8 Şubat 2015 Pazar

İÇİMİZDEKİ HANÇER , FENER RUM PATRİKHANESİ 2





İÇİMİZDEKİ  HANÇER , FENER RUM PATRİKHANESİ  2




PATRİKHANE’NİN 5 AŞAMALI PLANI


İstanbul’da Ortodoks dünyası için yeni bir Vatikan yaratmayı hedefleyen Patrikhane 5 aşamalı bir strateji izlemektedir.

BİRİNCİ  AŞAMA: 

Türkiye Cumhuriyeti Kanunlarının vesayetinden ve engellemelerinden kurtulmak Bilindigi gibi Fener Rum Patrikhanesi,  Lozan Anlaşması geregince
 “Azınlık statüsünde”dir. 
Dolayısyla, Patrik ve kendisine baglı 12 metropolit ancak Türkiye vatandaşı olan ruhaniler arasından seçilebilir. TC hükümetlerinin uygun görmediği, 
onaylamadığı herhangi bir ruhani bu göreve aday bile gösterilemez. Fener Rum Patrikhanesi’ne “Vatikan Statüsü” verme düşüncesinde olanlar, ilk aşama olarak TC kanunlarnın vesayetinden kurtulmalarının gerekliliğine inanmaktadırlar. 

Bunun için de Patrikhaneye “Ekümeniklik” sıfatı vermek yeterlidir. Türkiye bunu tanıdıgı  anda artık Patrikhaneyi kontrol edemeyecektir.


İKİNCİ AŞAMA:

'' Suriçi İstanbul”un Patrikhanenin Ekümenik damgası› altnda eski Konstantinople olarak yeniden ihyası Patrikhane, Türk ve Rum işadamlarının satın  alarak Azınlık Vakıfları”na, onların da Patrikhaneye hibe ettikleri gayri menkullerle, bu düşüncenin altyapısını önemli ölçüde gerçekleştirmiştir. 
İstanbul’u sorunlarından kurtarma gibi projelerle de “Suriçi İstanbul” esas Şehirden ayrılır, kültürel ve dini çehresi öne çıkarılırsa, Vatikan’a giden 
yolda çok büyük bir merhale kat edilmiş olacaktır. 
Zira BM, AB, UNESCO ve Dünya Kiliseler Birliği gibi kuruluşların parasal yardımıyla Şehrin eski Bizans ve Hristiyan çehresi ön plana çıkarılmaya
çalışılacaktır. Mülkiyetine sahip olduğu çevre araziyi yerleşime kapatarak, kendi kontrolüne almaya çalışacaktır.

ÜÇÜNCÜ AŞAMA: 

Hristiyan ülkelerin İstanbul’da dini ateşelikler açmaları Ankara’da büyükelçilikleri bulunan tüm Hristiyan ülkeler, Patrikhane civarında yani  Konstantinople’de birer “Dini Ateşelik” açacaklardır. Bunlar, bir süre sonra Vatikanla aşacak, istikbaldeki devletin büyükelçilikleri olacaklardır.

DÖRDÜNCÜ AŞAMA: 

BM, AB ve UNESCO gibi uluslararası kuruluşların surlar içindeki tarihi Konstantinople’nin “Açık şehir” haline getirilerek, Türkiye ’nin hükümranlık 
hakkını tartışmaya açmaları Diğer üç aşama gerçekleştiği andan itibaren Türkiye artık gelişmelerin önünü alamayacaktır. 
Başta BM, AB, UNESCO, Dünya Kiliseler Birliği vb. birçok uluslararası kuruluş, tarihi Konstantinoplenin restorasyonunda katkı sahibi olacaklardır.
Şehrin Bizantinist ve Hristiyan karakteri ön plana çıkarlacaktır. 

Sonuç olarak Şehir bu haliyle dünyaya açık bir ortak metropol haline getirilecek, dini ateşelikleriyle, kültür mozayiğiyle artık bir Türk şehri değil,  Şimdilik sembolik de olsa 270 milyonluk Ortodoks dünyasının kalbi ve kıblesi olacaktır.

BEŞİNCİ AŞAMA: 

Vatikan’ın (Bizansı’n) Resmen kuruluşu Bu safhada “Ekümenik” bir Patrikhanenin önderliğinde Bizansı yeniden ihya edilmiş olacak, önce İstanbul ’un tamamı, kademeli olarak da boğazların Avrupa yakasndaki topraklarımız elimizden çıkacaktır. Ekonomik darbogazlarla boğuşan, dış baskı ve  ambargolarla bunalar, PKK terör örgütü ve sözde dost komşularıyla boğuşan bir Türkiye bu safhada dünyayı karşısına alamayacaktır. 
Bu mücadelede hiçbir yerden destek de bulamayacaktır.

YUNANİSTAN’IN PATRİKHANE’YE VERDİĞİ HEDEFLER

Yunanistan tüm Ortodoks ülkeler üzerinde etkinlik sağlamak, Megali İdea’yı canlı tutmak, Bizansın mirasçısı olarak Patrikhaneyi ön plana çıkarmak  maksadıyla, Patrigin faaliyetlerini desteklemektedir.

22 Ekim 1991’de Birinci Bartholomeos Patrik seçildikten sonra Yunanistan Dışi İleri tarafından Fener Patrikhanesi’ne “Gerçekleştirilmesi istenen hedefler” verilmiştir. 

Bu hedefler Şunlardır:

- Patrikhane’nin faaliyetlerinde “ekümenik” vasfını kanıtlaması
- Patrikhane’nin Rus Kilisesi ve Doğu Avrupa’daki kiliselerle ilişkilerini güçlendirmesi
- Heybeliada Ruhban Okulu’nun faaliyete geçirilmesi
- İsviçre/ Şambiri Ortodoks merkezinin güçlendirilmesi


PATRİKHANE’NİN STATÜSÜ DIŞI FAALİYETLERİ


Yunanistan tarafından gösterilen hedefleri de kapsayacak şekilde, Patrikhanenin statü dışı faaliyetlerini Şu başlıklar altında toplamak mümkün:

- Ekümeniklik vasfını saglama ve siyasi güç kazanma girişimleri
- Yunanistan ile ilişkileri (Bizansı’n ihyası) ve Ortodoks İttifak kurma girişimleri
- İdari, sosyal ve ekonomik faaliyetleri
- Heybeliada Ruhban Okulunu açtırma girişimleri Patrikhanenin faaliyetleri ile bu faaliyetleri destekleyen yoğun yurtiçi ve yurtdışı teması ve  ziyaretler, Ortodoks cemaati bulunan ülkelerde örgütlenme, kiliseler arası ve dini sorunları çözme, banka ve tv kurma girişimleri, statü dışı olarak kendi içinde “Bakanlar Kurulu” benzeri, idari bir yapılanma gayreti ve Yunanistan’la geliştirilen sıkı ilişkiler.,   

Topluca incelendiğinde;

- Patrikhanenin “Ekümeniklik” vasfını kabul ettirmek suretiyle tüm ortodoks dünyasının Patrikhanesi niteliğini yeniden kazanmayı amaçladığı,
- Yunanistanı’n Fener Patrikhanesine “Ekümenik ve Vatikan modeli bir dini devlet” statüsü kazandırıp, Patrikhanenin dini nüfuzunu da kullanarak  
Ortodoks ittifakı” oluşturmaya çalıştığı,
- Patrikhane’nin oluşturulmaya çalışılan Ortodoks ittifakın içinde etkin rol alarak, Yunan İdealleri ile özlemlerine hizmet eden, bir kuruluş olma yönünde faaliyetlerini sürdüreceği,
- Patrikhane bünyesinde “Bakanlar Kurulu” benzeri bir yap›lanma oluşturarak, kurulması düşünülen devlet için gerekli altyapının oluşturulmaya çalışıldığı,
- Ruhban Okulunu açma girişimlerinin de İstanbul ’da yaşayan 1200 -1500 Rum azınlıgın gerçek ihtiyaçlarn karşılamaktan çok “Helen ve Ortodoks  emellerini” simgeleyen “siyasi bir talep” niteliğinde olduğu degerlendirilmektedir.

