaştan sonra Irak'a yerleşen Türk firmalarının çoğu da vekalet ve temsilciliklerini Kürt iş adamlarına vermiş durumdadırlar. 

Bütün bu köklü eksikliklere rağmen Türkmenlerin hak ettikleri yeri 
almaları, Irak'ın geleceği açısından önemli bir şart olarak görünmektedir. 
Türkmenlerin siyasi süreçten dışlanmasıyla Irak'ın geneli bir kazanç elde 
edemez. Bilakis, Irak'ın sadık vatandaşları olarak Türkmenler, Irak'ın 
demokratikleşmesi, gelişmesi ve kalkınmasında önemli roller alabilirler. 
Türkmenlerin sosyolojik yapıları incelendiğinde bugüne kadar hiçbir 
kesime zarar vermedikleri kolaylıkla görülebilir. Bütün bunlara rağmen 
dışlanmalarının sebebi ne olabilir diye düşündüğümüzde, akla Türkiye ile 
soydaşlık faktöründen başka bir sebep akla gelmemektedir. Onun için de 
sürekli küçültülmüşler ve yaşadıkları coğrafya daraltılmıştır. Kürt siyasi 
grupları, Türkmenleri 500.000 civarında bir topluluk olarak gösterirken, 
Türkmen Cephesi 3.5 milyon olarak göstermektedir. Ancak bilimsel bir 
tahminle, nüfuslarının 2 milyondan daha az olmadığını tahmin etmek zor 
olmasa gerektir17. Bununla birlikte, tarafsız ve BM gözetiminde doğru bir 
nüfus sayımı yapılmadan Türkmenlerin gerçek nüfusunu tahmin etmek 
doğru olmayacaktır. Bugün Irak'ta bütün siyasi olumsuzluklara ve 
sonuçları tartışmalı olmasına rağmen bir seçim yapılabilmiştir ama her 
nedense Kürt ve Şii partiler sayıma yanaşmamakta ve ülkedeki güvensiz 
ortamı gerekçe göstererek hep ertelemektedirler. 

DİPNOTLAR;

1 .C. J. Edmonds, Kurds, Turks and Arabs: Politics, Travel and Research in North-Eastern Iraq 1919-1925, Oxford University Press, London, 1957, ss. 266-280. 
2 Neft, Arapça petrol anlamına gelir. Osmanlı Padişahı Sultan Abdulhamit, İngilizlerin Kerkük petrollerine göz dikmesi üzerine, bu şehirde petrol çıkarma imtiyazını bu Türkmen ailesine verdiğinden soyadları Neftçi olmuştur. Bu ailenin ileri gelenlerinden Abdullah Neftçi, 14 Temmuz 1959 Katliamında şehit düşenler arasındadır. 
3 L. Lukitz, Iraq: The Search for National Identity, Frank Cass, London, 1995, s. 40. 
4 İbid,s.41 
5 İbid,s.42 
6 Geniş bilgi için bkz: Elturkman vel Vatanul İrakî, Arshad Hurmuzi, İkinci Basım, Kerkük Vakfı Yayınları,2003, Kerkük, s. 57-65 
7 E. El-Hunnuzi, Safahat Minel Tarih El-Turkmani, Meczeret Gavurbaği Fi Karkuk, Kardaşlık Dergisi, Sayı: 23,2004,s. 75 (Arapça) 
8 Muthekkerat El-Tabakçali ve Thikreyat Casim Muhlis El-Muhami, İkinci Basım, Zaman Matbaası, Bağdat, 1985, s. 356 
9 İbid, s. 423. 
10 Z. Umar, The Forgotten Minority Turkomans of Iraq, Inquiry, February 1987, s.40. 
11 G. Kirk, Contemporary Arab Politics, Frederick Praeger, N.Y., 1961, ss. 162-163. 
12 .W. Jaff, Karkuk, Dirase Siyasiye ve İctimaiyye, Matbaat Wizretül Thekafa, Erbil, 1998, s.100 
13 S. Saatçi, Irak Türkmenleri, İkinci Basım, Ötüken, İstanbul, 2003, s. 249-276 
14 A. Hurmuzi, Elturkman vel Vatanul İrakî, İkinci Basım, Kerkük Vakfı Yayınları, 2003, Kerkük, s. 120-145(Arapça) 
15 Nuri El-Talabani, Siyaset Tağyir El-Vaki, El-Kavmi Limedinet Karkuk Kadimen ve Hadisen, Kirkuk The City of Ethnic Harmony, Scientifıc Symposium Held by Kartala Center for Research andStudies, Birinci Baskı, London, 21-22 July 2001, s. 433. 
16 Mahir Nakip, Çuvaldız, Kardaşlık, Sayı: 25, Yıl: 7, s.. 
17 Ershad Al-Hirmizi, The Türkmen and lraqi Homland, Kerkük Vakfı, İstanbul, 2003, s. 90. 


