2 Eylül 2018 Pazar

AKP'nin Anayasa Taslağının Tam Metni 2007 ve BUGÜN.BÖLÜM 1

AKP'nin Anayasa Taslağının Tam Metni 2007  
ve BUGÜN.  BÖLÜM 1


Anayasa Taslak Metin 2007
AKP'nin Anayasa Taslağının Tam Metni
Prof. Dr. Ergun Özbudun, AKP için hazırladıkları anayasa taslağının tam metnini açıkladı.

Ankara - BİA Haber Merkezi
13 Eylül 2007, Perşembe 14:30

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI ÖNERİSİ
Bu "Türkiye Cumhuriyeti Anayasası Önerisi";

8 Haziran 2007 günü Başbakan ve ADALET ve KALKINMA PARTİSİ Genel Başkanı Sayın Recep Tayip ERDOĞAN'ın Prof. Dr. Ergun ÖZBUDUN'dan talebi üzerine, aşağıda isimleri yazılı kişilerden oluşan Komisyon tarafından hazırlanmış, 2 Ağustos 2007 günü Başbakan ve ADALET ve KALKINMA PARTİSİ Genel Başkanı Sayın Recep Tayip ERDOĞAN'a sunuşu yapılmış ve 29 Ağustos 2007 tarihinde çalışmalar tamamlanarak ADALET ve KALKINMA PARTİSİ Genel Başkan Yardımcısı Sayın Dengir Mir Mehmet FIRAT'a teslim edilmiştir.

1. Prof. Dr. Ergun ÖZBUDUN (Komisyon Başkanı)  
2. Prof. Dr. Zühtü ARSLAN 
3. Prof. Dr. Yavuz ATAR 
4. Prof. Dr. Fazıl Hüsnü ERDEM 
5. Prof. Dr. Levent KÖKER 
6. Doç. Dr. Serap YAZICI


BAŞLANGIÇ 
Herkesin insan haysiyetinden kaynaklanan evrensel hak ve hürriyetlere sahip olduğu inancıyla hareket eden, her türlü ayrımcılığı reddeden, farklılıklarımızı kültürel zenginliğimizin kaynağı olarak gören bir eşitlik anlayışına sahip biz Türk Milleti; insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyetin kurum ve kurallarını düzenleyen bu Anayasayı, egemen irademizin ve Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemâl Atatürk'ün çağdaş uygarlık hedefi ile ebedî barış idealine olan bağlılığımızın ifadesi olarak kabul ve teyid ederiz. 


BİRİNCİ KISIM .,

Genel Esaslar

Devletin şekli

Madde 1- Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.

Cumhuriyetin nitelikleri

Madde 2- Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına dayanan, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.

Devletin bütünlüğü, Resmî dili, Bayrağı, Millî marşı ve başkenti

Madde 3- (1) Türkiye Cumhuriyeti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.

(2) Resmî dili Türkçedir.

(3) Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.

(4) Millî marşı "İstiklâl Marşı"dır.

(5) Başkenti Ankara'dır.

Devletin temel amaç ve görevleri

Madde 4- Devletin temel amaç ve görevi, insan haysiyetini korumak, kişilerin hak ve hürriyetlerini kullanmalarının önündeki bütün engelleri kaldırmak ve halkın huzur, güvenlik ve refahını sağlamak suretiyle insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaktır.

Egemenlik

Madde 5- (1) Egemenlik Kayıtsız ve Şartsız Milletindir.

(2) Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yasama, yürütme ve yargı organları eliyle kullanır.

(3) Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.

(4) Milletlerarası ve milletlerüstü kuruluşlara üyelikten kaynaklanan sınırlamalar saklıdır.

Yasama yetkisi

Madde 6- Yasama yetkisi, Türk Milleti adına, Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez. Kanun hükmünde kararnamelere ilişkin hükümler saklıdır.

Yürütme yetkisi ve görevi

Madde 7- Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.

Yargı yetkisi ve görevi

Madde 8- Yargı yetkisi ve görevi, Türk Milleti adına, bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır ve yerine getirilir.

Eşitlik

Madde 9- (1) Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.

(2) Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.

(3) Kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve engelliler gibi özel surette korunmayı gerektiren kesimler için alınan tedbirler, eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.

(4) Devlet organları ve idare makamları, bütün eylem ve işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır.

Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü

Madde 10- (1) Anayasa hükümleri yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluşları ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.

(2) Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz. 

İKİNCİ KISIM ,

Temel Haklar ve Hürriyetler


BİRİNCİ BÖLÜM ,

Genel Hükümler

Temel hak ve hürriyetlerin niteliği

Madde 11- Herkes, insan haysiyetinden kaynaklanan, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.

Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması

Madde 12- (1) Temel hak ve hürriyetler, sadece Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplerle ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz. Kanun, temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunamaz.

(2) Temel hak ve hürriyetler, yabancılar için, milletlerarası hukuka uygun olarak kanunla sınırlanabilir.

Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılamaması

Alternatif 1

Madde 13- Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesine veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasına imkân verecek şekilde yorumlanamaz.

Alternatif 2

Madde 13- (1) Anayasada yer alan temel hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmaya ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmaya yönelik eylemler biçiminde kullanılamaz.

(2) Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesine veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasına imkân verecek şekilde yorumlanamaz.

Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması

Madde 14- (1) Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, temel hak ve hürriyetlerin kullanılması, durumun gerektirdiği ölçüde sınırlandırılabilir veya durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.

(2) Birinci fıkrada belirtilen durumlarda dahi, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse dinî inançlarını, vicdanî kanaatlerini ve düşüncelerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalara ilişkin hükümler geçmişe yürütülemez; suçluluğu kesinleşmiş mahkeme kararı ile sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.



İKİNCİ BÖLÜM 

Kişinin Hakları ve Hürriyetleri

Yaşama hakkı

Madde 15- (1) Herkes yaşama hakkına sahiptir.

(2) Meşru müdafaa, yakalama veya tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, ayaklanma veya isyanın bastırılması hallerinde silâh kullanmanın kanunen zorunluluk haline gelmesi sonucunda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.

İşkence ve kötü muamele yasağı

Madde 16- (1) Kimseye işkence ve kötü muamele yapılamaz. Kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.

(2) Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; kimse rızası olmadan bilimsel ve tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.

Zorla çalıştırma yasağı

Madde 17- (1) Hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır.

(2) Şekil ve şartları kanunla düzenlenen tutukluluk veya hükümlülük süreleri içindeki çalıştırmalar; olağanüstü hallerde vatandaşlardan istenecek hizmetler; ülke ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı alanlarda öngörülen vatandaşlık ödevi niteliğindeki beden ve fikir çalışmaları, zorla çalıştırma sayılmaz.

Kişi hürriyeti ve güvenliği

Madde 18- (1) Herkes kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.

(2) Kişi hürriyeti, aşağıdaki durumlarda, kanunun öngördüğü esas ve usullere göre sınırlanabilir:

a) Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi;

b) Mahkeme kararının veya kanunda öngörülen yükümlülüğün yerine getirilmesi;

c) Küçüğün gözetim altında ıslahı veya yetkili merci önüne çıkarılması için verilen kararın yerine getirilmesi;

ç) Toplum için tehlike teşkil eden akıl hastası, uyuşturucu madde veya âlkol tutkunu, serseri veya hastalık yayabilecek kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı için alınan tedbirlerin yerine getirilmesi;

d) Usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren kişinin ya da hakkında sınır dışı etme yahut geri verme kararı verilen kişinin sınır dışı edilmesi.

(3) Yakalama ve tutuklama hâkim kararı ile olur. Tutuklama kararı, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler hakkında ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek amacıyla verilebilir. Hâkim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, suçluluğu hakkında kuvvetli belirtiler bulunan kişiyi mahkeme önüne çıkarmak amacıyla veya ikinci fıkranın (c), (ç) ve (d) bentlerinde belirtilen kişilerle ilgili olarak önleme amaçlı yapılabilir.

(4) Yakalama ve tutuklamanın usul ve esasları kanunla düzenlenir.

(5) Yakalanan veya tutuklanan kişiye, yakalama veya tutuklama sebepleri ve hakkındaki iddialar herhalde yazılı, bunun hemen mümkün olmaması halinde sözlü olarak derhâl; toplu suçlarda ise en geç hâkim huzuruna çıkarılıncaya kadar bildirilir. Kişinin yakalandığı veya tutuklandığı yakınlarına derhâl bildirilir.

(6) Yakalanan veya tutuklanan kişi, tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için gerekli süre hariç, en geç kırk sekiz saat, toplu olarak işlenen suçlarda ise en çok dört gün içinde hâkim önüne çıkarılır. Kimse, bu süreler geçtikten sonra hâkim kararı olmaksızın hürriyetinden mahrum bırakılamaz. Bu süreler olağanüstü hal, sıkıyönetim ve savaş hallerinde uzatılabilir.

(7) Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma, ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasına veya hükmün infazını sağlamak için bir güvenceye veya başka yükümlülüklerin yerine getirilmesine bağlanabilir.

(8) Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir. Yargı merci kararını vermeden önce hürriyeti kısıtlanan kişiyi dinler.

(9) Bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre Devletçe ödenir.

Özel hayatın ve aile hayatının gizliliği ve korunması

Madde 19- (1) Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.

(2) Millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel sağlığın, genel ahlâkın veya başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması veya suç işlenmesinin önlenmesi sebepleriyle usulüne uygun olarak verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça, kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde el koyma kendiliğinden kalkar.

Kişisel bilgilerin korunması

Madde 20- (1) Herkes, kendisiyle ilgili kişisel bilgi ve verilerin korunması hakkına sahiptir.

(2) Bu bilgiler, ancak kişinin açık rızasına veya kanunla öngörülen meşru bir sebebe dayalı olarak kullanılabilir. Herkes, kendisi hakkında toplanmış olan veya kayıtlarda yer alan bilgilere erişme, bunlarda düzeltme yaptırma ve bu bilgilerin amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenme hakkına sahiptir.

Konut dokunulmazlığı

Madde 21- (1) Kimsenin konutuna dokunulamaz.

(2) Millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel sağlığın, genel ahlâkın veya başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması veya suç işlenmesinin önlenmesi sebepleriyle usulüne uygun olarak verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça, kimsenin konutuna girilemez, arama yapılamaz ve buradaki eşyaya el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde el koyma kendiliğinden kalkar.

Haberleşme hürriyeti

Madde 22- (1) Herkes haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır.

(2) Millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel sağlığın, genel ahlâkın veya başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması veya suç işlenmesinin önlenmesi sebepleriyle usulüne uygun olarak verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça, haberleşme engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde karar kendiliğinden kalkar.

Yerleşme ve seyahat hürriyeti

Madde 23- (1) Herkes yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir.

(2) Yerleşme hürriyeti, suç işlenmesini önlemek, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek, kamu mallarını korumak; seyahat hürriyeti ise suç soruşturma veya kovuşturması sebebiyle, genel sağlığı korumak yahut suç işlenmesini önlemek amaçlarıyla sınırlanabilir.

(3) Vatandaş sınır dışı edilemez ve yurda girme hakkından mahrum bırakılamaz.

(4) Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, vatandaşlık ödevi ya da suç soruşturması veya kovuşturması sebepleriyle sınırlanabilir.

Din ve inanç hürriyeti

Madde 24- (1) Herkes din ve inanç hürriyetine sahiptir. Bu hak, tek başına veya topluca, alenen veya özel olarak ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama ve bunları değiştirebilme hürriyetini de içerir.

(2) Kimse ibadete, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve düşüncelerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç, düşünce ve kanaatlerinden ve bunları değiştirmekten dolayı kınanamaz, suçlanamaz ve farklı bir muameleye tâbi tutulamaz.

(3) İbadet ve dinî ayin ve törenler, kamu düzeninin, genel sağlığın, genel ahlâkın veya başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması amaçlarıyla sınırlanabilir.

Alternatif 1

(4) Devlet, eğitim ve öğretim alanındaki görevlerini yerine getirirken, eğitim ve öğretimin ana ve babanın dinî ve felsefî inançlarına göre yapılmasını isteme hakkına riayet eder. Din eğitim ve öğretimi, kişinin kendisinin, küçüklerin ise kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır. Devlet bu taleplerin gereğini yerine getirmekle yükümlüdür.

Alternatif 2

(4) Devlet, eğitim ve öğretim alanındaki görevlerini yerine getirirken, eğitim ve öğretimin ana ve babanın dinî ve felsefî inançlarına göre yapılmasını isteme hakkına riayet eder. Din kültürü ve ahlâk öğretimi, ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bu dersten muafiyet, kişinin kendisinin, küçüklerin ise kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır.

Alternatif 1

(5) Din ve inanç hürriyeti, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini din kurallarına dayandırmaya yönelik eylemler biçiminde kullanılamaz.

Alternatif 2

(5) Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya şahsî çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla, her ne suretle olursa olsun dinî veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.

Alternatif 3

(5) Din ve inanç hürriyeti, anayasal düzeni din kurallarına dayandırmaya yönelik eylemler biçiminde kullanılamaz.

Düşünce, vicdan ve kanaat hürriyeti

Madde 25- (1) Herkes düşünce, vicdan ve kanaat hürriyetine sahiptir.

(2) Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce, vicdan ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.

İfade hürriyeti

Madde 26- (1) Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hürriyetine sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir alma ya da verme serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayınların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.

(2) Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir.

(3) Bu hak ve hürriyetlerin kullanılması; millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel sağlığın, genel ahlâkın, başkalarının şöhret veya haklarının, özel veya aile hayatının korunması, suçların önlenmesi, devlet sırrı olarak usûlünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, yargının bağımsızlık ve tarafsızlığının sağlanması, savaş kışkırtıcılığının engellenmesi, her türlü ayrımcılık, düşmanlık veya kin ve nefret savunuculuğunun önlenmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.

Basın ve yayın hürriyeti

Madde 27- (1) Basın hürdür, sansür edilemez.

(2) Basın hürriyeti 26 ncı maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen sebeplerle sınırlanabilir.

(3) Yargılamanın amacına uygun olarak yerine getirilmesi için kanunla belirtilecek sınırlar içinde hâkim tarafından verilen kararlar saklı kalmak üzere, olaylar hakkında yayın yasağı konulamaz.

(4) Süreli veya süresiz yayın yapmak ve bu amaçla basımevi kurmak, önceden izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.

(5) Kanuna uygun şekilde basın işletmesi olarak kurulan basımevi ve eklentileri ile basın araçları, suç aleti olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere edilemez veya işletilmekten alıkonulamaz. Süreli veya süresiz yayınların suç soruşturma veya kovuşturması sebebiyle zapt ve müsaderesinde genel hükümler uygulanır.

(6) Süreli yayınların çıkarılması, yayın şartları, malî kaynakları ve gazetecilik mesleği ile ilgili esaslar kanunla düzenlenir. Kanunla haber, düşünce ve kanaatlerin serbestçe yayınlanmasını engelleyici veya zorlaştırıcı şartlar konulamaz.

(7) Süreli ve süresiz yayınlar hâkim kararıyla, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde ise kanunun yetkili kıldığı merciin emriyle toplatılabilir. Toplatma kararı veren yetkili merci, bu kararını en geç yirmidört saat içinde yetkili hâkime bildirir. Hâkim bu kararı en geç kırksekiz saat içinde onaylamazsa, toplatma kararı hükümsüz sayılır. Süreli yayınların durdurulması da aynı hükümlere tâbidir; ancak bu yayınların kapatılması sadece mahkeme kararıyla mümkündür. Toplatma, durdurma ve kapatmaya ilişkin şartlar ile usul ve esaslar kanunla düzenlenir.

