3 Ekim 2017 Salı

Türk Ordusu Kuzey Irak’ta bulunmalı

 Türk Ordusu Kuzey Irak’ta bulunmalı


Necati Özgen:
29.11.2004/Sayı:70
(E) Org.Harp Akademileri Eski Komutanı

Harp Akademileri Eski Komutanı (E) Org. Necati Özgen:
Türk Ordusu Kuzey Irak’ta bulunmalı



Harp Akademileri Eski Komutanı (E) Org. Necati Özgen

ABD Kuzey Irak’ta Kürt Devleti kurmak istiyor

TÜRKSOLU: Kuzey Irak’ta ABD’nin hamiliğinde ve gözetiminde bir Kürt Devleti kurulmaya çalışılıyor. Son dönemde bu konuda ABD büyük ilerleme kaydetti. Kürt Devleti tehlikesi gittikçe daha da gerçek hale gelmeye başladı.

NECATİ ÖZGEN: ABD, Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulmasını istiyor. Ancak bu Kürt Devleti ABD’nin koruyuculuğunda, onun desteğini arkasına alırsa varolabilir. Eğer ABD destek olmazsa, orada bir Kürt Devleti kurulamaz ve yaşayamaz. Yani o vahşi arazide, denizi ve havalimanı olmayan, hava sahası komşu ülkeler tarafından kapalı bir devletin orada tek başına yaşaması olası değil. O zaman hepimizin mutabık olması gerekir ki Kürt Devleti ancak ABD’nin desteğiyle kurulabilir. Ayrıca, Irak’a komşu ülkeler arasında Kürt devletini kabullenen yok. Suriye, İran, Türkiye bu devleti istemiyor.

Irak’taki son duruma baktığımız zaman, görüyoruz ki kamu kurum ve kuruluşlarında Kürtler çok yer elde etmiş. Örneğin Irak Geçici Yönetimi’nde 6 tane Kürt temsilcisi varken sadece bir tane Türkmen var. Türkmenler hiçbir şekilde haklarını elde etmiş değiller. Geçici Anayasa’ya bakıyorsun, Türkmen bölgelerinin çoğunluğu Kürt bölgesinde kalıyor. Peki Kürt bölgesinde kalan Türkmenler ne olacak? Bu yıl Nisan’dan itibaren Türkmenlere yönelik bir takım mezalimler oldu. ABD’nin yaptıklarını değil, Kürt aşiretlerinin yaptıklarını kastediyorum. Bu bölgeler Kürt bölgesi içinde kaldığı zaman orada Türkmenlerin yaşama şansı ne olacak? Silinip gidecekler.

Bir de, Türkmenlerin silahı yok, örgütlenmemiş, lideri yok, parçalı Türkmen cephe ve partileri var. Bir birlik ve beraberlik orada sağlanamamış. Türkiye de oraya kolunu arzu ettiğimiz derecede uzatmamış, gerekli yardımları yapmamış. Şimdi geleceğe baktığınız zaman, Geçici Anayasa diyor ki, nüfus sayımı yapıldığı zaman Kürtler fazla çıkarsa, Kerkük Kürt bölgesi içine alınacak. O zaman mutlaka bir kaos olacak.

Musul ve Kerkük’ü bir barajın duvarı olarak düşünün. Eğer bu duvar yıkılırsa, barajın suları Türkiye’yi etkisi altına alır.

Türk Ordusu’nun Kuzey Irak’ta bulunması yeterli

TÜRKSOLU: Peki bu kaos yaşandığında, Türkiye, Türk ordusu ne yapacak?

NECATİ ÖZGEN: Böyle bir durumda Türkiye elini kolunu bağlayarak kalamaz diye düşünüyorum. Ancak Kerkük’e kadar bir operasyonun da şart olduğunu düşünmüyorum. O mesafede bir operasyona gerek olmayabilir. Kerkük çok uzak bir mesafe, kolay bir harekat olmaz.

TÜRKSOLU: Kerkük değilse, neresi?

NECATİ ÖZGEN: Yeter ki Türk Silahlı Kuvvetleri Kuzey Irak’ta bulunsun. Bunun mesafesi o kadar önemli değil. Kerkük’e kadar gitmese de olur. Kuzey Irak’ta bulunması Kürt peşmergeleri caydırmak ve Türkmenleri korumak için yeterli diye düşünüyorum.

Bu fırsatı tabii zamanında kaçırdık. Tezkere tartışmaları döneminde, Kuzey Irak’ta bulunalım dedik ama ABD kabul etmedi biliyorsunuz. Ama ondan önce, biz orada Silahlı Kuvvetlerimizi bulundurmuş olsaydık, şu durumların hiçbiri olmazdı.

TÜRKSOLU: Kuzey Irak’ta Kürt istilacılığı Türkmenler ve Türkiye için büyük tehdit oluşturuyor. Ancak ABD’nin bölgedeki varlığı da aynı derecede tehdit değil mi? ABD’nin Telafer’de düzenlediği operasyon bu konuda uyarıcı değil miydi?

Harp Akademileri Eski Komutanı (E) Org. Necati Özgen

Harp Akademileri Eski Komutanı (E) Org. Necati ÖzgenTelafer’de ABD Türkiye’yi tehdit etti

NECATİ ÖZGEN: Bence Telafer çok planlı bir olay. Telafer’de ABD şu mesajı verdi: “Türkiye sınırına en yakın ve Türkmenlerin meskun olduğu bir yere geliriz, gerekeni yaparız, gerekirse katliam da yaparız, hiç kimse de Türkiye de sesini çıkaramaz.”

Türkiye’ye çok yakın olduğu icin, Telafer’den güneye doğru inip Türkmen bölgesine gelirken, Musul yolunu kesiyorsun. Ovaköy Sınır Kapısı açılacaktı, gündemden tamamen çıkmış durumda.

Ayrıca ABD psikolojik bir üstünlük de sağladı. Ben bir Türkmen olsam; en yakınım Türkiye’nin herhangi bir müdahalesi olmamış, sadece söylemle geçiştirilmiş, bu kadar zayiat verilmiş, şehrimiz şöyle edilmiş... Bu bana açık bir gözdağıdır. Oradaki herkese, komşu ülkeler de dahil olmak üzere, Irak ve çevresindeki tüm ülkeler için gözdağı.

ABD Felluce’de katliam yapıyor

Felluce’de de çok büyük bir katliam yaşanıyor. Bir vahşet. Müslümanlar katlediliyor. Şu anda 600 bini geçti. Teknolojinin verdiği silahlarla yerle bir ediliyor binalar ve millet bir bir ölüyor. Bu katlima karşı dünya sessiz, Türkiye sessiz. Ben o zaman soruyarum nerede insan hakları, nerede İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi? Peki bu vahşete karşı neden dünya sesini çıkarmıyor? Dolayısıyla Şiiler de Felluce konusunda bir birliktelik olmadı. Neden olmadı? ABD eminim ki bu birleşikliği ayırmak için yoğun psikolojik harp uyguladı Bir de Şiiler çoğunluk olmalarına rağmen, yüzyıllardır hiç hükümet olmamışlar. 31 Ocak’ta da seçim yapılacak. Bu ülkenin %65’i madem ki Şii, belki yönetimde ağırlıklı bir durumda oluruz diye düşünüyorlar.

TÜRKSOLU: Irak’ta ancak laik-milliyetçi bir hareket direnişi birleştirebilir.

NECATİ ÖZGEN: Kesinlikle öyle olmalı. Tabii. Mutlaka devletin bütünlüğü ve egemenliğinin sağlanması bizim ve komşu ülkeler için önemli. ABD komşu ülkelerin de etkili olmasını, sesini çıkarıp birleşmesini, İran-Irak-Suriye-Türkiye siyaseten birleşmesini istemiyor.