RUMLARIN KARADENİZ’E YÖNELİK FAALİYETLERİ

Karadeniz Bölgesi Rumlar için, coğrafi ve tarihi olarak Helen idaresinin Türklere direndiği en son bölge olması› bakımından ayrı bir öneme sahip olup, bölge Megali İdea’nın bir parçası durumundadır.
Yunanistan bu milli hedefini elde etmek maksadıyla, 1916 -1922 yılları arasında Karadeniz’den göç eden Rumların durumunu, öncelikle Yunan ve 
Uluslararası Kamuoyunun gündemine getirmeye ve 19 Mayıs 1919 tarihinin, Pontusların soykırım günü olarak kabul edilmesini sağlamaya yönelik çabalarını sürdürürken, PKK ile işbirliği içerisinde, bölgeye yönelik faaliyetlerini de hızlandırmıştır. 

Bu kapsamdaki önemli faaliyetler Şunlardır;

- Yunanistan 1974 ’ten itibaren Türkiye’ye karşı Ermeni, Rum ve Kürt unsurların birleşik mücadelesini sağlama çabası içine girmiş ve bu amaçla “
Küçük Asya ve Kıbrıs Halkları Mücadele Koordine Komitesini” kurmuştur.
- Pontusların soykırım konusunu, Yunan ve Dünya Kamuoyunun gündemine getirme çalışmalarını hızla devam ettirmektedir.
- 1992 yılında Avrupa Parlamentosuna, Yunanistan tarafından “Pontuslu” Rumların soykırımının kabul edilmesi ve 19 Mayısı’n anma günü olarak 
tespitine ilişkin bir karar tasarısı sunulmuştur. 19 Mayıs Günü, “Pontusluların Soykırımının” anma günü olarak 1994 yılında Yunan Parlamentosunda kabul edilmiştir.
- Türkiye’den göç eden Rumların ve yabancı misyonların bölgeye olan ziyaretleri artmıştır.
- Türkiye’yi stratejik rakip olarak gören Yunanistanın Patrikhane ve PKK’ yı da kullanarak Pontus’a yönelik faaliyetleri ile, Karadeniz’in gelecek 
dönem dünya ekonomisinde oynayacağı rolü de dikkate alarak, bu konuda Türkiye’nin avantajları›nı› azaltma gayretleri içinde olacağı,
- Türkiye’den göç ederken, arazi ve gayri menkullerinin tapularını yanlarında götüren Rumların, halen İngiltere, Fransa ve Avusturalya’daki yakınlarını kullanarak, söz konusu tapular uluslararası hukuk çerçevesinde dile getirerek Karadeniz Bölgesinden toprak isteme çabalarını gündeme getirebilecekleri, sözde Pontus soykırımını uluslararası kuruluşlara kabul ettirme yönünde, gayretlerini artıracagı değerlendirilmektedir.


ERMENİLERİN FAALİYETLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ,


İstanbul Kumkapı Ermeni Patrikhanesi, Ermenistan ’daki Eçmiyazin Katagikoslugu’na baglı olup, Büyük Ermenistanı’n kurulmasını ve Ermenistan 
ile birleşmesi yönünde faaliyetlerini sürdürmektedir.

Ermenilerin ülkemizden talepleri, sözde soykırımın tanınması, buna karşılık tazminat ödenmesi ve toprak verilmesi olarak özetlenebilir.
Bu maksatla Ermeni Terör Örgütleri, 1973 ’lerden günümüze 31 ’i resmi görevli olmak üzere 47 Vatandaşımızı Şehit etmişlerdir.

6 Nisan 1980’ de Lübnan’da ASALA ile PKK arasında imzalanan bir antlaşma ile, ASALA Türkiye ’ye yönelik terör hareketlerini Karabağ’a kaydırmış ve yerini PKK terör örgütüne bırakmıştır. Sözde Ermeni davasının izlenmesi ise, daha ziyade ABD Kongresi ve Avrupa Parlamentosu gibi siyasi  platformlara kaydrlmştır. Anma faaliyetleri, 1996 yılından başlamak üzere çeşitlilik ve kapsamlı boyutlara sahip bir görünüm arzetmiştir. 
Sözde soykrımın kabulüne yönelik talepleri de dile getirmeyi sürdürmüşlerdir.
Sözde soykırım törenleri; 1997 yılında geçen yıllara oranla daha sessiz ve olaysız geçmiştir. 
Sözde soykırım daha çok siyasi platformlara çekme  çabaları yoğunluk kazanmştır. Bazı yerlerde PKK_ERNK temsilcilerinin de katılımı dikkati çekmiştir.

Önceki yıllarda, Ermeni çevrelerin faaliyetleri, 24 Nisan tarihine odaklanmışken, bu yıl gözlenen bir eğilim de, bu faaliyetlerin kitap yayın,  sergi açılması, Anıt dikilmesi gibi çalşmalarla, tüm yıla yayılarak konunun sürekli canlı tutulmak istenmesi olmuştur.
Son olarak, Ermeniler son yıllarda faaliyetlerini daha siyasi ve kültürel içerikli hale getirmişlerdir.
Ancak Ermeni terör örgütlerinin varlıklarını bugünde muhafaza ettikleri bilinmekte olup, kendi uygun görecekleri koşullarıda yeniden terörist  eylemlere yönelebilecekleri değerlendirilmektedir.

SONUÇ OLARAK:

Türkiye’de yaşayan Rum ve Ermeni azınlık ile Diaspora Ermenileri ve Rumların Yunanistan’ın öncülüğünde Türkiye aleyhtarı faaliyetlerini sürdürecekleri,
Türk Bayragını, kendi insanı dışında ortaklık kurduğu PKK Terör Örgütü, Rumlar ve Ermeni göstericilere yaktıran Yunanistanın;
a) Türkiye toprakları üzerinde başlattığı bu “Özel Savaş” bütün vasıtaları kullanarak her alanda yaygınlaştıracağı,
b) Fener Patrikhanesi ile ilgili olarak Türkiye’nin inisiyatifinide bir çözüm öngörülmediği takdirde, bu kuruluşun dış kamuoyunun desteğini alarak 
ülkemizin iradesi dışında bir yapılanmaya gidebileceği düşünülmektedir.
Bugün ve gelecekte milli güvenliğimizi, birlik ve bütünlüğümüzü etkileyen bu ve benzeri sorunlarla ilgili olarak startejik öngörü modelleri  geliştirilerek bir disiplin içerisinde uygulanması gerekmektedir.,