(8) Masumiyet karinesinin ihlâline yönelik yayın yapılamaz.

(9) Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişinin haysiyet ve şerefine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır. Düzeltme ve cevap yayınlanmazsa, yayınlanmasının gerekip gerekmediğine, hâkim tarafından ilgilinin müracaat tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde karar verilir.

(10) Radyo ve televizyon istasyonları kurmak ve işletmek, kanunla düzenlenecek şartlar çerçevesinde serbesttir.

(11) Devletçe kamu tüzelkişiliği olarak kurulan radyo ve televizyon kurumu ile kamu tüzelkişilerinden yardım gören haber ajanslarının ve radyo ve televizyon yayınlarını denetleyen kurumun özerkliği ve tarafsızlığı esastır.

Mülkiyet ve miras hakkı

Madde 28- (1) Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

(2) Bu haklar, kamu yararı sebebiyle sınırlanabilir.

Çalışma, teşebbüs ve sözleşme hürriyeti

Madde 29- (1) Herkes, dilediği alanda çalışma, teşebbüs ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir.

(2) Çalışma, teşebbüs ve sözleşme hürriyetleri, millî güvenliğin, genel sağlığın, genel ahlâkın veya başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması amaçlarıyla sınırlanabilir.

Dernek kurma hürriyeti

Madde 30- (1) Herkes, önceden izin almaksızın dernek kurma, bunlara üye olma ve üyelikten ayrılma hürriyetine sahiptir.

(2) Dernek kurma hürriyeti millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel sağlığın, genel ahlâkın, başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması veya suç işlenmesinin önlenmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.

(3) Dernekler, kanunun öngördüğü hallerde hâkim kararıyla kapatılabilir veya faaliyetten alıkonulabilir. Ancak, gecikmesinde sakınca varsa millî güvenliğin, kamu düzeninin, suç işlenmesini veya suçun devamını önlemenin yahut yakalamanın gerektirdiği hallerde, kanunla yetkili kılınan merci, derneği faaliyetten men edebilir. Bu merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde karar kendiliğinden yürürlükten kalkar.

(4) Birinci fıkra hükmü, Türk Silâhlı Kuvvetleri ve genel kolluk mensuplarına, hâkim ve savcılar ile bu meslekten sayılanlara ve görevlerinin gerektirdiği ölçüde diğer kamu hizmeti görevlilerine sınırlamalar getirilmesine engel değildir.

(5) Bu madde hükümleri vakıflarla ilgili olarak da uygulanır.

Toplantı, gösteri ve yürüyüş düzenleme hürriyeti

Madde 31- (1) Herkes, önceden izin almadan, silâhsız ve saldırısız toplantı, gösteri ve yürüyüş düzenleme hürriyetine sahiptir.

(2) Toplantı, gösteri ve yürüyüş hürriyeti, millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel sağlığın, genel ahlâkın, başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması veya suç işlenmesinin önlenmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.

Hak arama hürriyeti ve adil yargılanma hakkı

Madde 32- (1) Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle, yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.

(2) Hiç kimse, tabiî hâkiminden başka bir merci önüne çıkarılamaz ve bir kimseyi tabiî hâkiminden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.

(3) Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.

(4) Davalar, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız mahkemeler tarafından makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve alenî olarak görülür. Ancak, millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel ahlâkın, küçüklerin korunmasının veya davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliğinin gerektirdiği veya davanın alenî olarak görülmesinin yargılamanın selâmetine zarar verebileceği özel durumlarda, mahkemenin zorunlu göreceği ölçüde, duruşmalar tamamen veya kısmen basına ve dinleyicilere kapalı olarak sürdürülebilir.

(5) Küçüklerin yargılanması hakkında özel hükümler konulabilir.

(6) Her sanık aşağıda belirtilen haklara sahiptir:

a) Kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebi hakkında en kısa zamanda, anladığı bir dille ve ayrıntılı olarak bilgilendirilmek,

b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak,

c) Kendisini bizzat veya tayin edeceği bir müdafiin yardımından yararlanarak savunmak; müdafi tayini için gereken malî imkânlardan mahrum bulunuyor ve yargılamanın selâmeti gerektiriyorsa, mahkemece görevlendirilecek bir müdafiin yardımından bedelsiz yararlanabilmek,

ç) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı şartlar altında dinlenmesini istemek,

d) Mahkemede kullanılan dili anlayamadığı veya konuşamadığı takdirde, bir tercümanın yardımından bedelsiz yararlanmak.

(7) Hukuka aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez.

(8) Mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.

Suç ve cezalara ilişkin esaslar

Madde 33- (1) Suç ile ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur. Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiili gerçekleştirmesinden dolayı cezalandırılamaz ve kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.

(2) Suç ve ceza zamanaşımı ile ceza mahkûmiyetinin sonuçları konusunda da birinci fıkra uygulanır.

(3) Suçluluğu kesin mahkeme kararı ile hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.

(4) Hiç kimse, kendisini ve kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz.

(5) Ceza sorumluluğu şahsîdir.

(6) Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı hürriyetinden alıkonulamaz.

(7) Ölüm cezası ve genel müsadere cezası verilemez.

(8) Kamu İdaresi, kişi hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran bir müeyyide uygulayamaz. Türk Silâhlı Kuvvetlerinin iç düzeni bakımından bu hükme kanunla istisnalar getirilebilir.

(9) Uluslararası Ceza Divanına taraf olmanın gerektirdiği yükümlülükler hariç olmak üzere, vatandaş, suç sebebiyle yabancı bir ülkeye verilemez.

İspat hakkı

Madde 34- Kamu görev ve hizmetinde bulunanlara karşı, bu görev ve hizmetin yerine getirilmesiyle ilgili olarak yapılan isnatlardan dolayı açılan hakaret davalarında, sanık, isnadın doğruluğunu ispat hakkına sahiptir. Bunun dışındaki hallerde, ispat talebinin kabulü, ancak isnat olunan fiilin doğru olup olmadığının anlaşılmasında kamu yararı bulunmasına veya şikâyetçinin ispata razı olmasına bağlıdır. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

MİLLİ GÖRÜŞ FELSEFESİ Erbakan’dan Sonrası, NELER Oldu.! BÖLÜM 4

MİLLİ GÖRÜŞ FELSEFESİ Erbakan’dan Sonrası, NELER  Oldu.! BÖLÜM 4   



AĞIR SANAYİ HAMLESİ.

Büyük hedef ve hamlelerin, her şeyden önce inançla ve kendimize güvenle başarılabileceğini belirten Erbakan, yıllardır yanlış ve yanıltıcı bir propagandanın etkisiyle, batılıların bizden akıllı ve başarılı oldukları kanaatinden ve maalesef düşürüldüğümüz aşağılık kompleksinden sıyrılmamız gerektiğini söyledi.
Milli Görüş’ün başlattığı Ağır Sanayi Hamlesi bu hız ve heyecanla devam ederse Türkiye’nin 5 yıl sonra Fransa’yı, 25 yıl sonra Almanya’yı yakalayacağını, 2002 yılında ise nüfusu 80 milyona milli geliri 400 milyar dolara ulaşmış Büyük Türkiye’nin ortaya çıkacağını müjdeledi.

Derken 1980 yılı gelip çatmış ve Cumhurbaşkanlığı seçimi iyice yaklaşmıştı.
APden Saadettin Bilgiç ve Emekli Orgeneral Faik Türün aday olmuşlar, ama seçimi kazanamamışlardı.
CHPnin adayı eski Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur da yeterli oyu alamamıştı. Hatta bir ara, Eski Cumhurbaşkanları ve tabi senatör olan Cevdet Sunay ve Fahri Korutürkün ‘Korkut Özalı Cumhurbaşkanı adayı göstermek istedikleri, ancak sakallı olduğu için buna yanaşamadıkları’ iddiaları bile ortaya atılmıştı. Bir yandan devamlı körüklenen sağ-sol kavgası ve giderek alevlenen anarşi belası, bir yandan kilitlenen cumhurbaşkanlığı seçimi, bir yandan ağırlaşan hayat şartları ve geçim sıkıntısı ve hepsinden önemlisi, kasıtlı olarak körüklenen ‘Gericiler geliyor, laiklik elden gidiyor’ yaygarası, yeni bir ihtilale zemin hazırlıyor ve gerekçe oluşturuyordu.

Ve 6 Eylül 1980de “Kudüs’ü Kurtarma Günü” adıyla, Konyada yapılan muazzam mitinge, dışarıdan katılan bazı provokatörlerin kasıtlı ve planlı şımarıklıkları, bardağı taşıran son damla sayılıyor ve bir hafta geçmeden, 12 Eylül 1980 günü Kenan Evren, Ordu adına yönetime el koyuyordu.
Ve 12 Eylül 1980 Cuma sabahı bir grup askerin başındaki Yüzbaşı, Erbakan Hoca’nın her türlü imkânlarına rağmen, ancak sıradan bir genel müdürün oturabileceği Ankara Yukarı Ayrancı Güvenlik Caddesi Güven Sokak’taki, 20 nolu apartmanın 8 nolu dairesindeki, son derece sade evinin kapısını çaldı ve nazik bir şekilde elindeki mektubu uzattı:

“ Sayın Necmettin Erbakan

Yapılan bütün uyarılara rağmen, siyasi partilerin takındıkları tutum ve aşırı uçlara sempati gösterilmesi veya destek sağlanması; anarşi, terör ve bölücülüğü büyük boyutlara ulaştırarak, ülkeyi parçalanma noktasına getirmiştir.
Türk Silahlı Kuvvetleri, ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmak maksadıyla; İç Hizmet Yasası’nın kendisine tevdi ettiği, Cumhuriyeti koruma ve kollama yetkisine dayanarak, yüce Türk milleti adına yönetime el koymuştur.
Parlâmento ve hükümet feshedilmiş, siyasi faaliyetler durdurulmuştur.
Can güvenliğiniz, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin teminatı altındadır.
Bu maksatla, emniyet içinde, evinizden havaalanına götürülecek, oradan uçakla Uzunada/İZMİRe gideceksiniz. Arzu ettiğiniz takdirde ailenizi de yanınızda götürebilirsiniz. Geçici bir süre ikamet edeceğiniz adres, aşağıdadır. Bir saat içinde hazırlanıp harekete hazır olduğunuzu güvenlik için gelen subaya bildiriniz. Talimatı getiren subayın ikazlarına uyunuz.
Bu talimat ile belirtilenler dışındaki her türlü tutum ve davranışınız suçtur.
Rica ederim.”

Adresiniz: 
Uzun ada-İzmir İmza: Orgeneral Kenan Evren
Genel Kurmay ve Milli Güvenlik ,Konseyi Başkanı


Hoca, gayet sakin ve soğukkanlı bir şekilde mektubu okudu ve hemen hazırlandı. Muhterem eşini ve henüz bir yaşındaki Muhammet Fatihi ve diğer kız çocuklarını Allah’a ısmarlayarak Etimesgut Havaalanı’na gittiler.
Demirel, Ecevit ve eşleri de havaalanındaydı.
Sadece, Cumhuriyetçi Güven Partisi Lideri Turan Feyzioğlu’na mektup gönderilmemiş, Türkeş ise darbeyi önceden haber alıp saklanmıştı.
Pervaneli bir uçak, üç lideri ve eşlerini alıp havalandı. Hocayı İzmir’e, diğerlerini Çanakkale’ye bıraktı.

Hoca Uzunada’da 20 gün kadar tutuldu. 15Eylül’de teslim olup adaya getirilen Türkeş ve ailesiyle, ara sıra görüşüyordu. Bu arada, liderlerin ortadan kaldırılacağı yolundaki endişeleri dağıtmak için M.G. Konseyi tutuklu liderlerin telefon numaralarını vermiş ve isteyenlerin görüşebileceğini söylemişti.
Bir arkadaşla birlikte, biz de şansımızı denedik ve radyolardan bildirilen numaraya telefon açtık. Hayret ve hasret birbirine karışmıştı. Evet, Hocam telefona çıkmıştı... Telefonu açan arkadaş şaşırmış, ayağa kalkmış ve bir eli havada:

Hocam vur de vuralım, öl de ölelim” diye bağırıyordu...
Konuşma bitti... Hocam “telaş ve taşkınlık etmememizi ve yakında Ankara’ya dönüp yeniden hizmetlerinin başına geçeceğini” söylemiş, bizi teskin ve teselli etmişti...
Ve bir hafta geçmeden de, Hoca’yı Ankara’daki “Ordu Dil Okulu” diye tanıtılan, iki katlı İstihbarat Okulu’na nakletmişlerdi.
Askeri Savcılık’ça, 8 Ekim 1980 günü MSP dosyası, sıkıyönetim 1 Nolu Askeri Mahkemesi’ne gönderildi. MSP dosyasına Hakim Albay Hamdi Sevinç bakıyordu. Sevinç, 9 Ekim günü İstihbarat Okulu’nda, sabaha kadar MSP’lilerin sorgulamasını yaptı ve “Kesin delil bulunamadığından ‘Erbakan Hoca, Tahir Büyükkörükçü ve Temel Karamollaoğlu’ dışında, bütün MSP’lilerin tahliyesine” karar verildi. Ancak bu sevinç pek uzun sürmeyecekti... Zira 15 Ekimde tahliye edilenler tekrar tutuklanacaktı.

Ve ne garip tecellidir ki, bu tahliye kararını veren Hakim Albay Hamdi Sevinç, yıllar sonra 10 Ekim 1993te Refah Partisi’ne girecekti.
MSP’lilerin İstihbarat Okulu’nda kaldıkları kısma “Selamet Koğuşu” deniliyor, zindana atılan Hz. Yusuf misali burada ilim ve ibadetle vakitlerini değerlendiriyorlardı.

Erbakan Hoca ve arkadaşları, tutuklanmalarından tam 223 gün sonra, 23 Nisan 1981de, Ankara Sıkı Yönetim 1 Nolu Askeri Mahkemesi’nde yargılanmak üzere Mamaka götürüldüler. Başsavcı Albay Nurettin Soyer’in okuduğu iddianame iki gün sürdü. MSPliler “laikliğe aykırı olarak devletin sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki temel kanunlarını, topyekun dini inançlara uydurmak amacıyla, partiyi illegal cemiyete dönüştürmek ve şeriat düzenini geri getirmek” iddiasıyla yargılanıyordu.

Mahkeme Başkanı Hakim Albay Niyazi Çağın’dı. Diğer iki Hakim ise Binbaşı İ. Uğur Yılmaz ile Sivil Hakim Kayahan Özdendi. 24 Nisan 1981’deki duruşma, zaman yetersizliği nedeniyle 1 Mayıs 1981e ertelendi. O gün tüm sanıklar dinlendi ve duruşma 15 Mayısa ertelendi. 15 Mayıs’ta sivil hakimin red oyuna karşılık, asker hakimler 13 MSP’liyi daha tahliye etti. Bu suretle Lütfü Doğan, Ali Oğuz, Abdurrahim Bezci, Ali Güneri, Fehmi Adak, Yasin Hatiboğlu, Abdullah Tonba, A. Remzi Hatip, A. Rıza Öztürk ve Şener Battal cezaevinden çıktılar.
5 Haziran 1981’deki duruşmada, yine sivil hakimin aleyhteki kararına rağmen 2 asker hakim, bu sefer Korkut Özalla Mehmet Okulu bıraktılar.
26 Haziran’daki duruşmada, 70 yaşındaki Emekli Tabip Albay Fehmi Cumalioğlu’nun savunması Hakim Albay Niyazi Çağın’ı ağlatıyordu.
21 Temmuz 1981’deki duruşma sonunda ise, yine sivil hakim Kayahan Özden’in muhalefetine rağmen, diğer iki asker hakimin kararıyla başta Erbakan Hoca olmak üzere bütün MSP’liler tahliye edildi. Ancak mahkeme tutuksuz dışarıdan devam edecekti.