Benim endişem şu. ABD Ortadoğu’da parcça parça devletler kurmak istiyor ABD: Kendine bağlı, kendisinin gözetiminde, devletçikler kurmak, o da Ortadoğu’nun İmparatoru olacak.

TÜRKSOLU: Türkiye Kandil Dağı’ndaki PKK varlığına nasıl son verecek?

Kuzey Irak’taki PKK kamplarına operasyon şart

NECATİ ÖZGEN: PKK Kandil Dağı’nı merkez olarak kullanıyor, ama daha önce sınırötesi operasyonlarla boşalttığımız, sınırımıza yakın yerlerdeki kamplarına tekrar yerleşmiş durumda. Yapılacak şey şu: ABD madem ki Irak’ın güvenliğinden sorumlu. ABD’yle konuşacağız. Diyeceğiz ki, “PKK bir terör örgütü ve sen bunu terör örgütü listene de almıştın. Sizden defalarca istedik, bunları etkisiz hale getirin diye, ama getirmediniz. O zaman bunu müşterek yapalım.”

Kabul etmediler mi?

“ O zaman ben kendim yapacağım. Bunun başka bir yolu yok. Kuzey Irak’taki PKK kamplarına bir harekat düzenleyeceğim. Sen nasıl binlerce kilometre öteden gelmişsin. Ben ayağımın dibindeki, benim güvenliğimi tehdit eden bir terör örgütüne karşı nasıl harekat yapmam?”
Buna kimse bir şey diyemez. Bu meşru müdafaa.

Harp Akademileri Eski Komutanı (E) Org. Necati Özgen


Harp Akademileri Eski Komutanı (E) Org. Necati Özgen

< Ben şahıs olarak, ABD’yi bir dost olarak görmüyorum. Uzun süre Güneydoğu’da görev yaptım. Çekiç Güç’ün Cudi Dağı’na, PKK’ya, malzeme attığını ben ve ekibim iki defa gözlerimizle gördük. Eşref Paşa’yla beraber Kuzey Irak’a giderken, Çekiç Güç’ün uçaklarıyla bizi taciz eden ABD’ydi.>

TÜRKSOLU: Üstelik PKK terörü son dönemde yeniden arttı.

NECATİ ÖZGEN: Tabii. Son 5 ayda PKK terörüne 47 şehit verdik. Nasıl bir vurdumduymazlık anlamak mümkün değil. Bu terör bu şartlarda, bu stratejiyle, böyle devam eder, bitmez. AB’nin isteklerine boyun eğdikçe, teröristbaşı Apo dahil olmak üzere ortada dolaşan lider bozuntusu insanların söylemlerine izin verdikçe, ilgili partilere göz yumdukça terör böyle devam eder. Önlem alacağımıza ne yapıyoruz. Bunları bakanlıklarda ağırlıyoruz. Resmi olarak makamımızda kabul ediyoruz, hatta yeşil pasaport veriyoruz. Ben böyle bir siyaseti, böyle bir diplomasiyi anlayamıyorum. Ama bir yerde ip kopacak. Bir yerde karar vermek gerekecek.

Teröristler gelsin, Türk Devleti’nin ve Türk adaletinin şefkatli kollarına teslim olsunlar.

Hürriyet Gazetesi bir pazar ilavesinde Kandil Dağında PKK’lı teröristlerle röportaj yapmış. Öyle bir yayınlanmış ki, sanırsınız onlar terörist değil. Gitar çalıyorlar. Güya artık eli kanlı terörist değiller. Ama bakın son 5 ayda 47 şehit verdik. Sorsanıza o teröriste: Kaç terör eylemine karıştın, kaç askerimizi şehit ettin, kaç vatandaşımızı öldürdün?

TÜRKSOLU: ABD Irak işgalinde Kürt aşiretlerini adeta bir yedek güç gibi kullanıyor. Kürt aşiretleri de ABD işbirlikçiliği yapmaktan memnun görünüyor. ABD’nin ve Kürt aşiretlerinin bu birlikte hareket etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

ABD Irak’ta Kürtleri kullanıyor

NECATİ ÖZGEN: ABD’nin Irak’taki toplam askeri gücü 135 bin. Bu kadar güçle Irak’ta kontrolü ele alması mümkün değil. Eğer, karşıdaki direnişçiler, gayrinizami harp tekniklerini biraz daha iyi bilseler ABD’ye kök söktürürler. Dolayısıyla, bu askeri güçle güvenliği sağlayamadıkları için gözünü kara bürümüş havadan ve karadan tanksavar silahlarla helikopterlerle yerle bir ediyor.

Harbin de bir hukuku ve kuralı var. Ona uyarsa yapamıyor, iyisi mi her tarafı mahvedeyim, yerle bir edeyim, öyle kazanayım. İnsani kurallarla bu işi başarması zaten mümkün değil. Askeri yetmediği için de, kendisinin 1991’den beri eğittiği Kürt peşmergelerini takviye olarak kullanıyor. Onlar da biraz bölgeyi ve insanları tandığı için, her şehrin özelliklerni bildiği adeta bir kılavuz görevi de görüyor.

Kürt aşiretleri çok yanlış yapıyor. ABD güya süper devlet diye onun koltuğunun altına sığınmış, bir takım kazanımlar elde etmeye çalışıyorlar, ancak ABD dünyanın sonuna kadar orada kalmayacak. İşte, o zaman Sünniler, Şiiler, mahvedecek onları. Kürt aşiretleri bunun farkında değil.

Kürt aşiretleri bu yanlışı tarih boyunca hep yapmıştır. Hep de kaybetmiştir.

Türkiye-İran-Suriye triosu Kürt Devleti tehdidine karşı birlikte hareket etmeli

Yapılması gereken Türkiye’nin koordinatörlüğünde İran-Suriye-Türkiye bu konuda sık sık görüşmeli, artık ortak bir paydada birleşmeli ve Kürt Devleti’ne karşı bir strateji uygulamalı. Bakın Suriye’de Kamışlı’da bir olay çıkarttılar, Kürtleri nasıl ayaklandırdılar. Yarın İran’da da yaparlar bunu. Zaten İran Silahlı Kuvvetleri PKK’yla mücadele ediyor. O yüzden bu üç devlet, Irak’ı da katarsak dört devlet, aklını başına almalı ve üçlü trio’yu oluşturmalı. Bir konsensüs sağlamalı ve Irak’ın toprak bütünlüğünü sağlanması bakımından biraraya gelmeli. Başka bir çözüm yolu yok.

TÜRKSOLU: Güneyimizde Kürt Devleti tehdidi ve Kıbrıs, batımızda Ege Sorunu, doğumuzda Ermeni sorunu. Türkiye adeta bir kuşatma altında. Ve Türkiye’nin dost ve müttefik olarak belirlediği AB ve ABD Türkiye’nin bu kuşatmayı yarmasını desteklemenin de ötesinde, bu kuşatmayı bizzat yaratan güçler. Acaba Türkiye’nin dost ve müttefik olarak belirlediklerini sorgulamasının vakti gelmedi mi?

ABD dostumuz değil

NECATİ ÖZGEN: Ben şahıs olarak, ABD’yi bir dost olarak görmüyorum. Ben uzun süre Güneydoğu’da görev yaptım. ABD’nin o bölgede yaptıklarını gördüğüm için dost olarak değerlendiremiyorum. Çekiç Güç’ün Cudi Dağı’na, PKK’ya, malzeme attığını ben ve ekibim iki defa gözlerimizle gördük. Eşref Paşa’yla beraber Kuzey Irak’a giderken, Çekiç Güç’ün uçaklarıyla bizi taciz eden ABD’ydi.

