11 Mart 2018 Pazar

1964 VE 1967 KIBRIS KRİZLERİ SIRASINDA ABD’NİN KIBRIS POLİTİKALARI, BÖLÜM 4

1964 VE 1967 KIBRIS KRİZLERİ SIRASINDA ABD’NİN KIBRIS POLİTİKALARI, BÖLÜM 4

 c. ABD’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’ne Yönelik Politikası 

Zürih ve Londra Antlaşmaları imzalandıktan sonra ABD’nin Lefkoşa Başkonsolosu Taylor Belcher, Kıbrıs Rum toplumu lideri Makarios ve Kıbrıs Türk toplumu lideri Fazıl Küçük ile “etkili bağlantılar” kurabilmek için görüşmeler yaptı. 
Bu görüşmelerde iki lider de ABD’nin Kıbrıs’a yardım yapması yönündeki 
isteklerini dile getirdiler.92 Hatta Makarios, ülkesinin “fakirliğini” öne sürerek 
ABD’nin adada bulunan iletişim tesisleri için kira ödemesi gerektiğini vurguladı.93 
Fakat ABD, Kıbrıs’a yardım yapılması konusunda temkinli davranarak bu 
sorumluluğun esasen İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’a düştüğünü belirtti.94 

Bu temkinli yaklaşımın sebebi, kurulacak olan yeni devlet hakkında 
öngörülerde bulunan raporlarda belirtilen hususlardı. Zürih ve Londra 
Antlaşmaları’ndan sonra ABD Dışişleri Bakanlığı İstihbarat ve Araştırma 
Bürosu’nun yaptığı bir çalışmada Kıbrıs’taki yeni devlete yönelik şu tespitlerde bulunulmaktaydı: 

“… Anayasa, değişen koşullara uyarlanmayı zorlaştıran çok büyük bir katılığa yol 
açmıştır. … Etkililiği modern anayasal uygulamalarla test edilmesi gereken yeni bir uygulamadır. … Esasında tehlike yeni devletin gözle görülür katılığıdır … ve 
topluluk haklarının dolaylı bir şekilde kanunlaştırılmasında var olan çatlaklar 
ortadan kaldırılmak yerine devam ettirilmektedir.”95 

6 Ekim 1959 tarihli Ulusal İstihbarat Keşif Belgesi’nde “bağımsızlığın, Kıbrıs 
Türk ve Kıbrıs Rum toplulukları arasındaki gerilimi bir anda ortadan 
kaldırmayacağı”,96 9 Şubat 1960 tarihli Ulusal Güvenlik Konseyi Raporu’nda ise, “[Zürih ve Londra Antlaşmaları ile kurulan mevcut] sistemin çökebileceği ihtimali”97 belirtiliyordu. 

Buradan da görülebileceği gibi, aslında ABD yeni oluşturulan sistemin 
aksayabilecek yönlerinin farkındaydı. Ancak yine de Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yönelik politikası gayet iyimserdi. Bu politika dört ana amaca dayanıyordu. Birincisi, Kıbrıs Cumhuriyeti siyasi istikrara sahip olmalı ve komünizme karşı sağlam bir cephe oluşturulmasında İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’a katılmalıydı. İkincisi, Kıbrıs bu siyasi istikrarın yanı sıra Batı yanlısı bir eğilim ve özgür demokratik kurumların da geliştirilmesi ve sürdürülmesi için ekonomik ilerleme göstermeliydi. Üçüncüsü, ABD adadaki iletişim tesislerinden herhangi bir kısıtlama olmadan yararlanmalıydı. 
Son olarak, İngiliz egemen üs bölgeleri, Batılı ülkelerin amaçları için de 
kullanılabilir durumda kalmalıydı.98 ABD bu amaçların Kıbrıslılar tarafından da 
kabul edilmesi için, bağımsızlığının ilk üç yılında adaya yirmi milyon doların 
üzerinde ekonomik yardım ve başka imkânlar sağlamıştı.99 

Bağımsızlığını kazandıktan sonra bu yeni cumhuriyetin İngiltere, Türkiye ve 
Yunanistan arasındaki ilişkilerde yıkıcıdan çok birleştirici ve istikrarlı bir güç 
olmasının önemi ABD için de büyüktü.100 

B. ABD Açısından Kıbrıs’ın Önemi 

ABD’nin Kıbrıs’a ve Kıbrıs sorununa ilgi duymasının, 1964 krizi sırasında 
soruna müdahil olmasının, müdahil olmadan önce de sorunu yakından takip 
etmesinin çeşitli nedenleri vardır. Bunlar “adanın sağladığı stratejik avantajlar” ve “Kıbrıs’taki siyasi unsurlar ile Kıbrıs sorununun yarattığı tehlikeler/endişeler” olarak iki gruba ayrılabilir. Kıbrıs’ın stratejik konumu ve adadaki İngiliz üsleri ile 
Amerikan tesisleri, Kıbrıs’ın sağladığı avantajlar grubunun içeriğini oluşturmaktadır. 
Bununla birlikte Kıbrıs sorununun ortaya çıkmasının ve adadaki etkili siyasi 
aktörlerin izlediği politikaların yarattığı bazı tehditler de ABD’nin Kıbrıs’a yönelik 
ilgisini artırmasına neden olmuştur. Bunlar NATO’nun güneydoğu kanadında bir 
savaş tehdidinin ortaya çıkması, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı olan 
Başpiskopos Makarios’un bağımsızlıktan önce benimsediği bağlantısız tutumu devlet başkanı olduktan sonra da devam ettirmesi ve adada güçlü bir desteğe sahip olan komünist parti AKEL’in Makarios’la ve SSCB ile yakın ilişkiler sürdürmesi olarak sayılabilir. 

Yazarlar arasında ABD’nin Kıbrıs’la bu kadar yakından ilgilenmesinin hatta sonunda soruna müdahil olmasının nedeni konusunda bazı farklı görüşler yer 
almaktadır. Bazı yazarlara göre, ABD’nin Kıbrıs’la ilgilenmesinin esas nedeni 
AKEL’in varlığı, bu partinin Moskova ve Makarios’la olan ilişkileri iken,101 
bazılarına göre, bu neden adadaki İngiliz üsleri ve Amerikan tesisleridir.102 Diğer bazı yazarlara göre ise, NATO içi uyumun korunması konusu ABD’nin Kıbrıs’a yönelik ilgisinin esas nedenidir.103 

Bu durumda ABD’nin Kıbrıs’a yönelik ilgisini, dönemlere ayırarak 
incelemek daha açıklayıcı olabilir. Buna göre, Kıbrıs’ın İngiliz egemenliği altında 
olduğu ve henüz sorunun uluslararasılaşmadığı dönemde, ABD’nin adaya yönelik ilgisi, sonraki döneme göre yok denecek kadar azdır. Bu dönemde Kıbrıs’ın Amerikan çıkarlarına yönelik herhangi bir tehdidi bulunmamaktadır. ABD, adadaki üsleri ve tesisleri kullanma açısından herhangi bir sorun yaşamamaktadır. Kıbrıs sorunu da, SSCB’nin karışmasına imkân verebilecek bir anlaşmazlık konusu olmaması nedeniyle, Washington tarafından ciddi bir tehdit olarak görülmemektedir. 

Ada yine İngiliz yönetimi altında bulunmasına rağmen, Kıbrıs sorununun 
uluslararası bir nitelik kazanması ile birlikte ABD’nin ilgisi, üç NATO müttefiki 
arasında oluşan anlaşmazlığa ve NATO’nun güneydoğu kanadının istikrarına 
odaklanmıştır. 

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması ile birlikte, bulunan çözümün hem 
tarafların üzerinde uzlaştığı -ve bu sayede NATO içi bir anlaşmazlığı gideren- hem de adadaki İngiliz üslerine ve ABD tesislerine halel getirmeyen bir çözüm olması nedeniyle, ABD’nin adaya yönelik politikalarında bu kez Makarios’un bağlantısızlık politikası ve komünist parti AKEL’in Moskova’yla olan ilişkileri gibi etkenler ön plana çıkmıştır. 

Son olarak, 1963 sonunda Kıbrıs’ta kurulan sistemin yıkılması ile sonuçlanan 
bir krizin çıkması ile, ilerde daha detaylı inceleyeceğimiz gibi, ABD’nin ilgisi yine 
NATO’nun güneydoğu kanadındaki çatlağa ve bu durumu SSCB’nin istismar etmesi olasılıklarına kaymıştır. 

1964 yılında Kıbrıs’ta ortaya çıkan krize geçmeden önce, ABD açısından, 
dönemsel olarak öncelik sıralamaları değişen ve Soğuk Savaş ortamında değişik 
yönlerden önem arz eden bu ilgi alanlarını daha ayrıntılı incelemek gerekir. 

1. Kıbrıs’ın Stratejik Konumu 

Kıbrıs’ın üç kıtayı ve doğu ile batıyı birbirine bağlayan ana yolların kesiştiği 
bir bölgede (Türkiye’nin 44 mil güneyinde, Suriye’nin 64 mil batısında, İsrail’in 130 mil kuzeybatısında ve Mısır ile Süveyş Kanalı’nın 240 mil kuzeyinde) yer alması,104 tarih boyunca Kıbrıs’a yönelik ilginin başlıca nedenlerinden birini oluşturdu. İki süper gücün de Kıbrıs halkıyla herhangi bir etnik bağlantıları olmamasına ve adanın ciddi anlamda bir ekonomik önem arz etmemesine105 rağmen, ABD ve SSCB’nin Kıbrıs’la yakından ilgilenmelerinde adanın stratejik konumunun büyük etkisi vardı.106 

Avrupa’nın İkinci Dünya Savaşı sonrasında ekonomik açıdan toparlanabilmesi için ihtiyaç duyduğu Ortadoğu petrollerinin ihraç yolları üzerinde bulunması, Batı’nın ve SSCB’nin Kıbrıs’a ilgi göstermelerinin nedenlerinden biriydi.107 Ortadoğu bölgesinde SSCB ile yakın ilişkiler kurmayı hedefleyen sol eğilimli yönetimlerin kurulması da, önceleri ticari ikmal istasyonu olan adayı, ABD’nin ve Kuzey Atlantik topluluğunun stratejik çıkarları için fevkalade önemli bir gözlem noktası haline getirdi.108 

Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’deki bu stratejik coğrafi konumunu daha önemli hâle 
getiren unsurlar ise, üzerinde yer alan üsler ve tesislerdi. 

2. Adadaki İngiliz Üsleri 

İngilizler, Kıbrıs’ta 1950’lerin ortalarında toplumlar arası çatışmalar 
başladıktan sonra üslerini korumanın tek yolunun ada üzerinde egemenliği daha fazla sürdürmek olmadığını fark etmeye başladılar.109 Sorunla baş edebilmek için harcadıkları çabaların külfeti nedeniyle, üsleri garanti altına alacak bir çözüm yerine egemenliği devam ettirmenin mantığını sorguladılar. Ayrıca 1956 Süveyş Krizi’nden sonra, daha önceleri İngiliz Genelkurmayı açısından İngiltere’nin Ortadoğu politikasının yürütülmesinde vazgeçilmez olarak görülen Kıbrıs hakkındaki görüşler de değişmişti. İngiltere’nin, küresel savunma gereksinim lerinin Kıbrıs üzerinde tam egemenlik olmasa da karşılanabileceği düşünülmeye başlamıştı.110 

“Üs olarak Kıbrıs” politikasından “Kıbrıs’ta üs” politikasına111 geçilmesinin 
ardından, Zürih ve Londra Antlaşmaları’nda Türkiye ve Yunanistan’ın İngiltere’nin üs bölgelerinde tam egemen olduğunu kabul etmeleri, İngilizlerin en büyük kaygılarını ortadan kaldırdı. Adanın güneyinde yer alan ve İngiltere’nin yedi binden fazla askeri personelinin bulunduğu Akrotiri ve Dikelya üslerinin, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprağının dışında, İngiltere’nin “Egemen Üs Bölgeleri” olduğu teyit edildi.112 1960’ta kurulan yeni devletin ülkesinde İngiliz üsleri doksan dokuz mil karelik bir alan kaplıyordu.113 

Bu üslerin, Batı’nın Ortadoğu politikası açısından stratejik önemi büyüktü. 
Akrotiri ve Dikelya’da, İngiltere’nin Ortadoğu’daki Kara ve Hava Kuvvetleri’nin 
genel karargâhı yer alıyordu.114 Kıbrıs’ın stratejik değeri, adanın coğrafi konumunun yanı sıra İngilizlerin büyük maliyetlerle inşa ettikleri “radarlar, iletişim ağları ve hava kontrol sistemleri de dâhil iki adet birinci sınıf operasyonel hava alanından” kaynaklanıyordu.115 İngiltere’nin bu olanakları, “NATO ve Bağdat Paktı’nı [sonradan CENTO] askeri olarak destekleme” ve “Ortadoğu’ya odaklanmış olan uluslararası komünizme karşı genel mücadele” açısından vazgeçilmez olarak değerlendiriliyordu.116 Yine İngiltere’nin Kıbrıs’taki üslerinde görevleri, Ortadoğu’dan gelecek muhtemel saldırıları karşılamak olan nükleer silahlı bombardıman filoları vardı.117 Bu üsler, 1956’da Mısır’a yapılan operasyonları idare etmede ve 1958 yılında Ürdün Krallığı’nı desteklemede kullanılmıştı.118 

Dikelya ve Akrotiri NATO üsleri olmadığı için ABD bu üslerin yönetimi ve 
kullanımında pay sahibi değildi. Ancak ABD’nin bu üsleri kullanması için 
İngiltere’nin bu ülkeye izin vermesine engel olabilecek herhangi bir düzenleme de yoktu.119 Nitekim ABD, Kıbrıs’taki üsleri, geliştirilme aşamasındaki Sovyet balistik füzesavar denemeleri de dâhil olmak üzere SSCB’nin askeri hareketlerini izlemekte kullanılan U-2 casus uçaklarının kalkış pisti olarak kullanıyordu. 120 Ortadoğu’da ABD - SSCB rekabetinin yoğunlaştığı dönemlerde üsler, ABD için gerek istihbarat gerekse lojistik açıdan büyük önem taşıyordu.121

