8 Ocak 2016 Cuma

KIBRISTA ÇÖZMEK Mİ? ÇÖZÜLMEK Mİ?




KIBRISTA ÇÖZMEK Mİ? ÇÖZÜLMEK Mİ?




Prof. Dr. Erol MANİSALI

 Şubat 2002  Sayı: 42



Kıbrıs uyuşmazlığının çözümünde Avrupa ve Yunanistan şu formülü kabul ettirmeye çalışıyorlar:

- Federasyon -konfederasyon arası bir "orta yol" bulunarak Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Türkiye dışarda iken içeriye alınması: AB'nin Kıbrıs Türkleri için bazı güvenceler vermesi Türkiye'nin garantörlüğünün "sulandırılarak" kabulü Türkiyenin adada sembolik ölçülerde askerinin bulunması

Böyle bir yapı, 1960 statüsünün çok gerisindedir. Ayrıca Kıbrıs, AB'nin " iç meselesi" haline gelmekte siyasi ve askeri sınırları içine alınmaktadır. Ada üzerinde 1960'ta kurulmuş Türk - Yunan dengesi tamamen ortadan kalkmaktadır.

 Kıbrıs AB'nin İç Meselesi olur

 Kıbrıs Cumhuriyeti'nin böyle bir yapı içinde AB'ye girmesi, Türkiye dışarda olduğu için Kıbrıs meselesini AB'nin"iç meselesi" haline getirir. Türkiye'ye verilecek güvencelerin sulandırılmış garantörlüğün zaman içinde hiç bir anlamı kalmaz.

 Çünkü AB, uluslar- üstü bir işleyiş yapısına ve statüsüne sahiptir. AB sınırları içinde AB üst kurumlarının alacağı kararlar esastır. Kıbrıs Türkleri ayrı bir siyasal kimlik (devlet) olarak AB içinde yer almadıkları için çıkarlarını koruyamazlar. Sadece genel esaslar çerçevesinde "azınlık haklakından" yararlanabilirler. Aynen Batı Trakya Türklerinde olduğu gibi Türkiye bu örneği yaşadı; 6 Mart 1995'te Ankara Brüksel ile bir anlaşma yaptı (Gümrük Birliği). Türkiye'ye mali yardım taahhüt edildi (güvence verildi) Ancak AB kurumlarından daha sonra geçemediği için taahhüt yerine gelmedi: Yunanistan veto etti.
 Türkiye'ye ve Kıbrıs Türklerine ne güvence verilirse verilsin, bu güvence (ve taahhütler) AB sistemi gereği tek taraflı değiştirebilir. Çünkü Kıbrıs, AB sınırları içindeki bir "iç mesele" olur Türkiye ise "dışardaki" bir ülkedir,aynen 6 Mart 1995 belgesinde işleyen sistem gibi
 Yunanistan'a Dolaylı İlhak Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Türk- Rum Federasyonu olarak AB'ye girmesi demek adanın dolaylı yoldan Yunanistan'a ilhakı sonucunu doğurur. AB içinde sınırlar kalkacağına göre Kıbrıs ile Yunanistan arasında da iktisadi siyasi ve askeri sınır bulunmayacaktır. Daha bugünden Yunan bayrağını göndere çekmiş bulunan Rumların ve Yunanistan'ın o gün neler yapacağını iyi görmek gerekir.

 AB'nin 'dışındaki' Türkiye için Kıbrıs'ın Girit'ten hiçbir farkı olmayacaktır. Kıbrıs'taki Türkler içinde Girit'te yada Batı Trakya'da yaşamak ile Kıbrısta yaşamak arasında hiçbir fark kalmayacaktır.
 2003 'te kurulması kesinleşen ve Yunanistan'ın ilk etapta 6500 kişi ile katılacağı Avrupa Ordusu (AGSP) herhalde ilk güvenlik hizmetini Kıbrıs ta verecektir, bundan kimsenin kuşkusu olmasın.
 Kıbrıs Federasyonu (Konfederasyonu) AB'ye Türkiye'siz girdiği zaman yalnız AB'nin değil daha çok Yunanistan'ın ayrılmaz bir parçası haline gelir.