Tahliye kararını veren Albay Niyazi Çağın Diyarbakıra, Binbaşı İlhami Uğur Yılmaz ise Elazığa tayin (veya sürgün) edildi. Daha sonra emekli olan Hakim Albay Niyazi Çağın, bir ara ENKA-KUTLUTAŞ şirketlerinin Suudi Arabistan’daki Sosyal işler Müdürlüğünü yürütmekteydi.

Başsavcı Albay Nurettin Soyerin yerine ise, Yarbay Atilla Tulay getirildi.
Nihayet 24 Şubat 1983te mahkeme Erbakan Hocaya 4 yıl ağır hapis, 1.5 yıl da Eskişehir’de mecburi ikamet cezası verdi. Öbür MSPlilere ise, 2 ile 4 yıl arasında çeşitli hapis cezaları verilmişti.

Ancak bu karar MSP lilerce Askeri Yargıtay’a götürüldü. Yargıtay bu kararı bozunca, 1 nolu Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi 13 Şubat 1985 tarihinde, delil yetersizliğinden beraat kararı verdi. Bu mahkemelerin bir ikisi hariç, hemen hepsine katılmak bizlere nasip oldu. Tutulan savunma avukatlarına bile, nasıl konuşacaklarına, hangi kanun maddelerine dayanacaklarına kadar, her şeyi tek tek Hoca söylüyor, yazdırıyor ve hatta unuttukları ve eksik bıraktıkları konuları, mahkeme aralarında bizzat hatırlatıyordu.

Erbakandaki örnek ciddiyet ve yüksek cesaret ise, hem dinleyenlerin hem de hakimlerin hayranlığını arttırıyordu.,

Bu mahkemeler bir nevi medrese olmuş, kutlu mesajımızın her kesime ulaştırılmasına vesile yapılmış ve en yetkili mahkemelerce Hoca’nın ve teşkilatının suçsuzluğu ve haklılığı resmen tespit ve tescil edilmişti.
Ve şu takdirin cilvesine ve Hakk’ın hikmetine bakın ki, Erbakan Hocanın çok istediği halde, iktidarda bile yapamadığı pek çok hayırlı hizmetleri ve ülke için yararlı gelişmeleri, Cenabı Hak 12 Eylül yönetimlerine yaptırıyordu.
Milli Görüş sayesinde uyanan ve şuurlanan toplumun karşısında Kenan Evren:
“Allah’ın rahmeti üzerinize olsun.” (16 Ocak 1981 Adana)
“Biz aynı dinin evlatlarıyız. Bizim dinimizde kindarlık yoktur. Bizim dinimiz affedicidir. Şeriatın kestiği parmak acımaz derler.” (14 Ekim 1980 Diyarbakır)
“Dinsiz bir millet düşünülemez. Dinimize sımsıkı sarılmalıyız.” (15 Ocak 1981 Konya).

“Tanrısı bir, Kuranı bir, Peygamberi bir olanları ve aynı sesleniş ve yakarışla namaz kılanları, birbirinden koparmaya imkân yokturç” (17 Ocak 1981 Hatay)
“Başınızı örtün, ama yüzünüzü açın...” (6 Temmuz 1986 Erzurum) gibi sözleri konuşmak durumunda kalıyor. Ziyaul Hakla kardeş olup kucaklaşıyordu. Ayrıca, Diyanet İşleri Başkanlığı kaynakları kat kat artırılıyor, din dersleri okullarda mecburi hale getiriliyor, yeni İmam-Hatip Okulları ve İlahiyat Fakülteleri açılıyordu. Allahuekber-Allah en büyüktür. O, kimlerin eliyle neler yaptırıyordu..
12 Eylül sonrası, diğer parti liderleri gibi Hoca da siyasi yasaklıydı.
Refah Partisi’nin kuruluş dilekçesi 19 Temmuz 1983’te İçişleri Bakanlığı’na verildi. Kurucu Genel Başkan Avukat Ali Türkmen görülüyordu. 33 kurucu üyeden Ahmet Tekdal ve Abdurrahman Serdar gibi birkaç kişi dışında, 29u Milli Güvenlik Konseyi’nce veto edildi.

RP 7 Kasım Genel Seçimleri’ne yetişmek için 29 kişilik bir kurucular listesi daha hazırladı ve bunları 8 Ağustosta İçişleri Bakanlığı’na iletti. Milli Güvenlik Konseyi’nin, parti kurucularını inceleme süresi 20 gündü. Ama bu sefer 21 gün sonra kararını bildirdi ve 25 kişi daha veto edildi. Bu bir günlük kasıtlı geciktirme yüzünden, RP 7 Kasım Milletvekili Seçimleri’ne giremedi.

Resmi engeller yüzünden kuruluşunu ancak 21 Eylülde tamamlayabilen RP, 25 Mart 1984 Belediye Seçimleri’ne katılabildi. Van ve Şanlıurfa başkanlıklarını kazanan RP 4.8 oy almıştı. 30 Haziran 1985te yapılan 1. Olağan Kongre muhteşemdi. RP Genel Başkanlığına Ahmet Tekdal seçildi. RP 28 Eylül 1986 Milletvekili Ara Seçimleri’nde, oylarını 5.7’ye çıkardı.
6 Eylül 1987’de yapılan referandum sonucu, Başbakan Özalın açıkça “Hayır” için çalışmasına rağmen, 50.25 gibi kıl payı bir oranla eski siyasi yasaklar kaldırılınca, 25 Eylül 1987’de RP’ye üye olan Erbakan, 11 Ekim 1987de yapılan 2. tarihi ve talihli kongrede, yeniden RP Genel Başkanlığı’na seçildi.
Hocanın yasaklılığı kalkınca RP’ye Genel Başkan olmak yerine, “Perde arkasında duran Manevi Lider” konumunda kalması gerektiğini savunan bazı safların ne dava çıkarlarına, ne de vefakârlığa uygun olamayan bu tekliflerini, Erbakan anlamlı bir espiri ile cevaplandırıyor ve onların gerçek amacını şöyle dile getiriyordu: “Siz Beni manevi başkan değil, uhrevî başkan yapmak istiyorsunuz.. Yani beni diri diri mezara gömmek ve siyasi mirasımı bölüşmek için çırpınıyorsunuz..” Hâlbuki bu davanın, Erbakan gibi bir beyne ve birikime mutlaka ihtiyacı vardı.

Hocanın Genel Başkanlığında girilen 29 Kasım 1987 Erken Genel Seçimleri’nde RP 10 barajını aşamadı, ama oy oranı 7.20ye ulaşmıştı.
RP, 26 Mart 1989 Yerel Seçimleri’nde ise büyük bir başarı kazanarak oylarını 9.8e çıkarıyor; Konya, Sivas, K. Maraş. Urfa ve Van illeri başta olmak üzere, 20’ye yakın ilçe ve 40 kadar da belde belediye başkanlığı elde ediyordu.
20 Ekim 1991 Genel Seçimleri’ne MÇP- IDP ittifakıyla giren RP, büyük bir patlama yapıyor 17’ye yakın oyla 62 milletvekili alıyordu.
Artık Meclis’te gerçek etkili ve yapıcı muhalefeti, RP temsil ediyordu.
26 Mart’ta kazanılan belediyeler ise, bereketli ve becerikli hizmetleriyle gönülleri fethediyor ve Adil Düzenin örnek uygulamalarını gösteriyordu.
Ve derken 27 Mart 1994 Yerel Seçimleri’nde yer yerinden oynuyor, başta İstanbul, Ankara, Konya, Kayseri, Diyarbakır, Erzurum gibi büyük şehirler olmak üzere 30 a yakını il ve 400 belediye başkanlığı Refahın eline geçiyordu.

Artık vakit tamamdı ve beklenen gün yaklaşıyordu.

2nd January 2008, Ufuk Güçlü tarafından yayınlandı

http://ufukguclu.blogspot.com/2008/01/anl-bir-mcadelenin-tarihesi.html

...

MİLLİ GÖRÜŞ FELSEFESİ Erbakan’dan Sonrası, NELER Oldu.! BÖLÜM 3

MİLLİ GÖRÜŞ FELSEFESİ Erbakan’dan Sonrası, NELER  Oldu.! BÖLÜM 3   


MSP’deki parti içi muhalefet giderek huysuzlaşıyordu. Derken Meclis 5 Haziran 1977de erken seçim kararı aldı. Seçime az bir zaman kala. A.Tevfik Paksu, Hüsamettin Akmumcu, Gündüz Sevilgen, Reşat Saruhan, Ali Acar, Ahmet Akçael, Vahdettin Karaçorlu, Rasim Hancıoğlu, Cemal Cebeci, Hulusi Özkul, Yahya Akdağ, Cahit Karaçor, Sabri Dörtkol ve Hüseyin Abbas gibi, genellikle nurcuların yazıcılar kolundan olan bu müzmin muhalifler, tek tek partiden ayrılıyor ve MSPden desteğini çekiyordu. Daha sonra Nizam Partisi’ni kuran bu muhalifler, tam bir hezimete uğrayacak ve adları bile unutulacaktı.
Hatta 3. Büyük Kongre’den sonra bu şahıslar, 8 maddelik muhtıra mahiyetinde bir imzalı metin hazırlayarak, Erbakan Hoca’ya takdim ettiler:

1 - Usulüne uygun istişare etmediniz.
2 - Halisane ikazlarımızı dinlemediniz.
3 - Kardeşlerimiz arasında meşrep farkı gözettiniz.
4 - Dalkavuklara güvendiniz, emaneti ehline vermediniz.
5 - Kamuoyunda davamızın hafife alınmasına vesile olan beyanatlar verdiniz.
6- Davamızın başarısına yarayacak ilmi çalışmalar yerine, süfli politika usullerine tevessül ettiniz.
7 - Maslahat icabıdır, diyerek yalan söylediniz
Bu şartlar altında vebale ortak olmamak için, sizi ve ekibinizi desteklemeye devam etmeyeceğiz.
8 - Ancak bütün ihtilaflarımızı halledecek “ilim ve irşat ehli bir üst hakemler kuruluna” razı olmayı, yegâne çare olarak görmekteyiz.

Meclis Grup Odası’nda kendisine okunan bu metni dikkatle dinleyen Erbakan Hoca, asaletine yakışan bir sabır ve olgunlukla, şu anlamda bir cevap verdi:
“Zikredilenlerden birisi hariç, diğerlerinde belki haklılık payı bulunabilir. Evet, birçok hatalar yapmış olabiliriz. Bu bizim acemiliğimize, devlet idaresindeki tecrübesizliğimize, istismar edilen iyi niyetimize ve bazı konular ve kişiler hakkındaki bilgi eksikliğimize bağlanmalı ve bağışlanmalıdır.
Ama asla iştirak etmediğim husus ise, 7. Maddedeki yalan söylediğimi zannetmeniz dir. Mensuplarımıza hedef göstermek, ümit ve güven vermek ve Allahtan dua makamında temenni etmek maksadına yönelik bulunan ve zaten caiz olan sözler dışında, hayatım boyunca yalan söylemeğe asla tenezzül etmedim. Bundan sonra da etmeyeceğim..”

Hâlbuki tenkit edilen diğer maddeler bile, asla doğru değildir. Ya onların itiraz ettikleri konudaki İslamın hükmünü yanlış ve eksik bildiklerinden, ya anlayış ve feraset körlüklerinden, ya da kötü niyetlerinden ve oyunbozanlıklarına bahane uydurma gayretlerinden dir.

8. maddedeki “Hakemler kurulu” teklifi ise, itaatsizliklerine, keyfi hareket isteklerine ve teşkilatı “7 kocalı Hürmüz” şaşkınlığına düşürme gayretlerine bir kılıf gibidir. Bu teklif ilmen de, aklen de, dinen de geçersizdir.
MSP 1977 seçimlerine, işte böyle bir parti içi kargaşa ile girdi.
Sağcı, solcu bütün partiler birbirleriyle göstermelik horoz dövüşü yaparken, hepsinin ortak hedefi MSP idi. Mason-muhafazakâr tüm basın, MSP ve Erbakan aleyhinde şeytanları bile utandıracak bir kampanyaya girişmişti. Dışarıdakiler iftira, alay, tehdit ile MSP’yi hırpalarken, içeridekiler de maalesef makam, menfaat ve ganimet hırsıyla birbirine girmişti.
Ve tabi seçim sonuçları herkesi şaşırtmış ve hayal kırıklığına uğratmıştı.
Aslında MSP, 1973’e göre reylerini bir hayli arttırmıştı. Ancak özel hazırlanan Seçim Kanunu oyunları ve kütüklerde yazılı seçmen listesinden bile 3 milyon fazla kullanılan sahte ve mükerrer oylar yüzünden, MSP sadece 24 milletvekili ve 1 senatör kazanmıştı. Oy oranı da bu yüzden 11.8den 8.6ya düşmüştü.
MSPnin 1977 adaylarından birisi de Turgut Özaldı.
Turgut Özal, Erbakan Hoca’nın İstanbul Teknik Üniversitesi’nden tanışı ve arkadaşıdır. O dönem Turgut - Korkut Özal kardeşler, yakalarında devamlı Bozkurt rozeti taşıyacak kadar hızlı birer Turancıdır. Hem cumaya camilere hem de gece eğlencelerine katıldıkları için, Hoca bunlara soğuk bakmaktadır.
1. MC. Hükümeti döneminde, Başbakan Demirel’in Turgut Özalı Merkez Bankası’nın başına geçirmek istediği, ancak Hoca’nın buna karşı çıktığı anlatılır. Özala önce MHP’liler İstanbul’dan senatörlük adaylığı teklif ettiler, ama kabul etmedi.
Sonra Demirel, Seyfi Öztürk ve Nahit Menteşe’yi Bursa’dan liste başı adaylığı için Özala gönderdi. Özal bu teklife hazırdı ama, daha önce MSP’den aday olmak üzere kardeşi Korkut’a söz vermişti.
Bazı mahfillerde, Korkut Beyin “ağabeyini de yanına alarak, Erbakanı devre dışı bırakmak ve MSPnin başına konmak hesapları yaptığı” konuşuluyordu.
Ve Turgut Özal MSP’nin İzmir milletvekili adayı oldu.
27 Mayıs 1977de, saat 20:50-21:00 arası yaptığı radyo konuşmasında Özal şunları söylüyordu:
“... Karşılaştığımız meselelerin hallinde, en başta hızlı ve yaygın bir ağır sanayiden başka yol olmadığı, açık bir surette ortadadır.
... Kıbrıs sonrası gelişmeler, bu konuda Milli Görüş’ün ne kadar haklı olduğunu göstermiştir.
... Faizsiz kredi ile yapılacak yatırımların, üretimi katbekat arttıracağı muhakkaktır.
Devleti yönetecek kadroların, bilgili ve cesur olduğu kadar, imanlı ve ahlaklı olmaları da lazımdır.
Milli Selamet kadrolarının, bugün Türkiyenin sorunlarını en iyi bilen güçlü ve inançlı bir teknik kadro olduğundan hiç kimsenin şüphesi kalmamıştır...”
İşte Erbakan Hoca, etiket ve yeteneklerini Hakk’ın ve hayrın hizmetinde kullanmak ve onu bütünüyle Milli Görüşe kazandırmak ve Özalı malum çevrelerin güdümünden kurtarmak için, kendisini İzmirden aday gösteriyordu.
1977 seçim sonuçları da koalisyonsuz bir hükümet kurmaya müsait değildi. Erbakan Hoca’nın deyimiyle bu seçimlerde MSP’ye sallanan kahpe kılıçların rüzgârından, 45 milletvekili olan Demokratik Parti ile 13 milletvekilline sahip C. Güven Partisi silinmişti. CHP oylarını 8 artırıp 213, AP oylarını 7 arttırıp 189, MHP ise 100 artırıp 16 milletvekili çıkarmıştı. Özellikle MSP’nin güçlü olduğu yerlerde, MHP’nin desteklendiği dikkatlerden kaçmamıştı.
MSP, 48 milletvekilinden 24’e düşmüştü ve anahtar küçülmüştü ama, bu sefer etkisi ve önemi daha da büyümüştü. Öyle ki, MSP’siz hükümet kurulamaz hale gelmişti. Tabiri caizse anahtar küçülmüş, maymuncuk olmuştu ve artık her kapıyı açıyordu. MSP’nin milletvekili sayısının düşmesi, “Irak misali, çeşitli bahanelerle Türkiye’ye saldırmayı bile düşünen siyonist güçlerin, bu hırsının ve hıncının törpülenmesi ve “Nasıl olsa kendi kendine eriyor” diyerek, çok kötü ve korkunç niyetlerinden vazgeçmesi bakımından da, hikmet ve takdir açısından yararlı ve hayırlı olmuştur.

