29 Mart 2017 Çarşamba

LÜBNAN SORUNU BAŞLARINDA BEYRUT’TA YABANCI FAALİYETLER

LÜBNAN SORUNU BAŞLARINDA BEYRUT’TA YABANCI FAALİYETLER 




SUNUŞ 

MİLLİ MÜCADELE VE SONRASI ORTADOĞU SUNULMAYAN-BİLDİRİLER,

Genelkurmay ATASE Başkanlığı tarafından düzenlenen ‘’XVIII. Yüzyıldan Günümüze Orta Doğu’daki Gelişmelerin Türkiye’nin Güvenliğine Etkileri’’ konulu On Birinci Askerî Tarih Sempozyumu 04 - 06 Nisan 2007 tarihleri arasında İstanbul’da yapılmıştır. 

On Birinci Askerî Tarih Sempozyumu’na üniversitelerin değerli öğretim üyeleri ile Silahlı Kuvvetlerde muvazzaf ve emekli personel katılmış, salonda 
iki gün süreyle 20 adet bildiri sunulmuştur. 

Bugün Orta Doğu’da meydana gelen kültürel, toplumsal, siyasi, askerî ve iktisadi her sorun, jeopolitik konumundan dolayı Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir. Tüm bu gelişmelerin ve Türkiye’ye olan etkilerinin kavranabilmesi açısından Birinci Dünya Savaşı öncesinden XXI. yüzyıl başlarına kadar Orta Doğu‘daki siyasi, askerî, ekonomik ve toplumsal gelişmeler ve Orta Doğu’ya yönelik politikalar tarihsel süreç içerisinde yeniden ele alınmıştır. Sempozyumda yer alan bildiriler konuları itibarıyla önemli bir boşluğu doldurmaktadır. 

Eser, On Birinci Askerî Tarih Sempozyumu’nda zaman yetersizliği nedeniyle sunulamayan 16 bildiriden oluşmaktadır. Bu bildiriler, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Türk Askerî Tarih Komisyonu (TATK) Genel Sekreterliğince düzenlenerek yayıma hazırlanmıştır. 

Ziya GÜLER 
Hava Korgeneral 
ATASE ve Dent. Başkanı 


LÜBNAN SORUNU BAŞLARINDA BEYRUT’TA YABANCI FAALİYETLER 

Doç. Dr. Hamiyet Sezer Feyzioğlu*
 * Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Yakınçağ Tarihi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi. 


Osmanlı Devleti XIX. yüzyılda birçok sorunla uğraşmıştır. Tanzimat’ın ilanından sonra ülkenin birden fazla bölgesinde isyanlar çıkmıştır. Bunlar arasında Suriye ve Lübnan’daki olaylar Avrupa devletlerinin karışması ile büyük bir siyasi problem hâline gelmiştir. Bu araştırmamızda, Lübnan probleminden kısaca bahsettikten sonra, hadiselerin gelişmesinde etkili olabileceğini düşündüğümüz, yabancı devletlerin bölgedeki çalışmalarına örnek teşkil edecek birtakım faaliyetlerden küçük bir örnek sunmaya gayret edeceğiz. 

Arapların Şam dediği eski Suriye geniş bir ülke idi. Osmanlı idaresindeki Suriye; Halep, Şam, Sayda ve Bağdat olmak üzere dört eyalete bölünmüştü. Halk, çeşitli kökenlerden gelmekte çeşitli din ve mezhepler burada yaşamaktaydı.1 Lübnan olaylarını çıkaran Dürzi ve Maruniler bu gruplardan ikisi idi. Dürziler,2 esas olarak Müslüman olan fakat belli İslam mezheplerinden farklı mezhepleri bulunan bir cemaatti. Oturdukları yerler, Cebel-i Lübnan, Cebel-i Havran, Raşeya, Hasbeya ve Şam çevresiydi. Maruniler3 ise Hristiyanlardı. Maron isminde IV. yüzyılda yaşamış bir rahibin kurmuş olduğu mezhepten oldukları için kendilerine Maruni denmekte idi. Toplu olarak yaşadıkları yerler Lübnan’ın kuzey kısmı, Beyrut, Trablus ve Sayda taraflarıydı.4 

Lübnan eyaletinin merkezinde bulunan Lübnan Dağı yerli kabilelerin ikametgâhıydı. Dürzi ve Maruni kabileleri, Babıali’nin hükümranlığını tanımakta; 
fakat yerli Şahap ailesi tarafından idare edilmekteydi. 

Mehmet Ali Paşa ordularının Suriye ve Lübnan’da bulundukları sıralarda, bu kabileler bazen Mehmet Ali Paşa’dan, bazen de padişahtan yana olmuşlardı. 
Osmanlı-Mısır savaşının son safhalarında Lübnanlılar Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa’ya karşı silahlandılar. Fakat Lübnanlıların başı Emir Beşir 
kuvvetli ve otoriter bir şahsiyetti. Günün birinde Mehmet Ali Paşa’nın Mısır’da yaptığı gibi Lübnan’da Osmanlı hükûmetine başkaldırması ihtimali olabilirdi. 
Emir Beşir zaten Babıali ile iyi geçinmek isteğinde olmadığından İngilizlere sığındı. Onlar da kendisini Malta’da oturmaya mecbur etti. Bunun üzerine 
Osmanlı Devleti Beşir’in yerine oğullarından en güçsüzü olan Emir Kasım’ı Lübnan hâkimi tayin etti. Babıali bu fırsattan yararlanarak Tanzimat’ı 
Lübnan’da uygulamaya girişti. Cemaatlerin büyüklerinden Hâkim Emir Kasım’ın başkanlığında bir divan kuruldu. Bu divan, Tanzimat’ın geliştirilmesini sağlayacak ve kontrol edecekti. Lübnan halkı bu teşkilatı beğenmedi ve isyan etti. Babıali Emir Kasım’ı azlederek yerine Macarlı Ömer Paşa’yı Lübnan’a emir tayin etti. Bu tayin ile Lübnanlıların muhtariyeti sona ermiş oluyordu. İsyan bununla yatışmadı. Asiler yabancı devletlere başvurdular. Böylece olay, uluslararası bir siyasi sorun şeklini aldı.5 

Lübnan olayları, 1860 yılına kadar aralıklarla devam etmiştir. Sonuçta 1861 yılında “Lübnan Nizamnamesi” ile yeni bir düzen verilerek isyanlar 
sonuçlandırılmıştır.6 Siyasi olayların ve çatışmaların gelişiminden çok, bizi yabancıların çalışmaları ilgilendirdiğinden burada bahsedilmeyecektir. 

Lübnan isyanı karşısında en büyük tepki Fransa’dan geldi. Fransa haçlı seferlerinden beri Suriye ve Lübnan ile ilgileniyor ve kendisini koyu 
Katolik olan Marunilerin hamisi olarak kabul ediyordu. Fransa, Mehmet Ali Paşa isyanının Londra’da İngiltere düşüncesine uygun şekilde çözülmesinden hoşnut olmamıştı. Lübnan isyanında Marunilerin himayesini üstlenmekle hem İngiltere’den intikam almayı hem de Lübnan’da Fransız nüfuzunu kuvvetlendirmeyi planlıyordu. 

İngiltere’ye gelince, Mehmet Ali Paşa isyanından beri Suriye, Lübnan ile ilgilenmeye başlamıştı. Bölge, siyasi yönden olduğu kadar ticari yönden 
de önemliydi. Bunlar, Hindistan’a giden ticaret yollarının üzerinde olması dışında, Doğu Akdeniz ticaretinin de kilit noktasıydı. 1828’de Britanya Ticaret 
Odası (Boord of Trade) başkanı Huskisson tarafından verilen birmomerandumda; İngiliz Levant Company’nin 1825’de dağılmasından sonra İngiltere’nin bu bölgede hiçbir ticari örgütlenmeyi gerçekleştiremediği Haleb’de ve Akka’da Fransa ve Avusturya’nın temsilcilikleri olduğu hâlde, İngiltere’nin sadece Beyrut’ta bir konsolosu bulunduğu söyleniyordu. 1830 Haziranında J.W.Farren, Lord Aberdeen’e yazdığı raporda, Şam’da bir konsolosluğun acilen kurulması gereğini, bütün Asya Türkiye’sinde İzmir ve 

İskenderiye dışında bir temsilcilik bulunmadığını bildiriyordu. Gerçekten de bu yıllarda İngiltere’nin bölgedeki ticari örgütlenmesini giderek güçlendirdiği 
ve resmî temsilcilerinin de çoğaldığı görülmektedir. Aynı eğilim sadece Britanya için söz konusu değildir. Osmanlı İmparatorluğu’nun pek az bölgesinde çeşitli yabancı devletler bu kadar çok konsolosluk bulundurmuşlardır. 1898’de Şam’da ve Halep’te Fransa, Rusya, İtalya, İngiltere, Avusturya-Macaristan ve Almanya, İran, ABD, Portekiz, İspanya ve Felemenk konsoloslukları vardı. Buralarda tercüman ve memur olarak Marunilerin yanında Ermeni, Rum ve Müslümanlar da bulunuyor, herhâlde imparatorluğun hiçbir yerinde Müslüman ahali, Avrupa ile bu kadar yoğun ilişkiler içinde değildi.7 