Şimdi ben bu durumda ABD’ye dostum diyebilir miyim? Yıllardır PKK’ya destek veren, bizi taciz eden, orada 91’den beri Kürt Devleti’ni kurmaya çalışan ABD mi? Şimdi de PKK’yı koruyan, PKK’yla devamlı görüşen, PKK’ya karşı mücadelemizi engellemeye çalışan, bize karşı bir argüman olarak kullanmaya çalışan bir devleti nasıl dost olarak görebilirim?

Bu demek değil ki onu düşman olarak göreyim. Hayır. Herkesle nasıl geçiniyorsak onlarla da öyle geçinelim. Stratejimizi, siyasetimizi ona göre belirleyelim. Masaya yatıralım.

Bir de şöyle bir durum var. Birisi bana Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri ABD’nin bize bir faydası dokunmuş mu söylesin. 1974’te Kıbrıs Çıkartması’ndan sonra ambargo uyguladılar. PKK’yı desteklediler, Kuzey Irak’ta Kürt Devleti kurmaya çalıştılar, 1963’te Kıbrıs’a müdahalemizi Johnson mektubuyla engellediler, Kore’de uzak diyarlarda vatan evlatlarımızın yok yere kaybetmemize neden oldular, Ermeni Soykırım Yasa Tasarıları’nı geçirdiler, Kıbrıs’ta Yunan’ı desteklediler, Kıbrıs’ta ABD silahlarını kullanmamızı engellediler.

TÜRKSOLU: Belli stratejilerimizi sorgulayalım ve değiştirelim diyorsunuz. Peki, hemen güneyimizdeki sıcak olaylara karşı Türk Devleti nasıl önlem almalı?

NECATİ ÖZGEN: Türkiye’nin bekası ve refahı son derece önemli. Beka olmadan, güvenlik olmadan refah olmaz. Ben önce güvenliğimi düşünmek zorundayım. Bu gidişat Türkiye’ye zarar veriyor. Olaylar öyle gelişiyor. Benim güvenliğimi etkiliyorsa, yarın orada Kürt Devleti kurulursa veya bizim Güneydoğumuzu birleşik kaplar yasasında olduğu gibi etkilerse, bir şeyler yapmam gerekir.

Peki AB ve ABD ne yapıyor? Avrupa Birliği raporlarında içerisinde Kürtler de azınlıktır diye söyleniyor. Hapisten çıkan Leyla Zana, Hatip Dicle gibi insanları el üstünde tutuyorlar.

Bir yandan da Türkiye’de bütün Kürtçü partiler birleşip tek bir parti kuruyorlar, PKK’ya genel af çıkaracaksınız diyorlar, biz Cumhuriyet’in asıl kurucusuyuz, anayasa değişmeli diyorlar. ABD ve AB niçin bunların bu söylemlerine karşı gelmiyor? Öyleyse ne çıkıyor ortaya? ABD’nin ve AB’nin taktiği bizi etkiliyor. Biri söylesin, bize yapılan dayatmaların manası ortaya niye çıkmıyor: Nereye gidiyoruz? Bölünmeye gidiyoruz. Güneydoğu’daki Kürt vatandaşlarımız bizim kardeşimiz. Onlar birinci sınıf vatandaş. Onlar böyle bir şey istemiyor. Bıktık diyorlar terörden.

Türk Silahlı Kuvvetleri taviz vermeyecektir

AB ve ABD’nin PKK’yı ve Kuzey Irak’ı kullanarak, Türkiye’ye bu yaptıklarının neticesinde ne çıkar ortaya? Güneydoğu’da bir federasyon ya da özerklik... Buna müsaade eder miyiz. Buna müsaade etmeyeceğiz. Ben vatandaş Necati Özgen olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerlerini kesinlikle değiştirtmem. Bunu engellemek için elimden geleni yaparım. Silahlı Kuvvetler de Türkiye’nin temel değerlerini yıpratmayacaktır. Kesinlikle bu konuda taviz vermeyecektir. Bunu herkes böyle bilsin. Bu kadar tecrübe yaşamış, olayların içinde yaşamış birisi olarak söylüyorum.

TÜRKSOLU: Ege’de de Yunanistan’ın aidiyeti belirsiz adalar üzerinde hak idda etmesi ve uçaklarımızı taciz etme olayları yaşandı. Ege’de son durum nedir?

NECATİ ÖZGEN: Ege konusu Kıbrıs konusu kadar önemli. Bu yılın sonuna kadar Ege sorununu iki kıyıdaş ülke, yani Türkiye ve Yunanistan, çözüme kavuşturmadığı takdirde konu, Lahey Adalet Divanı’na gidecek.

Şu anda Ege Sorunu’nda hükümetimiz ne yapmıştır. Ege sorununda hiçbir mesafe alınmamıştır. Ege’de toplam 1800 ada var. Bunların 156’sının aidiyeti belirsiz. Bu adalara Yunanistan şimdi bayrak dikmeye başladı. Biz 1996-97 yıllarında Kardak kayalıkları için savaşı göze almıytık, şimdi şu olaylar olurken Hükümet ne yapıyor? Soruyorum. Siz de TÜRKSOLU olarak sorun.

Durum aslında çok ciddi. O adaları da kaybedersek Ege Denizi’nde dışarıya çıkamıyoruz. Çünkü, Yunanistan’a ait olduğu zaman o adaların da karasuları Yunanistan’ın karasularına eklenecek. Yani, Yunan karasuları 6 milden 12 mile çıkmasa bile, bu adalar sayesinde yine artmış olacak. Lozan Anlaşması imzalandığında Ege Denizi’nin uluslararası kullanıma ve geçişe açık alanı %75’ti. Adaların da karasularını eklediğin zaman kullanım alanı %25’e iniyor. AB uğruna bu kabul edilebilir mi? Türkiye’nin Ege Denizi’ne çıkışı imkansız hale geliyor.

TÜRKSOLU: Peki Türkiye bu kuşatmayı nasıl yaracak?

Kıbrıs Devleti’ni tanırsak adada kaos çıkar

NECATİ ÖZGEN: Biz bu tip uyarıları yaptığımız zaman “Efendim biz bu tip gelişmelere izin vermeyiz. Ege’yi vermeyiz, Kürt Devleti’ne izin vermeyiz” diyorlar. Kıbrıs’ı da vermeyiz diyorlardı. Ama Kıbrıs’taki durum ortada. O adayı artık kaybettik diyebiliriz. Ben gidişata bakıp uyarılarımı yapıyorum. Gidişat değişmezse Ege de gider, Kıbrıs zaten gitti, güneyimizde Kürt Devleti de kurulur.

Bakın şimdi Kıbrıs Devleti’ni tanıyın diyorlar. Tanımazsanız AB’ye almayız diyorlar. Tanırsak KKTC ne olacak? Kıbrıs Devleti’ni tanıdığınız anda Kıbrıs’ın tümünü AB’ye teslim etmiş olursunuz. O zaman ne olacak? askerinizi çekin diyecekler. Bakın o zaman neler olacak. O zaman kaos başlayacak.

Türkiye büyük ve güçlü bir devlet. Türkiye’de birlik ve beraberlik lazım. Atatürk de bu konuya dikkati çekmiş: “İç cephe” demiş. İç cepheyi düzeltmemiz lazım. Kıbrıs’ı böyle kaybettik. Kıbrıs’ta ve Türkiye’de iç cephe sağlam olmadığı için kaybettik. Türk milletinin birlik ve beraberliğini sağlamak lazım.