 3. Adadaki Amerikan Tesisleri 

ABD’nin Kıbrıs’ta bazı iletişim tesislerinden başka herhangi bir askeri varlığı 
yoktu. Daha önce Mısır’da bulunan ve 1948 yılında Kıbrıs’a taşınan bu tesisler 
sayesinde ABD, SSCB’deki ve Ortadoğu’daki diğer radyo yayınlarını 
dinleyebiliyor du.122  SSCB’nin yer denetim istasyonları ile hava savunma 
komutanlıkları arasındaki sinyaller izleniyor ve Lefkoşa’daki istihbarat merkezi 
aracılığıyla ABD’deki Ulusal Güvenlik Ajansı’na iletiliyordu.123 

O’Malley ve Craig’e göre, ABD’nin Lefkoşa’daki büyükelçilik binasında 
Doğu Akdeniz bölgesindeki bütün diplomatik telsiz mesajlarını değerlendiren bir 
istihbarat merkezi vardı. ABD, Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan sonra da Kıbrıslıların haberi olmadan adadaki dinleme ve haberleşme istasyonlarını kullanmaya devam etti.124 

Ancak son olarak şunu belirtmekte fayda var ki, Campbell’ın da vurguladığı 
gibi, ABD’nin ve NATO’nun Doğu Akdeniz’deki pozisyonu, Kıbrıs’tan ziyade, 
birçok ABD üssüne ev sahipliği yapan Yunanistan’a ve Türkiye’ye bağlıydı. Bu iki 
ülkedeki üslerden bazıları NATO üssüydü ve NATO güçleri tarafından 
kullanılıyordu; bazıları ikili anlaşmalar çerçevesinde ABD ve Türkiye ya da 
Yunanistan’ın ortak kullanımı içindi ve bazıları da SSCB’nin askeri trafiğine yönelik istihbarat sağlamak ya da Sovyet nükleer ve uzay aktivitelerini izlemek gibi başlıca Amerikan çıkarlarına hizmet ediyordu.125

 4. NATO’nun Güneydoğu Kanadının Güvenliği Endişesi 
Başlangıcından beri Kıbrıs sorununun ABD açısından birincil önemi, bu 
ülkenin, iki müttefiki Türkiye ve Yunanistan’ı doğrudan bir çatışma içine 
çekebilecek bir potansiyele sahip olmasıdır. Yaşanan anlaşmazlık nedeniyle 
ABD’nin temel endişesi, NATO’nun güneydoğu kanadının zayıflaması ve bu durum devam ettikçe SSCB’nin adaya ilişkin konularda daha fazla girişimde bulunmaya çalışarak var olan zayıflıktan yararlanmak isteyeceği yönündeki öngörülerdir.126 

NATO ittifakının ilk günlerinde hüküm süren iyimser hava, çatışma 
düşüncesine zemin bırakmamıştı. Yunanistan ve İngiltere arasında Kıbrıs’ın 
gelecekteki statüsüne ilişkin tartışma, iki ülke arasındaki geleneksel dostluk da göz önüne alındığında, hemen atlatılabilecek bir sorun gibi görünmüştü.127 Ancak Türkiye’nin de Kıbrıs sorununa taraf olmasıyla birlikte durum daha ciddi bir görüntü kazandı. 

Her ne kadar NATO, Kıbrıs gibi üye olmayan bir devlette ortaya çıkan 
gelişmelere, üye ülkeler Türkiye ve Yunanistan gibi bir duyarlılık göstermiş olmasa da,128 Kıbrıs yüzünden ortaya çıkan Türk - Yunan gerilimi ittifakın ciddiyetini ve etkililiğini azalttığı için ABD bu durumdan rahatsız oluyordu.129 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasının üzerinden fazla zaman geçmeden adadaki gelişmeler nedeniyle Türkiye ve Yunanistan’ın tekrar, fakat bu kez daha tehlikeli biçimde karşı karşıya gelmeleri NATO’nun bütünlüğünü ve istikrarını yeniden tehdit etmeye başlamıştı. 

NATO içinde bir bölünmüşlük olmasa bile, güçsüz olarak değerlendirilen 
güneydoğu kanadındaki130 iki devletin savaşması ihtimali, ittifak tarafından uzun sürede geliştirilen stratejik düzenlemeleri tehlikeye atıyordu. Bu kriz durumunu kontrol altında tutma çabaları da NATO’nun enerji ve kaynaklarında önemli ölçüde tüketime yol açıyordu.131 Kıbrıs sorununun NATO’nun güneydoğu kanadındaki uyum üzerine yaptığı etkilere yönelik ilgiler ve Kıbrıs üzerine bir Türk - Yunan savaşı olasılığı, 1950’lerde ve 1960’larda BM, NATO ve ABD tarafından yapılan uluslararası girişimlerin çeşitliliğini artıracak132 kadar önemli konulardı. 

Bu konuda son olarak Rauf Denktaş’ın kitabında bahsettiği bir olayı 
aktarmak, ABD’nin Kıbrıs sorununun NATO’nun güneydoğu kanadı üzerindeki 
etkilerine gösterdiği ilginin büyüklüğünü vurgulamak açısından yerinde olacaktır. 
Kıbrıs’ta yaşanan olayları anlatmak ve ABD’nin ne tür girişimlerde bulunacağını 
öğrenmek için Şubat - Mart 1963’te ABD’de bulunan Denktaş’a, ABD Dışişleri 
Bakanlığı’nın Kıbrıs Masası’nda görevli olan bir bayan diplomat şöyle demiştir:133 

“Bana bakınız, dünyanın dört bir yerinde hükümet olduğunu iddia eden liderler 
kendi insanlarından on binlercesini, hatta yüz binlercesini kesip yok etmektedir. 
Bunlara kimse bir şey diyemez. Dememektedir de! Kıbrıs’ta iki NATO ülkesinin 
(Türkiye ile Yunanistan’ın) savaşma tehlikesi olmasaydı biz de ilgilenmezdik. 
Tümünüzü yok etseler birkaç protestodan başka bir şey yapılmazdı. Dolayısı ile 
bizim ilgimiz Kıbrıs meselesinin iki NATO ülkesi arasında bir savaşa dönüşmesini 
önlemekten ibarettir. Biz Makarios Türkleri öldürmesin diye aranıza girecek 
değiliz.” 

5. Makarios’un Bağlantısız Tutumundan Duyulan Rahatsızlık 

Kıbrıs’ta, İngiltere’ye karşı sömürgecilik karşıtı mücadelenin liderliğini 
üstlenen ve 16 Ağustos 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de cumhurbaşkanı olan Başpiskopos Makarios’un benimsediği siyasi tutum, SSCB tarafından destekleniyor, ABD’yi ise rahatsız ediyordu. Çünkü Makarios, 

“1950’li yıllardan itibaren bağlantısızlık politikasını savunan liderler arasında 
önemli bir yere sahip olmuş, bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti çözümüne onay verdiği anda bile adadaki İngiliz üslerine karşı çıkmış, devlet başkanı seçildiği andan itibaren bağlantısız bir dış politika izleyeceğini açıklamış, ülkesinin NATO’ya girmeyeceğini defalarca belirtmiş, Doğu Bloku ile iyi ilişkilerini sürdürmüş, bölgede NATO karşıtı bir politika benimsemiş tek lider sıfatını kazanmıştı.”134 

ABD, 1960’ların başından itibaren, Makarios’un ne Kıbrıslı komünistlere 
gösterdiği hoşgörüyü, ne bağlantısızlık politikasını ne de SSCB’yle yakın ilişkiler 
kurma girişimlerini hoş karşılıyordu. Makarios yönetimindeki Kıbrıs’ı “Akdeniz’de 
geleceğin Küba’sı” olarak görüyordu.135 

Kıbrıs Hükümeti, Doğu Bloku ve Üçüncü Dünya ülkeleri ile olan ilişkileri 
nedeniyle ABD ve NATO tarafından yakından izleniyordu. NATO açısından en 
önemli konu, bu ilişkiler sonucunda Kıbrıs’ın en yakın NATO komşularına askeri 
yönden bir tehdit hâline gelmesinin önüne geçilmesiydi. Böyle bir durum 
gerçekleşmediği sürece buradaki yönetimin Batı yanlısı ya da bağlantısız olması 
görece önemsizdi.136 Kıbrıs’taki yönetimin uluslararası ilişkilerinin ABD açısından önemli olan yönü ise, Makarios’un bu bağlantılardan aldığı destek sayesinde ABD’nin sorunu iki müttefiki -Türkiye ve Yunanistan- arasında çözme girişimlerine devamlı engel olmasıydı.137 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

92 “Telegram From the Consulate General in Nicosia to the Department of State,” Nicosia, March 6, 
1959, http://dosfan.lib.uic.edu/ERC/frus/frus58-60x1/18cyprus5.html (Erişim Tarihi: 25.05.2009). 
93 “Telegram From the Consulate General in Nicosia to the Department of State,” Nicosia, October 21, 
1959, http://dosfan.lib.uic.edu/ERC/frus/frus58-60x1/18cyprus5.html (Erişim Tarihi: 25.05.2009). 
94 “Airgram From the Department of State to the Embassy in the United Kingdom,” Washington, 
January 14, 1960, http://dosfan.lib.uic.edu/ERC/frus/frus58-60x1/18cyprus5.html (Erişim Tarihi: 25.05.2009). 
95 US Departmet of State, Bureau of Intelligence and Research, “Analysis of the Cyprus Agreements,” 
Intelligence Report No. 8047, July 14, 1959’dan aktaran Van Coufoudakis, “Domestic Politics and 
the Search for a Solution of the Cyprus Problem,” içinde Norma Salem, (der.), Cyprus: A Regional 
Conflict and its Resolution, New York, St. Martin’s Press, 1992, s. 18. 
96 “National Intelligence Estimate,” Washington, October 6, 1959, 
http://dosfan.lib.uic.edu/ERC/frus/frus58-60x1/18cyprus5.html (Erişim Tarihi: 25.05.2009). 
97 “National Security Council Report,” Washington, February 9, 1960, 
http://dosfan.lib.uic.edu/ERC/frus/frus58-60x1/18cyprus5.html (Erişim Tarihi: 25.05.2009). 
98 Idem. 
99 Adams, op. cit., s. 98. 
100 “National Security Council Report,” Washington, February 9, 1960, 
http://dosfan.lib.uic.edu/ERC/frus/frus58-60x1/18cyprus5.html (Erişim Tarihi: 25.05.2009). 
101 Aylin Güney, “The USA’s Role in Mediating the Cyprus Conflict: A Story of Success or Failure?,” 
Security Dialogue, Vol. 35, No. 1 (March 2004), s. 29-30. 
102 An, passim.; Faruk Sönmezoğlu, ABD’nin Türkiye Politikası (1964-1980), İstanbul, Der 
Yayınevi, 1995, s. 133. 
103 John C. Campbell, “The United States and the Cyprus Question, 1974-75,” içinde Van Coufoudakis, (der.), Essays on the Cyprus Conflict, New York, Pella Publishing Company, 1976, s. 14. 9 Şubat 1960 tarihli Ulusal Güvenlik Konseyi Raporu’nda, Kıbrıs’ın “ABD açısından önemli olagelmesinin birincil nedeni” olarak, “adanın gelecekteki statüsü üzerine olan anlaşmazlığın, Yunan Türk ve Yunan - İngiliz ilişkilerinde tehlikeli bir bozulmaya ve Doğu Akdeniz’deki NATO işbirliğinin çökmesine neden olması” gösterilmiştir. Yine bu belgeye göre, Kıbrıs’ın “en büyük stratejik önemi” adada var olan İngiliz üsleridir. Bkz. “National Security Council Report,” Washington, February 9, 1960, http://dosfan.lib.uic.edu/ERC/frus/frus58-60x1/18cyprus5.html (Erişim Tarihi: 25.05.2009). 
104 Joseph S. Joseph, Cyprus: Ethnic Conflict and International Concern, New York, Peter Lang Publishing, 1985, s. 119.
105 Ehrlich’e göre Kıbrıs’ın yegâne önemli varlığı stratejik konumudur. Bkz. Thomas Ehrlich, Cyprus 1958-1967, London, Oxford University Press, 1974, s.1. 
106 Joseph, op. cit., s. 119. 
107 Ibid., s. 122; An, op. cit., s. 46. 
108 Danopoulos, op. cit., s. 268. 
109 Leigh H. Bruce, “Cyprus: A Last Chance,” Foreign Policy, No. 58 (Spring 1985), s. 121. 
110 Johnson, op. cit., s. 243. 
111 Faruk Sönmezoğlu, Tarafların Tutum ve Tezleri Açısından Kıbrıs Sorunu (1945-1986), İstanbul, İ.Ü. İktisat Fakültesi Yayınları, 1991, s. 24. 
112 “Editorial Note,” http://dosfan.lib.uic.edu/ERC/frus/frus58-60x1/19cyprus6.html (Erişim Tarihi: 25.05.2009); An, op. cit., s. 15. “1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti devleti kurulduğu zaman, İngiltere, mali  yardım protokolü çerçevesinde Kıbrıs’a üsler ve karayollarının kullanımı karşılığı olarak, sadece bir 
defaya mahsus olmak üzere on iki milyon Sterlinlik bir ödeme yapmıştı.” Bkz. An, op. cit., s. 24. 
113 Ibid., s. 10. 
114 Ibid., s. 9.
115 Field-Marshal the Lord Harding of Petherton, op. cit., s. 292. 
116 Idem. 
117 Campbell, op. cit., s. 14. 
118 William M. Dobell, “Cyprus as a Regional Conflict,” içinde Norma Salem, (der.), Cyprus: A Regional Conflict and its Resolution, New York, St. Martin’s Press, 1992, s. 53. 
119 Campbell, op. cit., s. 14. 
120 An, op. cit., s. 47. 
121 Sönmezoğlu, ABD’nin Türkiye..., s. 7.122 An, op. cit., s. 9. 
123 Ibid., s. 46. 
124 Brendon O’ Malley ve Ian Craig, The Cyprus Conspiracy: America, Espionage and the Turkish Invasion, London-New York, IB Tauris Publishers, 1999, s. 83. 
125 Campbell, op. cit., s. 14. 
126 Sönmezoğlu, op. cit., s. 7. 
127 Eleftherios N. Botsas, “The U.S. – Cyprus – Turkey - Greece Tetragon: The Economics of an 
Alliance,” Journal of Political and Military Sociology, Vol. 16 (Fall 1988), s. 255. 
128 Dobell, op. cit., s. 54. 
129 Constantine Melakopides, “The Cyprus Problem in Greek Foreign Policy,” içinde Norma Salem, 
(der.), Cyprus: A Regional Conflict and its Resolution, New York, St. Martin’s Press, 1992, s. 71. 
130 Dobell, op. cit., s. 54. 
131 Ehrlich, “Cyprus, the ‘Warlike Isle’…,” s. 1022. 
132 Coufoudakis, op. cit., s. 17-18. 
133 Rauf R. Denktaş, Hatıralar, İstanbul, Boğaziçi Yayınları, 2000, s. 187-188. 
134 Fırat, op. cit., s. 143. 
135 Mavroyannis, op. cit., s. 149, (55 no’lu dipnot). Mavroyannis’e göre, Makarios’un kararlı bir şekilde Üçüncü Dünya yanlısı bir politika izlemesi, yeni devletin yapay ve zorlama niteliğinin yarattığı tatminsizlik ve belirsizlikten ileri geliyordu. “Türk ve Yunan Hükümetlerinin tek vücut halinde izledikleri NATO yanlısı sarsılmaz politikayla özellikle çelişen bu tutum, başka özelliklerinin  yanında, Kıbrıslı Rum yöneticilere Kıbrıs’ın statüsünün gözden geçirilmesini sağlamak için gerekli uluslararası desteği kazandırmaya yönelikti.” Bkz. Georges Ténékidés, Chypre: Histoire récente et perspectives d’avenir, Paris, Nagel, 1954, s. 153 ve devamı’ndan aktaran Ibid., s. 134. 
136 Dobell, op. cit., s. 54. 
137 Sönmezoğlu, op. cit., s. 7. 