Dünya tarihinde, belki de en fazla hükümet kurma görevi veren Cumhurbaşkanı olan Fahri Korutürk, bu sefer CHP lideri Eceviti görevlendirdi. Ecevit’in kurduğu 40. hükümet güvenoyu alamadığından, 21 Haziran 1977’de düştü.
Bunun üzerine hükümeti kurma görevi AP lideri Demirele verildi. Yapılan görüşmeler sonucu, AP-MSP ve MHPden oluşan 2. MC hükümeti kuruldu. 17 Ocak 1977’de Meclis’te güven oylamasına gidilmesinden birkaç gün önce, Erbakan Hoca’nın 4 Aralık 1977’de Urfa’da yaptığı bir konuşmada, “MSP’ye oy vermek ‘Biz din düşmanlığı istemiyoruz’ demektir. ‘Biz insan haklarına saygı istiyoruz’ demektir. ‘Biz camilerimize geçmişte olduğu gibi ahır yapılmasını arzu etmiyoruz’ demektir" şeklindeki sözleri, 6187 sayılı kanuna aykırı bulunarak, Cumhuriyet Başsavcılığına “partinin kapatılması ve Hoca’nın dokunulmazlığının kaldırılması” istemiyle dava açılıyordu. Hatta Yargıtay Başkanı Cevdet Menteş, “Bu işte geç bile kalındı” diyordu.

Çok şükür ki, o arada Partiler Yasası’nda yapılan ve Fahri Korutürke onaylatılan küçük bir değişiklikle, bu badire de atlatılıyordu.
2. Milli Cephe Hükümeti’nde de, en hızlı ve hayırlı hizmetleri yine Erbakancılar yapıyordu. MSP hayırlara motor, şerlere fren oluyordu.
MSP “Önce ahlak ve maneviyat” parolasına uygun olarak açtığı İmam-Hatip Okulları’nın sayısını 350ye çıkarıyor, temelini attığı 200 ağır sanayi fabrikalarından 70 kadarını hizmete ve üretime açıyordu.
Bu arada “MSP’yi Erbakan’dan kurtarma ve kaleyi içten yıkma” operasyonları da hızlanıyordu. Ve nihayet 15 Ekim 1978de yapılan MSP Büyük Kongresi’nde çıbanlar deşiliyor, muhalifler cebindeki taşları ortaya döküyordu. Korkut Özalın başını çektiği ekip “önce Hoca’nın çevresini boşaltmak ve Genel İdare Kurulu’na kendi adamlarını doldurmak, arkasından da bir parti içi darbe ile Hoca’yı devre dışı bırakmak” amacına yönelik, iki kademeli bir plan uyguluyordu, ama başarılı olamıyordu.

Hoca Kongreyi açış konuşmasında, “77 seçim sonuçlarının bir hezimet olmadığını, cemaat ve teşkilatımızın elinden geleni yaptığını, ama rakiplerin ve dış güçlerin bütün imkanlarıyla MSP’ye saldırdığını ve takdiri ilahi olarak ortaya çıkan bu neticenin hakkımızda hayırlı olacağını, telaş ve endişeye gerek bulunmadığını” güzel bir dille ifade etti.

Arkasından bir nevi zorla kürsüye çıkan Korkut Özal, Erbakanı edebiyat yapmak ve cemaati oyalamakla suçluyor, 77 sonuçlarının açık bir hezimet olduğunu savunuyor ve bundan birinci derecede Hoca’yı sorumlu tutuyor ve Erbakandan bu hezimetin hesabını vermesini istiyordu.

Bunun üzerine söz alan Ali Oğuz, "Fehim Adak Bey, 1973’te Mardin’den milletvekili seçildi ve bakan oldu... Bütün ülkeye ve özellikle kendi bölgesine halkı memnun edecek hizmetler götürmüş ki 1977 seçimlerinde MSP, Mardinde milletvekili sayısını ikiye çıkardı.
Buna karşılık biz 73’te Erzurum’dan 3 milletvekili kazandık. Korkut Bey ise özellikle o bölgeye hizmet götürecek Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na getirildi... Ve 77 seçimlerinde kendilerinin aday olduğu Erzurum’dan bu sefer 6 milletvekili çıkarmamız gerekirken, tam tersine bire düştü. Demek ki Korkut Bey, bakanlığında başarılı olamamış ve yararlı hizmetler yapamamıştır. Bu nedenle önce zat-ı âlileri, kendi seçim bölgesindeki bu hezimetin hesabını versinler, ondan sonra Genel Başkanımızdan hesap istesinler.." diyerek çok nefis bir cevap veriyor ve Özalı susturuyordu. Ve kongreyi takip eden gün, Hürriyet Gazetesi’nin manşeti çok ilginçti ve ipucu vericiydi:
“İçten ve Dıştan Yapılan Bütün Girişimlere Rağmen Yine Erbakan..”
Hoca’nın da çok güzel izah ve ifade ettikleri gibi, MSPnin asıl oyları 77’de aldıklarıydı.

Zira 73’te 12 Mart Muhtırası’nı yiyen ve prestijini yitiren Demirel’e karşı sağ kesimde oluşan güvensizlik ortamından yararlanarak DP bile 45, CGP 13 milletvekili çıkarmıştı.

Hem üstelik, 73’te MSP’nin bu denli patlama yapacağı hesaba katılmadığı için, fazla üzerine varılmamış ve aleyhine tavır alınmamıştı.
Yine Hoca’nın benzetmesiyle Rusya’dan gelip Karadeniz üzerinden güneye göç eden ve artık giderek gücü tükenen bıldırcınların, avcılar tarafından karşılarına çekilen çadırlara çarpıp tuzağa düştükleri gibi, 73’te siyasi bir belirsizlik ve çaresizlik içinde bunalan insanların oyunu almak da çok zor olmamıştı.
Ama 77 seçimlerine, hem iktidar olmanın avantajıyla girilmesine, hem de 73ten katbekat daha fazla gayret gösterilmesine rağmen, rakiplerin korkunç hücumları ve hileleri ve siyonist mahfillerin çok ciddi tedbir ve endişeleri yüzünden, ancak 24 milletvekili çıkarılmış ve her şeye rağmen önemli bir başarı kazanılmıştı.
Ve elbette Bedirdeki safiyet ve samimiyeti, Uhudda gösteremeyen ve ganimet sevdasına düşen Ashabın akibetinden de ders alınmalıydı.

Ne yazıktır ki 73’teki ihlas ve iyi niyet, 77de yerini makam ve menfaate bırakmıştı.

Daha sonra “Parti bizim yan teşebbüsümüzdür”, “Tekkemizin bir aksiyonu olması dolayısıyla desteklemeye devam etmiştik”, “Cihad yapıyoruz” diyor “Ben cihad emiriyim” diyor... “Şu anda bir harp mı var Türkiyede?”, “Sen Afganistana gittin mi?”, “Mercedeslere kurularak saltanat sürüyorsun...”, “En büyük cihat parti sandığında müşahit olmakmış”, “Almanyadan valizlerle gelen paralarla zenginleşmiş, kardeşlerimizin parasıyla bütçesi kabarmış, şişmiş insan” gibi talihsiz sözlerin sahibi bir şeyh efendiyle işbirliğine giren Korkut Bey, 10 Ekim 1993 Büyük Kongresi’nde, arkadaşlarıyla birlikte Refah’a katılma yolunda bir arzu ve işaret gösterince, 15 Temmuz 1993’te iş ortağı Hasan Kalyoncu’nun evinde, RPyi temsilen Recai Kutan ve Abdullah Gül’ün iştirak ettiği özel bir toplantıda yine, “Erbakan Hoca iyi bir liderdir, ama artık çevresi mutlaka değişmelidir. RP kitle partisi olmak istiyorsa yeni ve yıpranmamış isimlere yer vermelidir” şeklinde teklifler getirmiş ve yakın arkadaşlarının Merkez Karar ve Yönetim Kurulu’na alınmalarını ve Belediye Başkan Adayları yapılmalarını şart koşmuştu.
Hem yukarıda bahsettiğimiz şeyh efendiyle, hem de Korkut Bey ekibiyle her şeye rağmen olumlu ve ılımlı ilişkiler kurmak ve aradaki kırgınlığı kaldırmak isteyen Erbakan Hoca, belki de kendi koltuklarının sallanacağı endişesine kapılan bazı zevatın şiddetle karşı çıkmasına rağmen, getirilen bu tekliflere sıcak bakmış, samimi yaklaşmış, ancak bu ekibin “Kitle partisi olmak ve iktidara ulaşmak için Amerika ve İsrail aleyhtarlığını bırakmak dahi gerekebilir” şeklindeki bazı şüpheli teklifleri ve aşırı taviz istekleri reddedilince, beklenen katılım gerçekleşmemişti. RP’ye girmek için bir sürü şart koşan ve taviz isteyen bu ekip amacına ulaşamayınca, kayıtsız şartsız ANAP’a teslimiyet göstermiş ve 26 Mart Seçimleri’nde bu partiyi desteklemişti.

Ve zaten daha sonra Star TVnin Kırmızı Koltuk Programına katılan Korkut Özal, “Türkiye İsrail’in liderliğinde kurulacak bir Ortadoğu Ortak Pazarı’na girmelidir.." anlamında, herkesi hayrette bırakan sözler sarf edecekti.
Yukarıda da arz ettiğimiz gibi, 2. MC Hükümeti’nde de, koalisyon ortaklarının çıkardığı pek çok sıkıntı ve soruna rağmen, yine de Erbakan önemli hizmetler yapmaya muvaffak oluyordu. Ama bu arada dış güçlerin ve masonik merkezlerin telaş ve tedirginliği de giderek artıyordu. Çünkü Erbakan Türkiyeyi yalnız bölgesel değil, hatta evrensel bir güç merkezi yapma yolunda adımlar atıyor ve yeni bir dünya medeniyetini kurmaya hazırlanıyordu.
Erbakanın aleyhindeki, şeytanları bile utandıran iftira ve karalama kampanyaları da işe yaramıyordu.

Örneğin, daha önce AP Milletvekili Zekeriya Kürşat İsveçte 4.5 kg uyuşturucu ile yakalandığı ve yine MHP Senatörü Kudret Beyhan Fransada 146 kilo baz morfinle tutuklandığı halde, bunların dedikodusu yapılmıyor ve partileri suçlanmıyordu. Ama MSP’nin Diyarbakır eski Milletvekili ve 77de liste başı yerine 3. sıraya konulduğu için Hocaya hıncı bulunan ve MSPden resmen istifa edip ayrılan Halit Karamanın, sözde arkadaşı ve ortağı sayılan Nusrettin Gündüzhan, Almanyada 3 kg eroinle yakalanınca, basında kıyamet kopuyor ve Hocayı bu işe bulaştıracak kadar alçalınıyordu.
Bu arada ilgili ve yetkilileri uyarmak üzere 16 Şubat 1977’de Erbakan Hoca generallere ve parti temsilcilerine bir birifing verdi:
Hoca brifingde, ülkemizde başlatılan büyük kalkınma hamlesinin bazı mihrakları rahatsız ettiğini, bunların fesat çıkarmaya ve kasıtlı propagandaya yönelttiğini hatırlatarak, “Kalkınmanın ve kurtulmanın temel şartı bu yıkıcı ve kışkırtıcı propagandalara kapılmamaktır” dedi.


4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

MİLLİ GÖRÜŞ FELSEFESİ Erbakan’dan Sonrası, NELER Oldu.! BÖLÜM 2

MİLLİ GÖRÜŞ FELSEFESİ Erbakan’dan Sonrası, NELER  Oldu.! BÖLÜM 2   



    Siyasi Partiler yasasının 111’inci Madde’sine göre “bir siyasi partinin kapatılmasına sebep olan parti üyeleri, kapatılma kararından itibaren 5 yıl süre ile hiçbir siyasi partiye giremezler” engelini, yine kanuni yöntemler ve gerekçelerle deliveren Erbakan Hoca, MNP’nin kurucularından pek çoğunu MSP’nin kurucu üyesi yapmıştı. Ancak bir tedbir açısından MSP Genel Başkanlığına Süleyman Arif Emre getirilmiş, kendisi de genel kurulunun seçtiği 5 kişilik kontenjandan yararlanarak partiye girmişti.
Erbakan Hoca, Hüsamettin Akmumcu ve Hüseyin Abbas 17 Mayıs 1973’te resmen MSP’ye girdiler. 2 Temmuz 1973’te ise 13’ü albay, yüksek rütbeli 20 emekli subay MSP’ye katıldı.

14 Ekim 1973 seçimlerine Süleyman Arif Emrenin Genel Başkanlığında ve tabi yine Erbakan’ın liderliğinde girilmiş, önemli bir başarı sağlanarak 11.8 oy oranıyla 48 milletvekili ve 3 senatör kazanılmıştı.
MSP 25 büyük kentin 11inde Türkiye ortalamasının üstünde rey almıştı.
MSP Urfa’da 43.5, K. Maraş’ta 40.5, Sivasta 38.5, Erzurumda 34 oranında diğer bütün partilerden fazla oy alarak birinci parti oldu.
Malatyada 32.5, Konyada 26.5, Elazığda 26.5, Diyarbakırda 19.5 oy alarak ikinci parti oldu.