O zaman Türkiye İstiklal Harbi’nde olduğu gibi uzun vadeli planlama yapacak. 10-15 yıllık bir ekonomik planlama yapacak. Halka da anlatacak: “Ulusal birliğimizi, egemenliğimizi, bağımsızlığımızı, sınırlarımızı korumak zorundayız.” İstklal Harbi’nde de böyle olmadı mı? Halka güvenip kazandık. Bu halkın milli şuuru, refleksi hâlâ sağlam. Türk milleti çok rahat bir şekilde bunun da altından kalkar. Yeter ki önce Türkiye’yi düşünelim.


http://www.turksolu.com.tr/70/soylesi70.htm


Tük Ordusu ulusuna bağlı, Atatürkçü, ulusalcı bir güçtür


Tük Ordusu ulusuna bağlı, Atatürkçü, ulusalcı bir güçtür

Osman Özbek 
23.06.2003/Sayı:33

Türk Ordusu ulusuna bağlı, Atatürkçü, ulusalcı bir güçtür,
Geçtiğimiz ay Sayın Vural Savaş’la birlikte 24 Mayıs-4 Haziran tarihleri arasında Avrupa Atatürkçü Düşünce Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı sayın Dursun Atılgan’ın çağrılısı olarak Almanya’ya gittik. Köln şehrinde bir konferans verdik. Bu konferans Almanya’da yapacağımız konferansların ilki idi. Konferansın konusu “Küreselleşen Dünyada Atatürkçülüğün Önemi”ydi. Karşılıklı soru ve yanıtlarla yararlı bir konferans oldu.

Küreselleşme, fakiri daha fakir zengini daha zengin yapıyor

Yaptığımız bütün toplantılarda vatandaşlarımızın yoğun ilgisiyle karşılaştık. Küreselleşmeyi vatandaşlarımızın çok iyi bildiğini gördük. Küreselleşmenin emperyalizmin parayla uygulanış biçimi olduğunu da vatandaşlarımız biliyor. Vatandaş küreselleşmeyi, fakirin daha da fakirleştiği, zengininse daha da zenginleştiği adı konmayan vahşi bir liberalizm olarak tanımlıyor. Uluslararası sermayeye sınırlarının açılması, ulusal devletlerin zayıflatılmasını ve yerel yönetimlerle işbirliğine gidilmesini öngören bir sistem olduğunu da görüyorlar.

3 Trilyon dolara yakın bir para çokuluslu şirketler (ÇUŞ) aracılığıyla geniş bir pazarı dolaşıyor. Ama dolaşırken fakir ülkeler genelde ve güdümlü zayıf hükümetler tarafından yönetildiği için gerekli koruyucu önlemler alınamamaktadır. Zaten, tüm dünyada zayıf hükümetler güçlü devletlerin denetimi veya kredisi ile kurulmaktadır. Böyle olunca zengin devletler kendi ulusal yapılarını devam ettirirken özellikle Türkiye gibi ülkeleri sadece pazar olarak görmektedirler. Geçmişte Ecevit bu olayı ‘Onlar ortak biz pazar’ diyerek ifade etmişti. Pazar olarak görülen ülkelerde fakirlik her zaman artmıştır. Türkiye gibi pazar olan ülkelerde KİT’lerin ve ulusal devletin yok edilmesi onların ana hedeflerinin başında gelmektedir. Yani devletin vatandaşlarına verecek hiçbir şeyi olmayacak, o vatandaş çokuluslu şirketlere veya onların sahibi devletlere yani başta Amerika ve AB ülkeleri olmak üzere el açacak ve devamlı borçlu olacak.

Küreselleşme; Sovyetler Birliği’nin 1989 yılında çökmesiyle birlikte dünyanın tek kutuplu yapıya dönüşmesidir. Amerika’nın bu Yeni Dünya Düzeni’ne düşüne Avrupa ülkeleri de AB kutuplaşmasıyla karşı koymaktadır. Sonuç olarak Amerika’nın da AB ülkelerinin de çıkarları ortaktır. Yani hedef fakir ülkeleri mümkün olduğu kadar sömürmektir. Bunu yapmak için de sömürecekleri ülkeleri daha da zayıflatacak uygulamalara gitmektedirler. Oralarda ne kadar ayrılık varsa körüklemekte, mümkünse yeni ayrılıklar yaratmaktadırlar. Örneğin AB, işine öyle geldiği için Kıbrıs’taki Türk varlığını tanımamakta ve Güney Kıbrıs’ı AB’ye tek bir Kıbrıs olarak alabilmiştir. Vatandaşlarımızla yaptığımız söyleşilerde vatandaşın bütün bunları bildiğini ancak aydınlardan ve siyaset adamından bu sorunların çözümünü beklediklerini gördüm. Kısacası vatandaş çare peşinde, bu nedenle bizler ne olacak, ne yapabiliriz sorularına yanıt vermek durumunda ve sorumluluğundayız.

Türkiye dayatmaların kıskacında

Türkiye irtica, yolsuzluk, AB dayatmaları ve Amerika’nın ÇUŞ’lar, IMF ve Dünya Bankası aracılığıyla dayatmalarının kıskacındadır. Ortadoğu’da, bu coğrafyada yer alan Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanları elbette ki çok olacaktır. Bunun hal çaresi üzülmek değildir. Bunun çözümünü Silahlı Kuvvetler’den beklemek hata değilse kolaycılıktır. Yeni bir Atatürk beklemek kesinlikle değildir. Tek çare halkın tamamen birleşik örgütlenmesinden geçmektedir. Küçük düşünce farklarından dolayı ayrılıklar yanlıştır. Atatürkçü Düşünce ulusalcıdır, laik-demokratiktir, halktan yanadır, işçiden yanadır. Bu nedenle vatandaşlarımızı kimsenin bölmeye hakkı yoktur. Bu bölünmeyi ortadan kaldırmak ulusal bir görev ve sorumluluktur. Çünkü düşmanlarımız çoktur...

Bir söz vardır: ‘İstikbal pazarında gözyaşlarının yeri yoktur.’ Yani geleceğimizi eğer şekillendirmek istiyorsak ağlamanın, sızlamanın hiçbir yararı yoktur. Devamlı gülmeliyiz. Bu sorunlar ağlayarak, üzülerek ve avuç açarak çözülemez. Bugüne kadar bunu yapmışız ve geldiğimiz yer bellidir...

Emperyalistler Kemalizmi ve Silahlı Kuvvetler’i  İstemez

Emperyalist ülkeler her zaman zayıf hükümetleri isterler ama ulusal devletleri ve ulusal devletin temelini teşkil eden Kemalizmi hiç istemezler. Ulusal devleti koruyan, kollayan ulusal bir silahlı kuvvetleri de istemezler. Onun için Silahlı Kuvvetler’e ve Atatürk’e saldırılmaktadırlar. AB ülkeleri Silahlı Kuvvetler’i yasalarla ve daha sonra siyaset yoluyla pasifize etmeye çalışıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri kesinlikle demokrasiden yanadır. Demokrasinin karşıtı bir harekette bulunmamıştır. Her zaman demokrasiyi yozlaştırmaya çalışanlara karşı olmuştur. Hiçbir zaman da uzun süreli iktidarda kalmayı düşünmemiştir. Yaptıklarını da halkın istekleri doğrultusunda yapmıştır. Halka rağmen bir şey yapmamıştır. Çünkü Atatürk’ün Ordusu’dur. Devrimleri yaparken de kahraman Ordumuz her zaman Atatürk’ün yanında olmuştur.