İngilizler, Doğu’da dinin oynadığı rolün önemini anladıklarından, Suriye ve Lübnan’da politika silahından başka din silahıyla da Fransa’yı zayıflatmak istediler. Bunun için de kuvvetli bir Protestanlık propagandasına başladılar. Propaganda merkezi olarak 1842’de Kudüs’te bir Protestan kilisesi kuruldu. İngiliz, Alman ve Amerikan Protestan misyonerleri Suriye ve Lübnan’ın her tarafına yayılmaya başladılar. Protestanlık kısa sürede büyük ilerlemeler kaydetti. Maruniler koyu Katolik oldukları için Protestanlık propagandaları karşısında lakayt kaldılar. Fakat dinin inanç kaidelerinden ziyade şekle bağlı kalan Dürziler, Protestanlığı kabul etmeye başlayarak İngiltere’nin himayesine girdiler.8 

Kozmopolit nüfusun içinde sayıları bir hayli çok ve kalabalıkça olan gayrimüslim cemaatleri kontrol altında tutmak için Osmanlı yönetimi ruhani reislere tam yetki vermiştir. Bu bölgede ilk İslam egemenliğinden beri bin yılı aşkın bir süre, Hristiyan ve Musevi nüfus bu tür sisteme de alışkındı. Ancak Fransa’nın XVII. yüzyıl sonundan beri Fransiskenler ve Cizvitler aracılığı ile Katolikliği, İngiltere’nin XIX. yüzyılda Protestanlığın yayılması için gösterdiği faaliyet bu dengeyi bozdu. Nihayet, Rusya’nın kendine bağlı bir Ortodoks cemaat yaratma girişimleriyle, Suriye-Filistin dini çekişmeler yönünden en problemli bölge oldu. 1824’te Amerikan misyonerleri Beyrut’ta ilk özel okulu açtılar. Kısa zamanda ruhsatsız açılan okul ve yetimhaneler ile Amerikalılar Suriye-Filistin Mezopotamya ve Doğu Anadolu’da en etkin misyoner grubu oluşturdular. Açtıkları kurum sayısı 400’ü geçti.9 

İmparatorluğun gerileme sürecine girmesiyle merkezi devlet otoritesinin zayıflamaya başlaması, git gide politik ve emperyalist karakter kazanan misyoner faaliyetlerinin imparatorlukta çoğalmasına yol açtı. Bu misyoner grupların amacı neydi? Nasıl çalışıyorlardı gibi sorulara kısaca cevap vermek faydalı olacaktır. 

Osmanlı topraklarına gelen ilk misyonerler Katoliklerdir. Fransız olan bu misyonerler hem Hristiyanlığı yaymak hem de İstanbul’daki azınlıkların 
eğitimi ile ilgilenmek üzere XVI. yüzyılın sonlarına doğru bölgeye geldiler. Katolik misyonerlerin çeşitli yerlerde açmış oldukları çok sayıda okul vardı. 
Bu yerler arasında Sivas, Tokat, Amasya, Kayseri, Adana, Beyrut, Sayda, Lübnan, Havran, Şam, Yafa, Kudüs, Lazkiye, Amman, Tripoli, Kadıköy, 
Diyarbakır, Harput, Malatya, Mardin, Mersin, Urfa, Trabzon, İzmir, İstanbul sayılabilir. Özellikle Suriye ve Lübnan üzerindeki çalışmaları ile Fransa’nın 
bölgeye yönelik emperyalist gayelerine hizmet eden Katolik misyonerleri çok sayıda açtıkları okulları, hastaneleri, yetimhaneleri ve çıkardıkları yayınları ile 
Fransız Katolikleri hem kendi mezheplerini yayıyorlar hem de ülkelerinin menfaatlerine uygun kesimlerin kazanılmasını sağlıyorlardı. Bu yolla faaliyet 
gösterdikleri Osmanlı toprakları üzerinde etkileri oldukça fazlaydı.10 

Katolik misyonerlerinden başka Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren diğer Hristiyan mezhebine mensup kişiler Protestanlardı. Bu misyonerlerin Osmanlı topraklarındaki çalışmaları 1840’lardan itibaren hız kazanır. Özellikle İngilizler faaldir. Ayrıca Amerikalılar da bu alanda etkilidir. 

Örgütlü ve planlı bir faaliyet sonucunda hem mezheplerini yayıyorlar hem de başta Ermeniler11 olmak üzere Bulgar, Rum vb. azınlıkları etkileyerek onları 
Osmanlı’dan koparmak ve dolayısıyla ait oldukları ülkelerin emperyalist politikalarını uygulamalarına yardımcı oluyorlardı. Amerikan misyonerlerinin 
İstanbul’da kurduğu Robert Kolejin Bulgarlar için üstlendiği görevi, Beyrut’ta açılan Protestan Koleji de oradaki Arapları bilinçlendirip Osmanlı’ya karşı 
kışkırtma olarak yerine getirdiği ifade edilmektedir.12 

Misyonerlerin amaçlarına ulaşmak için en çok kullandıkları araçlar arasında okullar önde gelmektedir.13 Onlara göre eğitim ve öğretim yoluyla öğrencileri Hristiyanlaştırmak esas gayeydi. Okullardan başka misyonerlerin kullandık ları
bir araç matbaadır. Gittikleri bölgelerde kurdukları matbaalarda başta dini eserler olmak üzere çeşitli konularda pek çok dilde gerekli olan eserleri yayınlamışlardır. Bunların yanında misyonerlerin kullandığı bir diğer 
kurum hastanelerdir. Ayrıca, yabancı dil kursları, çok sayıda dispanser ve 
sağlık ocakları ve yetimhaneler gibi çeşitli yardım kuruluşları da en fazla 
kullanılan yerler arasındadır.14 

İmparatorluğa XIX. yüzyıl başında gelmeye başlayan Amerikalı misyonerler , imparatorlukta en etkin faaliyetleri sürdürmüş, toplum üzerinde en derin izleri bırakmışlardır. Amerikalı Protestan misyonerlerin Osmanlı İmparatorluğu’na ilk gelişleri, 1820 yılındadır.15 Ocak 1820’de öncü misyonerler gelmiştir.15 Bu tarih, Amerika’da misyonerlik hareketinin gelişmesi ile de ilişkilidir. Şöyle ki Amerika Birleşik Devletleri’nde Protestanlar, XIX. yüzyıl başında “Büyük Uyanış” diye tanımlanan Protestanlık hareketinden sonra bu mezhebi yaygınlaştırmak amacıyla kısaca ABCFM olarak anılan American Board of Commissioners for Foreign Missions adı altında örgütlenmişlerdir. Bu kurumun başlıca amacı, Amerikalı misyonerleri başta Kızılderililer olmak üzere ilkin Amerika Birleşik Devletleri’nde, daha sonra Amerika kıtalarında ve dünyada Protestanlığı 
yaygınlaştırmak üzere yönlendirmekti. Misyonerlerin gönderildikleri uzak ülkelerde hayır kurumları, eğitim ve sağlık merkezleri kurarak halkla iletişim 
geliştirmeleri, okuma öğreterek İncil’i okuyabilmelerini sağlamaları, Protestan öğretisini tanıtmaları esas tutulmuştu.16 Amerikan misyonerlerinin faaliyet 
alanının Suriye, Lübnan, Filistin, Doğu Anadolu, Yukarı Mezopotamya, Çukurova ve kısmen de Orta Anadolu olduğu görülmektedir. Saydığımız bölgelerin etnik niteliğine baktığımızda şu özellik dikkat çeker. Amerika, Ermeniler ve Şark Katoliklerini kendine hedef olarak seçmiş, onlar arasında faaliyet göstermeyi yeğlemiştir.17 Amerikan okullarının en dikkate değer özelliklerinden birisi ders programları idi. Bu ders programlarının matematik, fen bilimleri, edebiyat, felsefe ve dil derslerinin yanı sıra vokal veenstrümantal müzik, kompozisyon, hitabet, resim, jimnastik vb. seçimlik derslerle bir hayli zengin olduğu, o dönem Osmanlı rüştiye ve idadilerindeki derslerle karşılaştırıldığında daha çağdaş, akılcı ve hayata yönelik olduğu kanısı uyanmaktadır. Kuşkusuz bu durum okuldan okula ve yöreden yöreye değişiklik göstermekle birlikte bu okullar misyoner faaliyetlerinin eleman ihtiyacını karşıladığı gibi profesyonel meslekler ve iş hayatına da adam yetiştiriyordu.18 Söz ettiğimiz okulların kolejlerin dışında, misyonerlerin kiraladıkları veya satın aldıkları evlerin bir kısmını okul hâline getirerek çocukları eğittikleri de kaynaklarda yer almaktadır. 

Yukarıda anlatıldığı gibi Amerikalılar dışında diğer milletlerden de Osmanlı topraklarında misyonerler olduğunu ve benzer şekilde çalıştıklarını bilmekteyiz. İşte misyonerlerin çalışma alanlarından birisi de Beyrut ve çevresidir. Osmanlı topraklarının özellikle Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde ağırlıkla çalışmalarını sürdüren bu misyonerlerin Beyrut ve çevresinde de çeşitli okullar açtıklarını belgelerden öğrenmekteyiz. 

Yabancıların faaliyetlerinin özellikle 1840 öncesi, ki Lübnan olaylarının başlamasının hemen arifesi oluyor, arttığı anlaşılmaktadır. Okullar dışında kiliseler kurdukları da görülmektedir. Yapılmış olan birçok çalışmada yabancıların Osmanlı İmparatorluğu’nda açmış oldukları kolej ve yüksek düzeydeki okullar dan söz edilmektedir. Ancak bunların dışında daha küçük çapta fakat etkili olan çalışmalar olduğu da bir gerçektir. Aşağıda bu küçük nitelikli çalışmalar dan söz edilecektir. İki rapordan söz edilecek olup raporda geçen o dönemin diline ilişkin nasara, efrenc gibi terimler belgelerin dilini bozmamaya özen gösterilerek aynen kullanılmaya çalışılmıştır. 