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

1964 VE 1967 KIBRIS KRİZLERİ SIRASINDA ABD’NİN KIBRIS POLİTİKALARI, BÖLÜM 3

1964 VE 1967 KIBRIS KRİZLERİ SIRASINDA ABD’NİN KIBRIS POLİTİKALARI, BÖLÜM 3


 2. Kıbrıs Sorununun Ortaya Çıkışından 1964 Krizine Kadar ABD’nin Kıbrıs Politikası 

a. 1950’lerde Kıbrıs Sorunu ve ABD’nin Tutumu 

Kıbrıs’taki istikrarsız dönem, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yükselişe geçen, eski sömürgelerin self-determinasyon ilkesine dayanarak bağımsızlık kazanmaları sürecinin etkisi ile başladı. Adadaki İngiliz yönetiminden memnun 
olmayan Kıbrıslı Rumların “enosis”e 53 ulaşmak için kendilerine de self-determinasyon ilkesinin uygulanması gerektiği yönündeki iddiaları, 1950’lerin 
başında daha çok vurgulanmaya başladı. Kıbrıs’taki İngiliz yönetiminin, self-determinasyon talebini önlemek için yaptığı reformlar Kıbrıslı Rumları tatmin 
etmeye yetmedi. Enosis hedefi, Kıbrıs’ın komünist partisi AKEL ve halk üzerinde büyük etkisi bulunan Kilise tarafından sürekli gündemde tutuldu. 

Kıbrıslı Rumların bu taleplerine Yunanistan da destek veriyordu. 16 Ağustos 1954’te Yunanistan, BM Genel Kurulu’nun dokuzuncu oturumunda “BM’nin 
himayesi altında, halkların eşit hakları ve self-determinasyon ilkelerinin Kıbrıs adasında yaşayan nüfusa uygulanması” konusunun gündeme alınması için başvuru yaptı.54 Ancak BM Genel Kurulu, o an için Kıbrıs sorununa ilişkin bir karar almayı uygun bulmadığını belirterek bu başvuruyu reddetti.55 

BM’nin bu kararı üzerine Albay George Grivas liderliğindeki EOKA (Etniki Organosi Kipriaku Agonos - Kıbrıs Mücadelesi Ulusal Örgütü), 1 Nisan 1955 
tarihinde Rum toplumunun önderi Başpiskopos Makarios’un da zımni kabulüyle enosis amaçlı şiddet eylemlerine başladı.56 Asıl hedefi İngiliz güvenlik güçleri ve idari yetkilileri olan silahlı eylemlerin zamanla, enosis kampanyasına yeterince destek vermediği düşünülen veya açıkça karşı çıkan Rumlara ve önce adada İngiliz yönetiminin devam etmesini, daha sonra ise “taksim”i 57 savunan Türklere yönelmesi olayların boyutunu daha da artırdı. İngiltere’nin Kıbrıs sorununu çözmek için başlattığı girişimlerin58 sonuçsuz kalması ve 1958 Yazı boyunca Kıbrıs’ta artan Türk - Rum silahlı mücadelesi, Türkiye - Yunanistan ilişkilerini giderek gerginleştirdi. 1956’nın başlarında İngiltere’nin Kıbrıs politikası, yine self-determinasyon konusu açık bir şekilde Ortadoğu stratejisine bağlı kılınmak üzere şöyleydi: “self-determinasyon, Kıbrıs’a hiçbir zaman uygulanamayacak bir ilke olmamakla birlikte Doğu Akdeniz’deki mevcut durum düşünüldüğünde, şu an için pratik bir öneri değildir.”59 Aynı yıl, Lord Radcliffe’e Kıbrıs için bir anayasa taslağı hazırlaması isteğinde bulunulduğunda, “Kıbrıs’ın askeri gerekçelerle yakın gelecekte İngiliz egemenliği altında kalacağını göz önünde bulundurması” talimatının verilmiş olması 60 bu stratejinin bir yansımasıydı. 

Fakat Süveyş Krizi’nde İngiltere’nin başarısız olması, bölgedeki etkin konumunun giderek zayıflamasına neden oldu. Birkaç yıl içinde Kıbrıs, bir üs olarak 
İngiltere’nin Ortadoğu politikasını desteklemedeki önemini kaybetti. 1958 Yazı’na gelindiğinde İngiltere’nin Kıbrıs üzerindeki egemenlik ihtiyacını etkileyen koşullar büyük ölçüde değişmişti. 1950’lerin sonlarında İngiltere’nin yaşadığı mali zorluklara, bir de uluslararası kamuoyunun İngilizlerin Kıbrıs’taki rollerine yönelik eleştirileri eklendi.61 Ayrıca Eisenhower Doktrini ile Ortadoğu’da Batı’nın çıkarlarını savunma sorumluluğu ABD’ye geçmişti. Bu gelişmelerin yanı sıra, iki topluluk arasındaki çatışmaların da vahim bir hâl alması sonucu, İngilizlerin Kıbrıs’a yönelik politikalarında değişiklik oldu. Kıbrıs’taki tesislerin azaltılması gerektiğini ve adadaki egemenliğin Türkiye ve Yunanistan ile paylaşılabileceğini vurgulayan teklifler ön plana çıkmaya başladı.62 

Amerikan bakış açısına göre ise, Kıbrıs, NATO içindeki ilişkileri gerginleştiren bir sorun olması nedeniyle, ittifakın sosyalist dünya ile mücadeledeki sorumluluk larına fazladan bir yük oluşturuyordu.63 ABD, 1950’lerde ilk ve en önemli dış politika amacı olarak SSCB’yi çevrelemeyi benimsediğinden, Kıbrıs sorununa da bu amaç açısından bakıyordu.64 Çevreleme politikasının başarıya ulaşabilmesi için NATO’nun güç ve istikrarının korunması gerekiyordu. Bu nedenle, 

NATO müttefikleri arasındaki sorunlar, ittifaka zarar vermeyecek şekilde çözülmeliydi. 

1950’lerin ikinci yarısında Türk - Yunan ilişkilerinin Kıbrıs sorunu yüzünden bozulmaya başlaması ve Yunanistan’ın, enosis politikası için Amerikan desteği 
kazanmak amacıyla güçlü girişimlerde bulunmasına rağmen ABD, bu dönemde iki Doğu Akdeniz müttefiki arasındaki bu anlaşmazlığa yönelik tarafsızlık ve karışmama politikası izlemeyi denedi.65 “Batı savunma sistemi içinde çıkan böyle bir anlaşmazlık hangi tarafı desteklerse desteklesin, Batı güvenliğinde önemli gedikler açabilirdi.”66 Ayrıca Kıbrıs’ın bir İngiliz kolonisi olması nedeniyle ABD, sorunu esasen İngiltere’nin sorumluluğu altında değerlendiriyordu. 

Bu sebeplerle ABD, 1950’ler boyunca genelde sorunu dışarıdan, pasif bir şekilde izlemeyi tercih etti. Soruna müdahil olmamakla birlikte, İngiltere’den gelen 
yardım çağrılarına, Türkiye ve Yunanistan’a “NATO müttefikleri arasındaki işbirliği ihtiyacını vurgulayan, iki ülkenin soruna çözüm bulunması amacıyla görüşmelerini talep eden ve gerek görülmesi durumunda ABD’nin uygun şekilde yardımlarda bulunabileceğini belirten”67 mesajlar göndererek cevap verdi. 

ABD’nin esas ilgisi, Kıbrıs sorununun üç NATO müttefiki -İngiltere, Türkiye ve Yunanistan- arasında bir krize dönüşmemesine yönelikti. NATO’nun güneydoğu 
kanadının istikrarı çok önemli olduğu için, ABD, çözüm yolu olarak ne Yunanistan ’ın enosis talebine ne de Türkiye’nin taksim talebine itiraz ediyordu. 
Bu üç ülke tarafından üzerinde uzlaşılması durumunda çözüm yolunun ne olduğu ABD için çok da önemli değildi.68 Sorunun çözümü için İngiltere’nin 
planların neredeyse hepsine destek veriyordu. 

Önemli olan sorunun çözüleceği platform olarak Birleşmiş Milletler’in seçilmemesiydi. Çünkü Kıbrıs sorununun BM’de tartışılması SSCB’nin de 
tartışmalara katılarak konuyu Batı aleyhine istismar etmesine imkân sağlayabilirdi.69 

Bu nedenle ABD, sorunun BM’de açık diplomasi ile değil de, NATO içinde gizli diplomasi ile çözülmesi gerektiğini savunarak sorunun taraflarına bu konuda telkinde bulundu.70 Hatta 1954 yılında Yunanistan’ın BM’ye yaptığı başvurunun reddedilmesine, ABD’nin bu başvuru aleyhine tutum takınmasının neden olduğu 
yabancı basında belirtildi.71 ABD’nin bu tutumu daha sonraki yıllarda da devam etti. Yunanistan’ın 1955, 1957 ve 1958 yıllarında BM’ye, Kıbrıs’a self-determinas yon ilkesinin uygulanması yolunda yaptığı diğer başvurular sırasında da ABD, sorunun çözüm organı olarak BM’nin seçilmemesi için İngiltere’yle birlikte hareket etti. 72 

ABD, bir yandan Kıbrıs sorununun BM’ye taşınarak SSCB’nin yönlendirmesine açık hâle getirilmemesi için uğraşırken, diğer yandan da NATO’nun bütünlüğünü tehdit eden bu sorunun yine NATO içinde çözülmesi için girişimlerde bulundu. Çözüm için ilgili devletler arasındaki görüşmeleri başlatma görevini NATO’nun üzerine alması düşünüldü. Önce Mart 1957’de tarafların NATO Genel Sekreteri Lord Ismay’in arabuluculuğu ile görüşmeleri önerisi yapıldı ancak bu girişim sonuçsuz kaldı. Daha sonra Aralık 1957’de NATO’nun yeni Genel Sekreteri Paul-Henri Spaak başkanlığında yapılan görüşmede İngiltere, Türkiye ve Yunanistan 
Başbakanları uzlaşma sağlayamadı.73 1958 yılının Eylül ve Ekim aylarında NATO yeniden taraflar arasında arabuluculuk girişiminde bulundu. Fakat Yunanistan, 
sorunun, self-determinasyon ilkesinin gözde olduğu BM’de çözülmesini istediğinden bu son çabalar da başarısızlıkla sonuçlandı.74 

NATO’nun sorunu çözme girişimlerinden, bir sonuç çıkmamasının temel nedeni Türkiye ve Yunanistan’ın tezlerindeki büyük farklılık olmasına rağmen, 
başka bir önemli neden de NATO’nun yapısından kaynaklanıyordu. Kuzey Atlantik Antlaşması hazırlanırken NATO içi bir savaş olasılığı açık bir şekilde göz önünde bulundurulmamıştı ve böyle bir durumda tarafların ne gibi yükümlülükleri olacağı konusu hiçbir şekilde net değildi.75

b. Zürih - Londra Antlaşmaları’na ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kuruluşuna ABD’nin Tepkisi

NATO’nun yaptığı girişimlerle Kıbrıs sorununun çözülememesi, bu sorundan büyük rahatsızlık duyan ABD’nin bir Türk - Yunan uzlaşması için özellikle Aralık
1958’den itibaren çabalarını artırmasına neden oldu. ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından Türk ve Yunan Büyükelçileri’ne, Kıbrıs sorununa artık bir çözüm
bulunmasının gerekliliği konusunda baskı yapıldı.76 ABD’den gelen baskılardan sonra, Kıbrıs sorununun çözümü için müzakere çabalarına İngiltere ve Türkiye’ninyanı sıra Yunanistan da katıldı.77 Zürih’te yapılan görüşmelerden sonra 11 Şubat 1959’da Türkiye ve Yunanistan çözüm yolunda genel bir plan üzerinde anlaştılar.
Yaklaşık bir hafta sonra Londra’da toplanan zirvede İngiliz, Türk ve Yunan Başbakanlarına Kıbrıs’taki iki topluluğun temsilcilerinin de katılmasıyla 19 Şubat
1959’da Londra Antlaşması imzalandı.78 16 Ağustos 1960’ta imzalanan Lefkoşa Antlaşması ile de bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti resmen kurulmuş oldu. ABD, aynı
gün bu yeni devleti tanıdı.79

Kıbrıs’ın bağımsız bir devlet olmasını sağlayan bu antlaşmalar, İngiltere açısından çıkarlarını koruyabileceği bir çözüm yoluydu. Adadaki yönetimi 
sürdürmenin kendisine yüklediği zorlukların etkisiyle Kıbrıs politikasını 1950’lerin sonuna doğru değiştiren İngiltere, adayı, Doğu Akdeniz’i stratejik olarak tarafsız hale getirme amacıyla kullanmayı hedefliyordu.80 “Hür Dünya’nın Doğu Akdeniz’deki çıkarlarının korunması ve bu amacın gerçekleştirilmesi açısından bölge devletlerinden Türkiye ve Yunanistan arasındaki dostluğun devamı zorunlu[ydu].”81 