 Ya Kıbrıs Türkleri

 Federasyonun içindeki Türkler artık şeklen AB'nin bir parçası olurlar, aynen Batı Trakya'daki Türkler gibi. Ancak durumları Batı Trakya Türklerinden daha kötüdür. Bugün Güney Kıbrıs'ta Yunan bayrağını devamlı gönderde tutan Rumlar (ve Papazlar) kuzeydeki Türk "azınlığı" rahat bırakmayacaklardır.
 Öte yandan 1974 'te güneye giden Rumlar, ihtiyaçları olmasada bile kuzeydeki eski yerlerinehem hukuk gücü hem de kaba güç kullanarak dönmek isteyeceklerdir. Kuzeydeki Türklerin durumu batı Trakya'da 600 yıldır Makedon ve Bulgar azınlıkla birlikte yaşayan Türklerin durumundan çok daha kötüdür.

 Kıbrıslı Türkler AB içinde "kendi haklarını bağımsız olarak koruyacak bir biçimde, AB kurumları içinde yer alamayacakları için sonuçta fiili olarak adanın bir azınlığı durumuna geleceklerdir. Yunanistan'ın (ve Rumların) etkili olduğu AB kurumlarında Türk azınlığın durumu çok zorlaşır.
 Daha dün Bosna'da AB'nin gözleri önünde 200 bin Müslüman katledilmiş, AB kılını kıpırdatmamıştır. AB belgelerinde kuruluş felsefesinde 12 yıldızlı bayrağında Grek desenli parasında (Euro) Avrupa Birliği'nin Hiristiyanlık Roma ve Yunan Medeniyetleri üzerine kurulduğunu söylemektedir. Kıbrıstaki "Türk azınlığa"da da Bosna'daki Müslümanlardan Priznen'deki ve Batı Trakya'daki Türklerden farklı bir gözle bakılmayacaktır.

Kimin İçin Çözüm?

 AB, Yunanistan ve Rumlar için çözüm demek, adadaki, " Türk varlığının sona erdirilmesi " demektir. AB içine aktarılmış Kıbrıs Federasyonu sonuçta onların istediği çözümü getireceği için ısrar ediyorlar.
-Aslında Kıbrıs'ta çözülecek bir şey yoktur. Dr. Andrew Mango'nun dediği gibi İngiliz İmparatorluğu, sömürgesi Kıbrıs adasından çekilmiş adayı eski sahipleri Türk ve Rum halkına teslim etmiştir. Türkler ve Rumlaar kendi devletlerini kurmuşlardır. 1974'ten beri adada barış vardı. Ne filistin ne Bosna ne de Kosova'da yaşanan kanlı olaylar Kıbrısta yaşanmadı.
Mevcut durum adada Türkler ve Rumlar, Türkiye ile Yunanıstan arasındaki dengeleri en iyi oluşturabilen statüdür. 
- Ancak Yunanistan adanın tamamını istiyor.
- AB ise 1990'dan sonra yarın da içine almayacağı Türkiye'nin bir ayağının Doğu Akdeniz'de bulunmasını istemiyor. İngiltere'nin yanına Fransa ve Almanya'da gelmek istiyorlar, askeri üsleri ile birlikte ... " Uyuşmazlık" denen meselenin arkasında yatan budur. Türkiye mi? Kurtların suyunu kirleten kuzu misali...

  Şubat 2002  Sayı: 42

 http://www.mudafaai-hukuk.com.tr/arsiv/subat02_06.html


.

TERÖRLE Mİ, MİLLETLE Mİ MÜCADELE EDİLECEK?





TERÖRLE Mİ, MİLLETLE Mİ MÜCADELE EDİLECEK?