Beyrut’tan 1842 yılında bildirilen raporlarda bu kiliseler ve okulların nerelerde olduğu ve ne gibi çalışmalarda bulunduğu tespit edilebilmektedir. 

Bunlardan biri Beyrut Zaptiye memuru Miralay Ali Bey tarafından 15 Ra 58- 27 04 1842 tarihinde yazılan okul ve kiliselerle ilgili bilgileri içeren rapordur19. 
Bu okulların kiralanan veya satın alınan evlerin bir kısmında açıldığı anlaşılmaktadır. Bazıları zaman zaman kapatılmış; ancak, sonra tekrar 
faaliyete geçmişlerdir. Her birinde 20, 30 kadar çocuk söz edilen bu okullarda eğitim almışlardır. Yabancı dil ve fen bilimlerinin dersler arasında ağırlık kazandığı görülmektedir. Belgede geçen Papaz Berdi idaresindeki okulun bazı öğrencilerinin yatılı okuduğu ve ihtiyaçlarının karşılandığı öğrenilmektedir. Okullar haricinde toplanıp ayinlerin yapıldığı kilise hâline getirilen evlerden de söz edilmektedir. Ali Bey kilise ve okulları dâhil ve hariçte olanlar diye ayırmaktadır. Buradan, Beyrut’un içinde bulunanlardan başka dışında olanların varlığından haberdar olmaktayız. Verdiği bilgilere göre; 

İngilizlerin Beyrut dışında Hristiyan (Nasara ..... )’dan kendi korumalarında Es’al el-Hayatın hanesinde bir mektep kurarak 20’den fazla çocuk toplayıp okutmaktadır. Ancak, bu okul bir süre kapatılmış, çocukların bazıları diğer yabancı (efrenc ..... ) okullarına gitmişse de bu günlerde açılarak tekrar çocuk toplamakta olduğu haber alınmaktadır. 

Amerikalıların Beyrut dışında Bab-ı Yakup civarında kendi korumalarında bulunan Nenus el- Harad’ın ( .... .. .... ) üzerine 12 sene kadar önce satın alıp burada ikamet eden Amerikalı papazlardan Berdi ismiyle anılan ( Musma Bili Berd denilen) hanenin bir odasına İngilizler mektep kurarak halktan erkek ve kız 30 kadar çocuk toplayarak, İngilizce okuyup yazmayı öğrettikleri haber alınmıştır. Bu okulun 7 senedir faaliyette olduğu bildirilmektedir. 

Aynı binanın bir diğer odasında da Amerikalılar mektep kurmuş yine halktan 20’den fazla çocuğu toplayarak talbanca-salyanca? ( - -........ 
........ ) okuyup yazma öğrettikleri haber alınmıştır. Bu okul da 5 sene önce faaliyete geçmiştir. 

Yine aynı binanın başka bir odasında Amerikalıların kurdukları okul Papaz Berdi idaresindeydi. 30 kadar çocuk toplanmış yiyecek ve giyecekleri okul tarafından karşılanıyordu. Okulda çocuklara Efrenc dilleri ile çeşitli fen dallarında eğitim veriliyordu. 6 sene gece ve gündüz eğitim aldıktan sonra 
ayrılan çocuklara yıllık 15’er riyal ücret bağlanmakta iken, aynı okulda sadece gündüz okuyan çocuklara okuldan bir şey verilmeyip ihtiyaçları babaları tarafından karşılanıyordu. Bu okuldaki çocuklardan bir miktarı iki ay önce hava değişikliği için evlerine ve bir miktarı da Papaz Berdi ile Cebel’e 
gitmiş dönecekleri haberi alınmıştır. Bu okul üç senedir faaliyettedir. 

Aslen Dürzi olup sonra Amerikan mezhebine geçen Vandon adlı Nasara’nın hanesinde okul açılmıştır. Üç sene önce 30’dan fazla Nasara Dürzi çocuğu toplanarak Salyanca okuyup yazma öğretilmektedir. 

Amerikan papazlarından Tami adlı kişinin oturduğu Amerikan himayesinde olan Beyrut dışında Susa adlı Nasara’nın evinde halktan birkaç Nasara toplanarak papazın kitap basıp çoğaltmakta oldukları haber alınmıştı. Burası bir yıldır faaliyettedir. 

Beyrut dışında Masiti adlı mahalde halktan Hanhu( .... ) adlı zımminin hanesini Amerikalılar kiralayarak bir okul açmışlardır. Yeni açılmıştır. Okulda 
20’den fazla çocuk toplayıp kendi himayelerindeki halktan Azar Nikola adlı Nasara’yı tayin ederek Efrenc dilleri öğretmekte oldukları haber edilmiştir. 

Beyrut dışında Sayfiye adlı mahalde Batris Yard ( .... .... ) adlı zımminin hanesini Fransızlar borcuna karşılık satın alarak kilise ve medrese inşa ettikleri, seraskerlikçe öğrenilerek kapatılması emredilmişti. Bu hanenin inşa edilmiş yerlerinde Fransızlar tarafından üç adet mektep açılarak tüccarların çocuklarını İslam ve Nasara’dan toplanarak onlara Efrenc dilleri öğretilmekte olduğu haber alındı. 

Bu binanın bir kısmı da kilise hâline getirilerek Avrupalılardan aynı mezhep olan ahalinin Maruni ve Katolik milletlerinden bazıları gelerek ayin yapmaktaydılar. 

Yukarıda Amerikalıların satın aldığı İngiliz ve Amerikalılar tarafından mektep kurulan binanın bir kısmı kilise hâline getirilerek Amerikalı ve diğer yabancı lar ve aynı mezhepten Nasara toplanıp ayin yapmaktadırlar. 

Aslı Ermeni milletinden olup eskiden beri İngiliz himayesinde bulunan Yakup Ağa denilen kişinin Beyrut dışında Bab-ı Yakup civarında olan hanesini bir İngiliz' kiralamıştır. O da bir odasını kilise hâline getirerek iki seneden beri Avrupalı bazı aynı mezhepten Nasara halkından gidip ayin yaptıkları haber alınmıştır. 

Beyrut içinde Sardunya konsolosunun oturduğu hanede eskiden beri bir kilise kurduğu ve Nasara halkdan bazılarının gelip ayin yaptıkları haber alınmıştır. 

Beyrut içinde Amerikan konsolosunun Mısırlı vaktinde inşa eylediği deniz kenarında olan hanesinde bir kilise yapmıştır. Halktan himayelerinde 
olan Nasara gelip ayin yapmaktadır. 

Beyrut dışında Fransız himayesinde olan Habil Salmuni adlı Nasara’nın hanesinde kilise kurularak milletlerden bazıları toplanarak papaz başkanlığında ayin yapmaktadır. Bu sene icrası durmuştur. 

Beyrut içinde Fransızların eski kiliseleri olan Seyrü’l Yaveriye kilisesine halktan aynı mezhepten olan Nasara’dan da kişilerin ayine gittikleri haber alınmıştır. 

Beyrut dışında Rum milletinin Madmater ( ...... ) dedikleri eski kiliselerine kendilerinin gittikleri haber alınmıştır. 
Beyrut dışında Kırtetne hane civarında Marunilerin eski kiliselerine kendilerinin giderek ayin yaptıkları öğrenilmiştir. 
Beyrut dışında Rumların Maralyas denilen eski kiliselerinde kendileri ayin yapmaktadır. 
Beyrut içinde Katoliklerin eski kiliselerinde kendileri ayin yapmaktadır. 
Beyrut içinde Rumların eski kiliselerinde kendileri ayin yapmaktadır. 
Beyrut içinde Maruni milletinin eski kiliselerinde kendileri ayin yapmaktadır. 
Yukarıdaki Rum kiliselerine aynı mezhepten olan Rusyalıların da gidip ayin yaptıkları öğrenilmektedir. 

Mustafa imzalı 2 B 58-09 08 1842 tahinde yazılan başka bir yazılı belgede20 yukarıda içeriğini verdiğimiz müzekkere değerlendirilmektedir. 
Dikkati çeken nokta; Amerikalıların okullarında, 6 yıl yatılı okuyup ihtiyaçları karşılanan çocukların Amerikalı sayılabileceği ihtimali vurgulanarak himaye 
edileceği ifade edilmektedir. Ayrıca, Amerikalı Papaz Tami’nin Arapça kitap bastırıp çoğaltması hatırlatılarak bütün bu faaliyetlerin ülkeye ve millete 
zararlı olacağı açıklanmaktadır. Bunların engellenmesi gerekli iken bunun yapılması politikaya aykırı düşeceğinden memuriyetinin yetkileri içerisinde, 
birtakım iddialara sebep vermeden bazı konularda müsaade edilmekte olduğu bildirilmektedir. Ancak bu faaliyetlerin zararlı olacağı yinelenerek ne 
yapılabileceği sorulmaktadır. 