Bu planlamanın iki yönü vardı: gerekli üslerin durumu ile adanın statüsü. Bu iki yönden ikincisi, birincinin durumuna bağlı olarak şekillenecekti. Sadece “enosis 
ile sonuçlanmayacağı garanti olan bir bağımsızlık” adadaki İngiliz varlığının güvenliğine uygundu. Bunu sağlayan da, enosisi yasaklayan “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kuruluşuna İlişkin Temel Antlaşma”ydı.82 “Enosise şartlanmış Yunanistan ve buna karşı çıkmakla mükellef Türkiye, birbirine düşmüş iki Kıbrıslı topluluk ve avantaj elde edebilmek için pusuya yatmış bekleyen SSCB” ile birlikte değerlendirildiğinde, bağımsızlık, adada herhangi bir stratejik hedefe ulaşılmasını engellemede en iyi yol olarak görüldü. Bu, Londra Antlaşmaları’nın öngördüğü bağımsızlık şeklinin kabul edilmesinin ve memnuniyetle karşılanmasının nedeniydi.83 

Ağustos 1960’ta adanın bağımsızlığa kavuşması ile Kıbrıs üzerinde Türk - Yunan anlaşmazlığına çözüm bulunmuş olması ABD’li siyasetçileri de rahatlatmıştı.84 ABD, Zürih ve Londra Antlaşmaları’na taraf değildi, fakat bu görüşmeler Amerikalı yetkilileri yakından ilgilendiriyordu. Çünkü sadece bir NATO sorunu herhangi bir ABD [doğrudan] müdahalesi85 olmadan çözülmüyordu, aynı zamanda büyük bir güç mücadelesi de engelleniyordu.86 

Bağımsızlıktan sonra oluşan yeni düzen ABD’nin stratejik ve siyasi planlamaları na da uyuyordu. Çünkü ABD, NATO üyesi olan İngiltere’nin adadaki üsleri vasıtasıyla Kıbrıs’ın stratejik konumundan faydalanabilecekti. Soruna NATO içinde bir çözüm bulunmuş olması da bölgede SSCB’nin daha fazla nüfuz 
kazanmasını önlemişti.87 

Zürih Antlaşması’nın imzalanması sırasında vardıkları “centilmenler anlaşması”yla, Türkiye ve Yunanistan, Kıbrıs’ın NATO’ya üyeliğinin ve Kıbrıs’ta 
NATO üsleri kurulmasının desteklenmesi, ayrıca adada komünist faaliyetlerin engellenmesi konularında çaba harcamayı kararlaştırmışlardı.88 Bu gelişme de, 
SSCB’nin Doğu Akdeniz’de etki alanını genişletmesinden çekinen ABD açısından olumluydu. SSCB de Kıbrıs sorununa bulunan çözümün bazı yönlerden kendi çıkarlarına uygun olmasından dolayı memnundu. Zaten SSCB, Kıbrıs’ın bölünmesine veya fiilen NATO’ya bağlanması anlamına gelecek olan bir birleşme formülüne karşı, bağımsız bir Kıbrıs devleti çözümünü destekliyordu.89 Komünizmin gelecekte olası gelişimine açık, yeni bir bağlantısız devletin ortaya çıkması olumlu bir gelişmeydi.90 Fakat İngiltere’nin egemen üs bölgelerinin bağımsızlıkla ortadan kaldırılamamış olması ve Garanti Antlaşması’nın sağladığı garantörlük sistemiyle adanın fiilen NATO denetimi altına alınması SSCB tarafından tepkiyle karşılanıyordu.91

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

53 Enosis, Yunanca’da birleşme anlamına gelmektedir. Burada terim olarak kullanılan “enosis” ise “Kıbrıs adasının Yunanistan ile birleşmesi” dileğini belirtmektedir. 
54 Ümit Halûk Bayülken, “The Cyprus Question and the United Nations,” Foreign Policy (Dış Politika), Vol. 4, No. 2-3 (1974), s. 71. 
55 “Application, Under the Auspices of the United Nations, of the Principle of Equal Rights and Self-
Determination of Peoples in the Case of the Population of the Island of Cyprus,” 
http://daccessdds.un.org/doc/RESOLUTION/GEN/NR0/095/49/IMG/NR009549.pdf?OpenElement 
(Erişim Tarihi: 25.05.2009). 
56 J. Bowyer Bell, “Violence at a Distance: Greece and the Cyprus Crisis,” ORBIS, Vol. 18, No. 3 
(Fall 1974), s. 791.57 Adanın Türkiye ve Yunanistan arasında bölünmesi düşüncesi. 
58 İngiltere’nin bu dönemde, Londra Konferansı (1955), Radcliffe Önerisi (1956), Foot Planı (1957), 
Macmillan Planı (1958) gibi girişimleri için bkz. Şükrü Sina Gürel, Kıbrıs Tarihi (1878-1960): Kolonyalizm, Ulusçuluk ve Uluslararası Politika, Cilt 2, İstanbul, Kaynak Yayınları, 1985, s. 102151. 
59 Cmnd 9708, Correspondence Exchange between the Governor and Archbishop Makarios 
(Secretary of State for the Colonies, March 1956)’dan aktaran Naomi Rosenbaum, “Success in Foreign Policy: The British in Cyprus, 1878-1960,” Canadian Journal of Political Science, Vol. 3, 
No. 4 (Dec. 1970), s. 626. 
60 Cmnd 42, Constitutional Proposals for Cyprus (Secretary of State for the Colonies, Dec. 1956)’dan aktaran Idem. 
61 “Telegram From the Embassy in the United Kingdom to the Department of State,” London, May 23, 1958, http://dosfan.lib.uic.edu/ERC/frus/frus58-60x1/15cyprus2.html (Erişim Tarihi: 25.05.2009). 
62 Rosenbaum, op. cit., s. 626. 
63 Geroge S. Harris, “Turkey Between Alliance and Alienation,” Foreign Policy (Dış Politika), Vol. 8, No. 3-4 (1980), s. 119. 
64 Gürel, op. cit., s. 49. 
65 Seyfi Taşhan, “Turkish-US Relations and Cyprus,” Foreign Policy (Dış Politika), Vol. 4, No. 2-3 (1974), s. 166. 
66 Oral Sander, Türk - Amerikan İlişkileri 1947-1964, Ankara, AÜSBF Yayınları, 1979, s. 225. Ayrıca bkz. “Telegram From the Embassy in Turkey to the Department of State,” Ankara, January 22, 
1958, http://dosfan.lib.uic.edu/ERC/frus/frus58-60x1/14cyprus1.html (Erişim Tarihi: 25.05.2009). 
67 “Letter From Prime Minister Karamanlis to President Eisenhower,” Athens, January 17, 1958, 
http://dosfan.lib.uic.edu/ERC/frus/frus58-60x1/14cyprus1.html (Erişim Tarihi: 25.05.2009); “Letter 
From Prime Minister Menderes to President Eisenhower,” Ankara, January 18, 1958, 
http://dosfan.lib.uic.edu/ERC/frus/frus58-60x1/14cyprus1.html (Erişim Tarihi: 25.05.2009). 
68 Süha Bölükbaşı, The Superpowers and the Third World: Turkish – American Relations and Cyprus, Lanham-New York-London, University Press of America, 1988, s. 37. 
69 Kıbrıs aslında, SSCB için salt coğrafi anlamda çok büyük bir önem taşımıyordu. “Bir Karadeniz gücü olan SSCB, yerel güç dengesi ile ilgilenmesine rağmen, Soğuk Savaşşartları açısından bakıldığında, küresel rekabet ve ABD’nin Akdeniz’deki etkinliği ile de ilgileniyordu.” Bkz. Duygu B. 
Sezer, “Peaceful Coexistence: Turkey and the near East in Soviet Foreign Policy,” Annals of the American Academy of Political and Social Science, Vol. 481, Soviet Foreign Policy in an Uncertain World (Sep. 1985), s. 124. Kıbrıs sorunu nedeniyle Türkiye ile Yunanistan arasında yaşanan enosis - 
taksim çekişmesi Sovyet politikası bakımından iç açıcı bir durum değildi. İki NATO müttefiki ülkenin savundukları politikalardan birinin gerçekleşmesi adayı bir NATO üssüne çevirecekti. Fakat diğer yandan da iki NATO üyesi arasındaki bu çatışma, NATO’nun güneydoğu kanadında bir çatlağa yol 
açabilirdi. Bkz. Fahir Armaoğlu, “1974 Cyprus Crisis and the Soviets,” Foreign Policy (Dış Politika), Vol. 4, No. 2-3 (1974), s. 178. Böyle bir olasılığın gerçekleşmesi durumunda SSCB, hem mevcut durumu istismar edebilecek hem de çevreleme politikasının etkisini azaltabilecekti. 
70 Sander, op. cit., s. 225. 
71 Suat Bilge, “Kıbrıs Uyuşmazlığı,” içinde Mehmet Gönlübol, et al., Olaylarla Türk Dış Politikası, Ankara, Siyasal Kitabevi, 1993, s. 339. 
72 Bölükbaşı, op. cit., s. 27,31. Bununla birlikte Edward Johnson, ABD’nin bu konuda İngiltere’ye ancak 1957’den sonra açık şekilde destek verdiğini iddia etmektedir. Buna göre ABD, Kıbrıs konusunda BM’de yapılan tartışmaların NATO’ya zarar verdiği gerçeğinin farkındaydı ancak yine de bu konuda BM’deki tartışmalar ve oylamalar sırasında tarafsız bir tutum sergileme arzusundaydı. 
Çünkü Kongre’de Yunan lobisinin baskıları, Birleşmiş Milletler’deki Amerikan temsilcilerinin kişisel duyguları, ABD’nin sömürgecilik karşıtı uygulamalarının kalıntıları gibi etkenler Eisenhower yönetiminin elini kolunu bağlıyordu. Mart 1957’de Bermuda’da ABD Başkanı Eisenhower ile İngiliz Başbakanı Macmillan arasında yapılan görüşmede, iki ülkenin BM’de Kıbrıs sorununda birlikte hareket etmesi konusunda anlaşmaya varıldı. Ayrıca Süveyş Krizi, İngiliz - Amerikan ilişkilerini yeterince kısıtlamıştı ve ABD, Avrupa’daki en yakın müttefiki ile arasını daha fazla açacak bir gelişmenin ortaya çıkmasını istemiyordu. Bu nedenlerle 1957’den sonra ABD, BM’de İngiltere’nin lehine olacak şekilde daha etkin hareket etmeye başladı. 
Bkz. Edward Johnson, “Keeping Cyprus off the Agenda: British and American Relations at the United Nations, 1954-58,” Diplomacy & Statecraft, Vol. 11, No. 3 (Nov. 2000), s. 244-245, 250. 
73 Bilge, op. cit., s. 355. 
74 Ibid., s. 363. 
75 Thomas Ehrlich, “Cyprus, the ‘Warlike Isle’: Origins and Elements of the Current Crisis,” Stanford 
Law Review, Vol. 18, No. 6 (May 1966), s. 1030. 
76 Gürel, op. cit., s. 153-154. 
77 Danopoulos, op. cit., s. 259. 
78 Bu antlaşma bir memorandum ve sekiz ek belgeden oluşuyordu. Bu belgelerden bazıları şunlardır: 
“Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kuruluşuna İlişkin Temel Antlaşma”; Yunanistan, Türkiye ve İngiltere ile Kıbrıs Cumhuriyeti arasında “Garanti Antlaşması”; Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan ve Türkiye arasında “İttifak Antlaşması”; bu belgeleri üslere ilişkin bazı esaslar eklenmesi koşuluyla kabul ettiğine dair “17 Şubat 1959 Tarihli İngiltere Hükümeti Bildirisi”. Bkz. Melek M. Fırat, 1960-71 Arası Türk Dış Politikası ve Kıbrıs Sorunu, Ankara, Siyasal Kitabevi, 1997, s. 58-65. 
79 “Editorial Note,” http://dosfan.lib.uic.edu/ERC/frus/frus58 60x1/19cyprus6.html (Erişim Tarihi: 25.05.2009). 
80 Rosenbaum, op. cit., s. 611. 
81 Sevin Toluner, Kıbrıs Uyuşmazlığı ve Uluslararası Hukuk, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Yayınları, 1977, s. 98. 
82 Fırat, op. cit., s. 62. 
83 Rosenbaum, op. cit., s. 624. 
84 Nicolet, op. cit., s. 97. 
85 Adams’tan yapılan bu alıntıya braket içinde “doğrudan” kelimesinin eklenmiş olmasının sebebi, ABD’nin, soruna çözüm bulunması için taraflara ısrarda ve bazen baskıda bulunarak dolaylı da olsa müdahalede bulunduğu düşüncesidir. ABD’nin soruna doğrudan müdahil olması ise, 1964 krizi sırasında gerçekleşecektir. 
86 Thomas W. Adams, “The American Concern in Cyprus,” Annals of the American Academy of Political and Social Science, Vol. 401, America and the Middle East (May 1972), s. 97. 
87 Sabahattin İsmail, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Doğuşu-Çöküşü ve KKTC’nin Kuruluşu (19601983), İstanbul, Akdeniz Haber Ajansı, 1992, s. 37. 
88 Andreas D. Mavroyannis, “Kıbrıs Sorununun Türk-Yunan İlişkilerine Etkisi,” içinde Semih Vaner, (der.), Türk-Yunan Uyuşmazlığı, çev. Süleyman Aksoy, İstanbul, Metis Yayınları, 1990, s. 146, (24 no’lu dipnot); Ahmet An, Kıbrıs Sorununun Perde Arkası: Adadaki İngiliz Üsleri ve Amerikan Tesisleri, İstanbul, Gelenek Yayınevi, [20??], s. 37; “Letter From the British Ambassador (Caccia) to Acting Secretary of State Herter,” Washington, February 16, 1959, 
http://dosfan.lib.uic.edu/ERC/frus/frus58-60x1/17cyprus4.html (Erişim Tarihi: 25.05.2009). 
89 Mavroyannis, op. cit., s. 146 (25 no’lu dipnot). 
90 Taşhan, op. cit., s. 166. 
91 Aysel İ. Aziz, “1964 Yılında Kıbrıs Buhranı ve Sovyetler Birliği,” S.B.F. Dergisi, C. XXIV, No. 3 (Eylül 1969), s. 170-171. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

1964 VE 1967 KIBRIS KRİZLERİ SIRASINDA ABD’NİN KIBRIS POLİTİKALARI, BÖLÜM 2

1964 VE 1967 KIBRIS KRİZLERİ SIRASINDA ABD’NİN KIBRIS POLİTİKALARI, BÖLÜM 2


Çalışmanın konusu 1964 ve 1967 Kıbrıs krizleri sırasında ABD’nin Kıbrıs 
politikaları olduğu için “Kıbrıs sorununun tarihsel arka planı”, “sorunun taraflarının soruna yönelik tezleri”, “Kıbrıs’ta toplumlar arası çatışmaların seyri” gibi konulara detaylı olarak değinilmemiş, bu konulardan ancak esas konunun gerektirdiği yerlerde ve ölçüde bahsedilmiştir. Kıbrıs sorununa taraf olan ülkelerin soruna yönelik girişimlerine ve görüşlerine yer verilirken de mümkün olduğunca nesnel bir yaklaşımla taraflara eşit uzaklıkta durulmaya çalışılmıştır. Ancak burada, özellikle tarih alanındaki bilimsel çalışmalarda nesnellik konusu hakkında birkaç söz söylemek gerekmektedir. 