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM  EDECEK



İÇİMİZDEKİ HANÇER , FENER RUM PATRİKHANESİ 1





   İÇİMİZDEKİ  HANÇER ,    
FENER RUM PATRİKHANESİ  1


Vatanseverin El Kitabı


İÇİNDEKİLER 

. ÖNSÖZ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .3 
. FENER RUM PATRİKHANESİ İÇİN VATİKANA GİDEN YOL . . . . . . . . .5 
. TÜRKİYEDE AZINLIK . . . . . . . . . . . . . . . . .5 
. FENER RUM PATRİKHANESİ.NİN STATÜSÜ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .5 
. LOZAN ANTLAŞMASINDA AZINLIKLARA TANINAN HAKLAR . . . . .6 
. AZINLIK FAALİYETLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ . . . . . . . . . . . . . . . . .8 
. PATRİKHANENİN FAALİYETLERİ . . . . . .8 
. PATRİKHANENİN 5 AŞAMALI PLANI . .12 
. YUNANİSTANIN PATRİKHANEYE VERDİĞİ HEDEFLER . . . . . . . . . . . . . . . . .14 
. RUMLARIN KARADENİZ.E YÖNELİK FAALİYETLERİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .17 
. ERMENİLERİN FAALİYETLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ . . . . . . . . . . . . . . . .19 
. PATRİKHANENİN DİĞER DEVLETLERLE OLAN İLİŞKİLERİ . . . . . . .21 
. AVRUPA BİRLİĞİ İLERLEME RAPORU . . .31 
. CEMAAT VAKIFLARI YÖNETMELİĞİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .34 
. KARŞIT  GİRİŞİMLER VE TEPKİLER.....................................



ÖNSÖZ 


İhanet ve Fesat Odagı


  _ ''   Hıristiyan dünyasının,  Müslüman -Türk kimliğinin kökü mutlaka kazınacaktır. '' 


Yemini ile başlayan süreç, son günlerde büyük bir ivme kazandı.. 







Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti dört bir yandan kuşatıldı… Ve maalesef, hükümranlık hakların, IMF, Dünya Bankası ve AB gibi sömürgeci kuruluşlara 
teslim eden Türkiye, bu büyük tehlike karşısında tamamen savunmasız ve çaresiz.

İşte büyük önder Atatürk’ün “ihanet ve fesat odagı” diye nitelendirdiği Fener Rum Patrikhanesi üzerinden oynanan sinsi oyunlar, bu zincirin önemli 
bir halkası

Her fırsatta, Türk yurdunun bölünüp parçalanması için faaliyet gösteren Fener Rum Patrikhanesi ekümenik” yani evrensenlik ünvanını almak için  
yıllardır sürdürdüğü savaşı kazanmak üzeredir.

Tarihi boyunca, temel politikas “Türk-Müslüman” düşmanlığı olan Fener Rum Patrikhanesi, meşum emellerine ulaşmak için, her geçen gün yeni 
bir cephe kazanmaktadır.

Bunun en çarpıcı örnegi ise “Rum militanların Bekaa Vadisi” işlevi gören Heybeliada Ruhban Okulunun yeniden açılma projesidir.

Fener Rum Patriği Bartholomeos müjdeyi (!) vermiştir. Okul, 8 Agustos’ta açılacaktır… Ama bakın bir strateji dehası olan Atatürk ne demiştir:

  '' “Ugursuzluk ve felaket simgesi olan Rum Patrikhanesi’ni artık topraklarımızda barındırmayız. Bu tehlikeli örgütü ülkemizde tutmamız için 
ne gibi nedenler ileri sürülebilir. Bu fesat yuvasının gerçek yeri Yunanistan degil midir?” ''


İşte bu kitapta, Tarih boyunca “fesat ve ihanet odagı olan Fener Rum Patrikhanesi’ nin çirkin yüzü ortaya konularak, çok büyük bir tehlike gözler 
önüne serilmektedir.

Her vatanseverin bu çalışmayı dikkatle okuması gerekiyor.
Saygılarımla.
Sinan Aygün
ATO Başkanı



FENER RUM PATRİKHANESİ İÇİN VATİKAN A GİDEN YOL 

Fener Rum Patrikhanesi’nin yürüttügü faaliyetler, Cemaat Vakıflarının mülk edinmesine dair çıkartılan yönetmelik çerçevesinde yürütülen faaliyetler
de dikkate alındıgında Patrikhanenin “Vatikan Modeli dini bir devlet” kurma gayreti gösterdigini gözler önüne sermektedir.

TÜRKİYE’DE AZINLIK 

Türkiye’de, Lozan Antlaşmasına göre, Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler, 1925 tarihli Türk-Bulgar Dostluk antlaşmasına göre de Hristiyan Bulgarlar azınlık olarak kabul edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti azınlıklarının belirlenmesinde dini mensubiyet esas kriter olarak alınmıştır.

FENER RUM PATRİKHANES’İNİN STATÜSÜ

Azınlıklara verilen haklar Lozan Antlaşmasının 37 - 45. Maddelerinde düzenlenmiş ken, Patrikhane meselesi görüşülmesine ragmen, bir Türk kurumu olarak kabul edildiğinden, bu konuda anlaşmada herhangi bir düzenleme yer almamış, İngiltere ve Yunanistanı’n ortak taahhütleri ile Patrikhane’nin Türkiye’de kalması›na izin verilmiştir.

Lozan Barış Antlaşması müzakereleri Sırasında, Rum Ortodoks Kilisesi’nin reisi olan Patriğin, Türk Hükümeti tarafından atanan bir memur 
statüsünde,Patrikhanenin de dini bir müessese olarak İstanbul ’da kalması görüşü benimsenmiştir. Yani Lozan da belirlenen statüye göre, Fener Patrikhanesi,siyasi ve idari görev ve imtiyazları bulunmayan, sadece İstanbul’daki Rum azınlıga yönelik, dini faaliyet gösteren Türk yasalarına tabii dini bir kuruluştur. 
Bu nedenle, “Ekümeniklik” vasfı taşımayan Patrikhanenin tüzel kişiliği de bulunmamaktadır.


“Ekümeniklik”, “evrensel”, “dünya çapında” anlamlarında kullanılan, dünyadaki tüm Ortodoksların dini önderliğini ifade eden Hristiyanlıgı yayma amacına yönelik, kiliseler arası birliği ifade eden bir kavramdır.

Fener Rum Patrikhanesi, varlıgını ve faaliyetlerini Ayayorgi Kilisesi ve Manastır Vakıf binalarında misafir olarak sürdürmektedir. Patriğin, Patriği seçecek olan Sen Sinod üyelerinin ve Patrikhane’nin diğer çalışanlarının Türkiye Cumhuriyeti vatandaş olması bir kuraldır.


LOZAN ANTLAŞMASINDA AZINLIKLARA TANINAN HAKLAR


Lozan Antlaşmasın da Rumlar dışında açıkça belirlenmiş bir azınlık olmamasına rağmen 42. maddenin, Türkiye Hükümeti azınlıklara ait kiliselere, havralara, mezarlıklara ve diğer dinsel kurumlara her türlü koruma sağlamayı yükümlenir” hükmünün hoşgörülü yorumlanması sonucu Ermeni ve Yahudiler de azınlık hakların dan yararlandırılmaları dır.

Lozan’da Tanınan Azınlık Hakları,

1) Hayat ve hürriyetlerinin tam olarak korunması
2) Din, mezhep ve inanç gereklerinin serbestçe yerine getirilmesi
3) Ulaşım ve göç serbestliğinden yararlanma
4) Medeni ve siyasi haklardan faydalanma
5) Kanun Önünde eşitlik
6) Kamu hizmetlerine alnma, çeşitli meslek ve işleri serbestçe yapma
7) Dillerini serbestçe kullanma (Mahkemeler dahil)
8) Her türlü dini ve sosyal kurumlar ile okul ve diger eğitim kurumlarını kurma ve yönetme
9) Aile hukuku ve kişi haklarının kendi örf ve adetlerine göre yürütülmesini sağlayıcı düzenlemelerin yapılması., 

Olarak Şekillenmiştir. Ancak, bu hüküm Medeni Kanunun kabulü ve azınlıkların bu haklarndan 1925 yılında feragat etmeleri sonucu geçerliliğini yitirmiştir.