Emperyalizm azınlıklar yoluyla bölmeye çalışır

Küreselleşmede ülkenin zenginlikleri olan bir takım kültürel ve tarihsel olgular abartılır ve ayrı ayrı kimliklere dönüştürülür. Bunlara azınlık statüsü tanınmaya çalışılır. Çerkezlikten, Gürcülükten, Araplıktan bahsedilir. Bununla birlikte bir takım dini özgürlüklerden de bahsedilir. Bu da aslında her tarikata ayrı bir devlet kurma hakkı haline getirilir. Mesela Metin Kaplan neden Anadolu Federe İslam Devleti’nden bahsediyor? “Ben Anadolu’nun tamamını istemiyorum. Benim dini inancımı taşıyanlarla birlikte küçük devletlerden biri olmak istiyorum” diyor. Yani millet temeline değil cemaat temeline dayanan bir devlet isteği var altında. Bu çevrelerin dini özgürlükten anladıkları her cemaatin bir devlet olma özgürlüğü. Bütün bunlar dış güçlerin destekleriyle oluşan oluşumlar. Örneğin Cemalettin Kaplan Almanya veya benzeri ülkelerin yol ve yön göstermelerinden hareket ediyor.

Medya halkı uyutuyor

Son televizyon programları genelde ülke sorunlarına değinmediği gibi gençlerimizin sorunlarına da eğilmiyor. Ağalık düzenini savunur. Bundan 50 yıl önceki Türk filmlerini seyredenler gibiyiz. Dizide bir genç kız hastalanıyor, günlerce herkes onun başında. Türkiye nereye gidiyor, 6. Uyum Paketi ne getiriyor, ne götürüyor kimsenin umrunda değil. O zaman Türk ulusu bu televizyonları protesto etmelidir. Dizilerin biri bitiyor, biri başlıyor. Bir dizi üç kanalda birden oynuyor. Sonra da futbol başlıyor!... Yani herkesi meşgul edecek bir şeyler mutlaka oluyor. Sonuç olarak insanlarımız ekran başına kilitlenmektedir. Televizyon bitince cep telefonları çalışmaya başlıyor. Sabah olunca internet kafelerde ‘çet’ başlıyor. Bilgisayar kullanmayanlar da kahvelerde çekirdek çitliyor. Yani biri ‘çet’liyor, biri ‘çit’liyor. Halkımız bunları hak etmiyor. Tüketen bir toplumun, ahlaksız bir toplumun, soyulan bir toplumun, sesi çıkmayan bir toplumun siyasetçi tarafından kandırılan bir toplumun bir bireyi olmamak için bilinçlenmeliyiz, kol kola girmeliyiz, birbirimiz desteklemeliyiz. Bunda kazanacağımız çok şey var ama kaybedeceğimiz hiçbir şey yok.

Türk Ordusu Atatürk dönemindeki ordudur

Çare halkın kendisindedir. Atatürk Samsun’a çıktığında Atatürkçülük diye bir şey yoktu. Kendisi ve yanındaki genç 15-20 arkadaşı vardı. Türkiye aynı biçimde işgale uğramış durumda. Bu gün işgalini ÇUŞ’larla yapıyor. Bu ÇUŞ’lara artık çüş demenin zamanı gelmiştir. Bu da yepyeni yüzlerle tertemiz ellerle oluşturulan bir siyasi partide birleşmekle mümkündür. Lider beklemek, yeni bir Atatürk beklemek yanlıştır, çünkü beklemekle gelmez. Lider de Atatürk de Türk halkının kendisidir. Hepimiz birer Atatürk’üz.

Son dönemde Türk Ordusu’na yönelik çeşitli yıpratma kampanyaları yürütülüyor. Türk Ordusu çok iyi yetişmiş, ülkesine ve ulusuna bağlı, Atatürkçü, ulusalcı bir güçtür. Ancak bu güce güvenip bölünmek, rehavete kapılmak, tüketim toplumunun bireyi olmaya devam etmek, toplantılarda poz verip halkın içine girmemek lüksüne sahip değiliz. Bugün Ordu da halkımızın kendisi gibi örgütlenmesini bekliyor. Ordu kendisi gibi örgütlenmeyen bir halkı nasıl harekete geçirsin. Kuvayı Milliye bütün halkın katılımıyla kurulmuştu. Bütün illerden insanların katılımıyla kurulmuştu. Atatürk ordumuza “Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları” diyor. Yanı meclis de Ordu da o dönemde halkın katılımıyla oluşmuştu. 1922 yılında Büyük Taarruz’un sonunda ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları... İlk Hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!’ diyor. Bugün Türk Ordusu Atatürk dönemindeki ordudur, ancak halkımız o halk değildir!.. Türk halkı en kısa sürede o halk olduğunu ispat etmeli ve harekete geçmelidir.

Sorumluluk halkımızdadır...


http://www.turksolu.org/33/ozbek33.htm

..

ABD, Türk Ordusundan Rahatsız



 ABD, Türk Ordusundan Rahatsız



İnan Kahramanoğlu 
26.05.2003/Sayı:31
ABD, Türk ordusundan rahatsız

ABD ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasında uzun süredir yaşanan çatışma ABD Savunma Bakanı Paul Wolfowitz’in açıklamalarıyla yine gündemde. Tezkere krizi ile başlayan gerilim Wolfowitz’in açıklamalarıyla devam ediyor.

Wolfowitz’in Türk Ordusu’na yönelik ağır eleştirileri ABD-Türkiye ilişkileri açısından yeni bir döneme girildiğinin de kanıtı.

ABD-Türkiye çatışmasının merkezi Kuzey Irak

Wolfowitz, CNN TÜRK televizyonunda Mehmet Ali Birand ve Cengiz Çandar’la yaptığı söyleşide Türk Ordusu’ndan rahatsız olduklarını belirterek ABD’nin Türkiye’ye yönelik mesajlarını iletti.

Wolfowitz’in açıklamasındaki ABD’nin Türk Ordusu’na yönelik suçlamalarının merkezinde ise ABD’nin Irak saldırısında ABD’nin isteklerinin geri çevrilmesi ve tezkere krizi yatıyor. Türkiye üzerinden açacağı kuzey cephesi üzerinden Irak’a saldırmayı planlayan ABD tezkerenin meclisten geçmemesi üzerine Irak’a güneyden saldırmak zorunda kalmış ve bu da ABD’nin bütün planlarını alt üst etmişti.

Bu noktadan sonra ABD-Türkiye ilişkilerinin artık eskisi gibi olmayacağı söylenmeye başlanmıştı. Wolfowitz’in son açıklamaları da bu tesbitin doğruluğunu kanıtlıyor.

Wolfowitz açıklamasında ABD’nin Türk Ordusu’nun Kuzey Irak’ta bulunmasını istemedikleri ve Türk ordusunun derhal Irak’tan çekilmesi gerektiği mesajını veriyor.

ABD: TSK’nın faaliyetlerinden kuşkuluyuz

TSK’yı Irak’a karışmakla suçlayan ABD Wolfowitz’in açıklamasının ardından bu kez de ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson aracılığıyla tekrarladı. Irak saldırısıyla başlayan ve Wolfowitz’in açıklamalarıyla süren gerilimi azaltmak için ABD Ankara Büyükelçisi Robert Pearson ile görüşen Dışişleri Bakanlığı müsteşarı Uğur Ziyal, Pearson’dan “Kuzey Irak’taki faaliyetinizden kuşkuluyuz” cevabını aldı. Ziyal’ın Pearson’a ABD makamlarının Türkiye’ye yönelik tepkisinin endişe verici boyutlara ulaştığını söylemesi üzerine de Pearson “Türkiye’nin nereye gittiğini bilmiyoruz. Asıl Irak’taki ABD askeri makamları Türk askeri makamlarından rahatsız. Irak’taki ABD kuvvetleri Türk askeri varlıklarının tutumundan ve Kuzey Irak’taki faaliyetlerinden kuşku duyuyor” sözleriyle ABD’nin tavrından geri adım atmayacağını göstermiş oldu.