Sadi SOMUNCUOĞLU
27 Temmuz 2005



Bu Affı Kim İstiyor

Evet, cevabı verilmesi gereken en önemli soru, Genelkurmay İkinci Başkanı Başbuğ''un yarım ağızla gündeme getirdiği bu affı kimin istediğidir. Genelkurmay, Kandil''deki teröristlerin yüzde 40''ının eyleme karışmadığının istatistiğini mi tutmuştur ki, "bunlar için formül"den söz ediliyor? 8 defa çıkartılan affın teröre yaradığı bilindiği ve her gün şehit verilirken, hem de TSK''nın bunu istemesi normal mi? Daha önceki "eve dönüş"te olduğu gibi bu isteğin adresi de ABD midir? Hükümetin bunu tek başına millete ve TBMM''ye kabul ettiremeyeceği bilindiğinden, TSK üzerinden "ikna süreci" mi başlatılıyor? 
Şişeden çıkarılmaya çalışılan bu cini, lütfen yerinde bırakın da millet vicdanında bir kez daha mahkûm olmayın!..

Gerçek Mücadele İçin

Eğer, "terörle mücadelede dünyada ne yapılıyorsa, Türkiye''de de o yapılacak" derken, samimiyseniz, yapılacaklar bellidir, buyurun;

-Terörle Mücadele Yasası''nın 7 ve 8.maddelerinin eski haline getirilip, terör ve terör örgütü tanımının yeniden yapılması,

-İngiltere Başbakanı dahi Olağanüstü Hal Kurulu''nu topladığına göre, belli başlı illerde OHAL''e geçilmesi,

-Terörle Mücadele Kurumu yerine, bu konuda var olan ve devletin hafızası niteliğindeki, ama terör örgütünün AB aracılığıyla devreden çıkarttığı MGK''nın eski yetkilerine kavuşturulması,

-Teröristbaşının, İmralı''yı kumanda merkezi gibi kullanmasının kesinlikle önlenmesi,

- AB ve tüm üye ülkelerinin; terör örgütü, yan kuruluşları ve bazı belediyeleri kışkırtmaktan vazgeçmeye, terör listesine aldıkları PKK''yla samimi mücadeleye davet edilip, konunun "diplomatik, siyasi, ekonomik" müeyyideler dahil, kararlılıkla takipçisi olunması,

-AB''nin, Kıbrıs Protokolünün imzasından sonra, PKK ile ilgili taleplerini resmî şart olarak önümüze koyacağı dikkate alınarak, bu imzadan kesinlikle kaçınılması,

-Tüm vakıflara yurtdışındaki vakıf ve kuruluşlarla, parasal işbirliği yapma imkânı getiren Vakıflar Kanunu''nun çıkarılmaması, daha önce dernekler için yapılan aynı yöndeki düzenlemenin iptal edilmesi,

-Uluslararası sözleşmeler ve AİHM kararlarını iç hukukumuzun üzerine çıkaran Anayasa''nın 90.maddesinin eski haline getirilmesi,

-AİHM''in yetkileri ile ilgili sözleşmeye, İngiltere ve İspanya başta birçok AB ülkesinin yaptığı gibi, bireysel başvuru, yeniden yargılama, hukuka uygun gözaltına alma ve yetkili mahkeme kararından sonra tutuklama maddelerine çekince konulması,

-Milli Güvenlik Siyaset Belgesi''nin, AB''nin "emirlerine" göre değil, Türkiye''nin gerçek iç ve dış güvenlik ihtiyaçları dikkate alınarak, acilen çıkarılması, 
Kimse korkmasın, bunlar hak ve özgürlüklerden geriye gidiş değildir. Zira bu tedbirler, ancak devlet-rejim ve millet düşmanı teröristleri ve sömürgecileri rahatsız eder. Ne demişti Alman İçişleri Bakanı Schily; "Güvenlik olmadan özgürlük olmaz...". Veya İngiltere Kültür Bakanı Brooke; "Teröristlerle yandaşları, demokrasiye saygılı insanlarla aynı yayın haklarından yararlandırılmamalıdır".