AZINLIK  FAALİYETLERİNİN  DEĞERLENDİRİLMESİ


Yunanistan ve Ermenistanı’n Türkiye’den toprak taleplerine ilişkin tarihi emelleri güncelligini korumaktadır. Bu sebeple ülkemizin karşı karşıya bulundugu tehdit de dikkate alınarak Rum ve Ermeni azınlık ile, halen çeşitli ülkelerde yaşayan Rumlar ve Ermenilerin faaliyetleri ve Yunanistan’ın bu faaliyetlere katkısı üzerinde durmak gerekmektedir.

PATRİKHANE’NİN FAALİYETLERİ

Patrikhane statüsünü belirleyen “yazılı bir hukuk metninin” bulunmaması›ndan da istifade ederek, yurtiçinde ve yurtd›ışndaki temas ve faaliyetler ile Lozan öncesindeki statüsünü tekrar kazanmak üzere “Ekümeniklik” iddiaları ile ortaya çıkmakta, siyasi, dini, idari güç ve nüfuz kazanmaya çalışılmaktadr.

Patrikhane’nin dikkat çeken önemli faaliyetleri Şunlardır:

a) 1950 ’li yıllardan sonra Kuzey ve Güney Amerika Avustralya, Girit, Onikiadalar ve Yunanistanı’n Aynaros Kasabası (20 Manastırlı) kiliselerini dini 
yönden kendisine baglamıştır.
b) 1989 yılında Atina’da Fener Patrikhanesi’ne baglı olarak “Patrikhane Uzak Doğu Misyonerlik Teşkilat kurulmuştur.
c) 1992’ de alışılmışın dışında İstanbul’da Ortodoks Patrikler Toplantsı yaplmıştır.
d) İstanbul Bulgar Ortodoks Kilisesi Başkanlıgına Ekümenik Patrik” imzası ile gönderdiği emirnamede, kilisenin bundan böyle Bulgar Ortodokslara 
vereceği dogum, ölüm, nikah belgelerinin Slavca yerine Yunanca doldurularak verilmesini, Bulgar Kilisesi’nde yapılan ayin ve törenlerde dil olarak 
Rumca’nın kullanılmasını talep etmiştir.
e) Bartholomeos, Eylül 1993 ’de Bulgaristan’a yaptıgı bir ziyarette, tüm Ortodoks ülkelerinin Büyükelçilerinin katıldıgı basına kapalı bir toplantı 
düzenlemiş, toplantıda, Balkanlarıda bir “Ortodoks Birliği” kurulması , birlige dahil ülkelerin askeri, siyasi ve ekonomik yardımlaşmada bulunmaları 
konuları görüşülmüştür.
f) 1993-1994 yıllarında 14 ülkeye gezi düzenleyerek sadece dini liderlerle değil, Devlet Başkanları ve siyasilerle de görüşmeler yapılmış,  AB Dönem Başkan ve Avrupa Parlamentosu Başkanı ile de görüşmelerde bulunulmuştur. Patriğe genellikle Devlet Başkan muamelesi yapılmış,  
Patrik de “Ekümeniklik” iddialar çerçevesinde “Ortodoksların Lideri” görüntüsünü vermeye gayret göstermiştir.
g) 1997 yılında İstanbul’da “Barış ve Hoşgörü” isimli uluslararası bir konferans düzenlenmiş, sonuç bildirisi Bartholomeos tarafından 
“Ekümenik  Ortodoks Ruhani Lideri” sıfatıyla imzalanmıştır.
h) 9 ülkede “DIŞ Örgütlenme” gerçekleştirilmiştir.
i) 1997 yılında BM Genel Kurulu’na katılmış, burada Yeni Roma Patriği” olarak takdim edilmiştir.
j) Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos, son olarak 09 -11 Aralık 2001 tarihleri arasında Selanik ’de “Yurt Dışında Yaşayan Yunanlılar Konseyi”
  (SAE) ’nin 4. Dünya Kongresi’ne katılmıştır. 

“21. Yüzyılda Helenizmin birlik ve beraberlik içinde işbirligi yapması” mesajının verildiği konferansta, Yunanistan Cumhurbaşkan’ın takiben söz alan 
Bartholomeos yaptıgı konuşmada;

- Kongre’ye din adamlarının en üst düzeyde katılımının, Ortodoks Kilisesi’nin uzun yıllar Helenizmin Şekillenmesine ve idame ettirilmesine verdiği  önemin göstergesi olduğunu,

- “Yurt Dışında Yaşayan Yunanlılar Konseyi” (SAE) ’nin bu adımının, dünya Helenizmini daha büyük bir bütünleşmeye götüreceğini,
- Helenizm ve Ortodoks Kilisesi’nin evrenselliğinin kültür temeli üzerine oturması gerektiğini belirtmiştir. Konferansta, Kıbrıs konusu,  
Ekümenik Patrikhane,Yunanistanı’n Balkanlar’daki rolü, Makedonya konusu, Pontus Helenlerinin soykırmının tanınması, Ege’nin korunmas 
konularına  ilişkin olarak oybirliği ile kararlar alındığı açık kaynaklardan öğrenilmiştir.
- Tüm dünyada yaşayan Helenizmin mülki, dini ve kültürel kimliğini muhafaza etmek ve Yunanistan ile Yunanlıların yaşadıkları ülkeler arasında  köprü olarak kullanmak amacıyla kurulan “Yurt Dışında Yaşayan Yunanlılar Konseyi” (SAE)’ nin esas amacı nın, Yunan milli çıkarlarını uluslararası  platformlarda savunmak ve özellikle Türkiye aleyhinde Dünya kamuoyunu etkilemek oldugu kıymetlendirilmektedir.

Konferansta, Fener Patrigi Bartholomeos’un görev ve yetkilerini aşan davranışları da bulunduğu, “Ekümeniklik” iddialarını devam ettirdigi, 
Yunan milletinin bir temsilcisi olduğunu bir kez daha gündeme getirdiği görülmektedir. Bu nedenle Bartholomeos’un vatandaş olduğu Türkiye Cumhuriyetinin politikalarna aykırı beyanlarda bulunması nın ve bir siyasal organizasyondaki görev ve yetkilerini aşan faaliyetlerinin Türkiye’nin çıkarları na aykırı olduğu, herhangi bir işlem yapılmaması durumunda teamül oluşturulacagından önleyici tedbir geliştirilmesi ve alınması önemli görülmektedir.

Fener Patrikhanesi’nin yıkıcı faaliyetlerine karşı, Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi İstanbul Baş Episkoposlugu Vakıf Temsilcisi Selçuk Erenerol
’un görevlerinden istifa ederek göstermek istedi gi tepkisi de anlamlı görülmektedir.

Fener Patrikhanesi, tüzel kişiligi bulunmaması›na rağmen, İstanbul’daki Rumlara ait okullar, hastaneler vakıflar ve dernekler gibi kuruluşlar fiilen  idaresi altında bulundurmakta, ayrıca danışıklı yöntemlerle taşınmaz mal da edinmektedir. Rum vatandaşlar vasıtasıyla kilise çevresinden 17 parsel  araziyi satın aldırarak, kilise vakfına bagışlatmıştır.