Sonuç 

Osmanlı Devleti XIX. yüzyıl boyunca birçok sorunla uğraşmıştı. Bunlardan birisi de Lübnan Problemi idi. Olayların çıkmasında diğer bölgelerde de olduğu gibi yabancıların çalışmaları etkili olmuştur. Devletin bütün topraklarında olduğu gibi Lübnan’da da başka ülkelerden çeşitli bahanelerle gelen kişilerin gayretleri bölge halkında etki yaratmıştır. Avrupa Devletleri ve Amerika’nın siyasi ve ticari çıkarlarına fayda sağlayan bu çalışmalar, Osmanlı Devleti’nin çöküşünü hızlandıran etkenlerden biri olmuştur. Yukarıda söz edilen belge, bu konuda çalışma yapacak olanlara bir katkı olacaktır, kanısındayız. Belgeden Beyrut’ta Amerikalı, İngiliz ve Fransızların 8 adet okul ve 7 adet de kilise açtıklarını öğrenmekteyiz. Ayrıca, 6 tane de eskiden beri halkın kendilerine ait kiliseden bahsedilmektedir. Yabancıların bütün bu faaliyetlerinin devletin birlik ve bütünlüğüne zarar verdiği hem gönderilen raporlardan hem de sonraki gelişmelerden anlaşılacaktır. 

DİPNOTLAR;


1 BOA.İrade-i Mesail-i Mühime, nu: 1125. 5 Temmuz 1842’de Antakya Patriki tarafından yazılan bir arzuhalde, Patrik uzun yıllardır bölgede olduğunu ve halkı tanıdığını açıklayarak, Lübnan Dağı’nda 5 milletin yaşadığını, bunların Dürzi, Mütevali, Rum, Maruni ve Katolik olduğunu aralarında anlaşmazlıklar bulunduğunu bildirmektedir. 
2-Tayyib Gökbilgin; “Dürziler” İslam Ansiklopedisi, C. 3, İstanbul, 1993, s. 665-681. Fahir Armaoğlu; 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), Ankara, 1997, s.264, dn.-266. Dürziler, Fatımi halifelerinden Hakim bi- AmrAlllah’ın veziri Hazma bin Ali’nin tesis ettiği bir mezhebin mensuplarıdır. Dürzilere göre Hakim bi-Amr, hem Allah hem insandır. Allah son defa Hakim suretinde görünmüştür. Hazma da onun peygamberi olur; Allah’ın nurundan yaratıldığı için , alimam, al-azam “imamların imamı”dır. Dürzilerin camileri yoktur. İbadethanelerine “Halavat” 
denir. Buraya “ukkal” (akıllılar, bilgeler) denen mezhebin ileri gelenleri girebilir. Dürziler ancak kendi aralarında evlenebilirler. 
3 -Fahir Armaoğlu; s. 266, dn. 267. Maruniliğin başlangıcı için iki kaynak gösterilir. Biri M.S 4.yüzyılın sonları ile 5. yüzyılın başlarında yaşamış olan Suriyeli keşiş St. Marun’dur. Bir Maruni efsanesine göre de Marunilerin başlangıcı, MS 685-707 yıllarında Antakya patrikliği yapmış olan St. John Moron’dur. Bu ikincisi Marunilerin babası sayılır. Maruniler tek Allah’a inandıkları için, Bizans İmparatoru, II. Justinianus( 685-711) zamanında çeşitli işkencelere maruz kalmışlar, papazları idam edilmiş ve Antakya yakınlarındaki manastır ve kiliseleri yakılıp yıkılmıştır. Bu olayların sonucu olarak Marunilerin büyük kısmı Lübnan dağlarına çekilmiştir. 
4 -Enver Ziya Karal; Osmanlı Tarihi, C. 6, Ankara, 1983, s. 30. M.Şehabettin Tekindağ; “Lübnan”, İslam Ansiklopedisi, C. 7, İstanbul, 1993. “Lübnan”Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi; C. 27, Ankara, 2003, s. 243-254. 
5 Olayların detayları ile ilgili olarak bk. M. Tayyib Gökbilgin; “1840’tan 1861’e Kadar Cebel-i Lübnan Meselesi ve Dürziler”,Belleten, X/40, 1946, s. 641-703. 
6 Ahmet Lütfi; Vak’anüvis Ahmet Lütfi Efendi Tarihi, C. 9 , yay. Münir Aktepe, İstanbul, 1984, s. 253-260. 
7 İlber Ortaylı; “19. Yüzyıl Sonunda Suriye Lübnan Üzerine Bazı Notlar” Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadi ve Sosyal Değişim, Makaleler 1, Ankara, 2000, s.148, Ayrıca aynı makale için bk. Osmanlı Araştırmaları, sayı-IV, 1984, s. 89-113. 
8 Enver Ziya Karal; Osmanlı Tarihi, C. 5, Ankara, 1983, s. 210-211. 
9 Ortaylı; s. 157-158. 
10 Ayten Sezer; “Osmanlı Döneminde, Misyonerlik Faaliyetleri”, Osmanlı 2, Ankara, 1999, s. 184-185. 
11 Seçil Akgün; Amerikalı Misyonerlerin Ermeni Meselesinde Rolü”, Atatürk Yolu,sayı- 1, Mayıs 1988, s.1-12. Ayrıca bk. Bilal Şimşir; Ermeni Propaganda sının Amerika Boyutu Üzerine, Erzurum, 1984. 
12 Sezer; s.186.-187. Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren misyonerler hakkında ayrıntılı bilgi için bk: Joseph L. Grabil, Protestans Diplomacy And Near East: Missionary Influence on American Policy, 1810-1827, Universty of Minnesota 1971. Uygur Kocabaşoğlu; Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Amerika, 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Amerikan Misyoner Okulları, İstanbul, 1989. 
13 İlknur Polat Haydaroğlu; Osmanlı İmparatorluğu’nda Yabancı Okullar, Ankara, 1990. 
14 Sezer; s. 182. 
15 Uygur Kocabaşoğlu; “ XIX. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda Amerikan Okulları”, Osmanlı, C. 5, Ankara, 1999, s. 340. 
16 Seçil Akgün; “ Amerikalı Misyonerlerin Anadolu’ya Bakışları”, OTAM, 3 (Ocak 1992), s.1-2, “Kendi Kaynaklarından Amerikalı Misyonerlerin Türk Sosyal Yaşamına Etkisi (1820-1914), Türk 
Tarih Kongresi, C. 5, 22-26 Eylül 1986, s. 2121-2145. Ayrıca bk. Uygur Kocabaşoğlu; “ Osmanlı İmparatorluğunda XIX.Yüzyılda Amerikan Yüksek Okulları”, Bahri Savcı’ya Armağan, Ankara, 
1988, s.305-326. İlknur Polat; “Osmanlı İmparatorluğu’nda Açılan Amerikan Okulları Üzerine Bir İnceleme”, Belleten, C. 52/203, Ankara, 1988, s. 627-652. Fethi Tevetoğlu; “Amerika Birleşik 
Devletleri ve Orta Doğu”, Türk Kültürü, sayı-266, 1985, s. 381-390. 
17 İlber Ortaylı; “Osmanlı İmparatorluğu’nda Amerikan Okulları Üzerine Bazı Gözlemler”, Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadi ve Sosyal Değişim Makaleler I, Ankara, 2000, s. 324. 
18 Uygur Kocabaşoğlu; s. 345. 
19 BOA; İrade-i Mesail-i Mühimme- nu:-1125. 
20 BOA; İrade-i Mesail-i Mühime, nu: 1125. 


***


28 Mart 2017 Salı

SURİYE’DE KÜRT KUŞAĞI MÜMKÜN MÜ?




SURİYE’DE KÜRT KUŞAĞI MÜMKÜN MÜ? 







SURİYE HARİTA



SURİYEDE ÇATIŞAN GRUPLAR,

Oytun ORHAN, 
KAPAK DOSYASI*
* Araştırmacı, ORSAM 

Haziran 2015 itibarıyla Suriye’nin Batı kanadında rejim bölgesi, kuzey, güney ve orta bölgelerin bazı kısımlarında muhaliflerin kontrolü, doğu ve kuzeyin bir kısmında IŞİD bölgesi ve Türkiye-Suriye sınır hattında da büyük oranda Kürt bölgesi ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak, Kürtler bundan sonraki süreçte rejim, muhalifler ve IŞİD arasındaki sorunlardan faydalanarak ve kendi sınırlı hedefine odaklanarak fiili ya da uzun vadede anayasal bir Kürt bölgesi inşa etme imkânına sahip olabilir. 

Suriye Kürtleri Mart 2011 tarihinde başlayan halk ayaklanması ve sonrasında iç savaşta ‘üçüncü yol;’ olarak ifade ettikleri bir pozisyon aldı. 
Buna göre yaşanan çatışmalar Araplar arası bir mücadele idi ve Kürtler bu çatışmaya doğrudan müdahil olmamayı seçti. 
Suriye’de iç savaşın derinleşeceği ve zaman içinde merkezi otoritenin zayıflayacağı öngörüsünden hareketle Kürt nüfusun yoğun yaşadığı bölgelerde kendi idari, siyasi, ekonomik, kültürel ve güvenlik altyapılarını oluşturmaya başladılar. Kürtlerin diğer gruplara göre en büyük avantajı tek bir siyasi hareket 
(PYD) ve ona bağlı askeri güç (Halk Savunma Birlikleri – YPG) tarafından yönlendiriliyor olmaları idi. Esasen Suriye Kürt siyasi sahnesi çok parçalı olsa da PYD sahip olduğu silahlı güç vasıtası ile diğer tüm Kürt hareketlerini bastırma imkânına sahipti. Ayrıca halk ayaklanmasının iç savaşa dönmesi, IŞİD tehdidi nin ortaya çıkması gibi nedenlerle siyasi süreçlerden ziyade güvenlik ihtiyaçları ön plana çıktı. Bu da Suriye Kürtlerinin PYD ve YPG etrafında seferber olmasını sağladı. 