Dışişleri’nin ilişkileri normalleştirmek amacıyla Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün katılacağı üst düzey ziyaret önerisi de ABD tarafından reddedildi. Wolfowitz’in açıklamalarını değerlendiren Dışışleri Bakanı Abdullah Gül ise Wolfowitz çok açık, samimi ve pragmatik konuşmuş diyerek tehditleri duymazdan gelmeyi tercih etti. Abdullah Gül ilişkileri düzeltmek amacıyla ABD’yi ziyaret etme isteğinin geri çevrilmesini de aynı şekilde görmezden gelerek “bu ziyareti en uygun zamanda gerçekleştiriz” dedi.

Wolfowitz: Türkiye tezkerenin kabul edilmemesinin bedelini ödedi

Wolfowitz’in açıklamaları ABD’nin Irak saldırısı sonrasında içine düştüğü çıkmazın sorumlularından biri olarak Türkiye’yi gördüğünü gösteriyor. Ancak Wolfowitz’in sözleri basit bir sitemden çok açık bir tehdit anlamı taşıyor. Wolfowitz Türkiye’nin ABD’ye destek vermiş olması durumunda bugünkünden çok daha büyük bir ekonomik yardım alabileceğini söyleyip Türkiye’nin bu hareketinin bedelini ödediği mesajıyla Türkiye’yi tehdit ediyor.

Wolfowitz’in tehditleri Türkiye’nin son dönemde İran ve Suriye ile ilişkilerini geliştirme çabalarınında ABD tarafından dikkatle takip edildiği sözleriyle sürüyor. Wolfowitz, “Türkiye Kuzey Irak’taki her şeye şüpheyle yaklaşmamalı. Amerikalıların ne istediğini umursamıyoruz dememeli. İran ve Suriye ne olursa olsun bizim komşumuz dememeli... Hata yaptık. Irak’taki olaylara daha duyarlı davranmalıydık. Artık biliyoruz. Nerede ne kadar yardımcı olabilirsek o kadar yardımcı olmalıyız demeli” sözleriyle Türkiye’nin son dönemki politik tavrını eleştiriyor ve Türkiye’nin ne yapması gerektiğini söyleyerek tehditlerini sürdürüyor. Kuzey Irak’ta ABD ve Türk askerinin karşı karşıya gelmesi hatırlatıldığında ise Wolfowitz’in cevabı “Artık o bölgede tek taraflı hareketlere giremeyiz. herkes General Franks’ı takip etmek söylediğini yapmak zorunda” oluyor ve hemen ardından da Türkiye’nin artık Kuzey Irak’ta askeri güç bulundurmasına gerek kalmadığını ekliyor.

Müttefikçilik oyununun sonu

Wolfowitz’in sözleri aslında uzun yıllardır varolan ancak bir türlü açığa vurulmayan ABD-TSK gerginliğinin gözler önüne serilmesini sağladı. ABD Türk ordusundan rahatsız olduğunu daha önce de çeşitli defalar üstü örtülü biçimde vurgulamış ve orduyu tasfiye etme planlarını uygulamaya koymuştu.Türk Silahlı Kuvvetleri içinde de ABD ile sözde müttefiklik ilişkisinin sorgulandığı ve ABD’nin Türkiye’nin ulusal güvenliği için açık bir tehdit durumuna geldiği tespitinin yapıldığı bilinen bir gerçek. Ancak bugüne kadar her iki tarafta bu gerçekler ışığında strateji belirlemelerine karşın varolan gerilimi açığa vurmaktan kaçınmıştı. Bu anlamıyla Wolfowitz’in hiçbir kaygı gütmeden yaptığı suçlamalar ABD-Türkiye ilişkilerinin geri dönülemez biçimde tahrip olduğunu ortaya koyuyor. Elli yıllık stratejik müttefiklik aldatmacasının sonuna gelindiği artık tarafların ağzından ifade ediliyor.

Amerikancılar itiraf ediyor: Türkiye-ABD ilişkileri eskisi gibi olamaz

Türkiye ABD ilişkilerinde büyük bir kopuşun yaşandığını artık Amerikancı yazarlar bile kabul ediyor. ABD ile stratejik müttefiklik propagandasının Türkiye’deki önde gelen isimlerinden Mehmet Ali Birand, Radikal gazetesinde Neşe Düzel ile yaptığı söyleşide Wolfowitz’in açıklamaların aslında Amerikan yönetiminin resmi görüşünün yumuşatılmış şekli olduğunu, Pentagon ve Beyaz Saray’da Türkiye ile ilgili çok daha ağır sözlerin söylendiğini belirtiyor ve “o kadar ki Amerikan Dışişleri Bakanlığı’ndaki özel konuşmamızda bize, Eğer Paul ile bu söyleşiyi yirmi gün önce yapsaydınız, konuşma şimdikinden bir misli sert olurdu” diyerek ABD’nin Türkiye’ye yönelik tepkisinin boyutlarını ortaya koyuyor.

Birand, Pearson’u Amerikadaki şahinlerden biri olarak gösterip bu açıklamaların ABD yönetimini bağlamadığı yolundaki yorumları da yalanlayarak aynı tür yorumları Grossman ve Halbrook gibi ABD’li yetkililerden de dinlediğini aktararak Wolfowitz’in açıklamalarının ABD yönetiminin kurumsal tavrı olduğunun altını çiziyor. Birand ABD-Türkiye ilişkilerinin bundan sonra nasıl olacağı sorusuna ise “Gereken ihtimam gösterilirse daha sağlam zemine oturur ama hiçbir zaman eskisi gibi olmaz. Amerika bundan sonra Türkiye’yi her yerde desteklemez” diyerek cevap veriyor.

Bütün bu gelişmeler düşünüldüğünde Amerikancı yazarların bile kabul ettiği gibi Türkiye ABD ilişkilerinin düzelmesi mümkün değil. Üstelik ABD-Türkiye ilişkilerini kopma noktasına getiren süreç işliyor ve varolan gerilimi daha da artıracak. ABD Kuzey Irak’ta Saddam rejiminin devrilmesiyle kukla Kürt devleti kurma planlarını uygulamaya koyacak. Türkiye’nin savaş nedeni saydığı kırmızı çizgiler aşılmış durumda.

Türkiye artık Batı ittifakından kopma ve ulusal güvenliğini koruyacak yeni stratejik arayışlarla ABD’nin tehditlerini göğüsleme yoluna girmek zorunda.



http://www.turksolu.org/31/kahramanoglu31.htm

***

AİHM Uluslararası Baskı Kurumu gibi Çalışıyor


AİHM Uluslararası Baskı Kurumu gibi Çalışıyor


Zeki Hacıibrahimoğlu 
26.05.2003/Sayı:31
AİHM Uluslararası Baskı Kurumu gibi Çalışıyor

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi niçin kurulmuştur? Hangi insanların haklarını korumakta-dır? Uyguladığı hukuk kuralları herkes için aynı mıdır? Çifte standart var mıdır? Avrupa devletlerinden yapılan kişisel başvuru ile Türkiye’den yapılan başvurular eşit ve gerçeklere uygun değerlendiriliyor mu? Bunları belge ve delilleri ile açıklamak istiyorum.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, uluslararası bir baskı grubu gibi hareket etmesi (Türkiye söz konusu olduğu zaman) ve bir takım çevrelerin baskısı altında, belli gayelere yönelik kararlar vermesi uluslararası adalet ve yargı adına büyük bir talihsizliktir.