KAYNAKÇA 

1.C. J. Edmonds, Kurds, Turks and Arabs: Politics, Travel and Research in North-Eastern Iraq 1919-1925, Oxford University Press, London, 1957, ss. 266-280 
2. Neft, Arapça petrol anlamına gelir. Osmanlı Padişahı Sultan Abdulhamit, İngilizlerin Kerkük petrollerine göz dikmesi üzerine, bu 
şehirde petrol çıkarma imtiyazını bu Türkmen ailesine verdiğinden soyadları Neftçi olmuştur. Bu ailenin ileri gelenlerinden Abdullah Neftçi, 
14 Temmuz 1959 Katliamında şehit düşenler arasındadır. 
3. L. Lukitz, Iraq: The Search for National Identity, Frank Cass, London, 1995, s. 40 
4.İbid,s.41 
5.İbid,s.42 
6.Geniş bilgi için bkz: Elturkman vel Vatanul İrakî, Arshad Hurmuzi, İkinci Basım, Kerkük Vakfı Yayınları,2003, Kerkük, s. 57-65 
7.E. El-Hunnuzi, Safahat Minel Tarih El-Turkmani, Meczeret Gavurbaği Fi Karkuk, Kardaşlık Dergisi, Sayı: 23,2004,s. 75 (Arapça) 
8. Muthekkerat El-Tabakçali ve Thikreyat Casim Muhlis El-Muhami, İkinci Basım, Zaman Matbaası, Bağdat, 1985, s. 356 
9.İbid, s. 423 
10.Z. Umar, The Forgotten Minority Turkomans of Iraq, Inquiry, February 1987, s.40 
11.G. Kirk, Contemporary Arab Politics, Frederick Praeger, N.Y., 1961, ss. 162-163 
12.W. Jaff, Karkuk, Dirase Siyasiye ve İctimaiyye, Matbaat Wizretül Thekafa, Erbil, 1998, s.100 
13.S. Saatçi, Irak Türkmenleri, İkinci Basım, Ötüken, İstanbul, 2003, s. 249-276 
14.A. Hurmuzi, Elturkman vel Vatanul İrakî, İkinci Basım, Kerkük Vakfı Yayınları, 2003, Kerkük, s. 120-145(Arapça) 
15.Nuri El-Talabani, Siyaset Tağyir El-Vaki, El-Kavmi Limedinet Karkuk Kadimen ve Hadisen, Kirkuk The City of Ethnic Harmony, Scientifıc Symposium Held by Kartala Center for Research andStudies, Birinci Baskı, London, 21-22 July 2001, s. 433 
16.Mahir Nakip, Çuvaldız, Kardaşlık, Sayı: 25, Yıl: 7, s. 7 
17.Ershad Al-Hirmizi, The Türkmen and lraqi Homland, Kerkük Vakfı, İstanbul, 2003, s. 90 


***