Samimiyseniz, Londra''daki saldırıdan sonra, "Fransa Cumhuriyeti zayıf bir rejim değildir…Bu insanlara karşı tek bir siyaset biliyorum; kararlılık…Bizi bölme zevkini onlara tattırmamalıyız" diyen İçişleri Bakanı Sarkozy''den ilham alın. Fransa, bölünme tehdidi altında mı, bizim gibi her gün şehitlerine mi yanıyor? Hayır, sadece devlet olma ciddiyetinin gereğini yapıyor.


http://www.mudafaai-hukuk.com.tr/test/index.php

.

6 Ocak 2016 Çarşamba

ALEV COŞKUN'UN YANITLA(YA)MADIĞI SORU...






ALEV COŞKUN'UN YANITLA(YA)MADIĞI SORU... 




*SERDAR ANT* 
4 Ağustos 2006 


Cuma günü Hürriyet gazetesinde * Vahap Munyar *'ın bir yazısı yayınlandı. 
Yazının başlığı: "* Ülker'in Cola Turca'sına İlhan Selçuk'tan Destek *" 
İlhan Selçuk, Vahap Munyar'ı 5 Ağustos 2006 tarihli Cumhuriyet'te "* Bir Gazozluk Müslümanlık *"  başlıklı bir yazı ile yanıtladı! * Selçuk *, Cumhuriyet'in neden Ülker Cola Turca'nın reklamlarına yer verdiğini madde madde açıklıyordu. 
Ne var ki, İlhan Selçuk'un açıklamasında ileri sürdüğü gerekçelerin " İnandırıcılığı " (!) bir yana, Vahap Munyar'ın yazısında dile getirilen bir iddia takip edebildiğim kadarıyla bugüne kadar açıklığa kavuşmadı. Munyar, adı geçen yazının bir yerinde aynen şunları demekteydi: *"… Alev Coşkun, halen Cumhuriyet Vakfı'nın Başkan Yardımcısı... Yani, İlhan Selçuk'ın yardımcısı konumunda... 

Alev Coşkun'un bir başka görevi daha var... 
 '' Ülker Grubu'nun İstişare Konseyi Üyeliği..." 

* Bugüne kadar Alev Coşkun bu konuda hiçbir açıklama yapmadı! O zaman şimdi bir daha soralım: 
*Alev Coşkun, Ülker Grubu İstişare Konseyi Üyesi mi? 

* * * 

*Eğer öyle değilse, Vahap Munyar'ın bu iddiasına karşı bugüne kadar bir girişimde bulundu mu? 

* Ülker Grubu ile AKP'nin ilişkisini hepimiz biliyoruz. Ama unutanlar için bir ufak hatırlatma yapalım. Bu konuda * Serpil Yılmaz*'ın Milliyet Gazetesi'nde * 
13.07.2004 tarihinde yayınlanan "* Uzaklarda arama, sanki sen içimdesin!" ** başlıklı yazısından kısa bir özet vermek aydınlatıcı olacaktır: " Mustafa L. Topbaş, ANAP kurucularından ve eski İstanbul İl Başkanı merhum Eymen Topbaş'ın amcasının oğlu… 1996' da, yani AK Parti kurulmadan önce, Mustafa Topbaş, Ülker ailesi ile ortak 
Ak Gıda'yı kuruyor. Kamuoyuna AKP'nin kuruluşu, Green Park Oteli'ndeki toplantı sırasında gelen ampul önerisinden " Ak " isminin türetildiği biçiminde yansımıştı… 