Meşe’ye göre, “Tarih, siyasal bir kimlik oluşturmak için yapılan büyük 
çabaların merkezi alanlarından biridir. Tarih, ölü bir dün olmanın dışında bu işlevi de görür. … Tarih yazımı esas olarak bir bilinç oluşumu/oluşturumu süreci olarak ele alınabilir. Siyasi anlamda, üretilen tarih ile toplum kendi ne’liğinin bilincine varır. Çünkü tarih, bir zihin inşa sürecidir. Bu süreç objektiflik algısı ya da yanılgısını da beraberinde getirir.”17 Meşe’nin bu haklı sözleri, bu çalışmada da yansımalarını bulabilir. Ancak şunu belirtmek gerekir ki bu çalışmanın yazarı mevcut metin aracılığıyla herhangi bir siyasal kimlik ya da bilinç oluşturmayı amaçlamamaktadır. 
Bu durumda nesnelliğe zarar verebilecek söz konusu yansımaların, ancak ve ancak bu çalışmanın oluşumu sürecinde kullanılan kaynaklardan ortaya çıkabileceği iddia edilebilir. Kıbrıs sorununun yakın dönemlerine dek oluşturulan ve Türk ve Yunan kökenli bazı yazarlara ait olan eserler, Türkiye ve Yunanistan ’ın Kıbrıs konusundaki resmi tezlerini haklılaştırma amacına hizmet ediyor gibi görünmektedir.18 Bu durum esasen Kıbrıs sorununun bu iki ülkede de bir “milli mesele” olarak görülmesinden kaynaklanmaktadır. Ancak amaçları ve etkileri ne olursa olsun, bu tür kaynakları göz ardı ederek Kıbrıs sorununa ilişkin bir çalışma yapmak da mümkün görünmemektedir. Bu nedenle söz konusu eserlerin kullanılmasıyla ortaya çıkabilecek öznellik etkisi kaçınılmaz olarak değerlendirilmelidir. 

18 Nicolet’ye göre, bu tür yönelimler Kıbrıs üzerine olan uluslararası literatürü de etkilemiştir. “Rum tarafının geniş çaplı bir propaganda oluşturma ve uluslararası toplumu sorunla ilgili tutma çabaları sonucu, Kıbrıs üzerine olan uluslararası literatür, adanın son dönemki tarihi konusunda Yunan ve Rum 
görüşüne dayanmaktadır.” Bkz. Claude Nicolet, “The Development of US Plans for the Resolution of the Cyprus Conflict in 1964: ‘The Limits of American Power’,” Cold War History, Vol. 3, No. 1 (October 2002), s. 96. Walker da tarihsel ve jeopolitik nedenlerle Kıbrıslı Türklerdense Kıbrıslı Rumların seslerini Batı’ya daha kolay duyurabildiklerini ve bu durumun da Kıbrıs’ın tarihi hakkındaki yorumları etkilediğini belirtmektedir. Bkz. Walker, op. cit., s. 78. Ayrıca Nicolet, Kıbrıs sorunu konusunda 1990’lara kadar olan literatürün çoğu, [o dönemde henüz tam olarak açıklanmamış olan] arşivlerden çok kişisel fikirlere dayandığı için bu çalışmaların bilimsel değerinin oldukça sınırlı 
olduğunu iddia etmektedir. Bkz. Nicolet, op. cit., s. 98. 

I. ABD DIŞ POLİTİKASI AÇISINDAN KIBRIS SORUNU 

Yirminci yüzyılın ilk yarısı, Avrupa devletlerinin birbirlerine üstünlük 
sağlamak amacıyla sürüklendikleri rekabet ve hegemonya mücadelesi sonucu 
yaşanan iki büyük savaşa tanıklık etti. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan barış anlaşmalarına da yansıyan ve böylece İkinci Dünya Savaşı’nın tohumlarını atan bu üstünlük yarışı, özellikle Avrupa kıtası açısından felaketle sonuçlandı. İlki gibi önce Avrupa topraklarında başlayıp sonra geniş coğrafyalara yayılarak dünyanın büyük bölümünü etkileyen ikinci savaş sonrasında bu kıtanın devletleri, artık birbirleriyle mücadele edemeyecek kadar güçsüz duruma düştüler. Böylece dünya siyasetine Avrupalı devletlerin yön verdiği dönem kapanmış; uluslararası hegemonya kurma mücadelesinin Avrupa’nın doğusu ve batısındaki yeni süper güçler tarafından yürütüldüğü bir döneme geçilmiş oldu. 

Bu yeni dönemde ortaya çıkan iki kutuplu dünya sistemi, kapitalist dünyanın 
lideri olan ABD ile sosyalist dünyanın lideri olan SSCB’nin siyasi, ekonomik, askeri, ideolojik, kültürel vb. alanlarda rekabetlerine sahne olan bir “Soğuk Savaş” ortamı doğurdu. Avrupa devletlerinin eski güçlerini kaybetmeleri nedeniyle, yüzyıllardır Avrupa kıtasında şekillenen Batı değerlerini “uluslararası komünizm” tehdidine karşı koruma ve savunma görevi, savaş sonrası dönemde bunu taşımaya en yetkin konumdaki Batılı devlet olan ABD’ye düştü. Dünyanın diğer ucunda, İkinci Dünya Savaşı sırasında Doğu Avrupa’nın bir kısmını ele geçirerek kurduğu etki alanıyla SSCB’nin de uluslararası siyasi arenada bir süper güç olarak yerini almaya başlaması, bu görevin önemini daha da artırdı. Söz konusu gelişmeler, ABD’nin dış politikasında radikal değişiklikler yapmasına neden oldu. Böylece savaş sonrası dönemde dünyanın en güçlü devleti olan ABD, geleneksel yalnızlık politikasından uzaklaşarak dünya çapında sorumluluklar almaya karar verdi. 

ABD’nin bu uluslararası gelişmelerin etkisiyle 1940’ların sonu ve 1950’lerde 
geliştirdiği küresel strateji, SSCB’yi ve bu ülkenin Doğu Avrupa ile Asya’daki 
müttefiklerini askeri bir saldırı başlatmaktan ve böylece “üçüncü dünya savaşı” 
ihtimalini tetiklemekten caydırmak için kendi müttefikleri, ittifakları ve askeri 
güçleri ile çevreleme amacına dayanıyordu.19 Amerikan gücündeki yükselişin, 
“ABD’nin ‘Sovyet komünist saldırganlığı’nı çevrelemek için dünya çapında 
müdahalelerde bulunabileceği, siyasi istikrarsızlık ve ayaklanmalardan kaynaklanan [statükoya yönelik] tehditlerle mücadele edebileceği ve Üçüncü Dünya’daki ulusinşası süreçlerini Amerikan liberal siyasi ve ekonomik gelişme modeline uygun olarak teşvik edebileceği” algısını desteklemesi ve bunun araçlarını sağlaması 20 da bu stratejiyi etkiliyordu. 1947 yılında ilân edilen Truman Doktrini vasıtasıyla, SSCB’den tehdit algılayan Türkiye ve Yunanistan’a yardımda bulunulması, bu doğrultuda atılan ilk adımlardan biriydi. 

A. Soğuk Savaş Şartlarında Kıbrıs Sorununun Ortaya Çıkışı Ve ABD’nin Soruna Yaklaşımı 

   Kıbrıs’ın 1950’lerin ortalarında bir uluslararası sorun olarak ortaya çıkışı, ABD’li yetkililerin Soğuk Savaş ortamında izlemeye çalıştıkları küresel strateji 
çerçevesinde değerlendirdikleri bir gelişmeydi. ABD, Kıbrıs adasını ve adada yaşanan gelişmeleri Doğu ile Batı, komünizm ile kapitalizm arasındaki küresel 
düşmanlığın küçük ama önemli bir parçası olarak görüyordu.21 Bu nedenle, çok genel bir anlatımla ana hatları yukarıda belirtilen dönemde ABD’nin izlediği dış 
politikanın Kıbrıs sorununa nasıl yaklaştığını daha iyi anlayabilmek için Kıbrıs’ın da yer aldığı Ortadoğu bölgesi üzerinde ABD ile SSCB arasında yaşanan etkinlik 
mücadelesine bakmakta fayda vardır.

 1. Soğuk Savaş’ın İlk Yıllarında Ortadoğu Bölgesinde ABD - SSCB Rekabeti İki karşıt kutbun rekabeti olarak ortaya çıkan Soğuk Savaş, silahlanma yarışına, Avrupa’nın nüfuz bölgelerine ayrılmasına ve başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın diğer bölgelerinde ABD ile SSCB arasında yoğun bir güç mücadelesi ne dayanıyordu.22 İki kutup liderinin ulusal çıkarları ve stratejik değerlendirme leri, Ortadoğu coğrafyasının kendine has özellikleri ile birleşince bu bölge Soğuk Savaş boyunca ABD ve SSCB’nin etki alanı mücadelesine sahne oldu. 

Stratejik konumu ve Batı Avrupa, Japonya ve bir ölçüde ABD’nin bağımlı olduğu büyük petrol rezervleri23 nedeniyle Ortadoğu, kaçınılmaz olarak Sovyet - 
Amerikan askeri ve diplomatik rekabetinin odağı haline geliyordu. Ayrıca, İkinci Dünya Savaşı’ndan eski güçlerini kaybetmiş olarak çıkan İngiltere ve Fransa gibi 
Batı dünyasının başlıca sömürgeci devletlerinin Ortadoğu’da yükselen ulusçu luğun da tepkisiyle bölgedeki sömürgelerinden çekilmeleri, bu rekabeti etkileyen başka bir gelişmeydi.24 Çünkü bu dönemde, ABD ile SSCB arasında “sömürgeci devletlerin Ortadoğu’dan çekilmeleriyle bölgede oluşan güç boşluğunu doldurma” mücadelesi de yaşanıyordu.25 

ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik politikasının temel taşları, “Batı açısından 
hayatî önemdeki petrol kaynaklarının savunulması, İsrail’e yönelik taahhütlerin 
gerçekleştirilmesi ve Sovyet yayılmacılığının önlenmesi”ydi.26 SSCB’ye karşı 
koyma amacında ABD ile birleşen İngiltere ise, bölgedeki askeri ve siyasi 
sorumluluklarını yavaş yavaş bu ülkeye devretmesine rağmen, bazı özel ekonomik çıkarlarını koruma konusunda müttefiki ile anlaşmazlık yaşıyordu. Bu anlaşmazlığın başlıca nedeni, İngiltere’nin savaş sonrasında neredeyse topyekûn bir ekonomik çöküşte olması ve bu alanda iyileşme için Marshall Planı’na güvenmesiyle Ortadoğu’ya sızmaya başlayan ABD’nin27 “sömürgeciliğin düzenli bir şekilde sona erdirilmesinin, bağımsız Ortadoğu devletlerinin Batı kampında kalmasını sağlayacağını ve bölgede Amerikan etkisinin sürdürülmesine yardım edeceğini” düşünmesiydi.28 İki ülke arasındaki bu anlaşmazlık, 1956 yılında Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdülnasır’ın Kanal Şirketi’ni millileştirmesi üzerine 
İngiltere, Fransa ve İsrail’in Mısır’a askeri müdahalede bulunmalarıyla yaşanan 

Süveyş Krizi’nde doruğa çıktı. ABD, kriz boyunca SSCB ile birlikte tutum takınarak, İngiltere, Fransa ve İsrail’i saldırganlıkla suçladı ve kınadı.29 

1945 - 1953 yılları arasında ABD Başkanlığı görevini yürüten Harry S. 
Truman ve 1949’dan itibaren kendisine ABD Dışişleri Bakanı olarak eşlik eden Dean Acheson, Soğuk Savaş’ın ilk yıllarında ülkelerinin izlediği dış politikanın başlıca mimarlarıydı. ABD diplomasisinin Başkan Truman döneminde oluşturulan “bölgesel ittifaklar, kolektif güvenlik, dış yardım ve Birleşmiş Milletler’in desteklenmesi” gibi temel prensipleri, sonraki ABD Başkanı Dwight David Eisenhower döneminde sadece devam ettirilmedi, aynı zamanda genişletildi.30 Zamanla Truman Doktrini, askeri çevreleme düşüncesinden küresel politikanın genel bir ilkesi hâline, Marshall Planı da Batı Avrupa ile sınırlı bir ekonomik iyileştirme tekniğinden “küresel dış yardım ilkesi”ne dönüştü.31 

Bu stratejinin en açık biçimde dışavurumu Süveyş Krizi sonrasında ilan 
edilen, 5 Ocak 1957 tarihli Eisenhower Doktrini’ydi. Eisenhower Doktrini’nin ortaya çıkmasındaki en büyük etken, Süveyş ateşkesinden sonraki haftalarda 
“Ortadoğu’daki güç boşluğunun komünizmin yayılması için yeni fırsatlar yarattığı” endişesinin Washington’a hâkim olmasıydı. Bu doktrin, etkili bir karşı önlem alınmadıkça, Ortadoğu’da var olan güç boşluğunun SSCB’nin sızması ile 
doldurulacağını savunarak, uluslararası komünizm tarafından tehdit edilen bölge 
devletlerine ekonomik ve askeri destek teklif ediyordu.32 SSCB’nin etki alanını 
genişletmesini önlemek amacıyla 1947’de Türkiye ve Yunanistan’a verilen desteğin istenen sonucu doğurması da, ABD’nin bu yöntemi Ortadoğu’daki ülkelere uygulayabileceği düşüncesini destekleyen bir gelişmeydi.33 Bu nedenle, Truman Doktrini’ni tamamlama amacı taşıyan Eisenhower Doktrini, daha çok Ortadoğu’nun kalbindeki Arap devletlerini savunmak için oluşturulmuştu.34 