2 Cİ BÖLÜÜM İLE DEVAM EDECEK..



..

AKP-Cemaat Çatışmasında konuşulmayanlar / Güçler Savaşı!




AKP-Cemaat çatışmasında konuşulmayanlar / Güçler savaşı!



16 Ocak 2014 Perşembe




AKP-Cemaat çatışmasında konuşulmayanlar / Güçler savaşı!
Gerek siyasette, gerekse medyada Cemaat-AKP kavgası çok sığ bir seviyede ilerliyor. Ayda 20-30 bin TL maaş alan gazeteciler sığ sularda boğuladursun, biz meselenin derinliklerine girelim.

AKP-Cemaat kavgasından bahsedip Gül'den bahsetmemek, Erdoğan'ın eski danışmanı Cüneyt Zapsu'dan bahsetmemek, AKP'lilerin çocuklarından bahsetmemek olmaz.

Savaşın nasıl başladığını az çok herkes yazdı. Mavi Marmara kırılması, "Hakan Fidan'ı alma" çabası, Oslo sızdırması vs. vs.

Bunları bildiğinize göre, bilmediklerinize geçelim.

1. BU SAVAŞ KİMİN SAVAŞI?

Cemaat-AKP kavgasında Erdoğan'ın sürekli seslendirdiği dış güçler falan doğrudan etkili değil. Dışa göbekten bağlı iç mihrakların kendi içerisindeki güç savaşıdır bu savaş. Ancak Cemaat, dış mihraklar açısından uygun zamanı yakalamıştır. Suriye'de çuvallayıp ABD'nin verdiği görevi yerine getiremeyen, Gezi ile demokrat maskesi düşen, Avrupa'da hem anti demokratik uygulamaları hem de Suriye'deki terör destekçiliği yüzünden karizması çizilmiş bir iktidarın dış desteği ortadan kalkmıştır. Bu sadece Amerika ve Avrupa ile alakalı değil. İran, Irak, Suriye ve Rusya da Erdoğan'dan rahatsız. AKP dış politikada kaybetti, iç politikada kısa vadeli kazançlar elde etmesi hiçbir şey ifade etmez. Cemaat bunu kendisi için fırsata çevirmeyi amaçlamıştır ve başarılı olacaktır.

Erdoğan köşeye sıkışmıştır. Öyle ki, Ergenekon, Balyoz ve KCK davalarına sarılacak noktaya gelmiştir. Öcalan'dan ve KCK'dan bulduğu desteği ulusalcılardan da beklemektedir. Çünkü Cemaat'e karşı tek başına galip gelmesinin mümkün olmadığını biliyor. Fakat tutsak haline getirilen Türk ordusu ve Türk aydınları bu tuzağa düşmemektedir ve düşmeyecektir.

Mısır'da darbecilerin kaybedeceğine, İhvan'ın kazanacağına inandırılan kitleler şimdi de AKP-Cemaat savaşında AKP'nin kazanacağına inandırılıyor. Mümkün değil, hayal kurmayın. Ancak Mısır'da AKP'nin klonu olan Müslüman Kardeşler'i nasıl "erken seçime gitmeyin", "darbeye direnin" sözleri ile gaza getirip katlettiren Erdoğan ve MİT, Türkiye'de de aynısını yapmayı göze alacak noktadadır. Bu ciddi bir tehdittir. Kitle benzerdir, şartlar benzerdir.

Ve bir başka nokta da, artık Erdoğan gidene kadar darbe dahil tüm seçeneklerin masada olduğu gerçeğidir.

2. ZAPSU-EL KADI-GÜL-GÜLEN

AKP'yi "dünyaya açan" ve "sermayeyle kucaklaştıran" en önemli isimlerden biri Başbakan'ın eski Danışmanı Cüneyd Zapsu'dur. Yani Washington'da Erdoğan için "Onu kullanın, deliğe süpürmeyin" diyen isim.

Erdoğan'ı Erdoğan yapan da Zapsu'dur.

AKP'nin Cemaatle işbirliğinde de Cüneyt Zapsu'nun büyük payı vardı.

Zapsu'nun marketler zinciri A-101 şu sıralar Zaman'a reklam veriyor. Zamanlama manidar.






Zapsu, AKP'de uzun dönem görev üstlenmiş hatta bir nevi kendi oligarşisini yaratmış, kimseye sormadan partide alternatif güç haline gelmiş, bu yüzden Gül ve Arınç tarafından istenmeyen adam ilan edilmişti. Erdoğan sahip çıkmaya çalışsa da baskılara dayanamamıştı. Zapsu daha sonra istifa etti, ticari faaliyetlerine devam etti.

Zapsu'yla ilgili bir kaç detay paylaşayım.

Zapsu'nun eski ortaklarından biri Yasin El Kadı.

Son günlerde takip ettiğiniz üzere RTE'nin ve oğlu Bilal'in de Yasin El Kadı ile ilişkileri gayet sıkı, ticari faaliyetler içindeler.

Yasin El Kadı ile Erdoğan'ı tanıştıran isim de Zapsu'dur.

Zapsu'yu "danışmanlık" gibi bir görev yapmış olmasından dolayı küçümsemeyin. Eğer geçmişine bakarsanız, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.

TÜSİAD yıllarında Zapsu bir "yıldız" gibiydi. Ama hani Erdoğan'ın bahsettiği "BOP'ta Diyarbakır bir yıldız olabilir" düşüncesi vardı ya, hah işte tam öyle bir yıldız.

Erdoğan Refah Partisi İstanbul İl Başkanı'yken Zapsu TÜSİAD üyesiydi. Erdoğan araya aracı sokup, Zapsu ile görüşme isteğini iletmiş, Zapsu "O da kim?" cevabını vermişti. RP'de görevli olduğunu öğrenince de "nezaketen" davet etmiş ve Erdoğan'la görüşmüştü. Bu görüşme AKP'nin kuruluş yıllarında meyvelerini verecekti.

Zapsu'nun ilişkileri inanılmaz. Bu kişisel "başarısı" değil elbette. "Zapsu ailesinin" başarısı.

Zapsu'nun ABD Savunma Bakanı Yardımcılığı yapan Paul Wolfowitz'le "kanka gibi" olmasının sebebi de budur. Wolfowitz; Erdoğan'ın şu meşhur mektubu yolladığı kişi. Hani Erdoğan iktidar olduğu halde kendi ülkesinin Genelkurmay Başkanı Özkök ile görüşemeyip, aracı vasıtasıyla görüşme ayarlamıştı ya... İşte o aracı, Zapsu'nun çok yakın dostu Wolfowitz'di.

Zapsu'nun başarısına dayanarak partide kurduğu oligarşiden rahatsız olan partinin ağabeyleri, Zapsu'nun kellesini istedi. Zapsu'nun PKK ilişkilerinden kaynaklı parti içerisindeki milliyetçi kanadı zaten rahatsız ediyordu. Yoğun eleştirilerin yanısıra Zapsu'nun eşinin erkeklerle Cuma namazı kılması, Erdoğan'ı Zapsu'yu savunmayı bırakan bir noktaya çekti. Zapsu'yu bir anlamda "deviren" Abdullah Gül ve Bülent Arınç, başına bir bela aldı; Yalçın Akdoğan.

3. AKP'DEKİ OLİGARŞİK YAPILAR VE ABDULLAH GÜL FAKTÖRÜ

Bugüne geldiğimizde Yalçın Akdoğan da kendi oligarşisini yarattı.