Mustafa Topbaş'ın iş hayatında en eski kuruluşu Bahariye Mensucat. Bu firmanın yönetim kurulunda yalnızca Topbaş ailesi bulunuyor. Topbaş, yüzde 4.8 hissesi bulunan Suudi sermayesi Dallah Grubu'nun ortaklığı ile kurulan Al Baraka Türk ile de tanınıyor… Topbaş'ın asıl ortaklığı Ülker Grubu ile. Ülker'in kurucusu Sabri Ülker'in torunu Ali Ülker ile Topbaş'ın kızı evli.* *Topbaş'ın, Başbakan Erdoğan'ın danışmanı Cüneyd Zapsu'nun kurduğu BİM Birleşik Mağazalar Grubu'nda da ortaklığı biliniyor. 
BİM'in ilk yönetim kurulunda Zapsu'nun Demokrat Parti'de vekilliğini yaptığı Korkut Özal ve Topbaş'ın çeşitli şirketlerinde ortaklığı bulunan İbrahim Halit Çizmeci'nin de adı bulunuyor. Tabii bu yönetim kurulunda en tartışmalı isim Usame bin Ladin ile ilişkisi olduğu öne sürülen Yasin el Kadı'ydı. * *Topbaş'ın şirketlerinin eski yönetim kurullarında Özal gibi Maliye Bakanı Kemal Unakıtan da vardı. Unakıtan, Al Baraka'nın yanı sıra, Topbaş'ın diğer şirketlerinin de yönetimdeydi." * İlginç ilişkiler, değil mi? 

Ama daha ilginç olanı * 8 Haziran 2006 * tarihli Cumhuriyet gazetesinde tam sayfa yayınlanan * BİM AŞ * ilanı… 

Cüneyt Zapsu'nun * BİM AŞ * hisselerini 5,5 yıl önce sattığını ileri süren (ve şirketin, ilanda bu şekilde ifade edilmese de yeşil sermaye ile alakası kalmadığını ispat etmeye çalışan) bu açıklama-reklam karışımı duyuru ile Cumhuriyet gazetesi – bir anlamda - BİM AŞ'nin aklanmasına hizmet etmedi mi? Cumhuriyet yöneticisi Alev Coşkun ile "Kemalist Devrim" ve "Milli Anayasa" için bir araya gelenler acaba bu bilmece gibi ilişkilerin perde arkasını da merak ediyorlar mı? 

29.1.2008  

"Ya istiklal ya ölüm... İşte halâs-ı hakiki isteyenlerin parolası bu olacaktır." Mustafa Kemal ATATÜRK,


TSK Üst Yönetimi de En Az AKP Kadar Sorumludur




TSK Üst Yönetimi de En Az AKP Kadar Sorumludur
ADD Isparta Şubesi'nden, ADD Genel Yönetim, Disiplin ve Genel Denetleme Kurulu'na hitaben 5.12.2007 tarihinde yapılan

Derneğimizin Çalışmaları - Değerlendirme " konulu çağrıda,

Ülke hızla elden giderken, ' demokratik yöntem'den 'gerilim yarat mama'dan söz etmenin, ADD'nin üzerine aldıgı kritik tarihsel görevle bagdaşmadıgı " belirtilerek,
Toplumsal direnci 'pasifize edecek', agır toplumsal yaralara 'pansuman ' türünden 'sadaka' kültürü ve felsefesini Dernek çalışmalarının 'omurgasıymış' gibi ön plana çıkaracak yayın ve eylemlerin, ADD Genel Merkezi web sitesinde yer alması ne denli isabetli ve yakıcı gündemle örtüşen bir davranıştır? 
diye soruluyor ve bu günkü koþullarda ADD'nin "çok daha yüksek bir profil çizmek zorunda" olduğu vurgulanıyor.
ADD Isparta Şubesi'nin çagrısı yerindedir.

Ne var ki, sadece "ağaçları" görmenin ötesine geçip "ormanı" da görmemiz ve günümüz Türkiye tablosuna daha geniş bir açıdan bakmamız da gerekmektedir.

Eğer bazı önyargılardan sıyrılıp, soruna geniş bir bakış açısı ile yaklaşılırsa, ADD'nin " yüksek bir profil sergileme " niyetinde olup olmadığı da sağlıklı bir şekilde değerlendirilebilir.