Ayrıca Kayseri’de 21, Adapazarında 17.6, İzmitte 15.5 oy alarak üçüncü parti oldu.
14 Ekim 1973 seçimlerinde CHP: 186, AP: 149, MSP: 48, Demokratik Parti: 45, Güven Partisi: 13, MHP: 3, Birlik Partisi: 1, Bağımsızlar ise 5 milletvekili çıkarmıştı.
Seçimlerden hemen sonra 20 Ekim 1973 tarihinde, Ankara Sümer Sokaktaki MSP merkezinde yapılan Genel İdare Kurulu toplantısında, Erbakan Hoca Genel Başkanlığa yeniden seçildi. Süleyman Arif Emre’nin bu makamda kalmasını ve kendi hesapları açısından Erbakan’ın dışlanmasını uygun gören iç ve dış çevrelerin hevesleri de, böylece kursaklarında kalmış oldu.
73 seçim sonuçlarından oluşan Meclis aritmetiği bir koalisyonu zorunlu kılıyordu. Birçok koalisyon ihtimali üzerinde duruluyordu. Erbakan Hoca bunları şöyle sıralıyordu:

1 - CHP - AP koalisyonu
2 - CHP - AP - MSP koalisyonu
3 - AP - MSP - DP - CGP koalisyonu
4 - CHP azınlık hükümeti
5 - CHP - MSP koalisyonu
6 - AP - MSP azınlık hükümeti
7 - Erken seçim

Önceleri Diyarbakır Milletvekili Halit Kahramanla, Bingöl Milletvekili Abdullah Bazencir dışında bütün milletvekilleri ve genel idare kurulu üyeleri, koalisyona ve özellikle CHP-MSP ortaklığına şiddetle karşı çıkıyorlardı.

Halbuki, “hem MSP’nin ve idealinin rejim tarafından resmen kabul edilmesi, hem Milli Görüş’ün iktidarda neler yapabileceğinin fiilen gösterilmesi, hem inançlı kadroların devlet kademelerine yerleştirilmesi ve yetiştirilmesi, hem ülkenin tek başına Ecevit’in azınlık hükümetinin tahribatına terk edilmemesi ve hem de bir hükümet kurulamaması sonucu, Meclis’in feshedilip yeniden seçime gidilmesinin önlenmesi gibi” pek çok ciddi gerekçeler ve Hudeybiye misali hikmetlerle, CHP- MSP koalisyonuna ihtiyaç duyuluyordu. Ve Erbakan bu tarihi fırsatı değerlendirmek istiyordu. Cumhurbaşkanı Fahri korutürk, hükümeti kurma görevini Ecevite verdi. Ecevit sırasıyla CGP, DP ve AP genel başkanlarıyla görüştü. Ancak bunlardan bir netice alınmamıştı.

3 Kasım 1973 günü Ecevit Erbakan’la görüştü. Hoca aynı gün Genel İdare Kurulu’nu topladı ve bir değerlendirme yapıldı.

Bundan bir gün sonra ise, bütün il başkanları ve milletvekillerinin de katıldığı ikinci bir toplantı daha yapıldı. Ancak CHP ile koalisyona kimse sıcak bakmıyor ve Erbakan, bunun hayati önemini anlatmakta zorlanıyordu.
Sonunda Ecevite “Hayır” denildi. Bunun üzerine Fahri korutürk, hükümeti kurmak üzere AP Genel Başkanı Demireli görevlendirdi. MSP, CGP ve MHP koalisyona girebileceklerini söylediler. Demokratik parti ise, koalisyona girmeyeceğini ama dışarıdan destekleyebileceklerini bildirdiler.
“Bu sefer millet bize muhalefet vermiş” diyen Demirel, bunu bahane ederek görevi iade etti.

Korutürk, CHP- AP koalisyonu kurmak üzere, kontenjan senatörü Naim Taluyu tekrar görevlendirdi. Demirel buna da yanaşmadı ve 25 Aralıkta, Talu görevi iade etti, ancak aynı gün yeniden görev verildi.
Talu, her partinin katılımıyla sağlanacak bir milli koalisyon denemesine girişti. Ancak AP, CHP ve MSP bunu kabul etmeyince, 10 Ocak’ta görevi iade etti.
Bu arada Erbakan Hoca, Hasan Aksayı AP Balıkesir Milletvekili Cihad Bilgehana gönderdi. “AP’den 51 milletvekilinin ayrılıp MSP’ye katılmalarını, böylece MSP’nin milletvekili sayısının 99a çıkıp AP’nin 98e ineceğini ve bu durumda, Korutürk’ün hükümeti kurma görevini mecburen kendisine vereceğini ve böylece ülkeye çok hayırlı hizmetler yapacak bir koalisyon kurulabileceğini” anlatmaya çalıştıysa da, maalesef bundan da bir sonuç alınamadı.

Bu hükümet bunalımı devam ederken, 9 Aralık 1973te yapılan yerel seçimlerde MSP, bütün şer güçlerin korkunç saldırıları, halkı aldatmaları ve hatta korkutmaları karşısında istediği başarıyı sağlayamıyor, oy oranı 12den 5.12lere düşüyordu. CHP 5, AP ise 4 oylarını artırmıştı. Bu şartlarda erken seçim, MSP için hiç arzu edilmeyen sonuçlar doğurabilirdi.

Milletvekilleri ve Genel İdare Kurulu Üyeleri, geç de olsa bu gerçeği anladılar ve CHP-MSP koalisyonuna kerhen de olsa razı oldular. Ve uzun süren görüşmeler ve tartışmalar sonucu, nihayet 25 Ocak 1974te her iki partinin birlikte hazırladığı hükümet protokolünü imzaladılar.
MSP-CHP Koalisyon Hükümeti 26 Ocak 1974te göreve başladı. 1 Şubat’ta Meclis’ten güvenoyu alındı. MSP’den sadece Bursa Milletvekili Dr. Emin Acar “Hayır” oyu kullanmıştı.

MSPden Şevket Kazan Adalet, Oğuzhan Asiltürk İçişleri, Fehim Adak Ticaret, Korkut Özal Gıda ve Tarım, Abdülkerim Doğru Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na, Süleyman Arif Emre Diyanetle ilgili Devlet Bakanlığı’na, Erbakan Hoca ise Başbakan Yardımcılığı’na ve Ekonomik Kurul Başkanlığı’na getiriliyordu.
Bu koalisyon umulduğundan çok daha uyumlu ve verimli hizmetlere başladı. MSPli bakanlıklar hem maddi, hem de manevi alanda çok becerilikli ve bereketli işler başarıyordu... Artık bu hükümete “Erbakan Hükümeti” deniyordu. Başta Ecevit olmak üzere diğer bütün CHP’li bakanların, Erbakanın güdümüne girdiği söyleniyordu.

Erbakan Ecevite onlarca İmam-Hatip Okulu açtırıyor, 6 bin yeni imam ve müezzin kadrosu çıkarttırıyordu. Tarım Bakanlığında faizsiz kredi dağıtımını başlatıyor, ahlaksız yayınlara savaş açılıyordu. Sanayileşme hamlesine hız veriliyor ve inançlı kadrolar her kademede görev alıyor ve Müslümanlar artık ikinci sınıf vatandaş muamelesinden ve aşağılık kompleksinden kurtuluyordu.
MSP-CHP Koalisyonu’nu Necip Fazıl şöyle değerlendiriyordu: “Milli Selamet Partisi her şeyden önce, davasını gerçekleştirme yolunda puthane ile havra arasında tercihini yapmak zorundaydı. Halk Partisi’nin son şekil değiştirmesini hesaba katarak, doğru bir karar vermiş, havranın daima havra kalacağı, puthanenin ise belki yavaş yavaş dalalet komasından çıkacağı, hiç olmazsa bu yenilik ve demokratiklik gayretiyle dindarları dışlamak taassubunu bırakacağı ümidiyle MSP tercih ve tayinini hatasız yerine getirmiştir.” (N.Fazıl Kısa Kürek 03.02.1974. Milli Gazete).
Durum böyle düzgün giderken CHPnin gündeme getirdiği Af Yasası ortalığı karıştırdı. MSP’liler özellikle, “eyleme geçmiş ve fiili suç işlemiş 141, 142, 146 ve 149’ncu maddelere giren anarşistlerin” affına şiddetle karşı çıkmıştı. Ancak 163 dahil, diğer bütün fikir suçluların affına taraftardı.

15 Mayıs 1974’te Af Yasası Meclis’te onaylandı. MSP’liler sadece fikir suçlarının affına “Evet”, eylemcilerin ve anarşistlerin affına ise “Hayır” dedi ve kanun bu şekliyle Meclis’ten geçti. Ancak CHP, hemen arkasından Anayasa Mahkemesi’ne giderek onların da affedilmesini sağladı.

Ne var ki meşrep taassubundan ve benlik sevdasından bir türlü kurtulamayan, hazımsız ve huzursuz bazı milletvekilleri, “Komünistleri nasıl affedersiniz?” diye MSP içinde, Erbakana açıkça tavır almaya ve problem olmaya başladılar.
Bu ekibin DP Milletvekili Mehmet Turgutla da sık sık görüştükleri biliniyordu.
Bu arada Erbakan Hoca, Başbakan Yardımcısı sıfatıyla Hacca giden ilk Türk Devlet Adamı şerefini kazandı. Daha sonra Kenan Evren, Bülent Ulusu, Turgut Özal, Kaya Erdem, Kazım Oksay gibi şahsıların da hacı olmasına bir nevi öncülük yaptı.

15 Temmuz 1974te, Kıbrısta sürpriz bir gelişme oldu. Yunanistandaki Amerikancı faşist albaylar cuntasından cesaret alan EOKA’cı Samson bir darbe yapmış ve ENOSİS’e doğru ilk adımı atmıştı. Hedefleri Kıbrısı Yunanistana katmaktı. Bundan 5 gün sonra, 20 Temmuz 1974te Türk Silahlı Kuvvetleri Kıbrıs Barış Harekâtı’na girişti. Harekâtın kararlaştırılmasında, başlatılmasında ve başarılmasında başrolü Erbakan oynamıştı. Kıbrıs Çıkarması, koalisyon ortakları arasındaki gerginliği bir süre unutturmuş gibiydi.

Ne var ki Amerikalı ve Avrupalı dostlarımızın () şiddetle karşı çıkmasına ve ambargo uygulamasına rağmen, Erbakanın Kıbrısı kurtarma konusundaki kararlılığı, bardağı taşıran son damla oldu ve malum çevreler Ecevite bu koalisyonu bozma talimatı verdi. DP’liler de erken seçim için CHPye yeşil ışık yakınca, Ecevit bahane aramaya başladı.
Bu sırada Ecevit İskandinav ülkelerine bir geziye çıkacaktı. Protokole göre yurtdışına çıktığında yerine Erbakanın vekâlet etmesi gerekiyordu. Ancak Ecevit vekâleti, CHP’li Devlet Bakanı Orhan Eyüboğlu’na bırakmak istiyordu. MSP’liler bu durumda hiç değilse Hocanın da, bari Libya’ya gitmesinin uygun olacağı fikrini ortaya atıyor, ama Ecevit gazetecilere, “Kıbrısla ilgili başarı ile sürdürülen uluslararası politikayı göz göre göre tehye atamayacağını” söylüyordu. Bunun Türkçesi, Erbakanın Kıbrıs konusunda, dış güçlerin keyfine göre hareket etmeyeceğiydi.

Ecevitin bu inadı karşısında MSP’liler İskandinav gezisinin kararnamesini imzalamayınca,19 Ekim 1974 tarihinde CHP-MSP Koalisyonu yıkılmış oldu.
Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, yeni hükümeti kurma görevini Kontenjan Senatörü Sadi Irmaka verdi. Irmak Hükümetinin kurulduğu 17 Kasım 1974 günü MSP 3. Büyük Kongresini yaptı. Malum ve marazlı muhaliflerin sıkıntı ve sorunlarına rağmen bu kongre de başarıyla sonuçlandı.

Sadi Irmak Hükümeti güvenoyu alamayınca, 31 Mart 1975 tarihinde AP-MSP- MHP- CGP ve DPden Saadetin Bilgiç’le beraber ayrılan 9 bağımsızın katılımıyla 1. Milliyetçi Cephe (MC) Hükümeti kuruldu. Erbakan yine Başbakan Yardımcısı’ydı.
1. MC Hükümeti kurulduktan bir müddet sonra, Muş Milletvekili Hamdi Çelebi, “MSP yobazların eline geçiyor” diyerek partiden istifa etti. Bundan kısa bir zaman sonra ise, Bitlis Bağımsız Milletvekili Muhittin Mutlu ile Erzurum Bağımsız Milletvekili Melik Fırat MSP’ye girdi. Hemen arkasından Sivas Milletvekili İhsan Karaçam ile Zonguldak Milletvekili Zeki Okur, MSPden ayrıldı.

12 Ekim 1975’te Senatörlük ve 6 milletvekilliği için yapılan seçimlerde, MSP 3 senatörlük kazanabilmişti. Seçimin ardından, Ordu ile daha ılımlı ve olumlu ilişkilere zemin hazırlamak açısından olacak, Hoca parti merkezinde kurdurduğu Halkla İlişkiler Bürosu’nun başına, üç emekli generali getirmişti.


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

MİLLİ GÖRÜŞ FELSEFESİ Erbakan’dan Sonrası, NELER Oldu.! BÖLÜM 1

MİLLİ GÖRÜŞ FELSEFESİ Erbakan’dan Sonrası, NELER  Oldu.! BÖLÜM 1   


Şanlı Bir Mücadelenin Tarihçesi.,

Erbakan Hoca’nın 200e yakın ortağı organize ederek 1 Temmuz 1956’da Gümüş Motor Fabrikası’nı kurduğunu, daha önce belirtmiştik. Bu girişimle tarımsal sulamada iş görmek ve özellikle şekerpancarı ziraatını destelemek üzere 15 beygir gücünde, çift silindirli dizel motorların ve pompaların üretimi amaçlanmıştı. Ortaklardan hiç kimsenin hissesi 5i geçmiyordu. O günkü fiyatlarla 6 milyon sermayeli Gümüş Motor Fabrikası’na, Menderes Hükümeti de 1 milyon 300 bin dolarlık yardımda bulunmuştu.

Erbakanın Genel Müdürlüğünü yaptığı fabrikada, 500 personel çalışıyordu. 1958 yılına kadar Gümüş Motor’da işler iyi gidiyordu. Ancak Türkiyenin kalkınmasını istemeyen ve 100 yerli motor üretimini hazmedemeyen masonik çevreler, Hükümeti ve Odalar Birliği’ni de etkileyerek çeşitli zorluklar çıkarmaya başladılar. Erbakan Hoca’nın girişimiyle, şeker şirketinin Gümüş Motor’a ortaklığı da pek işe yaramadı.

Erbakan, 1963 yılında Gümüş Motor’dan ayrılıp tekrar üniversiteye döndü.
1960 yılında Ankara’da yapılan Sanayi Kongresi’nde Erbakan, ‘Türkiye’nin kendi otomobilini yapabileceği’ fikrini ortaya attı. Asker yöneticileri, Eskişehir Demiryolları CER Fabrikası’nı Hoca’nın emrine verdiler.

Erbakan burada ‘Devrim’ adı verilen ilk yerli otomobili yaptı.

1969 Genel Seçimleri yaklaşırken bütün gazeteler, Türkiye Odalar Birliği Başkanlığına seçilen Erbakan’la ilgili haber ve yorumlarla doluydu.
Odalar Birliği’nin sanayileşme hamlesindeki rolünü çok iyi bilen ve Gümüş Motor tecrübesiyle buranın mutlaka ele geçirilmesi gerektiğini düşünen Erbakan, önce Sanayi Başkanlığı, sonra Genel Sekreterlik gibi çeşitli kademelerinde görev yaptığı bu kurumun, nihayet idare kurulu üyelerinin seçimiyle, Genel Başkanlığına geliyordu.