Arınç-Erdoğan krizlerinin arkasında, Yalçın Akdoğan yatar. Uzunca bir dönem her hafta en az 1 kez Bülent Arınç'la görüşüp fikir alışverişi yapan Akdoğan, kendi oligarşisini yarattıktan sonra bunu bırakmış. Arınç rahatsız olup konuyu Erdoğan'a bildirse de herhangi bir değişiklik olmamış. Hükümet sözcüsü olan Arınç'ın açıklamalarının hep havada kalması, Erdoğan tarafından yalanlanır pozisyona düşmesinin sebebi, Akdoğan faktörüdür.

Akdoğan, Erdoğan sonrası için kendine zemin hazırlıyor. Hayır, Genel Başkanlık-Başbakanlık değil. Muhtemelen Arınç'ın koltuğunda olacak. Peki Başbakan olarak kimi planlıyor dersiniz? Numan Kurtulmuş.

Evet, Numan Kurtulmuş'u AKP ile buluşturan da Yalçın Akdoğan'dır. Arınç ile Akdoğan'ı karşı karşıya getiren en büyük hamle de budur.

Erdoğan bunu keyfi kabul etmedi. Cemaat, Erdoğan'a alternatif olarak Numan Kurtulmuş'u görüyordu. Cemaate yakın isimler AKP'den edilecek, HAS Parti'de Numan Kurtulmuş'un altında birleşecek ve AKP devrilecekti. Ama görünen o ki; Numan da klasik "muhafazakar" kimliği ile "para, güç, otorite" sevgisi ile yıllarca hakaretler ettiği AKP'ye çıkarları için dahil olmayı kabul etti. Erdoğan Numan Kurtulmuş'u alternatif görüp partiye dahil ederek Başbakanlık sözü verdi. Numan Kurtulmuş Türk siyasetinde az görülecek bir yüzsüzlükle AKP'ye katıldı. Bir kaç yıl öncesine kadar AKP'ye söylediklerini unutmadınız herhalde?



Bu konuyu Arınç ile sınırlamak yanlış, işin bir de Abdullah Gül yönü var.

Gül, Erdoğan sonrası partide hakimiyet istiyor. Erdoğan'ın 3 dönem sözü aslında Gül'e verilmiş gizli bir söz gibiydi. Ta ki Akdoğan faktörü işin içine girene kadar. Gül, Numan Kurtulmuş hamlesinin intikamını alacağı günü bekliyor.

Dikkat edin, Gülen-Erdoğan çatışmasında etrafa kıvılcımlar saçılıyorken, "darbe" ve "örgüt" söylemleri dillerden düşmüyorken Abdullah Gül hiç o toplara girmiyor! Çünkü Numan'ı elinden kaptıran Cemaat'in kendisini desteklemeye mecbur kalacağını biliyor.

AKP içerisinde 15-20 vekil, cemaatçi ya da cemaate hoşgörü ile baktığı için rahatsızlık duyuyor. Erdoğan bunların farkında ve her birini teker teker partiden ihraç ederek kurtulmak istiyor. Cemaat ise "toplu istifa" hamlesi için uygun zamanı bekliyor.

Ancak parti içerisindeki asıl gruplaşma Gül etrafında. Gül'e yakın 40-50'ye yakın vekil olduğu biliniyor. Bunların içerisinde hem politik Gül'cüler hem de son dönemde yaşanan hukuksuzluklardan rahatsız olan yeni Gül'cüler de dahil. Ve işin şaşırtmayacak yanı, artık Cemaatçi vekiller de bu gruba dahil sayılabilir.

AKP-Cemaat kavgası durulmaz. Aksine, şiddetlenerek devam eder. Seçim sonuçları çok önemli. AKP'nin İstanbul'u kaybetmesi ya da 1-2 puan farkla kazanması bile Abdullah Gül'ün beklediği an olacaktır. Devletin kendi içerisinde çatışma ortamında olması, "barışçı" Gül'e kapı aralayacaktır. Gül, krizi fırsata çevirmek üzere sahneye çıkacaktır.

Burada önümüze iki seçenek çıkıyor.

Köşeye sıkışan Erdoğan ya Numan Kurtulmuş'tan vazgeçip partiyi Gül'e teslim edecek, ya da Cumhurbaşkanlığı'nı unutacak.

Erdoğan partiyi Gül'e teslim etmek istemiyor. Numan Kurtulmuş, Başbakan için bir "kukla" olacaktı, planı buydu. "3 dönemden sonra aday olmayacağım ama partiye hizmet ederim" türevinden açıklamalar yapmasının anlamı da buydu. Genel Başkan olmadan gizli Başbakanlık yürütmek istiyor Erdoğan.

Gül'e partiyi teslim etmemesi halinde zaten çatışma ortamında ve çözülme arefesinde olan parti, Gül'cülerin istifası ve mecliste gruplaşması ile birlikte AKP'yi bölebilir.

Erdoğan, Gül'e partiyi teslim edip Cumhurbaşkanlığı'na geçmek istese Gül'le anlaşır fakat seçimden galip çıkamayabilir. Evet, artık böyle bir ihtimal söz konusu. Çünkü iki aşamalı gerçekleşecek Cumhurbaşkanlığı seçiminde son iki aday yarışacak. Yani 1. ve 2. adaylar. Bu aşamada oylama Erdoğan ve Erdoğan karşıtlarının oylaması olacaktır. Yani AKP'nin yüzde 50'nin üzerine çıkamadığı takdirde, Erdoğan Cumhurbaşkanlığı'nı kazanması zor. BDP'lilerin ya da MHP'lilerin oylarına muhtaç kalabilir. Cumhurbaşkanını belirleyecek olan da bu iki kitle olacaktır.

Yalnız bir detay var. Recep Tayyip Erdoğan gibi Abdullah Gül'ün de İsviçre Bankaları'nda gizli hesabı olduğu ve belgelerinin MİT'in elinde olduğu söylentileri var kulislerde. Erdoğan, Gül'ün önünü kesmek için belgeleri medyaya servis ettirebilir. Böyle de bir ihtimal var.

4- AKP'Lİ YENİ YETMELER VE EBEVEYNLERİNİN TETİKLEDİĞİ SAVAŞ

Fethullahçı çete, AKP'nin muktedir olmak için yıllar boyunca sarılacağı tek güçtü. Ulusalcı kanat asla AKP'yle ittifakı kabul etmezdi. Bunun için AKP, kuruluş yıllarından itibaren Cemaat'in önünü açtı. Yargıda, emniyette Cemaat'i kadrolaştırdı. Polis Meslek Yüksek Okulu sınavlarında defalarca kopya skandalları gerçekleşti. Çoğunun üstü örtüldü. Soruların "abilerin" evinde dağıtıldığı, polis olacak şakirtlerin "abilerdeyken" TC kimlik no'larının alınıp Emniyetteyken önleri açıldı/gruplaşma sağlandı.

AKP, Cemaat'le kolkola girip ulusalcıları tasfiye etti. Ergenekon davası, AKP'ye yakın gazeteci Fehmi Koru'nun söylemi ile "Erdoğan-Bush görüşmesi ile kararlaştırılmıştı" yani dış mihrakların "oluru" alınmıştı.

Ardından Balyoz, Oda TV, Askeri Casusluk davaları geldi.

Sorun yoktu...

KCK davası AKP'deki Kürtleri rahatsız eden ilk şey oldu. Ve ardından gelen Şike ve Cübbeli Ahmet davaları Cemaat'i AKP'nin kamburu haline getirdi. Muktedir olmak için Cemaat'e sığınan AKP, aslında Cemaat'i muktedir ettiğinin farkına vardı.