Terör örgütü başı olan bir kişinin, Türkiye’de kendi can güvenliği açısından İmralı adasında yapılan yargılamaları milletlerarası alanda örnek olarak gösterilen bir yargılama ve yargı süreci sonunda karara bağlanmıştır.

Bu davayı başından sonuna kadar takip eden yedi avukattan birisiyim. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Türkiye’den müdahil vekili olarak yalnız ben katıldım. Bu sebeple davanın başlamasından, iç hukuk yolları tükendikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de dahil geçen süre içerisindeki gelişmeleri kısaca özetlemek istiyorum.

Teröristbaşı yakalanıp Türkiye’ye getirildiğinde Şubat ayı karakışın tam ortasıdır.

Teröristbaşının can güvenliği için İmralı Adası seçilmiş ve Ada’da geniş güvenlik önlemleri alınarak can güvenliği sağlanmıştır. Bu arada Ada’da duruşmaların başlatılması için yoğun çalışmalar yapılmıştır. Şubat ayındaki hava muhalefeti sebebi ile sanığın sorgusu 3 gün gecikmeyle yapılmıştır. Sorgusu yapıldıktan sonra hakkında verilen gıyabi tutuklama kararları vicahiye çevrilerek sanık aynı yerde tutuklu sanık olarak ikamete başlamıştır. Bu arada Ada’da duruşma salonunun hazırlanması adaya geçişlerin ve kimlerin duruşmalara katılacağının tespiti, adaya geçişlerde can güvenliğinin sağlanması için yoğun çalışmalar devam etmektedir. Bu çalışmalar devam ederken Ankara 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin 1999/21 Esas sayılı dosyası ile duruşma açılmış ve 24.03.1999 tarihinde Ankara 2 No’lu DGM salonunda ilk duruşma başlamıştır. İkinci duruşmada 30.04.1999 tarihinde yine Ankara’da yapıldıktan sonra İmralı’daki duruşma salonları hazır hale getirilmiş ve bundan sonraki duruşmaların İmramlı’da yapılmasına karar verilmiştir. Ayrıca İmralı adasında 30 bin Şehidin yakınlarına müdahil avukat olarak 12 kişilik yer ayrılmış buna mukabil tek sanık olan teröristbaşına da 12 müdafii avukat yeri ayrılmış. Sanık yakınlarına ayrılan yer ile 30 bin Şehit yakınına ayrılan yerde hemen hemen aynı sayıdadır. Ayrıca yerli ve yabancı basın mensuplarına ve uluslar arası kuruluşlara ayrılan yerlerle salon düzenlemesi yapılmıştır. Yani bütün dünya kamuoyu önünde duruşmalar başlamıştır.

Adaya geçiş Mudanya İskelesinden yapılmakta teröristbaşının Avukatı ve yakınları hariç, Şehit yakınları Avukatları ve diğer tüm katılanlar bu yolla adaya geçmektedirler. Adaya geçerken Şehit yakınları dahil, deniz otobüsü ücreti olarak herkesten 6milyon Türk Lirası alınırken Gemlik ilçesinden adaya getirilen sanık yakınları ve Avukatlarından para alınmamaktaydı. Çünkü onları askeri hücum botlar adaya getirmekteydi.

Bu davanın duruşması 2’si Ankara’da olmak üzere 11 duruşma sürmüş ve duruşmalar sabah saat: 9’da başlayıp akşam 16’ya kadar devam etmiştir. Yani her gün 6 saat kesintisiz duruşma yapılıyordu. Günde 6 saatten 11 duruşma hesaplanırsa 66 saatlik bir duruşma süresinden geçilmiştir. Bu durum Devlet Güvenlik Mahkemesindeki 6 senelik duruşmalara denk bir süredir.

Duruşmalar tamamlanmış mahkeme TCK’nın 125. Maddesine göre kararını vermiş dosya Yargıtay’a resen ve sanık vekillerinin Murafaalı temyiz istemi ile gönderilmiş Yargıtay da gerekli incelemeler yapılmış ve Ankara 2. Nolu DGM’nin verdiği kararda bir isabetsizlik görülmediğinden Hüküm onanmıştır.

Bu onamadan sonra sanık vekilleri karar düzeltme yoluna gitmişler ve bu talepleri de reddedilmiş ve iç hukuk yolları tükendiği için dosya sanık vekilleri tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gönderilmiştir.

İnsan Hakları Mahkemesinde yapılan duruşmaya katıldım. Bütün deliller Lehimize olmasına rağmen, hatta dosyada İnsan Hakları Komisyonu’nun İmralı’da ve Yargıtay’daki duruşmaların Hukuka uygun şeffaf bir duruşma olduğunu belirten raporları olduğu halde bunlar hiç nazara alınmadan iki sene bekletildikten sonra kararın bozulması Avrupa’nın çifte standart uygulamasının en açık delilidir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Teröristbaşının mahkumiyet kararını iki yönden Hukuka aykırı bulmuştur. Birincisi gözetim süresinin 4 gün yerine 7 gün olması, ikincisi teröristbaşına ve Avukatlarına yeterli savunma hakkı verilmemesi.

Bu iki bozma sebebinin iç hukukumuz açısından incelemek ve kamuoyunu bu konu açısından bilgilendirmek istiyorum.

Öncelikle teröristbaşı Kenya’dan getirildiğinde kendisinin can güvenliği için İmralı Adasında gözetim altına alınmıştır ve yargılaması da bu adada yapılacağı önceden Türk ve Dünya kamuoyuna duyurulmuştur. Gözetin altına alındığı yer Emniyet Müdürlüğünün dar ve karanlık odaları değil adada lüks bir Villayı andıran ve 700 asker tarafından korunan özel hazırlanmış bir yerdir.

Teröristbaşı yakalanıp Türkiye’ye getirildiğinde Şubat ayı Karakışın tam ortasıdır. Hava muhalefeti sebebi ile C. Savcısı ve Sorgu Hakimi adaya 3 gün gecikmeyle ulaşabilmiştir.

Teröristbaşının sorgusunun 3 gün gecikmeyle yapılmış olması teröristbaşının hangi haklarına halel getirmiştir. 35bin insanımızın katilinin sorgusu üç gün önce yapılmış olsaydı tahliye mi olacaktı? Yoksa Villa hayatı yaptığı Türkiye’nin en verimli adasından daha lüks bir yere mi nakledilecekti. AB’ye üye devletlerden İngiltere’ de Terör suçları için 36 gün, Fransa’da 16 gün ve diğer ülkelerde de bunlara yakın günler gözetim altında tutulabilirken Türkiye’de Dünyanın en kanlı terörör gütünün elebaşısının lüks bir yerde 3 gün fazla gözetimde tutmak uluslararası hukuka ve insan haklarına aykırı ise İngiltere’deki 36 güne, Fransa’daki 16 güne ne demeli?