Erbakan’ın, meşhur mason Sırrı Enver Batur’u devirip TOBB’un Genel Başkanlığına oturması, masonik çevrelerde panik başlatıyordu.
Çünkü Erbakan, “döviz dağıtımına puantaj sistemi getireceğini, kredi paylaşımında İstanbul sanayicisiyle Anadolu sermayesini dengeleyeceğini, yatırımları verimli üretimlere yönelteceğini” söylüyor, böylece vurguna ve soyguna son veriyordu.

Çünkü o dönem, Odalar Birliği’ne verilen 20 milyon dolar yatırım kotasının, 19 milyon doları İstanbul ve İzmir tüccarına veriliyor, sadece 1 milyon doları Anadolu’ya gidiyordu.

İşte bütün bu haksızlıklara son vermek ve milli sanayimizi kurmak ve geliştirmek amacıyla, önce dürüst ve değerli işadamlarının ve Anadolu zihniyeti taşıyanların, Genel İdare Kurulu Üyeliğine seçilmelerini sağladı. Ve yine kanunların öngördüğü şekilde, bu idare heyetinin seçimiyle Odalar Birliği Başkanlığı’na atandı.
Masonların baskısı ve büyük locaların talimatıyla, önce; “Sizi iflas ettiririz, Erbakan’a uymayın” diye Anadolu tüccarına gözdağı veren Başbakan Demirel, bunda başarılı olamayınca, ardından bu seçimlerin iptali için Danıştaya dava açtı ve haksız bulundu. Bu sefer kaba kuvvetle ve polis marifetiyle, seçimle o makama gelmiş olan Hoca’yı görevinden uzaklaştırmak yoluna başvurdu. Kendi işlerine gelince ‘Demokrasi aşığı’ geçinen ve hürriyet havarisi kesilen Demirel, o günlerde planladığı Trabzon gezisine çıkmadan önce, Ankara Valisi Ömer Naci Bozkurt ile Emniyet Müdürü İbrahim Urala telefonda, “Ne pahasına olursa olsun, bu adamı mutlaka oradan çıkarın” diye bağırıyordu.

Ertesi sabah, Emniyet Şube Müdürlerinden Kamil Özdilek ve Ahmet Özal, Odalar Birliği’ne giderek, Erbakan’ın makamını terk etmesini istiyorlar. Hoca haklı olarak direniyor ve saat 23.00e kadar onları oyalayıp bir ara fırsat bularak kapıyı kilitleyip çıkıyor.

Ertesi gün, iki şube müdürü daha görevlendiriliyor ve kapının önüne polisler yığılıyor. Amaçları Hoca’yı binaya sokmamaktır. Ama o, arka kapıdan içeri girip çoktan makamına oturmuş ve görevine başlamıştır.
Bunu öğrenen Demirel delirmiş gibidir. Yetkililere kesin talimatlar veriyor ve tehditler yağdırıyor. Bu sefer Hoca’yı makam odasından çıkarmaya bizzat Emniyet Müdürü, yanında bir manga polisle gidiyor ve Erbakan’dan derhal odayı boşaltmasını istiyor. Hoca sekreterini çağırıyor ve belki de ileride hesap sormak ve bu zorbalığı ispatlamak üzere zabıt yazdırmaya başlıyor. Aradan saatler geçtiği halde zabıt yazımı devam ediyor ve sabrı tükenen Emniyet Müdürü tutulan zaptın 54’ncü sahifesinde, “artık yeter” diye kükrüyor ve sonunda zabıt bitiyor ve Hoca çantasını alıp makamını terk ediyor.
Bu olayın arkasından, birkaç yakın arkadaşıyla Adalet Partisi (AP) Genel Merkezi’ne gidip Başkan Vekili Nuri Bayar’la görüşen Erbakan, partiye üye olmak istediklerini bildiriyor. Gerekli evraklar doldurulup teslim ediliyor. Kendisine bu durumun Genel İdare Kurulu’nda görüşüleceği söyleniyor. Hâlbuki daha önce böyle bir uygulama yoktu, ama bu sefer durum tehli görülüyor Demirel’in özel tahrik ve talimatıyla ayaklanan A.P. kurmaylarının birçoğunun “bu adam partimizi karıştırır” gerekçesiyle, üyelik istemi reddediliyor. Böylece Erbakan’ın üyeliği veto ediliyor. Hoca’nın üniversiteden arkadaşları olan ve Anadolu sermayesine yakınlığı ile tanınan Mehmet Turgut ve Saadettin Bilgiç ekibinin, bu vetoya karşı çıkmaları AP’de bir iç karışıklığa neden oluyor.
Hoca’nın AP’ye müracaattaki asıl maksadının ise, bu partiyi masonların güdümünden kurtarıp, milli menfaatlere hizmet ettirmek olduğu anlaşılıyor. En azından ileride “Madem siyasete soyunacaktın, ne diye dindar ve muhafazakâr tabanlı bir parti varken ona girmedin?” şeklindeki itirazları peşinen önlemeyi amaçlıyor.

Erbakanın kaybedecek vakti yoktu. 69 seçimleri yaklaşıyordu. Ve derken Konya’dan bağımsız aday olarak seçimlere katılıyor ve 3 milletvekili oyu alarak Meclis’e giriyordu. Böylece Demirele ve arkasındaki güçlere karşı şanlı ve anlamlı bir zafer daha kazanıyordu.
Demirel, Bölükbaşı’nın deyimiyle 60 ihtilalinden sonra, yol üstünde bulunmuş bir şapka gibi, Demokrat Parti (DP)’nin yerine kurulan AP’nin başına geçirilmiş bulunuyordu.

Demokrat Parti ve Menderes Hükümetleri, İnönü’nün başlattığı Amerikan mandacılığını, hem de dindarlık ve demokratlık kılıfıyla daha da pekiştiriyordu. Ama buna rağmen Müslümanlara müsamahakâr davrandıkları ve kısmen de olsa milli bir çizgiye kayma eğilimine sebep oldukları bahanesiyle başta ABD olmak üzere, siyonist ve masonik çevrelerce yalnızlığa itiliyordu. Bu nedenle 1959’da tüm dış krediler kesiliyordu. Hükümet çaresizlik içerisinde kıvranıyor, enflasyon üç haneli rakamlarla ifade ediliyor, zamlar ve yokluklar peş peşe geliyordu.
Bu durumu fırsat bilen muhalefetteki CHP, derin güçlerin de tahrik ve teşvikiyle, halkı ve gençliği kışkırtıyor, iktidar ise sert tedbirlerle olayları önlemeye çalışıyordu. Ve nihayet Ordu, bazı solcu gurupları ve aydınları da arkasına alarak 27 Mart 1960’ta yönetime el koymak zorunda kalıyordu. Yüzlerce Amerikancı general emekliye sevk ediliyor, uşak kafalı bürokratlar değiştiriliyor, milli ve devrimci bir hedef güdülüyordu. Ama sonradan maalesef bu hareket de rayından saptırılıyordu.
Yassı Ada Mahkemeleri sonucu Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu idam ediliyordu. Kim bilir belki de kader, Amerikan emperyalizmi doğrultusunda Türkiye’de ılımlı İslamı yerleştirip toplumun dini gayret ve asalet ruhunu çürüten ve İsrail’in çıkarlarını ülkesinden fazla düşünen bu kişilerden intikam alıyordu.

Alparslan Türkeş gibi, özellikle Amerika’da eğitilmiş olan ve çoğu yine Amerikan güdümündeki NATO’da görevli bulunan ve genellikle Albay ve daha küçük rütbeli komitacı kurmayların yaptığı ihtilalin arkasından, 61 Anayasası hazırlandı ve 25 Ekim 1961’de yapılan genel seçimlerde DPnin varisi olarak katılan AP önemli bir başarı sağladı. Askerlerin de dayatmasıyla, 10 Kasım 1962de AP+CHP koalisyonu kuruldu. 1963’teki ara seçimler de AP’nin zaferiyle sonuçlandı. Askerlere hoş görünmek için AP’nin başına getirilen Emekli Paşa Ragıp Gümüşpala, 1964’te ölünce yerine partinin asıl kurucusu Sadettin Bilgiç’in seçilmesi beklenirken, onun gerici ve tutucularla ilişkisi olduğu gerekçesiyle, yerine hiç kimsenin tanımadığı ve partiye hizmetine şahit olmadığı Süleyman Demirel getiriliyordu.
Demirelin ‘mason’ olduğu belgelerle açıklanınca da, muhafazakâr tabanını ürkütmemek için ‘mason olmadığını gösteren bir belge’ yine mason locaları tarafından derhal basına ulaştırılıyordu. Mason kurallarına ters olan bu davranış, bu sefer Locaları karıştırıyordu.
Demirel mevcut koalisyonu bozmak için, CKMP ve YTP ile anlaştı. 1965 bütçesine ret oyu kullanarak hükümeti düşürdüler. AP senatörü Suat Hayri Ürgüplü başkanlığında 20 Şubat 1965’te AP-CKMP-YTP koalisyonu kuruldu. 10 Ekim 1965’te yapılan genel seçimlerde ise, AP 240 milletvekili alarak tek başına hükümet oldu.
Erbakan Hoca, 1969 seçimlerinden önce bir parti kurmaya fırsat bulamamıştı. Ancak pek çok arkadaşı, değişik illerden bağımsız olarak seçime katılmış, fakat sadece kendileri Konya’dan kazanmıştı.
Hemen arkasından 26 Ocak 1970 tarihinde, Milli Nizam Partisi kuruldu. Artık kendi değerlerimizi savunan ve bütünüyle inançlı kadroların güdümünde olan bir partinin varlığı kaçınılmaz bir zorunluluktu...

MNP Kurucuları şu şahsiyetlerden oluşuyordu:

1- Prof. Dr. Necmettin Erbakan : Konya Milletvekili
2- A. Tevfik Paksu : Eski Maraş Senatörü
3- Ali Haydar Aksay : Avukat-Adana
4- Süleyman Arif Emre : Avukat-Eski Adıyaman Milletvekili
5- H. Tahsin Armutcuoğlu : Avukat-Ankara
6- Ömer Çoktosun : Tüccar- Konya
7- Ekrem Ocaklı : Eski Gümüşhane Milletvekili
8- Ömer Faruk Ergin : Emekli-Memur
9- Saffet Solak : Prof- Ege Üniversitesi-İzmir
10- Hasan Aksay : Eski Adana Milletvekili
11- Ali Oğuz : Avukat-Kayseri
12- İsmail Müftüoğlu : Avukat- Trabzon
13- Nail Sürel : Tüccar-Tekirdağ
14- Dr. Fehmi Cumalioğlu : Eski Kayseri Milletvekili
15- Hüsamettin Fadıloğlu : Müteahhit-Gaziantep
16- Bahattin Çarhoğlu : Tüccar - Urfa
17- Mehmet Satoğlu : Harita Mühendisi-Kayseri
18- Rıfat Boynukalın : Mühendis-Karaman

MNP’nin kuruluşunun hemen ardından, Isparta Milletvekili Hüsamettin Akmumcu ile Tokat Milletvekili Hüseyin Abbas, APden ayrılıp MNP’ye katıldılar. Böylece MNP’nin Meclis’teki sayısı, Erbakan Hoca’yla birlikte 3e yükselmişti.
Milli Nizam Partisi hızla teşkilatlanmaya başladı. Halkımız, yıllardır hasretini çektiği bu siyasi harekete, umulandan daha büyük bir ilgiyle sahip çıktı. Gönül erleri ev ev, köy köy dolaşıyor. Hak ile batıl tanıtılıyor, ülke gerçekleri dile getiriliyordu. Birkaç sefer ziyaret edilen köy ve mahallelere, sohbet sonunda bir teyp ve Hoca’nın bantları hediye ediliyor, halkımız hararet ve heyecanla bunları dinliyordu.
24 Ocak 1971’de MNP’nin 1’inci Olağan Kongresi büyük bir coşkuyla yapılıyor ve hemen arkasından bir iki ay sonra gerçekleştirilen 12 Mart Askeri Muhtırasıyla MNP kapatılıyordu.
Her ne hikmetse, 12 Eylül 1980 hareketi de meşhur Konya Mitingi’nin arkasından yapılmış ve diğerleriyle birlikte ve özellikle MSP kapatılmıştı. Her iki askeri darbenin de, MNP ve MSPnin böylesine görkemli ve ürkütücü gövde gösterileri yapmasının hemen arkasından gelmesi çok ilginç ve anlamlıydı..

MNP’nin kapatılması gerekçeleri ise şunlardı:

a- Partilerin Genel Kongrede içtikleri Milli Nizam andı.
b- Ve aynı kongrede söylenen Milli Nizam Marşı,
c- Milli Nizamcıların okullarda din derslerinin zorunlu okutulmasını savunmaları,
d- İzmir Gençlik Kolları’nın yayınladığı bir broşürde “Hak yol İslam yazacağız” şiirinin şeriat propagandası sayılması.

Milli Nizam yemini ise şöyleydi: “ Ya Rabbi Kongremizi, Milli Nizam idaresinin bu memlekete gelmesine vesile kıl... Ya Rabbi sen, Milli Nizam’ı milletimizin dünya ve ahiret saadetine vesile kıl...”
12 Mart Muhtırası dönemi Anayasa Mahkemesi’nce Milli Nizam kapatılınca, sahabelerin Mekke müşriklerinin zulmünden, Hıristiyan Habeşistana hicret ettiği gibi, Erbakan Hoca da İsviçreye gitti. Bu hicret hem çok yoğun çalışmalar yüzünden, yıllardır ihmal ettiği bazı rahatsızlıklarını tedavi imkânı bulmak, hem daha güvenli bir ortamda, gelecekle ilgili plan ve projeleri hazırlamak, hem de millet ve memlekete hizmet yolunda hayatını adadığı, ama bir türlü anlaşılamadığı ve gerekli desteği bulamadığı için, etkili ve yetkili bazı makamlara, bir nevi sitemde bulunmak, gibi hikmetlere dayanıyordu...
Erbakanın İsviçreye gidişinden bir müddet sonra, 12 Mart Muhtırası’nın Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur ile Orgeneral Turgut Sunalp’ın İsviçre’ye giderek ‘Hoca’nın yurda dönmesi ve yeniden siyasi ve fiili hizmetinin başına geçmesi’ yolunda temenni ve teminatta bulundukları söylenir. Şimdilik sadece bir iddia olmaktan öteye gitmeyen bu durum doğru olsa bile Türkiye’nin kötü gidişatını, iç ve dış sorunlarını çok iyi bilen, Hoca’nın da karakter ve kabiliyetini takdir eden vatanperver bazı generallerin, sırf ülkeye hizmet gayesiyle giriştikleri bir teşebbüs sayılabilir.

Ve zaten ülkemizde ve yeryüzünde, Adil Bir Düzen kurmak gayesiyle yola çıkan Erbakan Hoca gibi liderlerin, Ordu gibi çok önemli bir kesimi ihmal etmesi de, elbette mümkün değildir.