Ancak bunlar ana etken değil. Yani bunlar, birincil etken olan "yeni yetmelerin", Erdoğan'ı Gülen'le çatışma noktasına getiren faktörler/bahaneler.

Birincil etken, oligarşik güçlerin 3 dönem kuralından sonra partiye hakim olma isteği. Yalçın Akdoğan bunların başında geliyor ve bir grup AKP'li, kendi çocuklarını partinin geleceği olarak görüyor.







Bu AKP'liler kendi aralarında Üçe ayrılıyor.



Birinci grup, Erdoğan tarafından destekleniyor. Bu grup, AKP kurucuları ve bazı vekillerin çocuklarından oluşuyor. Grubun önderliğini Ömer Bilge Albayrak ve Ayşe Böhürler'in oğlu Zeyd Böhürler yapıyor. Ö. Bilge İBB Genel Meclisi Başkanı, Zeyd ise Divan Üyesi sıfatında.

İkinci grup, Rıfat Boynukalın'ın torunu Yeni Şafak yazarı Abdurrahim Boynukalın etrafında toplanan "oldschool" diyebileceğimiz İslamcı olan, ılımlı olmayan ama Amerikancı İslam'a dahil olan grup. İHH türevi yani.

Üçüncü grup, Mehmet Ali Şahin, Bülent Arınç, Beşir Atalay, Taner Yıldız, Hüseyin Çelik ve "bazı sıradan" AKP'li vekillerin oluşturduğu grup. Milli Türk Talebe Birliği'nden gelen nesilden söz ediyorum. Yani meşruiyeti her ne kadar tartışılır olsa da bir davaya ömür adamış insanların oluşturduğu grup.

SONUÇ

Erdoğan, sadece Cemaat'le değil, AKP içerisindeki güç savaşları ile de uğraşmaktadır. Cemaat'le mücadele bahanesi ile hepsinden kurtulmak isteyecektir. Bu da karşı cepheyi birleştirir. Erdoğan köşeye sıkışmıştır. F tipi çeteyle olan mücadelesini kazanma ihtimali yok denecek kadar azdır.

Kimse Erdoğan'ın manipülasyonlarına kanmasın. "Dış güçler Türkiye'nin büyümesini istemiyor" meselesi değildir bu. Şu an "dış güçler" AKP'den desteğini çekmiştir ve AKP bu desteği geri kazanmak istiyor. Gülen de AKP'nin bu yalnızlaşmasını kendi açısından fırsata çevirmek, Türkiye AKP'ye muhtaç değil algısı yaratmaya çalışıyor. En büyük kozu hükümetin El Kaide ilişkileri ve Suriye başarısızlığı.

Önümüzde Cenevre-2 konferansı var. Suriye'de yaşananlar değerlendirilecek. İran'ın fiziki katılımı kesin değil fakat fikirlerinin orada olacağı kesin. İşin bir de Rusya yönü var. Rusya'da geçtiğimiz haftalarda Suudi istihbaratının finansörlüğünü yaptığı radikal dinci terörü, Putin'in çok kızdırdı. Hatta öyle ki intikam yemini ettiği dahi söyleniyor. Bkz: http://medyasafak.com/haber/1311/rus-istihbarati--patlamalarin-arkasinda-suudiler-var--putin-intikamda 
Suudi şeytanlar köşeye sıkışacak da Erdoğan sıkışmayacak mı? Mümkün değil. Diplomatik, siyasi ve ekonomik kriz kapıda.

Avrasya ve Ortadoğu'da ise, AKP'nin BOP Eşbaşkanlığı ve yıllardır uyguladığı Amerikancı politika İran-Irak-Suriye-Rusya cephesinin kabul edemeyeceği boyutlara geldi. Mısır'ı hiç söylemiyorum bile. AKP iktidarı artık Türkiye'nin sırtında kamburdur. Bir an önce Türkiye Erdoğan'dan kurtulmalıdır. Milli unsurlar devreye girip tasfiye sırasına Gülen ve Gül cephesini de eklemelidir.

Bu savaşta taraf tutma hatasına düşmeyin. Erdoğan-Gül-Gülen cemaat/mafya kıskacından ülkeyi kurtarmak temel hedefimiz olmalıdır.

Türkiye, bu üçlünün arasında geçen iktidar savaşı yüzünden kaybetmeye mahkum edilemez!

http://ikinciturkdevrimi.blogspot.com.tr/2014/01/akp-cemaat-catsmasnda-konusulmayanlar.html


.

Perinçek - Aydınlık - Ulusal Kanal, Erdoğancı mı oldu?




Perinçek - Aydınlık - Ulusal Kanal, Erdoğancı mı oldu?




25 Aralık 2014 Perşembe



17-25 Aralık süreci ile birlikte, Türkiye'de yeni bir muhalif türü ortaya çıktı. Bunlar, AKP iktidarının baskılarından ve politikalarından sıkılıp, kendi ideolojilerini/dünya görüşlerini bir kenara bırakıp, düşman gördüğü her kesim ile AKP'ye karşı ittifak kurabilecek noktaya geldiler.

Hatta öyle ki, Erdoğan yarın Amerikan karşıtı olsa, "NATO'dan Çıkacağız" dese, Amerikancı olacak solcular/Atatürkçüler var.

Kim bunlar?

Y-CHP, bir takım Atatürkçü geçinenler, Fethullahçılar, liberaller, başıboş solcular.

"Atatürk'ün partisi" ünvanı ile %25'i garantileyen CHP'nin yeni yönetimi, Atatürk'ü reddetme noktasına gelmiş, Fethullahçılarla kolkola, NATO-ABD-AB şeytan üçgeninden bir adım dışarı çıkmıyor.
Atatürkçü geçinenler, Kılıçdaroğlu ve ekibinin tüm politikalarına rağmen hala CHP'nin izinde, AKP'ye karşı tüm gruplarla destek halinde; Kürt milliyetçileri dahil.
Başıboş solcular, elle tutulur pratiği olmayan söylemler ve eylemler içinde; salt söylem ve salt anarşizm.

Ve hepsi kolkola girip, Aydınlıkçıları suçluyor bugün;

"Aydınlıkçılar yandaş oldu!"
"Perinçek-Tayyip ittifakı"
"Ulusal Kanal, haberlerde Tayyip'i övüyor!"

Sebep ne peki?

Aydınlıkçıların, Cemaat'i 17-25 Aralık operasyonu ile kahramanlaştırılması tezgahına düşmemesi. Devletin, F-Tipi Çete'nin popüler söylem ile "İnine Girmesine" destek vermesi. Cemaat bu yüzden rahatsız Perinçek ve ekibinden. Avucuna aldıkları sahte muhalefet CHP-MHP ve türevi parti yönetimlerinin dışında gerçek muhalefet yapan bir parti, televizyon kanalı görmek istemiyorlar.

Erdoğan'la hiç yoktan 10 yıllık bir kavgamız var muhalifler olarak. Ancak bizler, muhalefet etmek için muhalif olamayız, bir görüşümüz, duruşumuz var. Erdoğan'ın bugün her ne sebeple olursa olsun ABD ve AB ile kırılmalar yaşaması, Rusya'ya yönelmeye çalışması takdire şayan. Meclis içindeki hiçbir parti böyle bir göreve talip değil. Ne CHP ne MHP, Türkiye'yi Atlantik cephesinden koparmayı hedeflemiyor. Düşündürücü değil mi?