Dahası bugünkü koşullarda yüksek bir profil sergilememe tavrının sadece ADD'ye özgü olmadığı, TSK üst yönetiminin de bu tür bir edilgenlik içinde olduğu görülecektir.
Örneğin, ADD Isparta Şubesi'nin çağrısının giriş kısmında AKP iktidarının yaptıkları eleştirilmektedir.

TBMM tarafından " hükümete 1 yıl süreyle sınır ötesi -operasyonu için yetki verilmesini" öngören tezkere'nin, 45 gün gecikmeli olarak, 30 Kasım 2007'de TSK'nin önüne getirildiği, bunun da AB-D güdümündeki PKK terörünün işine yaradığı belirtilmektedir.

Ayrýca AKP iktidarýnýn ABD ve AB'nin desteði ile laik, demokratik cumhuriyeti tasfiye etmeye yöneldiði, cumhurbaþkanlýðý makamý ve Anayasa Mahkemesi'nden sonra yargýnýn da siyasallaþtýrýlmaya çalýþýldýðý belirtilmektedir.
Oysa bugün Türkiye öyle bir dönüm noktasýna gelmiþtir ki, artýk sadece AKP'yi eleþtirmenin somut bir anlamý kalmamýþtýr. AKP'nin ne "mal" olduðu zaten ortadadýr.

AKP doğal olarak bu tür girişimler içinde olacaktır, çünkü işlevi de, malum çevreler tarafından kendisinden beklenen de budur. ABD ve AB, AKP'yi işte bundan ötürü desteklemektedir ve AKP de iktidarın zirvesine bu amaçla getirilmiştir.
Eğer bu gerçeği teslim ediyorsak, dönüp dolaşıp AKP'nin tezkereyi geciktirmesini söylemenin hiç bir anlamı yoktur.

Asıl sorulması gereken soru Şudur: AKP bu tezkereyi geciktirirken, TSK üst yönetimi neden sustu ? 
Açık konuşalım, Genelkurmay Başkaný Org. Yaşar Büyükanıt, çıkıp bu geciktirmenin olumsuz sonuçlar doğuracağı konusunda açık bir çağrı yaptı mı kamuoyuna ?

TSK'nin bu konudaki rahatsızlığını dillendirdi mi ?

Aksine oldukça alçak bir profil sergileyerek görünüşü kurtarma mahiyetinde, "küçük harfle" birkaç şey söylendi belki, o kadar ! 

Diğer bir ifadeyle, yüksek profil çizmeyen sadece ADD değildir !
Hadi bunu geçelim…

Türban denildiğinde hop oturup hop kalkan TSK üst yönetimi, ABDullah Gül'ün Cumhurbaşkanı seçilmesi, Anayasa Mahkemesi'nin başına bir iktisatçının gelmesi ve en sonunda da yargının siyasi iktidarın güdümüne sokulması yönündeki girişimler konusunda neden hala suskundur ?

Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt, Başbakan'ın ABD gezisi öncesinde

"Dışişleri Bakanlığı ile uyum içindeyiz. Başbakan'ın ABD ziyaretinin sonuçlarını bekliyoruz. Artık oyalanmayacağız. Askerle hükümet arasında bir uyumsuzluk varmış gibi gösterilmesi de doğru değil. Devlet bir bütündürdemiyor muydu ?

Bu demecin üzerinden neredeyse bir aydan daha fazla bir zaman geçti ve Başbakan televizyon kameraları karşısına geçip, PKK terörünün sözde etkisiz kılınması için askerle beraber hazırladıkları projelerden bahsediyor, Genelkurmay'dan ve TSK'den çıt yok ! 

"Sükût ikrardan gelir." 

Kısacası sorun, sadece AKP değildir ! 

Türkiye'de çoğu yurtseverin eleştirmekten çekindiği TSK üst yönetimi de en az AKP kadar sorumludur. Bugünkü tablonun ortaya çıkmasında... 

Ama bizim ilericilerimiz, ulusalcılarımız, yurtseverlerimiz hâlâ rüyadan uyanmadılar, uyanmak istemiyorlar. 