Ve derken MNP’nin kapatılmasından bir buçuk sene sonra, 11 Ekim 1972’de MSP kuruldu ve çok kısa bir dönemde 42 il ve 250 ilçede teşkilatlandı.
MSP’nin ‘Milli Devlet’ hedefinin temel ilkeleri ise şöyle sıralanıyordu:

1- Milli Görüş’ün egemen olduğu dönemde, Türkiye’nin şartlarına, ihtiyaçlarına ve demokrasi standartlarına uygun bir ‘Yarı Başkanlık Sistemi’ öngörülmektedir. Cumhurbaşkanı’nı ise tek dereceli seçimle halkın kendisi belirlemelidir.
2- Senato kaldırılacak, Tek Meclis Sistemine geçilecektir.
3- Milli iradenin Meclis’e yansımasını engelleyen ve parlamentonun temsil gücünü gölgeleyen olumsuzluklar giderilecektir.
4- Önemli konularda milletin arzu ve iradesini ortaya çıkarmak ve halkın yönetim üzerindeki denetim ve kontrolünü sağlamak amacıyla ‘Referandum-Halk oylaması’ düzenlemesi getirilecektir. Böylece meclislerden geçse bile, milletin istemediği kanun ve kararlara karşı “Halk vetosu” hayata geçirilecektir.
5- Amerika ve Avrupa’da uygulanmakta olan “Jüri usulü” olgunlaştırılacak, bağımsız mahkemelerimizin “Milli irade ve genel vicdani muhasebe” doğrultusunda ve evrensel hukuk kuralları bağlamında adalet işlerini yürütmesine fırsat verilecektir.
6- Her seviyedeki hakimlerin ve farklı statüdeki mahkemelerin, kanunların boşluğunu doldurmak üzere verdikleri ‘İçtihadi kararların’, yine ehil ve yetkili hukuk adamlarınca, Anayasa’ya uygunluğunu denetleyecek bir mekanizma geliştirilecektir.
7- İç barışın sağlanması ve çok yönlü kalkınmanın başarılması için, bütün hak ve özgürlüklerin en geniş anlamda tanınması ve korunması gerekir. Demokrasi bütün kurum ve kurallarıyla uygulanmalı ve Milli İradeye mutlaka saygı gösterilmelidir.
8- Anadolu kalkınması, ne devletçilikle ne de mutlu azınlığın güdümünde değil, özel teşebbüs eliyle ve bölgesel kalkınma şirketleriyle gerçekleştirilmelidir. Devlet, sadece araştırma, proje ve alt yapı hizmetleri vermeli ve rehberlik etmelidir.
Bütün bunlar 22 Ocak 1973’teki MSP Kongresi’nde de dile getirilmiştir. Evet işte 1970’lerde Milli Görüş’ün genel hedefleri bunlardır. ‘Demokrasi, insan hakları ve özel teşebbüs’ gibi konulara sonradan ve göstermelik olarak sahip çıkıldığını ileri sürenler, otuz yıl önce dile getirilen bu prensipleri okuyup gerçeği görmelidir.[1]
Evet, Milli Görüş öyle göstermelik eylemlerin ve günü birlik söylemlerin değil, milli hedeflerin, ilmi projelerin ve uzun vadeli bir sürecin sahibidir.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Saadet Partisi eski Genel Sekreteri Suat Pamukçu Saadet Partisi CHP’ye çalıştı!


   Saadet Partisi eski Genel Sekreteri Suat Pamukçu Saadet Partisi CHP’ye çalıştı!


Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan karşıtlığında birleşen Millet İttifakı seçimlerde hezimete uğradı. İttifakta yer alan partilerden ikisi TBMM’ye girerken, ittifak ortaklarından Saadet Partisi Meclis’e giremedi. Saadet Partisi’nin aldığı oylar barajı geçmeye yetmediği için, ittifakın içinde yer alan CHP’ye milletvekili kazandırdı.
SP, seçimlerden önce ‘kilit parti’ algısını yayarak dikkatleri üzerine çekti. AK Parti ile ittifak yapmak istediği ancak AK Parti’nin buna yanaşmadığı algısını yaydı.  Oysaki durumun böyle olmadığı gün yüzüne çıktı. SP, AK Parti ile ittifak kurmaya başından beri karşıydı ve hem AK Parti’yi hem de tabanını oyaladı.

AK Parti ve SP arasında ilk görüşme,  9 Şubat’ta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın SP Genel Başkanı Karamollaoğlu arasında yapıldı. Görüşmede, Erdoğan SP’ye ittifak teklifini iletti. İttifak teklifinin ardından iki parti arasında görüşme trafiği başladı. İki parti arasındaki trafik 21 Şubat’ta TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Mustafa Şentop’un Karamollaoğlu’na ziyareti ile sürdü ve bu görüşmede, AK Parti’nin teklifi yinelendi. Şentop ile Karamollaoğlu son olarak 1 Mart’ta buluştu. Bu görüşmenin ardından Şentop, “Biz ittifakta yer alması konusunda teklifte bulunduk” açıklaması yaptı. Ancak, Saadet Partisi ittifaka yanaşmadı.

TEPKİLERİ DİNLEMEDİ

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde çatı aday formülü çeken muhalefet, milletvekilliği seçimleri için yeniden görüşmelere başladı.  Görüşmeler neticesinde öncülüğünü CHP ve İYİ Parti’nin yaptığı arayışlarda, Saadet Partisi ve Demokrat Parti’yi de içine alan bir ittifak kurulması kararlaştırıldı. İttifak resmiyete dökülmeden önce,  SP’nin eski liderlerinden Necmettin Erbakan’ın oğlu Fatih Erbakan’dan da tepki gelmişti. Fatih Erbakan “Osmanlı’ya zalim diyen Kemal Kılıçdaroğlu’na davamızı değnek yapmaya çalışanlar Milli Görüş’ü temsil edemezler” demişti. SP, tabandan gelen sert tepkilere rağmen, ittifak görüşmelerine devam etti.

GECE YARISI İTTİFAKI

CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi ve Demokrat Parti gece yarısı anlaştığı ittifakı resmiyete döktü.  Başını CHP ve İYİ Parti’nin çektiği, Saadet Partisi ve Demokrat Parti’yi de içine alan ittifak kurdu. İttifakın adı ise “Millet İttifakı” oldu. CHP, İYİ Parti ve Saadet Partisi kendi listeleri ile seçime girerken Demokrat Parti İYİ Parti listelerinden seçime girme kararı almıştı.

CUMHUR İTTİFAKI’NDAN YÜZDE 20 AZ OY ALDI

Partilerin kendi kurumsal kimliklerini koruyarak girdiği seçimlerde, seçimlere ilk kez girecek İYİ Parti dışında ittifakta yer alan diğer partilerin 1 Kasım 2015 seçimlerinde oy oranı toplamda 26.14’lük bir orana denk geliyordu. 

Seçim sonuçları açıklandığında Millet İttifakı’nın oy oranı yüzde 33.4 oldu. 4 partinin birleşiminden oluşan İttifak, Cumhur İttifakı’ndan yüzde 20 düşük oy aldı. İttifakta bulunan partilerden CHP 146, İYİ Parti 43 milletvekili çıkarırken Saadet Partisi TBMM’ye hiç vekil sokamadı. SP’nin aldığı oylar ittifakın en büyük ortağı olan CHP’ye ve İYİ Parti’ye yaradı.  CHP’nin milletvekili çıkarabildiği her ilde SP’ye verilen oylar CHP’ye yaradı.

15 VEKİL CUMHUR İTTİFAKI’NA GEÇECEKTİ

2015 genel seçimlerinde 326 bin 50 oy alan SP, bu seçimde yüzde 1.34 oy oranıyla 668 bin 894 seçmenden oy aldı. Millet İttifakı’nın en az oy alan partisi olan SP, CHP ve İYİ Parti için çalıştı.  SP barajı geçemediği için CHP, son yıllarda  hiç vekil çıkaramadığı Adıyaman, Karabük, Elazığ, Karaman, Kars, Kastamonu, Kırıkkale, Kırşehir, Kütahya, Nevşehir, Şanlıurfa ve Yozgat’ta milletvekili çıkardı. İttifakın diğer ortağı İYİ Parti de SP sayesinde Erzurum’dan fazladan birer milletvekili kazandı.

Saadet Partisi CHP ve İYİ Parti ile ittifak yerine AK Parti ve MHP’nin kurduğu Büyük Birlik Partisi’nin de AK Parti listelerinde yer alarak oluşturduğu Cumhur İttifakı’nda yer alsaydı, CHP ve İYİ Parti’ye kazandırdığı 13 milletvekili Cumhur İttifakı’na geçecekti. Bu vekillere ek olarak Muş’ta HDP’den 1, Afyonkarahisar’dan 1 milletvekili Cumhur İttifakı’na yazılacaktı.

KILIÇDAROĞLU’NUN ELİNİ DE RAHATLATTI

Saadet Partisi’nin CHP’ye kazandırdığı 13 milletvekili seçimde yenilgiye uğrayan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da elini rahatlattı. Kılıçdaroğlu, seçim yenilgisinin ardından yaptığı açıklamada pişkin davranarak yenilmediğini aksine başarılı olduğunu ilan etti. Kılıçdaroğlu SP sayesinde aldığı milletvekilleri ile şu sözlerle övündü: “Bu süreçte Orta Anadolu’da artık CHP’nin sesi daha gür çıkacak. Uzun zamandır milletvekili çıkaramadığımız 13 ilde milletvekili çıkardık. Artık o iller şu tabloyu çok net görecekler. Parlamentoda bizim bir sesimiz var. Bizim sorunlarımızı dile getirecek bir milletvekilimiz var, görecekler. Hem sahada görecekler, hem parlamentoda görecekler.”

Seçimde 1.34 oy alan ve bu oylarını da CHP ve İYİ Parti’ye milletvekili olarak hediye eden Karamollaoğlu, izlediği yanlış politikayı ilginç bir biçimde savundu.  Karamollaoğlu, “Dip dalga bekliyorduk ancak olmadı. Milletin kararına saygılıyız” dedi.

CHP’YE VEKİL HEDİYE ETTİ

SP’nin Millet İttifakı’nda yer almasına tepki gösteren SP tabanı seçim sonrasında da tepkisini devam ettirdi. Saadet Partisi’nin 24 Haziran seçim kararının alınmasından önceki uygulamaları ile Milli Görüş gömleğini kirlettiğini vurgulayan Eski Saadet Partisi Genel Sekreteri Suat Pamukçu, “Seçim kararının alınmasından sonraki Cumhurbaşkanlığı aday tespit çalışmaları ve ittifak arayışları ile Milli Görüş gömleğini çıkarmıştır” dedi.

Pamukçu, “Rahmetli Erbakan Hocamızın kurduğu Saadet Partisi, Temel Karamollaoğlu’nun yüzünden CHP’ye vekil hediye etti. Bir tane daha milletvekili çıkaramayacağı yerde bu ittifaka destek olmanın bir manası yoktu” ifadelerini kullandı.

SP YANILGIYA DÜŞTÜ

Pamukçu, “Seçim sonuçları bizim için sürpriz olmadı. Keşke Milli Görüş Meclis’te temsil edilebilseydi. Bundan kimse zarar görmezdi ama hesabı yanlış yaptılar. Ortada bir yanılgı var. Özellikle Saadet Partisi ve Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu da dahil, sanki bir dip dalga gelecekmiş, Saadet Partisi büyük bir sıçrama yapacakmış gibi düşündüler. Bu yanılgının kaynağını da biliyorum. Özellikle bazı solcu kesim Saadet partilileri böyle bir yanılgıya yönelttiler. Bunu daha önceleri de yapmışlardı. Böyle bir yanılgıya düştüler. Neticede de bir yanılgı olduğu seçim sonuçlarından da belli” diye konuştu.

HATIR İÇİN BİLE OLSA KOMUŞUSUNDAN OY ALAMAZ MIYDI?

SP lideri Temel Karamollaoğlu’nun 40 yıldan fazladır Milli Görüş camiası içerisinde siyaset yaptığını belirten Pamukçu, “Böyle birisi nasıl böyle bir yanılgıya düştü. Seçimlerde bir şey daha dikkatimi çekti, Karamollaoğlu’nun kendi oy kullandığı sandıkta iki tane oy çıkıyor. Yani bir insan tüm teşkilatını ‘gayretli çalışın’ diye teşvik eden bir insanın komşusundan bırakın ikna etmeyi, hatır için bile olsa bir oy alması gerekmez miydi?” dedi.

CHP’YE VEKİL KAZANDIRMAK AĞIR BİR VEBAL

SP’nin seçimlerde CHP’nin değirmenine su taşıdığına dikkati çeken Pamukçu,   “CHP’ye bir tane dahi milletvekili kazandırmanın vebalini kim ödeyecek.  Bu ağır bir vebaldir. İttifak’a ‘Saadet barajı aşamıyor, böylece baraj sorununu atlatmış, Meclis’e Milli Görüş’ü sokmuş olacağız’ diye girdiler, iddia buydu. Maksat buysa bunun yolu CHP ile değil AK Parti’den geçerdi.  Bu partilere milletvekili kazandırmanın manası yok” diye konuştu.  Pamukçu, bugünden sonra Saadet Partisi’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan, AK Parti ve CHP aleyhinde konuşma hakkı kalmadığını belirtti.

SP’NİN YENİ BİR YOL ÇİZMESİ LAZIM

SP’nin bu şekilde aldığı netice sonucunda durumunu yeniden gözden geçirmesi gerektiğini vurgulayan Pamukçu,  “Bir şekilde yeni bir yol çizmesi lazım. Mevcut kadroyla SP’nin hiçbir yere varamayacağı anlaşılmış durumdadır. Bu konuda direnmek de doğru bir şey değildir. Yeni bir yol çizmesinde fayda var. Bunun da yolu önce küskünlerle barışmaktan geçer. Erbakan’dan sonra gelenler, bazı kesimleri dışlaya dışlaya partiyi bu hale getirdiler. Davasından kopmuş bir parti bundan sonra TBMM de Milli Görüşü temsil edemez” ifadelerini kullandı.

Nurbanu Aras - Gerçek Hayat

http://www.akasyam.com/saadet-partisi-eski-genel-sekreteri-suat-pamukcu-saadet-partisi-chpye-calisti-161388/

***

Erbakan böyle Uyarmıştı: İran'dan Sonraki Asıl hedef Türkiye!


Erbakan böyle Uyarmıştı: İran'dan Sonraki Asıl hedef Türkiye!


    Milli Görüş lideri Necmettin Erbakan, 2003'te yaptığı açıklamalarda uyarılarda bulunmuş ve Siyonizmin İran'dan sonraki hedefinin Türkiye olduğunu 
söylemişti.

https://www.youtube.com/watch?v=FO5m4v4FPt8

***

Fırat'ın doğusuna Türkiye'nin katkıları (!)


Fırat'ın doğusuna Türkiye'nin katkıları (!)


Cahit Armağan Dilek
cahitdilek@yahoo.com

Duayen Gazetecimiz Arslan BULUT'un 06 Ağustos'taki köşe yazısındaki "Fırat'ın doğusu" tabiriyle ilgili tespitleri önemli.

Özet olarak; 100 yıl önce Sevr ile Metinlere giren tabirin aslında siyaset dilindeki yerinin çok daha eski olduğunu belirtiyor. 
Tahrif edilmiş Tevrat'ta Yahudilerin vatanı olarak gösterilen yerin, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında 2006'da yayımlanan haritada "Free Kürdistan"ın 
kuzey-batı sınırları olarak karşımıza çıktığını belirtiyor.