Eisenhower Doktrini, Ürdün, Suriye, Irak ve Lübnan’da test edildi, ancak 
zamanla işlevsiz olduğu kanıtlandı.35 Bu durumun başlıca nedeni, 1950’lerde esasen Ortadoğu’daki iki sömürgeci güce, İngiltere ve Fransa’ya yönelen ulusçu ve emperyalizm karşıtı hareketlerin -Başkan Eisenhower ve Dışişleri Bakanı John Foster Dulles ikilisinin komünizm karşıtı ittifaklara yönelik takıntıları nedeniyle-ABD’yi de başka bir emperyalist güç olarak görmeleriydi. Arap devletlerinin gelenekçi, monarşik rejimleri ile Lübnan’ın Batı yanlısı hristiyan hükümetini, devrimci ulusçuluğun yükselen dalgalarına karşı korumayı amaçlayan doktrin ile ABD, aslında SSCB’nin bölgede etkin olma amacına hizmet etmiş oldu. 1958’in sonuna gelindiğinde ABD’nin Eisenhower Doktrini’ne dayanan Ortadoğu politikasının başarısız olduğu görüldü. Ortadoğu’da yeni yeni ortaya çıkan radikal, ulusçu ve Batı karşıtı güçlerin yine bu bölgedeki muhafazakâr, statükocu ve Batı yanlısı rejimlere gözle görülür bir üstünlüğü vardı.36 

Böylece SSCB’nin Ortadoğu’ya nüfuz etmesi için uygun bir döneme gelinmiş 
oldu. Batı’nın sömürgeci geçmişi ve bölgedeki ulusçu hareketleri yanlış algılaması nedeniyle 1950’lerin sonlarında SSCB, Ortadoğu’da ABD’ye göre oldukça avantajlı bir konumdaydı.37 Bu dönemde Mısır, Suriye ve Irak açık bir şekilde ABD’ye karşı tutum takınmışlardı, Lübnan ise biraz daha ılımlıydı. ABD’nin sadece Ürdün ve Suudi Arabistan ile yakın ilişkileri vardı. Doktrin, SSCB’yi Ortadoğu’nun dışında tutmayı hedeflemişti ancak tam tersi bir sonuç doğurmuştu. 1958 - 1959’da SSCB bölgedeki başat güçtü.38 Bu sonuçta sadece ABD’nin izlediği Ortadoğu politikasındaki yanlışlıkların değil, aynı zamanda SSCB’nin özellikle 1950’lerin ortalarından itibaren bölgeye yönelik izlediği akılcı politikanın da etkisi vardı. 

SSCB, İkinci Dünya Savaşı’nın büyük bölümü kendi topraklarında yaşanmış 
ve bu savaşta diğer tüm savaşan devletlerden daha fazla zaiyat vermiş olmasına rağmen, bu büyük mücadeleden dünyanın en güçlü ikinci devleti olarak çıkmıştı.39 
SSCB için savaş sonrası dış politikada en önemli konu Batı ile küresel düzeyde 
rekabet ve ABD’nin uyguladığı çevreleme politikasını ortadan kaldırma çabasıydı. ABD’nin Ortadoğu’da hâkimiyet kurma ve SSCB’yi çevreleme girişimleri, Sovyetlerin bu bölgeye yönelik politikalarını şekillendiren en önemli unsurlardı.40 

Batı’nın Ortadoğu’ya gösterdiği ilginin temelinde yatan olgular, bölgeyi 
SSCB açısından önemli kılan nedenlerle büyük ölçüde benzeşiyordu. SSCB, 
Ortadoğu petrolünün [çöken ekonomilerini tekrar düzeltebilmek için bu kaynağa 
bağımlı olan] Batı devletlerine akışının engellenmesi durumunda, ABD’nin 
liderliğindeki kapitalist dünyadan algıladığı tehditlerin azalacağını düşünüyordu. Bu nedenle Ortadoğu petrolü, bölgenin sahip olduğu muazzam petrol kaynaklarına bağımlı olmamasına rağmen, SSCB’nin bölgeye gösterdiği ilginin başlıca nedenlerinden biriydi. Bölge ülkelerinde ulusçu ve emperyalizm karşıtı hareketlerin varlığı da Batı dünyasıyla rekabet içinde olan SSCB için önemli bir etkendi. Ayrıca Ortadoğu, ABD’den çok SSCB topraklarına yakın bir bölgeydi.41 

Bu şartlar altında, Josef Stalin’in Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel 
Sekreteri olduğu dönemde SSCB’nin Ortadoğu politikası, “bölgede emperyalizm 
karşıtı faaliyetler yürüten hareketlere ve yerel komünist partilere, ekonomik durumun elverişsizliğinden ötürü en azından sözlü destek verilmesi” anlayışıyla yürütüldü. Stalin’in 1953 yılında ölümüyle yerine geçen Nikita Kruşçev döneminde “Sovyet yanlısı olsun ya da olmasın, Batı karşıtı olan her türlü hareketi desteklemenin Ortadoğu’da var olan Batı etkisini zayıflatacağı” düşüncesiyle bu destek artırıldı.42 Stalin sonrası SSCB’nin Ortadoğu politikasındaki amaçları, ABD ittifak sistemini bozmak, Batı’nın etkisini ve pozisyonunu zayıflatmak, bölge ilişkilerinde SSCB’nin rolünü ve etkisini genişletmek ve bölgede bir Pax-Americana kurmaya çalışan ABD’nin çabalarına engel olmak şeklinde sıralanıyordu.43 

Bu amaçlara ulaşmak için, 1950’lerin ortalarındaki Sovyet girişimleri, 1940’ların ortalarında Stalin’in yaptığı girişimlerden çok daha akıllıca tasarlandı ve 
yürütüldü.44 Nikita Kruşçev’in Ortadoğu stratejisi, bölge hükümetlerine gözdağı 
verme veya bölge dışı güçlerle pazarlık yaparak kazanç sağlama ihtimalini de 
dışlamamakla birlikte, daha çok yerel güçlerin Batı aleyhine yönlendirilmesine 
dayanıyordu.45 Sonuçta gerek bu stratejinin başarısı, gerek ABD’nin izlediği 
Ortadoğu politikasının başarısızlığı, gerekse Ortadoğu bölgesindeki ulusçu 
hareketlerin etkisiyle, yukarıda da belirtildiği gibi, 1960’lara gelindiğinde bölge 
üzerindeki Sovyet - Amerikan rekabetinde SSCB üstün olan taraftı. Bu durum, 
ABD’deki yönetim değişikliğinin de etkisiyle Washington’ın Ortadoğu’ya 
yaklaşımında farklı yöntemler benimsemesine neden oldu. 

Başkan Eisenhower, Ocak 1961’de halefine, sekiz yıl önce devraldığı ve 
temel çizgileri değişmeden kalan bir dış politika bıraktı.46 Yeni Başkan John 
Fitzgerald Kennedy döneminde de ABD’nin Ortadoğu’yu savunması gerektiği 
düşüncesi devam etti. 1960’ların ilk yıllarında Ortadoğu’ya yönelik ABD 
diplomasinin temelinde “devamlılık, taraf tutmama ve taraf olmama” gibi ilkeler 
yatıyordu. Bu ilkelerden de anlaşılabileceği gibi, Eisenhower Doktrini ile bölge 
ülkelerindeki Batı yanlısı güçlere verilen açık desteğin tepki çekmesi nedeniyle, bu kez Amerikalı siyasetçiler Arap ulusçuluğuna daha ılımlı yaklaşmayı amaçlıyorlardı. 

Arap ulusçuluğunun gücünün Sovyet yayılmasını caydırmaya yönelik olarak 
kullanılabileceği düşünüldüğünden, bu yükselen ulusçuluğa destek olarak, Arap 
liderlerine ekonomik yardımda bulunuluyordu. Aynı zamanda petrolün bölgeden 
Batı’ya düzenli bir şekilde akmasının önemi de göz önünde tutuluyordu.47 

ABD’deki yeni yönetim, Ortadoğu politikasını böyle temkinli bir yaklaşımla 
oluştururken, genel olarak dış politikada daha sert bir tutum benimsiyordu. 
Ambrose’ye göre, bunun nedeni Kennedy ve çevresindekilerin Eisenhower’ın 
yeterince saldırgan olamadığını, tavizler verdiğini ve ülkeyi, büyük işler başarma yolunda harekete geçiremediğini düşünmeleriydi. Temelde Eisenhower, Soğuk Savaş’ın askeri yöntemlerle çözüme kavuşturulabileceği ya da ABD’nin dünyanın kaderini tayin edebileceği yönündeki görüşleri reddediyordu. ABD’nin oynayacağı rolün sınırlılığını kabul etmişti. Kennedy ise bunu kabul etmiyordu ve Eisenhower’ın pasif kaldığını düşündüğü her konuda etkin olmaya niyetleniyor du.48 

ABD’nin dış politikadaki bu sert tutumu, bu dönemde nükleer silahlar 
bakımından ABD’yle rekabet edebilecek seviyede olan SSCB’de de karşılığını 
bulunca, iki süper güç, Ekim 1962’de Küba Füze Krizi nedeniyle ilk kez doğrudan karşı karşıya geldiler. Soğuk Savaş tarihinin doruk noktasını oluşturan bu krizde, iki ülkenin itibar mücadelesinin dünyayı bir nükleer savaşla yok olmanın eşiğine getirdiği görüldü. Bu bunalımdan sonra Yumuşama olgusu yavaş yavaş uluslararası alanda hissedilmeye başladı. 

1950’lerdeki ve 1960’ların başlarındaki Macar ayaklanması, Üçüncü Dünya ulusçuluğunun ve bağlantısızlığının yükselişi, Küba’da Fidel Castro’nun iktidarı 
alması, SSCB’nin Sputnik uydusunu fırlatması, Küba Füze Krizi ve Hindi Çini’ndeki savaş gibi bazı olaylar Amerikan korkularını besledi, Amerikan siyasetini etkiledi ve ABD dış politikasının Soğuk Savaş siyasetindeki devamlılığını teşvik etti.49 Bununla birlikte, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki ikinci on yıllık dönemde, ABD’nin dünya çapındaki taahhütlerinin artışı, Soğuk Savaş’taki rekabet gücünde göreli bir düşüş yaşanmasına yol açtı.50 Ancak dünya çapında kurulan ittifaklar sisteminin, özellikle de NATO ittifakının gücü ve dayanıklılığı konusu, Amerikan dış politikasının öncelikli ilgilerinden biri olmaya devam etti.51 

Ortadoğu bölgesinde ABD ile SSCB arasında yukarıda anlatıldığı gibi 
kıyasıya bir rekabet yaşanırken ortaya çıkan ve giderek büyüyen Kıbrıs sorunu da bu rekabetten ve Soğuk Savaş’ta Amerikan çıkarları açısından çok önemli bir rol oynayan NATO’nun istikrarı kaygısından büyük ölçüde etkilendi. 1950’lerin 
ortalarında uluslararası bir anlaşmazlık hâline gelen ve 1960’lar boyunca Doğu 
Akdeniz bölgesinde ABD’nin çıkarlarını tehdit eden Kıbrıs sorununa yönelik 
Amerikan ilgisinin başlıca nedeni, üç NATO üyesi ülkenin -İngiltere, Türkiye ve 
Yunanistan- bu sorunun tarafları olmasıydı. ABD’nin Kıbrıs’a ve Kıbrıs sorununa 
bakışını şekillendiren başka etkenler 52 de olmasına rağmen bu sorun nedeniyle 
NATO müttefikleri arasında bir savaş yaşanması ve böylece NATO’nun güney doğu kanadının yıkılması ihtimali, ABD’li yetkililer açısından esas önceliğe sahip konuydu. 

BU BÖLÜM DİPNOTLAR;