Daha kötüsü de şu ki, madalyonun sadece bir yüzünü görerek ve göstererek yarattıkları yanılsama ile toplumu da yanıltıyorlar.

Bütün bunların ADD Genel Merkezi'nin yüksek profil çizme zorunluluğuyla ne ilgisi var peki ?

İlgisi şudur:

ADD üst yönetimi de bugün TSK üst yönetimindeki anlayışın bir uzantısıdır.

Zaten yukarıdan bir operasyonla oraya oturtulmuştur.
Daha somut konuşalım…

Bugüne kadar Genelkurmay Baþkanı Org. Büyükanıt'ın agzından ABD ya da AB'ye karşı çıkan, bu emperyalist odakların artık ayyuka çıkmış Türkiye aleyhine açık ya da örtük girişimlerini eleştiren bir tek söz duydunuz mu ?

Peki, ADD Genel Başkanı'ndan AB karşıtı tek kelime duydunuz mu ?

E. Org. Eruygur'un AB karşı
tı tek bir demecini, " AB'ye hayır " diyen tek bir cümlesi gösterilsin, bütün bu söylediklerimi geri alayım… 

E. Org. Eruygur bugüne kadar bir kez olsun Türkiye'nin AB'ye üye olmasına karşıyımdiyememiştir.

Çünkü TSK'nin üst yönetimi de ADD üst yönetimi de aynı bakış açısına sahiptir.

Onun için 2003 yılında Harp Akademileri'ndeki sempozyumu açış konuşmasýnda, Org. Yaþar Büyükanıt, AB hakkında şu değerlendirmeyi yapıyordu:

... AB konusunda TSK, haksız bir saldırının hedefi durumuna gelmiştir. Ülke içi ve ülke dışı çevrelerde hiçbir haklı nedene dayanmadan TSK'nin AB'ye karşı olduğu konusunda yaygın kanaatler oluşturulmuştur. Açıkça ifade ediyorum, bu tür iddialar doğru değildir. Bu konudaki Silahlı Kuvvetleri'nin görüşlerini büyük harflerle tekrar ifade ediyorum: TSK, AB karşıtı olamaz. Çünkü AB, Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk toplumuna gösterdiği çağdaşlaşma hedefinin jeopolitik ve jeostratejik açıdan zorunluluğudur. Bu zorunluluk, aynı zamanda Türkiye'nin sosyal, politik, ekonomik ve güvenlik hedefleriyle de tam olarak örtüşmektedir. Türkiye Avrupa'nın bir parçasıdır ve Avrupa Birliği'ne girecektir. Bu yargı, bazı çevrelerin düşüncesi ile çelişse bile, Türkiye'nin ve TSK'nin kesin kararlılığının açık bir ifadesidir...." (Hürriyet, 29.5.2003)
Bu yetmemiştir, Org. Büyükanıt 2006 yılı Ekim ayı içinde, bu kez de Genelkurmay Baþkanı olarak Harp Akademileri'nin açılýşında yaptığı konuşmada, TSK'ye eleştiriler yönelten AB yetkilisi Kretschemer'i yanıtlarken bile sözlerine şöyle başlamıştır:

Türk Silahlı Kuvvetlerinin ülkemizin Avrupa Birliği üyeliğini tamamen desteklediği daha önce müteaddit defalar beyan edilmiştir. Bu nedenle bu açıklamamın Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği ile ilişkilendirilmesi yanlış olur… "
O zaman TSK'nin bu anlayışını görmezden gelip sadece AKP'yi eleştirmek, sonra da ADD üst yönetiminden sesini çıkartmasını talep etmek tutarsız bir davranıştır.

Şener Eruygur liderliğindeki ADD yönetimi oraya toplumsal muhalefeti kontrol etsin diye getirilmiştir, öncülük etsin diye değil... Ve bu amaç da sistemin egemenlerinin talebidir ki, TSK üst yönetimi de o egemenlerin önemli bileşenlerinden biridir.
Bugünkü koşullarda yüksek bir profil sergilemeye; halkımızın anlayacağı bir dille söylemek gerekirse artık sesini yükseltmeye davet edilmesi gereken ADD yönetimi değil, öncelikle TSK'nin üst yönetimidir.