Bu yüzden Avrasya'ya yanaşma konusunda Erdoğan'ı destekliyorum. Bu Erdoğan'la mücadelemizin devam etmeyeceği anlamı taşımaz. Ancak adaletli olup, doğrusuna doğru, yanlışına yanlış demek önce karakterimizin göstergesi ve insani görevimiz. Ve eleştirimiz sadece Erdoğan ve AKP'ye olursa, muhalefetin kendini düzeltme iradesi göstermesi imkansızlaşır.

Sadece hükümete muhalif olarak ortaya çıkan sonuç ortada;
Şeyh Saidçi, Seyit Rızacı, Amerikancı Y-CHP ve lideri "Atatürk'ün CHP'si değiliz" diyen Kılıçdaroğlu.

Bu mu?  İktidara Alternatifiniz?




TBMM BAŞKANI SAYIN CEMİL ÇİÇEK’E AÇIK MEKTUP







TBMM BAŞKANI SAYIN CEMİL ÇİÇEK’E AÇIK MEKTUP



Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek çıkarlarından ziyade dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre halledilmek istenen mesele, Kars Antlaşması ile en doğru çözüm şeklini buldu. Gazi Mustafa Kemal Atatürk(1922)



TBMM BAŞKANI SAYIN CEMİL ÇİÇEK’E AÇIK MEKTUP

17 Ocak 2015————————————————————————————
MEKTUP ÖZETİ:
İP GENEL BAŞKANI SAYIN DOĞU PERİNÇEK, 100 YILLIK ERMENİ SOYKIRIM İDDİALARINA SON NOKTAYI KOYMAK
 ÜZERE 28 OCAKTAKİ AİHM’ DURUŞMASINDA TÜRK MİLLETİ ADINA KATILMAK ÜZERE TÜRK MİLLETİNİ TEMSİL EDEN TBMM TARAFINDAN ÖZEL OLARAK GÖREVLENDİRİLMELİDİR.
———————————————————————————–
Sayın Cemil Çiçek;
Bugün 30 yıllık siyasi yaşantınızın en üst noktasındasınız ve Cumhuriyeti kuran TBMM’nin başkanlığını deruhte etmektesiniz. Yüce meclisimiz bugünlerde T. C’nin bek’asını ilgilendiren çok önemli bir konuda karar verme aşamasındadır.
Küresel güçlerin destek ve himayelerinde yüz yıldır devam eden sözde Ermeni Soykırımı yalanları ülkemizi uluslararası alanda çok güç durumlara düşürmüştür. 24 Nisan 2015 tarihinde dünyanın her tarafında Diaspora Ermenilerinin; soykırımın 100 üncü yılı münasebetiyle çok kapsamlı çalışmalar içine girdikleri ve bu çalışmalarda dost ve müttefikimiz olan ülkelerden de çok önemli destekler aldıkları, önümüzdeki 24 Nisanda son noktayı koyarak isteklerini Türkiye Cumhuriyeti devletine mutlaka kabul ettireceklerini plânladıkları bilinmektedir.
35 yıldır konu ile ilgilenen, karşı propaganda faaliyetlerine hazırladığım filmler, yazdığım kitaplar ve verdiğim konferanslar ile fiilen katılan bir aydın olarak ben diyorum ki;
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ve Talat Paşa Komitesinin AİHM’deki yargılama sürecinin geldiği nokta, Türkiye’nin 100 yıllık Ermeni Sorunu geçmişindeki en olumlu ve en güçlü argümanı olarak önümüzde durmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin; konuyu Doğu Perinçek ve Talat Paşa Komitesinin özel davası olarak görmek gibi bir tutumu olamaz. Olmamalıdır.
T.C. Devleti; tüm güçleri ile AİHM’e müdahil olduğu takdirde 100 yıllık soykırım yalanları bir daha açılmamak üzere kapanacaktır. TBMM, Bakanlar Kurulu, üniversiteleri, medyası, baroları, ve sivil toplum kuruluşlarımızın tek elden yönlendirildiği koordineli bir çalışmayı 1981-1983 yıllarında devletimiz yapmış ve tüm dünyada 43 diplomatımızı şehit eden Ermeni terörü bıçak gibi kesilmiştir.
Bugünde önümüzde çok önemli bir fırsat bulunmaktadır. Bu fırsatı değerlendirme makamı TBMM’dir. Dolayısı ile bu yüce meclisin başkanı olarak siz tarihi bir görevle karşı karşıya bulunmaktasınız. Zaman azalmıştır ama henüz yeterli hazırlık için zamanınız vardır. Buna göre TBMM şunları yapabilir;
- TBMM “Ermeni Soykırım Yalanları ve Alınacak Tedbirler” konusu ile özel toplantıya çağrılır. Bu toplantıda oy birliği ile Ermeni Soykırım Yalanları şiddetle kınanır. Dünyaya ilan edilir.
- TBMM’ni temsilen İP Genel Başkanı Doğu Perinçek’in AİHM’ne müdahil olarak katılması kararı alınır.
- Doğu Perinçek ve Talat Paşa Komitesine aynen 1984’te Pariste Orly Davasına TC. Devleti adına onur tanığı olarak katılması sağlanan Prof. Dr. Türkkaya Ataöv ve Prof. Dr. Mümtaz Soysal’a yapıldığı gibi devletin tüm arşiv belgeleri ile destek sağlanır.
- Mahkemeye müdahil olarak katılacak heyete özel uçak ve sekretarya verilir ve yakın güvenlikleri en iyi şekilde devletçe sağlanır.
- TRT başta olmak üzere 24 saat süre ile yayın yapacak şekilde medya desteği sağlanır.
- YÖK devreye sokularak üniversitelerimizin tamamının 10’u öğretim üyesi 90’ı öğrenci olmak üzere 100 kişilik kafileler halinde bu tarihi davaya dinleyici olarak katılması sağlanır. Bu heyetlerin THY ve Türk Ordusunun nakliye imkanları ile taşınması, ayrıca iaşe ve ibadeleri büyükelçilik vasıtasıyla sağlanır.
- Her üniversitemizde mahkeme günlerinde medya ile dünyaya duyurulan açık oturum, sempozyum, panel ve konferanslar vs yapılır.
- Barolar Birliği vasıtasıyla 81 il barosunun 10’ar kişilik temsili heyetler ile davaya müdahil olmaları sağlanır.
Sayın Çiçek;
100 yıl sonra ortaya çıkan tarihi durumun geliştirilmesi için ilk adımın atılması size düşüyor. Bu yazdıklarım bana göre asgari düzeyde ama olmazsa olmaz yapılması gereken bazı tedbirlerdir. Devletimizin imkan ve kabiliyetleri çok daha iyisini yapacak güçtedir. Ermeni Diasporası, tarihinde ikinci kez Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve dolayısıyla Türk milletinin gerçek gücünü göreceği için dava sonunda Türkiye’nin 100 yıllık Ermeni Soykırımı dosyası bir daha açılmamak üzere kapatılabilir.
Peki bütün bunlar yapılmazsa, TBMM, AİHM’deki davaya ve Doğu Perinçek’e sahip çıkmaz ise ne olur.? Türkiye Cumhuriyeti Devleti Ermenilere soykırım yapıldığını kabullenmiş olur. Ve daha yıllarca haklı olduğu davada dünyadan dayak yemeye devam eder.
Ben sizin geçmiş siyasi tecrübenize ve hukuki bilgi birikiminize dayanarak aklıselim ile hareket edeceğinize ve TBMM’nin bu davaya Türk Milleti adına ağırlığını koyacağına inanıyorum..