1 Field-Marshal the Lord Harding of Petherton, “The Cyprus Problem in Relation to the Middle East,” International Affairs (Royal Institute of International Affairs 1944-), Vol. 34, No. 3 (Jul. 1958), s. 
2 Mehmet Hasgüler, “Kıbrıs’ta Karşılaştırmalı Eleştirel Yöntem Işığında Ulusçu Tatmin ve Siyasal Denge Modeli,” içinde Mehmet Hasgüler ve Ümit İnatçı, (ed.), Kıbrısın Turuncusu, İstanbul, Anka Yayınları, 2003, s. 10. 
3 David Souter, “An Island Apart: A Review of the Cyprus Problem,” Third World Quarterly, Vol. 6, No. 3 (Jul. 1984), s. 657. 
4 Guy Dundas, “Cyprus from 1960 to EU Accession: the Case for Non-Territorial Autonomy,” Australian Journal of Politics and History, Vol. 50, No. 1 (2004), s. 86. 
5 Constantine P. Danopoulos, “The Greek Military Regime (1967-1974) and the Cyprus Question – Origins and Goals,” Journal of Political and Military Sociology, Vol. 10 (Fall 1982), s. 258. 
6 Şükrü Sina Gürel, Tarihsel Boyut İçinde Türk-Yunan İlişkileri (1821-1993), Ankara, Ümit Yayıncılık, 1993, s. 53. 
7 Şüphesiz, süper güçlerin -özellikle de Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin-Kıbrıs’a ve Kıbrıs sorununa ilgi duymalarının tek nedeni adanın stratejik coğrafi konumu değildir. ABD açısından Kıbrıs’ın önemine ilerde detaylı olarak değinilecektir. 
8 Danopoulos, op. cit., s. 258-259; Gürel, op. cit., s. 53; George A. Kourvetaris, “Greek and Turkish Interethnic Conflict and Polarization in Cyprus,” Journal of Political and Military Sociology, Vol. 16, (Fall 1988), s. 192. 
9 Jacob M. Landau, “Johnson’s Letter to İnönü and the Greek Lobbying at the White House,” The 
Turkish Yearbook of International Relations, Vol. 14 (1976), s. 45. 
10 Ellen B. Laipson, “The United States and Cyprus: Past Policies, Current Concerns,” içinde Norma Salem, (der.), Cyprus: A Regional Conflict and its Resolution, New York, St. Martin’s Press, 1992, s. 90. 
11 Christian Heinze, “The Cyprus Conflict, the Western Peace System is Put to the Test,” The Turkish Yearbook of International Relations, Vol. 4 (1963), s. 44. 
12 Ibid., s. 45. 
13 Joshua W. Walker, “A Turkish-Cypriot Perspective: Rauf Denktash and Nancy Crawshaw on Cyprus,” Alternatives, Vol. 4, No. 3 (Fall 2005), s. 78. 
14 Aralık 1963’ten Ocak 1969’a kadar ABD Başkanlığı görevini yürüten Lyndon Baines Johnson döneminde ABD’nin Kıbrıs politikasına ilişkin çeşitli belgeler “1964-1968, Kıbrıs; Yunanistan; Türkiye” başlığı altında, 15 Ağustos 2002 tarihinde yayınlanmıştır. Bkz. “Status of the Foreign 
Relations Series,” Volumes Published In 2002, http://www.state.gov/r/pa/ho/frus/27363.htm (Erişim Tarihi: 25.05.2009). 
15 “Foreign Relations of the United States,” http://www.state.gov/r/pa/ho/frus/index.htm (Erişim Tarihi: 25.05.2009). 
16 “Status of the Foreign Relations Series,” May 2009, http://www.state.gov/r/pa/ho/frus/123567.htm (Erişim Tarihi: 25.05.2009). 
17 Ertuğrul Meşe, “‘Malumun İlânı’: Bir Konferansın Düşündürdükleri,” Birikim, Sayı 235 (Kasım 2008), s. 49. 
19 Jerel A. Rosati, The Politics of United States Foreign Policy, Fort Worth, Harcourt Brace College Publishers, 1999, s. 29.
20 Ibid., s. 48. 
21 Nicolet, op. cit., s. 96. 
22 İlker Aktütün, “Soğuk Savaştan Küresel Tiranlığa,” içinde Toktamış Ateş, (der.), ABD Dış Politikasında Yeni Yönelimler ve Dünya, Ankara, Ümit Yayıncılık, 2004, s. 252. 
23 Ortadoğu, 1950’lerin ortalarında, dünyanın o zaman için bilinen petrol rezervlerinin % 64’üne sahipti. Bkz. Stephen E. Ambrose, Dünyaya Açılım: 1938’den Günümüze Amerikan Dış Politikası, çev. Ruhican Tul, Ankara, Dış Politika Enstitüsü Yayınları, 1992, s. 135. Ortadoğu’daki petrolün ABD ve SSCB açısından önemi için bkz. Şükrü Sina Gürel, Ortadoğu Petrolünün 
Uluslararası Politikadaki Yeri, Ankara, AÜSBF Yayınları, 1979. 
24 Bölgedeki Batı çıkarlarını korumanın sorumluluğu 1950’lere kadar büyük ölçüde İngiltere ve Fransa tarafından üstlenilmişti. Savaş sonrası dünyanın ekonomik ve siyasi şartları, bu ulusları, bölgedeki emperyal bağlantılarını azaltmaya veya ortadan kaldırmaya zorladı. Bkz. Arthur S. Link, 
American Epoch: A History of the United States Since the 1890’s, New York, Alfred A. Knopf, 1967, s. 837. 
25 Richard H. Nolte, “United States Policy and the Middle East,” içinde Georgiana G. Stevens, (ed.), The United States and the Middle East, Englewood Cliffs, N. J., Prentice-Hall, Inc., 1964, s. 153, 157. 
26 Leon T. Hadar, Quagmire: America in the Middle East, Washington, Cato Institute, 1992, s. 45. 
27 Ibid., s. 44. 
28 Ibid., s. 47. 
29 Elie Kedourie, “Britain, France and the Last Phase of the Eastern Question,” içinde Jacob Coleman 
Hurewitz, (ed.), Soviet-American Rivalry in the Middle East, New York, Frederick A. Praeger, 1969, s. 195. 
30 Link, op. cit., s. 810. 
31 Hans J. Morgenthau, A New Foreign Policy for the United States, London, Pall Mall Press, 1969, s. 10. 
32 Hadar, op. cit., s. 47. 
33 Nolte, op. cit., s. 154. 
34 Ancak “ABD’nin Ortadoğu’daki devletler arasında öncelikli ilgisi Kuzey Kuşağı devletlerine Türkiye, 
İran, Irak- yönelikti.” Bkz. Thomas A. Bryson, American Diplomatic Relations With the 
Middle East, 1784-1975: A Survey, Metuchen, N. J., The Scarecrow Press, Inc., 1977, s. 223. 
SSCB’nin etkisini Ortadoğu’ya doğru genişletmesini engellemede kilit konumda bulunan bu ülkelere 
Pakistan ve İngiltere’nin de katılmasıyla 1955 yılında Bağdat Paktı oluşturuldu. Irak’ın 1958’deki 
darbenin ardından pakttan ayrılması nedeniyle ittifakın adı 1959’da CENTO (Central Treaty 
Organization - Merkezi Antlaşma Örgütü) olarak değiştirildi. 
35 Ibid., s. 204. Doktrinin Arap ülkelerindeki siyasi gelişmelere uygulanışı için bkz. Ibid., s. 208-217; Nolte, op. cit., s. 163-170. 
36 Adeed Dawisha, “The Soviet Union in the Arab World: The Limits to Superpower Influence,” 
içinde Adeed Dawisha ve Karen Dawisha, (eds.), The Soviet Union in the Middle East: Policies 
and Perspectives, London, Heinemann, 1982, s. 9. 
37 Ibid., s. 9-10. 
38 Bryson, op. cit., s. 218-219. 
39 Ronald De McLaurin, The Middle East in Soviet Policy, Massachusetts, D. C. Heath and 
Company, 1975, s. 6.40 Alvin Z. Rubinstein, “The Evolution of Soviet Strategy in the Middle East,” ORBIS, Vol. 24, No. 2 (Summer 1980), s. 337. 
41 McLaurin, op. cit., s. 15-16. 
42 Ibid., s. 7-10. 
43 Rubinstein, op. cit., s. 337. 
44 Örneğin İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra SSCB’nin Türkiye’ye verdiği notalarda, Türk -
Sovyet sınırında SSCB lehine değişiklik yapılması ve Boğazların ortaklaşa savunulması için SSCB’ye 
üs verilmesi gibi isteklerde bulunması, Türkiye’yi Batı’nın güvenlik şemsiyesi altına girmeye sevk 
etmiş; böylece iki ülke arasındaki ilişkilerin bozulması sürecini başlatmıştı. Bkz. Kemal H. Karpat, 
“Turkish Soviet Relations,” içinde Kemal H. Karpat, (der.), Turkey’s Foreign Policy in Transition 
1950-1974, Leiden, Netherlands, E. J. Brill, 1975, s. 83-84. 
45 John C. Campbell, “The Soviet Union and the United States in the Middle East,” Annals of the 
American Academy of Political and Social Science, Vol. 401, America and the Middle East (May 
1972), s. 127. 
46 Frank Freidel, America in the Twentieth Century, New York, Alfred A. Knopf, 1970, s. 566. 
47 Bryson, op. cit., s. 222. 
48 Ambrose, op. cit., s. 154-155. Küba’da Fidel Castro rejimini devirmek için düzenlenen Domuzlar 
Körfezi Çıkarması bu anlayışın yansımalarından biriydi. 
49 Rosati, op. cit., s. 46. 
50 Morgenthau, op. cit., s. 14. 
51 Link, op. cit., s. 812. 
52 Bu konu ilerde “ABD Açısından Kıbrıs’ın Önemi” başlığı altında ele alınacaktır. Bkz. infra., s. 31. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

1964 VE 1967 KIBRIS KRİZLERİ SIRASINDA ABD’NİN KIBRIS POLİTİKALARI, BÖLÜM 1

1964 VE 1967 KIBRIS KRİZLERİ SIRASINDA ABD’NİN KIBRIS POLİTİKALARI, BÖLÜM 1 


T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI 

Yüksek Lisans Tezi 
Altan AKTAŞ 
Ankara - 2009 

Tez Danışmanı 
Prof. Dr. Melek FIRAT 
Ankara - 2009 

1964 VE 1967 KIBRIS KRİZLERİ SIRASINDA ABD’NİN KIBRIS POLİTİKALARI 
Yüksek Lisans Tezi 
Tez Danışmanı : Prof. Dr. Melek Fırat 

Tez Jürisi Üyeleri Adı ve Soyadı İmzası 

Prof. Dr. Melek Fırat 
Prof. Dr. Çağrı Erhan 
Doç. Dr. Yelda Demirağ

İÇİNDEKİLER 

İÇİNDEKİLER………………………………………………………………………i 
ÖNSÖZ……………………………………………………………………………...iv 
GİRİŞ............................................................... 1 

I. ABD DIŞ POLİTİKASI AÇISINDAN KIBRIS SORUNU...... 9 

A. Soğuk SavaşŞartlarında Kıbrıs Sorununun Ortaya Çıkışı Ve ABD’nin Soruna Yaklaşımı......... 10 

1. Soğuk Savaş’ın İlk Yıllarında Ortadoğu Bölgesi’nde ABD - SSCB Rekabeti................ 11 

2. Kıbrıs Sorununun Ortaya Çıkışından 1964 Krizine Kadar ABD’nin Kıbrıs Politikası........20 

a. 1950’lerde Kıbrıs Sorunu ve ABD’nin Tutumu ................. 20 

b. Zürih - Londra Antlaşmaları’na ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kuruluşuna ABD’nin Tepkisi..... 26 

c. ABD’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’ne Yönelik Politikası.......... 29 

B. ABD Açısından Kıbrıs’ın Önemi ..................................31 

1. Kıbrıs’ın Stratejik Konumu ........................................ 33 

2. Adadaki İngiliz Üsleri ............................................... 34 

3. Adadaki Amerikan Tesisleri..........................................36 

4. NATO’nun Güneydoğu Kanadının Güvenliği Endişesi........ 37 

5. Makarios’un Bağlantısız Tutumundan Duyulan Rahatsızlık . 39 

6. Komünist Parti AKEL’in Varlığı........................................ 41 

7. SSCB’yi Çevreleme Politikası Açısından Kıbrıs’ın  Önemi ..... 42 

II. 1964 KIBRIS KRİZİ VE AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’NİN TUTUMU...44 

A. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasal Sorunları Ve Aralık 1963’te Başlayan Kriz.... 46 

1. 1960 Sistemine İlişkin Anlaşmazlıklar ve Cumhurbaşkanı Makarios’un Anayasada Değişiklik Önerileri .... 46 

2. Kıbrıs’ta Çatışmaların Başlaması ve Krizin İlk Günlerinde ABD’nin Tutumu.......... 49 

B. ABD’nin Kıbrıs Sorununa Müdahil Olması..............................................52 

1. Londra Konferansı ve Anglo - Amerikan Teklifi...........................52 

2. Birleşmiş Milletler’de Kıbrıs Sorunu ve ABD’nin Tutumu...........59 

3. Türkiye’nin Kıbrıs’a Müdahale Konusundaki Kararlılığının Arttığı Nisan - Mayıs 1964 Döneminde ABD’nin Tutumu .... 64 

C. ABD’nin Kıbrıs Sorununa Nihai Çözüm Bulunmasına Yönelik Girişimleri ............ 71 

1. “Johnson Mektubu”....................................................................................71 

2. Washington Görüşmeleri............................................................................ 81 

3. Cenevre Görüşmeleri ve Birinci Acheson Planı............................................... 89 

4. Kıbrıs’ta Ağustos 1964 Olayları ve İkinci Acheson Planı.................................. 97 

5. ABD’nin Kıbrıs Sorununu Makarios’u Devredışı Bırakarak Çözme Yönündeki Planları...109 

D. 1964 Krizi Boyunca ABD’nin İzlediği Politika: Değerlendirme............ 116 

III. İKİ KRİZ ARASI DÖNEMDE YAŞANAN GELİŞMELER......................... 123 

A. Türkiye’de ve Yunanistan’da Yaşanan Gelişmeler............................. 123 

1. Kıbrıs SorunununTürk Dış Politikasına Etkileri .................................. 124 

a. Johnson Mektubu’nun Etkisi ........................................................... 124 

b. Türkiye - SSCB İlişkilerinde Yakınlaşma .......................................... 127 

c. Türkiye - ABD İlişkilerinde Gerileme..................................................129 

2. Yunanistan’da Yaşanan Gelişmeler .................................................. 132 

a. Kıbrıs Sorununun Yunanistan - ABD İlişkilerine Etkisi .......................... 132 

b. Yunanistan’da Siyasi İstikrarsızlık ve Askeri Darbe................................133 

c. ABD’nin Yunanistan Siyasetindeki Gelişmelere Yaklaşımı……….....………….....135 

B. Kıbrıs’ta ve Kıbrıs Sorununda Yaşanan Gelişmeler................................ 139 

ii 

1. Kıbrıs’ın İç ve Dış Politika Uygulamalarına ABD’nin Tepkisi ... 139 

2. Birleşmiş Milletler’de Kıbrıs Sorunu ve ABD’nin Tutumu.........143 

C. ABD’nin Kıbrıs Sorununun Çözümüne Yönelik Çabaları.......... 145 

1. ABD’nin Kıbrıs Sorununda “Ön Plana Çıkmama” Taktiği ......... 145 

2. Türkiye’deki ve Yunanistan’daki İktidar Değişikliklerinin ABD’nin Kıbrıs Tutumuna Etkileri... 148 

3. Değerlendirme: ABD’nin İki Kriz Arası Dönemde İzlediği Politika.... 155 

IV. 1967 KIBRIS KRİZİ VE AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’NİN TUTUMU... 158 

A. Boğaziçi - Geçitkale Saldırıları ve ABD’nin Krizin İlk Günlerindeki Tutumu .. 159 

B. ABD’nin Krizi Sona Erdirmeye Yönelik Girişimleri.............................. 164 

1. Üçlü NATO Girişimi.................................................................... 164 

2. Vance Misyonu............................................................................. 166 

a. Cyrus Vance’in Atanması................................................. 166 

b. Vance Misyonu’nun Altyapısını Hazırlayan Gelişmeler.. 169 

c. Vance’in Mekik Diplomasisi ve Krizin Sona Ermesi....... 173 

C. Krizin Hemen Sonrasında Yaşanan Gelişmeler ........... 183 

D. 1967 Krizi Boyunca ABD’nin İzlediği Politika: 
     1964 Krizi İle Karşılaştırma ................................... 185 

SONUÇ.............................................................. 193 
KAYNAKÇA ........................................................ 198 
ÖZET................................................................. 225 
ABSTRACT......................................................... 227 



ÖNSÖZ 

Bilimsel bir çalışma yapmak her şeyden önce sabır isteyen bir iştir. Bu sabrı göstermesi gereken esas kişi araştırmacı olmasına rağmen, araştırmacının yakın 
çevresindeki kişiler de bu sürecin bazı zorluklarına katlanmak durumunda kalabilmektedirler. 
Bu nedenle elinizdeki çalışmayı hazırlarken yaşadığım bütün sıkıntıları paylaşan, hiç bir zaman benden maddi ve manevi desteğini esirgemeyen aileme teşekkürü bir borç bilirim. Ayrıca gündelik hayatın gerektirdiği sorumluluklarda bana yardımcı olarak üzerimdeki yükü hafifletmeye çalışan Bekir Koçak’a ve kardeşim Atilla Aktaş’a, yüreklendirici ve moral verici konuşmalarıyla çalışmanın yazım aşamasında hep yanımda olan sevgili Ebru Özaydın’a özellikle teşekkür etmek isterim. Burada isimlerini sayamadığım yakınlarıma ve arkadaşlarıma da teşekkür borçluyum. 