İkinci bozma sebebi sanığa ve Avukatlarına yeterli savunma hakkı verilmemiştir, iddiasıdır. Şunu hemen belirtmeliyim ki dünyanın hiçbir yerinde tebasi bulunduğun devlete başkaldıracaksın bölüp parçalamak ve ayrı bir devlet kurmak için 35bin kişiyi çoluk çocuk demeden öldüreceksin ve mahkemece savcı iddianamesini okuduktan sonra sizin verdiğiniz ölü sayısından daha fazla kişiyi öldürdük ama beni asarsanız Türkiye Cumhuriyeti 1925 yılında kaybettiği topraklardan daha fazlasını kaybeder diye tehdit savuracaksınız. Böyle bir davranışa hiçbir AB ülkesi müsamaha etmez. Ancak Türkiye Adaleti teröristbaşı Öcalana ve Avukatlarına yeterli savunma hakkının da üzerinde hiçbir tutukluya ve Avukatına tanınmayan haklar tanınmıştır. Teröristbaşı o kadar rahat ve kendine güveniyor ki tutuklu olarak yargılandığı duruşmalarda zaman zaman Türkiye Cumhuriyeti devletini tehdit etme cüretini de gösterebiliyor.

Yargılamanın devam ettiği 11 duruşma boyunca, sanık Avukatlarına istedikleri kadar söz hakkı veriliyor, söyledikleri her şey noksansız olarak zapta geçiyordu. Hatta teröristbaşına yeterli savunma hazırlığı yapabilmesi için adaya Fotokopi makinesi getirildiği gibi mahkeme başkanının talimatı ile teröristbaşı duruşmadan sonra dosyanın tamamını inceleme ve fotokopi alması serbest bırakılmıştı.

Ceza Mahkemeleri Kanununa göre iddia makamı son mütalaasını verdikten sonra sanık Avukatları savunma yapmak için mehil isterler ve bu mehil kendilerine kanun gereği verilir. Teröristbaşının Avukatları da mehil istemişler kendilerine mehil verilmiş, ek mehil talepleri olmuş tekrar süre verilmiştir. Bundan sonra savunmalarını 300 sayfa olarak dosyaya ibraz etmişler ve sözlü olarak hem teröristbaşı ve hem de Avukatları bu savunmayı okumuşlardır.

Bu kadar açık ve dünya komuoyu önünde yapılan bir yargılamada hangi aşamada savunma hakları kısıtlanmıştır. Teröristbaşının ve Avukatlarının yazılı savunmaları dosyada mevcut olup kendilerinin savunma haklarının kısıtlandığına dair bir beyanlarıda yok iken böyle bir iddia ile davayı bozmak ve hele sanık vekillerinin bir talebi olmadan kendilerine 180.000. euro tazminata hükmedilmesi Avrupanın çifte standardının çok açık bir örnağidir.

Büyük Atatürk “ Bağımsızlık benim Karakterimdir.” Sözünün ışığı altında güçlü bir Türkiye Cumhuriyeti için el ele diyorum.



http://www.turksolu.org/31/zeki31.htm


***

Yaşanmış bir Olay...



Yaşanmış bir Olay...

Hatırlayalım
  - İstanbul Hükümetinin Harbiye Nazırı Ziya Paşa her zamanki yumuşaklığı ile;

 - "Beyler.." dedi
 - ".. İngilizlere kafa tutamayız. Adamların hiç şakası yok.

Daha geçen gün, bir bahane icat ederek  İzmit'i tekrar işgal ediverdiler."

Sarı Atlas döşeli büyük oda, nezaretin ileri gelen subayları ile doluydu. Hürriyet ve İtilaf Partisi yanlısı olan birkaç gerici subay dışında hepsi, Anadolu'ya geçmeye çoktan hazır, Ankara'nın
İstanbul'da kalmalarını gerekli gördüğü namuslu askerlerdi. 
Kapı açıldı, kapının boşluğu içinde yaver göründü:

- 'Emrettiğiniz yüzbaşı geldi efendim.'
- 'İçeri al.'

Nazır subaylara bilgi verdi:

- 'Az önce sözünü ettiğim talihsiz olayın faili.'

Yüzbaşı bekletmeden içeri girdi, kaygılı bakışlarla kendisini
izleyen subayların arasında hızla ilerleyerek nazırın masası önünde durdu, selam verdi:

- ' Yüzbaşı Faruk, İstanbul. Beni Emretmişsiniz.'

Uzun boylu, kumral, yakışıklı, biraz bıçkın havalı bir subaydı.

Nazır önündeki yazıya bakarak yumuşak sesle, 'Oğlum..' dedi, '.. dün akşam Beyoğlu'nda, İngiliz İnzibat Subayı Teğmen Miller'i, emre rağmen selamlamamışsın. Doğru mu?'

- 'Evet efendim, doğru.'

Nazır, dürüst subaya babacanca yol gösterdi:

- 'Herhalde görmediğin için selamlamadın, değil mi çocuğum?'
- 'Hayır efendim, gördüm.'

Nazırın canı sıkıldı:

- 'Niye selamlamadın öyleyse? 
Selamlamanız için emir verilmişti.'
- 'Rütbesi benden küçük olduğu için selamlamadım Paşam.

Askerlik töresince, 
Önce onun beni selamlaması gerekmez miydi?'

Ziya Paşa derin bir kederle ellerini açtı:

- ' Askerlik töresi mi kaldı a yavrum? 
Adamlar galibiyet haklarını kullanıyorlar.
İngiliz Komutanlığı bu sabah olayı protesto etti.
Mesele çıkarılacak zaman değil. 
Hemen şu müzevir Teğmeni bul da özür dile. 
Olayı kapatalım.'

Başıyla çıkması için izin verdi.

Ama yüzbaşı yerinden kıpırdamadı:

- 'Paşam, bir de beni dinlemenizi rica ediyorum.'

Nazır bıkkınlıkla, 'söyle bakalım' dedi.

Balkan savaşında teğmendim. 
Çanakkale'de üsteğmen,
Suriye cephesinde yüzbaşı oldum.
Ben bu rütbeleri tek başıma savaşarak almadım.
Her rütbemde binlerce şehidin ve gazinin hakkı var.
Onların hakkını korumak namus borcumdur.
Beni affedin, özür dileyemem.

Harbiye Nazırı bozuldu:

- 'Anlamadın galiba. Harbiye Nazırı olarak emrediyorum.'

Yüzbaşı sükûnetle, 'Anladım efendim' dedi, 
Apoletlerini bir hamlede söküp nazırın masasına bıraktı:

- 'Artık emrinizi dinlemek zorunda değilim!'

Selam vermeden dönüp kapıya yürüdü.

Oturan subayların, 
İstanbul'u tutan birkaçı dışında, 
Hepsi saygıyla ayağa fırladı.

Hepsinin rütbesi yüzbaşıdan daha büyüktü.

Gözleri dolarak, yüzbaşıya selam durdular...

Bu Cumhuriyeti böyle subaylar kurdular.

Cumhuriyetin nasıl kurulduğunu hiç unutmayın..

Bu Cumhuriyet acıyla, üzüntüyle, kanla ve şerefle kuruldu.

Yoksa onun bunun g.tünü yalayan şerefsizlere kalsaydı 
nah kurulurdu.

Bu gün de bir çok Şerefsiz;
O gün bu Cumhuriyetin kuruluşunda kanını akıtan ve her türlü emeği geçen o muhteşem insanların hakkında ileri geri
konuşuyorlar.

"Biz Daima hakikat arayan, onu Bulunca ve bulduguna kani olunca Açıkça söylemekten kaçınmayan insanlar olmalıyız." 
Mustafa Kemal Atatürk

Demek ki bu millet hak etmedi Mustafa Kemal'i...
Dünyanın sahiplenip hayran olduğu insan... 
Fazla geldi...


"Bir Ülkede Namuslular da..,
 En az Namussuzlar kadar Cesur olmak Zorundadırlar."    
İsmet  İnönü


***