Suriye rejimine bağlı güçler, 2012 yılının Temmuz ayında Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bazı yerleşimlerden çekildi. Böylece YPG hiçbir çatışma yaşamadan Kürt nüfusun yoğun yaşadığı yerlerde kontrolü ele geçirmiş oldu. Kürtler zaman içinde hem kontrol ettikleri bölgeleri genişletti hem de altyapılarını güçlendir meye çabaladılar. Nihayetinde PYD liderliğindeki Kürtler 2013 yılının Kasım ayında Kurucu Meclis ilan etmiş ve PKK’nın öne sürdüğü ‘demokratik özerklik’ modelini Suriye’de kontrolü altındaki bölgelerde fiilen uygulamaya başlamıştır. Bu sürecin devamı olarak 2014 yılının Ocak ayında sırasıyla kuzey Suriye’nin 
doğusunda Cezire, ortasında Kobani ve batısında da Afrin ‘kantonları’ ilan edilmiştir. 

Suriye Kürtleri açısından en büyük zorluk ilan edilen üç bölge arasında coğrafi bağlantının bulunmaması ve bölgelerin kendi içinde homojen bir nüfus yapısına sahip olmamasıdır. Bu nedenle kantonlar içinde demografik gerçekleri göz önüne alan bir yönetim tarzı benimsemeye çalışılmıştır. Yönetimde, silahlı birimlerde Araplar ve Süryanilere yer verilmiştir. Coğrafi kopukluk sorununa yönelik olarak Kobani-Cezire kantonlarını birleştirmek için Tel Abyad, Kobani-Afrin kantonlarını birleştirmek için Azaz stratejik askeri hedefler olarak belirlenmiştir. Ancak Kürtler açısından bir diğer zorluk bağlantıyı sağlayacak ara bölgelerde 
Kürtlerin azınlık buna karşın Araplar ve Türkmenlerin çoğunlukta yaşıyor olmasıdır. 

Üç gelişme, PYD/YPG’nin söz konusu zorlukları aşması ve şartların olgunlaşması için fırsat sunmuştur. 

Birincisi, Haziran 2014 sonrasında IŞİD’in Musul’u ele geçirerek geniş bir coğrafyada ‘hilafet devleti’ ilan etmesidir. 

İkinci gelişme, yükselen terör tehdidine karşı ABD öncülüğünde çok sayıda ülkenin katılımı ile IŞİD’e karşı mücadele koalisyonunun oluşturulmasıdır. Mücadele stratejisinin özü Koalisyon güçlerinin havadan askeri destek vermesi ve yereldeki silahlı unsurların IŞİD’e karşı ilerlemesinedayanmaktaydı. 

Üçüncü gelişme ise güçlenen IŞİD’in Kobani’ye yönelmesi oldu. ABD ilk aşamada Kobani’nin IŞİD ile mücadele açısından stratejik öneme sahip olmadığını açıklamıştı. Ancak kısa bir süre sonra Koalisyon güçlerinin Suriye’de IŞİD’e yönelik gerçekleştirdiği saldırıların büyük çoğunluğu IŞİD’in Kobani kuşatmasını kırmak ve YPG’ye destek olmak için yapıldı. Kobani’de IŞİD kuşatmasının kırıldığı Ocak 2015 ayı sonuna kadar Suriye’de gerçekleşen Koalisyon hava saldırılarının yaklaşık %70’i Kobani’deki IŞİD hedeflerine yönelik gerçekleşmiştir. Hava desteği ile sağlanan başarı ABD’yi IŞİD’e karşı mücadelenin Suriye ayağında YPG’ye daha fazla destek olma konusunda teşvik etmiştir. 

ABD-YPG ortaklığının bir sonraki ayağını Tel Abyad oluşturmuştur. 2015’in Mayıs ortalarında başlayan koordineli operasyonlar neticesinde önce Tel Abyad kuşatılmış ve yerleşim ciddi bir direnç ile karşılaşmadan YPG ve Özgür Suriye Ordusu’na bağlı Burkan el Fırat güçlerinin kontrolüne geçmiştir. Böylece 
idari bütünlüğe sahip üç ‘kanton’dan ikisi arasında ilk kez coğrafi bütünlük de sağlanmıştır. 

Suriye’de Kürt Kuşağı Mümkün mü? 

Kobani’de IŞİD’e karşı sağlanan başarı, ABD-YPG ortaklığı açısından dönüm noktası olmuştur. Tel Abyad’ı ele geçirmek için yürütülen koordineli operasyonlar ve ikinci zafer ile ittifak pekişmiştir. ABD muhtemelen YPG aracılığı ile IŞİD’in kuzey ile olan tüm bağını kesmeye, tüm kuzey Suriye hattı boyunca ‘YPG’nin kontrolünde bir tampon bölge’ oluşturmaya çalışmaktadır. Ancak tarihteki örneklerden de yola çıkarak tampon/ güvenli/uçuşa yasak bölgelerin sınırları, uzun vadede kalıcı hale gelerek yeni siyasal yapının oluşma sürecinde 
otonom/federal bölgelerin sınırlarına dönüşmektedir. 

Kürt kantonları arasında coğrafi bütünlük sağlanması, demografik gerçekler ve askeri dengeler nedeniyle imkânsıza yakın görülmekteydi. Ancak Tel Abyad’da yaşananlar demografik yapının çok önemli olmadığını askeri dengelerin de ABD desteği ile YPG tarafına döndüğünü göstermektedir. PYD/YPG bu bölgelerde 
yaşayan Arap ve Türkmenleri ‘ürkütmeyecek’ bir söylem ve yönetim modeli benimseyerek kısa vadede otoritesini meşrulaştırmak isteyecektir. Ancak uzun vadede bu bölgelerde yaşayan haklar, en nihayetinde Kürt idaresi altında yaşayan azınlık grupları olacaktır. 

PYD/YPG kontrolünde bir Kürt bölgesinin kalıcılığını sağlayacak bir diğer gelişme, Suriye genelinde yaşananlar olacaktır. Suriye’nin bundan sonraki süreçte güçlü bir merkezi otorite ile yönetilme şansı neredeyse kalmamıştır. Uzun vadede nüfus hareketlerine de bağlı olarak belli toplumsal grupların belli bölgeleri kontrol ettiği ve merkezde nüfusu oranında iktidarı paylaştığı bir siyasi yapı ortaya çıkması büyük ihtimaldir. Toplumsal gruplar ve askeri/siyasi aktörler arasındaki fiili sınırları ise askeri mücadeleler belirleyecektir. Haziran 2015 itibarıyla Suriye’nin Batı kanadında rejim bölgesi, kuzey, güney ve orta bölgelerin bazı kısımlarında muhaliflerin kontrolü, doğu ve kuzeyin bir kısmında IŞİD bölgesi ve Türkiye-Suriye sınır hattında da büyük oranda Kürt bölgesi ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak, Kürtler bundan sonraki süreçte rejim, muhalifler ve IŞİD arasındaki sorunlardan faydalanarak ve kendi sınırlı hedefine 
odaklanarak fiili ya da uzun vadede anayasal bir Kürt bölgesi inşa etme imkânına sahip olabilir. 

Türkiye’nin Önündeki Seçenekler 

Türkiye açısından ilk akla gelen soru, çok da uzun olmayan bir gelecekte Suriye’nin kuzeyinde PYD kontrolünde bir Kürt bölgesi çıkması olasılığı güçlü ise bunun bir güvenlik tehdidi mi yoksa tersine istikrarsız Suriye ile arasında tampon bölge oluşturması açısından fırsat mı olduğudur. Türk karar alıcıların 
geçmişteki ve Tel Abyad sonrası açıklamalarına bakıldığında bunu bir tehdit olarak algıladıkları anlaşılmaktadır. 

Buradan yola çıkarak konuya Türkiye açısından bakıldığında ve Türkiye ne yapmalı konusunda şunlar söylenebilir. 

Kürt bölgesinin oluşmasını mümkün kılan faktörlerin başında ABD’nin YPG’ye verdiği askeri destek gelmektedir. Ancak ABD bu desteği verirken Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate almamaktadır. Türkiye açısından ilk sıkıntı IŞİD’den doğan boşluğun kendisi açısından yine güvenlik riski yaratacak başka 
bir güç tarafından doldurulmasıdır. Arap ve Türkmen yerleşimleri de ele geçirilerek bütüncül bir Kürt coğrafyası oluşması kadar bunun PYD/PKK otoritesi altında olması Türkiye’de güvenlik tehdidi algılamalarını artırmaktadır. Bunun dışında ABD saldırıları nedeniyle yaşanan göç dalgasının doğal adresi Türkiye 
olmaktadır. 2 milyon civarında Suriyeli ağırlayan Türkiye açısından durum Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın ifadesi ile ‘sürdürülemez’ hale gelmektedir. Ayrıca IŞİD ile mücadele kapsamında ABD’nin hedef belirlerken seçici davranması da Türkiye’yi rahatsız etmektedir. IŞİD bir taraftan Tel Abyad’da mağlup edilirken diğer taraftan Halep’te Suriyeli muhaliflere karşı kazanımlar elde etmektedir. Buna karşın Halep’te muhaliflere hiçbir destek verilmemektedir. 

Bütün bu gelişmelere karşın Türkiye’nin kendi sınır hattı boyunca gelişen olayları tam anlamıyla yönlendiremediği ve gelişen olaylara tepki vererek, önlem alan bir pozisyonda olduğu görülmektedir. 