Ne diyordu Genelkurmay Başkanı:

"Askerle hükümet arasında bir uyumsuzluk varmış gibi gösterilmesi de doğru değil...
Türkiye'nin bazı ulusalcıları TSK üst yönetimi konusundaki kimi önyargılarını artık sorgulamaya başlarlarsa, belki toplumsal muhalefet için bir kıpırdanma şansı olur.

Yoksa bu tür bildirilerle önce kendimizi, sonra da toplumu oyalar dururuz...
Yazık bu ülkeye, yazık...
Serdar ANT



..

CMOK'lar CHP'nin " Arka Bahçesi " mi…?





CMOK'lar CHP'nin "  Arka Bahçesi" mi… ?




SERDAR ANT..,
20.10.2007 



CMOK' lar, Cumhuriyet gazetesinde bu gün (20.10.2007) yayınlattıkları Referandum Bildirisi'nde şöyle diyorlar:

"Halkı kandırmaya yönelik 21 Ekim Referandumu hukuk dışıdır. Sandığa gitmek bunu kabul etmek, ortak olmak demektir. Halk'a, Hukuk'a ve Anayasa'ya karşı yapılan aldatmacanın ortağı olmamak için sandığa gitmeyeceğiz."

Cumhuriyet Okurları adına konuşanlar, yapılacak olan bu halkoylaması ile Anayasa'nın 96. maddesinin de değiştirileceğini ve artık bundan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, yapacağı seçimler dâhil bütün işlerinde üye tamsayısının en az üçte biri ile toplanacağını; AKP'nin, yeni Anayasa yapım süreci olmak üzere tüm yasama faaliyetlerinde 340 milletvekilli ile istediği her değişikliği yapabileceğini görmezden geliyorlar.

Bu koşullar altında " bu halk oylaması bir hukuksuzluk örneğidir " diyerek boykot etmek, CMOK'ların hukuk anlayışının zavallılığını gösteriyor. Çünkü; şimdi halkoylamasını boykot ederek meydanı AKP'ye bırakanlar, hukuksuzluğa karşı durmuyorlar, daha büyük hukuksuzlukların uygulanması yolunda aslında AKP'ye hizmet ediyorlar.   CHP'nin "oy avcılığı için" geliştirdiği BOYKOT politikasının arkasına takılıyorlar…

CHP, boykot çağrısı ile aslında (A. Gül'ün Cumhurbaşkanlığında doğacak gerilimlerle) ülkemizde "türban-anti türban" saflaşması yaratarak seçim kazanmak amacını açıklamış olmaktadır.
Bu nedenle CHP, TBMM'de çoğunluğa sahip olan iktidar partisinin kendisi ile uzlaşmasını sağlayacak bir hükmün Anayasa'dan kaldırılması için yapılan halkoylamasına katılmama çağrısı yaparak, iktidar partisinin amaçlarını kolaylaştıracak şekilde hareket ediyor!

CMOK'lar da " Hukuksuzluğa karşı çıkıyorum, ortak olmuyorum " gibi bahanelerle bu girişime destek oluyor!

21 Ekim halk oylamasına katılmayarak, AKP'nin amaçlarını gerçekleştirmesi yolunda önemli bir engelden kurtulmasına seyirci kalan CHP;   yarın çıkıp, utanmadan AKP'nin TBMM'den geçirmeye çalışacağı yeni Anayasa'ya muhalefet edecekler, laiklik ve cumhuriyet savunuculuğu nutukları atacaklar!

Yapılması gereken, halk oylamasına katılıp " HAYIR " oyu vermektir. AKP'nin 367 engelinden kurtulmasına mani olmaktır.


SERDAR ANT..,
20.10.2007