***
Biz de bazı bilgiler ilave edelim. Fırat'ın doğusuna tabirine Haziran 2015'te Türkiye, önemli ancak kendi "aleyhine" olacak bir anlam kazandırdı!

O tarihte TelAbyad'ın düşüp YPG'nin Fırat'ın doğusunun tamamını kontrol etmesi üzerine Türkiye Fırat'ın batısına geçilmesini kırmızı çizgi ilan etti. 
Böylece Fırat'ın doğusundaki YPG kontrolü zımnen kabullenildi.

Mayıs 2016'da ABD-YPG ortaklığındaki Menbic operasyonuna, sonrasında YPG'nin Fırat'ın doğusuna çekilme şartıyla(!) Türkiye razı oldu. 
YPG Menbic'ten çekilmedi, aksine varlığını artırdı. Fırat'ın doğusu tabiri artık YPG terör yapılanmasının kontrol ettiği bir bölgenin adı olmuştu.

Şimdi Menbic sınırında peşrev atar gibi devriye atıyoruz, sayı sayıyoruz. Ama güreş tutacak halimiz yok.

Menbic " Papaz krizi "yle sarsılan Türk-Amerikan ilişkilerinin kopmadığını gösterme adına her iki taraf Menbic'e sarıldı, askeri ilişkilerin sözde etkilenmediğini buradaki devriyeler üzerinden gösteriyor.

ABD-Türkiye krizleri uzun vadede bitmeyeceğine göre Menbic'te statüko değişmeyecek, peşreve devam edilecek, Fırat'ın doğusuna uzaktan bakılacak gibi.

ABD ve Rusya gevşek merkezi yönetimden yana

İsrail'in güvenliği önceliğiyle Suriye'de bulunan ABD, sözde IŞİD gerekçesiyle desteklediği PKK'nın Suriye'nin dörtte birini, önemli tarım-su-enerji 
kaynaklarını kontrol altına almasını sağladı.

ABD/İsrail'in Suriye'de federal yapı istediği aşikâr. 7 yıllık savaş çok şeyi değiştirdi. Şam'ın zayıfladığını gören İsrail yeniden Esad ile devam edilebileceğini 
söylüyor.

Rusya muhtemelen kendi yönetim sistemini, sahada değişen gerçekleri dikkate alarak daha Astana sürecinin ilk toplantılarında taraflara Suriye anayasa 
taslağı dağıtmıştı. ABD'nin katkı verdiği bilinen taslakta Suriye'de Kürtlere yönetimsel ve kültürel özerklik verilmesi öneriliyordu. Aslında iş çoktan bitmiş!

Bu PYD için büyük kazançtı. Henüz başlamamış müzakerelerde başlangıç noktası bu olursa daha neler kazanamazdı ki!

Rusya da Fırat'ın doğusunu kabullendi

Türkiye'nin düştüğü hataya Rusya da düştü. Haziran 2017'de ABD'nin bir Suriye uçağını düşürmesi üzerine Fırat'ın batısında ABD uçaklarını gerekirse 
düşürebileceğini açıkladı. Açıkça Rusya da Fırat'ı sınır olarak kabul etmişti.

Artık Fırat'ın batısındaki Menbic, Tabka, Rakka ve enerji kaynakları PYD'nin anayasal taleplerinin karşılanması için müzakere edilebilirdi. 
Türkiye'nin karşı durması nedeniyle Astana ve Cenevre süreçlerine dahil edilemiyordu. Putin-Trump mutabakatlarıyla Şam-PYD alt düzlemde 
görüşmelere başladı, Türkiye engeli aşıldı.

Fırat'ın doğusunun statüsü işte bu müzakerelerde belirleniyor. Suriye anayasa komitesine sadece buradaki mutabakatları yazmak düşecek.

Irak'ta öyle olmadı mı? Barzani'nin talepleri önce Geçici İdari Yasaya yazıldı, oluşan fiili durum Irak anayasasına aynen aktarıldı.

Irak'ın Revize edilmiş kopyası Suriye'ye.

Karşınızdakini olduğundan kuvvetli veya zayıf değerlendirmek size kaybettirir. PYD'nin Şam ile müzakeresini ABD zorda, kaybetti şeklinde nitelemek 
gerçekçi değil. ABD ve Rusya "Suriye'deki aktörleri zorlamıyoruz, kendileri çözüm üretiyor" algısı yaratıyor. İkisinin de büyük yatırımlar yaptığı Suriye'deki 
gelişmeleri oluruna bırakmaları mümkün değildir.

Irak ve kuzeyinden alınan derslerin Suriye'ye yansıtıldığını görüyoruz. Fırat'ın doğusunda Rusya onaylı ABD güdümünde PKKistan oluşturuluyor. 
Irak kuzeyindeki Peşmerge rolünde burada Kuzey Suriye Savunma Gücü kuruluyor.

Türkiye ise tehdidin önceliğini tespit etmekte büyük hata yaptı, bunda ısrar ediyor. Bunun son örneği Menbic yol haritası.  Menbic sınırında patinaja devam.

Bu yolla Menbic'te sınırın ötesine geçemeyecek Türkiye'nin Fırat'ın doğusuna da geçemeyeceği kafalara kazınıyor.

Son günlerde Rusya'dan yansıyan "denetime tabi yerel yapılar" söylemleri bunu teyit eder niteliktedir. Fırat doğusunda özerk bir yapı oluşacak, işin özü bu. 
Seviyesi kapsamını tartışıyorlar, kimin eli kuvvetli göreceğiz, ama biz devre dışıyız.

Papaz, yaptırım, ekonomik krizlerle bunun üstünü örtmeyin, mazeret yapmayın. Daha İdlib var, İran var, var da var. Menbic kandırmacasına son verin, 
Fırat'ın doğusunda oluşan PKKistan'ı milletten saklamayın.

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/firatin-dogusuna-turkiyenin-katkilari-48408yy.htm

***

1 Eylül 2018 Cumartesi

TANAP PROJESİ.,



TANAP PROJESİ.,


İSMAİL KAYAZ.,
14 HAZİRAN 2018.


TANAP projesi Türkiye’ye siyasi ve ekonomik bakımdan prestij kazandıracak son derece stratejik bir hamle. Güney gaz koridorunun en önemli ayağını oluşturan TANAP ile Türkiye öncelikle kendisinin ve genel olarak da Avrupa kıtasının enerji arz güvenliğinin sağlanması bakımından kritik bir misyon üstleniyor. Bu yönüyle TANAP projesi küresel enerji piyasalarında Türkiye’nin referans noktası olarak kabul edilecektir. Söz konusu projenin başarılı bir şekilde yürütülmesiyle, başta Hazar denizi bölgesindekiler olmak üzere, yoğun doğalgaz rezerv potansiyeline sahip diğer ülkelerin enerji kaynaklarının da Türkiye üzerinden dünya piyasalarına transfer edilmesi imkanı doğacaktır. Buna paralel olarak Doğu Akdeniz’de keşfedilen zengin petrol ve doğalgaz rezervlerinin Avrupa pazarına ulaştırılması hususunda Türkiye’ye duyulan güven de artacaktır.

2012 yılında Türkiye ile Azerbaycan arasında imzalan anlaşma neticesinde resmiyet kazanan TANAP projesi günümüze kadar bir takım siyasi engellemelerle karşı karşıya kaldı. Ancak Türkiye ile Azerbaycan arasındaki karşılıklı uyum ve güven sayesinde TANAP projesi sorunsuz bir şekilde ilerletildi ve bu süreç gerek siyasi gerekse diplomatik açıdan son derece başarılı bir şekilde yürütüldü. Rusya’yla ortaklaşa geliştirilen Türk-Akım projesi ile TANAP’ın rakip olabileceği ve bu nedenle Rusya’nın TANAP’ı desteklemediği yönündeki tezler Türkiye tarafından çürütüldü. Türkiye bu iki projenin de enerji arz güvenliği bakımından birbirini destekleyici nitelikte olduğunu savunuyor. Bununla beraber, ilerleyen dönemde Türk-Akım’ın faaliyete başlamasını müteakip Azeri ve Rus gazlarının fiyat bakımından rekabet içine girebileceği de öngörülüyor. Bu durum aslında Avrupa’nın Rusya’dan satın aldığı gazın fiyatının düşmesine neden olacak. Türkiye açısından ise her iki boru hattı projesiyle enerji maliyetlerinde bir düşüş gerçekleşecek ve böylece ekonomik bir fayda sağlanmış olacak.

Projenin bölge siyasetine etkileri

TANAP projesinin kuşkusuz bölge siyasetinin yeniden dizayn edilmesine de önemli katkıları olacak. Bulunduğumuz coğrafyada yıllardan beri süregelen siyasi ve askeri problemlerin çözüme kavuşturulması ve bölgede yeni ekonomik işbirliklerinin kurulması bakımından bu projenin fayda sağlayacağı çok açık. Ayrıca Ortadoğu, Asya ve Kafkasya bölgelerinde istikrarın yeniden tesisi hususunda TANAP projesi belirleyici bir rol üstenecek.

TANAP projesiyle bölgedeki diğer ülkelerin enerji kaynaklarını da dış piyasalara iletmek isteyen Türkiye, halihazırda siyasi ve hukuki açıdan yoğun çaba sarf ediyor. Bu bakımdan tüm dünya tarafından yakından takip edilen Türkiye’nin, TANAP projesiyle özellikle enerji piyasalarında güven kazanması sağlanacak. Böylece Türkiye bu tarz projelerin devam ettirilmesi bakımından önemli bir avantaj elde edecek.

TANAP projesi küresel enerji dengeleri açısından değerlendirildiğinde, bu adımın özellikle Avrupa piyasaları tarafından yakından takip edildiği belirtilmeli. Yıllık 450 milyar metreküpün üzerinde doğal gaz tüketimi olan Avrupa kıtası TANAP gibi projeleri destekleyerek güvenli ve sürdürülebilir enerji kaynakları temin etmeyi planlıyor. Dolayısıyla TANAP ve Türk-Akım gibi projeler Avrupa açısından hayati önemi haiz. Avrupa’nın kaynak ülke ve güzergâh çeşitliliği arayışı, söz konusu projelerle birlikte artacak. Türkiye ise hayata geçirilen bu projelerle Avrupa’nın enerji arz güvenliğinin tesisinde stratejik bir rol üstlenecek.

Türkiye enerji üssü olma hedefine yaklaştı

TANAP projesinin hayata geçmesiyle birlikte Türkiye enerji merkezi olma hedefine bir adım daha yaklaştı. Diğer taraftan bu hedefe tam anlamıyla ulaşılabilmesi için Türkiye’de doğalgaz depolama kapasitesinin geliştirilmesi, LNG tesislerinin artırılması ve öngörülebilir bir enerji piyasasının oluşturulması gerekiyor. Bu bağlamda Silivri, Kuzey Marmara ve Değirmenköy doğalgaz depolama tesislerinin kapasitelerinin yaklaşık 5 milyar metreküpe ve Tuz gölü doğalgaz depolama merkezinin kapasitesinin ise 5,4 milyar metreküpe çıkarılması öngörülüyor. Bununla beraber Aliağa/İzmir ve Dörtyol/Hatay’da bulunan yüzer LNG depolama ve yeniden gazlaştırma ünitelerine ek olarak Saros körfezinde yeni bir tesisin açılmasına yönelik çalışmalar da devam ediyor. Diğer yandan, 2015 yılında Türkiye’de derinliği ve işlevselliği olan bir enerji piyasası oluşturmak için enerji borsası çalışmaları başlatıldı ve böylece sektörde faaliyet gösteren kurumların birbirleriyle entegre bir biçimde çalışabilmesinin önü açıldı. Tüm bu çalışmalar, TANAP gibi uluslararası enerji projeleriyle bir bütünlük içinde gelişerek, Türkiye’nin küresel enerji piyasalarında dinamik bir aktör olarak ortaya çıkması ve enerjide merkez ülke olma hedefi doğrultusunda devam ediyor.

Türkiye’nin enerji üssü olması konusunda hayati bir öneme sahip olan TANAP projesiyle birlikte hem enerji maliyetleri düşecek hem de ülkenin doğalgaza kesintisiz erişimine imkan sağlanacak. Türkiye TANAP kapsamında ilk etapta 2 milyar metreküp, sonrasında ise toplam 6 milyar metreküp doğalgaza ulaşacak. Böylece Türkiye’nin yıllık doğalgaz ithalat portföyünde Azeri gazının payı yaklaşık iki katına çıkartılacak. Böylece doğalgazda Rusya’ya olan yüksek oranlı bağımlılık ve bundan kaynaklanan siyasi ve ekonomik riskler azalacak.

Dış yatırımlar artacak.,

TANAP projesinin hayati önem taşıyan diğer bir yönü ise Türkiye ekonomisine sağladığı doğrudan katkılar. Projenin geçiş güzergahında bulunan bölgelerde istihdamı artırıcı bir etkisi olan TANAP, aynı zamanda taşımacılık, hizmet ve demir-çelik gibi sektörlere fayda sağladı. Ayrıca TANAP projesiyle Şah Deniz 2 rezerv bölgesinde BOTAŞ ve TPAO gibi Türk şirketlerinin ortaklıklarının bulunması, Türkiye’nin enerji piyasalarındaki etkinliğinin artması bakımından çok önemli bir kazanım. TANAP projesi Türkiye’ye yabancı yatırımların çekilmesi bakımından da elverişi bir zemin sunuyor. Bu bağlamda SOCAR’ın Türkiye’de yaklaşık 20 milyar dolarlık bir yatırım hacmine sahip olması dikkat çekiyor. TANAP bu yönüyle sadece enerji alanında değil, aynı zamanda Türkiye ekonomisi için de ciddi bir fırsat olarak değerlendiriliyor.

Günümüz dünyasında kaynaklara sahip olmak ve bu kaynakları en az maliyetle dış pazarlara transfer etmek küresel enerji politikalarını şekillendirecek en önemli etmenler. Bu açıdan bakıldığında Türkiye, coğrafi konumunun verdiği avantajlardan yararlanarak “Enerji’nin İpek Yolu” olarak da nitelendirilen TANAP gibi projelerle bölgesinde ve küresel piyasalarda dikkate değer bir aktör sıfatıyla boy gösterecek. Böylece Türkiye tıpkı tarihi İpek Yolu’nda olduğu gibi, stratejik bir geçiş güzergahı haline gelecek. Öte yandan Türkiye Azerbaycan’dan Avrupa’ya aktarılacak doğal gazda sadece transit bir ülke olmak yerine, enerji ticaret merkezi hüviyetini kazanacak hamleler gerçekleştirerek bu alandaki vizyonunu daha da geliştirecek.

Türkiye stratejik coğrafi konumu, siyasi istikrarı, dinamik ekonomisi ve güçlü pazar avantajıyla uluslararası enerji projelerinin adeta çekim noktasında bulunuyor. Bu alanda gerçekçi ve ihtiyaçlara cevap veren enerji politikalarıyla küresel enerji piyasalarında güven sağlayan Türkiye, ilerleyen süreçte de TANAP gibi projelere ev sahipliği yapmaya devam edecek. Milli enerji ve maden politikasıyla arz güvenliği, yerlileştirme ve öngörülebilir piyasa koşulları sağlanarak Türkiye’nin enerji yatırımlarında cazip bir merkez olması hedefleyen çalışmalar devam ediyor.

[AA, 14 Haziran 2018]

https://www.setav.org/tanap-kuresel-enerji-denkleminde-yeni-donem/

***