Lazkiye ile Halep vilayetlerinin bir kısmı dışında sınır hattının neredeyse tamamı Türkiye tarafından tehdit olarak değerlendirilen gruplar tarafından kontrol edilmektedir. Suriye’de ve özellikle kuzey hattında güç boşluğu söz konusudur. Ayrıca Suriye’de tek bir aktörün düzen kurma şansının kalmadığı anlaşılmaktadır. 

Bu ortam içinde Tel Abyad sonrasında muhtemelen genel politikada değişim olmamakla birlikte Suriye topraklarından kaynaklanacak güvenlik risklerini önlemeye odaklı sınır güvenliği politikasını daha güçlendirme yoluna gidebilir. 

Türkiye, Suriye sınırında yaşanan gelişmelerden hem siyasi, hem güvenlik hem de ekonomik açıdan olumsuz etkilenmektedir. Sınır güvenliğini sağlaması, gereken güçlerin işlevini yerine getiremediği bir ortamda Türkiye sınır ötesini ya doğrudan kontrol ederek ya da dost güçler tarafından kontrol edilmesini 
sağlayarak bütün riskleri bertaraf etme ya da en aza indirme yoluna gidebilir. Esasen bölgesel güç olarak, Türkiye’nin mevcut şartlar altında kendi sınırının karşısını şekillendirme gücü söz konusudur. 

Ancak sorun şimdiye kadar kaynakların ve dikkatin Suriye geneline yönlendirilmiş olmasıdır. Ancak Tel Abyad sonrası ortaya çıkan tablo, Türkiye’yi daha fazla sınıra odaklanmaya itebilir. Bu kapsamda Türkiye’nin Suriye’de daha dar bir hedefe odaklanmak suretiyle önünde iki seçenek olduğu söylenebilir. 

İlk olarak, Türkiye doğrudan askeri müdahalede bulunup bir güvenli bölge yaratma yolunu seçebilir. 

Burada müdahalede bulunulacak alan IŞİD’in kontrolündeki Türkmen-Arap nüfusun yoğun olarak yaşadığı Cerablus ile Afrin kantonları arasında kalan bölge olacaktır. Türkiye bu bölgedeki IŞİD varlığına son verecektir. Türk ordusu dost gruplar kendi bölgelerini koruyacak düzeyde güçlenene kadar bölgede 
kalacaktır. 

Bu seçenek çok riskli, ancak başarısı şansı yüksektir. 

Olası riskler şunlardır: Askeri kayıpların yaşanacak olması, IŞİD’in Türkiye içinde terör eylemi gerçekleştirme ihtimali, güvenli bölgede Türk Silahlı Kuvvetleri’nin güvenli olmayan bir coğrafyada koruma sağlamaya çalışacak olması, iç kamuoyunda ortaya çıkacak tepki ve çözüm süreci bağlamında yaşanması muhtemel olumsuzluklar. 

Türkiye ikinci seçenek olarak, bahsi geçen bölgedeki müttefik unsurları çok daha yoğun şekilde destekleyerek, hatta süreci kontrol ederek ve gerektiğinde sınır ötesinden askeri destek verecek şekilde arkalarında durarak önce kendi 
bölgelerini korumaları sonraki aşamada IŞİD’e karşı ilerleme sağlamaları beklenebilir. 

  < Kobani’de IŞİD’e karşı sağlanan başarı, ABD-YPG ortaklığı açısından dönüm noktası olmuştur. Tel Abyad’ı ele geçirmek için yürütülen koordineli operasyonlar ve ikinci zafer ile ittifak pekişmiştir. ABD muhtemelen YPG aracılığı ile IŞİD’in kuzey ile olan tüm bağını kesmeye, tüm kuzey Suriye hattı boyunca ‘YPG’nin kontrolünde bir tampon bölge’ oluşturmaya çalışmaktadır. >

Bu seçeneğin riski daha azdır ancak başarı şansı düşüktür. Esasen İdlib ve Halep’te son dönemde önemli başarılar elde eden Fetih Ordusu ya da Şam Cephesi gibi oluşumların IŞİD’e karşı başarı şansı yüksektir. Ancak bu gruplar bütün enerji ve kaynaklarını rejim ile mücadeleye ve son dönemde Halep’i ele geçirmeye odaklamıştır. 
IŞİD’le mücadeleyi ise kesinlikle istememektedirler. Bu durumda sınırdaki yerel Türkmen ve Arap gruplar üzerinden bir çaba söz konusu olabilir. Ancak IŞİD 
ve YPG’nin aşırı güçlendiği bir ortamda bu bölgede yeni bir güç merkezi oluşturmak son derece zor gözükmektedir. Buna karşın söz konusu bölgedeki 
nüfus yapısı böyle bir çabayı destekleyecek niteliktedir. 

Bölge genelinde Araplar ve Türkmenler yaşamaktadır. Halk muhaliflere ve Türkiye’ye yakındır, bölgelerinde de ne IŞİD ne de YPG’nin varlığını istememektedir. 

Türkiye her iki senaryoda sınırının belli bir kısmını güvence altına almış olacaktır. Bundan sonraki süreçte de ortaya çıkan fırsatları kullanarak tampon bölgeyi 
doğu ve batıya doğru genişletebilir. Bunun yanı sıra artık sürdürülemez olduğu ifade edilen Suriyeli sığınmacı konusuna da nispeten bir çözüm bulunmuş 
olacaktır. 



***

SURİYE SORUNU VE TÜRK DIŞ POLİTİKASINA TOPLUMSAL BAKIŞ BÖLÜM 3



  SURİYE SORUNU VE TÜRK DIŞ POLİTİKASINA TOPLUMSAL BAKIŞ BÖLÜM 3



ORTADOĞU’DA BARIŞ VE İRAN’IN NÜKLEER TEKNOLOJİSİ 

BİLGE ADAMLAR STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ 



Bu bölümde Ortadoğu barışı ve İran’ın nükleer teknolojisi üç farklı soru ile ölçülmüştür. 

Ortadoğu’da barışı en çok tehdit eden ülke sorgulandığında: %66,3 ile İsrail ve %19,6 ile ABD en çok öne çıkan iki ülke konumundadır. İran’ı barış için tehdit 
olarak görenlerin oranı ise %3,5’te kalmaktadır. 

Bu konudaki görüşlerin demografik profile göre farklılaşması incelendiğinde: 

. Ortadoğu barışı için İsrail’i öncelikli tehdit olarak görenlerin oranı %78,4 ile AKP seçmeni ve %69,7 ile Sünni inanca sahip kişiler arasında en yüksek düzeydedir. Bu konudaki en düşük oran ise %30,8 ile BDP seçmeni arasındadır. 
. Ortadoğu barışı için ABD’yi tehdit olarak görenler en yüksek oranda %38,5 ile BDP seçmeni, %34,8 ile CHP seçmeni ve %35,5 ile Aleviler arasındadır. 
. İlginç bir bulgu ise, BDP seçmeninin Ortadoğu barışı için %15,4 oranında Türkiye’yi tehdit olarak görmesidir. 


Sizce Ortadoğu’da barışı en çok tehdit eden ülke/yönetim hangisidir? (%) 

Sizce İran sahip olduğu nükleer teknolojiyi gelecekte silaha dönüştürecek mi? 

İran’ın nükleer teknolojisi sorgulandığında; İran’ın sahip olduğu nükleer enerjiyi gelecekte silaha dönüştüreceğine inananlar %78,8 gibi yüksek bir orandır. 

Bu konudaki görüşlerin demografik profile göre farklılaşması incelendiğinde; bu konuda farklı demografik gruplar arasında önemli bir farklılaşma ve kırılmanın 
olmadığı görülmektedir. 


Sizce İran sahip olduğu nükleer teknolojiyi gelecekte silaha dönüştürecek mi? (%) 


Evet Dönüştürecek 
Hayır Dönüştürmeyecek 



Nükleer silahlara sahip bir İran Türkiye için tehdit midir? 


Evet Tehdittir; 59,4 

Hayır Tehdit Değildir; 40,6 


Nükleer silahlara sahip bir İran sorgulandığında; örneklemin %59,4’ü nükleer silahlara sahip bir İran’ı Türkiye için tehdit olarak görmektedir. 
Bu konudaki tehdit algısı en yüksek grup ise %68,9 ile CHP seçmenidir. 

Nükleer silahlara sahip bir İran Türkiye için tehdit midir? () 




 TÜRKİYE’NİN ETKİ SAHASI VE MUHTEMEL ÇATIŞMA ALANLARI 


Bu bölümde Türkiye’nin etki ve ilgi alanları ile muhtemel çatışma alanları iki farklı soru ile ölçülmüştür. 

Türkiye için en muhtemel çatışma/savaş tehlikesi sorgulandığında: %41,9 ile Türk-Kürt iç savaşı, %14,5 ile Türkiye-Suriye çatışması, %9,6 ile Türkiye-İsrail 
çatışması ve %9 ile Türkiye-Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi çatışması öne çıkmaktadır. 

Bu konudaki görüşlerin demografik profile göre farklılaşması incelendiğinde: 

. Türk–Kürt iç savaşı Alevilerle birlikte, CHP-MHP ve BDP seçmenince %46-56 aralığında daha fazla öne çıkarılırken, bu çatışmaya en az ihtimal veren parti 
seçmeni %34,1 ile AKP’lilerdir. 
. Türkiye-Suriye çatışması ise Suriye’ye sınır illerde yaşayanlar ve BDP seçmenince diğer gruplara göre daha fazla öne çıkarılmaktadır (%30,8 ve %26,9). 