Tez çalışmamın her aşamasında yakın ilgi ve desteğini gördüğüm; çalışmalarımın yönlendirilmesi ve sonuçlandırılmasında büyük emeği geçen tez danışmanım sayın Prof. Dr. Melek Fırat’a, böyle bir çalışma yapmam konusunda beni teşvik eden ve yardımlarını esirgemeyen sayın Prof. Dr. Çağrı Erhan’a, savunma aşamasında ortaya koyduğu değerli yorum ve eleştirileriyle katkıda bulunan sayın Doç. Dr. Yelda Demirağ’a özellikle şükranlarımı sunarım. 

Son olarak, yüksek lisans öğrenimimin iki yılı boyunca sağladığı bursla söz konusu çalışmanın ortaya çıkmasında destekleyici ve teşvik edici rolü bulunan 
TÜBİTAK - Bilim İnsanı Destekleme Daire Başkanlığı’na da büyük teşekkür borçlu olduğumu belirtmek isterim. 

GİRİŞ 

1955 - 1957 yılları arasında İngiltere’nin Kıbrıs Valisi olarak görev yapan Mareşal John Harding, bundan tam elli bir yıl önce Kıbrıs sorunu ile ilgili olarak şöyle demiştir: “… Kıbrıs’ta yaşayan insanların bu sorunu çözmede üstün çıkarları olmadığını söylemiyorum; çıkarları var fakat talihsiz oldukları durum şu ki, Lawrence Durrell’in Acı Limonlar kitabında kullandığı kelimelerle söylersek, ‘uluslararası ilişkiler piyasasına sürülmüş’ bir adada yaşıyorlar. Ve maalesef coğrafi konumu, ulusal duygular ve korkular ve endişeler ve özlemler nedeniyle kimse Kıbrıs’ı bu piyasadan çıkaramayacak.”1 Günümüzde Kıbrıs sorununun bu cümlelerin söylendiği zamankinden daha fazla aktörü içererek ve daha da karmaşıklaşarak devam etmesi, bu adanın bir uluslararası sorun olarak daha uzun süre bu “piyasa”da kalacağına işaret ediyor gibi görünmektedir. 

Kıbrıs’ın modern tarihi, birbirlerine karşı tarihe dayalı düşmanlıklar taşıyan “Türk ve Yunan milliyetçiliklerinin bir ‘yavrulama’ ve ‘olgunlaştırma’ çocuğu olduğu kadar, Soğuk Savaş koşullarının da büyüttüğü ve emzirdiği boyutlarıyla karmaşıklık taşıyan”2 bir sorunun tarihidir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1960 yılındaki sayıma göre, nüfusunun % 77’si Rumlardan % 18’i Türklerden oluşan Kıbrıs,3 birden fazla etnik grubun var olduğu ve özellikle topraksal olarak bu grupların birbirlerine karıştığı devletlerde kültürel özerklik ve siyasi güç dağılımını sağlamanın zorluğunu gösteren iyi bir örnektir.4 

Kıbrıs’ın 1950’lerde kanlı çatışmalara neden olan bu çok uluslu yapısı, adada bağımsız bir devlet kurulduktan sonra da potansiyel bir çatışma tehdidi olmaya 
devam etmiştir. Danopoulos’a göre, esasen aralarındaki din engeli Türk ve Rum toplumlarını birbirlerinden ayrı tutarak bir “ulusal Kıbrıslılık bilinci”nin ortaya 
çıkmasını önlemiştir.5 Adadaki iki toplumun gerek İngiltere’nin yönetimi altındayken gerekse Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan sonra kendilerini Türk ve Yunan kimlikleri altında görmeleri, kaçınılmaz olarak soruna Türkiye ve Yunanistan’ı da ortak etmiştir.6 Bununla birlikte, Soğuk Savaş dünyasının sorunlu, istikrarsız ve hassas Ortadoğu bölgesi için rekabet eden süper güçler açısından Kıbrıs’ı önemli bir ikmal istasyonuna çeviren coğrafi konumu nedeniyle bölge dışı devletler de soruna ilgi göstermişlerdir.7 Böylece Kıbrıs sorunu, adanın iki toplumu arasında yaşanan etnik kökenli bir sorun olmaktan çıkmış, bölgesel ve uluslararası bir boyuta ulaşmıştır.8 

Jacob M. Landau, Kıbrıs sorununu dört değişik boyutu olan çok karmaşık bir sorun olarak tanımlamaktadır. Landau’ya göre, bu boyutlar: “1- (Kıbrıs’ın içinde) toplumlararası 2- (Türkiye ve Yunanistan’ı içermek üzere) iki taraflı 3- (Büyük Britanya ve süper güçlerin katılımlarıyla) bölgesel 4- (Birleşmiş Milletler’deki küresel çerçeve içinde) uluslararası”dır.9 Buna karşın Ellen B. Laipson, ABD’nin Kıbrıs sorununda en büyük dış aktörlerden biri olduğunu belirterek Kıbrıs’ın “süper güç boyutu olan bölgesel çatışmalar” kategorisine kolaylıkla sokulamayacağını iddia etmektedir. Çünkü Laipson’a göre, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB), Kıbrıs sorununu [taraflarının NATO üyeleri olmalarından dolayı sorunun NATO içinde çözülmeye çalışılması nedeniyle] bazen hasetle, [sorunun NATO ittifakını istikrarsızlaştırıcı etkisi nedeniyle de] bazen sevinçle kenardan izlemiştir. Bundan dolayı Kıbrıs sorunu, Batı kampı içindeki bir sorun olarak görülmelidir.10 

Bu haklılık arz eden yorumu daha ileri götüren yaklaşım, 1962 - 1963 
yıllarında Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Anayasa Mahkemesi Başkan Yardımcısı olarak 
görev yapan Christian Heinze’den gelmektedir. Heinze, Kıbrıs sorununu Batı 
kampının sınırları içinde tutul[maya çalışıl]an bir sorundan çok “Batılı uluslar 
topluluğu”nun üstün değerlerini tehdit eden bir sorun olarak görmektedir. 

Heinze’ye göre, Kıbrıs’ta bağımsız devlet kurulduktan sonra yaşanan olaylar, 
Kuzey Atlantik bölgesinin uluslarından oluşan Batı topluluğunun içindeki birlik ve düzen mekanizmalarının ciddi kusurlarını açığa çıkarmıştır. Çünkü Batılı uluslar topluluğu, ne Türkiye ile Yunanistan arasındaki soruna çözüm bulabilmiştir ne de bu sorun konusunda net bir fikir ya da tavır ortaya koyabilmiştir. Ayrıca 1959 Zürih - Londra ve 1960 Lefkoşa Antlaşmaları’nın bağlayıcılığı konusunda, bu antlaşmalar uygulamaya konulduktan kısa süre sonra ortaya çıkan anlaşmazlıklar da Batılı uluslar topluluğunun “barış sistemi”nin aksayan yönlerinden biridir.11 Bu iddiasını daha iyi anlayabilmek için Heinze’nin söz konusu “barış sistemi” hakkında söylediklerine bakmak gerekir: 

“Kuzey Atlantik’in Batılı uluslar topluluğu, uluslararası sorunları, Kuzey Atlantik özellikle de Avrupa tarihinin değişken yönü tarafından şekillenen ve geliştirilen barış sistemi yardımıyla çözebileceği iddiasındadır. Bu barış sistemi uluslararası hukuk, özellikle de antlaşmaların bağlayıcı gücü üzerine  kurulmuştur. 

Bu sistem, özgürlüğü, halkların ve bireylerin self-determinasyon siyasi haklarını 
içerir. Bu barış sistemi Batılı devletlere, farklılıklarını ortak refaha hizmet eden 
karşılıklı saygı ve işbirliği ruhu içinde kurma yükümlülüğünü dayatır. Bu doğrultuda Batılı uluslar topluluğu savaş ve şiddetin üstesinden gelme iddiasındadır ve dünyanın geri kalanından özellikle de doğu kısmından farklılaşır. 

Batılı devletler bu barış sistemine dayanan bir işbirliğinin kendilerini şimdiki ve gelecekteki düşmanlarına kanıtlamanın en iyi yolu olduğuna inanırlar. Bu nedenle bu barış sistemi, Batılı uluslar topluluğunun varlığının teminatıdır ve 
meşruiyetinin temelidir. Bu yüzden söz konusu sistemin tehlikeye atılması, ‘Küba benzeri bir Kıbrıs’tan’ çok ötede bir tehdit anlamına gelir. Batılı uluslar 
topluluğunun iyi işleyen bir barış sistemine inanmayı bırakmaları durumunda bu 
topluluğu oluşturan devletlerin bireysel olarak dış politikalarında uzun vadeli 
sonuçlara yönelik yeni temel sorunlar ortaya çıkar. Bu karşılıklı bağımlılığın sonucu, bütün Batılı devletlerin Türkiye ve Yunanistan arasındaki Kıbrıs sorununa müdahil olma gerekliliğidir. Bu durum ABD’nin Kıbrıs sorununa derin biçimde müdahil olması ile açık hâle gelmiştir. Eğer Batı, örnek olacak bir barış sistemini koruma iddiasını sürdürmek istiyorsa Kıbrıs’ta ortaya çıkan böyle bir sorunu çözme yetkinliğinde olduğunu kanıtlamalıdır.”12 

Bütün bu yorumlara dayanılarak çıkarılabilecek sonuç şudur: Kıbrıs sorunu, 
ister salt stratejik nedenlerle, ister Soğuk Savaş ortamında Batı ve Doğu blokları arasında var olan siyasi, askeri, ekonomik vb. rekabet -ve belki de bunların hepsinin üstünde ABD ile SSCB’nin itibar mücadelesi- nedeniyle, ister genel olarak Batı dünyasının yüzyılların birikimine dayanan “barış sistemi”nin devamı için, ister özel olarak NATO ittifakının güvenliğini ve istikrarını korumak için olsun, Batılı devletlerin özellikle de ABD’nin yoğun biçimde ilgi gösterdiği ve müdahil olduğu bir sorundur. Bu nedenle de ABD’nin soruna yönelik tutumu, girişimleri, doğrudan ya da dolaylı müdahaleleri hakkında bilgi sahibi olmadan Kıbrıs sorununun tarihini, seyrini, taraflarının izledikleri politikaları anlamak mümkün değildir. 

 ABD’nin Kıbrıs sorununda ne kadar etkili bir aktör olduğu gerçeği, Kıbrıs 
üzerine olan muazzam büyüklükteki literatürden de anlaşılmaktadır. Walker’ın da belirttiği gibi, Kıbrıs’ın tarihi, dünyadaki ada örnekleri arasında en iyi araştırılmış ve en iyi şekilde belgelenmiş alanlardan biridir.13 Bir uluslararası sorun olarak elli yılı aşkın süredir dünya gündemini meşgul eden Kıbrıs hakkında çok sayıda araştırmacının yayınladıkları kitap ve makalelere ek olarak, Birleşmiş Milletler’in Kıbrıs sorununa ilişkin kayıtları, soruna taraf olan ve sorunla yakından ilgilenen devletlerin arşiv belgeleri, çok sayıda diplomatın anıları vb. kaynaklar da bu konuyla ilgilenen kişiler için büyük bir havuz oluşturmaktadır. Bu havuzda, ABD’nin Kıbrıs’a yönelik politikasını konu edinen çalışmalar önemli bir yer kaplamaktadır. Bir yüksek lisans tezi olan bu çalışma da, 1964 ve 1967 Kıbrıs krizleri sırasında ABD’nin izlediği politikaları ele alarak, bu muazzam literatür içinde kendisine küçük de olsa bir yer bulmayı amaçlamaktadır. 

Birçok yazar tarafından ele alınmış ve üzerine birçok söz söylenmiş olmasına 
rağmen konu olarak “1964 ve 1967 Kıbrıs krizleri sırasında ABD’nin Kıbrıs 
politikaları”nın seçilmesinin nedeni, bu konuda oldukça önemli veriler içeren ve 
birincil kaynak olan ABD Dışişleri Bakanlığı arşivlerinin görece yeni bir tarihte 
kamuoyunun tüketimine açılmış olmasıdır.14 ABD Dışişleri Bakanlığı’nın internet 
sitesinde “Amerika Birleşik Devletleri’nin Dışİlişkileri” genel başlığı altında 
dönemsel seriler olarak yayınlanan bu arşivler, görevli editörler tarafından Dışişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı, Ulusal Güvenlik Konseyi, Merkezi Haber Alma Teşkilatı gibi ABD’nin dış politikasına şekil veren kurumlardan ve başkanlık 
kütüphanelerinden elde edilerek derlenen belgelerden oluşmaktadır.15 Mayıs 2009 itibariyle söz konusu sitedeki yayınlar 1976 yılına kadar olan belgeleri de içerecek şekilde ilerlemiş durumdadır.16 Ancak bu çalışmada asıl olarak 1964 ve 1967 Kıbrıs krizleri ele alınmış, ada tarihindeki bir diğer dönüm noktası ve ABD açısından da önemli bir gelişme olan 1974 Kıbrıs krizi kapsam dışı bırakılmıştır. 

Bu çalışmada birincil kaynak olarak Lyndon Baines Johnson’ın ABD Başkanlığı dönemine ait olanlar başta gelmek üzere Dwight David Eisenhower ve John Fitzgerald Kennedy’nin başkanlık dönemlerine ait arşiv belgeleri kullanılmıştır. 

Ayrıca 1964 ve 1967 Kıbrıs krizleri sırasında ABD’nin Kıbrıs’a yönelik politikasının oluşturulması ve uygulanmasında önemli görevler almış olan Amerikalı diplomat ların anılarından da imkânlar ölçüsünde faydalanılmıştır. Bu kaynakların 
yetersiz veya ilgisiz kaldığı konularda ise çok sayıdaki yazarın çeşitli kitap ve 
makalelerine, Birleşmiş Milletler ve NATO’nun internet sayfalarına, “Keesing’s 
Contemporary Archives” ve “Dışişleri Belleteni” gibi süreli yayınlara 
başvurulmuştur. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***