Türkiye için en muhtemel çatışma/savaş tehlikesi hangisidir: 

Türkiye etki ve ilgi alanındaki hangi ülkelere ve sorunlarına müdahil olmalıdır? (%) 




Bu soru ile Türkiye’nin algılanan muhtemel etki ve ilgi alanları ortaya konulmaya çalışılmıştır. 



Kişiler tarafından, Kıbrıs ve müteakiben Kuzey Irak Türkiye’nin müdahil olması gereken en önemli etki alanı içinde tanımlanmaktadır. 
Ege Adaları ve Suriye bu iki alanı takiben gelmektedir. 
Bunun yanında Balkanlar, Gürcistan ve Afganistan Türkiye’nin müdahil olması gereken ülke ve bölgeler arasında en gerilerde kalmaktadır. 
Bu konudaki görüşlerin demografik profile göre farklılaşması müteakip tabloda verilmiştir. 





EK- UYGULANAN ANKET FORMU 

23 sorudan oluşan ve en fazla 5 dakikanızı alacak bu anket formu, Türkiye’nin Suriye ve Ortadoğu politikasına ışık tutmak amacıyla Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) tarafından hazırlanmıştır. Genel eğilim ve algıları ortaya koymayı amaçlayan anketten elde edilen veriler kişisel olarak değerlendirilmeyecek ve bu anlamda hiç kimse ile paylaşılmayacaktır. Araştırma sonuçları iki hafta içinde www.bilgesam.org adresinde yayımlanacaktır. Emek ve katkılarınız için teşekkür ederiz. 

1. Hükümetin Suriye Politikasını: 

a. Doğru Buluyorum 
b. Yanlış Buluyorum 

2. Türkiye Suriye’deki muhalif gruplara: 

c. Destek Olmalıdır 
d. Destek Olmamalıdır 

3. Türk uçağının düşürülmesi olayında Türkiye’nin tavrı ne olmalıydı: 

a. Türkiye’nin mevcut tavrı doğruydu 
b. Türkiye Suriye’nin hava savunma sistemlerini havadan vurmalıydı 
c. Türkiye Suriye’ye savaş ilan etmeliydi 
d. NATO desteğini de alarak Suriye’ye askeri müdahalede bulunmalıydı 
e. Fikrim Yok 

4. Türk uçağının düşürülmesi olayı Türkiye’nin imajını: 

a. Olumsuz Etkilemiştir 
b. Olumsuz Etkilememiştir 

5. Suriye’deki şiddet olaylarına karşı Türkiye’nin tavrı ne olmalıdır.

a. Suriye’nin iç sorunudur, bizi ilgilendirmez. 
b. Sorunun görüşmeler yoluyla çözümünü desteklemelidir. 
c. Suriye’ye uluslararası bir askeri müdahaleyi desteklemelidir. 
d. Fikrim Yok 

6. Suriye’ye karşı muhtemel bir askeri müdahalede Türkiye’nin rolü ne olmalıdır? 

a. Suriye’ye karşı hiçbir askeri operasyona katılmamalı ve bu operasyonları desteklememelidir. 
b. BM veya NATO şemsiyesi altında düzenlenebilecek operasyonlara sadece destek vermelidir. 
c. BM veya NATO şemsiyesi altında düzenlenebilecek operasyonlara muharip güçleri ile bizzat katılmalıdır. 
d. Suriye’ye karşı tek başına askeri müdahalede bulunmalıdır. e. Fikrim Yok 


 7. Suriye’deki çatışma ortamı en çok hangi ülkenin işine yaramaktadır: 

a. Esad Yönetiminin 
b. Türkiye’nin 
c. ABD’nin 
d. Rusya’nın 
e. İran’ın 
f. İsrail’in 
g. Çin’in 

8. Suriye’ye yönelik uluslararası bir askeri müdahale (Birden fazla cevap işaretlenebilir): 

a. Suriye halkının menfaatlerine hizmet eder. 
b. Türkiye’nin menfaatlerine hizmet eder. 
c. Ortadoğu’da barış ve huzura hizmet eder. 
d. Batılı emperyal devletlerin menfaatlerine hizmet eder. 
e. Fikrim Yok 

9. Sizce Ortadoğu’da barışı en çok tehdit eden ülke/yönetim hangisidir: 

a. İran 
b. İsrail 
c. Türkiye 
d. ABD 
e. Irak Merkezi Yönetimi 
f. Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi 
g. Esad Yönetimi 
h. Hamas 

10. Suriye’de Esad düşerse Suriye parçalanır mı? 

a. Evet Parçalanır 
b. Hayır Parçalanmaz 

11. Suriye parçalanırsa kuzeyinde bir Kürt devleti kurulur mu? 

a. Evet Kurulur 
b. Hayır Kurulmaz 

12. Suriye’de kurulacak bir Kürt devleti Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi ile birleşir mi? 

a. Evet Birleşir 
a. Hayır Birleşmez 

13. Sizce İran sahip olduğu nükleer teknolojiyi gelecekte silaha dönüştürecek mi? 

a. Evet Dönüştürecek 
b. Hayır Dönüştürmeyecek 

14. Nükleer silahlara sahip bir İran Türkiye için tehdit midir? 

a. Evet Tehdittir 
b. Hayır Tehdit Değildir 

15. Türkiye için en muhtemel çatışma/savaş tehlikesi hangisidir: 

a. Türk - Kürt İç Savaşı 
b. Türkiye – Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Çatışması 
c. Türkiye – Suriye Çatışması 
d. Türkiye – Yunanistan / Kıbrıs Rum Kesimi Çatışması 
e. Türkiye – İsrail Çatışması 
f. Türkiye – İran Çatışması 
g. Türkiye – Ermenistan Çatışması 
h. Türkiye – Rusya Çatışması 
i. Türkiye – ABD Çatışması 
j. Hiçbirisi 

16. Türkiye etki ve ilgi alanındaki hangi ülkelere ve sorunlarına müdahil olmalıdır 

a. (Birden fazla cevap işaretlenebilir): 
b. Kuzey Irak 
c. Suriye 
d. Dağlık Karabağ 
e. Afganistan 
f. Gürcistan-Osetya-Abhazya 
g. Kıbrıs 
h. Ege Adaları 
i. Balkanlar 
j. Filistin – Gazze 

17. Öğrenim Durumunuz: 

a. İlkokul Mezunu (5 yıllık) 
b. İlköğretim Mezunu (8 yıllık) 
c. Lise Mezunu 
d. Üniversite Mezunu (Ön lisans-Lisans) 
e. Yüksek Lisans – Doktora 

18. Cinsiyetiniz: 

a. Kadın 
b. Erkek 

19. Yaşınız: 

a. 18-29 
b. 30-39 
c. 40-49 
d. 50 yaş ve üzeri 

20. 2011 Genel Seçimlerinde oy verdiğiniz siyasi parti 

a. AKP 
b. CHP 
c. MHP 
d. BDP 
e. Diğer 

21. Etnik Kökeniniz 

a. Türk 
b. Kürt 
c. Zaza 
d. Arap 
e. Diğer 

22. Mezhebiniz 

a. Hanefi 
b. Şafii 
c. Alevi 
d. Diğer 

23. İkamet ettiğiniz İl: …… (Listeden seçmeli olabilir) 


BİLGESAM YAYINLARI 

Kitaplar 

Çin Yeni Süper Güç Olabilecek mi? Güç, Enerji ve Güvenlik Boyutları 

(Ed.) Doç. Dr. Atilla SANDIKLI 

Değişen Dünyada Türkiye'nin Stratejisi 

Doç. Dr. Atilla SANDIKLI 

Türkiye'nin Bugünü ve Yarını 

E. Bakan-Büyükelçi İlter TÜRKMEN 

Türkiye Cumhuriyeti'nin Ortadoğu Politikası 

E. Bakan-Büyükelçi İlter TÜRKMEN 

Türkiye’nin Vizyonu: Temel Sorunlar ve Çözüm Önerileri 

(Ed.) Doç. Dr. Atilla SANDIKLI 

İleri Teknolojiler Çalıştayı ve Sergisi (İTÇ 2010) Bildiri Kitabı 

Prof. Dr. M. Oktay ALNIAK 

IV. Ulusal Hidrojen Enerjisi Kongresi ve Sergisi Bildiri Kitabı 

Prof. Dr. M. Oktay ALNIAK 

Selected Articles of Hydrogen Phenomena 

Prof. Dr. M. Oktay ALNIAK 

Özgür, Demokratik ve Güvenli Seçim 

Kasım ESEN, Özdemir AKBAL 

Terörle Mücadele Stratejisi (Bilge Adamlar Kurulu Raporu ) 

Doç. Dr. Atilla SANDIKLI 

Türkiye’de Kürtler ve Toplumsal Algılar 

Dr. Mehmet Sadi BİLGİÇ 

Dr. Salih AKYÜREK 

Teoriler Işığında Güvenlik, Savaş, Barış ve Çatışma Çözümleri 

(Ed.) Doç. Dr. Atilla SANDIKLI  


Raporlar 

Rapor 1: Küresel Gelişmeler ve Uluslararası Sistemin Özellikleri 
Prof. Dr. Ali KARAOSMANOĞLU 

Rapor 2: Değişen Güvenlik Anlayışları ve Türkiye’nin Güvenlik Stratejisi 
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI 

Rapor 3: Avrupa Birliği ve Türkiye 
E. Büyükelçi Özdem SANBERK 

Rapor 4: Yakın Dönem Türk-Amerikan İlişkileri 
Prof. Dr. Ersin ONULDURAN 

Rapor 5: Türk-Rus İlişkileri Sorunlar-Fırsatlar 
Prof. Dr. İlter TURAN 

Rapor 6: Irak'ın Kuzeyindeki Gelişmelerin Türkiye'ye Etkileri 
E. Büyükelçi Sönmez KÖKSAL 

Rapor 7: Küreselleşen Dünyada Türkiye ve Demokratikleşme 
Prof. Dr. Fuat KEYMAN 

Rapor 8: Türkiye'de Bağımsızlık ve Milliyetçilik Anlayışı 
Doç. Dr. Ayşegül AYDINGÜN 

Rapor 9: Laiklik, Türkiye'deki Uygulamaları Avrupa ile Kıyaslamalar Politika Önerileri 
Prof. Dr. Hakan YILMAZ 

Rapor 10: Yargının İyileştirilmesi/Düzeltilmesi 
Prof. Dr. Sami SELÇUK 

Rapor 11: Yeni Anayasa Türkiye’nin Bitmeyen Senfonisi 
Prof. Dr. Zühtü ARSLAN 

Rapor 12: Türkiye'nin 2013 Yılı Teknik Vizyonu 
Prof. Dr. M. Oktay ALNIAK 

Rapor 13: Türkiye-Ortadoğu İlişkileri 
E. Büyükelçi Güner ÖZTEK 

Rapor 14: Balkanlarda Siyasi İstikrar ve Geleceği 
Prof. Dr. Hasret ÇOMAK, Doç. Dr. İrfan Kaya ÜLGER 

Rapor 15: Uluslararası Politikalar Ekseninde Kafkasya 
Yrd. Doç. Dr. Fatih ÖZBAY 

Rapor 16: Afrika Vizyon Belgesi 
Hasan ÖZTÜRK 

Rapor 17: Terör ve Terörle Mücadele 
M. Sadi BİLGİÇ 

Rapor 18: Küresel Isınma ve Türkiye'ye Etkileri 
Doç. Dr. İrfan Kaya ÜLGER 

Rapor 19: Güneydoğu Sorununun Sosyolojik Analizi 
M. Sadi BİLGİÇ, Dr. Salih AKYÜREK 
Doç. Dr. Mazhar BAĞLI, Müstecep DİLBER 
Onur OKYAR 

Rapor 20: Kürt Sorununun Çözümü İçin Demokratikleşme, Siyasi ve Sosyal Dayanışma Açılımı 
E. Büyükelçi Özdem SANBERK 

Rapor 21: Türk Dış Politikasının Bölgeselleşmesi 
E. Büyükelçi Özdem SANBERK 

Rapor 22: Alevi Açılımı, Türkiye’de Demokrasinin Derinleşmesi 
Doç. Dr. Bekir GÜNAY, Gökhan TÜRK 

Rapor 23: Cumhuriyet, Çağcıl Demokrasi ve Türkiye’nin Dönüşümü 
Prof. Dr. Sami SELÇUK 

Rapor 24: Zorunlu Askerlik ve Profesyonel Ordu 
Dr. Salih AKYÜREK 

Rapor 25: Türkiye-Ermenistan İlişkileri 
(Bilge Adamlar Kurulu Raporu) Yrd. Doç. Dr. Fatih ÖZBAY 

Rapor 26: Kürtler ve Zazalar Ne Düşünüyor? Ortak Değer ve Sembollere Bakış 
Dr. Salih AKYÜREK 

Rapor 27: Jeopolitik ve Türkiye: Riskler ve Fırsatlar 
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI 

Rapor 28: Mısır’da Türkiye ve Türk Algısı 
M. Sadi BİLGİÇ, Dr. Salih AKYÜREK 

Rapor 29: ABD’nin Irak’tan Çekilmesi ve Türkiye’ye Etkileri 
Doç. Dr. Cenap ÇAKMAK, Fadime Gözde ÇOLAK 

Rapor 30: Demokratik Açılım ve Toplumsal Algılar 
(Bilge Adamlar Kurulu Raporu) Dr. Salih AKYÜREK 

Rapor 31: Ortadoğu’da Devrimler ve Türkiye 
Doç. Dr. Cenap ÇAKMAK, Mustafa YETİM, Fadime Gözde ÇOLAK 

Rapor 32: Güvenli Seçim: Sorunlar ve Çözüm Önerileri 
Kasım ESEN, Özdemir AKBAL 

Rapor 33: Silahlı Kuvvetler ve Demokrasi 
Prof. Dr. Ali L. KARAOSMANOĞLU 

Rapor 34: Terör Önleme Birimleri 
Kasım ESEN, Özdemir AKBAL 

Rapor 35: İran, Şii Hilali ve Arap Baharı 
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Emin SALİHİ 

Rapor 36: Yeni Anayasadan Toplumsal Beklentiler 
BİLGESAM 

Rapor 37: Etnik Çatışma Teorileri Işığında Dağlık Karabağ Sorunu 
Yrd. Doç. Dr. Reha YILMAZ, Elnur İSMAYILOV 

Rapor 38: Çağcıl Hukuk Sistemlerinde ve Türkiye’de Tutuklama 
(Bilge Adamlar Kurulu Raporu) 

Rapor 39: Afrika’da Türkiye ve Türk Algısı 
BİLGESAM 

Rapor 40: Kaos Senaryolarının Merkezinde İran 
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Bilgehan EMEKLİER 

Rapor 41: Ermenistan’da Türkiye ve Türk Algısı 
Dr. Salih AKYÜREK 

Rapor 42: Yasa dışı Göç ve Türkiye 
(Bilge Adamlar Kurulu Raporu) 
Emine AKÇADAĞ 

Rapor 43: Kırgızistan’da Türkiye ve Türk Algısı 
Dr. Salih AKYÜREK 

Rapor 44: Kazakistan’da Türkiye ve Türk Algısı 
Dr. Salih AKYÜREK 

Rapor 45: Çatışma Çözümü ve Türkiye’de Kürt Meselesi 
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Erdem KAYA 

Rapor 46: Afganistan’ da Sivil Ölümleri 
Dr. Salih AKYÜREK, Nursema KIBRIS, Dilara ÜNAL 

Rapor 47: İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri 
(Bilge Adamlar Kurulu Raporu) 
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Bilgehan EMEKLİER 

Rapor 48: Çağcıl Hukuk Sistemleri ve Türkiye’de İşkence 
Erkam MALBELEĞİ 

Rapor 49: Balkanlarda Türkiye ve Türk Algısı 
Dr. M. Sadi BİLGİÇ, Dr. Salih AKYÜREK 


Demokratikleşme ve Sosyal Dayanışma Açılımı 
Bilge Adamlar Kurulu Raporu 

İleri Teknolojiler Çalıştayı ve Sergisi (İTÇ 2010) Sonuç Raporu 
BİLGESAM 

İleri Teknolojiler Çalıştayı ve Sergisi (İTÇ 2011) Sonuç Raporu 
BİLGESAM 



Dergiler 

Bilge Strateji Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Güz 2009 

Bilge Strateji Dergisi Cilt 2, Sayı 2, Bahar 2010 

Bilge Strateji Dergisi Cilt 2, Sayı 3, Güz 2010 

Bilge Strateji Dergisi Cilt 3, Sayı 4, Bahar 2011 

Bilge Strateji Dergisi Cilt 3, Sayı 5, Güz 2011 

Bilge Strateji Dergisi Cilt 4, Sayı 6, Bahar 2012 


Söyleşiler 

Bilge Söyleşi-1: Türkiye-Azerbaycan İlişkileri 
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI ile Söyleşi 
Elif KUTSAL 

Bilge Söyleşi-2: Nabucco Projesi 
Arzu Yorkan ile Söyleşi 
Elif KUTSAL, Eren OKUR 

Bilge Söyleşi-3: Nükleer İran 
E. Bakan-Büyükelçi İlter TÜRKMEN ile Söyleşi 
Elif KUTSAL 

Bilge Söyleşi-4: Avrupa Birliği 
Dr. Can BAYDAROL ile Söyleşi 
Eren OKUR 

Bilge Söyleşi-5: Anayasa Değişikliği 
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI ile Söyleşi 
Merve Nur SÜRMELİ 

Bilge Söyleşi-6: Son Dönem Türkiye-İsrail İlişkileri 
E. Büyükelçi Özdem SANBERK ile Söyleşi 
Merve Nur SÜRMELİ 

Bilge Söyleşi-7: BM Yaptırımları ve İran 
Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI ile Söyleşi 
Sina KISACIK 

Bilge Söyleşi-8: Füze Savunma Sistemleri ve Türkiye 
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI ile Söyleşi 
Eren OKUR 

Bilge Söyleşi-9: Gelişen ve Değişen Türk Deniz Kuvvetleri’nin Bugünü ve Yarını 
E. Oramiral Salim DERVİŞOĞLU ile Söyleşi 
Emine AKÇADAĞ 

Bilge Söyleşi-10: Soru ve Cevaplarla Yeni Anayasa 
Kasım ESEN ile Söyleşi 
Özdemir AKBAL 

Bilge Söyleşi-11: Türk Hava Kuvvetleri’nin Bugünü ve Yarını 
E. Hv. Korgeneral Şadi ERGÜVENÇ ile Söyleşi 
Emine AKÇADAĞ 

Bilge Söyleşi-12: Arap Baharı Süreci, Mısır Seçimleri, Türkiye-Suriye Krizi 
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI ile Söyleşi 
Ali SEMİN 


***